DEVRİMCİ TOPLUM ÖNDERLERİ: İLK TÜRKÇÜLER...Sağcı değil solcuydular
| |
ARİF ACALOĞLU
Türkolog Bilgi Üniversitesi Öğretim
Görevlisi
Türkiye’nin son dönem tarihine damgasını
vuran sağ sol tartışmaları ortamında, sağ
kesim kendisini tarihsel planda haklı çıkarmak için, ilk Türkçü aydınları kendi
safında gösterme gayretindedir. Sol taraf ise, bu fikir mirasını yeterince bilmediği
için, Türkçü aydınları özellikle sağ ve tutucu
eğilimlerin odağı olarak göstermiştir. Daha ileri gidilerek, ilk Türkçülerin
bir kısmı anti-sosyalist, bir kışını ise sosyalist
olarak değerlendirilmiş, Türk fikir tarihinin özgün renkleri görmezden
gelinmiştir.
Bu manzaraya bakılırsa, Mirza Feth Ali Ahundzade, Şihabeddin Mercanı,
Gaspırah İsmail Bey, Hüseyinzade Ali Bey, Yusuf Akçura vs. sağa ve
anti-sosyalist Neriman Nerimanov, Mirseyir Sultangaliyev, Ahmet Baycursunov, Turar Rıskulov vs. ise solcu, sosyalist olarak ele
alınmıştır.
Onların en önemli ortak yanı
Türkçülüktür. Ve hepsinin de Türkçülük fikri; devrimci,
ilerici, halkçı, laik, özgürlükçü ve bağımsızlıkçı çizgidedir. Bu yönüyle
değerlendirildiği zaman, ilk Türkçülerin en ünlülerinden Hüseyinzade Ali Bey,
Yusuf Akçura, Ağaoğlu Ahmet Bey ve diğerlerinin sol görüşte olduklarını rahatlıkla
söyleyebiliriz.
BİLİNMEYEN DEVRİMCİ KÖKLER
Siyasî bir tez olarak Türkçülüğün tarihi. Yusuf
Akçura'nın 1904 yılında yayımlanan Üç Tarz-ı Siyaset eseriyle başlatılabilir.
Ancak Türkçülük, bu tarihten çok önceleri, 19. yüzyılın ortalarında boy
vermiştir.
Yaklaşık 50 yıllık bir dönemi kapsayan ilk Türkçülük
hareketleri ile ilgili bilgilerin çoğu zaman kulaktan dolma olduğunu görüyoruz.
Örneğin Y. Akçura, Ziya Gökalp ve H. N.
Orkun gibi önde gelen Türkçüler bile, Türkçülüğün öncülerinden Mirza Feth Ali
Ahundzade (1811-1878) ve diğer aydınları, birkaç komedi (”med- hike”) ve
şiirleriyle tanıtmışlardır, o kadar. Oysa o komediler, yoğun ideolojik
bildiriler içermekte, açıkça devrimci bir yaklaşımı ifade etmekteydi.
AHUNDZADE’.NIN AYDINLANMACILlĞl
Halkın dinî baskılardan, çağın çok çok gerilerinde
kalan medrese zihniyetinden kurtulması, Ahundzade'nin eserlerinde ele aldığı başlıca konulardır.
Genç neslin müspet bilimlere yönelerek aydınlanması
için çareyi ise, ilk dönemlerde eski alfabenin ıslah edilmesi, ömrünün sonlarına
doğru ise daha köktenci bir adım atarak bu alfabenin tamamen kaldırılmasında
görmüştür.
Bu yönde yoğun çalışmalar yaparak, birkaç alfabe
projesi geliştirmiş, bunlardan bir tanesini 1862 yılında bizzat İstanbul'a gelerek
Osmanlı sadrazamı Fuat Paşa’ya
sunmuştur. Proje, “Mecmua-yi Funun-i Cemiyct-i Osmaniye" dergisinin 14. sayısında yayımlanmıştır'.
Sonraki dönemde Gaspıralı'nın gayretleri sonucu Türk dünyasında
“Usul-i Cedid” adı altında geniş biçimde yayılan yeni eğitim yönteminin ilk
aşamasının bu alfabe çalışmaları olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz.
ŞEYHULİSLAMSIZ CENAZE
Ahundzade,
yaşadığı dönemde din kurumunun ilerleme yolunda engel oluşturduğunu, genç
beyinlere bilim yerine hurafeler doldurduğunu ciddi tahliller yaparak dile
getirmiş; dinle ilgili görüşlerini, o dönemde ve daha sonra eşine ender
rastlanan bir kesinlikle "men külli edyana düşmanam"
şeklinde ifade ermiştir. Bu nedenle dc. öldüğünde Kafkas Şeyhülislamı,
cenazesine gitmeyi Müslümanlara yasaklamış ve bu büyük fikir adamının cenazesi
birkaç sadık arkadaşı ve gayrimüslim tarafından kaldırılmıştır.
