Print Friendly and PDF

Translate

ALLAH'IN KILICI HALİD B. VELİD 2

|

 

 

HALİD B. VELİD MUTE'DE

Medine'ye hicretinden üç ay sonra, İslam dininin yayılması ve müdafaası yolunda, asker ve kumandan olarak neler yapabile­ceğini isbat için Halid b. Velid'in önüne bir fırsat çıktı. Halid'in müslüman olarak iştirak ettiği bu ilk savaş Mlite seriyyesidir.200 Seriyyenin tarihi, 8 yılı Cemaziyelevvel ayıdır (Ağustos-Eylül 629).

Hz. Peygamber, Bizans'a bağlı Busra valisine bir mektupla elçisi el-Haris b. Umeyr el-Ezdi'yi göndermişti. Elçi Mute'ye varınca, Bizans'ın bir diğer valisi Şurabbil b. Amr el-Gassani tarafından yakalanmış ve Hz. Peygamber'in elçisi olduğu anlaşı­lınca da öldürülmüştü. el-Haris, Hz. Peygamber'in öldürülen tek elçisi olduğundan hadise, Rasulullah'ı son derece üzmüş ve mü­teessir etmişti.

Kaynaklarda, Hz. Peygamber'in elçisiyle kendisine mektup gönderdiği Busra valisinin ne adı, ne Arap veya Rum olduğu ve ne de mektubun muhtevası zikredilmektedir. Ancak bazı muah­har kaynaklarda elçinin Şam'a Rum Kayserine veya Busra valisi­ne gittiği ve mektubu da ona götürdüğü şeklinde iki ayrı haber yer almaktadır.202

Bazı müsteşrikler, Mûte seriyyesinin hangi sebepten hazır­landığı hususunda değişik ve yanlış görüşler ileri sürmüşlerdir. İtalyan müsteşrik Caetani, İbn İshak'ın bu seferin sebebini zik­retmemiş olmasını ileri sürerek, yukarıda Vakıdi tarafından ri­vayet edilen Hz. Peygamber'in elçisi el-Haris'in öldürülmesinin bu seriyyenin sebebi olduğunu şüphe ile karşılamaktadır. O ayrı­ca, Hz. Peygamber'in H. 6 yılında iki elçi göndermiş olduğunu ileri sürerek, aynı kimseye yeni bir elçi daha göndermesini doğru bulmayıp Vakıdi'nin bu haberini reddeder, Sasani istilasından sonra Suriye'de bir Gassani idaresinin varlığından bile söz edi­lemeyeceğini iddia eder, arkasından da:" ... barbar zamanlarda bile bir sefirin katli o kadar büyük bir cinayet telakki edilir ki Vakıdi'nin hikayesi doğru olsa bile nasıl olup da İbn İshak'ın bu­nu meskut geçtiğine hayret etmemek kabil değildir. .. " şeklinde görüşlerini ortaya koyar.203

Müsteşrik De Goeje ise, Mute seferinin sebebi için çok farklı bir gerekçe uydurur, ona göre, Hz. Peygamber, yakında Mekke'ye hücum edeceği için, Mute ile Kuda'aların dağlık ül­kelerinde yapılan ve Meşrefıyye denilen kıymetli kılıçlardan çok miktarda ele geçirmeyi arzu ettiğinden dolayı bu seferi hazırlamıştır.

Bu arada bir hıristiyan-arap olan Lübnanlı müsteşrik Hitti, Mute savaşının zahiri sebebini zikrettikten sonra, aşağıdaki ifa­deleriyle, bir taraftan De Goeje'nin görüşlerini aynen tekrar ederken, diğer taraftan da, bu seferin arzettiği ehemmiyeti kendi dini anlayışına göre şu şekilde ortaya koymaktadır:

"... Gerçekte diğer bir gaye de Mekke'ye karşı vukuu muhte­mel bir askeri seferde kullanılmak üzere Mute ve komşu şehirlerde imal edilen Meşrefiyye adı verilen makbul ve değerli kılıçlardan temin etmekti. Bu, tabiatıyla sınır bölgelerde yaşayan meskun ahaliye karşı tertiplenen mutad seferlerden biri olarak tefsir edil­mişti. Fakat aslında bu, Bizans imparatorluğu 'nun başşehri mağ­rur Kostantiniyye'nin (İstanbul) 1453 yılında, o devrin İslam şampiyonları olan Türk'lerin eliylefethedildiği ve Hıristiyan dün­yasının en parlak katedrallerinden biri olan Ayasofya'nın duvar­larındaki İsa tasvirlerinin yerini Allah ve Muhammed (salla'llâhü aleyhi ve sellem) yazı­larının aldığı bir devre kadar bitip tükenmek bilmeyen bir müca­delede çekilen ilk silah olmuştu. "205

Caetani'nin iddialarına temel teşkil eden husus, İbn İshak'ın rivayetlerinde, bu seferin sebebinin zikredilmemesidir. Gerçek­ten İbn Hişam, İbn İshak'ın rivayetlerine istinaden kaleme aldığı kitabında, bu seferin sebebini zikretmemiştir. Ancak bu husus, Hz. Peygamber'in elçisinin öldürüldüğünü haber veren Va- kıdi'nin rivayetinin yanlış olduğunu veya kabul edilmemesi ge­rektiğini göstermez. Bilindiği üzere İbn İshak'ın eseri, tam olarak bize intikal etmemiştir ve İbn Hişam onun eserini, bazı kısaltma­lardan sonra kitabına almak suretiyle bize ulaştırmıştır.206 Burada göz önüne alınması gereken diğer bir nokta, Hz. Peygam- ber'in gönderdiği elçilerin, Hz. Peygamber'e gelen heyetlerin ve bazı seriyyelerin, İbn Hişam'ın eserinde çok eksik ve muhtasar bir şekilde yer almasına mukabil, aynı konuların, Vakıdi ve bil­hassa İbn Sa'd'ın eserlerinde çok daha geniş ve sayı bakımından fazla olmasıdır. Bundan dolayı, çok mühim de olsa bazı haberle­rin İbn Hişam'ın eserinde bulunmaması, ne o hadiselerin vuku bulmadığına ve ne de İbn İshak'ın bunları zikretmediğine delil teşkil eder. Diğer taraftan İbn Sa'd, bu seriyyenin sebebini zikre­derken, "dediler" ifadesine yer vererek, Hz. Peygamber'in elçisi­nin öldürüldüğünü anlatmaktadır. Onun bu ifadesi, haberin yalnızca v akıdi yoluyla değil, başka raviler yoluyla da geldiğini gösterir.  

Hz. Peygamber'in aynı kimseye yeni bir elçi göndermesi ise, Caetani'nin zan ve iddia ettiği gibi "gayr-i mümkin" de değildir. Sasani istilasından sonra, Suriye'de bir Gassani valisinin varlı­ğından söz edilemeyeceği iddiası da doğru değildir. Hatta tam tersi, 628 yılında, Hz. Peygamber'in Suriye'ye müteveccih İslami­yet'i tebliğ faaliyetlerinin çok geniş bir şekilde devam etmesinin ciddi sebepleri vardır. O sıralarda, Hudeybiye musalahası ger­çekleştirilmiş; Hayber ve çevresi İslam topraklarına ilhak edil­miştir. Asıl mühim gelişme, Bizans-Sasani imparatorlukları ara­sındaki savaşların, Bizans devleti lehine sonuçlanmasıdır. Bilin­diği üzere Hz. Peygamber, Bizans ve Sasani devletlc;ri arasındaki miladi 611 yılında başlayan siyasi ve askeri mücadele ve savaşları çok yakından takip etmiş ve neticelerine göre de bazı faaliyetlere teşebbüs etmiştir. Bu noktadaki Raslılullah'ın dikkat ve alakası, ta Mekke devrinde başlamıştır. O devirde, Bizans'ın Sasanilere mağlub olması üzerine, Mekke'deki müşrikler, tabii olarak ateş­perest İranlılar safında yer alıp tıpkı mecusilerin kitap ehli Bi­zans'a üstün geldikleri gibi müslümanlara üstün geleceklerini söylemeye başlamışlardı. Bunun üzerine Rum suresi nazil olmuş; Hz. Ebu Bekir de müşrik Übeyy b. Halef ile, Bizans'ın Sasanilere karşı on yıl içerisinde galip geleceğine iddiaya girmişti.

Miladi 611-619 yılları arasındaki savaşlarda, Sasaniler, Bi­zans'ı birkaç defa mağlup etmiş ve bu savaşlar sonucunda, Suri­ye, Antakya, Tarsus, Filistin ile Kudüs'ü, İstanbul Boğazı'na ka­dar Anadolu ve Mısır'ı işgal etmiştir. 622 yılından itibaren ise, bu defa Bizans Kayseri Heraklius, birçok savaşta başarılı sonuçlar alarak nihayet Ninova'da (Musul civarı) Aralık 627 tarihinde Sasaniler'i kesin bir şekilde mağlup etmiştir. Bu tarih, Hudeybiye musalahasından birkaç ay öncedir ve Kur'an-ı Kerim'in açık seçik bir mucizesinin zuhurudur. Hz. Peygamber'in bu iki devlet başkanına, ayrı ayrı İslam'a davet mektupları göndermesi işte bu son savaştan sonradır. Bu sırada Suriye'de Bizans hakimiyeti de yeniden başlamış ve eski düzene geçilmiştir. Suriye ve Filistin'de çeşitli Hıristiyan-Arap kabile reisleri, Bizans'a bağlı yarı müstakil veya bu devletin valileri durumunda idiler. İşte Hz. Peygam- ber'in Suriye'ye müteveccih faaliyetleri, İslam'a davet mektupları göndermeye başlaması bu safhadadır. Ancak Caetani, Hz. Pey- gamber'in bütün beşeriyete peygamber olarak gönderilmiş; ve başta Arabistan olmak üzere bütün komşu devletlere ve bölgele­re İslam'ı tebliğ için gayret sarfetmiş olduğunu bir türlü kabul etmek istememesinden kaynaklanan peşin hükümlerle hadiseleri değerlendirmiştir.  

De Goeje'nin iddiası ile, bu iddiayı P. Hitti'nin gerçek bir se­bepmiş gibi tekrar etmesi, tamamen uydurma ve yakıştırmadır. Bir defa bu tarihte (8 yılı Cemaziyelevvel), Hz. Peygamber ile Kureyş arasındaki Hudeybiye musalahası hükümleri yürürlükte bulunuyordu. İslam'ı ve Kur'an'ı tanımayanlar ve kabul etme­yenlerin, Hz. Peygamber'in sözüne bağlı kaldığını anlayabilmele­ri mümkün değildir. De Goeje bu iddiasını yazarken, hiçbir kay­nak gösterememiş ve bu bölgede iyi kılıç imal edilmesine dair haberin peşine düşerek bu gülünç iddiayı ileri sürmüştür, Hitti de onun peşinden gitmiştir. Ancak, Hitti'nin Mute savaşını, İslam-Hıristiyan mücadelesinde, "çekilen ilk silah" olarak anla­ması doğrudur ve bu mücadeleden müslümanların zaferle çık­mış olduklarını, istiskal ile karışık bir ifade ile de olsa, itiraf et­mesi; bu arada bilhassa ilay-ı kelimetullah için cihad etmiş olan Türkler'in İstanbul'u fethetmelerini ve Ayasofya'nın bu fethin bir nişanesi olarak camiye çevrilmesini, içi burkularak ifade etmesi dikkat çekicidir. Burada bizim için mühim olan husus, Bizans ile Müslümanlar arasında asırlar sürecek olan silahlı mücadelelerin Mlıte savaşı ile Hz. Peygamber tarafından başlatılmış ve Türkler tarafından 1453'de bu devletin yıkılması ile sonuçlandırılmış olmasıdır. Ayrıca, Halid b. Velid'in bu ilk savaşta, aşağıda görü­leceği üzere, çok aktifbir rol oynamış olduğudur.

Bazı araştırmalarda, Mlıte seferinin sebepleri arasında, Hz. Peygamberin H. 8. yılın Rebiülevvel ayında, on beş kişilik bir heyetle Ka'b b. Umeyr el-Gıfüriyi, Belka'ya bir gecelik mesafedeki Zatu Atlah'a göndermesi de zikredilmektedir. Bu heyet mensup­ları, bölge halkını İslam dinine davet etmek için gitmişlerdir. Ancak oka tutularak hepsi şehid edilmişler, yalnızca yaralı olarak kurtulan Ka'b Medine'ye dönebilmişti. Müslümanların maruz kaldığı felakete üzülen Hz. Peygamber, onların üzerine bir ordu göndermeyi düşünmüş; ancak bölge halkının başka yere gittikle­rini öğrenince bundan vazgeçmişti.209

Böylece Mtlte seferinin, bir taraftan Hz. Peygamber'in şehid edilen elçisinin, diğer taraftan Zatu Atlah'ta öldürülen müslü­manların, devletler hukukunu açık bir şekilde ihlaline karşı mu­kabelede bulunmak üzere hazırlanmış olduğu anlaşılmaktadır. Bu sefer ile Hz. Peygamber, İslam dininin düşmanlarına, müs­lümanların zaaf içerisinde olmadıklarını, mağlubiyete ve bu şe­kildeki tehditlere boyun eğmeyeceklerini; ayrıca İslam davetine devam edileceğini göstermeyi hedef almıştı.

Hz. Peygamber üç bin kişilik bir ordu hazırladı ve kuman­danlığa da Zeyd b. Harise'yi tayin etti; Zeyd öldürüldüğü takdir­de Cafer b. Ebu Talib'in; o da öldürülürse Abdullah b. Revaha'nın kumandan olmasını emretti. Abdullah da öldürülür­se, seriyyeye katılanların, aralarından razı olacakları birisini başa geçirmelerini istedi. Mute seriyyesine, diğer savaşlarda pek rast­lanılmayan bir şekilde, Hz. Peygamber'in üç kumandan tayin etmesinden dolayı Ceyşu'l-umera (Emirler Ordusu) adı da veril- miştir.210 Halid b. Velid, birçok Muhacir ve Ensar gibi, bu savaşta asker olarak bulunuyordu. Hz. Peygamber, onun askeri dehasını ve savaş kabiliyetini bilmesine rağmen kumandan tayin etmedi; o da buna itiraz etmedi.

Hz. Peygamber, elçisinin öldürüldüğü yere kadar ilerlemele­rini; oradakileri İslamiyet'e davet etmelerini; kabul ettikleri tak­dirde savaşmamalarını; aksi takdirde Allah'a sığınıp onlarla savaşmalarını emretti. Bu arada, sözlerinde durmalarını, aşırı git­memelerini; çocukları, kadınları, yaşlıları ve manastırlara çekil­miş münzevileri öldürmemelerini; hurmalıklara zarar vermeme­lerini, ağaçları kesmemelerini ve binaları yakmamalarını da ten- bih ve vasiyet etti. 2 11

Ordu Medine'den ayrıldı ve kuzeye doğru ilerleyip Vadilku- ra'ya vardı. Hz. Peygamber'in elçisini öldüren Şürahbil b. Amr el-Gassani müslümanların kendisine doğru gelmekte oldukları­nı, gönderdiği casusları vasıtasıyla öğrenince, kardeşi Sedus'u (veya Vebr'i) bir ordunun başında gönderdi; yapılan savaştan sonra Sedus öldürüldü; bunun üzerine Şürahbil, korkup kalesine sığındı. Müslümanlar yollarına devam ettiler, Maan'a ulaştılar ve orada ordugah kurup konakladılar. O sırada, Bizans İmparatoru Heraklius'un, Beliyy kabilesinden Malik b. Zafıle (veya Rafıle)212 kumandası altında, Behra, Vail, Bekr, Lalını, Cüzam gibi Arap kabilelerinden müteşekkil yüz bin kişilik bir ordunun başında Meab'a geldiğini haber aldılar.

Kaynaklarda, müslümanların Şürahbil'in yüz bin, Herak- lius'un da yine yüz bin olmak üzere, iki yüz bin kişilik bir düş­man ordusu ile karşı karşıya kaldıkları haber verilmektedir. Bu rakamın çok mübalağalı olduğunu ifade eden araştırıcılar yanın­da, bazı rivayetlerde, düşman ordusunun iki yüz elli bin olduğu­na dair haberlerin bulunduğuna da işaret edelim. Bu noktada biz, düşman ordusunun sayısı üzerinde değil de, Bizans impara­torunun büyük bir ordu ile orada bulunmasının sebebi üzerinde durmak istiyoruz.

İslam kaynaklarında, Mute savaşının sebebi zikredilirken, Bizans ordusundan hiç bahsedilmemektedir. Esasen Hz. Pey­gamber de bu orduyu, Bizans ordusu ile savaşmak için gönder­memişti. Bizans ordusunun bu savaşta yer alması hususunda Muhammed Hamidullah: " ... Şayet Bizans imparatoru, Şürah- bil'in yardımına geniş takviye kuvvetleri göndermemiş olsaydı, olay, mahalli bir vak'a olarak kalacaktı ... " diyerek, Heraklius'un Şürahbil'e yardım için bu orduyu gönderdiğini ifade etmekte- dir.213 Aynı yazar, o sırada Bizans ordusunun hazır bir halde bulunmasını ise şu şekilde izah etmektedir: "...İranlılar'la savaş­mak üzere esasen toplanmış bulunan Bizans askeri birlikleri he­nüz kışlalarına dönmüş değillerdi; bu yüzden imparator, Gassanfler'in yardımına koşmak üzere hazır yüz bin mevcutlu bir ordu sahibiydi... " 214

Yukarıdaki ifade]erden, Heraklius'un müslüman ordusunun geldiğini öğrenince bir ordu hazırlamadığı; Sasaniler'le yapılan savaşlardan sonra Bizans ordusunun henüz kışlasına dönmediği; ve imparatorun ordusunu, Şürahbil'in yardımına gönderdiği anlaşılmaktadır. Ancak burada bir noktayı açıklamak gerekiyor.

Şöyle ki, Bizans-Sasani savaşlarının sonuncusu, Aralık 627 tari­hinde, Ninova'da Bizans'ın kesin zaferi ile sonuçlanmış bulunu­yordu. Mute savaşının vuku bulduğu tarih ise, 8. Hicri yılın Ce- maziyelevvel ayı, Ağustos-Eylül 629'dur, yani son savaş tarihin­den bu savaş tarihine kadar bir yıl sekiz ay geçmiştir. Bu, uzun bir süredir ve Bizans ordusunun kışlasına dönmemesiyle izah edilmemelidir. Bu hususta Bizans tarihini araştıranların verdik­leri bir haber, Heraklius'un o sırada Filistin'de bulunuş sebebini açık bir şekilde ortaya koymaktadır ve İslam kaynaklarında yer alan Mute savaşının tarihine de uygun düşmektedir. Bu habere göre, Heraklius, Ninova savaşından sonra İstanbul'a döndü; bir süre sonra da karısı Martin ile birlikte Kudüs'e gitti ve bu şehre Mart 630'da ulaştı. Bu tarih, Mute savaşından beş ay kadar son­raya rastlar. Heraklius'un Kudüs ziyaretinin sebebi ise şöylece anlatılmaktadır: Sasaniler, Kudüs'ü işgal ettiklerinde, oradaki büyük kilisenin haçını alıp götürmüşlerdi. Heraklius Ninova'da savaşı kazanınca bu haçı İranlılar'dan geri almış ve ordusu ile birlikte onu yerine koymak üzere Allah'a nezrettiği şükür ziyare­tini yerine getirmek için orada bulunuyordu. İstanbul'dan çok Antakya'da ikameti seven Heraklius'un Kudüs'e 630 yılı Mart ayında girmiş olmasını da tabii karşılamak gerekir; çünkü hıris­tiyanların Paskalya kutlama tarihleri, Mart ayının 14. gününü takip eden pazar günüdür.2   5

Bizans ordusu ile böylece karşı karşıya kaldıklarını öğrenen müslümanlar, Maan'da iki gün kaldılar ve ne yapacaklarını mü­zakere ettiler. Bazıları, Rumlar'ın büyük bir ordu ile gelmiş ol­duklarını Hz. Peygamber'e bildirmek gerektiğini; onun vereceği karara göre, ya geri dönmelerinin isteneceğini veya takviye için asker gönderilmesine ihtiyaç olduğunu söylediler. Müzakereler bu şekilde devam ederken, ordunun başına üçüncü olarak ku­mandan tayin edilmiş olan Ensar'dan şair sahabi Abdullah b. Revaha, ateşli bir konuşma yaparak, savaş için ne at ve silahın, ne de sayı üstünlüğünün ehemmiyeti olduğunu ifade ettikten sonra, düşmanla savaşmak gerektiğini, ya zafer kazanılacağını veya şehadetin kendilerini beklediğini söyledi. Onun bu konuşmasın­dan sonra da savaşa karar verildi.

Ma'an'dan ayrılan İslam ordusu, Mlite'den önce Meşarif adlı köye vardıklarında Bizans ordusuyla karşılaştı; sonra savaşın cereyan ettiği Mlıte'ye gitti ve orada savaş düzenine geçti. 216

Zeyd b. Harise kumandası altındaki İslam ordusunun sağ kol kumandanı Kutbe b. Katade; sol kol kumandanı ise En- sar'dan Ubaye (veya Abaye veya Ubade) b. Malik idi.217

Savaş başlayınca önce Zeyd b. Harise şehid oldu; sonra san­cağı Cafer b. Ebu Talib aldı; o da kahramanca savaştıktan sonra şehid olunca sancağı Abdullah b. Revaha aldı; o da şehid oldu. Bu çalışmamızda, Halid b. Velid'in şahsiyeti üzerinde durmak ve onun bu savaştaki faaliyetlerine yer vermek istediğimiz için kay­naklarda yer alan bu üç kumandanın şehadetlerine dair haberler üzerinde burada daha fazla durmayacağız.218

Hz. Peygamber'in tayin etmiş olduğu üç kumandan da şehid olunca, müslümanlar dağılmaya başladılar; düşman askerleri de onları takip ettiler. Kutbe b. Amir, insanın yüz yüze çarpışarak öldürülmesinin, arkadan vurulup öldürülmesinden daha hayırlı olduğunu söyleyerek askerlerin kaçmasına mani olmak istediyse de kendisini dinleyen olmadı.219

Bedir ehlinden Sabit b. Akram,220 Hz. Peygamber'in Zeyd b. Harise'ye verdiği beyaz sancağı alıp kaçan müslümanların önüne geçti; sancağı yere dikerek:

-   Ey Ensar! Ey insanlar! diye bağırmaya başladı; bunun üze­rine askerler, onun etrafında toplandılar. Sabit, etrafında topla­nanlara şu teklifte bulundu:

-   Ey müslüman cemaati! Aranızdan birisinin kumandanlı­ğında anlaşınız!

Müslüman askerler: "O kimse sensin!" diye karşılık verince Sabit:

-   Bu işi ben yapamam! diye kabul etmedi; sonra da Halid b. Velid'e baktı ve:

-             Ey Ebu Süleyman! Sancağı al! diye bağırdı.

Mute ordusunda müslüman bir nefer olarak ilk savaşına ka­tılmış olan Halid b. Velid:

-        Ben sancağı senden alamam; çünkü sen, hem daha yaşlı ve tecrübelisin, hem de Bedir gazvesinde bulundun, diyerek Sabit'in bu teklifini kabul etmek istemedi. Onun bu cevabı üzerine Sabit:

- Sancağı al ey Kahraman! Vallahi ben, onu sana vermek için almıştım, dedi; sonra da müslümanlara dönerek:

-Halid'in kumandanlığında anlaşıyor musunuz? diye sordu. Onlar da "Evet" diye cevap verdiler. Müslümanların kendisi üze­rinde ittifak etmelerinden sonra Halid b. Velid sancağı aldı. Böy- lece Halid b. Velid, Hz. Peygamber'in tayin etmiş olduğu üç ku­mandanın şehid olmalarından sonra, müslümanların araların­dan seçtikleri kumandan oldu.

Mute savaşının yeni kumandanı Halid'in yaptıklarına ve sa­vaşın devamına geçmeden önce, dikkatimizi çeken bir hususa burada temas etmek istiyoruz. İmam Buhari Sahih 'inde, "Düş­mandan korkulduğu zaman, kumandan tayin edilmemiş olan kimsenin kendisini kumandan tayin etmesi " başlığı ile bir "bab" açmış ve bu babın içinde, Halid b. Velid'in Mute'de, Hz. Pey- gamber'in tayin ettiği üç kumandandan sonra, emir tayin edil­memiş bir kimse olarak, kumandayı ele aldığına dair bir hadis nakletmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, üç kuman­danın öldürülmesi söz konusu olduğu takdirde, ordudakilerin kabul edecekleri bir kimseyi kumandan seçmeleri için Hz. Pey- gamber'in talimat verdiğine dair Vakıdi'nin naklettiği haberi, Buhari'nin göz önüne alıp almadığının açık bir şekilde anlaşıla- mamasıdır. Şayet Hz. Peygamber'in bu talimatını var kabul et­mişse, o zaman Halid'in kendi kendisine kumandan olduğu hükmü doğru olmasa gerekir; bu talimatın verildiğini kabul et­meden bu babı yazmışsa, o zaman Vakıdi'nin bu husustaki riva­yetini kabul etmediği anlaşılmalıdır.221

Halid b. Velid sancağı eline alır almaz düşman üzerine sal­dırmaya karar verdi. Vakit hayli geçmiş; akşam olmuştu; müs- lümanlar da dağılmış vaziyette idi. Halid'in çok kararlı bir şekil-

de savaşmaya başlaması, düşman askerlerine tesir etti. Sağ kol kumandanı Kutbe b. Katade, Hıristiyan-Araplar'ın kumandanı Malik b. Zafıle'yi öldürdü. Bu arada müslümanlar da Halid'in etrafında toplanıp düşman üzerine saldırdılar ve pekçok düşman askerini öldürdüler. Geceleyin savaşa ara verildi.

İbn İshak, Mute savaşında Halid b. Velid'in faaliyetlerini çok kısa bir şekilde rivayet etmekle yetinmiştir. Ona göre Halid san­cağı alınca orduyu geri çekti; düşmandan uzaklaştı; düşman da takipten vazgeçip ondan uzaklaştı; böylece iki ordu birbirinden ayrılmış oldu.222

İbn İshak'ın yukarıdaki haberini eserinde nakleden İbn Hi- şam, bu haberi kabul etmediğinden olsa gerekir, ez-Zühri'nin şu rivayetini eserine almak lüzumunu hissetmiştir:

"Müslümanlar Halid'i kendilerine kumandan tayin ettikle­rinde, Allah onlara fetih nasib eyledi; Halid onların başında oldu­ğu halde Rasulullah'a döndü. '1223

İbn İshak'ın bu çok kısa haberine mukabil Vakıdi, Mlıte sa­vaşının devamını, bilhassa Halid b. Velid'in faaliyetlerini çok farklı bir şekilde anlatır. Onun rivayetlerinden anlaşıldığına göre Halid b. Velid, düşman ordusunun sayıca üstün oluşunu göz önüne alarak, o gece çok farklı bir stratejiyi uygulamaya karar verdi.224 Buna göre Halid b. Velid, ordunun sağ kolundaki asker­leri sola; soldakileri de sağ kola; öndekileri arkaya, arkadakileri de öne almak; bu değişiklik esnasında büyük gürültü çıkartmak, toz kaldırmak ve ordunun arka tarafını emniyete almak suretiy­le, müslümanların geceleyin yardım aldıklarını düşmana hisset­tirmeyi ve onları korkutmayı planladı.

Halid'in asıl hedefi, savaş gücü ve asker sayısı çok fazla olan düşmanın ani bir çevirme harekatından müslümanları kurtar­maktı. Bunun için, sabahleyin erkenden, kumandanlığını kendi­sinin yaptığı merkezi birliklerin düşman üzerine çok süratli ve şiddetli bir şekilde saldırmasını emretti; müslümanlar hücuma başladılar ve o bölgedeki düşman askerlerini bozguna uğrattılar. O günkü savaş esnasında, Halid'in elinde dokuz kılıcın parçalan­dığı; geniş yüzlü bir yemen palasının elinde kalıp dayanabildiği rivayet edilmiştir.225

Bizans ordusu, karşılarında değişik askerleri görünce şaşır­dılar, onların çok ani ve süratli hücumları üzerine de geceleyin yardım almış olduklarını düşünmeye başladılar. Halid'in bu tak­tiği onların maneviyatını sarsmış ve plan hedefine ulaşmaya başlamıştı.

Halid'in asıl hedefi, düşmanın maneviyatını sarstıktan ve çok şiddetli bir hücum ile onları korkutup yıldırdıktan sonra, İslam ordusunu yok olmaktan kurtarmak, emniyet içerisinde geri çekmekti. Başında bulunduğu merkezi birlikler şiddetli bir şekilde savaşırken, sağ ve sol koldaki birlikler, ağır ağır geri çe­kilmeye başladı; sonra da merkezdeki birlikler geri çekildi. Düş­man askerleri, müslümanları takip etmeye cesaret edemediler; Halid'in kendilerini çöle çekip orada savaşmak istemesinden endişe ettiler. Sonunda iki ordu birbirinden ayrıldı.

Mute savaşına ait haberler, bunlardan ibaret değildir. Halid b. Velid'in hayatı ve şahsiyetini ele aldığımız bu eserde, Mute savaşı, tahminlerimizin aksine, bizi çok fazla meşgul eden bir mevzu olmuştur. Bu savaşın bir zafer mi yoksa hezimet mi oldu­ğu hususundaki rivayetler ile savaşa katılan askerlerin Medine'de Hz. Peygamber ve müslümanlar tarafından nasıl karşılandığına

dair kaynaklardaki birbirinden oldukça farklı haberler, değişik şekillerde anlaşılmış ve değerlendirilmiştir. Bu haberlerden, bil­hassa Halid'i ilgilendirenler üzerinde durmak istiyoruz. Bu ara­da, kaynaklardaki farklı haberler ile bazı araştırıcıların değişik yorumlarını da ele almak suretiyle, bu savaşın daha iyi anlaşıl­masına gayret edeceğiz. Önce, Mfrte savaşının Medine-i Münev- vere'deki akislerini ele alalım.226

Mute savaşının ilk günü, üç kumandanın şehadetlerini Hz. Peygamber, Mescid-i Nebevi'de Ashabına haber vermiştir. Raslılullah'ın Ashabına haber verdiği hususlar arasında, Halid b. Velid'in kumandan oluşu da bulunmaktadır, o şöyle bu­yurmuştur:

"...Abdullah b. Revaha'dan sonra sancağı Halid b. Velid aldı. İşte şimdi tandır tutuştu (yani savaş kızıştı)" dedikten sonra iki parmağını kaldırdı:

"Ey Allah 'ım! O, senin kılıçlarından bir kılıçtır! Ona yardım et!" diye dua buyurdu.227

İmam Buhari, Cami'ine aldığı bir hadiste: "... İbn Revaha'dan sonra sancağı, Allah 'ın kılıçlarından bir kılıç aldı da Allah onlara fetih nasib eyledi " şeklindeki rivayetiyle, Halid b. Velid'in, bu savaş esnasında, Hz. Peygamber tarafından "Seyful- lah" (Allah'ın Kılıcı) diye anıldığını haber vermektedir.228

Yine Buhari'nin rivayet ettiği bir başka hadiste, Raslılullah şöyle buyurmuştur:

"Sancağı Zeyd aldı, öldürüldü; sonra onu Cafer aldı, o da öl­dürüldü; sonra sancağı Abdullah b. Revaha aldı, o da öldürüldü. Bunları haber verirken, Rasulullah 'ın gözlerinden yaşlar akıyor­du. Sonra sancağı, emir tayin edilmemiş olan Halid b. Valid aldı; ona fetih müyesser oldu. '1229

Mute savaşının Hz. Peygamber tarafından Ashaba olduğu gibi haber verildiğini zikreden bir başka rivayete daha sahip bu­lunmaktayız. Buna göre, Ya'la b. Ümeyye, Mlite savaşının sonu­cunu haber vermek üzere Medine'ye Hz. Peygamber'in huzuruna geldi. O savaşın sonucunu anlatmaya başlamadan önce, RasUlul- lah şunları söyledi:

-    İstersen sen bana anlat, istersen ben sana haber vereyim! Bunun üzerine Ya'la, Hz. Peygamber'in kendisine haber verme­sini istedi. Hz. Peygamber, Mlite'deki bütün gelişmeleri ona an­lattı. Hz. Peygamber'i dinleyen Ya'la şunları söyledi: Seni hak ile gönderene (Allah'a) yemin ederim ki, onlar hakkında zikretmedi­ğin bir harf bile bırakmadın; onların durumu, anlattığın gibidir. Onun bu cevabı üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

-              Allah, benim için yeryüzünü kaldırdı da savaş yerinizi gördüm.    

Hz. Peygamber'in Mlite'deki gelişmeleri yakından takip etti­ğini gösteren bu haberlerden sonra, Halid b. Velid kumandası altındaki ordunun Medine'ye dönüşünü ele alabiliriz. Düşman ordusundan ayrılan Halid, yolda bir kaleyi fethettikten sonra Medine'ye döndü. Hz. Peygamber ve müslümanlar, Mute'den dönmekte olan orduyu karşılamak üzere, Medine'nin kuzeyinde­ki Cürfe gittiler. Bazı kimseler, İbn İshak'ın rivayetine göre, Mlıte'ye katılan askerlerin üzerine toprak serpip: "Kaçaklar! Allah yolundan firar ettiniz" diye onları protesto ettiler. Hz. Peygamber ise: "Onlar kaçak değildirler; inşaallah tekrar hücum edeceklerdir" diyerek bu protestoları doğru bulmadığını ifade etmiştir.231

Halid b. Velid'in kumandayı ele aldıktan sonraki gelişmeler ile ordunun Medine'de bazı kimseler tarafından "kaçaklar" diye karşılanmasının, Mlıte savaşının mağlubiyetle sonuçlandığını gösterip göstermediği üzerinde durmak gerekiyor. Bu husus, yal­nızca bizim dikkatimizi çeken bir nokta değildir. En eski ve mu­ahhar kaynaklarda bile, bu noktayı alakadar eden görüş ve rivayet­lerin bulunduğuna; hatta çok değişik yorumların yapılmış oldu­ğuna; ayrıca muasır araştırıcıların da bu mevzu etrafında farklı görüşler ileri sürdüklerine şahid oluyoruz. Konunun açıklık kaza­nabilmesi için, bu haber ve yorumlardan bir kısmına temas etmek suretiyle ihtilaf noktalarını ortaya koymaya çalışalım.

İbn Sa'd (230/884), Mute savaşına ait iki ayrı haber nakletmek­tedir, birincisinde, üç kumandanın şehadetinden sonra sancağı Halid'in aldığını; arkasından da müslümanların mağlup olduklarını ve Medine'de "kaçaklar" diye karşılandıklarını anlatmaktadır.232

İkinci haberde ise, üç kumandanın şehadetinden sonra ve iki müslümanın bile bir arada olmadıkları bir şekilde ordunun mağ­lup duruma geldiği zikredilmekte; arkasından da Halid'in sancağı almasından itibaren düşmanın çok kötü bir şekilöe hezimete uğradığı; o kadar ki müslümanların kılıçlarını istedikleri yere salladıkları ve düşman askerlerini öldürdükleri anlatılmaktadır.