İslam dünyasını tahlil ettiği "Kemal-üd-devle Mektupları" adlı eserinde
Hindistan ve İran örneklerinden hareketle İslam dünyasını derinden incelemiş,
gerilik ve ataletten kurtulmak için radikal çözümler üretmiştir.
Görüldüğü gibi, Türkçülük hareketinin daha sonraları
iyice belirginleşecek olan birçok temel özelliği M. E Ahundzade tarafından
daha ilk aşamada ortaya konulmuş bulunuyor.
TÜRKÇÜLÜK
NASIL YOZLAŞTIRILDI
Türkçülüğün sini Kandırılmaya, saptırılmaya ve
yozlaştırılmaya hana kısırlaştırılmaya başlandığı son dönemlerde, klasik diye
nitelediğimiz temel Türkçü ilkelerden vazgeçilmiş, bu ilkeler görmezden
gelinmiştir. Klasik Türkçülere göre, Türkçülük ilerici, devrimci, halkçı,
laik, bilimsel (müspet bilimlere dayanan) ve sosyal bir harekettir. Hemen hemen
hepsi de Cumhuriyet Türkiye'sinin kuruluşunda aktif roller üstlenen söz konusu
kişilerin çalışmaları, genç cumhuriyetin biçimlenmesi aşamasında bizzat bu
yönlerin ısrarla öne çıkarılmasında belirleyici etken olmuştur.
Türkçülüğün ilerici niteliği, özellikle bazı yabancı
araştırmacıların gözünden kaçmamıştır. François Georgeon, bu konuyu Akçura
bağlantılı olarak şöyle ifade ermektedir: “Pantürkizm, Türk toplumunun en
tutucu kesimlerinin kullandığı bir tema haline gelmiştir. Ne var ki, XX. yy’ın başlarında böyle bir şey hiç mi hiç söz konusu olamazdı. Tersine Akçura ve arkadaşlarının öngördüğü Pantürkizm
Osmanlı İmparatorluğunun ayrışması için öngörülen bir çözüm olarak, içeriği
oldukça ilerici bir toplumsal ve kültürel programdı... Bugünkü milliyetçi
çevrelerin kendilerinden sayacakları biri olması ise asla mümkün değildi.”1
BOLŞEVİK DOSTU
Rus Devrimi döneminde sergilediği ideolojik ve siyasal
davranışları da, Akçura’nın hem gerçekçi siyaset adamı, hem dc ileri görüşlü
aydın kimliğini ortaya koymaktadır. Akçura, "Tatar dostlarına Bolşeviklerle anlaşma yollarını bulmalarını öneriyordu.’*3
İlk Türkçülerin siyasal ve ideolojik
tercihleri, Birinci Dünya Savaşı yıllarında ve onu takip eden Rus Devrimi
döneminde belirgin bir şekilde onaya çıkmış
bulunuyor. 1915 yılında İstanbul'da, Rusya'daki Türk-Tatar Müslümanların
Haklarını Koruma Komitesi adı altında bir örgüt kuruldu. Bu örgütte Hüseyinzade
Ali Bey, Yusuf Akçura, Abdurraşit Ibrahimov, Ahmet Ağaoğlu, Müküneddin Begcen, Çelebizade Mehmet Esat vs.
gibi isimler yer almıştı. Muhtemelen Osmanlı devletinin desteği ile kurulmuş
olan bu örgüt, "Kafkasya, Türkistan, Kırım ve Kazan Türklerinin
haklarını korumayı ya da daha doğrusu, gasp edilen haklarının geri verilmesi
için mücadeleyi" öngörüyordu.
YÛSUF AKÇURA LENİN İLE GÖRÜŞÜYOR
Kısa adıyla “Türk-Tatar Heyeti" olarak bilinen bu
komiteden birkaç kişi (Hüseyinzade Ali Bey, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu vs.)
1915 yılı sonlarına doğru Avrupa'da birçok ülkeyi ziyaret ederek, devlet
adamlarıyla önemli temaslarda bulundu. 1916 yazında ise Yusuf Akçura,
İsviçre'de Lenin'le bir araya geldi.
Görüşmeler sonucunda Lenin'den Rusya'daki Türk halklarının
durumuyla ilgili bazı güvenceler almış olması ihtimal dahilindedir, zira Rus
Devrimi sırasında Bolşeviklere karşı olumlu
bir tutum aldığı bilinmektedir.
E Georgeon» Türkçülerin, Çarlık Rusyası'na olan tutumları ile
Sovyetler'e
gösterdikleri dostluk arasındaki zıtlığı şöyle belirtir:
"Başlangıçta Almanya'dan destek arayan ve Rusya Türkleri
için bağımsızlık ya da "özgürleşme” öngören Anti-Rus strateji söz
konusuydu. Savaş bittiğinde ortaya çıkan
strateji ise, Bolşeviklerden destek arayan, Rusya
Türkleri için 'kültürel özerklik’ öneren, anti-eınperyalist bir strateji
idi."4
Herhalde bu strateji değişimi bir tesadüf değildi. Zira
Akçura, emperyalizme karşı devrimle ittifak yapılmasının Doğunun çıkarlarına uygun düşeceğini fark ediyordu.
Daha 1910 yılında "...Avrupa sermayedarlığının geceli gündüzlü
çalıştırdığı iki kölesinden birisi Garb'ın amelesi ise, diğeri dc Şark'ın
bütün ahalisidir."’ demişti.
BİLİMSEL MATERYALIST YAKLAŞIM VE DEVRİMCİ
ÇÖZÜM
Rusya'daki Bolşevik Devrimi'ne yaklaşımları bakımından Akçura ile Hüseyinzade Ali
Bey arasında bir ortaklık gözlenmektedir. Her ikisi de devrim döneminde ve
takip eden yıllarda Rusya ile ilişkilerini sürdürmüş, Hüseyinzade Ali Bey ise
devrim sonrasında -1926 yılında- Sovyet Azerbaycan'ına bizzat giderek
konferans vermiştir. Yine her ikisi, Türkiye Cumhuriyeti ile Sovyet Rusya
arasında ilişkilerin kurulması ve sürdürülmesi yönünde çalışmalara
katılmıştır. Çağdaşları olan sağcı ve liberal akımların temsilcilerinden
farklı alarak, Rus Devrimi ve Sovyet rejimi ile ilgili olumsuz davranışlardan
kaçınmışlar. Tersine, Rus Devri- mi’ne sempati ile yanaştıklarını kanıtlayan
görüşler ifade etmişler. Elbette bu tür davranışlar Rus Devrimi ve SSCB'ne
karşı izlenen basit siyasal taktikler değildi. Kendilerinin toplumsal faaliyet
tecrübeleri, en önemlisi de olaylara bilimsel materyalist yaklaşımları,
ilerici ve devrimci nitelikleri, objektif olarak sosyalist devrime sıcak
bakmalarım ve desteklemelerini sağlamışa. Ayrıca Kemalizm’in Rusya Türkleri
arasına nüfuz etmesi ve yayılması
yönünde de katkıları olmuştur.
MİLLİYETÇİLİĞİN ÖZÜ: EZİLEN TÜRK HALKINI KURTARMAK
İlk Türkçülerin “sol" kavramı ile
ifade edilen değerleri savunmaları, imkân olduğunda ise uygulamaya geçmiş
olmaları ile ilgili örnekler sadece burada adı geçen kişilerle sınırlı
kalmamıştır. Türkçülük akımı başlangıçta esasen sosyal bir harekettir. İdeolojik
temelleri Rusya'da yerli Türk kadroları, Türkiye'de ise yine Rusya'dan gelmiş
Türk kökenli aydınlar tarafından atılan bir hareket için aslında bu gayet
doğaldır. Zira birer milliyetçi olan bu aydınların öncelikli meselesi; ezilen
Türk halkını kurtarmak, çağdaş ileri halklar düzeyine ulaşmalarım sağlamaktı.
Türkiye'ye geldiklerinde benzeri problemlerin burada da yaşandığını, Türk halkının
kendi devletinde de ezildiğini, geri kaldığını, sömürüldüğünü gördüler. Bu
durum, meselenin sadece yabancı baskısı, kendi devlet kurumlarından yoksun
olma ile açıklanamayacağını ka altlıyordu.
Dolayısıyla daha geniş bir tahlil ve sentez
yapılması gerekliydi. Bu sentezi ise, Yusuf Akçura “Üç Tarz-ı Siyaset'le,
Hüseyinzade Ali Bey ise 1904- 1906 yıllarında yayınladığı birçok makaleyle
yaptılar.