İbn İshak'ın (151/768) rivayetinde ise, yukarıda da temas edildiği üzere, Halid'in bu savaştaki faaliyetine çok az yer verildi­ğini görüyoruz. Buna göre Halid'in düşman ordusunun sayı bakımından çok fazla olmasından dolayı orduyu geri çektiği ve böylece iki ordunun birbirinden ayrıldığı ifade edilmekte; arka­sından da ordunun Medine'de "kaçaklar" diye karşılandığı anla- tılmaktadır.234

İbn İshak'ın bu rivayetinin arkasından İbn Hişam (218/838), Halid'in kumandan olmasından sonra, Allah'ın müslümanlara fetih nasib eylediğini haber veren ez-Zühri'nin (124/742) rivaye­tini nakletmektedir.235

Mute savaşında Halid'in kumandan oluşundan önce müs­lümanların mağlup olduklarına dair rivayetleri eserine alan Va- kıdi (207/822), Halid'in kumandan olmasından sonra da mağlu­biyetin devam ettiğini ve ordunun Medine'de "kaçaklar" diye karşılandığını ifade eden rivayetleri nakletmesi yanında; Halid'in geceleyin aldığı tedbirler sonucunda düşmanı korkutup mağlup ettiğini; müslümanların bazı ganimetler elde ettiklerini haber veren rivayetlere de eserinde yer vermektedir.236

Beyhaki (458/1066) ise, Mute savaşına ait İbn İshak ve Va- kıdi nin yukarıda ele aldığımız bilinen rivayetleri yanında, yine yukarıda zikrettiğimiz Buhari'nin rivayet ettiği bazı hadisler ile Musa b. Ukbe'nin (141/758), Halid'in kumandan olmasından sonra Allah'ın düşmanı mağlup ettiğini ve müslümanları muzaf­fer kıldığını haber veren rivayetini de eserine almış;237 sonunda da aynen şu görüşleri ileri sürmüştür:

"Meğazi alimleri, müslümanların kaçışları ve düşmandan uzaklaşmaları hususunda ihtilaf etmişlerdir; onlardan bir kısmı, müslümanların kaçtıklarını iddia ederlerken, diğer bir kısmı da, onların düşmana karşı üstün geldiklerini ve müşriklerin mağlup olduklarını ileri sürmüşlerdir. Enes b. Malik'in Hz. Peygam- ber'den rivayet ettiği 'sonra sancağı Halid aldı ve ona fetih nasib oldu' hadisi, Halid'in onlara üstün geldiğine delalet eder; doğruyu en iyi bilen Allah'tır. "238

Mlite savaşı hakkında, kaynaklarda yer alan farklı rivayetle­rin birçoğunu eserine alan ve bunların geniş bir tahlilini yapan İbn Kesir (774/1372) ise, çok değişik yorum ve tespitleriyle dik­kati çeken bir müellif olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu savaşın sonucunun ve Halid'in bu savaştaki rolünün daha iyi anlaşılma­sına yardım edeceğini düşündüğümüz onun bu görüşlerini geniş bir şekilde özetlemenin faydalı olacağına inanıyoruz.

İbn Kesir, bu savaşın sonucu bakımından, İbn İshak'ın riva­yeti ile Musa b. Ukbe ve Vakıdi'nin rivayetleri arasında, farklı ifadelerin olduğuna işaret ettikten sonra, Halid'in düşman ordu­sundan çekindiğini ve müslümanları onlardan kurtardığını ha­ber veren İbn İshak'ın haberi yanında; Vakıdi ve Musa b. Uk- be'nin, Müslümanların düşman safında yer alan Rum ve Arap zümreleri mağlup ettiklerini tasrih etmelerine dikkati çeker. Ayrıca Buhari'nin eserinde yer alan hadisten de aynı hususun anlaşıldığını; Beyhaki'nin de bu anlayışı tercih ettiğini belirtir. Bundan sonra da, bu iki ayrı görüşün birleştirilmesinin mümkün olduğunu söyleyerek şunları yazar: Halid sancağı alınca, düşma­nın sayısının çokluğundan dolayı müslümanların başına bir felaket gelmesinden korktu ve onları düşmandan kurtardı. Va- kıdi'nin naklettiği üzere, geceleyin aldığı tedbirler ile Rumların, müslümanların yardım almış olduklarını vehmetmelerine sebep oldu; sabahleyin onlara saldırdı ve Allah'ın izniyle onları hezime­te uğrattı.

Müslüman ordusunun Medine'de "kaçaklar" diye karşılan­dıklarına dair haberin, İbn İshak tarafından mürsel olarak riva­yet edildiğine dikkati çeken İbn Kesir, bu haberde bir tuhaflığın bulunduğuna işaret ettikten sonra şunları söyler:

"Bana göre İbn İshak, bu haberin siyakından, bütün askerle­rin kaçtığını vehmetmiştir. Halbuki bu "kaçaklar" sözü, iki ordu karşılaştığında, müslümanlardan savaş meydanını terkedip kaçan bazı kimseler için söylenmiştir; fakat ordunun geri kalan askerleri, kaçmadıkları gibi; Rasulullah 'ın minberde müslümanlara: 'Sonra sancağı Allah 'ın kılıçlarından bir kılıç aldı ve Allah onun eliyle fethi müyesser kıldı' şeklinde haber verdiği üzere; tam tersi muzaf­fer oldular. Müslümanlar da onları, bu başarıdan sonra "kaçak­lar" diye adlandırmadılar; bilakis onları izzet ve ikram ile karşı­ladılar. Kınananlar ve yüzlerine toprak atılanlar ise, kaçanlar, savaş meydanında orduyu terkedenlerdir; bunlar arasında Abdul­lah b. Ömer de vardır... "

İbn Kesir bu noktada, diğer kaynaklarda üzerinde hiç du­rulmayan; fakat Mlıte ordusunun "kaçaklar" diye Medine'de karşılandığına dair rivayetin çok farklı ve bize göre de doğru bir şekilde anlaşılmasına yardım edecek olan bazı hadis ve haberleri ele almaktadır. Bunların en mühimi, yukarıda da belirttiği üzere, Abdullah b. Ömer ile alakalı olanıdır.

İbn İshak'ın rivayetinden anlaşılan ve Halid'in kumandası altındaki ordunun Medine'de "kaçaklar" şeklinde karşılandığını reddeden İbn Kesir'in en mühim delili, Ahmed b. Hanbel'in Müsned'i ile Tirmizi'nin Cami'inden naklettiği, birkaç varyantı ile şu hadistir:

"İbn Ömer şunları söylemiştir: Rasulullah, bizi bir seriyyede savaşa gönderdi; askerler darmadağın olunca Medineye geldik ve orada gizlendik ve kendi aramızda "helak olduk " dedik. Sonra Rasulallah 'a geldik ve kendisine şunları söyledik: Ya Rasulallah! Bizler kaçaklarız! Rasulullah şöyle buyurdu: Bilakis sizler tekrar savaşacaksınız; ben, sizin melceinizim'1239

İbn Kesir'in naklettiği hadisler arasında Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inden de nakiller bulunmaktadır. Burada, aynı kaynak­tan hadisin bir başka varyantını daha vermek istiyoruz:

"Abdullah b. Ömer şunları söylemiştir: "Rasulullah 'ın seriyye- lerinden birisinde idim; askerler darmadağın olup kaçtılar; ben de kaçanlar arasındaydım. Aramızda, ne yapacağız? Düşmana yak­laşmaktan kaçtık; gazaba duçar olduk, dedik; sonra da Medineye girsek geceyi orada geçirdikten sonra kendimizi Rasulullah'a ar- zetsek; eğer bizim için tevbe mümkünse ne aza yoksa tekrar savaşa gideriz diye konuştuk. Sabah namazından önce onu görmeye git­tik; odasından çıkınca: Bekleyenler kim? diye sordu; biz de "kaçaklarız" diye cevap verdik. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Hayır! Sizler kaçak değilsiniz, belki geri çekilip düşmana yeniden saldıran/arsınız; ben sizin ve müslümanların melceini- zim. Biz onun yanına yaklaşıp elini öptük. '1240

Abdullah b. Ömer'in savaş meydanından kaçtığına dair bu rivayetlerden sonra İbn Kesir, Hz. Peygamber'in haı;ıımlarından Ümmü Seleme'ye ait şu rivayeti de, bu husus için ayrı bir delil olarak zikreder:

''Hz. Peygamber'in hanımı Ümmü Seleme, Seleme b. Hişam b. el-Muğire'nin karısına: "Ben, Seleme'nin Rasulullah ve müslü­manlarla beraber namaz kıldığını göremiyorum?" diye sordu. Bunun üzerine Seleme'nin karısı: 'O, evden dışarı çıkamıyor; dışa­rı çıktığında halk kendisine 'kaçaklar! Allah yolundan kaçtınız!' diye bağırıyor; bunun üzerine o da evde oturuyor ve dışarı çıkmı­yor' diye cevap verdi. O, Mute savaşında idi. .. '1241

İbn Kesir, bu hadisleri naklettikten sonra şu görüşleri ifade etmektedir:

"Öyle anlaşılmaktadır ki, Mute ordusunda bulunan bazı kimseler, iki yüz bin kişilik düşman ordusunun çokluğunu gör­düklerinde kaçmışlardır; diğerleri ise orada kalmışlar ve Allah onlara fetih nasib eylemiştir; onların ellerinden kurtulmuşlar ve birçok düşman askeri öldürmüşlerdir; tıpkı Vakıdi ve ondan önce Musa b. Ukbe'nin zikrettikleri gibi... "

İbn Kesir, bu görüşünü teyid sadedinde, müslümanların el­de ettikleri ganimetlere dair de bazı haberleri, bu arada Müs­lim'in zikrettiği şu hadisi eserine almıştır:

"Avf b. Malik şöyle dedi: Himyer kabilesinden birisi, düş­mandan bir kimseyi öldürdü de onun selebini (üzerindeki eşya ve silahlarını) almak istedi. Başlarında vali (kumandan) bulunan Halid b. Velid de onu menetti. Sonra Avf b. Malik Rasulullah 'a geldi ve bu durumu ona haber verdi. Bunun üzerine Rasulullah Halid'e: Maktulün selebini ona vermekten seni meneden nedir? diye sorunca Halid:

 Ya Rasulallah! Onu seleb almak hususunda çok istekli ve düşkün gördüm, diye cevap verdi. Onun bu cevabı üzerine Hz. Peygamber:

-   Selebi ona ver! diye emir buyurdu. Sonra Halid, Avfın ya­nına varınca, A vf onun elbisesinden çekip şunları söyledi:

-   Sana, Rasulullah'a şikayet edeceğimi söylemiştim, işte yerine getirdim!

Rasulullah onun bu sözlerini işitti ve çok sinirlendi; sonra da şöyle emir buyurdu:

e Ey Halid! Ona verme! Ey Halid! Ona verme! Sizler, ku­mandanlarımla beni karşı karşıya mı bırakıyorsunuz!. ..

Müslümanların ganimet elde ettiklerini zikrettikten sonra, Halid b. Velid'in elinde dokuz kılıcın parçalandığını haber veren Buhari hadisini eserine alan İbn Kesir, yalnızca bu hadisin bile, müslümanların düşmanı mağlup ettiklerini; eğer böyle olmasay­dı, onların düşmandan kurtulmalarının mümkün olamayacağı­nın açıkça ortada olduğunu belirtir. Sonra da, Musa b. Ukbe, Vakıdi ve Beyhaki'nin; ayrıca İbn Hişam'ın ez-Zühri'den naklet­tiği haberin de, bu hususu teyid ettiğini tekrarlayan İbn Kesir, yukarıda aynen tercümesini verdiğimiz Beyhaki'nin görüşünü nakleder.

Bu arada İbn Kesir, İslam ordusunun sağ kol kumandanı Kutbe b. Katade'nin düşman ordusu kumandanı, bedevi- hıristiyanlardan Malik b. Zafıle'yi öldürmesi üzerine söylediği şiirin de kendi görüşünü teyid ettiğini; bir kumandanın öldü­rülmesi üzerine askerlerinin kaçmalarının bir alışkanlık olduğu­nu; ayrıca düşman kadınlarından esirler alındığının da bu şiirde tasrih edildiğini yazar.

Halid'in düşman ordusunun çok sayıda olması ve müslü­manları çevirmesinden korktuğu için geri çekilmesinin bu du­rumdaki bir ordu için zafer ve fetih kabul edilmesi gerektiği hak- kındaki İbn İshak'ın anlayışının muhtemel kabul edilebileceğini söyleyen İbn Kesir, ancak bu hususun, Hz. Peygamber'in "Allah onlara fetih nasib eyledi " hadisinin zahiri manasına zıt olduğunu beyan ederek görüşlerini tamamlar.243

En eski ve muahhar kaynaklarda yer alan bu haberlerden ve bilhassa İbn Kesir'in çok geniş yorum ve tespitlerinden sonra, Mfüe savaşının sonucunun zamanımızda nasıl anlaşıldığına dair de iki örnek sunmak istiyoruz.

Mute savaşının sonucu hakkındaki farklı haber ve rivayetle­rin kaynaklarda olduğu gibi nakledilmesine hayret eden Mısırlı araştırıcı İbrahim Arcun, bu savaşın, müslümanların zaferiyle sonuçlandığını bildiren İbn Sa'd'ın ikinci rivayetini tercih eder ve Diyarbekri'nin bu savaşı anlatış şeklini esas alır. Aynı yazar, bazı araştırıcıların, İslam ordusunun az sayıda olmasını esas alan görüşlerini de reddeder ve bu hususta bazı örnekler verir. Sonra da Halid'in sancağı almasına kadar ki durumun mağlubiyet; ondan sonrasının ise, Halid'in aldığı tedbirler sonucunda zafer olduğunu yazar. Arcun, Mlite savaşının bir zafer ve fetih oldu­ğunu, Hz. Peygamber'in böyle değerlendirdiğini, Buhari'nin de bu hususu teyid ettiğini; binaenaleyh, Hz. Peygamber'in yanında başkasının sözü; Buhari'nin rivayeti yanında da başkasının kela­mı olamaz, diyerek görüşlerini ortaya koyar.

İbn Kesir'in anlayışına da uygun olan Arcun'un bu görüşle­rinin tam aksini, yine Mısırlı bir araştırıcı Ebu Zeyd Şelebi ileri sürmüştür. Ona göre bazı tarihçilerin, Halid'in ordu kumandan­lığını teslim aldıktan sonra muzaffer olduğunu ve Allah'ın kendi­sine fetih nasib ettiğini söylemeleri; hatta bir kısmının daha da ileri giderek, onun Rumları kesin bir mağlubiyete duçar eyledi­ğini haber vermeleri doğru değildir. Bu hususta İbn Sa'd'ın eseri­ne aldığı ve müslümanların zafer kazandığını ifade eden rivayeti örnek olarak zikrettikten sonra Şelebi, tarihçilerin ekseriyetinin ve bunlar arasında İbn Sa'd'ın da bu savaşa ait ilk rivayetinde, iki tarafın savaşsız geri çekildiklerini söyleyerek İbn İshak'ın rivaye­tini esas aldığını ifade eder. Daha sonra Şelebi, esasen akıl, böyle bir zaferi uzak kabul eder; üç bin kişilik küçük bir birlik, iki yüz bin savaşçı önünde nasıl bir başarı gösterebilir? Müslümanların istedikleri gibi kılıç salladıklarına göre öldürdükleri kaç kişi ola­bilir? diyerek, Halid'in kumandan oluşundan sonra Mute'de savaş yapıldığını kabul etmez. Yazar ayrıca, bu savaşa ait ganimet ve ölü sayısına ait hiçbir haberin kaynaklarda yer almamasına işaret eder. Bu arada Şelebi, Halid'in orduyu kurtarmasını bir zafer kabul edenlerin, bulunduğuna işaret ederek, büyük bir ordu karşısında üç bin kişilik bir kuvvetin yok olmaktan kurta­rılmasının mecazi olarak bir zafer şeklinde anlaşılmasının kabul edilebileceğine işaret eder. Mlıte ordusunun Medine'de "kaçak­lar" diye karşılanmasını kabul eden Şelebi, bazı şiirler ile Hz. Peygamber'in sözlerinin, bu savaşın bir zaferle sonuçlanmadığını gösterdiğini; Halid'in de orduyu imha edilmekten kurtardığını ileri sürer. 245

Bize göre, Mlıte savaşının sonucu bir zaferdir, ancak bu za­fer, Bizans ordusunun tamamen mağlubiyeti manasında değil, Halid b. Velid'in savaştığı bölgedeki düşman askerlerinin yenil­mesi ve müslümanların çok az zayiat vererek çekilmesi sonu­cunda elde edilmiş bir muvaffakiyettir. Halid, ordusunu savaş meydanından çekebilmek, yok olmaktan kurtarmak için bu sa­vaşı yapmak mecburiyetinde idi. Kumandayı aldığı günün erte­sinde, ani bir hücum ile bu çekilmeyi başarılı bir şekilde gerçek­leştirdi. O, bu savaş esnasında, mesuliyetini müdrik bir kuman­dan olarak, merkezi karargahtan (Medine) çok uzak olduğunu; yiyecek ve yardımcı kuvvet bakımından destek alamayacağını; ayrıca bu büyük ordu karşısında az sayıda askeri bulunduğunu biliyordu. Stratejisini buna göre tespit etti; çekilme esnasında, bir taraftan yardım aldığını, diğer taraftan da düşmanı çöle çekmek istediğini hissettiren bir taktiğe başvurdu; bu planında muvaffak da oldu. Hz. Peygamber'in bu savaş esnasında ona "Seyfullah" adını vermesi ve müslümanlara "fetih nasib olduğu"nu ifade buyurması bundan dolayıdır.

Ordunun Medine'de "kaçaklar" diye karşılanması, Şelebi'nin iddia ettiği gibi, hemen bütün tarihçilerin kabul ettikleri bir ha­ber değildir, çünkü bu haberin kaynağı tektir ve bu da İbn İs- hak'ın rivayetidir ve diğer bütün kaynaklardaki rivayet ondan alınmıştır. Musa b. Ukbe, Zühri ve V akıdi'nin rivayetlerini bir tarafa bırakmak için bir sebep yoktur. Ordudan kaçanlar hak- kındaki İbn Kesir'in tespit ve görüşleri doğrudur; bize öyle geli­yor ki, bu haberler, Abdullah b. Ömer'in büyük bir şahsiyet ol­ması dolayısıyla Mlıte savaşına ait rivayetler arasında zikredil- memesi tercih edilmiş; yalnızca hadis kaynaklarında yer almıştır.

Şelebi'nin ileri sürdüğü Mlite savaşı üzerine söylenmiş şiir­lerdeki hüzün ifadelerini de tabii karşılamak gerekir. Zira müs- lümanlar, Hz. Peygamber'in çok yakınlarının, İslam'a büyük hizmetleri geçmiş olan şahsiyetleri, Hz. Peygamber'in manevi evladı olmuş en yakın dostu Zeyd b. Harise'yi; amcasının oğlu, bir yıl önce Habeşistan'dan dönmüş Hz. Ali'nin kardeşi Cafer b. Ebu Talib'i; Ensarın büyük şairi Abdullah b. Revaha'yı kaybet­mişlerdir; bu kayıplar hem onları, hem de Hz. Peygamber'i üz­müş ve ağlatmıştır.

Halid b. Velid'in kumandanlığa seçilirken Ensardan Sabit b. Akrem'in yaşı, tecrübesi ve bilhassa Bedir ehlinden oluşunu ifade ve takdir etmesi, dikkat çekicidir; kendisinin tevazu sahibi oldu­ğunu gösteren bir davranıştır.

Mlite savaşı ile Halid ve müslümanlar, Bizans ordusunu, sa­vaş üslubunu, taktiklerini ve silahlarını çok yakından tanıma imkanını elde ettiler. Yaşanmış bu tecrübenin, başta Yermuk olmak üzre, ileride Bizans ordusu ile yapılacak savaşlarda faydası görülecektir. Ayrıca, Suriye ve Filistin bölgesindeki Araplar, müslümanların iman, şecaat ve kahramanlıklarını görmüşler; yeni dini ve onun mensuplarını tanımaya başlamışlardır.

Mlite savaşının Halid b. Velid Hazretleri bakımından en mühim neticesi ise, hiç şüphe yok ki, Raslılullah'ın kendisini "Seyfullah" (Allah'ın kılıcı) diye tavsif buyurması ve o günden sonra kıyamete kadar bu unvan ile anılacak olmasıdır.246

Halid b. Velid Mekke Fethinde

Halid b. Velid, müslüman oluşundan yedi ay, Mute seferin­den dönüşünden üç ay sonra, Hz. Peygamber'in emrindeki ilk seferine, Mekke fethine iştirak etti. 1 O Ramazan 8/ 1 Ocak 630 tarihinde Medine'den ayrılan ve 27 Zilkade 8/18 Mart 630 tari­hinde tekrar bu şehre dönen Hz. Peygamber'in başkumandanlığı altındaki orduda yer alan kahramanımız, Mekke fethi yanında, Uzza putunun tahrip edilmesinde, Beni Cezime vak'asında, Hu- neyn ve Taifsavaşlarında çok aktifbir rol oynadı.

Yüce Allah, Mekke'nin fethini irade buyurunca, sebeplerini de halkediverdi. Kureyşliler, Hz. Peygamber'in müttefiki Huza'a kabilesine karşı, kendi müttefikleri Bekr kabilesine silah ve asker yardımı yapmak suretiyle Hudeybiye musalahasını ihlfil ettiler. Bilindiği üzere, Hudeybiye andlaşmasından sonra, Huza'a kabi­lesi Hz. Peygamber ile; Bekr kabilesi ise Kureyşliler ile dostluk andlaşması yapmışlardı. 8 yılı Şaban ayında (Kasım-Aralık 629) Bekr kabilesi, eskiden beri düşman oldukları Huza'a kabilesine karşı bir gece baskını düzenlemişler; başta Safvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebu Cehil ve Süheyl b. Amr olmak üzere bazı Kureyşli- ler de onlara fiilen ve silah tedariki suretiyle yardım etmişlerdir.

Bu husus, Hudeybiye andlaşmasının açık bir ihlali idi. Nite­kim Huza'a kabilesinden Amr b. Salim, kendilerine gece baskını düzenleyen Bekr kabilesine ve onları destekleyen Kureyşliler'e karşı yardım istemek üzere Medine'ye geldi. Hz. Peygamber kendilerine yardım edeceğini va'ad ederek onu kabilesinin yanı­na gönderdi ve Ashabına savaş için hazırlanmalarını emretti.247

Kureyş reisi Ebu Süfyan, kabilesinin yapmış olduğu hatayı telafi etmek ve Hudeybiye andlaşmasını yenilemek üzere Medi­ne'ye geldiyse de bir netice alamadan Mekke'ye dönmek zorunda kaldı.248

Medine'deki müslümanların savaşa hazırlanmalarını em­retmesi yanında Hz. Peygamber, müslüman olmuş çeşitli kabile­lere de elçiler göndererek kendisine Medine'de veya yolda iltihak etmelerini emretti; sonra da şehre giriş ve çıkışları kontrol altına alarak, seferin nereye ve kimlere karşı düzenlendiğini gizli tutmayı kararlaştırdı. Raslilullah'ın hedefi, Mekke Haremi'ne kan dökmeden girmek; bunun için de, büyük bir ordu ile Kureyş'i kendi topraklarında, ani bir baskınla muhasara edip teslim ol­maya zorlamaktı. 249

1 O Ramazan 8/1 Ocak 630 günü Medine'den ayrılan250 Rasulullah, sık sık yön ve hedef değiştirerek, ordusunun nereye gittiğini kimseye belli etmemeye çalışıyor; bu arada, müslüman kabilelere uğrayarak, onların da orduya katılmalarını sağlıyordu. Böylece, o güne kadar, Araplar'ın tahayyül bile edemedikleri ve Kureyş'i şaşkına çevirecek on bin askeri bir araya getirmeye mu­vaffak oldu.251

Hz. Peygamber Kudeyd'e ulaşırken, Halid b. Velid ordunun öncü birliğine kumanda ediyordu. Hz. Peygamber burada ko­nakladı; ordudaki kabilelerin bayrak ve sancaklarını bağladı.2                 2 O sırada, hepsi de zırhlı, silahlı ve süvari, dokuz yüz veya bin kişi­den meydana gelen Süleym kabilesi askerleri orduya iltihak etti­ler. Hz. Peygamber onları, öncü birliğin kumandanı Halid b.

Velid'in emrine verdi ve Merru'z-Zahran'a kadar onunla birlikte yola devam ettiler.253

Ordu, Arc ile Tahlb arasında iken, bu öncü birliği, Hevazin kabilesine mensup bir casusu yakaladı. Hz. Peygamber onu sor­guya çektikten sonra, düşmana haber ulaştırmasından çekindiği için tutuklanmasını uygun gördü ve onu Halid'e teslim etti. An­cak, ordu Merru'z-Zahran'a varınca, casus kaçtı, Halid kendisini takip etti ve Arafat'ta Erak adlı yerde yakaladı; kendisine: "Eğer senin için söz vermemiş olsaydım, boynunu vururdum" diyerek Hz. Peygamber'e getirdi. Hz. Peygamber, Mekke'ye girilinceye kadar onun hapsedilmesini Halid'e emretti. Sonradan bu casus, Hz. Peygamber'in davetini kabul edip müslüman oldu ve Evtas vadisinde Hevazinliler'le yapılan Huneyn savaşında şehid oldu.254

Hz. Peygamber, yatsı vaktinde geldiği Mekke'ye çok yakın bir yer olan Merru'z-Zahran'da ordunun konaklamasını; gecele­yin her askerin ateş yakmasını emretti. Kureyş, Hz. Peygamber ve ordusuna dair henüz bir haber alamamıştı; hatta o sırada sa- habiler bile, ordunun nereye gideceğini açık bir şekilde bilmiyor­lardı. Kureyş, bilgi toplamaları; şayet Hz. Peygamber ile karşıla­şırlarsa ondan eman almaları; veya duruma göre savaşmaya ha­zır olduklarını haber vermeleri için Ebu Süfyan ile Hakim b. Hizam'ı göndermeyi kararlaştırdı. Onlar, yolda rastladıkları Bü- deyl b. Verka'yı da yanlarına aldılar. Ebu Süfyan ve arkadaşları Erak'a gelince, İslam ordusunu görüp dehşete kapıldılar. O sıra­da Hz. Peygamber'in amcası Hz. Abbas, Ebu Süfyan'ı yanına alıp Hz. Peygamber'e götürdü. Uzun münakaşadan sonra Ebu Süfyan müslüman olmayı kabul etti. Hz. Peygamber, o gece Ebu Süf- yan'ın Mekke'ye dönmesine izin vermedi; ertesi sabah erkenden, Erak yakınındaki dar bir boğazdan resmi geçit yapacak olan azametli İslam ordusunu ona seyrettirmesi için amcası Abbas'a emir verdi.

Ertesi sabah, savaş düzenine girmiş kabileler, başlarında re­isleri ve kumandanları olduğu halde, bayraktar ve sancaktarlarıy­la, boğazdan vadiye doğru yürüyüşe başladılar. Hz. Peygamber, öncü birliğini meydana getiren bin kişilik Süleym kabilesinin, başlarında kumandanları Halid b. Velid olduğu halde, ilk önce harekete geçmelerini emir buyurdu. Ebu Süfyan bu ilk birliği görünce, Hz. Abbas'a kumandanın kim olduğunu sordu. Hz. Abbas, "Halid b. Velid'dir " diye cevap verince Ebu Süfyan: "ço­cuk haf" şeklinde bir ifade ile hayretini dile getirdi; sonra da onun kumanda ettiği birliğin hangi kabile olduğunu sorup öğ­rendi. Halid b. Velid, Ebu Süfyan'ın hizasından geçerken, asker­leriyle birlikte üç defa yüksek sesle "Allahu Ekber" diye tekbir getirerek vadiye ilerledi. Sonra da diğer birlikler geçtiler; ordu Zu Tuva'da toplandı.

Kureyş'in teşebbüs edebileceği muhtemel bir mukavemeti önlemek için Hz. Peygamber'in bir gece Mekke dışında alıkoy­duğu Ebu Süfyan, İslam ordusunun azametini görmüş, Kureyş'in böyle büyük bir orduya mukavemet edemeyeceğini ve karşı ko­yamayacağını anlamış, maneviyatı sarsılmış bir halde Mekke'ye döndü. Hz. Peygamber'in büyük bir ordu ile gelmiş olduğunu; evlerine girenler ile Kabe'ye veya Ebu Süfyan'ın evine sığınacak­ların emniyet içerisinde olacaklarını ilan etti ve kabilesi Kureyş'i teslim olmaya çağırdı.

Ebu Süfyan'ın bu davetine mukabil, Bekr kabilesine yardım etmek suretiyle Hudeybiye andlaşmasını ihlal eden Kureyş'in ileri gelenlerinden Safvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebu Cehil ve Süheyl b. Amr ise, Mekkeliler'i, Hz. Peygamber ve müslümanlar­la savaşmaya teşvik ettiler; Hz. Peygamber'in Mekke'ye girmesi­ne izin vermeyeceklerine yemin ettiler.255

Bu arada bazı Kureyşliler, müslümanlarla savaşmaları için, müttefikleri olan bazı kabileleri öne sürmek suretiyle faaliyete geçtiler. Onlar, kendileri savaşmak istemiyorlar; ileri sürdükleri kabilelerin alacağı sonuca göre hareket etmeyi planlıyorlardı.256

Fetihten önceki geceyi Zu Tuva'da geçiren Hz. Peygamber, tepelerle çevrili Mekke vadisinin dört giriş yolundan, dört kol halinde ve beraberce şehre girmeyi kararlaştırdı. Hazırlıksız ya­kaladığı Mekkeliler'in, mukavemet etmelerine imkan tanımamak için bu kararı veren Hz. Peygamber'in asıl hedefi, Mekke Hare- mi'ne kan dökmeden girmek istemesiydi. Kureyş mukavemete teşebbüs etse bile, sayısı az olan ordusunu dört ayrı kola ayırmak mecburiyetinde kalacaktı.

Hz. Peygamber, ordusunu dört kola şu şekilde ayırdı:

1-   Merkezi birlik: Kumandanlığını Ebu Ubeyde b. el- Cerrah'ın yaptığı ve Muhacirlerden müteşekkil bu birlik, Mek­ke'nin yukarı kısmından, kuzey-batıdaki Hind dağı hizasındaki Ezahir adlı yoldan şehre girecekti; Hz. Peygamber, başkumandan olarak bu birlikte bulunuyordu.

2-   Öncü birlik: Kumandanlığını Sa'd b. Ubade'nin yaptığı ve Ensardan müteşekkil bu birlik ise, Mekke'nin batı tarafındaki Keda yolundan şehre girecekti.

3-    Sol kol birliği: Kumandanlığını ez-Zübeyr b. el-Avvam'ın yaptığı ve Muhacirlerin süvarilerinden müteşekkil bu birlik ise, Mekke'nin kuzeyindeki Küda mevkiinden şehre girecekti.

4-    Sağ kol birliği: Kumandanlığını Halid b. Velid'in yaptığı bu birlik Yemen yolundan, Mekke'nin güneyindeki el-Lit yo­lundan şehre girecekti.

Mekke'nin kuzeyindeki Zu Tuva'dan hareket emri verildiği esnada, bu dört birlikten Halid'in kumandanlığını yaptığı sağ kol birliği, en uzak noktadan, Mekke'nin güneyinden şehre girmekle vazifelendirilmiştir. Hz. Peygamber'in emrindeki orduda ilk birlik kumandanlığına tayin edilmiş olan Halid'in emrine, üç binden fazla asker verilmişti ve bu birlik, İslam ordusunun üçte birinden fazlasını teşkil ediyordu. Halid'in emrindeki bu birlik, Muhacir ve Ensar dışındaki müslüman kabilelerden müteşekkil idi. Bunlar: Müzeyne kabilesinden bin; Eşlem kabilesinden dört yüz; Cüheyne kabilesinden sekiz yüz; Süleym kabilesinden bin; Gıfar kabilesinden dört yüz olmak üzere diğer bazı kabilelerin askerlerinden ibaretti.257

Bütün bu hususlar, Rasûlüllah 'ın, Halid'in askeri kabiliyet ve dehasını, savaştaki kahramanlığını takdir ettiğini; muhtelif kabi­lelerden meydana gelen askerleri en iyi şekilde sevk ve idare ede­bileceğine inandığını; birliğini en süratli şekilde uzak bir noktaya intikal ettirebileceğine güvendiğini gösterir.

Dört koldan aynı anda şehre girilmesini planlayan Hz. Pey­gamber, ilk önce Halid b. Velid'in harekete geçmesini emretti.258 Ayrıca bütün kumandanlarına, harekat esnasında, mecbur ka­lınmadıkça savaşmamalarını ve yalnızca savaşı başlatanlarla mücadele etmelerini tenbih etti; kendisiyle Safa tepesinde bu­luşmalarını da onlara bildirdi.259

Hz. Peygamber'i yirmi yıl esnasında daima meşgul ve hu­zursuz eden Kureyşliler'in teslim olacağı gün artık gelmiş ve İslam ordusu Zu Tuva'dan harekete geçmiş bulunuyordu. Hz. Peygamber'in de bulunduğu üç birliğin, savaşmadan ve herhangi bir mukavemetle karşılaşmadan Mekke'ye girmesine mukabil; Halid b. Velid'in kumandanlığını yaptığı birlik, şiddetli bir mu­kavemetle karşılaştı. Halid b. Velid, kumandanlığını Safvan b. Ümeyye'nin yaptığı, İkrime b. Ebu Cehil ve Süheyl b. Amr gibi ileri gelen bazı Kureyşliler'in yer aldığı, Bekr, Ehabiş, Haris b. Abdümenat ve Hüzeyl kabilelerinden toplanmış Mekke ordu­suyla, Handeme dağının eteğinde karşı karşıya geldi. Kureyş'in son çırpınışını temsil eden bu derme-çatma ordu, Halid ve as­kerlerinin şehre girmelerine mani olmak üzere silaha sarıldılar; ok yağdırmaya ve Halid'e, savaşarak Mekke'ye giremeyeceğini bağırmaya başladılar.

Handeme dağının eteklerinde, ordusuna savaşa başlaması için emir veren Halid, kaçanların takip edilmemelerini tenbih etti. Yapılan savaşta, Kureyş ordusu çok kısa bir sürede bozguna uğrayıp dağıldı; bazıları dağ başlarına, bir kısmı da evlerine çe­kildiler. Halid, kaçanları Hazvere çarşısına kadar takip etti ve sayıları çok az bazı müşrikleri de öldürdü. Kaçanlar arasında Kureyş'in kumandanı ve ileri gelenleri de vardı.