TÜRKÇÜLÜĞÜ IRKÇILIKLA
YOZLAŞTIRDILAR
Günümüzde Türkçülük denince ilk akla gelen; ırkçılık
("kafatasçılık") oluyor. Bu tezin, aslında Türkçülükle uzaktan yakından
bir ilişkisi yoktur. Gerçek Türkçülük hiçbir zaman ırkçı bir yaklaşım içinde
olmamıştır. Bazen “ırk” tanımının özellikle 1920-30'lu yıllarda yoğun bir şekilde
kullanılmış olması, söz konusu dönem Türkçülerinin ırkçı oluşu yönünde
değerlendirilmektedir.
Oysa bu durum sadece bir terminoloji meselesidir. Bunun
sebebi, bir taraftan, Osmanlı döneminde tamamen farklı anlamda kullanılmış
olan “millet" teriminin henüz günümüzdeki anlamına kavuşmamış olması
veya kullanılmak istenmemesi ve bunu tam olarak karşılayan herhangi bir
terimin veya sözcüğün olmayışı (“ulus” sözcüğü sonradan geniş kullanım alanı
bulmuştur), diğer taraftan ise "ırk" kavramının söz konusu dönemde
tüm dünyada yoğun olarak kullanılmasıdır.
Herhangi bir ayrıştırıcı veya sosyal farklılık bağlamında ırkçılık, Türkçülük
ideolojisine yabancıdır. Son dönemlerde ırkçılığın bazı kişiler ve çevrelerce
öne çıkarılmış olması, Türkçülüğün, yukarıda temas ettiğimiz saptırma ve
kısırlaştırma sürecinin bir halkasıdır.
TÜRK IRKINDAN OLMAYAN TÜRKÇÜLER
İlk Türkçüler arasında farklı ırklardan da bazı kişiler
(Mustafa Celaleddin Paşa, Şemseddin Sami vs.) olduğu gibi, 1918-1920 yıllarında
genellikle Türkçülerin (M. Resulzade, Z. Velidi Togan vs.) önderliğinde kurulan Türk
hükümetlerinin lider kadrosunda da birçok Türk olmayan aydın yer almıştı.
Diğer bir deyişle, ilk Türkçülüğün ne teorisinde, ne de uygulamasında herhangi bir ırkçılık emaresi görülür.
Ulus veya millet kavramı, ilk Türkçüler için ırk
kavramından daha geniştir. Zira bir milletin bünyesinde birçok ırk temsil edilebilir.
Zamanında Ziya Gökalp, "Türkçülüğün Esasları” eserinde bu duruma temas
ederek, eserinin “Türkçülük Nedir?” bölümünün son paragrafında konuyu şöyle
özetlemiştir:
“Yalnız saadet değil, felaket zamanlarımızda da bizden
ayrılmayanları nasıl milliyetimizden hariç telakki edebiliriz. Hususiyle,
bunlar arasında millerimize karşı büyük fedakârlıklar yapmış, Türklüğe büyük
hizmetler ifa etmiş olanlar varsa, nasıl olur da bu fedakâr insanlara “Siz
Türk değilsiniz?” diyebiliriz... İnsanlarda ise, ırkın içtimai hasletlere
hiçbir tesiri olmadığı için, şecere aramak doğru değildir. Bunun aksini meslek
ittihaz edersek, memleketimizdeki münevverlerin ve mücahidlerin birçoğunu feda etmek iktiza
edecektir. Bu hal, caiz olmadığından “Türküm” diyen her ferdi Türk tanımaktan.,
yalnız Türklüğe hiyaneti görülenler varsa, cezalandırmaktan başka çare
yoktur"4.
TÜRK DEVİRLERİNİ YAPAN AKIM
Gerçek Türkçülük, dil, din, ırk, millet, sınıf ayrımı
gözetmeyen; eşitlikçi, laik, devrimci, ilerici ve sosyal (devletçi) bir
akımdır. Bu fikriyat zamanında Türkiye Cumhuriyetini kurmuş olduğu gibi,
günümüzde de Türkiye’nin yeni çağın koşullarına uyum sağlayabilmesinin ve de
yeni Türk cumhuriyetlerinin kuruluş aşamalarını başarıyla sonuçlandırmalarının
teminatı olabilecek sağlıklı bir potansiyele sahiptir.*
1.
Mehemed Ali Terbiyet. Danişmendani Azerbaycan. Bakû. 1987. s 30.
2.
Françeis Gecrgeon, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri: Yusuf
Akçura (1876-1935). Yurt Yayınları. Ankara.1986.
s. S.
3.
A.e.,s_
101.
4.
A. e., s. 102.
5.
A.y.
6.
Ziya Gökalp. Türkçülüğün Esasları, s. 22.
7.
Aydınlık
7 Nisan 2002
« Prev Post
Next Post »