Putperest Kureyş'in bu son ordusunun kumandanı, Halid'in kız kardeşi Fahite'nin kocası Safvan b. Ümeyye, teslim olduğu takdirde Hz. Peygamber'in kendisini öldüreceğinden korktuğu için Cidde'ye, oradan da deniz yolu ile Yemen'e gitmeyi kafasına koyup firar etti. Sonradan, Ashabdan Umeyr b. Vehb'in tavassu­tuyla, Hz. Peygamber kendisine eman verdi; o da, müellefe-i kulubdan olmakla birlikte, müslüman oldu.

Halid'in amcasının oğlu Ebu Cehil'in oğlu İkrime de Ye- men'e kaçtı. Sonradan karısı, onun adına Hz. Peygamber'den eman aldı; İkrime de müslüman oldu ve irtidad savaşlarında, Halid'in kumandası altında savaşırken şehid oldu. Diğer Kureyşli Süheyl b. Amr da, Hz. Peygamber'den eman alıp müslüman oldu.

Handeme dağının eteklerindeki bu savaşta yenilip evine ka­çanlar arasında yer alan Hımas b. Halid de bulunuyordu. Hımas, savaştan önce silahını hazırlarken karısına, müslümanları yene­ceğini ve onlardan alacağı bir esiri kendisine hizmetçi olarak vereceğini vadetmişti. Savaştan sonra evine kaçıp kapısını sıkıca kapatınca karısı, "bana vaad ettiğin hizmetçi nerede?'" diye ken­disiyle alay etmiş ve Hz. Peygamber ile savaşmamasını kendisine söylediğini hatırlatmıştır. Hımas, karısına aşağıdaki şiirle cevap vermiş ve Handeme'de Kureyş'in mağlubiyetini şöylece tasvir etmiştir:

"Eğer sen Handeme gününü, Safvan 'ın da kaçtığını, İkri- me'nin de kaçtığını, Ebu Yezid'in (Süheyl b. Amr) yas tutan koca karı gibi ortada kaldığını, müslüman kılıçların onları nasıl karşı­ladığını, her bacağı ve omuzlar üstündeki her başı kopardıklarını, yalnızca kılıç darbelerinin gürültüsünün işitildiğini, arkamızda onların homurtularını ve hırıltılarını görmüş olsaydın, kınayacak en küçük bir söz bile söylemezdin!"260

Handeme eteklerindeki bu savaştan sonra Halid b. Velid, Safa tepesinde Hz. Peygamber ile buluştu ve böylece Mekke fethi gerçekleşmiş oldu. Kaynaklarda, Hz. Peygamber'in, ,niçin savaş­tığı hususunda Halid'i hesaba çektiğine dair bazı rivayetlerin bulunduğuna şahid oluyoruz. Bu rivayetleri ele almadan önce, Halid'in savaşlardaki davranışının gayet sert olduğuna, mizacı itibariyle aldığı emirleri kararlı bir şekilde yerine getirdiğine, tespit ettiği stratejiyi eksiksiz tatbik mevkiine koyduğuna bilhas­sa işaret etmek gerekir. Onun tavizsiz tutumu, orta yolu tanıma­yan askeri şahsiyeti, yalnızca Mekke'nin fethinde değil, diğer savaşlardaki hareketlerinin de değişik şekillerde anlaşılmasına ve değerlendirilmesine sebep olmuştur.

Bu savaşta ise, Mekke'nin istisnai statüsü ile diğer birliklerin şehre savaşsız girmeleri, onun kararının tartışılmasına bilhassa tesir etmiştir. Bütün bu hususların göz önüne alınmasından son­ra, aşağıdaki haberlerin daha iyi anlaşılacağını düşünüyoruz.

Bu rivayetlerden birisine göre, Hz. Peygamber, Ezahir yoku­şuna çıkınca kılıç parıltılarına gözü ilişti ve "bu parıltılar nedir?" diye sordu. Etrafındakiler kendisine:

- Ya Rasulallah! Halid b. Velid ile savaşılmıştır; eğer onunla savaşılmasaydı, o da savaşmazdı, diye cevap verdiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

-Allah'ın takdir ettiği şeyde hayır vardır, buyurdu.261

Yine Vakıdi'nin eserinde yer alan bir başka haberde, Halid b. Velid savaştan sonra Hz. Peygamber'in huzuruna gelince, RasUlullah ona:

-Savaşmaktan menedilmiş olmana rağmen niçin savaştın? diye sorunca Halid, kendisini şu şekilde savunmuştu:

- Ey Allah'ın Elçisi! Bizimle savaşa ilk önce onlar başladı­lar; bizi oka tuttular ve silah çektiler. Onlarla savaşmamak için gayret ettim; kendilerini İslam'a, halkın kabul edeceği şartları kabul etmeye çağırdım, reddettiler; sonunda onlarla savaşmaktan başka çare bulamadım. Allah, onlara karşı bizi muzaffer eyledi; onlar da çeşitli yerlere kaçıştılar.

Onun bu cevabı üzerine Hz. Peygamber:

- Allah 'ın takdir ettiği şeyde hayır vardır! buyurduktan sonra şunları söyledi:

-      Ey Müslümanlar! Silahı bırakınızf..262

Bu iki rivayet, birbirine benzemekte ve Hz. Peygamber'in, onun niçin savaştığını öğrenince, bunu Allah'ın bir takdiri olarak kabul ettiğini ve Halid'e bir şey demediğini belirtmektedir.

Aşağıda ele alacağımız rivayet ise, Halid'in savaşa başlamaya karar vermesini, farklı bir şekilde hikaye etmektedir. Buna göre, Kureyş kabilesinden bir adam gelip Hz. Peygamber'e:

-    Ya Rasulallah! İşte Halid b. Velid! Savaşmakta acele etti, diye onu şikayet etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber, yanında bulunan Ensardan birisine:

- Halid b. Velid'e git ve ona "Rasulullah, Mekke'de hiç kimse­yi öldürmemeni sana emrediyor" diye söyle, demiştir.

Ensari Halid'in yanına gitti ve ona şunları söyledi:

e Ey Halid! Rasûlullah, karşılaştığın herkesi öldürmeni sa­na emrediyor!

Bunun üzerine Halid, savaşmaya başladı ve Mekkeli yetmiş kişiyi öldürdü. O sırada Kureyşli bir başka adam, Hz. Peygam- ber'e gelerek şunları söyledi.

y Ya Rasûlallah! Kureyş kabilesi helak oldu! Bugünden son­ra artık Kureyş yok olmuştur!

Hz. Peygamber, bu sözler üzerine "niçin?" diye sorunca, Ku- reyşli şunları söyledi:

-    İşte Halid! Halktan karşılaştığı herkesi öldürüyor! Kureyş- li'nin bu şikayeti üzerine Hz. Peygamber:                                                           .

-             Halid'i bana çağırınız! diye emir verdi. Halid gelince de:

-    Ey Halid! Ben sana, kimseyi öldürmemen için haber gön­dermedim mi? diye çıkıştı.

Hz. Peygamber'in bu sorusu üzerine Halid:

-       Hayır! Gücümün yettiği kimseleri öldürmem için bana haber gönderdin, diye cevap verdi.

Halid'in bu sözleri üzerine Hz. Peygamber:

-       O Ensariyi bana çağır, diye emir verdi. O da kendisini bu­lup getirince Hz. Peygamber:

-       Ben sana, Halid'in kimseyi öldürmemesini söylemen için emir vermemiş miydim? diye çıkıştı. Ensari Hz. Peygamber'e:

-       Evet, öyle emir buyurmuştun; fakat sen bir şey istedin; Allah ise başka bir şey murad etti de Allah'ın istediği oldu, şeklinde karşılık verdi.

Bu cevap üzerine Hz. Peygamber sustu ve Ensariye bir şey söylemedi; sonra da:

-                  Halid! diye seslenince, Halid b. Velid:

-       Buyur Ya Rasulallah! diye Hz. Peygamber'e baktı; Raslilul- lah şöyle buyurdu:

-                  Kimseyi öldürme! Halid de:

-                  Hayır kimseyi öldürmeyeceğim, diye cevap verdi.  

Bize göre bu rivayetin doğru olmaması gerekir; çünkü Hz. Peygamber, fetihten önce, mukavemetle karşılaşıldığı takdirde, savaş yapılmasını emretmiştir, hatta Kureyş'in derleme ordusu­nun karşı koyacağını gören Rasulullah, Müslim'in rivayet ettiği aşağıdaki hadisten de açıkça anlaşılacağı üzere, savaşa teşvik için emir de vermiştir:

"... Yarın onlarla vuruşmak üzere karşılaştığınız zaman, ken­dilerini ekin gibi biçmeye bakınız. .. '1264

Hz. Peygamber, gerçekten kan dökülmeksizin Mekke'ye girmeyi arzu ediyor ve bunun için de çeşitli tedbirler alıyordu. Ancak, karşı konulduğu takdirde, savaştan kaçınılmaması gerek­tiği hususunda da, başta Halid olmak üzere diğer kumandanları­na emir verdiğinde şüphe yoktur. Bununla birlikte, bu rivayette­ki, "Halid'in karşılaştığı herkesi öldürmesi" şeklinde, Hz. Pey­gamber adına bir Ensarinin ağzından yanlış bir emir verilmiş olduğunu doğru kabul etmeye imkan yoktur. Hz. Peygamber'in açık bir emrine karşı, bu şekilde bir muhalefetin, adı zikredilme­yen bir Ensariye izafesine hele savaş gibi çok ciddi bir meselede böyle bir davranışın vuku bulabileceğine inanmak mümkün değildir. Bilhassa, Ensari'nin hesaba çekilmesi üzerine, Hz. Pey- gamber'e verdiği cevabın doğru olabileceğini düşünmek; Hz. Peygamber'in muradı ile Allah'ın muradının ayrı ayrı şeyler ol­duğunun ifade edilebilmesini kabul etmek muhaldir.265

Kureyşliler'den yetmiş kişinin öldürüldüğüne dair bilgi de, bu rivayetin doğru olmadığını gösteren bir diğer husustur. Çün­kü, kaynaklarda yer alan rivayetlerde, Mekke fethi esnasında, Handeme'de yapılan savaşta, on iki veya on üç; bir diğer rivayet­te ise yirmi sekiz kişi öldürülmüş; müslümanlardan ise yalnızca iki veya üç kişi şehid olmuştur.266

Hz. Peygamber, Handeme'deki savaşın Kureyşlilerce başla­tıldığını kumandanı Halid'in ağzından öğrendikten sonra da, Kabe ve Mekke Haremi'ne karşı olan hürmetinde, savaşa karar vermesinden itibaren beslediği barış anlayışında bir değişiklik yapmamıştır. Etrafındaki Muhacir ve Ensarın meydana getirdiği ordu ile muzaffer ve azametli bir kumandan gibi değil; Allah'ın kendisine nasib eylediği bu feth-i mübine hamd ve şükürler içe­risinde, gözleri yaşlı bir halde devesinin boynuna eğilip şükür secdesi yaparcasına mütevazi bir halde Mescid-i Haram'a girdi; Hacer-i Esved'i selamlayıp öptü, Kabe'yi tavaf etti. Tevhid akide­sinin nişanesi bu mabedin etrafındaki putların temizlenmesi esnasında:

"De ki, Hak geldi batıl ortadan kalktı; zaten batıl, ortadan kalkmaya mahkumdur" (İsra, s ı) ayetini okudu. irad ettiği meş­hur hutbesinden sonra da:

-   Ey Kureyş! Şimdi size ne yapacağımı umuyorsunuz? diye sordu.

Bir Tek Allah'a imana ve O'na ibadete çağıran Allah'ın Elçi­sine ve onun Ashabına, yirmi yıl esnasında yaptıkları kötülükle­rin hacaletini hisseden Kureyşiler hep bir ağızdan:

-   Biz, senden hayır bekliyoruz; sen kerim bir kardeşin oğlu kerim bir insansın, dediler.

Allah'ın ahlakıyla ahlaklanmış ve O'nun terbiyesiyle yetişmiş Raslılullah:

-   Öyle ise ben de Yusufun kardeşlerine dediği gibi söylüyo­rum: Bugün size kınama yok... Haydi gidiniz, serbestsiniz! buyu­rarak bir umumi af ilan etti. Böylece insanlık tarihine malolmuş büyük bir bağış ve merhamet örneği gösterdi. Fetih günü, aynı zamanda, gerçek bir "Merhamet günü" oldu.

Kabe'nin etrafındaki putları fetih günü temizleten Hz. Pey­gamber, ertesi günü Kabe'nin içine de girdi; kapısı üzerine kapa­tıldı; yanında Üsame b. Zeyd, Bilal-i Habeşi ve Osman b. Talha vardı; oradaki putlar ile bazı resim ve heykelleri de kaldırttı. Raslılullah'ın Kabe'nin içerisinde bulunduğu, orada namaz kılıp dua ettiği, Rabbine iltica ve yakarışlarda bulunduğu esnada, Ha- lid b. Velid, müslümanların izdihamını önlemek ve kargaşaya meydan vermemek üzere, Kabe'nin kapısı önünde durdu ve ge­rekli tedbirleri alarak Hz. Peygamber'in huzurunu sağladı.267

Sekiz ay önce Kureyş'in süvari birliği kumandanı olan Halid b. Velid, Allah'ın lutfu inayetiyle, Mekke fethi gibi birçok ba­kımdan mühim bir tarihi hadisede, Hz. Peygamber'in emrinde büyük bir hizmet ifü eyledi. Bu fetih sayesinde, Kabe ve Mekke Haremi, putlardan ve puta tapıcılardan temizlenmiş; Hz. Pey- gamber'in en büyük ideali olan Tevhid akidesi, yirmi yıl devam eden çok uzun bir mücadeleden sonra, bu mukaddes şehirde artık kabul edilmiş oldu. Mekke ve Kabe'nin putlardan temiz­lenmesi, yalnızca Kureyş için değil, Arap yarımadasındaki diğer kabileler için de çok semereli neticeler tevlid etmiş; insan haysi­yetine yakışmayan bu ibtidai inançtan kurtulmak, diğer Araplara da nasib olmuştur. Halid b. Velid'in bu hedefe müteveccih hiz­metleri devam etmiş; insanları putlardan ve putçuluktan kurta­ran kılıcını, bu defa da Uzza'nın ortadan kaldırılması için salla- mıştır.268

Halid b. Velid'in Uzza Putunu Yıkması

Mekke'nin fethinden hemen sonra Kabe'nin çevresindeki ve içerisindeki putları, resimleri ve heykelleri ortadan kaldırtan Hz. Peygamber, 25 Ramazan 8/16 Ocak 630 günü, bu defa Mekke çevresindeki putları tahrip etmek üzere bazı sahabilerini vazife­lendirdi. Sa'd b. Zeyd el-Eşheli, Müşellel'de bulunan Menat pu­tunu; Amr b. el-As Hüzeyl kabilesinin putu Süva'ı; Tufeyl b. Amr ed-Devsi, Amr b. Humeme'nin putu Zü'l-Keffeyn'i; Halid b. Velid de Uzza putunu yıkacaklardı.269

tat ve Menat gibi Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen (Necm 53/19-20) Uzza, Kureyş kabilesi yanında, Mudar oğullarının, Kinane ve Huza'alılar'ın çok itibar ettikleri büyük bir puttu. Bazı rivayetlerde, Kureyş'in, tat ve Menat'tan daha fazla Uzza'ya itibar ettikleri; bu putu sık sık ziyaret edip yanında kurban kestikleri, hacdan sonra, onun yanında, ihramdan çıktıkları haber verilmiş­tir. Mekke'nin kuzeyindeki Nahle'de bulunan Uzza, üç semüre ağacından ibaret, üzerine bir ev yapılmış, bakıcıları olan ve içeri­sinde bir şeytanın bulunduğuna inanılan putlardan birisiydi.

Hz. Peygamber, Uzza putunu tahrip etmek üzere Halid'i Nahle vadisine gönderirken, oradaki üç semüre ağacından biri­sini kesmesini emretti. Halid, otuz süvari ile oraya gitti; ilk ağacı kesti, putu kırdı, oradaki ambarı yıktı; sonra da Mekke'ye, Hz. Peygamber'in yanına döndü. Hz. Peygamber, putu yıkıp yıkma­dığını sorunca Halid "evet" diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

-    Herhangi bir şey gördün mü? diye sorunca Halid:

-   Hayır! Bir şey görmedim, diye cevap verdi. Onun bu cevabı üzerine Hz. Peygamber:

-   Öyle ise sen Uzza 'yı yıkmamışsın; tekrar git ve onu yık, buyurdu.

Öfkeli bir şekilde Mekke'den tekrar Nahle'ye hareket eden Halid, Uzza'nın yanına varınca kılıcını çekti ve ikinci ağacın üzerine yürümeye karar verdi. Halid'in geldiğini gören putun bakıcısı Dübeyye, putun üzerine bir kılıç asıp dağa kaçtı. O sıra­da putun içerisinden çırılçıplak, saçı başı dağınık vaziyette, dişle­rini gıcırdatan siyahi bir kadın Halid'in karşısına dikiliverdi; Halid'in tüyleri diken diken olmuştu. Halid'i uzaktan seyreden putun bakıcısı Dübeyye, Uzza'ya hitaben şu şiiri söyledi:

"Ey Uzza! Şiddetli bir şekilde Halid'e saldır da kendini yalan çıkarma; baş örtünü at ve çemren! Eğer sen bugün Halid'i öldür­mezsen zelil bir şekilde geri dönecek ve nasranileştirileceksin!"

Halid elinde kılıcı ile şeytan kadının üzerine yürürken:

e Ey Uzza! Küfran sana, artık seni tenzih etmek de yok! Ben, Allah'ın seni zelil kıldığını gördüm! beytini söylüyordu; son­ra kılıcı ile onu ikiye ayırdı; ağacı kesti; bakıcı Dübeyye'yi de yakalayıp katletti. Sonra Hz. Peygamber'in yanına döndü; olan­ları anlatınca Raslılullah:

-   Evet Uzza o idi; bundan sonra Araplar için Uzza artık yok! buyurdu.

Uzza putunu tahrip ettikten ve Hz. Peygamber'in yukarıdaki sözlerini dinledikten sonra Halid, hissiyatını ve babası ile alakalı üzüntülü hatırasını şöylece dile getirdi:

-   Ey Allah 'ın Elçisi! Bize ikram ve ihsanlarda bulunan, bizi helak olmaktan koruyan Allah 'a hamdolsun! Ben, babamın yüz deve ve koyun içerisinden seçtiği kurbanlıkları Uzza 'ya götürüp onun için kurban ettiğini; orada üç gün kalıp sonra yanımıza döndüğünü görürdüm. Şimdi, babamın ne üzerine ölüp gittiğini; hangi anlayış içerisinde yaşadığını; görmeyen, işitmeyen, faydası ve zararı dokunmayan bir taş için kurban kesecek k,adar aldatıl­mış olduğunu düşünüyorum!..

Babasının putperest olarak ölüp gitmesine hayıflanan Ha- lid'in bu sözleri üzerine Raslılullah:

-   Bu iş, Allah'a aittir. O, kimin için hidayeti kolaylaştırırsa, o kimse kolayca hidayete erişir; kimin için dalaleti kolaylaştırırsa, o kimse de dalalette kalır, buyurdu.

Hz. Peygamber'in putların ortadan kaldırılması için fetihten hemen sonra harekete geçmesi ne kadar mühim ise, bu iş için Halid'i seçmesi, bilhassa Uzza gibi bir putun tahrip edilmesinde onu vazifelendirmesi de son derece mühim bir husustur. Bu işin Halid'e havale edilmesinden, Hz. Peygamber'in, yalnızca iyi bir savaşçı ve dirayetli bir kumandan olarak değil, dini bakımdan da ona güvenip itimat ettiğini anlıyoruz. Sekiz ay önce ebediyyen terkettiği puta tapıcılığa karşı hissiyatı, onun gerçek bir müslü­man olduğunun, Tevhid inancına kalben bağlandığının da açık bir nişanesidir. 270

Halid b. Velid ve Beni Cezime Vak'ası

Halid b. Velid'in kahramanlıklarla dolu şerefli askeri haya­tında, Beni Cezime vak'asının farklı ve üzücü bir hadise olarak yer aldığına şahit oluyoruz. Üzerine aldığı bütün vazifeleri, Rasulullah'ı memnun edecek bir tarzda yerine getiren Halid b. Velid'in, Mekke fethinden sonraki bu vak'ada hatalı olduğu anlaşılmaktadır. Bu husus, onun bu kabileye karşı yaptıklarını öğrenen Hz. Peygamber'in: "Allah'ım! Halid b. Velid'in yaptı­ğından Sana sığınırım " diye Rabbine dua ve iltica etmesiyle ifade edilmiştir.

Mekke'nin fethinden sonra Hz. Peygamber, şehrin çevresin­deki kabilelere elçi ve seriyyeler göndermek suretiyle, onları Al­lah'a iman etmeye, müslüman olmaya davet etti. Bu elçilerden birisi de Halid b. Velid idi. Huneyn savaşından önce Hz. Pey­gamber, Uzza putunu tahrip ettikten sonra, Mekke'ye dönen Halid'i, Muhacir, Ensar, Süleym oğulları ve diğer bazı kabileler­den müteşekkil üç yüz elli kişilik bir askeri birliğin başında Beni Cezime'ye gönderdi (Şevval 8/0cak-Şubat 630). Mekke'nin aşa­ğısında Yelemlem tarafında yaşayan Kinane kabilesinin bir kolu olan Cezime oğulları, el-Gumeysa adlı bir su kenarında oturu­yorlardı. Bundan dolayı bu vak'aya "Yevmu'l-Gumeysa" da de­nilmiştir. Kaynaklarda, Hz. Peygamber'in Halid'i ve beraberin­dekileri, savaşmak üzere değil, İslam'a davet etmek için gönder­miş olduğu tasrih edilmektedir.271

Beni Cezime vak'asına ait rivayetlerde, mühim bazı ihtilafla­rın bulunduğuna hemen işaret edelim. Bu ihtilafların en mühi­mi, Halid b. Velid'in Beni Cezime kabilesiyle el-Gumeysa'da karşılaşmasının nasıl olduğu; onların silahlı olup olmadıkları; Halid'in kendileriyle savaşıp savaşmadığı; silahlarını bırakıp teslim olduktan sonra onların öldürülmesini Halid'in niçin em­rettiği gibi hususlardır. Bu rivayetleri ayrı ayrı ele almak suretiy­le, vak'anın nasıl cereyan ettiğini ve Halid b. Velid'in bu vak'a- daki yerini tespit etmeye çalışacağız. Ancak daha önce, rivayetle­ri değerlendirirken göz önünde bulundurmak için, hadisenin seyrini kısaca hatırlatmak istiyoruz.

Halid b. Velid, teslim olmayı kabul eden Beni Cezime men­suplarının esir alınmasını, arkasından da öldürülmelerini em­retti. Seriyyedeki Süleym kabilesi mensuplarının, kumandanları­nın emrini hemen yerine getirmelerine mukabil, başta Abdullah '

b. Ömer ile Ebu Huzeyfe'nin azadlısı Salim olmak üzere, Muha­cir ve Ensardan olanlar, esirlerin müslüman olduklarını ileri sürerek onları öldürmeyi reddettikleri gibi kendilerini serbest bıraktılar. Halid'in emri üzerine otuz kişi öldürüldü. Bu gelişme­yi öğrenen Hz. Peygamber, son derece üzüldü ve Hz. Ali'yi gön­dererek onlara para verip gönüllerini aldı.

Bu hususların her birisine ait haberleri ileride genişçe ele alacağımızı hatırlatarak şimdi, esir alındıktan sonra öldürülmele­ri için Halid'in niçin emir verdiğine dair haberleri, kaynaklardaki ifadelere bağlı kalarak sıra ile inceleyelim:

1)  Beni Cezime kabilesine: "İşte Halid b. Velid! Yanında da müslümanlar bulunmaktadır!" denilince onlar şöyle dediler:

-   Bizler müslüman bir topluluğuz; namaz kıldık; Muham- med'i tasdik ettik; mescidler yaptık ve oralarda ezan okuduk.

Halid onların yanına gelince, "İslam " dedi. Beni Cezime mensupları: "Bizler, müslümanız" diye cevap verdiler. Onların bu cevabı üzerine Halid b. Velid:

-   Öyle ise, üzerinizdeki silahlara ne oluyor? diye sordu. Onlar bu soruya:

-   Bizimle Arap olan bir kabile arasında düşmanlık vardır; si­zin, onlar olmanızdan korktuk da silahlarımızı aldık; böylece kendimizi, İslam 'a karşı olanlardan koruyabilmeyi düşündük, şeklinde cevap verdiler...272

2)  Beni Cezime mensupları Halid'i görünce silahlarını aldı­lar. Halid onlara: Silahlarınızı bırakınız! Çünkü insanlar müslü­man oldular, dedi.    73

3)  Halid, Beni Cezimeliler'in yurduna gelince, onlar çok şid­detli bir şekilde kendisine karşı koydular; silahlarını kuşanıp savaşmaya hazırlandılar. Halid, ikindi, akşam ve yatsı namaz-

larında onları bekledi; ezan sesi işitmedi. Bunun üzerine onlara saldırdı; bazılarını öldürdü; bir kısmını da esir aldı. Sonradan onlar, müslüman olduklarını iddia ettiler.274

4)   İbn İshak'ın rivayetine dayanarak, Halid'i mazur gösteren bazı kimselerin dediklerine göre Halid:

Abdullah b. Huzafe es-Sehml "Rasulullah (salla'llâhü aleyhi ve sellem), onlar İslamiyet'ten imtina edip kaçınırlarsa, kendileriyle savaşmanı sana emretmiştir" diyerek bu hususu bana emredinceye kadar savaşmadım, dedi.275

5)   İbn İshak'ın rivayetine göre, Beni Cezime vak'ası üzerine Halid b. Velid ile Abdurrahman b. Avf arasında münakaşa oldu. Abdurrahman, Halid'e şu sözleriyle çıkıştı:

-   Sen, İslamiyet devrinde Cahiliye çağı anlayışıyla iş yaptın! Halid, ona şöyle cevap verdi:

-   Ben, ancak senin babanın intikamını aldım! Bunun üzerine Abdurrahman:

-   Yalan söyledin! Çünkü ben, babamın katilini kendim öl­dürdüm; fakat sen amcan el-Pake b. Muğire'nin intikamını aldın! diye ona cevap vererek aralarında çok ağır bir şekilde tartıştılar. Rasulullah bu vaziyeti öğrenince:

-    Dur bakalım Ey Halid! Ashabımı bırak! Allah'a yemin ede­rim ki, eğer senin Uhud dağı kadar altının olsa, sonra da bunu Allah yolunda harcasan bile, yine de benim Ashabımdan birisi­nin, bir defacık sabah yürümesine veya akşam yürümesine denk bir iş yapmış olamazsın! dedi.276

6) Halid b. Velid onları İslam'a davet etti. Fakat Beni Cezime mensupları "müslüman olduk" (eslemna) demesini beceremediler; bunun yerine "din değiştirdik, din değiştirdik " (Sabe'na, Sabe'na) demeye başladılar. Bunun üzerine Halid, onların bir kısmını öldürmeye, bir kısmını da esir almaya başladı.    

Kaynaklarda yer alan bu rivayetlerin değerlendirmesine geçmeden önce, vak'anın nasıl gelişip sonuçlandığını da görelim:

Halid onları teslim olmaya çağırınca, içlerinden Cahdem adında birisi:

-   Yazıklar olsun size Ey Cezime Oğulları! Allah'a yemin ede­rim ki, bu Halid'dir! Silahı bıraktıktan sonra esirlik; esirlikten sonra boyunların vurulması gelecektir. Vallahi ben silahımı hiç bırakmayacağım, dedi. Kabilesinden bazı kimseler onu bir tarafa çekip şunları söylediler:

-Ey Cahdem! Bizim kanlarımızı dökmek mi istiyorsun? İn­sanlar müslüman oldular ve silahlarını bıraktılar; savaş sona erdi; insanlar emniyete ulaştı. Sonunda silahını ondan alıncaya kadar konuştular; Beni Cezime mensupları Halid'in sözü üzerine böy- lece teslim oldular.  

Halid b. Velid, ellerinin boyunlarına bağlanmasını emretti ve onları müslümanlara birer ikişer teslim etti. Cahdem, Halid'in kararını görünce:

-   Ey Beni Cezime! Başınıza gelenleri, size önceden haber ver­miş, sizleri uyarmıştım, dedi.279

İbn İshak'ın rivayetine göre Halid, daha sonra esirlerin öl­dürülmelerini emretti; onlardan bazısı öldürüldü.280 Vakıdi'nin rivayetinde ise, Beni Cezime mensupları geceyi bağlı olarak ge­çirdiler; namaz vakti gelince müslümanlarla konuştular, elleri çözülüp namazlarını kıldılar, sonra tekrar bağlandılar. Seher vakti gelince, onlara ne yapılacağı hususunda müslümanlar ara­sında ihtilaf baş gösterdi. Bazı müslümanlar:

-   Biz, onları esir almak istemiyoruz; kendilerini Hz. Peygam­bere götürelim, dediler. Diğer bir kısmı ise:

-   Bekleyelim, bakalım bizi dinleyecekler mi? Veya itaat ede­cekler mi? Onları bir deneyelim, dediler. Müslümanlar bu şekilde iki ayrı görüşte iken Halid b. Velid:

-   Yanında esir olan herkes, hemen onu kılıçla öldürsün; em­rini verdi.

Beni Süleym kabilesinden olan askerler, ellerindeki esir­leri öldürdüler; Muhacirler ve Ensar ise, esirlerini serbest bıraktılar.281

Seriyyede bulunan Abdullah b. Ömer, Halid'in emrini yeri­ne getirmeyenlerdendi. O, "Vallahi esirimi öldürmem; arkadaşla­rımdan (Muhacirler ve Ensarı kastediyordu) hiç birisi de öldürmeyecektir... " dedi.282 Kaynaklarda, onların müslüman oldukları­nı ileri sürerek veya Muhacirlerle Ensarın esirleri serbest bırak­tıklarını görerek Halid'in bu emrini yerine getirmeyenler arasın­da, Seleme, Ebu Beşir el-Mazini, Ebu U seyd es-Saidi, Ebu Katade gibi sahabilerin de yer aldıklarını görüyoruz.283

Beni Cezime'den kurtulan birisi Mekke'ye geldi ve olanları Hz. Peygamber'e haber verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, ellerini semaya kaldırıp:

"Allah'ım! Halid b. Velid'in yaptığından Sana sığınırım ''284 diyerek duada bulunduktan sonra:

-     Ona kimse karşı çıkmadı mı? diye haberi getirene sordu.

Cezimeli şu cevabı verdi:

-    Evet, orta boylu, beyaz tenli birisi ona karşı çıktı; Halid onu azarlayınca o da sustu. Ayrıca, uzun boylu, çelimsiz bir başkası da ona karşı çıktı. Onların tartışmaları çok şiddetli idi. Onun bu sözlerini dinleyen Hz. Ömer:

-     Ya Rasulallah! İlki oğlum Abdullah, diğeri ise Ebu Huzey- fe'nin azadlısı Salim'dir, dedi.285

Hz. Peygamber, Beni Cezime'ye Hz. Ali'yi göndermeye karar verdi. Bu hususta İbn Hişam, Rasûlüllah 'ın (salla'llâhü aleyhi ve sellem) şu rüyasını rivayet etmektedir:

Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Rüyamda haystan 286 bir lokma çiğnedim; lezzetini tattığım yiyeceğin içinden birşey, yutacağım sırada boğazıma takıldı, Ali, elini sokup çıkardı. Hz. Pey- gamber'in bu rüyasını dinleyen Hz. Ebu Bekir:

-   Ya Rasulallah! Göndermiş olduğun seriyyelerin bir kısmın­dan sevdiğin haberler, bazısından da itirazlar geldi; Ali'yi gönder de bu işi halletsin, diye teklifte bulundu.287

İbn İshak'ın rivayetine göre Hz. Peygamber, Hz. Ali'yi ça­ğırdı ve ona şu emri verdi:

-   Ey Ali! Onların yanına git ve işlerini gör; Cahiliye çağı işini ayaklarının altına al!

Hz. Ali yola çıktı ve Hz. Peygamber'in kendisine verdiği pa­ralarla Beni Cezime yurduna geldi. Onlardan öldürülenlerin ve köpek yalaklarına varıncaya kadar zarar gören mallarının karşı­lığını ödedi. Böylece diyeti ödenmemiş ne bir kimse ne de bir mal kaldı. Hz. Ali diyetleri ödeyince onlara, herhangi bir kimse­nin veya malın ödenmemiş diyetinin kalıp kalmadığını sordu. Cezimeliler "hayır" diye cevap verdiler. Hz. Ali onlara:

-   Kalan parayı da, Hz. Peygamber'in ve sizin bilmediklerini­zin karşılığı olarak, Rasulullah 'ın ihtiyatı olmak üzere sizlere veriyorum, dedi. Sonra Hz. Peygamber'in yanına döndü; yaptık­larını ona arzetti. Hz. Peygamber, onun yaptıklarından memnun ve mütehassis oldu.288

Hz. Peygamber'in Halid'e nasıl davrandığı, bu hususta onu cezalandırıp cezalandırmadığı üzerinde de durmak gerekir. Bu hususta, kaynaklarda çok az bilgi bulunmaktadır. ,Rivayetlerden birisi, Hz. Peygamber'in, yanına geldiğinde Halid'i azarladığı hakkındadır.289 Bir diğer rivayette ise, Hz. Peygamber Halid'e bakmıyor ve ondan yüz çeviriyordu; Halid de Raslılullah'ın etra­fında dolaşıyor, onları öç almak veya düşmanlıktan dolayı öl­dürmediğine dair yemin ediyordu. Hz. Ali onların diyetlerini ödeyip gelince, artık Hz. Peygamber, Halid ile görüşmeye başla­dı; Raslılullah'ın vefatına kadar da onun yanında diğer Ashabı gibi yüce mevkiini devam ettirdi.290

Yukarıdaki haberi eserinde nakleden V akıdi, hemen bu ri­vayetin arkasından, Halid'i medheden Hz. Peygamber'in iki ayrı hadisini iki ayrı raviden naklen eserine almıştır.291

Hz. Peygamber'in bu vak'adan sonra Halid b. Velid'e nasıl davrandığı hakkında üzerinde durulması icap eden bir başka rivayet daha bulunmaktadır. Yukarıda üç numara ile verdiğimiz haberin devamındaki bu rivayet aynen şöyledir:

"... Rasulullah bu hususta Halid'i azarlayıp ona hiç çıkışma­dı. O, Hz. Peygamber vefat edinceye kadar, onun ordusunda öncü birliğinin kumandanı idi; Huneyn ve aynı şekilde Tebuk savaşla­rında, onunla birlikte öncü birliğin kumandanı olarak bulundu. Hz. Peygamber onu, Ukeydir'e Dumetu 'l-Cendel'e gönderdi; on­lardan bazısını esir aldı ve kendileriyle andlaşma yaptı. Sonra Rasulullah (salla'llâhü aleyhi ve sellem) onu, Necran 'a Be/haris (Beni'l-Haris) b. Ka 'b kabilesine emir ve Allah'a davetçi olarak gönderdi. Veda Haccı'na Rasulullah ile beraber gitti. Rasulullah (salla'llâhü aleyhi ve sellem) başını tıraş edince, kakülünden ona verdi. Halid, Hz. Peygamber'in bu sakalını, sarı­ğının önünde muhafaza ederdi; saldırdığı bir kimseyi, Allah 'ın yardımıyla hezimete uğratırdı. Yermuk savaşında sarığı düşmüş­tü; bunun üzerine o, "sarığım, sarığım " demeye başladı. Kendisi­ne: "Ey Ebu Süleyman! Savaşın en şiddetli bir sırasında iken, sarı­ğını araman tuhaf değil mi?" diye sorulunca o: "- Sarığımda Rasulullah 'ın sakal-ı şerifi vardır; ben onunla birisine saldırdı­ğımda, o kimse direnemezdi. Onun için sarığımı arıyorum, ceva­bını verdi...'1292

Ashabdan Abdurrahman b. Avf ile Halid'in münakaşalarına yukarıda temas ettiğimiz için burada tekrar ele almak istemiyo­ruz. Ancak, Halid'in Hz. Osman ile birlikte Abdurrahman'a gi­derek ondan özür dilediğini ve kendisinin bağışlanması için Allah'a dua etmesini ondan istediğini zikredelim.293

Bu arada, son olarak Hz. Ömer'in Halid ile konuşmasına da temas ederek, bu vak'aya ait rivayetlerin değerlendirmesine geç­mek istiyoruz. Hz. Ömer, Beni Cezime vak'ası ile alakalı olmak üzere ona:

-  Sana yazıklar olsun Ey Halid! Beni Cezime'yi Cahiliye çağı­na ait bir işten dolayı cezalandırdın; halbuki İslamiyet, kendinden önceki Cahiliye çağına ait şeyleri ortadan kaldırmamış mıydı? diye çıkıştı. Halid ona şu cevabı verdi:

-  Ey Ebu Hafs! Allah 'a yemin ederim ki, ben onları, ancak hak üzere tuttum; müşrik bir topluluk üzerine baskın yaptım; onlar karşı koydular; onlar karşı koyunca da kendileriyle savaş­mak kaçınılmaz oldu. Onları esir aldım, sonra da öldürdüm. Bu cevap üzerine Hz. Ömer ona şunları sordu:

-             Abdullah b. Ömer'i nasıl bilirsin? Halid:

-  Vallahi onu iyi bir insan olarak bilirim, dedi. Bunun üzeri­ne Hz. Ömer:

-  O, senin haber verdiğinden farklı bir şekilde haber verdi; o da seninle birlikte bu orduda idi. Halid:

-   Allah'tan affımı niyaz ederim ve O'na tevbe ederim, dedi. Hz. Ömer ona kırıldı ve şunları söyledi:

-    Yazıklar olsun! Rasulullah'a git de senin için Allah 'tan mağ­firet istesin!294

Beni Cezime vak'asında Halid b. Velid'in, bu kabile mensup­larını önce esir alması, sonra da öldürülmelerini emretmesinin gerçek sebebi ne idi? Yukarıda ele aldığımız bu husustaki altı rivayeti sıra ile değerlendirerek bu soruya cevap bulmaya çalışa­lım:

Birinci rivayetten, bu kabile mensuplarının hem kendi ara­larında hem de Halid b. Velid'e müslüman olduklarını söyledik­leri; buna mukabil, onların silahlı oldukları, bunun sebebinin ise, Halid ve ordusuyla alakası olmadığı; düşmanları olan bir kabile­ye karşı silahlandıkları anlaşılmaktadır. Bu durumda, Halid'in onları esir almaması ve bilhassa öldürülmeleri için emir verme­mesi gerekirdi. Verilen kararı mazur gösterecek tek husus, Ha- lid'in onların müslüman olduklarına inanmaması ve onların müslümanlara karşı silahlanmış olduklarını düşünmesi olabilir. Ancak böyle bir anlayış ve yoruma imkan verecek bir ifadenin rivayet içerisinde yer almadığını görüyoruz.

İkinci rivayette ise, Beni Cezime mensuplarının Halid'i gö­rünce silahlandıkları ifade edilmektedir. Bu rivayette zikredil­memekle birlikte, Halid, Mekke'nin fethinden sonra insanların müslüman olduklarını söyleyerek bu kabile mensuplarının silah­larını bırakmasını istemiştir. Verilen kararı mazur gösterecek yegane suç, onların Halid'i görünce silahlanmış olmalarıdır. An­cak, bu rivayetten onların müslüman oldukları anlaşılmamakla birlikte; insanların müslüman olduklarını söylemesi üzerine teslim olduklarına göre, müslüman olmayı kabul ettikleri anla­şıldığından, öldürülmemeleri gerekirdi.

Üçüncü rivayette ise, çok değişik hususların yer aldığını gö­rüyoruz. Beni Cezime mensuplarının Halid'e karşı koydukları ve onunla savaştıkları; ayrıca namaz kılmadıkları ve ezan okuma­dıkları haber verilmekte; savaştan sonra müslüman olduklarını iddia ettikleri ileri sürülmektedir. Bu rivayetten anlaşıldığına göre Halid, verdiği kararda haklıdır. Halbuki Hz. Peygamber, Halid'in yaptıklarından beri olduğunu beyan buyurmuştur. Bu durumda, rivayetin izahını yapmak imkanı bulunmamaktadır.

Dördüncü rivayette ise, verilen öldürme emrinde Halid'in hiçbir dahlinin olmadığı anlatılmakta; Abdullah b. Huzafe es- Sehmi'nin Hz. Peygamber adına yalan bir emir uydurduğu ifade edilmektedir. Ashabdan birisinin Hz. Peygamber adına insanla­rın öldürülmesi için bu şekilde yalan söylemesini; Hz. Peygam- ber'in de bu sahabiyi cezalandırmamasını kabul etmeye imkan yoktur. Ayrıca Hz. Peygamber'in, Abdullah'ın değil de Halid'in yaptıklarından beri olduğunu ifade buyurmasının da, bu rivayete göre bir manası olmamak gerekir. Bu bakımdan bu rivayetin uydurma olduğu açıktır.

Beşinci rivayete gelince, Beni Cezime vak'asına ait haberler arasında, Halid b. Velid aleyhine unsurlar ihtiva eden en ağır ithamların bu haberde yer aldığını görüyoruz. Burada anlatılan­lara göre Halid, Beni Cezime mensuplarının qldürülmesine, nefsinin arzusuna, Cahiliye çağı kan davasına uyarak, haberdeki ifadeye göre, Abdurrahman'ın ağzından amcasının; Halid'in kendi ifadesine göre ise Abdurrahman'ın babasının intikamını almıştır. Yani Halid b. Velid, Cahiliye çağında öldürülmüş müş­rik birisinin intikamı için, kanı akıtılmaması gereken masum bir müslüman zümreyi öldürmek üzere emir vermiştir. Yine bu rivayete göre, Abdurrahman Halid'in yaptıklarına karşı çıkmış; aralarındaki tartışmaya Hz. Peygamber müdahale etmiştir. Bu rivayetten anlaşılan husus budur.

Mısırlı araştırıcı İbrahim Arcun, bu rivayette, Cahiliye çağı anlayışına göre akıtılan bu kanın hesabını Hz. Peygamber'in sorduğuna dair bir ifadenin zikredilmemesini çok tuhaf bula­rak, bu haberi uydurma kabul eder ve reddeder. Yazar, tarih ve siyer kitaplarının ekseriyetinde yer alan bu rivayeti bir araştırı­cının ciddi ve şüpheli bir gözle incelediği takdirde, tevil edile­cek bir tarafının olmadığını hemen anlayacağını belirttikten sonra, bu husustaki şüphe ve tereddütlerini şu gerekçeklere dayandırmaktadır:

a- Eğer bu rivayeti doğru kabul edersek, verilen bilgilerin Cahiliye çağı geleneklerine uymadığını görürüz; çünkü Kureyş ile Beni Cezime arasında, Cahiliye çağındaki bu öldürme üzerine bir anlaşma olmuştu; Kureyş bu anlaşma ile diyet ödenmesine rıza göstermişti. Cahiliye kanunlarına göre, bir hükmün ve an­laşmanın bozulması çok çirkin bir şeydi ve Halid de bunu çok iyi bilen ve uygulayanların başında idi.

b- Abdurrahman b. Avf bu seriyyede bulunmasına rağmen, Halid'e karşı çıkmak için niçin Medine'ye dönüşü beklemiştir? Abdullah b. Ömer ve Salim'in savaş yerinde karşı çıkmalarına mukabil, Abdurrahman gibi büyük bir şahsiyetin sonradan Ha- lid'e karşı çıkmasına dair bir sebep bu rivayette yer almamakta­dır. Acaba, Abdurrahman'ın İslam'daki yerini ve ahlakını bilen bir insan, onun Halid'den korktuğunu veya çekindiğini söyleye­bilir mi?

c- Rivayetten anlaşıldığına göre Halid, İslam'ın reddettiği bir sebepten dolayı Hz. Peygamber'in emrini çiğnemiştir; çünkü Hz. Peygamber, onu davet için göndermiştir, savaşmak için değil. O ise, Cahiliye çağı kan davası adına, müslüman olduğunu söyle­yenleri öldürtmüştür; rivayetten çıkan netice budur. Buna göre,

en azından Halid, bu yaptığının karşılığında, Hz. Peygamber'in kısas istemesiyle karşılaşmalıydı; çünkü herhangi bir müslüman, Hz. Peygamber'in dinin hudutlarını idare ettiğini vehmedebilir mi? Halbuki bütün rivayetlerde Hz. Peygamber'in Halid'i görün­ce kızdığına dair bir haber zikredilmemektedir ve Halid, onun yanındaki değerini hiç kaybetmediği gibi kumandanlıkta da kalmıştır.

d- Eğer bu rivayet doğru ise, Halid'in müslüman olduğunun ne kıymeti kalır?

e- Hz. Ali'nin gönderilmesi ise, yalnızca hatanın telafisi ve bu kabilenin gönlünün alınması içindir.

Halid b. Velid'in Cezimeliler'i öldürmesine ait beşinci riva­yet hakkındaki düşüncelerini yukarıya özetleyerek aldığımız Arcun, sonunda bu rivayetteki haberlerin tamamen uydurma olduğunu tekrarlayarak, bu vak'aya ait gerçeklerin Buhari'nin rivayet ettiği hadisteki hususlar olduğunu beyan eder.295 Bizim bu bahse başlarken altıncı rivayet olarak verdiğimiz bu Buhari hadisine geçmeden önce, Halid'in bu vak'adaki durumunu geniş bir incelemeye tabi tutan bir başka Mısırlı araştırıcının görüşle­rine de temas etmek istiyoruz.

Beni Cezime vak'asını kısaca özetleyen Ebu Zeyd Şelebi, bu hadiseden dolayı Halid'in kusurlu bulunmuş olduğunu; şerefli tarihinde bu vak'anın kötü bir hareket kabul edildiğini belirttik­ten sonra, gerçeği bulabilmek için, aşağıdaki sorvları sormakta ve bunlara açık ve kesin cevaplar vermek gerektiğini ifade et­mektedir. Şelebi'nin tespit ettiği dört soru ve cevapları özetle şunlardır:

a- Halid, müslüman bir topluluğu mu, yoksa kafir bir toplu­luğu mu öldürdü?

Eğer onlar kafir bir topluluk olsaydı, kendilerinin öldürül­mesi hususundaki bu gürültünün sebebini izah etmek; Halid ile Abdurrahman arasındaki münakaşanın manasını anlamak; onun Halid'i, amcası el-Fake b. el-Muğire'nin intikamı dolayısıyla on­ları öldürdüğü şeklindeki ithamını izah etmek; ayrıca Hz. Pey- gamber'in Hz. Ali'yi, öldürülenlerin diyetlerini vermek üzere onlara göndermek şeklindeki gelişmeleri anlamak mümkün ol­mazdı. Eğer onlar kafir olsalardı, kendileri için diyet ödenmesi­nin bir manası olamazdı. Zira onların katli mubah olur, bir mah­zur taşımazdı ve bunu yapanın da günahı olmazdı. Öyle ise bu kabile müslümandı.

Görüldüğü üzere Şelebi, Arcun'un aksine, Halid ile Abdur- rahman arasındaki tartışmayı doğru bir haber olarak kabul et­mekte; ayrıca Hz. Ali'nin, öldürülenlerin diyetlerini ödemek için gönderilmiş olduğunu benimsemektedir.

b- Halid, onların öldürülmesindeki kararında isabetsiz midir?

İbn Sa'd'ın bize naklettiğine göre, Muhacirler ve Ensar, ken­dilerine teslim edilen esirleri serbest bıraktılar. Bunun manası, onların bu kabile mensuplarının öldürülmelerini doğru bulma­dıklarıdır. Eğer bu emri doğru kabul etselerdi, bunu derhal yeri­ne getirirlerdi. Halbuki, aralarında Abdullah b. Ömer, Abdur- rahman b. Avf gibi ileri gelen ve faziletli sahabiler esirlerini ser­best bırakmak suretiyle kumandanlarına muhalefet ettiler. Esa­sen bizim sağa sola meyletmemize de gerek yoktur, çünkü, ihtilaf ve tartışmaya ihtiyaç bırakmayan Hz. Peygamber'in verdiği hü­küm ortadadır: "Ey Allah 'ım! Ben, Halid'in yaptığından beriyim!" Bu husus bize açıkça, Halid'in Hz. Peygamber'in razı olmadığı bir fiili yapmış olduğunu gösterir. Öyle ise Halid'in onları öl­dürmesi isabetsiz bir karardır.

c- Halid hatalı olduğuna göre, onları Cahiliye çağı adeti üzere intikam almak için mi öldürdü? Yoksa başka bir tevili mi vardı?

Halid b. Velid, Beni Cezime mensuplarını Cahiliye adeti üzerine intikam için öldürmedi. Yoksa Hz. Peygamber onu, kısa- sen cezalandırırdı; müsamahasız bir şekilde onu kısasen öldü­rürdü. Halbuki o, böyle yapmadı; onun yaptıklarından beri ol­duğunu söylemekle yetindi. Eğer Hz. Peygamber onun tevilini kabul etmeseydi, cezalandırılmasını isterdi. Fakat tam aksi onu kumandanlıkta bıraktı ve kendisine güvenmeye devam ettiğini gösterdi ve onu Huneyn savaşında öncü kuvvetinin başına getir­di. Ayrıca Hz. Peygamber'in, ölülerin ve mallarının diyetlerini ödemesi için Hz. Ali'yi göndermesi de, bu işin bir hata olduğu­nun, kasten yapılmadığının bir delilidir. Bütün bunlar, seri ve akli yönden doğru delillerdir. Hz. Peygamber'in Hz. Ali'yi gön­derirken: "Cahiliye anlayışını ayaklarının altına al!" diye emir vermesi, bu delillere muhalif değildir. Bu emir, Halid'in onları, kendisi ile onlar arasında Cahiliye çağı intikamı olduğunu insana hatırlatırsa da bunu kabule imkan yoktur. Çünkü bu haber, İbn Hişam ve Taberi'nin eserlerinde, yalnızca İbn İshak yoluyla riva­yet edilmiştir.296 Bu rivayet, kesin akli bir delil seviyesine ulaş­mamaktadır. Eğer bu haberin doğruluğu ve Hz. Peyamber'den sadır olduğu ortaya çıksaydı, artık buna karşı başka bir delil geti­rilemezdi. Halbuki, Buhari ve diğer muhaddisler, bu sözün Hz. Peygamber'den sudur ettiğine işaret etmemektedirler. Ayrıca diğer tarihçiler de bu haberi zikretmezler. Biz, İbn İshak'ın bu rivayetinin sıhhatinden şüphe ediyoruz. Bu rivayeti bir zan ola­rak kabul ediyoruz.

Dördüncü soruya geçmeden önce Şelebi, Beni Cezime vak'a- sındaki gelişmeler üzerindeki görüşlerini şöylece özetlemektedir: Bu kabile mensupları müslüman idiler; Halid onları öldürmekle doğru hareket etmemiştir; onların öldürülmeleri, Cahiliye çağı intikamı sonucunda değildir, belki onun bir tevili, bir mazereti vardı.

d- Eğer onun bir mazereti varsa, bu ne idi?

Şelebi bu son soruya cevap ararken, önce bizim dördüncü rivayet olarak yukarıda ele aldığımız ve sonradan uydurulduğu­nu belirttiğimiz Abdullah b. Huzafe es-Sehmi'nin ağzından Hz. Peygamber adına verildiği ileri sürülen emre ait rivayeti ele alır ve reddeder. Sonra da, bize göre Halid'i mazur gösteren rivayetin en sarih ve doğru olanı, Buhari'nin Abdullah b. Ömer'den nak­lettiği haberdir, diyerek tıpkı Acrun gibi o da, bu hadisi ele alır.297

Beni Cezime vak' asına başlarken ele aldığımız altıncı rivayet, Buhari'nin eserinde yer alan bu hadistir. Arcun ve Şelebi'nin bu anlayışlarına aynen iştirak ettiğimizi ifade ederek, bu rivayeti incelemeye geçmek istiyoruz.

Altıncı rivayet: Abdullah b. Ömer'in rivayet ettiği Buhari hadisi şöyledir:

"Abdullah b. Ömer'den (r.a.) rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: Nebi (s. a.s) Halid b. Velid'i Beni Cezime'ye gönderdi. O, kendilerini İslam'a davet etti. Fakat onlar, "Müslüman olduk " demesini beceremediler; bunun yerine "din değiştirdik, din değiş­tirdik " (sabe'na, sabe'na) demeye başladılar. Bunun üzerine Ha- lid, onların bir kısmını öldürmeye, bir kısmını da esir almaya başladı. Ve seriyyede bulunan herkese esirini verdi. Nihayet o günde Halid, herkesin kendi esirini öldürmesini emretti. Bunun

üzerine ben (Abdullah b. Ömer), Vallahi esirimi öldürmem, ar­kadaşlarımdan hiç birisi de esirini öldürmeyecektir! dedim. Sefer sonunda Nebi'nin (s. a.s) huzuruna geldiğimizde onun yaptıkları­nı anlattık. Bunun üzerine Nebi (s. a.s) elini kaldırarak iki defa: Allah'ım! Halid b. Velid'in yaptığından Sana sığınırım, diye dua etti" 298

Beni Cezime vak'asında, Halid b. Velid'in bu kabile mensup­larını önce esir alması, sonra da öldürülmelerini emretmesi şek­linde başlayan gelişmelerin gerçek sebebini ortaya koyan haber üzerinde dururken, bazı noktalara dikkati çekmek istiyoruz. Bu haber, bir Buhari hadisidir299 ve el-Camiu's-Sahih 'de birden fazla babta zikredilmiştir. Ehemmiyet arzeden bir diğer nokta ise, hadis metnini nakil ve rivayet eden sahabinin Abdullah b. Ömer olmasıdır. Bilindiği üzere Abdullah, bu vak'ada hazır bulunmuş, kumandanı Halid'in söz konusu emrine açıkça muhalefet etmiş; esirini öldürmediği gibi, Halid'in tasvip etmediği bu kararını Hz. Peygamber'e haber vereceğini kendisine hatırlatmış ve bu sözü­nü de yerine getirmiştir. Binaenaleyh o, bu karar hususunda hem dikkatli, hem de kumandanının bu emrinin gerçek sebebini bilen birisidir. Bu bakımdan onun rivayetinin büyük bir ehemmiyeti vardır.

Abdullah b. Ömer'in kısa bir şekilde anlattığına göre, Halid b. Velid savaşa başlamadan ve savaşmayı düşünmeden önce, onları, Hz. Peygamber'in emrine uygun olarak,' İslam'a davet etmiştir. Abdullah'ın hadisteki ifadesine göre, 'fakat onlar 'müs­lüman olduk' (Eslemna) demesini beceremediler. " Buradaki "be­ceremediler" ifadesi, Halid'in kararında tesirli olan hususa açık bir şekilde dikkatimizi çekmektedir. Abdullah hemen arkasın­dan, "bunun yerine 'Sabe'na, Sabe'na' (din değiştirdik, din değiş­tirdik) demeye " başladıklarını ve bunun üzerine de Halid'in onla­rı esir almaya ve öldürmeye karar verdiğini açık bir şekilde ifade etmektedir. Böylece, Halid'in Beni Cezime mensuplarının öldü­rülmeleri hususundaki kararının gerçek sebebi, bu şekilde ortaya konulmuş bulunmaktadır. Abdullah ve bu vak'ada bulunan bazı arkadaşlarının, Cezimelilerin "Eslemna" yerine "Sabe'na" demele­rinin, Halid'in aksine, onların öldürülmeleri için bir sebep teşkil etmeyeceği düşüncesinde oldukları; bu hususu Halid'e söyledik­leri ve onun emrini de yerine getirmedikleri; ayrıca gelişmeleri Hz. Peygamber'e anlattıkları; Rasulullah'ın da Halid'in bu anlayış ve kararını tasvip etmediği anlaşılmaktadır.

Burada, Abdullah b. Ömer ve arkadaşlarının Cezimeliler'i müslüman kabul etmelerine; buna mukabil Seriyye kumandanı Halid b. Velid ve onun anlayışını tasvip eden diğer sahabilerin ise, onları müslüman kabul etmemelerine sebep olan "Sabe'na" kelimesi üzerinde durulması gerekiyor.

Mastan "Sah" veya "Subu" olan "Sabee" fiili, meyletmek, delalet etmek, bir nesne zuhura çıkıp belirmek, bir kimsenin yanına birdenbire çıkagelmek gibi anlamları yanında, "bir din­den çıkıp başka bir dine girmek" manasında da kullanılmakta olup "Sabii" kelimesi de bu kökten gelmektedir ve çeşitli delalet­leri yanında, "dinden çıkmak" veya "bir dinde olduğunu kabul etmek" gibi manalara da gelmektedir. 300 30° Firuzabfıdi, Kamus, Sabee ve Sabii maddeleri

Kureyşliler, müslüman olan kimselere, "müslüman oldu" (Esleme) demezler, bunun yerine "Sabee" derlerdi. Bu ifade ile onlar, müslüman olanlara kızdıklarını göstermek isterler; kendi­lerine sövmek veya onları ayıplamak için bu kelimeyi bilhassa kullanmaya itina ederlerdi. Buna mukabil müslüman olanlar ise, kendilerine "Sabe'te" denildiğinde bu ifadeyi tasvip etmedikleri gibi reddederler ve bunun yerine "Eslemtü" (müslüman oldum) demeyi adeta bir vazife ve iman borcu bilirlerdi. Bu husustaki en meşhur misal, Hz. Ömer'e aittir. O müslüman olduğu zaman, bunu bütün Kureyş'in duymasını arzu etmiş ve bu haberi Cemil adlı birisine söylemişti. O, Kureyş arasında haber ulaştırmakta çok becerikli olduğu için Cemil'i seçmişti. Cemil Kabe'ye gitmiş ve yüksek sesle:

"- Ey Kureyş topluluğu! Duydunuz mu Ömer b. Hattab din değiştirdi (Sabee)" diye bağırdı. Kendisini takip eden Hz. Ömer, onun kullandığı bu fiili beğenmeyip reddetti ve şunları söyledi:

"- O yalan söyledi! Fakat ben müslüman oldum; ve Allah'tan başka tanrı olmadığına, Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi oldu­ğuna şehadetgetirdim!'1301

Görüldüğü gibi Hz. Ömer, müslüman olmasını ifade için Cemil'in "Sabee" fiilini kullanmasına kızmış ve onun "yalan" söylediğini ilan etmiş; bunun yerine "müslüman oldum" ifadesini kullanmıştır.

Halid b. Velid'in müslüman oluşu sırasında da, İkrime b. Ebu Cehil'in kendisine "Sabe'te" dediği; aynı şekilde onun da bu ifadeyi reddettiği zikredilmiştir.    

Cezimeliler'i İslam'a davet etmiş olan Halid b. Velid, onların müslüman olduklarını "Sabe'na" diye ifade etmelerine kızmış; onların takıyye yaptıklarını; "müslüman olduk" ifadesinden, izzet-i nefislerine dokunduğu için kaçındıklarını düşünmüş ve müslüman olduklarını kabul etmemiştir. Bunun tabii neticesi olarak da kendilerinin önce esir alınmalarını, sonra da öldürül­melerini emretmiştir.

Halid b. Velid Hazretleri, bu anlayış ve kararı ile, hiçbir za­man Hz. Peygamber'e ve onun emirlerine karşı gelmiş değildi ve bu husus hiçbir zaman aklından da geçmemiştir, bilakis o, ken­disine itaatkar ve bağlı idi. O, bu kararı ile İslam emirlerine de muhalefet etmedi. Onun Cahiliye çağından kalan intikamı almak ile de, masum müslümanları kasten öldürmek ile de hiç alakası yoktu. Çünkü o, müslüman olduklarına inanmadığı bir zümre­nin öldürülmesini emretmişti. Şiddetli ve kararlı hareket etmeye mütemayil askeri bir terbiye ile yetişmiş olan Halid b. Velid, müslüman olduklarını açık bir şekilde ifade etmeyen Cezimeli- ler'i düşman gibi gördü. Ayrıca o, bu anlayış ve kararını icra mevkiine koyduğu sırada, hatalı olduğunu da bilmiyordu.

Hz. Peygamber ise, şer'i vaziyeti tespit için beklenilmesi ge­rektiği halde, onun acele etmesi ve tedbirli davranmamasından dolayı onun yaptıklarını tasvip etmediğini ve onlardan beri ol­duğunu beyan etmiş; Halid'in tevilini hatalı bulmuştur. Ancak onu suçlu görmemiş; kendisini cezalandırmamış ve mazur gör­müştür. Yalnızca yapılan hatanın telafisi cihetine gitmiş; ödenen parayı beytülmalden sarfetmiştir. Bundan dolayı da Huneyn savaşında, onu eski mevkiinde bırakmıştır.303

Halid b. Velid ve Huneyn ile Taif Gazveleri

Mekke'nin fethinden sonra Hz. Peygamber, Medine'ye he­men dönmemiş; Mekke ve çevresindeki kabileleri İslam'a davete ve onları itaat altına almaya çalışmıştı. Onun bu faaliyetleri neti­cesinde, birçok kabile müslüman olmuş ve Hz. Peygamber'in etrafında yer almıştır. Hevazin ve Taifte yaşayan Sakif kabileleri ise henüz müslüman olmadıkları gibi, Hz. Peygamber'e karşı büyük bir kin ve düşmanlık içindeydi. Onlar, Raslılullah'ın Mek­ke fethi için büyük bir ordu ile Medine'den yola çıktığını işittik­leri zaman, onun Üzerlerine yürüyeceğini düşünmüşler ve ta Mekke'nin fethinden önce savaş hazırlıklarına girişmişlerdi.304 Fetihten sonra müslümanların kazandıkları büyük zaferi kıs­kanmışlar, ayrıca Hz. Peygamber'in Üzerlerine yürüyeceğinden de endişe etmeye başlamışlardı.

Hz. Peygamber'e karşı yapılacak bir savaş için yakın işbirli­ğine girişen bu iki kabile, diğer bazı küçük kabileleri de yanlarına çekerek, müslümanların kendi Üzerlerine gelmelerinden önce, harekete geçmek için hazırlıklara başladılar. Kureyş'in savaşmayı bilmemesinden dolayı müslümanlara mağlup olduğunu iddia eden bu iki müşrik kabile ve taraftarları, İslam ordusunu mağlup etmek, Hz. Peygamber'in fetihle kazandığı prestiji ortadan kal­dırmak ve putperestlikte kalmak istiyorlardı.305

Hz. Peygamber, onların bu ittifak ve gizli faaliyetlerini ha­ber aldı. Savaş hazırlıklarının hangi safhada olduğunu ve askeri güçlerinin seviyesini öğrenmek üzere, Ashabdan Abdullah b. Ebu Hadred el-Eslemi'yi tahkikat ve bilgi toplamak için vazifelendirdi.306 Abdullah, Hevazin ve Sakif kabilelerinin Evtas vadi­sinde toplandıkları haberini getirince Rasulullah derhal savaş hazırlıklarına başladı ve 6 Şevval 8 (27 Ocak 630) Cumartesi günü Mekke'den hareket ederek Huneyn'e ulaştı ve savaş, 11 Şevval 8(1 Şubat 630) günü fecir vakti başladı.307

Halid b. Velid, Hz. Peygamber'in emri altında, bu savaşta da yine öncü birliği kumandanı idi. Vakıdi, Halid'in Mekke'den başlayıp Taif muhasarasından dönüşte Huneyn ganimetlerinin taksim edildiği Ci'rane'ye gelinceye kadar, Hz. Peygamber'in or­dusunda öncü birliği kumandanı olduğunu tasrih etmektedir.308 Halid'in emrinde, Süleym oğullarından yüz süvari bulunuyordu.

İslam ordusu on iki bin kişi idi. Bunların on binini Mekke fethi için gelenler; iki binini ise, bir kısmı henüz müslüman bile olmamış ganimet elde etmeyi düşünen veya Hevazinliler'e karşı kabile asabiyetinden dolayı düşman olan Mekkeliler teş­kil ediyordu.309

Çok iyi ok atan ve savaşçı, gözü pek insanlardan meydana gelen düşman ordusunun kumandanlığını, otuz yaşlarında genç bir kimse olan Malik b. Avf en-Nasri yapıyordu. Malik, müslü­manlarla topyekün bir savaşı göze almıştı. Bu maksatla, bazı tecrübeli kimselerin muhalefetine rağmen, askerlerinin, kadın ve çocuklarını, mal ve hayvanlarını da yanlarına almalarını emretti. Böylece o askerlerinin en kıymetli şeylerini savaş meydanında terkedip kaçmalarına mani olmayı düşünmüştü.3 0

Hevazinliler, müslümanlar gelmeden önce Huneyn vadisine geldiler, vadinin dar bir yerine pusu kurdular. İslam ordusu kumlu olan bu vadinin dar yerine ulaşınca, Hevazinliler onları ok yağmuruna tuttular. Okların nereden geldiği belli olmuyordu. Havanın henüz karanlık olması yüzünden, pusuya yatmış olan düşman okçularının yerlerini tespit etmek çok zordu.311 Yolun sağ tarafını tutan Halid b. V elid'in kumandanlığını yaptığı öncü birlik başta olmak üzere İslam ordusunun büyük bir ekseriyeti dağılmaya, kaçmaya ve geri çekilmeye başladı. Müslüman süva­rileri, ürken at ve develerine hakim olamıyorlardı. İslam ordu­sunda büyük bir şaşkınlık ve hezimet başgösterdi; ordu safları dağılmaya ve askerler kaçmaya başladılar. Hz. Peygamber'in Hevazinliler'e karşı on iki bin kişilik büyük bir ordu ile harekete geçmesi, bazı müslümanların kendilerine çok güvendiklerini ve övündüklerini ifade eden sözler sarfetmelerine sebep olmuştu.312 Müslümanların bu vaziyetini şu Kur'an-ı Kerim ayeti açık bir şekilde ortaya koymaktadır:

"Andolsun ki Allah, birçok yerde ve çokluğunuzun size ken­dinizi beğendirdiği, fakat size faydası olmadığı, bütün genişliğine rağmen yeryüzünün dar gelip de arkanızı dönüp kaçtığınız Hu- neyn savaşında size yardım etmişti. " (Tevbe 9/25)

Öncü birliği teşkil eden Halid'in emrindeki Süleym kabile­sinden olan süvariler bozulup kaçtılar, Mekkeli askerler de onları takip ettiler. Hz. Peygamber'in etrafında, Muhacir, Ensar ve ehl-i beytinden olan çok az sayıda asker kaldı. Bu ilk bozgun üzerine, yeni müslüman olmuş veya henüz müslüman bile olmamış Mekkelilerden bazısı, bunlar arasında mesela Ebu SÜfyan, Müs­lümanların hezimetinden memnun olduklarını dile getiren söz­ler sarfetmişlerdir.

Huneyn'de başlangıçta görülen bu bozulma ve dağılma es­nasında, Halid b. Velid de kaçanlar arasında idi. Kaynaklarda, Hz. Peygamber'in etrafında kenetlenen ve onu yalnız bırakma­yan az sayıda sahabi arasında, Halid'in ismi bulunmamaktadır. Esasen o, bulunduğu mevki itibariyle, ilk defa bozulup kaçmaya başlayan Süleym oğullarının teşkil ettiği öncü birliğinin kuman­danı idi; düşmanın kurduğu pusuya düşünce kaçmaya ilk defa onlar başlamışlar, diğer askerler de onları takip etmişlerdi.

Halid b. Velid, tarihte birçok örneği olan bazı büyük ku­mandanların karşılaşmış oldukları gibi, bu ani saldırı ve pusu karşısında, savaş meydanını terkedip çekilmek zorunda kaldı; bazı büyük sahibi de bu şekilde kaçanlar arasında idi. Hatta İslam ordusundan kaçanların bir kısmı, savaş meydanından tamamen uzaklaştılar. Fakat sonunda direnen ve geri dönen askerlerin gayretiyle İslam ordusu Hevazinliler'i mağlup etti. Halid b. Velid de ilk fırsatta geri döndü. Hz. Peygamber'in etra­fından ayrılmayanlarla onlara iltihak edenlerin yeniden başlat­tıkları, Hz. Peygamber'i ve İslam'ı muhafaza için ölümü göze aldıkları mücadelede, tıpkı Yüce Allah'ın buyurduğu gibi, kendi­ne gelen ve Allah'ın yardımına mazhar olan müminler arasında yerini aldı:

"Bozgundan sonra Allah, Peygamber'ine ve müminlere sekinetini indirdi, sizin görmediğiniz askerler indirdi de inkar edenlere azap etti: işte bu, kafirlerin cezasıdır. " (Tevbe 9/26)

Dağılan ordusunu toplamak üzere Hz. Peygamber, sağına doğru baktı sonra şunları söyledi:

- Ey insanlar nereye gidiyorsunuz? Bana geliniz! Ben Allah'ın Elçisiyim! Ben Abdullah'ın oğlu Muhammed'im!

Hz. Peygamber'in sözlerini, müslümanlar iyi bir şekilde işi­temiyorlardı; bunun üzerine Hz. Peygamber, gür sesi olan amca­sı Abbas'ın müslümanlara seslenmesini emretti.314 Halid b. Velid, Hz. Peygamber'in bu davetini işitir işitmez, o sese doğru yöneldi. Ancak, izdiham ve gürültüden ürken devesine hakim olamıyor­du; devesinden indi, kılıcını çekti ve yeniden savaşmaya başladı. Belki de ilk mağlubiyetin kendisine çok tesir etmiş olmasından dolayı önüne çıkan herkesi kılıçtan geçiriyordu. Bu arada bir de kadın öldürdü. Savaşa katılanlardan bazısı, bu kadının cesedi etrafında toplanmıştı. Hz. Peygamber onları görünce, "ne var?" diye sordu. Kendisine, "Halid'in öldürdüğü kadın " diye cevap verilince Raslılullah, yanındaki sahabiye şu emri verdi:

"Halid'in yanına git ve ona de ki: Rasulullah, çocuk, kadın ve güçsüz yaşlı kimseleri öldürmekten seni menediyorf''3ıs

Bu haber, ilk kaçıştan sonra Halid b. Velid'in geri döndüğü­nü ve fiilen savaşa katıldığını gösteren en mühim vesikadır.

Sonunda İslam ordusu Hevazinliler'i mağlup etti; düşman askerleri kaçmaya başladılar. Hz. Peygamber, düşmanın takip edilmesini emretti; onlardan bir kısmı Taife -kumandanları Malik bunların yanında idi-, bir kısmı Nahle'ye, bir kısmı da Evtas'a kaçtılar. 3 6

Halid b. Velid, Hz. Peygamber'in hayatında çok mühim bir yer işgal eden bu zorlu Huneyn savaşında yaralandı. Savaştan sonra Hz. Peygamber, onun sıhhatini merak ediyor ve kendisini ziyaret etmek istiyordu. Askerler, konak yerlerine dönerken Hz. Peygamber, "Halid b. Velid'in yerini bana kim gösterecek?" diye onun yerini bilen birisini arıyordu. Ashabtan birisi Hz. Peygam- ber'e onun konak yerini gösterdi. Hz. Peygamber ziyaret için yanına geldiğinde Halid, devesinin sırtına dayanmış duruyordu. Rasulullah, sıhhatinin nasıl olduğunu sordu; yarasına baktı ve üzerine nefes etti. Halid'in yarası iyi oldu. 317 Onun yarasının çok ağır olmadığı anlaşılmaktadır, çünkü bu savaştan sonra onu, yine Hz. Peygamber'in emrinde Taif muhasarasında görüyoruz.

Hevazinliler mağlup olup bir kısmı Taife kaçınca, Hz. Pey­gamber, onlarla işbirliği yapan Sakifliler'i de cezalandırmak üze­re, Mekke'ye dönmeden onları takip etmeye karar verdi. H. 8. yılın Şevval ayı (Ocak-Şubat 630) içerisinde, Halid b. Velid'i bin kişilik Süleym kabilesi süvarilerinin başında Taife gönderdi.318 Kendisi de daha sonra Taife hareket etti.

Halid Taife gelince, Sakifliler'in kalelerine sığınıp kapılarını kapattıklarını; savaşmaya hazır bir halde beklediklerini gördü. Onlar, kendilerine bir yıl kadar yetecek erzakı depolamışlardı. Halid kalenin etrafını dolaştı ve Sakifliler'e, kaleden birisinin gelmesini, kendisiyle konuşup geri dönünceye kadar ona eman verdiğin; veya aynı şartlarla onların kendisine eman vermelerini ve kaleye girip kendileriyle konuşmak istediğini yüksek sesle bildirdi. Sakifliler, Halid'in her iki teklifini de reddettiler ve ken­disine şu şekilde cevap verdiler:

"Senin dostun (Hz. Peygamber'i kastederek), bizden daha iyi savaşan bir kavimle karşılaşmadı!" Bunun üzerine Halid, onlara şöyle hitab etti:

"Beni dinleyiniz! Rasulullah, Yesrib ve Hayber'de, kalelerine sığınmış olanlarla karşılaştı. Fedek'e yalnızca bir adam gönderdi; onlar, Hz. Peygamber'in vereceği karara razı olup kurtuldular.

Ben sizlere, Beni Kureyza 'nın başına gelenlerden sakınmanızı tavsiye ederim. Hz. Peygamber onları, birkaç gün muhasara etti. Sonunda onlar, Hz. Peygamber'in vereceği karara razı olarak kalelerinden çıkıp teslim olmak mecburiyetinde kaldılar. Hz. Pey­gamber, onlardan savaşanları öldürdü, kadın ve çocuklarını esir aldı. Sonra o, Mekke'yi fethetti; Hevazinliler'in hepsini perişan etti. Sizler, burada bir kalede bulunuyorsunuz! Şayet Rasulullah sizleri, bu şekilde kalenizde bıraksa bile, etrafınızdaki müslüman- lar sizinle savaşacaklardır!"

Halid, anlattığı bu gelişmelerle onları teslim ve müslüman olmaya çağırdı. Ancak Sakifliler, onun bu teklifini: "Bizler, dini­mizi terketmeyiz" diyerek reddettiler. Onların bu cevabı üzerine Halid, ordugahına döndü.319

Sonra Hz. Peygamber de Taife ulaştı. Müslümanlar şehri on beş gün kadar muhasara ettiler. Bu esnada, Hz. Peygamber'in mancınıklarla kalenin içine taş attırması, mühim bir gelişme olarak kabul edilir. Muhasara esnasında, bir gün Halid b. Velid: "Benimle savaşacak birisi var mı?" diye, mübareze için kendisine bir rakip istemek üzere kaledekilere bağırdı. Ancak, Sakifli- ler'den hiçbir kimse, onunla savaşmayı göze alamadı. O, bu da­vetini birkaç defa tekrar etti. Sonunda Sakif kabilesinin şeyhi Abduyalil, ona şu cevabı verdi:

- Bizden herhangi bir kimse, seninle savaşmak üzere kaleden inmeyecektir; biz kalemizde kalacağız; burada, yıllarca bize yete­cek yiyecek vardır. Eğer sen, bu yiyecekler bitinceye kadar burada oturursan, sonunda bizler hep beraber, kılıçlarımızla çıkıp ölün­ceye kadar seninle savaşırız!320

Muhasaradan bir netice alınamayacağına, gördüğü bir rüya üzerine karar veren Hz. Peygamber, Taiften ayrılmaya ve Ci'rane'ye dönülmesine izin verdi. Hevazinliler'le yapılan savaş­tan sonra ele geçen esirleri, mal ve hayvanları orada bırakan Hz. Peygamber, bu ganimetleri Ashabına dağıtmak istiyordu. Sonra umreye niyet eden Hz. Peygamber, Ci'rane'den Mekke'ye oradan da Medine'ye döndü. Halid b. Velid de, Hz. Peygamber ile Me­dine'ye hareket etti.321

Taifte yaşayan Sakif kabilesinden bir heyet, H. 9. yılı Rama­zan ayında (Kasım-Aralık 631) Medine'ye gelerek, Hz. Peygam­ber ile giriştikleri uzun pazarlıktan sonra, şartsız müslüman ol­mayı kabul ettiler. Sakif kabilesinin müslüman olmasıyla sonuç­lanan bu gelişmede bizi ilgilendiren husus, putları Lat'ın ortadan kaldırılması için Halid b. Velid'in gönderilmesi meselesidir. Sakif heyeti müslüman olmak için çeşitli şartlar ileri sürmüşler, İslam esaslarından taviz vermeyen kararlı şahsiyetiyle Hz. Peygamber, bunların hepsini reddetmiştir. Sakifliler'in ileri sürdükleri şart­lardan birisi de, "Rabbe" diye isimlendirdikleri Lat putlarının bir müddet yıkılmamasıydı. Hz. Peygamber, onların diğer şartları gibi, bu gülünç isteklerini de reddedince Sakifliler, hiç olmazsa putlarının tahrip işini, kendilerinin yerine getirmemelerini sağ­lamasını Raslılullah'tan istediler. Hz. Peygamber onların bu ar­zularını kabul etti ve Sakif kabilesinden Muğire b. Şu'be ile, İbn İshak'ın rivayetine göre Ebu Süfyan'ı; Musa b. Ukbe'nin rivayeti­ne göre ise Halid b. Velid'i Taife gönderdi. Onlar da bu putu yıktılar. Muğire b. Şu'be ile birlikte vazifelendirilen sahabinin Ebu Süfyan olduğu daha meşhur bir rivayet olduğundan, bazıla­rı, Halid'in bu putu yıkmak üzere Hz. Peygamber tarafından Taife gönderildiğini hiç ele almazlar.  

Halid b. Velid'in Mustalik Oğullarına Gönderilişi

Hz. Peygamber, H. 9. yılı (630) başında, müslüman kabilele­re zekat amilleri gönderdi; Mekke civarında oturan Beni Musta- lik kabilesinin zekatını toplamak üzere de el-Velid b. Ukbe b. Ebu Muayt'ı gönderdi. Kabile mensupları, Hz. Peygamber'in zekat amilinin geleceğini öğrenince, yirmi kişilik bir heyetle onu karşılamaya çıktılar. Yanlarına, zekat olarak verecekleri develeri ve koyunları da alan Mustalik kabilesi mensupları, Hz. Peygam- ber'in amilini boş yere beklediler, çünkü el-Velid, onların kendi­sini öldürmek için bu şekilde karşılamaya çıktıklarını zannede­rek hemen oradan uzaklaşıp Medine'ye döndü; Mustalik oğulla­rının silahlandıklarını, zekat toplamaya mani olduklarını ve irti- dad ettiklerini Hz. Peygamber'e haber verdi, el-Velid'in bu şekil­de hareket etmesinin sebebi olarak, onunla bu kabile mensupları arasında, Cahiliye devrinden kalan bir düşmanlığın olduğu gös­terilmektedir. Halbuki kabilenin reisi el-Haris b. Dırar (veya Ebu Dırar), müslüman olduğunda Hz. Peygamber ile yaptığı konuş­mada, kararlaştırılan tarihlerde gelecek amile zekatlarını vere­ceklerini vaadetmişti.

Hadisenin bundan sonraki safhası ve bilhassa el-Velid'in an­lattıklarından sonra Hz. Peygamber'in nasıl hareket ettiği husu­sunda, kaynaklarda, birbirinden farklı iki haber bulunmaktadır. Bu haberlerden birinde, hadiseler arasında Halid b. Velid'in adı hiç geçmemekte; gelişmeler kısaca özetlenmektedir. Biz, Halid'i ilgilendirmeyen bu rivayet üzerinde durmak istemiyoruz. 323

Diğer haberde ise, Hz. Peygamber'in Halid b. Velid'i, Musta- lik kabilesine gönderdiği anlatılmaktadır. Buna göre, el-Velid b. Ukbe'nin uydurduğu, gerçek olmayan söz ve haberleri üzerine Yüce Allah, şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu:

"Ey iman edenler! Eğer fasıkın biri size bir haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa sata­şırsınız da sonra yaptığınıza pişman olursunuz. " (Hucurat 49/6)

Bu ayetin nazil olması üzerine, "Doğruluğu araştırmak Al­lah 'tan; acele etmek ise şeytandandır" buyuran Hz. Peygamber, küçük bir birliğin başında, Halid b. Velid'i bu kabileye gönderdi. Beni Cezime kabilesinin ana kolundan olan Mustalik oğullarına acele etmemesini; kendilerinin vaziyetini tespit etmesini; namaz vakitleri sırasında onları gözetlemesini, eğer namazlarını terket- mişlerse kendileriyle savaşmasını emretti. Askerleriyle yola çıkan Halid, bu kabilenin yurduna geceleyin vardı; ajanlarını göndere­rek onların müslüman gibi hareket edip etmediklerini tespit etmelerini istedi. Ajanlar geri gelince Mustalik oğullarının İslamiyet'e bağlı olduklarını, ezan okuyup namaz kıldıklarını kumandanlarına bildirdiler. Sabahleyin Halid onların yanına gitti ve müslüman olarak hayatlarına devam ettiklerini; ayrıca kabile reisleri el-Haris b. Dıdr'ın, Hz. Peygamber'e verilecek zekat mallarıyla birlikte bir heyet halinde Medine'ye gitmek üze­re hazır olduğunu görmekten memnun oldu. el-Haris, daha önce tespit edilmiş olan tarihte Hz. Peygamber'in zekat amilinin gelmemiş olmasından dolayı endişelenmiş; Rasûlüllah 'ın kendileri­ne herhangi bir sebepten darılmış olabileceğini düşünmeye baş­lamış ve bir heyetle kendisini ziyarete karar vermişti.

Halid b. Velid ve Mustalik heyeti, Medine'ye beraberce dön­düler; Halid, Mustalik oğulları yurdunda gördüklerini ve onların müslüman olduklarını Hz. Peygamber'e arzetti. el-Haris de baş­larından geçenleri ve el-Velid b. Ukbe ile hiç görüşmediklerini anlattı.324

Hucurat süresindeki bu ayetin el-Velid b. Ukbe hakkında nazil olduğunda ittifak vardır, biz bu çalışmamızda, onun şahsi­yeti üzerinde durmak istemiyoruz.325 Bizi asıl alakadar eden hu­sus, Beni Cezime vak'asından sonra Hz. Peygamber'in, hem de bu kabilenin gerçekten müslüman olup olmadıklarını tespit için Halid b. Velid Hazretlerini göndermeyi tereddütsüz düşünmesi­dir. Bu husus, Halid'in Beni Cezime vak'asından ibret almış ol­duğunun açık bir tezahürüdür. Diğer taraftan, Hz. Peygamber'in ona tahmil buyurduğu bu vazife, kendilerinden habersiz bir şe­kilde durumlarını tespit etmek ve gerekirse savaşmak idi. Şüphe­siz bu vazifeyi yerine getirebilmek için, uzağı görebilen, tedbirli, düşünceli hareket eden ve cesaret sahibi bir insan olmak gere­kirdi. Hz. Peygamber, kendisine her zaman güvendiği Halid'i seçti; o da bu vazifeyi liyakatla yerine getirdi.

Halid b. Velid'in Tebuk Seferi ile Dumetu'l-Cendel

Seriyyesi

Rasulullah'ın emri altında Halid b. Velid'in iştirak ettiği son gazve, Tebuk Seferidir. Hz. Peygamber'in bu son gazvesi, H. 9. yılı Recep ayında (Ekim 630), otuz bin kişilik bir ordu ile Bizans'a karşı tertip edilmiş ve Medine'ye 700 km. kadar uzak­lıkta Suriye yolu üzerindeki TebUk'a kadar gidildiğinden bu adı almıştır.

Bizans'a bağlı Gassaniler'in müslümanlara karşı savaş hazır­lıklarına başladıklarına dair haberlerin Medine'ye ulaşması üze­rine Hz. Peygamber, o güne kadar hazırlamış olduğu orduların en büyüğünü hazırladı. Umumiyetle savaş için gideceği hedefleri gizli tutan Hz. Peygamber, Tebuk Seferine çıkarken hedefini açıkça ilan etti. Bu husus, hem müslümanlar hem de henüz müs­lüman olmayanlar ve bilhassa bedevi zümreler üzerinde büyük tesirler icra etti. Hz. Peygamber uzun bir yolculuktan sonra Tebuk'a ulaştı; ordugahını orada kurdu.

Bu sefer esnasında, düşman ordusuyla karşılaşılmadığı için savaş olmadı. Halid b. Velid'in hayatı ve şahsiyetini yakından alakadar eden bazı gelişmelere; bu arada onun Dumetu'l- Cendel'e seriyye kumandanı olarak gönderilmesine dair haberler üzerinde durmak istiyoruz.  

Kur'an-ı Kerim'in 9. suresi (Tevbe veya Berae) bu sefer ha­zırlıkları esnasında, sefer sırasında ve sonunda nazil oldu. Hz. Peygamber, Tebuk'ta bulunduğu sırada, kendilerine davetçiler gönderdiği ehl-i kitap mensuplarına, bu surenin 29. (cizye) aye­tinin hükümlerini ilk defa tatbik etmeye başladı. Bu ayet-i keri­meye göre, ehl-i kitap olan zümrelere, müslüman olmaları teklif edilir, onlar bu daveti kabul ederlerse ne ala, müslüman olurlar, eğer müslüman olmayı kabul etmeyip kendi dinlerinde kalmak isterlerse, İslam Devleti'ne cizye ödemeleri istenir. Cizye ödeme­yi kabul ederlerse, devletin tebaası olurlar, kendilerine Allah ve Raslılü'nün zimmesi verilir, can, mal, ırz ve namusları ile din ve mabetleri İslam Devleti'nin himayesine alınır, kendilerine de "zimmi" denilir. Cizye ödemeyi reddettikleri takdirde, kendile­riyle savaşa karar verilir.327

Hz. Peygamber Teblik'te bulunduğu sırada, çok geniş bir coğrafi sahayı içine alan batı istikametindeki Makna'ya, Eyle limanına, Cerba ve Ezruh'a, Filistin hududuna giren Ma'an'a küçük askeri birlikler gönderdi. Çoğu hıristiyan ve bazı yahudi zümrelerin yaşadığı bu bölgelerdeki insanları İslam dinine davet etti. Onların hepsi de müslüman olmayı kabul etmediler, buna mukabil cizye ödemeye razı olarak İslam Devleti'nin tebaası ol­dular. Böylece bu topraklar, devletin hududlarına dahil oldu.

Teblik'teki, cizye ayeti ve zimmi statüsü tatbikatını bu şe­kilde, kısaca da olsa ele almamızın sebebi, Halid b. Velid'i çok yakından alakadar etmesinden dolayıdır. İleride ele alacağımız üzere Halid b. Velid, Raslılullah'ın bu alemden ayrılmasından sonra, gerek Sasani, gerek Bizans imparatorluklarına karşı, önce Irak'ta sonra da Suriye'de gerçekleştireceği büyük İslâm fetihleri esnasında, Tebuk'te bizzat Hz. Peygamber'den öğrendiği bu cizye âyeti hükümlerine göre, geniş bir tatbikat sahası bulacak; birçok şehir ve bölge halkı ile zimmi statüsüne göre andlaşma- lar yapacaktır.

Tebuk Seferinde fiili bir savaş vuku bulmadığı için, Halid b. Velid'in ordudaki vazifesi hakkında kaynaklarda herhangi bir haber bulunmamaktadır. Ancak biz, şimdi ele alacağımız Dume- tu'l-Cendel seriyyesiyle alakalı haberlerde, Halid'in yine süvari birliği kumandanı olduğunu kolayca anlayabiliyoruz. Hz. Pey- gamber'in Teblık'ta gönderdiği seriyyeler arasında, kumandanlı­ğını Halid'in yaptığı Dumetu'l-Cendel'e gönderilen seriyye de bulunmaktadır.

Hz. Peygamber, emrine dört yüz yirmi süvari verip Halid'i, Ukeydir b. Abdülmelik'e gönderdi. Kinde kabilesinin Seklin kolundan olan Ukeydir, hıristiyan idi ve büyük bir panayırın bulunduğu mühim bir ticaret merkezi olan Dumetu'l-Cendel'in hakimi bulunuyordu.

Mlıte savaşında karşılaşmış olduğu büyük tehlikeyi unut­mamış olan Halid b. Velid, emrine verilen asker sayısını az bul­duğu için:

-   Ya Rasulallah! Az sayıdaki askerlerin başında, Kelbliler'in ülkesinin ortasında onu nasıl bulabilirim? diyerek endişesini Hz. Peygamber'e arzetti. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

-   Sen, yabani sığır avlarken onu bulacaksın ve yakalayacak­sın! diye endişesini izale buyurdu; arkasından da Ukeydir'i yaka­layınca öldürmeyip kendisine getirmesini; gelmeyi kabul etme­diği takdirde onu öldürmesini emretti.

Halid Teblık'ten ayrıldı; mehtaplı bir gecede Dumetu'l- Cendel'deki Ukeydir'in kalesine ulaştı. O sırada Ukeydir, kale üzerinde karısı ile birlikte hava alıyor, cariyesinin söylediği şar­kıyı dinlerken şarabını yudumlayarak eğleniyordu. Halid ve as­kerleri, gizlendikleri yerde onları gözetliyorlardı. O sıralarda yabani bir sığır kale kapısına geldi ve boynuzlarıyla kapıyı süs- meye başladı; Ukeydir'in karısı er-Rebab, işittiği sese doğru kale­nin tepesinden kapıya baktı ve hayvanı gördü. Semiz olan hay-

vanı kocasına da gösterdi. Ukeydir, hayvanı avlamaya karar ve­rip kaleden aşağıya indi; kardeşi Hassan ile iki kölesini de yanına alarak, ellerinde küçük mızraklarla ata binip avlanmaya çıktı. Gelişmeleri yakından takip eden Halid ve askerleri, kaleden uzaklaşan Ukeydir ve yanındakilere saldırdılar, Ukeydir'in kar­deşi teslim olmayı reddedince onu öldürdüler, Ukeydir'i esir aldılar, köleler ise kaçıp kaleye sığındılar.

Halid'in aniden Ukeydir'e saldırması, onun daha önce, Me­dine'ye karşı düşmanla işbirliği yapması yüzündendi. Hendek savaşı öncesi Ukeydir, Hayberli Yahudiler'le işbirliği yaparak, Medine'ye, Suriye ve Irak'tan gelen ticaret kervanlarının yolunu kesmişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber bir sefer tertip etmiş ve onu cezalandırmak istemişti (Rebiulevvel 5/ Ağustos 626). An­cak, İbn Hişam'a göre yoldan geri dönmüş; İbn Sa'd'a göre ise Dumetu'l-Cendel'e kadar gitmiş; Hz. Peygamber'in Üzerlerine geldiğini haber alan Ukeydir ve Dume halkı yerlerinden uzakla­şıp kaçmışlar; kimseyi bulamayan Hz. Peygamber de Medine'ye dönmüştü. İşte şimdi Hz. Peygamber, Teblık'tan Halid'in ku­mandası altında gönderdiği bu seriyye ile Ukeydir'i cezalandır­mak istiyordu. 328

Halid b. Velid, Ukeydir'in öldürülen kardeşi Hassan'ın üze­rindeki çok süslü ve atlas kumaştan yapılmış cübbeyi aldı; Amr b. Ümeyye ed-Damri ile Hz. Peygamber'e gönderdi. Amr, Ukey- dir'in yakalandığını Hz. Peygambere haber verdi ve cübbeyi kendisine teslim etti.

Halid, kaleyi teslim etmesi ve kendisiyle birlikte Hz. Pey- gamber'e gelmesi şartıyla Ukeydir'i himayesine alacağını söyledi. Ukeydir bu şartları kabul etti; ancak diğer kardeşi Mudad, onun ellerini bağlı görünce kalenin kapısını açmayı reddetti. Bunun üzerine Halid, onun ellerini çözdü; kendisiyle aşağıdaki şartlarla bir andlaşma yaptı; kale kapısı açılınca da kardeşi Mudad'ı tutuk­ladı. Yapılan andlaşmaya göre Ukeydir, iki bin deve, sekiz yüz at, dört yüz zırh ve dört yüz mızrak verecek ve kardeşiyle birlikte Hz. Peygamber'in yanına gidecekti.

Halid b. Velid, tespit edilen ganimet malları ile Ukeydir ve kardeşini alıp Hz. Peygamber'in yanına döndü. Kaynaklarda, o sırada Hz. Peygamber'in hala Teblik'te olduğuna dair haberler yanında, mesela İbn Sa'd, RasUlullah'ın Tebuk'ten ayrılıp Medi­ne'ye dönmüş olduğunu tasrih eder.

Boynunda haçı, atlastan süslü elbisesi ile Hz. Peygamber'in huzuruna çıkan Ukeydir, İslam davetini kabul etmedi; cizye öde­meye razı oldu ve kendi dininde kaldı. Ayrıca Hz. Peygamber'e bir de cübbe hediye etti. Hz. Peygamber onun için bir eman- name yazdırarak onun teslim şartlarını, kendilerine Allah ve RasUlü'nün zimmesi verildiğini beyan etti. RasUlullah'ın yanında mührü olmadığı için, eman-nameyi mürekkepli tırnağı ile çize­rek mühürledi ve onların ülkelerine dönmelerine izin verdi.

Bazı rivayetlerde Ukeydir'in müslüman olduğu ve daha son­ra irtidad ettiği de rivayet edilir. Hatta bu hususu ihtiva eden bir mektup metni de kaynaklarda yer almaktadır. Bu mektup da dahil olmak üzere onun müslüman olduğuna dair rivayetleri doğru kabul etmediğimizden burada ayrıca ele almayı gerekli görmüyoruz. Esasen bu rivayetlerde, Halid b. Velid'in bu seriy- yedeki hizmetleri aynı şekilde anlatılmakta ve diğer haberler ile bir farklılık arzetmemektedir. 3Burada, diğer kaynaklarda zikredilmeyen bir haberi daha ele almak istiyoruz. İbnü'l-Kelbi'nin naklettiği bu rivayete göre Ha- lid b. Velid, Tebuk Seferi esnasında, Dumetu'l-Cendel'de bulu­nan Vedd adlı putu yıkmakla da vazifelendirilmişti. Kur'an-ı Kerim'de adı geçen (Nuh 71/23) ve büyük bir insan heykeli şek­linde olduğu nakledilen bu puta, Beni Amir b. Avf kabilesi bakı­yordu. Amiru'l-Ecdar diye bilinen bu kabile mensupları Halid'in putu yıkmasına mani olmak istediler. Halid onlarla savaştı; ken­dilerini öldürdü; putu kırıp parçaladı. 330

Böylece Halid b. Velid, Hz. Peygamber'in son askeri seferine katılma şerefine nail olmuş; Ukeydir'e karşı çok başarılı bir as­keri operasyonu gerçekleştirerek Dumetu'l-Cendel'in İslam Dev­leti hududlarına alınmasını sağlamış; bu bölgedeki puta tapıcılı- ğa yeni ve kuvvetli bir darbe daha indirmiş; Hz. Peygamber'in itimadına haklı olarak mazhar olduğunu göstermiştir.

Halid b. Velid'in Necran'a Beni'l-Haris b. Ka'b

Kabilesine Gönderilmesi

Tebuk seferinden Medine'ye Ramazan ayında dönen Hz. Peygamber, Kabe-i Muazzama'ya müşriklerin gelebileceklerini ve bazılarının geceleyin çırılçıplak tavaf edeceklerini bildiği için 9 yılında (631) haccetmek için Mekke'ye gitmeye gönlü razı olmadı ve Hz. Ebu Bekir'i emir-i hac tayin etti. Hz. Ebu Bekir üç yüz kadar müslümanla Mekke'ye hareket etti. İşte o sıralarda Tevbe (Berae) suresinin başından itibaren 28 ayeti nazil oldu. Kaynakların rivayetinden anlaşıldığına göre, bu ayetler, Tevbe suresinin başında bulunmasına rağmen, mesela cizye ve Tebuk seferini alakadar eden diğer bazı ayetlerden daha sonra nazil oldu. Hz. Peygamber, müşrikler ile kendisi ve onlar arasındaki umumi ve hususi andlaşmalar hakkında bazı hükümler ihtiva eden bu ayetleri, hac için Mekke'ye geleceklere tebliğ etmek üzere Hz. Ali'yi vazifelendirdi. Araplar arasında eskiden beri cari olan bir geleneğe göre, kabileler arasındaki muahedeler üzerinde, kabile reisi veya ailesinden birisi söz sahibi olabileceğinden, Hz. Peygamber bu ayetleri, daha önce emir-i hac tayin ettiği Hz. Ebu Bekir'in değil de Hz. Ali'nin tebliğ etmesini uygun buldu.

Surenin ilk ayeti, müşriklere karşı çok açık ve sert bir ülti­matomdu; başında bu sebepten dolayı besmele bulunmayan surenin ilk ayeti:

"Allah ve Rasulünden, kendileriyle andlaşma yaptığınız müş­riklere ihtardır, ültimatomdur!" diye başlamakta, ültimatomu veren taraf ile verilen tarafı açıkça zikretmektedir. Hz. Ali, Zil- hicce'nin 10. günü Mina'da surenin ilk 28 ayetini okuduktan sonra aşağıdaki hususları insanlara tebliğ etti:

-    Kafirler cennete giremeyeceklerdir.

-   O yıldan sonra müşrik bir kimse, artık haccedemeyecek ve Mescid-i Haram 'a yaklaşamayacaktır.

-    Kimse Kabeyi çıplak olarak tavaf edemeyecektir.

-   Hz. Peygamber ile süresiz ve umumi mahiyette andlaşması olanların, andlaşmaları iptal edilmiştir; bu durumda olanlar, yeryüzünde dört ay serbestçe dolaşabilecekler; bu sürenin sonun­da, müslüman olmadıkları takdirde öldürüleceklerdir.

-    Hz. Peygamber ile belirli bir süre ve hususi andlaşmaları bulunanlar ise, andlaşma sürelerinin sonunda müslüman olma­dıkları takdirde öldürüleceklerdir. 331

Yüce Allah'ın Arap yarımadasındaki müşriklerin kesin ola­rak ortadan kaldırılmasını emir ve ihtar buyurduğu bu ültima­tom tesirini göstermiş; birçok kabile müslüman olmuştur. Ancak Necran'da yaşayan Beni'l-Haris b. Ka'b kabilesi henüz müslüman olmamış; Medine'ye gelip Hz. Peygamber'e biat etmemişti.332

Hicretin 10. yılı Rebiulahir ayında (Temmuz-Ağustos 631) Hz. Peygamber, onların bu durumuna son vermek üzere, Halid b. Velid Hazretleri'ni Necran'a Beni'l-Haris b. Ka'b kabilesine, dört yüz askerle göndermeye karar verdi.333 Hz. Peygamber, onlarla savaşmadan önce, kendilerini İslam dinini kabule ça­ğırmasını ve bu davetine üç gün devam etmesini; davete icabet ederlerse onlarla savaşmamasını, aksi takdirde savaşmasını Halid'e emretti.

Beni'l-Haris b. Ka'b kabilesinin yurduna varan Halid b. Ve- lid, hem kendisi hem de birçok süvarisi, "Ey insanlar! Müslüman olunuz da selamet bulunuz, kurtulunuz" diye bağırarak halkı müslüman olmaya davet ettiler. Kabile mensupları da bu davete icabet edip müslüman oldular.

Böylesine büyük bir kabilenin savaşsız müslüman olmasın­dan sonra Halid b. Velid ve askerleri hemen Medine'ye dönme­mişlerdir. Hz. Peygamber'in kendisine vermiş olduğu emir ve talimatı aynen yerine getirmeye çalışan Halid b. Velid, bir müd­det bu kabile arasında kaldı; onlara İslam dininin esaslarını, Kur'an-ı Kerim'i ve Hz. Peygamber'in Sünneti'ni öğretmeye baş­ladı. Bu arada, seriyyede bulunan Bilal b. Haris el-Muzeni ile Hz. Peygamber'e aşağıdaki mektubu yazdı:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyle, "Allah 'ın Rasulü Muhammed'e Halid b. Velid'den,

"Ey Allah'ın Elçisi! Allah'ın selam, rahmet ve bereketi senin üzerine olsun! Kendinden başka hiçbir ilahın olmadığı Allah 'a seninle birlikte hamd ederim. Ey Allah 'ın Elçisi! Sen beni, Beni'l- Haris b. Ka'b kabilesine gönderdin ve bana, onların yanına vardı­ğım zaman üç gün savaş yapmamamı ve onları İslamiyet'e davet etmemi; müslüman olurlarsa kabul etmemi ve kendilerine İslam'ın esaslarını, Allah 'ın Kitabı'nı ve Peygamber'inin Sünne- ti'ni öğretmemi; müslüman olmazlarsa onlarla savaşmamı emret­tin.

"Ben onların yanına vardım; Rasulullah 'ın bana emretmiş olduğu gibi kendilerine: 'Ey Beni'l-Haris, müslüman olunuz, selamet bulunuz' diyen süvariler göndererek onları İslam dinini kabul etmeye çağırdım. Onlar da müslüman oldular; savaşmadı­lar. Şimdi ben, onların arasında oturuyorum ve kendilerine Al­lah 'ın emrettiği şeyleri emrediyor, yasakladığı şeyleri yasaklıyo­rum. İslam'ın esaslarını ve Peygamber'in Sünneti'ni öğretiyorum.

Rasulullah'ın cevabı gelinceye kadar da bu şekilde hareket edeceğim.

"Ey Allah 'ın Elçisi! Allah'ın selamı senin üzerine olsun!"

Halid b. Velid'in Necran'dan gönderdiği bu mektubu alan Hz. Peygamber, ona yazdığı cevabi mektupta, şu direktifi vermiştir:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyle, "Allah 'ın Rasulü Muhammed'den Halid b. Velid'e,

"Sana selam olsun! Kendinden başka hiçbir ilahın olmadığı Allah'a seninle beraber hamd ederim. Beni'l-Haris b. Ka'bların savaşmadan, davet ettiğin İslam dinini kabul ile Allah 'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet etmiş olduklarını bildiren mektubun elçinle beraber bana ulaştı. Allah onlara, hidayet yolunu göstermiştir. Onları müjdele ve kendilerini uyar; sen (Medine'ye) dön ve seninle birlikte onların bir heyeti degelsin!

"Allah 'ın selam ve rahmeti senin üzerine olsun!334

Hz. Peygamber'den gelen bu cevap üzerine Halid b. Velid, askerleriyle birlikte Necran'dan Medine'ye döndü. Mektuptaki emre uygun olarak, kabilenin yedi kişilik heyeti de onunla birlik­te Medine'ye geldi. Hz. Peygamber onları görünce, kıyafetleri dikkatini çekti ve Ashabına: "Hindliler'e benzeyen bu adamlar kimlerdir?" diye sordu; kendisine Beni'l-Haris b. Ka'b kabilesi mensupları oldukları bildirildi.

Halid b. Velid, Medine'de bu heyetin mihmandarlığını yaptı. Hz. Peygamberin huzuruna çıkıp selam verdikten sonra:

- Şehadet ederiz ki sen, Allah 'ın Elçisisin ve Allah 'tan başka da ilah yoktur, diyerek Hz. Peygamber'e biat ettiler. Hz. Pey­gamber de onlara şunları söyledi: Ben de şehadet ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur ve ben de Allah'ın Elçisiyim. Sizler, korkutulduktan sonra öne düşü­rülerek gelen kimselerdensiniz!

Hz. Peygamber'in geç müslüman olduklarına kızgınlığının bir ifadesi olan bu sözlerine heyet mensupları cevap vermeyip sustular. Hz. Peygamber bu sözlerini dört defa tekrar etti. Sonra içlerinden Yezid b. Abdülmedan:

-   Evet Ey Allah 'ın Elçisi! Bizler, korkutulduktan sonra öne düşürülerek gelen kimselerdeniz, diye dört defa tekrar etti. Onun bu cevabı üzerine Hz. Peygamber şunları söyledi:

-   Şayet Halid sizin müslüman olduğunuzu ve savaşmadığını­zı bana bildirmemiş olsaydı, başlarınızı ayaklarınızın altına ata­caktım. Bu tehdid ve kızgınlık ifade eden sözler üzerine Yezid:

-   Evet ama, Vallahi biz ne sana ne de Halid'e hamd ederiz, deyince Hz. Peygamber:

-              Öyle ise kime hamd edersiniz? diye sorunca Yezid:

-   Allah 'a hamd ederiz, cevabını verdi. Hz. Peygamber bu ce­vap üzerine:

-              Doğru söylediniz, buyurdu.

Kaynaklarımızda, bu kabile heyeti ile Hz. Peygamber'in kar­şılıklı konuşmalarına dair aşağıdaki haberi de ele almak istiyo­ruz. Beni'l-Haris b. Ka'b kabilesinin cengaver olduğunu ifade eden bir soruyu Hz. Peygamber şu şekilde onlara sordu:

-   Cahiliye çağında sizinle savaşanlara ne ile galip geliyordu­nuz? Heyet mensupları:

-   Biz kimseye galip gelmiyorduk ki! diye cevap verdiler. Hz. Peygamber:

-   Hayır! Sizinle savaşanlara galip geliyordunuz! diye sözünde ısrar edince, heyet mensupları:

-    Ey Allah 'ın Elçisi! Bizimle savaşana galip geliyorduk; çünkü bizler, daima birlik içinde oluyor ve hiç ayrılmıyorduk. Ayrıca bizden hiç kimse, insanlara zulüm yapmazdı, dediler. Onların bu cevabı üzerine Hz. Peygamber:

-              Doğru söylüyorsunuz, buyurdu.

Halid b. Velid, Beni'l-Haris b. Ka'b kabilesi heyetini on gün evinde misafir edip ağırladı ve kendileriyle meşgul oldu. Heyet, Şevval ayının sonu veya Zilkade ayının başında Necran'a döndü. Hz. Peygamber, heyet mensuplarına onar Ukye gümüş hediye etti; onlardan Kays b. el-Husayn Zi'l-Gussa'ya ise oniki buçuk ukye verdi ve onu bu kabileye emir tayin etti. Ayrıca, Ashabdan Amr b. Hazm'ı, zekat amili ve dini öğretmesi için Necran'a gön- derdi.335 Diğer taraftan Hz. Peygamber, bu kabile ve kollarından, ikisi bu heyette bulunan beş kişi ile dört aileye toplam dokuz mektup yazmıştır.336 Böylece Necran bölgesinde büyük bir kabi­le, kollarıyla birlike Halid b. Velid'in kumandanlığı, tebliğ ve irşadı sayesinde müslüman oldu.

Bu seriyye esnasında Halid b. Velid, aşağı yukarı altı ay kadar bu kabile ile meşgul alınuş ve çok başarılı bir netice de elde etmiştir. Hz. Peygamber'in askeri hizmetler yanında, İslam dininin tebliği için de Halid'i vazifelendirmiş olması dikkatlerimizi çekmektedir. Diğer taraftan, Hz. Peygamber'in Halid b. Velid'in kumandası altında göndermiş olduğu bu se- riyye, o zamana kadarki gazve ve seriyyelerden de ayrı bir hu­susiyeti haizdir. Şöyle ki bu seriyye, ne müdafaa endişesiyle, nede İslam'ı tehdid eden bir zümreye karşı yapılmıştır. Berae suresinin nazil olmasından ve müşriklere verilen ültimatom­dan sonra bu seriyye, doğrudan doğruya müşrik bir kabilenin, İslam'a ve onun Peygamberi'ne tabi olmasını temin etmek için hazırlanmıştır. Bu seriyye, Allah ve Rasfılü'nün ültimatomu­nun yerine getirilmesi için hazırlanmış olması hasebiyle, aynı zamanda bu kabilenin cezalandırılmasını hedef almıştır. Halid b. Velid, savaşa gerek kalmaksızın bu gecikmeyi izale etmiştir. Burada, Hz. Peygamber'in, ültimatomunun gereği olmak üzere başka bir savaş teşebbüsünde bulunmadığını belirtirken, bir başka noktaya, Hicret'in 10. yılında hiç savaş yapılmamış oldu­ğuna da işaret edelim.337

Hz. Peygamber'in hayatındaki Halid b. Velid'in bu son se- riyyesi hakkındaki sözlerimizi, Taberi'nin eserinde yer alan ve bize göre doğru olmayan bir haberi hatırlatarak tamamlamak istiyoruz. Buna göre Halid b. Velid, Yemen'de altı ay kalmış olmasına rağmen başarı elde edememiş ve Hz. Peygamber onun yerine Hz. Ali'yi göndermiştir. Taberi'nin eserinden özetle verdiğimiz bu haberi, birçok muahhar kaynak, aynen veya kısaltarak nakletmiştir. Biz bu haberin doğru olmadığını delilleriyle burada ele almayı gerekli görmüyoruz. Çünkü bu haber, Halid b. Velid Hazretlerini alakadar etmemekte ve Hz. Ali'ye ait bulunmaktadır.338

Hz. Peygamber ve Halid b. Velid

İslam Tarihi kaynaklarında Halid b. Velid'in adı, Beni'l- Haris b. Ka'b Seriyyesi'nden sonra, yalnızca bir defa, o da Veda Haccı'nda geçmektedir. Artık onun Hz. Peygamber ile (onun emrinde) geçirdiği üç yıl tamamlanmaktadır. Rasûlüllah 'ın bu alemden ayrılmasından sonra, onu yeni ve büyük işler, çetin savaşlar ve zorlu mücadeleler beklemektedir. Onun hayatının bu yeni safhasını ele almadan önce, Veda Haccı'ndan, daha sonra da şahsiyetini aksettiren bazı hadis-i şeriflerden bahsederek Rasûlüllah  devrini tamamlamak istiyoruz.

Hz. Peygamber, Hicretin 10. yılı Zilkade ayında (Ocak-Şubat 632), başta Medine-i Münevvere'dekiler olmak üzere çevredeki bütün müslümanlara, kendisiyle birlikte haccetmek üzere hazırlık yapmalarını ve Medine'de toplanmalarını emretti. 25 Zilkade 10 (22 Şubat 632) Cumartesi günü öğle namazından sonra Medi­ne'den ayrıldı; hac ve umreye niyet ederek yola çıktı. Hz. Pey- gamber'in Medine'ye hicretinden beri ilk ve İslam Tarihinde Ve­da Haccı diye meşhur olan bu hacc esnasında, diğer bölge ve şe­hirlerden gelenlerle birlikte, yüz yirmi dört bin, bazı rivayetlere göre daha da fazla sahabi kendisiyle birlikte haccetti.339 Bu şanslı ve şerefli insanlardan birisi de Halid b. Velid idi.

Kaynaklarımız, Veda Haccı esnasında Halid b. Velid ile alakalı olmak üzere bir tek ve çok değişik bir hatırayı bize ulaş­tırmıştır. Peygamber Efendimiz 10 Zilhicce günü Mina'da irad buyurdukları meşhur hutbesinden sonra, kurbanlık olarak getir­dikleri yüz deveden altmış üçünü bizzat kurban ettikten sonra, kalanını, kurban etmesi için Hz. Ali'ye bıraktı; sonra da berberi Ma'mer b. Abdullah'ı çağırdı; başını tıraş etmesini emretti

Ashab, Hz. Peygamber'in etrafında toplanmış, sakal-ı şerifinden almak için beklemeye başlamıştı. Onlar arasında Halid de bulu­nuyordu. Hz. Peygamber'in saçları kesildikçe etrafındakilere dağıtıyordu. Sıra Hz. Peygamber'in mübarek başının ön tarafı­nın, nasiyesinin tıraş edilmesine gelmişti. Halid:

Ya Rasulallah! Nasiyenin saçını bana ver, diye yalvarmaya başladı. Raslılullah, kumandanının talebini yerine getirdi ve sa- kal-ı şerifini ona ikram etti.

Tıraşı esnasında Hz. Peygamber'in yanında bulunan ve Ha- lid b. Velid'in halini yakından takip eden Hz. Ebu Bekir, aşağı­daki sözleriyle ondaki büyük değişiklik ve tecelliyi, canlı bir şe­kilde bakınız nasıl tasvir etmektedir:

"- Halid b. Velid'e bakıyor, onun Uhud'da, Hendek'te, Hu- deybiye'de bizimle karşılaştığı her yerdeki eski hali ile; Kurban gü­nünde tıraş olmakta olan Hz. Peygamber'e, ipinde bağlı dişi deve gibi sekerek kendisini Rasulullah 'a göstermek için gayret sarf et­mesindeki haline bakıyor hayret ediyorum. Halid:

"- Ya Rasulallah! Anam babam sana feda olsun! Ne olur nasiyenin saçını bana ver; başkasını bana tercih etme! diye yalva­rıyordu. Sonra ona baktım, Rasulullah 'ın sakal-ı şerifini aldı; onu gözlerine sürmeye ve öpmeye başladı. "

Raslılullah'a aşk ve şevk ile bağlı olduğunu, onu büyük ve derin bir muhabbetle gönülden sevdiğini ve saydığını gösteren Halid b. Velid Hazretleri, öpüp gözlerine sürdüğü sakal-ı şerifi, sarığının önünde muhafaza ederdi. Bu sayede o, karşılaştığı bü­tün düşman ordularını dağıttığına inanırdı. O, bu inancında o kadar samimi idi ki, Bizans ordusuyla yaptığı büyük Y ermUk savaşında, sarığı başından yere düşünce, muharebenin o şiddetli hengamesinde kılıç sallamayı bırakıp sarığını aramaya başlamış; bu şekilde davranmasını yadırgayanların ne yapmağa çalıştığını sormaları üzerine de, sarığında Raslilullah'ın sakal-ı şerifinin bulunduğunu; onunla savaştığı herkesi mağlup ettiğini söylemiş­tir. Bu davranışı ve anlayışı ile Halid b. Velid, Raslilullah'ın sa- kal-ı şerifinin kendisi için çok aziz bir hatıra olduğunu; bunu hayatı boyunca saklamağa meclubiyet derecesinde itina ettiğini ifade etmesi yanında; savaşlarda maddi hazırlıklarını eksiksiz yerine getirseler de askerlerin, maneviyata da büyük bir ihtiyaç duyduklarını göstermiştir. 341

Halid b. Velid, 1 Safer 8 tarihinde müslüman olduktan son­ra, hayatının üç yıl bir ay on iki günlük çok değerli, dünyalara bedel kısmını, Hz. Peygamber ile geçirdi. Raslilullah'ın emri altında, seriyye, süvari ve öncü birliği kumandanı olarak onun askeri faaliyetlerine katıldı. Ona havale edilen bütün bu mukad­des askeri vazifeler, kendisine karşı Hz. Peygamber'in beslediği itimadın açık tezahürüdür. Bu eşsiz dahi kumandan, müslüman oluşundan itibaren, Hz. Peygamber'in bütün gazvelerinde bu­lunmuş; bütün seferlerinde onun rızasına uygun hareket etmiş; askeri kabiliyet ve gücünü ortaya koymuştur. Geç müslüman olmasına rağmen, Hz. Peygamber onu diğer Ashabından ayır­mamış; kendisine sevgi ve yakınlık göstermiş; gerektiğinde ken­disini tenkid etmiş; onda meknuz olan askeri kabiliyetleri takdir ve teşvik etmiş; İslam'ın, imanın ve Kur'an'ın neşrinde onun bu kabiliyetinden istifade etmiş ve kendisine "Seyfullah" (Allah'ın Kılıcı) unvanını vermiştir.

İnsan, Hz. Peygamber'in Halid'i bu şekilde takdir etmesinin, yalnızca kendi hayatındaki onun bu askeri muvaffakiyetleriyle sınırlı olmadığını düşünüyor ve hissediyor, Raslilullah'ın bu alemden ayrılmasından sonraki onun askeri faaliyetleri ve gerçekleştirdiği fetihlerle Allah'ın dinine yardım edeceğini ve ilay-ı kelimetullah hususunda çok aktif rol oynayacağını görüp müşa­hede etmiş olduğuna inanıyor. Halid'in askeri hayatı, bize bu anlayışı ilham ediyor.

Halid b. Velid, yaradılıştan askerdi; kendisini savaşlarda ol­duğu gibi günlük hayatında da asker gibi hisseder, asker gibi davranırdı. Tayin ve tespit ettiği hedeflere, sert ve kararlı, en kısa ve en süratli şekilde ulaşmayı ister, bunun için bütün gücünü ve kuvvetini ortaya koyar, engel tanımazdı. İnsan psikolojisine vakıf olduğundan, askerlerini savaş meydanlarında çok iyi ve dirayetli bir şekilde idare ve sevk ederdi. Siyaset onun karekterine uygun değildi, maslahata göre hareketi bilmez, "vur" denilince öldürür­dü. Karşısındaki insanı, daha ilk görüşte, bir sözü veya davranışı ile teşhis eder, onun hakkında kararını verir ve uygulardı. Şöyle dedi, böyle dedi, şunu söyledi, bunu söylemedi gibi kil u kale hiç itibar etmezdi. Ayrıca teşhis ve kararında da ısrar eder, geri adım atmazdı. Hiç şüphe yok ki o, bu şahsiyeti ile, şayet nefs-i em- marenin emrinde şerrin ve küfrün hizmetinde bir ömür geçir- seydi ne kadar zararlı olurdu. Ama İslam'ın ve Kur'an'ın nurlu yolu, Rasfilullah'ın irşadı ve Allah'ın hidayeti, onu Seyfulah Halid b. Velid yaptı. Gerçi o, bu mizaç ve karakteri ile, az da olsa, hata edebilirdi. Ama istikameti, daima doğru olduğu için bu hali ya- dırganmazdı. Halid b. Velid'in günlük ve aile hayatına dair eli­mizde hemen hiçbir vesika bulunmamaktadır. Onun hayatı, İslam Devleti'nin askeri hayatının bir büyük safhasıdır. İleride onun ailesi ve çocuklarını ele aldığımızda da görüleceği üzere, hanım ve çocuklarının sayısı ve isimleri bile tam olarak muhafa­za edilememiştir. Bu bakımdan, onun askeri hayatı dışındaki hususiyetlerini aksettiren, Hz. Peygamber ile olan münasebetle­rini, onun sohbetinden feyz aldığını gösteren bazı hadisleri bu­raya almayı faydalı görüyoruz:

"... Fatıma bint Kays şunları haber verdi: Ebu Hafs b. Muğire el-Mahzumi, Fatıma 'yı üç talakla boşayıp Yemen'e gitmişti. Ebu Hafs'ın ailesi Fdtıma'ya:

-   Senin bizde nafaka hakkın yoktur; dediler. Bunun üzerine Halid b. Velid, birkaç kişi ile Meymune'nin evinde bulunan Rasulullah'a (salla'llâhü aleyhi ve sellem) geldi ve:

-   Gerçekten Ebu Hafs, karısını üç talakla boşamıştır. Acaba bu kadına nafaka var mıdır? diye sordular. Rasulullah:

-  Ona nafaka yoktur; ama iddet müddetini beklemesi gerekir, buyurdu. Fatıma 'ya da:

-    Kendi başına, benden önce evlilik kararı verme! diye haber gönderdi; ayrıca onun Ümmü Şerik'in evine taşınmasını emir buyurdu. Sonra tekrar haber gönderdi:

-   Ümmü Şerik'in evine ilk Muhacirler ziyarete gelirler; onun için ama İbn Ümmi Mektum 'un evine git; başını açtığında o seni göremez; Fatıma bu emir üzerine onun evine gitti; iddeti bitince, Rasulullah (s. a.s) kendisini Üsame b. Zeyd ile evlendirdi. '1342

Bu hadisten anlaşıldığına göre Halid b. Velid, ailesinden herhangi bir kimsenin dini bir konuda Hz. Peygamber'e soru sormasında yardımcı olmuştur. Rasûlüllah 'ın onun eniştesi ol­duğunu; Meymune'nin teyzesi olması hasebiyle evine rahatça gidebildiğini de biliyoruz. Bu husus, Halid ile Hz. Peygamber'in daha fazla yakınlıklarına imkan vermiştir.

"Ebu Hureyre şöyle demiştir: Raslılullah, Ömer'i zekat top­lamak için gönderdi. Sonra, İbn Cemil, Halid b. Velid ve Raslılullah'ın (salla'llâhü aleyhi ve sellem) amcası Abbas b. Abdülmuttalib'in zekat vermedikleri söylendi. Bunun üzerine Rasıllullah şöyle buyurdu:

-   İbn Cemil zekat vermekten nasıl imtina edebilir; o fakir iken Allah ve Rasulu kendisini zengin yaptı.

-    Halid'e gelince, siz Halid'den (zekat istemekle) ona zulme­diyorsunuz; çünkü o, bütün zırhlarını ve savaş aletlerini Allah yolunda vakfetmiştir.

Abbas'a gelince, onun zekatı, bir misli ile beraber benim üzerimdedir. .. '1343

Bu hadis-i şerifte Raslılullah, Halid'in zekat vermediğinden şikayet edilince, gayet kesin bir ifade ile ona zulmedilmemesini emir buyurarak; hem onun zekat vermemesi gerektiğini, hem de kendisinin incitilmemesini arzu ve ikaz etmiştir. Onun niçin zekat vermemesi gerektiği hususundaki Raslılullah'ın izahı ise, bizim için son derece mühim bir noktaya açıklık getirmektedir. Halid'in Mekke'den Medine'ye hicret ettiğinde, babasının mal ve mülkünden artık istifade edemez bir halde bulunduğu ortaya çıkmaktadır. Onun zırhları ve savaş aletleri, belki de atları bile, Raslılullah'ın ifadesi ile Allah yolunda kullanılmak üzere vakf ve tahsis edilmiş olduğundan, esasen zekatın dağıtılacağı sekiz yer­den birisinin de "Allah yolunda" sarfedilmesi emir buyrulduğun- dan (Tevbe 9/60) ve vakıf mallarından zekat alınamayacağı, bun­ların ticaret malları gibi kabul edilemeyeceğinden zekat vermesi gerekmediği açıkça anlaşılmaktadır. Devletin zekat topladığı ve malın kıymeti üzerinden zekatının verilebileceği de bu hadisten anlaşılan diğer hususlardır.

"Ebu Said el-Hudri'den rivayet olunmuştur: Ali b. Ebu Talib Yemen'den Raslılullah'a tabaklanmış bir meşin torba içinde, henüz toprağından tasfiye edilmemiş altın cevheri göndermişti. Raslılullah bunu dört kişi arasında taksim etti; bunlar: Uyeyne, Akra, Zeydu'l-Hayl ve Alkame (veya Amir) idi. Bunun üzerine Ashabdan birisi:

-   Biz, bu altına, onlardan daha layık idik, diyerek taksime iti­raz etti. Rasulullah (salla'llâhü aleyhi ve sellem) bu sözü işitince:

-    Ne tuhaf! Siz bana itimad etmiyorsunuz! Halbuki ben, göktekilerin eminiyim de sabah akşam bana semadan haber geliyor, buyurdu. O sırada, çukur gözlü, çıkık şakaklı, geniş alınlı, gür sakallı, başı tıraşlı, gömleği yukarı çekilmiş bir adam ayağa kalkıp:

-   Ya Rasulallah! Allah'tan kork, dedi. Bunun üzerine Raslılullah:

-   Yazıklar olsun sana! Ben yeryüzündeki insanların Allah'tan korkmaya en layık olanı değil miyim!? buyurdu. Sonra o adam çıkıp gitti. Orada bulunan Halid b. Velid:

-   Ya Rasulallah! Şunun boynunu vuruvereyim mi? diye izin istedi. Rasûlüllah  (salla'llâhü aleyhi ve sellem):

-   Hayır! Belki ileride namaz kılan bir kimse olur, buyurdu. Bunun üzerine Halid:

-   Ya Rasulallah! Namaz kılan öyle kimseler var ki, gönülle­rinde olmayan şeyi dilleri ile söylerler. Halid'in bu sözü üzerine Rasulullah şöyle buyurdu:

-   Ben insanların kalblerini açmaya da, karınlarını yarmaya da memur edilmedim! Sonra gitmekte olan adama baktı ve şun­ları söyledi:

-   Onun neslinden öyle insanlar zuhur edecek ki, onlar, Al­lah 'ın kitabını güzelce okuyacaklar; fakat okudukları, hançere/e- rinden geçmeyecektir. Onlar, okun onu delip geçtiği süratte din­den çıkacaklardır! Ravi, Hz. Peygamber'in şu sözleri de söyledi­ğini zannetmektedir:

-   Eğer ben onların zamanına yetişirsem, kendilerini, Semud kavminin öldürülmesi gibi öldürürüm!'044

Bu hadis-i şerifte Halid b. Velid'in şahsiyetini aksettiren, onun mizaç ve karakterini gösteren iki nokta dikkatimizi çek­mektedir. Birincisi Raslllullah'ın adaletinden, icraatından şüphe edilemeyeceğini; hele bu noktadan onun tenkid edilmesine ta­hammül bile edilemeyeceğini göstermek suretiyle kendisine bes­lediği sevgi ve muhabbetin derecesini ortaya koymuş bulunmak­tadır. Bu tezahür, hiç şüphe yok ki birçok sahabide de görülü­yordu. Hatta münafıklarla bazı bedevi zümreleri ile müellefe-i kuhlbdan olanları bir tarafa bırakırsak, Ashabın tamamı, Hz. Peygamber'e aynı sevgi ve muhabbetle bağlı idi, bu noktada Ha- lid de onlar arasındaki seçkin yerini almıştır.

Diğer nokta ise, Halid'e ve onun gibi olan bazı sahabiye mahsus bir davranışın tezahürüdür. Raslllullah'a: "Allah'tan kork!" diyebilecek derecede saygı ve edepten yoksun birisi karşı­sında o, sert ve kararlı bir karakterde olduğunu hemen göster­miş; "şunun boynunu koparıvereyim, Ya Rasulallah!" diyerek onun hakkında verdiği kararı icraya koymak için Peygamber Efendimiz'den izin istemiştir. Bu, Halid'in mizacını, asker şahsi­yetini en bariz şekilde ortaya koyan ve onu olduğu gibi gösteren bir tavır alıştır. Hz. Peygamber ile konuşmasının devamı da onun aynı karakterini aksettirmektedir. İleride namaz kılan bir kimse olabileceğini ifade buyuran Raslllullah'a karşı Halid, "na­maz kılan öyle kimseler var ki, gönüllerinde olmayan şeyi dilleri ile söylerler" ifadesiyle münafıkların durumlarını dile getirmekte, onları tanıdığını ve kendilerine karşı olduğunu göstermektedir. Hadisin devamı ise, Raslllullah'ın bu hadise karşısındaki tavrını ve bilhassa ileride zuhur edecek harici karakterli insanları teşhis ve teşhir etmesini beyan buyurmaktadır.

"Abdullah b. Büreyde, babasından naklen şunları rivayet et­ti: Meliz b. Malik el-Eslemi, Rasûlüllah 'a gelerek:

-   Ya Rasulallah! Ben nefsime zulmettim, zina ettim; beni te­mizlemeni istiyorum, dedi. Hz. Peygamber onu geri çevirdi. Erte­si gün tekrar geldi ve:

-   Ya Rasulallah! Gerçekten ben zina ettim, dedi. Hz. Pey­gamber, ikinci sefer de onu geri çevirdi; sonra kavmine haber göndererek:

-   Onun aklında yadırgadığınız bir şey biliyor musunuz? diye sordurdu. Onlar, Hz. Peygamber'e:

-   Biz onu aklı başında, tanıdığımız kadarıyla salihlerimiz- den birisi olarak biliriz, diye cevap verdiler. Maiz üçüncü defa geldi; Hz. Peygamber, yine kavmine haber göndererek onu sordu; onlar:

-   Ne kendinde, ne de aklında bir kusur vardır, diye haber gönderdiler.

Maiz dördüncü defa gelince, Hz. Peygamber onun için bir çukur kazdırdı ve kendisinin recmedilmesini emretti.

Daha sonra Gamid kabilesinden bir kadın da geldi ve:

-   Ya Rasulallah! Ben zina ettim; beni temizle, dedi. Hz. Pey­gamber onu geri çevirdi. Ertesi gün kadın tekrar geldi ve:

-    Ya Rasulallah! Beni niçin geri çeviriyorsun? Beni de, Maiz'i çevirdiğin gibi mi geri çevireceksin? Ancak, vallahi ben hamile­yim, dedi. Hz. Peygamber:          

-   Olmaz, haydi git de doğur, dedi. Kadın çocuğu doğurunca, bir beze sarıp onu Hz. Peygamber'e getirdi ve:

-            İşte onu doğurdum, dedi. Bunun üzerine, Hz. Peygamber:

-   Git de onu sütten kesilinceye kadar emzir, dedi. Kadın, ço­cuğu memeden ayırınca eline bir parça ekmek verip Hz. Pey- gamber'e getirdi ve:

- Ya Nebiyyallah! İşte çocuk, onu memeden kestim, yemek de yemeğe başladı, dedi.

Hz. Peygamber çocuğu aldı ve müslümanlardan birisine verdi. Sonra, kadın için göğsüne kadar bir çukur kazılmasını; arkasından da halka, onu recmetmelerini emretti. Halid b. Velid bir taşla geldi ve onun başına attı; kan Halid'in yüzüne sıçrayınca Halid kadına sövdü. Hz. Peygamber, onun kadına sövmesini işitince:

-Yavaş ol Ey Halid! Nefsim yed-i kudretinde olan Allah 'a yemin ederim ki, bu kadın öyle bir tevbe etti ki, eğer "sahib-i meks " böyle bir tevbe etseydi, mutlaka affolunurdu, buyurdu. Sonra kadının getirilmesini emretti; cenaze namazını kıldırdı; kadın defnedildi."345

Halid b. Velid'in şahsiyeti bakımından çok değişik bir teza­hürü bu hadis-i şerifte görüyoruz. İşlediği suçtan ciğeri yanmış bir kadının, Hz. Peygamber'in huzuruna gelip üst üste tekrarla­mış olduğu itirafı; Raslılullah'ın eşsiz müsamahası sonucunda çocuğunu sütten kesen kadının recmedilmesi... Halid'in attığı taş ile kadının başına vurması ve sıçrayan kanın yüzüne gelmesi üzerine sövmesi... Hadis'te, Halid'in ne diyerek sövmüş olduğu zikredilmemekle birlikte "fahişe" demiş olduğu düşünülebilir. Biz, bu hadisede Halid'i anlamaya çalışıyoruz; Hz. Peygamber'in emri üzerine zani bir kadını cezalandıranlar arasında yer alan Halid'in attığı taş sonucunda üzerine sıçrayan kanı da, sahibini de pis kabul ettiği ve bunun için de kadına sövdüğü anlaşılıyor. Bu husus, onun tabına uygundur. Ama, onun tabına uygun bu neviden bazı tezahür ve anlayışlar, yukarıda bir vesile ile de söy­lediğimiz gibi, bazen hatalı da olabiliyor. Nitekim bu hadisede o, Raslılullah'tan ikaz alıyor:

"Yavaş ol Ey Halid!" Halid'in hızlı olduğunda şüphe yok; halbuki Raslilullah, başından beri kadını ve onun derunundaki kendisini yiyip bitiren ateşi bilmektedir, görmektedir, bundan dolayı da Halid'in tavrına ve sövmesine karşı çıkıp onu ikaz bu­yurmuştur, kendisine mani olmuştur. Raslilullah, kadının tevbe- sini de, bu tevbesi sonucunda affedildiğini de bilmektedir, Ha- lid'i ikaz ederken de durdururken de celallidir:

-Nefsim yed-i kudretinde olan Allah 'a yemin ederim ki, bu kadın öyle bir tevbe etti ki, eğer "sahib-i meks " böyle bir tevbe etseydi, mutlaka affolunurdu, buyurmuştur. Hz. Peygamber, kadının suçu ile "sahib-i meks"in suçunu mukayese etmekte; ikincisinin suçunun birincisinden daha büyük olduğunu ifade buyurduktan sonra, eğer sahib-i meks, onun gibi tevbe etseydi, affedilirdi, mağfiret olunurdu buyurarak, kul hakkına tecavüz edenlerin bile o kadın gibi ciğeri yanarak tevbe ederse bağışlana­cağını Halid'e beyan buyurmuştur. Sonra da recmedilen kadının cenaze namazını kıldırmıştır.

"Sahib-i meks" hakkında Hz. Peygamber: "Sahib-i meks cen­nete giremeyecektir" veya "Sahib-i meks cehennemdedir" buyur­muştur. "Sahib-i Meks" yerine, bazı hadislerde "aşir" (onda bir alan) kelimesi de kullanılmıştır. "Meks", hudud ve pazar yerle­rinde, tacirlerin mallarından haksız olarak onda bir nisbetinde vergi almaktır. Bu kelime, bir kimsenin satılık malına hıyanet ve haksızlık etmek yani değerinden aşağıya almak, eksiltmek manasına geldiği gibi, bir kimsenin sattığı maldan haksız olarak alınan muayyen bir vergiye de "meks" adı verilmiştir. Bu işi ya­pan kimseye de "makis" veya "sahib-i meks" denilmiştir. Cahiliye çağında Arap ve acem meliklerince yapılmış olan bir Cahiliye adeti olarak tavsif edilmiştir.346

"Avf b. Malik şunları anlatmıştır: Himyerli birisi, bir düş­man askeri öldürdü ve onun üzerindeki eşyalarını (seleb) almak istedi. Onların kumandanı olan Halid b. Velid, ona mani oldu. Savaş sonunda Avf b. Malik, Raslılullah'a geldi ve onu şikayet etti. Hz. Peygamber bunun üzerine Halid'e:

-   Seni, maktulün selebini ona vermekten meneden nedir? diye sorunca Halid:

-   Ya Rasulallah! Onu, seleb almak hususunda fazla arzulu buldum, diye cevap verdi. Hz. Peygamber:

-             Selebi ona ver, buyurdu.

Sonra Halid, Avf b. Malik'e uğradı; Avf, Halid'in cübbesini çekti, sonra da:

-   Sana, Rasulullah'a şikayet edeceğimi söylemiştim, gördün mü yerine getirdim! dedi. Raslılullah onun bu sözünü işitince öfkelendi ve şöyle buyurdu:

-   Ey Halid! Ona verme! Ey Halid! Ona verme! Sizler, kuman- dan/arımı benimle karşı karşıya mı getiriyorsunuz? Onlarla sizin durumunuz, develeri veya koyunları gütmesi istenilip de onları güden adama benzemektedir. Çoban olan adam, sulama zamanı hayvanları bir havuza getirir; hayvanlar suyun durusunu içer, bulanığını bırakırlar. Aynı şekilde suyun durusu sizlerin, bulanığı da onlarındır (kumandanların). '047

Müslim'den aldığımız bu hadisten anlaşıldığına göre, seleb ile alakalı Halid b. Velid'in bu kararı Mute savaşında verilmiştir. Hz. Peygamber, savaşta bir müslüman, düşmandan birisini öl­dürdüğünde, maktulün üzerindeki eşyalarının (seleb) ona ait olduğunu kararlaştırmış ve bu husus bir kaide haline gelmişti. Mlıte'de Himyer kabilesinden bir müslüman, öldürdüğü düşman askerinin mallarını almak hususunda aşırı düşkünlük göstermiş; Halid b. Velid ise, kumandan olarak onun bu haline bakıp selebi

ona vermek istememiştir. Hadisin metnini bu şekilde anlamak mümkün olduğu gibi, Halid'in selebin çok fazla olmasından dolayı vermediği ve bu malları diğer ganimet mallarına ilave etmiş olduğu şeklinde de anlayabiliriz. Aynı orduda bulunan Malik b. Avf, Hz. Peygamber'in seleb hakkındaki hükmünü Ha- lid'e hatırlatmış, kararını değiştirmeyen Halid'i, savaş dönüşü Hz. Peygamber'e şikayet etmiştir. Hz. Peygamber, durumu Ha- lid'e sorduktan sonra, selebin öldürene verilmesini emretmiştir. Vak'anın buraya kadar olan kısmı, üzerinde durulmasını icap ettirecek bir gelişmeyi ihtiva etmemektedir. Ancak, Hz. Peygam- ber'in emri üzerine selebi vermek üzere harekete geçen Halid'e Avfın davranışından sonraki gelişmeler çok mühimdir. Avfın, yanından geçen kumandanı Halid'in cübbesini çekmesi, elde ettiği neticeden memnun olduğunu keyiflenerek ve laf atarak Halid'e söylemesi, Hz. Peygamber'i son derecede üzmüştür. Ha- lid'e yapılanı doğru bulmayıp karşı çıkmakla kalmamış; "Ona verme Ey Halid!" buyurarak, seleb hakkındaki kararını da değiş­tirmiştir. Rasfilullah'ın, Halid'in incitilmesine karşı çıkması bu kadarla da kalmamış; idare edilenlerin işlerinin kolay olduğuna; buna mukabil kumandan ve idarecilerin mesuliyetine, zor ve sıkıntılı işlerin hep onlara kaldığına, güzel bir teşbih ile dikkati çekerek hem Avfı ikaz, hem de Halid'i hoşnud etmiştir.

Hz. Peygamber ile Halid b. Velid arasındaki haberlerin son bir örneğini daha zikretmek istiyoruz. Halid, geceleri uykusunda korkuyordu. Bu durumu Rasûlüllah 'a arz ve şikayet etti. Hz. Peygamber "Cebrail'in bana haber verdiğine göre, cinlerin kötüle­rinden birisi sana tuzak kurup kötülük yapıyor" buyurduktan sonra, okuması için kendisine bir dua öğretmiştir. Halid bu dua­yı okuyunca, cin kendisinden uzaklaşmış ve uykusundaki korku­su sona ermiştir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

HALİD B. VELİD VE İRTİDAD SAVAŞLARI

Hz. Peygamber'in bu alemden ayrılmasından sonraki geliş­meler, birçok bakımdan büyük ehemmiyeti haizdir. İlahi vahye mazhar olan Raslilullah başta en büyük mucizesi Kur'an-ı Kerim olmak üzere, nüfuzlu şahsiyeti ve dinlenen sözü sayesinde, in­sanları teshir etmeye, kendisine çekmeye, nübüvvetini tasdik ettirerek onları tevhid akidesine bağlı hale getirmeye muvaffak olmuştu. O, bu neticeyi istihsal ederken, çok çile çekmiş, kabilesi Kureyş ile yirmi yıl uğraşmıştı. İrili ufaklı birçok putperest Arap kabilesi yanında, Medine'deki, Hayber ve çevresindeki yahudi­lerle, Kuzey Arabistan'da Bizans hakimiyeti altında bulunan bölgelerdeki hıristiyan-Arap zümreleri ve Bizans askeri gücü ile; Yemen'deki, Bahreyn'deki, Irak'taki Sasani nüfuzu ile; çöl be­devileri ve bilhassa içi başka dışı başka münafık unsurlarla mü­cadele etmek mecburiyetinde kalmıştı. Sonunda, hemen hemen bütün Arap yarımadası, onun ya risaletini, ya da hakimiyet ve zaferini kabul etmişti. Ancak, onun bu alemden ayrılmasıyla birlikte, bu büyük muvaffakiyet ve inkılabı ortadan kaldırmaya teşebbüs eden hareketlerin hemen başladığına şahid oluyoruz.

Kureyşli Abdülmuttalib'in öksüz ve yetim torununun bu muvaffakiyeti, bazılarını onu taklid etmek üzere harekete geçir­miştir. o henüz bu alemde iken başlayan bu hareket, bazı müte- nebbilerin, yalancı ve hokkabazların ortaya çıkmasıyla sonuç­lanmış; onun vefatı ile de hemen genişleyip isyana dönüşmüştür.

Diğer taraftan bazı kabileler, namaz kılacaklarını ama Me­dine'deki İslam Devleti'ne artık zekat vermeyeceklerini ilan etti­ler. Bu arada, Cahiliye devrinin bastırılıp dindirilmiş kabile asa­biyetinin beslediği kin ve intikam hislerinin, şahsi menfaat ve ihtirasların hortlamaya başladığı görüldü. İslamiyet büyük bir sarsıntı ve müthiş bir tehlike ile karşı karşıya kaldı. Araplar, ya eskiye, Cahiliye çağına dönecekler ve Rasulullah'ın risaleti, onun hayatı ile kaim olan bir gelişme halinde kalacak; ya da İslam'ın nuru ve Raslılullah'ın tesis ettiği nizam, bütün bu menfi hareket­leri bastırıp yok edecek, hakimiyet, Kur'an'ın ve İslam'ın olacaktı.

Bu ilahi nizam, yaşamalı, insanlığın selamet ve saadeti, hu­zur ve refahı için varlığını devam ettirmeliydi. Öyle de oldu; günümüze kadar en sağlam şekilde geldi; kıyamete kadar da sürecek. Esasen bu nizamın temelleri, ihlas ve iman ile, sevgi ve aşk ile, maddi ve manevi fedakarlıklar ve gözyaşı ile atılmıştı. Bu nizamın kıyamete kadar payidar kalacağını, bu dinin, diğer din­lere üstün geleceğini Kur'an müjdeliyordu; bu ilahi sese inanan­lar, gönül verenler vardı. Bu husus onlar için, ezelden beri vade- dilmiş bir müjde, inandıkları bir gerçek idi. Bu ezeli hükmün tecellisine hizmet edecek, çok korkunç ve tehlikeli isyan hareket­lerine, iman ve azimle karşı koyacak, dininden ve Kur'an'ından zerre kadar taviz vermeyi düşünmeyen insanlar vardı; onları, Raslılullah bugünler için yetiştirmişti. Onların başında hilafet makamına seçilen velud şahsiyeti ile Hz. Ebu Bekir, &elmekte idi.

İnsanlık tarihi, Hz. Peygamber'in vefatıyla birlikte başgöste- ren bu büyük buhran esnasında, Hz. Ebu Bekir'in, İslam'ın hayat ve istikbalini kurtaran azim ve kararına, metanet ve mukaveme­tine, dirayet ve kiyasetine şahit olmuştur. O idareyi ele aldığı zaman, halifeliğe yakıştığını, bu mevkiin insanı olduğunu, mesu­liyetlerini müdrik bulunduğunu, itibarlı ve vekarlı bir şekilde dost ve düşman herkese göstermiştir.

Hz. Ebu Bekir, iki sene üç ay birkaç gün devam etmiş olan hilafeti esnasında, başta hilafet meselesi olmak üzere, Üsame ordusunun gönderilmesi ve irtidad hareketleri gibi iki büyük mesele ile karşı karşıya idi. Ayrıca onun kısa süren hilafeti dev­rinde, gerçekleştirmeye muvaffak olduğu diğer mühim bir husus da, önce Irak'ta Sasani, sonra da Suriye'de Bizans imparatorluk­larına karşı başlattığı fetih hareketleridir.

Hz. Ebu Bekir'in vazifesi, Rasulullah'ın vefatını öğrenir öğ­renmez başladı. Herkesin büyük bir üzüntü ve şaşkınlık içerisin­de feryadı figan ettiği esnada o, bu çok acı haberi öğrenir öğren­mez Sunh'taki evinden atına bindi, doğruca Mescid-i Nebevi'ye geldi; hücre-i saadete kızı Hz. Aişe'nin odasına girdi; kimseye bir şey söylemeden RasUlullah'ın mübarek yüzünü açtı; onun vefat etmiş olduğunu görünce yaşlı gözleriyle eğilip alnını öptü ve:

"Anam ve babam sana feda olsun! Cenab-ı Hak senin üze­rinde iki ölümü birleştirmeyecektir! Mukadder olan ölümü ise geçirmiş bulunuyorsunf"349 dedi. Sonra da, başta Hz. Peygam- ber'in vefatına inanmak istemeyen Hz. Ömer olmak üzere bütün ümmete, Rasulullah'ın vahiy alan bir insan olduğunu ve onun da öleceğini bildirerek vefatını ilan etti.

O, vahyin artık kesildiği bu yeni devirde, müslümanların hayatlarını nasıl devam ettireceklerini gösterebilecek bir lider olduğunu bu davranışı ile fiilen isbat etmiş oldu. Onun bu liya­kati, Hz. Peygamber'in hayatı esnasındaki mevkiine de esasen uygundu; ayrıca kendisine son olarak tevdi edilmiş bulunan imamet vazifesinin de tabii bir neticesi olarak hilafet makamının sahibi ve 13.yıkı olduğunu gösterdi. Sakifetu Beni Saide'deki mü­zakerelerden sonra Mescid-i Nebevi'de kendisine biat edildi; minbere çıkarak o meşhur hutbesini okudu.

Hz. Ebu Bekir'in hilafete gelişiyle birlikte Medine'de hemen bazı ihtilaflar baş gösterdi. Hz. Peygamber'in vefatı haberiyle birlikte hilafete talip olan Ensar, Muhacirlere cephe aldı; ayrıca Evs ve Hazrec kabileleri arasındaki eski rekabet yeniden hisse­dildi. Muhacirlerin bir kısmını teşkil eden Raslılullah'ın ehl-i beyti ve Haşim oğulları, hilafet meselesinin, kendilerinden ha­bersiz neticelendirilişine en azından alınmıştı.

Diğer taraftan, Medine'deki münafıklar ile Mekke ve Taifteki zümreler, irtidad teşebbüsünden son anda vazgeçen oldukça yeni müslümanlardı.

Ancak, bu üç şehirdeki insanlar ile başta Hicaz bölgesi ol­mak üzere çeşitli yerlerdeki birçok kabile, Hz. Peygamber'in vefatından sonra İslam dinine ve Medine'ye bağlı kaldılar.

Buna mukabil, Arabistan'ın muhtelif yerlerinde yaşayan bazı kabileler, Hz. Ebu Bekir'in halife olduğu Medine'deki İslam Dev- leti'yle irtibatlarını kesip isyan ettiler. Bunlardan bir kısmı, orta­ya çıkmış olan mütenebbilere tabi olmaya başladı; diğerleri ise, namaz kılmaya devam edeceklerini; buna karşılık zekat verme­yeceklerini ilan ettiler.

Hz. Ebu Bekir'i bekleyen en büyük mesele, Üsame ordusu­nun gönderilmesiydi. Hz. Peygamber vefat etmeden önce, Mlıte savaşında şehid olanların intikamını almak üzere hazırladığı ve Şam'a doğru göndermeyi kararlaştırdığı bu ordu, Hz. Peygam- ber'in rahatsızlığının artması, daha sonra da vefat etmesi dolayı­sıyla henüz hareket edememişti. İrtidad hareketlerinden çekinen bazı müslümanlar, mürtecilerin Medine'ye saldırabileceklerinden endişe ettiklerini halifeye bildirerek Üsame ordusunu gönder­memesini ondan istediler. Bu arada bazı müslümanlar da, ordu kumandanı Üsame'nin çok genç, tecrübesiz ve azadlı bir kölenin oğlu olduğu şeklinde çeşitli fikirler ileri sürerek onun değiştiril­mesini halifeye teklif ettiler. Böylece, ordunun gönderilmesi,

hilafet meselesinden sonra, Hz. Ebu Bekir'in uğraşması gereken ilk problem haline geldi.

Diğer taraftan, peygamber olduğunu iddia edenler ve onlara uyanlarla mücadele etmek hususunda bir ihtilaf bulunmamakla birlikte müslümanlar, zekat vermek istemeyen mürtedler hak­kında farklı görüşler ileri sürmeye başladılar. "Lailahe illallah" diyenlerle savaşmanın doğru olup olmayacağı hususundaki Hz. Ömer'in başlattığı tartışma, o yılki zekatların toplanmasından vazgeçilmesi gibi görüşlerin ortaya atılmasıyla gelişme gösterdi ve bu husus da, bir başka ihtilaf konusu halinde halifenin önüne çıktı.

Hz. Peygamber'in vefatı üzerine müslümanların maruz kal­dıkları felaket ve musibeti, müminlerin annesi Hz. Aişe şöylece tasvir etmektedir:

"... Araplar irtidad ettiler; yahudilik ve hıristiyanlık baş kal­dırdı; nifak ortaya çıktı. Peygamberlerini kaybeden müslümanlar, bir kış gecesinin yağmuru altında kalmış koyun sürüsüne benzedi­ler. Nihayet Allah onları, tekrar Ebu Bekir'in etrafında topladı. ''350

Halid b. Velid'in de içinde yaşadığı ilk İslam Devleti'nin baş­şehri Medine'deki müslümanlar, Raslılullah'ı kaybetmenin bü­yük acısı ve ıztırabı içerisinde, bu zor meseleleri halletmeye, sı­kıntılı günlerden kurtulmaya muvaffak olmuşlardır. Hilafet me­selesi, Üsame ordusunun gönderilmesi ve mürtedlerle savaş ko­nusunda, bizi burada yakından alakadar eden husus, Halid b. Velid'in bu mühim meseleler karşısındaki düşünce ve tavırları ile askeri faaliyetleridir.

Hilafet meselesi hakkındaki gelişmelere ve müslümanların farklı tavır ve anlayışlarına yukarda kısaca temas ettik. Halid b. Velid ise gerek Hz. Peygamber'in rahatsızlığı ve vefatı, gerekse

halife seçimi esnasında, herhangi bir şekilde, hadiselerin içinde yer almamış ve gelişmelerde aktif bir rol oynamamıştır. Bu hu­susta kaynaklarda hemen hiç bir habere yer verilmemiştir. Bu­nun tek istisnası, Zübeyr b. Bekkar'ın eserinde yer alan şu haber­dir: "Halid, Hz. Ebu Bekir halife seçilince onu destekleyenlerdendi ve bu hususta bir de konuşma yaptı ... '1351 Diğer kaynaklarda zik­redilmeyen bu haber, dikkatimizi çekmektedir. Esasen Halid'in Hz. Ebu Bekir'i desteklediği ve daima onun yanında yer aldığı tarihi bir gerçektir.

Üsame ordusu hususunda, başta Hz. Ömer, Hz. Osman, Sa'd b. Ebu Vakkas, Ebu Ubeyde ve Said b. Zeyd gibi ileri gelen sahabiler, ordunun gönderilmesinden vazgeçilmesi için Hz. Ebu Bekir'e ısrar ettiler. Bu ordunun gönderilmesi, Halife Hz. Ebu Bekir'in ilk icraatıdır. Onun bu hadisedeki siyasetinin istinad noktası, Raslılullah'a itaat, onun emirlerine sımsıkı sarılmak şeklinde tezahür etmiştir. O, Hz. Peygamber'in son arzusunu harfıyyen yerine getirmiş; Üsame ordusu 1 Rebiulahir 11 (26 Haziran 632) günü Medine'den hareket etmiştir. Halid b. Velid bu savaş esnasında, Medine'de kalmıştır.

Hz. Ebu Bekir'in karşılaştığı en büyük tehlike, ridde hareket­leri ve isyanlardır. Bütün ictimai hadiseler ve isyanlar gibi bu hareketin de, hiç şüphesiz birçok sebebi vardı. Bazı kabileler, Kureyş kabilesinin hakimiyetini kabul edip içlerine sindiremedi; Peygamberin bu kabileden çıkmasından sonra, halifenin de yine Kureyş'ten olmasına isyan ettiler. Arabistan'da yaşayan insanla­rın mühim bir ekseriyeti, bedevilerdi. Bilindiği üzere bedeviler, kanun ve nizam tanımayan, kendilerine hükmedenlere karşı kin duyan, alıştığı şeylere düşkün, hayatını çadırında geçirmeyi arzu eden, sosyal olarak pek terbiye görmeyen zümrelerdi. İslamiyet,

Bütün bunların daha mühimi ise, onların Hz. Peygamber'in sohbetinden yeterince feyz alamamış; nefislerini terbiye edecek, ahlak ve huylarını yüceltecek kadar onunla beraber olma imkanı­nı bulamamış olmalarıdır. Ayrıca onlar, gönüllerine aşk ve sevgisi yerleşecek kadar, Kur'an'ı ve İslam'ı düşünememişler ve onu an­lamamışlardı. Onların bir kısmı, dini anlayıp sevdiklerinden de­ğil, kabile reislerine uyarak müslüman olmuşlardı. Bundan dolayı da Hz. Peygamber'in hastalığını ve vefatını işitir işitmez bu din­den ve onun emirlerinden hemen kurtulmak için bir fırsatın zu­hur ettiğini sandılar, hemen zekata mani oldular, veya Kureyşli Peygamber gibi başarılı olacağını umdukları bazı peygamberlik iddialarında bulunanlara tabi oldular. Sonra da isyan ettiler.

Kaynaklarda, Üsame ordusunun gönderilmesinde olduğu gibi zekat vermeyi reddeden mürtecilerle savaşmanın doğru olup olmadığı üzerindeki tartışmalarda da Halid b. Velid'in adı hiç geçmemektedir. Bu ihtilafta onun düşüncelerini ve tuttuğu tarafı bildiren bir rivayet nakledilmemiştir. Buna mukabil biz, onun irtidad hareketleri karşısındaki tavrını, Halife Hz. Ebu Bekir'in yanında yer almak suretiyle gayet açık ve kesin bir şekilde ortaya koymuş olduğunu görüyoruz. O, irtidad savaşlarının, eşsiz ve şüphesiz en büyük kumandanıdır. Bu büyük şer ve fitne hareket­lerindeki onun mevkiine dikkati çekmek için, yalnızca bir nokta­ya işaret etmekle yetineceğiz. Zekat vermeyi reddeden kabilelerle yapılan savaşları bir tarafa bırakırsak -Halid onlarla da savaşmış­tır- Hz. Peygamber'in vefatından birkaç gün önce öldürülen Esvedü'l-Ansi dışındaki üç mütenebbi de Halid'in kılıcıyla orta­dan kaldırılmışlardır. Bunlar: Tuleyha, Secah ve Müseylime'dir.

Zü'l-Kassa Savaşı ve Halid b. Velid'in Başkumandan Tayin Edilişi

İrtidad savaşlarını ele alırken, kaynaklarla alakalı bir mühim noktayı hemen hatırlatmak istiyoruz. Şöyle ki, kaynaklarda bu savaşlar ile bundan sonra hemen başlayan ve Halid b. Velid'in başkumandan olarak çok aktif rol oynadığı Irak ve Suriye fetihle­ri hakkında, ihtilaflı ve birbirleriyle uzlaştırılması zor rivayetler bulunmaktadır. Bu rivayetleri biz, iki kısma ayırabiliriz: 1- Taberi'nin geniş bir şekilde eserine aldığı Seyf b. Ömer'in (öl. 180 veya 200/796 veya 816) rivayetleri. 2- Başta Vakıdi (207/822) olmak üzere diğer müelliflerin rivayetleri.

Biz burada sebeplerini ele almaksızın, Seyf b. Ömer'in riva­yetlerine daha az yer vermek suretiyle, Halid'in hem irtidad hem de fetihlere ait savaşlarını, başta Vakıdi olmak üzere, diğer ravi ve müelliflerin haberlerine göre ele alacağımızı belirtmek istiyoruz. Bu, Seyfin tamamen reddedilmesi demek değildir. Esasen Halid'in savaşlarını, hem Seyf ve hem de diğerlerinin rivayetlerine göre ele alıp incelemenin gerektiğine de inanıyo­ruz. Ancak böyle bir çalışmanın bu eserimizde yapılmasını uy­gun görmüyoruz.352 Vakıdi'nin Kitabu'r-Ridde'si, Muhammed Hamidullah tarafından edisyon kritiği yapılarak Beyrut'ta ba­sılmıştır. Fakat bu eser, halk için kaleme alınmış olduğundan farklı bir üsluptadır, ayrıca diğer kaynaklarda nakledilen bizzat Vakıdi'nin kendi rivayetlerine göre farklılıklar da arzetmekte- dir. Buna rağmen Vakıdi'nin rivayetlerinden geniş bir şekilde, belki de aynen, nakiller yapan iki ayrı esere sahip bulunuyoruz. Bunlardan birisi, henüz yazma halinde bulunan İbn Hubeyş'in (584/ 1188) Kitabu'l-Gazavdt 'ı;353 diğeri ise İbn Hubeyş'in tale­besi el-Küla'i'nin (634/1237) el-Hılafetü'r-Raşide ve'l-Butuletü'l- Halide fi Hurubi'r-Ridde adı ile neşredilmiş bulunan kitabı- dır.354 Bu iki eser yanında, Vakıdi ve diğerlerinden geniş nakil­ler yapan Belazuri'nin Fütuhu'l-Büldan'mda ve Seyf b. Ömer'in dışındaki ravilerin haberlerini naklettiği yerlerde bilhassa Ta- beri'nin tarihinden faydalandık.

Ü same ordusunun, bazı rivayetlere göre otuz beş veya kırk, bazı rivayetlere göre de yetmiş gün devam etmiş olan seferi esna­sında Hz. Ebu Bekir Medine'de kaldı; çok mühim bir gelişme olmadı. Bu sıralarda irtidad etmiş bazı bedevi Arap kabilelerinin heyetleri geliyor, namaz kılacaklarını, buna mukabil zekat ver­meyeceklerini halifeye bildiriyorlardı. Halife, onların bu tekliflerini kesin bir şekilde reddediyordu. Bu sıralarda Üsame ordusu Medine'ye dönmüştü. Hz. Ebu Bekir, bir rivayete göre Üsame'yi, bir diğerine göre ise Sinan ed-Damri'yi Medine'de vekil bırakıp ordunun başında, 11 yılı Cemaziyelevvel (veya ahir) ayında (Temmuz-Ağustos 632), Zü'l-Kassa'ya hareket etti.355

Hz. Ebu Bekir'in ordu ile harekete geçmesinin sebebi, Hz. Peygamber'in zekat amili olan Nevfel b. Muaviye'nin, kabilesi Fezare'nin zekat mallarını Medine'ye getirirken, yolda Harice b. Hısn el-Fezari tarafından durdurulup elindeki mallara el konul­muş ve Fezare kabilesine iade edilmiş olmasıydı. Nevfel, Üsame ordusunun dönmesinden önce Medine'ye gelmiş ve olanları Hz. Ebu Bekir'e haber vermişti.

Harice b. Hısn ile Manzur b. Zebban'ın, başında olduğu Ga- tafan kabilesi, müslümanların karşısına çıktı. Hz. Ebu Bekir'in kumandası altındaki ordu, önce düşmana saldırdı; sonra ağaçlık bir yere çekilmek zorunda kaldı. Daha sonra düşmana tekrar saldırdı ve onları kaçmaya mecbur etti. 356

Taberi'nin İbn Şebbe'den naklettiği el-Medaini'nin Ebu Ma'şer'den aldığı bu rivayette, Zü'l-Kassa savaşı çok kısa bir şekilde anlatılmıştır. Bu savaşa ait Vakıdi'nin rivayeti ise, çok geniştir. Biz bu rivayeti, hem Hz. Ebu Bekir'in bizzat idare ettiği Zü'l-Kassa savaşındaki gelişmeleri ve Halid'in yerini daha iyi takip etmek; hem de irtidad savaşları için Halid b. Velid'in baş­kumandan tayin edilişini gösterebilmek için, olduğu gibi ele almak istiyoruz:

Araplar dinlerinde tevehhüme düşüp zekatı yasaklayanlar ortaya çıkınca, Ebu Bekir onlarla savaşmaya çok ciddi bir şekilde karar verdi. Allah, onlar hakkında Ebu Bekir'e en iyi yolu göster­di de bizzat kendisi onların üzerine yürümesi gerektiğine inandı, cihad için halka emir verdi.

Hz. Ebu Bekir, yanında Muhacirlerden yüz kişi olduğu hal­de Medine'den ayrıldı. Bu yüz kişinin Muhacir ve Ensardan ol­duğu da rivayet edilir. Halid b. Velid sancağı taşıyordu. O, Bak'a'ya indi; burası Zü'l-Kassa'dır.357

Hz. Ebu Bekir, diğer müslümanların kendisine sonradan ka­tılmasını istediği için önceden yola çıkmıştı. Medine'de halka, Muhammed b. Mesleme'yi vekil bıraktı; o da halkı cihada teşvik edecekti. Ebu Bekir, güneş batarken Bak'a'ya ulaştı. Orada akşam namazını kıldı; büyük bir ateş yakılmasını emretti.358

O sırada, irtidad etmiş olan Harice b. Hısn, Medine üzerine yürümek maksadıyla, kabilesinin süvarileri başında oraya çıka­geldi. O, müslümanların savaşa gitmesine mani olmak veya ani bir baskın düzenlemek istiyordu. Gelişinden habersiz olan Hz. Ebu Bekir ve beraberindeki müslümanlara aniden saldırdı; bir süre çarpıştılar. Sonra müslümanlar çekilmek zorunda kaldılar. Hz. Ebu Bekir, tanınmak istemediği için bir ağacın altına çekildi. O sırada Talha b. Ubeydullah, yüksek bir tepenin üzerine çıktı ve yüksek sesle:

- Zararı yok, işte süvariler yetişti! diye bağırıp yardımcı kuv­vetin geldiğini haber verdi. Bu haberi işiten düşman ordusu çe­kilmeye başladı. Yardımcı kuvvet geldi ve müslüman ordusuna iltihak etti. Talha b. Ubeydullah, Harice b. Hısn ve adamlarını takip etmeye başladı. Harice arkasına bakmadan kaçıyordu. Tal- ha, geride kalanlardan birisini okla vurup öldürdü; diğerleri ka­çıp kurtuldular. Talha, Hz. Ebu Bekir'in yanına döndü ve düş­manın yenilip kaçtığını haber verdi.

Hz. Ebu Bekir, müslümanları beklemek üzere Bak'a'da bir­kaç gün daha kaldı; bu arada, Medine çevresindeki Eşlem, Gıfar, Müzeyne, Eşca', Cüheyne ve Ka'b kabilelerine haber göndererek onların mürtedlere karşı cihada çıkmalarını ve kendisine acele gelmelerini emretti. Bu kabilelerin mensupları, çeşitli yerlerden gelerek İslam ordusuna iltihak ettiler. Sebre el-Cüheni ve kabilesi Cüheyne'den dört yüz kişi, beraberlerinde at ve develerle geldi­ler. Ayrıca aynı kabileden Amr b. Mürre el-Cüheni, yardım için yüz deve getirdi; Hz. Ebu Bekir, bunları müslümanlara dağıttı.

Zü'l-Kassa'da bulunan Hz. Ömer ile Hz. Ali, bizzat savaşa git­mek hususunda çok azimli ve kararlı olan Hz. Ebu Bekir ile, onun Medine'ye dönmesi gerektiği hususunu konuştular. O sırada, bü­tün müslümanlar oraya gelip toplandılar. Bedir ehlinden olan Muhacir ve Ensar dahil, Rasûlüllah 'ın Ashabından kimse Medi­ne'de kalmamış, hepsi oraya gelmişti. Hz. Ömer şunları söyledi:

-Ey Allah 'ın Rasulü 'nün Halifesi! Müslümanlara yardım ve destek sağlamak için geri dön; eğer sen öldürülürsen, insanlar irtidad eder; batıl, hakka üstün gelir. Bizzat savaşa gitmekte ısrar eden Hz. Ebu Bekir ise müslümanlara:

- Ridde ehlinin hangisinden başlayalım? diye sordu. Müslü- manlar kendisine farklı cevaplar verdiler. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir:

- Allah 'ı ve Kitabını yalanlayan şu Tuleyha ya yöneldim! dedi.

Müslümanlar, Hz. Ebu Bekir'in bizzat savaşa gitmemesi ve Medine'ye dönmesi hususunda ısrar edince, o da savaşa gitmek­ten vazgeçti ve ordunun başına birisini tayin etmeyi istedi. Bu maksatla Zeyd b. Hattab'ı çağırdı. Hz. Ömer'in kardeşi Zeyd şunları söyledi:

-Ey Allah 'ın Rasulü 'nün Elçisi! Ben Rasulullah ile beraberken şehadet şerbetini tatmayı niyaz ediyordum; fakat onu tadama­dım! Şimdi bu şekilde ben, şehadet şerbetini içmek istiyorum; ordu kumandanının ise, doğrudan doğruya savaşmaması gerekir, diyerek bu vazifeyi kabul etmedi.

Hz. Ebu Bekir, daha sonra Ebu Huzeyfe b. Utbe'yi davet etti; aynı şeyi ona da teklif etti. Ebu Huzeyfe de, Zeyd'in söyledikleri­ni tekrar etti ve kumandanlığı kabul etmedi. Sonra Ebu Huzey- fe'nin azadlısı Sfilim'i davet etti; o da reddetti.

Bunun üzerine Halife Hz. Ebu Bekir, Halid b. Velid'i davet etti ve onu müslümanların başına kumandan tayin etti. Müslü- manlar Hz. Ebu Bekir'in etrafında toplandılar, halife, askerleri teşvik edici sözlerden sonra şunları söyledi:

- Ben sizinle buluşuncaya kadar kumandanınız Halid b. Ve- lid'dir. Ben, yanımdaki askerlerle birlikte Hayber tarafına gidece­ğim. Haydi yürüyünüz! Eğer yarından sonra sizinle buluşursam kumanda bendedir; kumandanınız ben olacağım. Yoksa kuman­danınız Halid'dir; onu dinleyiniz ve kendisine itaat ediniz!

Ravi, Hz. Ebu Bekir'in bu sözlerini naklettikten sonra, hali­fenin, halkın bu sözleri duyması ve kendisinin savaşa çıkacağın­dan Arapların korkması için söylediğini tasrih etmektedir. Böy- lece o, iki ayrı istikametten düşmana saldırılacağı haberini yay­mak istemiştir.

Hz. Ebu Bekir'in savaşmak üzere Medine'den bir daha ay­rılmadığını da gösteren bu hususla alakalı bir haber üzerinde kısaca durmak istiyoruz. İbn Abdirabbih'in rivayetine göre Hz. Ebu Bekir'in yapmadığı, ama yapmayı istediği üç şey şunlardır 1 - Eş'as b. Kays bana getirildiğinde boynunu vurmak isterdim. Hz. Ebu Bekir, Hadramevt'te irtidad eden Eş'as'ı bağışlamıştır. 2- Halid'i irtidad edenler üzerine gönderdiğimde, yenildikleri tak­dirde onlarla buluşmak veya yardıma gitmek için Zü'l-Kassa'da kalmak isterdim; zafere ulaştıklarını öğrenirsem geri dönerdim. Ashabın da ısrarı ile Hz. Ebu Bekir'in Medine'ye döndüğünü ve Halid'e yalnızca yardımcı kuvvetler gönderebildiğini ve kendisi­nin harekete geçmediğini biliyoruz. 3- Halid'i Şam'a gönderdi­ğimde, Ömer'i de Irak'a göndermek isterdim; böylece her ikisini de Allah yoluna göndermiş olurdum. İleride göreceğimiz üzere Hz. Ebu Bekir, Bizans ile yapılan savaşta Suriye'deki askerlere yardım için Halid'i Irak cephesinden Suriye'ye göndermiştir.359

Sonra Halid b. Velid ile baş başa kalan Hz. Ebu Bekir, ona Allah'tan sakınmasını, O'nun yolunda cihad etmesini emretti; ayrıca Bedir ehlinden olan Muhacir ve Ensarın başına kuman­dan tayin edilmenin önemine dikkatini çekti.

Halid ordusuyla hareket etti; Ebu Bekir ise, Ömer, Ali, Tal- ha, Zübeyr, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebu Vakkas ve diğer bazı ehl-i Bedirden olan Muhacir ve Ensar ile Medine'ye döndü ve oradan hiç ayrılmadı^11

Zü'l-Kassa savaşının küçük bir müsademe olduğu ve Halid b. Velid'in, Hz. Ebu Bekir'in emri altındaki bu ilk ve son savaşın­da bayrağı taşıdığı anlaşılmaktadır. Bu savaşın Halid b. Velid bakımından en mühim tarafı, Zü'l-Kassa'da mürtedler üzerine gönderilmesine karar verilen ordunun başkumandanı tayin edilmesidir. Halid, mütenebbi 361 Tuleyha üzerine yürüyecektir.

Zül-Kassa savaşı hakkındaki Vakıdi'nin rivayetine bağlı ka­larak yukarıda ele aldığımız haberlere göre Seyf b. Ömer'in riva­yetleri, hem savaşın cereyan şekli, hem de bu savaştan sonra, Hz. Ebu Bekir'in mürteciler üzerine aynı anda, on bir ordu kuman­danını ayrı yerlere göndermesi gibi çok mühim farkları ihtiva etmektedir. Burada, Seyfin rivayetlerini mukayese için bile olsa, zikretmeyi doğru bulmadık. 362

Halid b. Velid'in Tuleyha'ya Karşı Büzfilıa Savaşı

Hz. Ebu Bekir, Halid b. Velid'e, Zü'l-Kassa'dan Tuleyha b. Huveylid el-Esedinin üzerine yürümesini emretti. Tuleyha, pey­gamberlik iddiasına kalkışmıştı. O sıralarda Necid'de Beni Esed kabilesinin suyu Büzaha'da bulunuyordu.

Hz. Ebu Bekir'in, Büzaha'ya hareketinden önce, yeni tayin ettiği başkumandanı Halid'i: "Ben Rasulullah'ın, 'Halid b. Velid, Allah 'ın kafirlere ve münafıklara karşı çektiği kılıçlardan bir kılıç­tır' buyurduğunu işittim " diyerek medhettiğini; bu arada bazı emir ve tavsiyelerde de bulunduğunu görüyoruz. Biz, bu tavsiye­lerden birisini, onun kumandan tayin edilmesinden hemen son­ra yukarıda zikretmiştik. Kaynaklarda, Halife'nin ikisi çok uzun, biri de çok kısa üç ayrı tavsiye ve direktif mahiyetindeki sözleri­ne yer verilmiştir.

Hz. Ebu Bekir, Halid'i savaşa gönderirken şunları söyledi:

"Şereften kaç ki, şeref seni takip etsin; ölümü arzu et ki, sana hayat verilsinf''363

Urve b. Zübeyr'in rivayet ettiği uzun tavsiyesinde ise Hz. Ebu Bekir, Halid'e Allah'tan korkmasını, emrindeki ilk müslü- manlardan muhacir ve Ensara iyi davranmasını, karşılaşacağı zorluklar hususunda onlarla istişare etmesini, sefer sırasında keşifler yapacak öncü birlik ve ajanlar göndermesini, az konuş­masını, askerlerini en iyi şekilde beslemesini, ani saldırılardan sakınmasını, Esed ve Gatafan kabileleriyle karşılaşınca çok dik­katli olmasını, onlardan bir kısmının lehinde, bir kısmının da aleyhinde olacaklarını, üçüncü bir zümrenin ise çekimser davra­nacağını yapılacak savaşlarda kim üstün gelirse onunla birleşe­ceklerini bilhassa bilmesi gerektiğini söylemiştir.

Hz. Ebu Bekir'in Halid'e tavsiyelerinin bundan sonraki kıs­mı, dikkat çekicidir, çünkü Yemame halkı ve yalancı Müseylime ile ilgilidir. Bu husus bize, Hz. Ebu Bekir'in, Zü'l-Kassa'dan Ha- lid'i, önce Tuleyha'ya, sonra Temim kabilesine, daha sonra da yemame'ye gönderdiğini açık bir şekilde göstermektedir.

Hz. Ebu Bekir, Halid'e tavsiyelerine, özetle şöyle devam etmektedir:

"Ben Yemame halkından korkuyorum " diyerek sözlerine baş­layan Halife, onlarla savaşırken Allah'tan yardım niyaz etmesini; onların hepsinin dinden döndüğünü haber aldığını; eğer civar kabileleri itaat altına almayı Allah ona nasib ederse Y emame halkı üzerine yürümesini; onların toprakları hep çöl olduğu için yavaş hareket etmemesini; çöllerde askerlerine rıtk ile muamele etmesi-

363 İbn Abdirabbih, I, 21; İbn Kuteybe, Uyun, I, 125, 126 ni; çünkü askeri arasında zayıf (çöle alışık olmayan) kimselerin bulunduğunu; onların topraklarına girdiğinde çok, pek çok dikkat etmesi gerektiğini; onlarla karşılaştığında düşmanının silahıyla (oka ok, mızrağa mızrak, kılıca kılıç) vuruşmasını, sıkıntıya düş­tüğünde bu tavsiyelerine kulak vermesini; ezan işittiği yerlere (evler) baskın yapmamasını; Allah'ın onun gizli ve açık yaptığı her şeyi bildiğini söylemiş; sonra da zafer niyaz ederek Allah'ın bere­keti üzerine yürümesini temenni etmiştir. 364

Hz. Ebu Bekir'in diğer vasiyeti ise, yukarıdakine benzemekle birlikte, bazı ayetlerle tezyin edilmiş daha uzun bir metindir. Bu metindeki iki hususa işaret etmekle yetineceğiz. Bunlardan birisi, Halid'in Yemame'ye Müseylime üzerine yürüyeceğinin burada da zikredildiği; diğeri de, bedevilere ( a'rab) karşı dikkatli olması­na, onların casus olabileceklerine dikkati çekmesidir. 365

Büzaha savaşına başlamadan önce, Küla'i'nin eserinde yer alan bir uzun mektuba daha işaret etmek istiyoruz. Ravisi zik­redilmeyen ve yalnızca "rivayet edildiğine göre" diye başlayan haberde, Hz. Ebu Bekir'in, karşılaştığı bütün zümrelere okuma­sı için ayrı bir mektubu (Kitab) Halid'e verdiği zikredildikten sonra, mektubun metnine yer verilmektedir. Bu uzun metinde, müminler, imanlarında sebat etmeye; mürteciler de tevbe etme­ye ve İslam'a yeniden dönmeye davet edilmektedir. Rasfılul- lah'ın risaletine temas edildikten sonra, onun vefatının İslam dininden vazgeçilmesi için bir sebep teşkil etmediği hususuna; isyan edenlerin üzerine ordu gönderildiğine; bütün kabilelerin savaştan önce yeniden dine davet edildiklerinde müsbet cevap verirlerse, bunun kabul edileceğine ve kendilerinin affedilece­ğine; irtidad etmekte ısrar ederlerse erkeklerin öldürüleceğine, kadın ve çocukların esir edileceğine; mürtedlerin müslüman olmalarının şart olduğuna, aksi takdirde öldürüleceklerine; savaştan sonra da pişman olmayıp riddede ısrar edenlerin ateş ile yakılacaklarına; elde edilecek ganimetin, beşte biri (humus) Beytülmal'e gönderildikten sonra, askerler arasında dağıtılaca­ğına temas edilmektedir.366

Bu uzun mektubu Hz. Ebu Bekir'in yazıp yazmadığını tespit etmek imkanına sahip değiliz. Ancak bu mektubun, çok kısa bir şekilde özetlediğimiz muhtevası, İslam ordularının irtidad savaş­larında takip ettikleri esaslardan ibarettir. Burada dikkat etme­miz gereken tek husus, savaştan sonra da irtidad etmekte ısrar edeceklerin yakılması meselesidir. Bu savaşlarda, sayıları birkaç kişi de olsa, bazılarının yakıldığına dair rivayetler bulunmakta­dır. Böyle bir cezanın Halid, hatta bizzat Halife Hz. Ebu Bekir tarafından da verildiğine ait haberler bulunmaktadır. Biz, bu hususun doğru olmadığına, bir iki vak'anın belki birer istisna teşkil edebileceğine inanıyoruz. Çünkü böyle bir ceza şekli ol­saydı, daha sonra uygulanan bir usUl haline gelirdi. Halbuki, İslam Hukukunda, bildiğimiz kadarı ile böyle bir ceza usUlü bulunmamaktadır. Kaldı ki Hz. Peygamber, önce yakılmasını emrettiği iki Kureyşli'nin, sonradan yalnızca öldürülmelerini tenbih etmiş ve ateş ile azabın ancak Allah'a ait olduğunu ifade buyurmuştur. 367    

Halid b. Velid, 27 Cemaziyelahir 11 (18 Eylül 632) tarihinde, Zü'l-Kassa'dan Büzaha'ya ordusuyla birlikte hareket etti. Ordu mevcudunun dört bin kişi olduğu; onlardan beş yüzünün Ensar ve Muhacirlerden meydana geldiği; Hz. Ebu Bekir'in Ensarın başına Sabit b. Kays el-Ensari'yi, Halid'in emrinde olmak şartiyle kumandan tayin ettiği; diğer askerlerin ise, Mekke ile Medine arasındaki ve Medine civarındaki kabilelerden teşekkül ettiği; onların, irtidad hadiseleri patlak verince Hz. Ebu Bekir'in yardım istemesi üzerine, Eşlem, Gıfar, Müzeyne, Cüheyne ve Eşca' kabi­lelerinden gelmiş oldukları bilinmektedir. Halid'in başkuman­danlığını yaptığı bu ordunun mevcudu, irtidad etmeyen veya vazgeçip müslüman olan kabilelerin iltihakı ve Medine'den gön­derilen yardımcı kuvvetlerle devamlı artmıştır.

Kaynaklarda yer alan haberlerde, Halid b. Velid Büzaha'ya giderken, orduda bulunan Adiyy b. Hatim et-Tai'nin yardım ve desteği ile, Adiyy kabilesi ve kollarının irtidad etmemelerini sağladığı ve bin kişilik bir birliğin orduya katıldığı anlatılmakta­dır. Raviler arasında bu hususta ittifak vardır. Ancak Vakıdi ve Ebu Mıhnefin rivayetlerinde, Tayy kabilesiyle ittifakın kurulma­sı şu şekilde ifade edilmektedir:

Halid b. Velid Büzaha'ya doğru ilerlerken, iki sahabiyi keşif ve istihbarat için ileri gönderdi. Ukkaşe b. Mıhsan ile Sabit b. Akrem, düşman topraklarına çok fazla yaklaştıkları için baskına uğradılar ve şehid edildiler. Tuleyha ile kardeşi onları öldürdüler ve cesedlerini meydana bırakıp yerlerine çekildiler. Müslümanlar onların cesedlerinin bulunduğu yere geldiklerinde, arkadaşları­nın şehadetine son derecede üzüldüler. Halid yolunu değiştirip Tayy kabilesine gidilmesini kararlaştırdı. Çünkü Adiyy b. Hatim et-Tai, gönderdiği mektupta, Halid'e yanına gelmesini ve birkaç gün kalmasını, Tayy kabilelerine adamlar göndererek kendisine yanındaki askerlerden daha fazla sayıda insan toplayacağını, sonra da kendisiyle birlikte düşman üzerine yürüyeceğini haber vermişti. Halid iki sahabinin şehadeti üzerine maneviyatı sarsı­lan askerlerine, Adiyy'in mektubunu bir müjde gibi ilan etti; onlar da bu teklifi memnuniyetle benimsediler ve Adiyy'in yanı­na gittiler.368

Taberi'de yer almayan İbn İshak'ın rivayetine göre ise, Ukkaşe ile Sabit, aşağıda ele alacağımız Büzaha savaşından sonra mağlup olup kaçan Tuleyha'yı takip ederlerken, Tuleyha tarafın­dan şehid edilmişlerdir.369

Halid b. Velid, Selma ve Ece' dağlarının eteğindeki bir ka­sabaya indi; Adiyy'in yardımıyla Tayy kabilelerinin kendisiyle birlikte savaşmasını sağladı. Bu kabilelerden bazı kimseler, mürtedlerle savaşmak istemiyorlardı. Çünkü onlarla Tuley- ha'nın kabilesi Esed arasında, eskiden beri devam eden bir itti­fak vardı. Adiyy, bu ittifakın artık geçerli olmadığına onları ikna etti; Tayy kabilesinden hiç kimse irtidad etmedi. Bu arada Adiyy, kabilesinin bir diğer kolu Beni Cedile'yi de Halid'in or­dusuna ilhaka muvaffak oldu. Bütün bu müsbet gelişmeler, Halid'i çok memnun etti.

Adiyy b. Hatim, İslam ordusunun öncü birliğinin bin kişiyle savaşa katılan kabilesi Tayy'a verilmesini başkumandandan iste­di. Fakat Halid, onun bu teklifini, iki ordu karşılaşınca, öncü birliğin kaçması halinde, bütün orduyu da arkasından sürükle­yeceğinden endişe ettiğini ifade ile kabul etmedi; düşmana karşı daha sabırlı ve dinde geçmişleri olan Muhacir ve Ensarı öncü birliğinde vazifelendirdi.    

Vakıdi bu rivayetinde, Halid'in Bak'a (Zü'l-Kassa)'dan hare­ketinden itibaren ta Yemame'deki savaşa kadar, keşif için hep ajanlar gönderdiğini ve onlara, geçtikleri yerlerde, namaz vakitle­rinde ezan okunup okunmadığını tespit etmelerini emrettiğini zikretmekte; arkasından da, bu hususun onların emniyeti ve müs­lüman olduklarının delili olarak kabul edildiğini bildirmektedir.370

Halid'in kumandası altındaki İslam ordusu bu şekilde Tuley- ha'nın karargahının bulunduğu Büzaha'ya ulaştı. Tuleyha için deriden bir çadır kurulmuş ve etrafı askerleriyle muhafaza altına alınmıştı. Halid, geceleyin, onun çadırından bir mil kadar uzaklık­taki bir yere ordugahını kurdurdu. Atına bindi, yanına sahabiler- den birkaç kişiyi de alarak Tuleyha'nın karargahına yaklaştı ve:

-   Tuleyha bana gelsin! diye bağırdı. Halid'in bu ifade şekline sinirlenen Tuleyha'nın adamları:

-   Bizim peygamberimizin ismini küçültme, onun adı Tal- ha'dır! şeklinde karşılık verdiler. Bu şekildeki konuşmalardan sonra Tuleyha meydana çıktı ve uzaktan Halid'in karşısına dur­du. Halid ona şu teklifte bulundu:

-    Halifemizin bize verdiği emre göre, seni eşi ve benzeri olma­yan Allah'a ve Muhammed'in O'nun Kulu ve Rasulü olduğuna inanmaya; terkettiğin dine geri dönmeye davet ediyoruz. Geri dö­nersen kabul edeceğiz ve kılıçlarımızı kınına koyacağız! Tuleyha:

-   Ey Halid! Ben şehadet ederim ki Allah 'tan başka ilah yoktur ve ben Allah 'ın elçisiyim; ben gönderilmiş bir nebiyim! Muham- med'e Cibril'in gelmiş olduğu gibi bana da Zü'n-Nun geliyor! diye cevap verdi. Zaten o, bu yalanı ve Peygamberlik iddiasını, Raslllullah henüz hayatta iken ileri sürmeye başlamıştı.

Onun bu cevabı üzerine Halid, karargahına döndü; Adiyy ile Miknef b. Zeydi'l-Hayl'i bazı askerlerle geceleyin nöbet tut­maları için vazifelendirdi. Seher vakti, ordusunu savaş düzenine soktu; sancakları dağıttı; büyük sancağı Hz. Ömer'in kardeşi Zeyd b. Hattab'a verdi ve onu ordunun başına koydu. Ensarın bayrağını Sabit b. Kays'a verdi. Tayy kabilesi mensupları da ken­dilerine bir sancak verilmesini istedi; Başkumandan bu isteği uygun buldu ve onların sancağını da Adiyy b. Hatim'e verdi.

Tuleyha müslümanların hareket halinde olduklarını işitince, adamlarını savaş için hazırlamaya başladı. Halid, ordusunun saflarını ikişer adım aralıklarla; buna karşılık Tuleyha, bir hay­van boyu aralıkla saf tutturdular.

Ordu savaş düzenine hazır hale gelince, Halid askerlerine hareket emri verdi ve Tuleyha'ya yaklaştı. Tuleyha, askerlerin­den henüz sakalları yeni çıkmış kırk iyi savaşçı çocuk ile ona karşı yürüdü. Tuleyha bu savaşçıları sağ tarafına yerleştirdi ve kendilerine "sol tarafa gelinceye kadar savaşınız" diye emir ver­di. İslam ordusunun solundaki askerler, onların saldırısı karşı­sında dağıldılar, bu çocuklardan birisi bile öldürülemedi. Tu- leyha, ikinci sefer onları sol tarafa yerleştirdi ve aynı şekilde hücum etmelerini istedi; onlar da bunu gerçekleştirdiler; müs- lümanlar yine dağıldılar.

Halid b. Velid bu vaziyeti görünce, askerlerin arasına atıldı ve şöyle bağırdı:

-             Ey Ensar topluluğu haydi; Allah Allah!       ,

Halid'in askerin arasına daldığını ve savaşmaya başladığını gören müslümanlar, geri dönüp onun etrafında toplandılar. İki tarafın safları ve kılıçları karıştı. Atından inmiş olan Halid yaya olarak savaşıyordu. O sırada bazı müslümanlar, "Allah Allah! Sen ordunun kumandanısın, ilerlemen ve ortaya çıkman doğru değil­dir" diye onu ikaz ettiler. Bunun üzerine Halid, onlara şu cevabı verdi:

-Allah 'a yemin ederim ki, sizin söylediklerinizi biliyorum; ancak müslümanların kaçması karşısında, korkarak ve sabrede­rek durmayı doğru bulmuyorum, diye cevap verdi.

Bu ilk bozgun esnasında, Tayy kabilesinden birisi Halid'e:

- Ey Halid! Ece' ve Selma dağlarına sığınman gerekir! diye bağırınca, büyük kumandan ona:

- Hayır! Sığınılacak yer Allah 'tır! şeklinde cevap verip kaç­mayı reddetti; sonra iki kılıç ile saldırmaya başladı ve Tuley- ha'nın kırk savaşçı çocuğunun hepsi de öldürülünceye kadar savaş meydanından ayrılmadı. Kaçan müslümanlar da geri dönmüştü. Savaş çok şiddetli ve kanlı bir şekilde cereyan etti. Tuleyha'nın ordusundaki Hibal b. Ebu Hibal esir alındı; Halid onu Hz. Ebu Bekir'e göndermek istiyordu; ancak o bunu reddetti ve boynunun vurulmasını istedi; müslümanlar onu öldürdüler.

Büzaha savaşına katılan Abdullah b. Ömer, Halid'in kahra­manlığı için şunları anlatıyor

-Savaş esnasında, Tuleyha 'nın kırmızı bayrağını taşıyan biri­sini herkes görüyordu; Halid onun üzerine atıldı ve onu öldürdü; bayrak yere düştü ve askerler, at ve develer onu çiğnedi. Bizzat savaşa katılan Halid, çok gayret gösterdi; arkadaşları bundan dolayı kendisini tenkid bile ettiler. Ben onu, Yemame savaşında, daha şiddetli savaşırken de gördüm...

Müslümanların bu şekildeki saldırıları esnasında Tuleyha bir tarafa çekildi ve abasına bürünüp güya kendisine vahiy gele­cek diye beklemeye başladı. Kabilesinden yedi yüz kişi ile onun yanında yer alan Uyeyne b. Hısn el-Fezari, orduyu savaşa teşvik için çalışırken, bir taraftan da Tuleyha'ya vahiy gelip gelmediğini (!) soruyor, o da "hayır" diye cevap veriyordu. Müslümanların öldürdüğü askerlerin sayısı arttıkça Uyeyne, Tuleyha'yı sıkıştır­maya başladı.

Bu ısrarlar karşısında sinirlenen Tuleyha:

- Senin de onun (Halid'in) değirmeni gibi bir değirmenin ve unutamayacağın bir günün var! şeklinde bir vahiy aldığını(!) söyleyince, Uyeyne çok kızdı ve ona hakaretamiz bazı sözler söyledikten sonra, kabilesinden olan askerlere, Tuleyha'nın bir yalancı olduğunu ilan etti. Bunun üzerine Fezareliler savaşı bı­raktılar; Uyeyne, kardeşi ve kabiledaşları kaçmaya başladılar. Müslümanlar, onları esir aldılar.

Zühri'den rivayet edildiğine göre Tuleyha, askerlerinin kaç­tıklarını görünce, onlardan birisine:

-   Sizi kaçıran sebep nedir? diye sordu. Asker ona şu cevabı verdi:

-  Biz kaçmaya mecburuz; çünkü bizim askerlerin her birisi, arkadaşının kendisinden önce ölmesini istiyor; buna mukabil kar­şımızdakiler ise, kendisinin arkadaşından önce ölmesini seviyor!371

Tuleyha atını hazırlattı, karısı Nevvav'ı yanına çağırdı; atına bindi, karısını da arkasına aldı ve askerlerine dönüp:

-   Sizden kim, benim yaptığımı yapabilirse yapsın, kendisini ve ailesini kurtarsın! diyerek kardeşi ile firar etti ve Şam'a Gassaniler'den Cefne oğullarının yanına sığındı. Sahabeden Uk- kaşe ve Sabit'in, bu kaçış esnasında onu takip ederlerken şehid edildiklerine dair haberi yukarıda zikretmiştik. 372

Müslümanlar, savaşta direnen Esedli askerleri kılıçtan ge­çirdiler; Halid, Uyeyne'yi öldürmek istiyordu; ancak kabilesin­den birisinin ricası üzerine onu Hz. Ebu Bekir'e esir olarak gön­derdi.

Savaş neticesini bekleyen Amir b. Sa'sa'a kabilesi, müslü­manların safına iltihak ederek irtidad etmekten vazgeçtiler. Ha- lid, onların üstüne Hişam b. el-Asi'yi gönderdi; onlar da müslü­man olduklarını, ezan okuduklarını bildirince Hişam onları ser­best bıraktı. Bu kabileden zekat vermekten çekinen Kurre b. Hubeyre'yi yakalayıp Halid'e getirdi; bir diğer rivayette onu, bizzat Halid'in yakaladığı söylenir. Halid, onu Hz. Ebu Bekir'e gönderdi.

Halid b. Velid, Büzaha savaşından kaçan bazı zümreler ile bu bölgedeki başka kabileleri de itaat altına aldıktan sonra, Temim kabilesinin üzerine, Butah'a yürüdü.373

Halid b. Velid ve Temim Kabilesi

Halid b. Velid'in irtidad savaşları arasında, Temim kabile­siyle yapılan savaşın çok değişik bir yeri vardır. Çok küçük bir operasyondan ibaret bulunmasına rağmen, bu savaş etrafında büyük fırtınalar koparılmıştır. Gerçek dışı senaryolar uydurul­muştur. Bu senaryolarda Seyf b. Ömer'in büyük rolü olmuştur. Taberi dahil hemen bütün tarihçiler ve zamanımızdaki araştır­macılar, onun rivayetlerinin adeta esiri olarak bu hadiseyi an­latmış, yorumlamış ve çok farklı sonuçlara ulaşmışlardır. Bu vak'a, işin içine kadın ve evlilik girince, insanoğlunun muhayyi­lesinin neler uydurabileceğine tipik bir örnektir.

Biz bu olaya ait gelişmeleri, tıpkı diğer irtidad savaşları ve fetihler gibi, Seyfin rivayetlerinden tecrid ederek ele alacağımız­dan, kendimizi bu senaryolardan baştan itibaren uzak tutmaya çalışacağız.

Vakıdi'ye göre, Büzaha savaşından ve Beni Amir ile diğer kabileleri itaat altına aldıktan sonra Halid b. Velid, Temim kabi­lesi topraklarına ve Yemame'ye yürümek için Hz. Ebu Bekir'in kendisine vermiş olduğu emri açıkladı. Buna Ensarın kumanda­nı bulunan Sabit b. Kays b. Şemmas:

O bize böyle bir emir vermedi; biz gitmeyeceğiz; yeterli gü­cümüz yoktur; müslümanlar yoruldular; hayvanlar halsiz düştü­ler, diye itiraz etti. Bunun üzerine Halid ona şu cevabı verdi:

- Ben sizlerden herhangi birini zorlamıyorum. İsterseniz yü­rüyünüz; isterseniz burada kalınız!

Sonra da yanındaki Muhacirler ve diğer Araplar'la, Temim kabilesi topraklarına ve yemame'ye gitmek üzere hareket etti.

Ensar, bir veya iki gün orada kaldı. Sonra aralarında birbir­lerini itham etmeye ve şu şekilde konuşmaya başladılar:

-Vallahi yaptığımız doğru değildir; eğer onlar yenilirlerse, sizler onları zor durumda bıraktınız, teslim ettiniz, diye konuşa­caklar; bu husus, ebediyete kadar kalan bir ar, leke olacaktır. Eğer muvaffak olurlar ve Allah onlara fetih müyesser eylerse, kendinizi bu hayırdan menetmiş olacaksınız. Onun için Halid'in yanına gidiniz!

Bu tartışmalardan sonra Ensar, Mes'ud b. Sinan'ı veya Sale­be b. Ganeme'yi elçi olarak Halid'e gönderdiler. Halid onların geleceğini haber alınca beklemeye başladı ve kendilerini birçok müslümanla birlikte merasimle karşıladı.

Böylece ordu hep birlikte hareket etti. Halid onlai-ı, Temim kabilesi toprağı Butah'a kadar götürdü. Orada hiçbir topluluğa rastlamadı. Bunun üzerine Halid, bölgenin muhtelif yerlerine seriyyeler gönderdi. Bu seriyyelerden birisinde Ebu Katade el- Ensari vardı. O şunları anlattı:

-Bir adama rastladık, "sen hangi kabiledensin?" diye sorduk; o, "Benf Hanzala 'danım " diye cevap verdi. Biz, "zekat verilmesine mani olanlar şimdi neredeler?" diye sorunca o adam, kendilerinin yerlerini işaret etti ve bir günlük mesafede olduklarını haber verdi. Süratle yola çıktık; güneş doğarken onların yanına vardık. Bizi görünce korktular ve silaha sarıldılar ve "siz kimsiniz?" diye sor­dular. Biz de onlara, "Allah'ın müslüman kullarıyız" diye cevap verince, onlar da "biz de Allah'ın müslüman kullarıyız " karşılığını verdiler.

Onlar on iki kişi idi; aralarında Malik b. Nuveyre de vardı. Kendilerine "silahlarınızı bırakınız ve teslim olunuz" dedik. Onlar da silahlarını bıraktılar; kendilerini alıp Halid'e getirdik.

Vakıdi, hadisenin bundan sonraki kısmının daha sonra zik­redileceğini ifade ettikten sonra, Malik b. Nuveyre hakkında aşağıdaki bilgileri vermektedir. Biz de kaynağın sırasına riayet edeceğiz.

Rasulullah (salla'llâhü aleyhi ve sellem), Malik b. Nuveyre'yi reisi olduğu Beni Hanzala kabilesinin zekatını toplamak üzere göndermişti. Fakat o, Hz. Peygamber'in vefatını öğrenince, kabilesinden topladığı zekat develerini geldikleri yere gönderdi. Bundan dolayı ona "aceleci" denildi. Kabilesini topladı ve onlara şöyle dedi:

-O adam (Hz. Peygamber'i kastediyor) öldü! Eğer onun yeri­ne Kureyş'ten birisi geçer de, eskisi gibi hiç zekat istememeye razı olursa, hep beraber onun yanında yer alırız. Çünkü sizler, malla­rınızı daha önce insanlara vermiş değilsiniz; esasen bu mallar, sizlerin hakkıdır.

Kabilesinden birçok kimse ona uymakta acele etti. Verdikle­ri zekat mallarını sevinçle geri aldılar.

Yerblı' kabilesinin reisi olan İbn Ka'neb, Malik'in görüşlerine karşı çıkarak, zekatlarını vermeleri hususunda onları ikaz eden, başlarına gelecek felaketleri haber veren bir konuşma yaptı ve Temimliler'i Allah'a itaat etmeye, Malik'e karşı çıkmaya davet etti.

Bunun üzerine Malik de bir konuşma yaparak ona cevap verdi ve görüşlerinde ısrar etti. Kabilesi Beni Hanzala onun ya­nında yer aldı ve kendisine bağlı olduklarını, "bizim savaşımız senin savaşındır; bizim barışımız senin barışındır" diyerek ortaya koydular ve Malik'in iade ettiği zekat mallarını aldılar. İyi bir şair de olan Malik, bu hadise üzerine bir de şiir söyledi.374

Hz. Ebu Bekir ve müslümanlar bu durumu öğrenince, Malik'e çok kızdılar. Halid, onu yakalarsa, öldüreceğine dair Allah'a söz vermişti. Ancak onu esir alanlar, aralarında ihtilafa düştüler. Yukarıda Malik'in yakalanmasını rivayet eden Ebu Katade el-Ensari başta olmak üzere bazı müslümanlar, onların öldürülmemesi gerektiğini ileri sürüyorlardı. Onlara göre Malik ve arkadaşları, teslim olduklarında müslümanlarla birlikte ezan okuyup namaz kılmışlardı. Halife'nin emri de bu istikamette idi.

Malik ve adamlarını yakalayan seriyyedeki müslümanların diğer bir kısmı ise, onların müslüman olmadıklarını, ezan oku­madıklarını; bu yüzden öldürülmelerinin, kadın ve çocuklarının esir alınmasının helal olduğunu söylüyorlardı. Halid de bu gö­rüşte idi.

Ebu Katade el-Ensari, sözlerine şöylece devam ediyor: Halid'e gittim; "sen bunları öldürecek misin?" diye sordum. O, "evet" diye cevap verdi. Bunun üzerine ona, "Vallahi onların öldürülmesi senin için helal değildir. Kendilerini İslam ile bizden korudular, onların aleyhine bir delil yoktur; onların öldürülmesi,nde sana uymayacağım "dedim.

Halid ise onların öldürülmesini emretti. Bunun üzerine ora­dan ayrıldım ve Ebu Bekir'in yanına gittim, hadiseyi ona haber

verdim ve bu işin büyük bir hata olduğunu söyledim. Bu hususta Ömer çok sinirlendi ve "Halid'i taşla! Çünkü o, bunu helal saydı " dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir:

-   Hayır! Onu cezalandırmayacağım; Halid yanlış tevil ettiği bir iş yapmıştır, dedi.

Ebu Katade ve başkalarının anlattıkları üzerine Ebu Bekir, yanına geldiği zaman Halid'i, Malik b. Nuveyre'nin öldürülmesi hususunda azarladı. Halid, Halife'den özür diledi; Malik'ten işit­tiği bir söz üzerine, onun öldürülmesinin helal olduğuna karar verdiğini belirtti. Ebu Bekir, onun mazeretini kabul etti.375

Vakıdi'nin haberi bu şekilde sona ermektedir. Şimdi de İbn İshak'ın rivayetini ele alalım. Taberi'nin tarihinde yer alan İbn İshak'ın haberi çok kısa olup Ebu Katade'nin yukarıya aldığımız ifadelerini kısaca özetlemektedir. Bu rivayette, üzerinde durul­ması gereken iki mühim husus vardır. Bunlardan birisi, Halid'in Malik ve arkadaşlarını öldürmesi üzerine Ebu Katade'nin, bir daha Halid ile birlikte savaşmayacağına yemin etmesidir. Diğer nokta ise, Halid'in mazeret gösterdiği Malik'in sarfettiği sözler­dir. Rivayetin bu kısmı aynen şöyledir: " ... Halid onun öldürül­mesi hususunda, onun müslümanlarla konuşurken şöyle bir ifade kullandığını söyleyerek kendisini mazur gösterdi:

"Malik: 'Ben sizin sahibinizin (Hz. Peygamber) şu şu sözleri söylemiş olduğunu zannediyorum' dedi. Bunun üzerine Halid ona:

'Sen onu kendi sahibin (Peygamber'in) kabul etmiyor mu­sun?' dedi. Sonra onu ileri çıkardı; onun ve arkadaşlarının bo­yunlarını vurdurdu. Onların öldürüldüklerini öğrenen Ömer b. Hattab bu meseleyi Ebu Bekir'in yanında konuşmaya başladı ve bu konuyu sık sık şu sözleriyle dile getirdi:

"- Allah'ın düşmanı! Müslüman birisine düşman oldu; onu öldürdü; sonra da karısı ile evlendi. "

"Halid b. Velid (Medine'ye) geldi; Mescid'e girdi; üzerinde demir küfü olan abası vardı; sarığında da birkaç ok sokuluydu. O mescide girer girmez Ömer onun yanına gitti; sarığındaki okları çekti ve parçaladı; sonra da:

-   Ne bu gösteriş! Müslüman bir adamı öldürdün; sonra da karısıyla evlendin! Vallahi seni kendi taşlarınla vuracağım! dedi. Halid b. Velid ona cevap vermedi. Bu hususta Ebu Bekir'in de tıpkı Ömer gibi düşündüğünü zannediyordu. Sonra Ebu Bekir'in yanına girdi ve ona olup bitenleri anlattı; ondan özür diledi. Hz. Ebu Bekir onun mazeretini kabul etti ve bu savaşta olanlardan dolayı onu bağışladı.

Halid, Ebu Bekir'in kendisinden razı olmasından sonra ya­nından ayrıldı. Ömer mescidde oturuyordu; ona 'Gel de konuşa­lım!' dedi. Onun bu sözü üzerine Ömer, Ebu Bekir'in ondan razı olduğunu anladı; kendisine cevap vermedi ve evine girdi."376

But.ıh savaşı ile Halid b. Velid'in Malik b. Nuveyre'yi öl- dürtmesi ve karısı ile evlenmesi üzerindeki değerlendirmeye geçmeden önce, Seyf b. Ömer dışındaki ravilerin, hakkında çok az bilgi verdikleri, bilhassa Temim kabilesindeki faaliyetlerini yalnızca zikretmekle yetindikleri, mütenebbi kadın Secah üze­rinde de kısaca durmak istiyoruz.

Vakıdi'nin rivayetine göre, Temim kabilesinden Qlan Secah, kendisinin peygamber olduğuna kabilesini inandırdı. O, vahiy aldığını iddia edip bir müezzin, bir hacib ve bir de minber edin­di. Secah, Halid b. Velid Butah'a, yani Temim kabilesine gelme­den önce, oradan ayrılıp Yemame'ye gitti; oradaki mütenebbi Müseylime ile savaşmak istiyordu. Ancak onunla halvet olunca, peygamberliğe Müseylime'nin daha müstehak olduğunu (!) an­layarak iddiasından vazgeçti ve onunla evlendi.

Halid b. Velid ve Temim kabilesi ve dolayısıyla Malik bakı­mından Secah üzerinde durulması gereken hususlar şunlardır:

Halid'in Büzaha ve çevresindeki başarıları, Secah'ı korkuttu ve kendisine göre daha güçlü olan, Müseylime'nin yanına gitmeyi kararlaştırıp nübüvvet iddiasından vazgeçti. Halid b. Velid Haz­retleri, Yemame'de Müseylime'yi öldürdükten sonra Secah'ı yaka­ladı; sonra o da müslüman oldu ve kabilesinin yanına döndü.

Temim kabilesi ve Malik b. Nuveyre, yalnızca zekat vermemek suretiyle değil, aynı zamanda Secah'ın peygamberliğine karşı çıkma­yıp onu kabul etmek suretiyle de irtidad etmişlerdir. Halid'in onu cezalandırmasında bu hususun da göz önüne alınması gerekir.377

Halid b. Velid, irtidad edenlerin çok az bir kısmını cezalan­dırdığı Temim kabilesini böylece itaat altına almış oldu.

Halid b. Velid'in Malik b. Nuveyre'yi öldürmesini ele alırken iki noktanın aydınlatılması gerekir: Bunlardan birisi, Ebu Katade el-Ensari Hazretlerinin itirazı; ikincisi, Halid'in onun karısı ile evlenmesidir.

Malik ve arkadaşlarını yakalayıp Halid'e teslim eden Ebu Katade, onların ezan okuyup kendileriyle birlikte namaz kıldık­larını ileri sürerek öldürülmelerinin doğru olmadığını ısrarla ifade etmiş; başkumandanının aynı görüşü paylaşmadığını ve onu öldürdüğünü görünce de orduyu terkedip Medine'ye dön­müş ve Hz. Ebu Bekir'e şikayette bulunmuştur.

Ebu Katade'nin gördükleri doğrudur, bu doğruya göre ver­diği karar da kendisi bakımından haklıdır. Ancak başkumanda­nı bakımından, onun bu doğruları kabul edilmemiştir. Çünkü Halid için gerçek başkadır. Şöyle ki, Malik b. Nuveyre, Hz. Peygamber'in zekat amili olmasına rağmen, vefatını öğrenir öğ­renmez kabilesinden topladığı malları sahiplerine iade etmiş ve Medine'ye göndermemiştir. Yalnızca bu suç, onun öldürülmesi için yeterli sebeptir. Kaldı ki onun aleyhine delil teşkil eden baş­ka suçları da vardır ve bunların hepsini başkumandan bilmekte­dir. Bunlardan ilki, onun söylediği şiirlerdir ki irtidad ettiğinin açık delilidir. İkinci bir husus, onun Mütenebbi Secah'a tabi olması; ona karşı çıkmamasıdır. Ve son olarak İbn İshak'ın riva­yetinde açıklanan ifadeleridir. Hz. Peygamber'den "sizin sahibi­niz" şeklinde bahsederek Hz. Peygamber'e inanmadığını adeta Halid'in önünde ilan etmiştir. Bütün bu noktaları gören, bilen ve tespit eden Halid b. Velid, haklı olarak onu suçlu bulmuş; Ebu Katade'nin namaz kıldığını söylemesini, doğru olmakla birlikte kabul etmemiş; Mcl k'in korkudan öyle davrandığına hükmetmiştir.

Butah savaşından sonra Halid'in Medine'ye gelişi, bizim esas aldığımız rivayetlerde açık bir şekilde belirtilmemişse de, sanki Halife'nin onu hesaba çekmesi için çağırdığı şeklinde anlaşılmak­tadır. Ebu Katade'nin orduyu terkedip Medine'ye gelmesi de bu hususu düşündürmektedir. Ancak biz, Hz. Ebu Bekir'in yalnızca öldürme ve evlenme işini konuşmak üzere Halid'i Medine'ye çağırdığını doğru bulmuyoruz. Öyle anlaşılmaktadır ki, Yemame'deki Müseylime'nin isyanı çok büyümüş ve Hz. Ebu Bekir onun ortadan kaldırılması işini konuşmak üzere Halid'i Medine'ye davet etmiş; bu arada Malik meselesini dç konuşup karara bağlamıştır. Veya Halid, Ebu Katade'nin de ordudan ayrı­lıp Medine'ye gitmesini göz önüne alarak, hem bu meseleyi, hem de Yemame'deki durumu konuşmak, yapılan savaşlardan sonraki gelişmeleri göz önüne alarak yeni bir strateji tayin ve tespit et­mek, ayrıca yardım sağlamak üzere Halife ile konuşmak için Me­dine'ye gelmeye bizzat kendisi karar vermiş; hatta, Yemame'den sonraki fetihlerin planlamasını konuşmayı düşünmüş olabilir.

Malik'in öldürülmesi üzerinde durulurken, Halid'in onun ka­rısı Ümmü Mütemmim ile evlenmesi en fazla dikkati çeken bir mesele olmuştur. Bizim esas aldığımız rivayetlerde, Hz. Ebu Be­kir'in bu izdivaca kızdığı, hatta Halid'e onu boşamasını emrettiği gibi hususlara hiç yer verilmediğini görüyoruz. Bu izdivaçla alaka­lı birçok detayı nakleden Seyf bile, Halife'nin onu boşaması için emir verdiğini zikretmekle birlikte, Halid'in onu boşayıp boşama­dığını ve boşadı ise ne zaman boşadığına dair hiç bilgi vermemek­tedir. Bu hususta kesin olan nokta, Butah'tan sonra birazdan ele alacağımız Müseylime ile yapılan savaş esnasında, Halid'in bu hanımının hala onun çadırında olduğudur. Bize göre bu evlilikte, yadırganması ve tuhaf bulunması gereken tek husus, eskiden beri cari olan Arap geleneğine de aykırı bir şekilde, savaş meydanında ve savaş günlerinde bu izdivacın yapılmasıdır, o kadar.378

Halid b. Velid'in Yalancı Müseylime İle Yemame'de

Akraba Savaşı

Halid b. Velid'in irtidad savaşları arasında, hedefleri, cereyan şekli ve neticesi bakımından en müşkil savaş, Yemame'de yalancı Müseylime'ye karşı yapılan Akraba savaşıdır. Hatta bu savaş, yalnızca ridde savaşları arasında değil, müslümanların Bedir'den o güne kadar yaptıkları bütün muharebelerin en şiddetli ve en kanlısıdır. Bu hususun, Halife Hz. Ebu Bekir tarafından, savaştan önce tahmin edildiğini görüyoruz. Halife, Şerik el-Fezari ile gön­derdiği yazılı talimatında, bilinen emir ve nasihatları yanında, " ... Sen Beni Hanife'ye dikkat et! Onlara benzeyen bir kabile ile henüz savaşmadın! Onların hepsi, senin aleyhindedir; kendilerinin geniş toprakları vardır. Bu işi bizzat kendin idare et... " gibi hususları zikrederek başkumandanı Halid'in dikkatini çekti.379

İrtidad savaşlarına başlarken, "Allah'a yemin ederim ki, Mü- seylime'yi ortadan kaldırmadan savaşa son vermeyeceğim "380 diyen büyük kumandan Halid b. Velid, ''yirmi ordu ile karşılaş­tım; ancak, kılıç darbelerine çok sabırlı bir şekilde karşı koyan, çok iyi kılıç sallayan ve savaşa çok iyi dayanan Yemame'deki Beni Hanife'den daha zorlu bir kavim görmedim "381 diyerek bu savaşın çok zor ve ağır şartlarda geçtiğini ifade etmiştir.

Necid'in güney-doğusunda ve Bahreyn'in batısında ziraate elverişli topraklara sahip Yemame bölgesinde yaşayan Beni Hanife, bir heyetle Hz. Peygamber'i ziyaret etmişti. Ancak, Rafı' b. Hudeyc'in, "Hz. Peygamber'e birçok Arap kabilesi heyeti geldi; bunlar arasında en çok katı kalbli ve İslam 'ın gönüllerinde en az yer ettiği kabile Beni Hanife idi "382 ifadesinden de açık bir şekilde anlaşılacağı üzere, onlar iyi bir şekilde müslüman olmamışlardı. Bununla kalmamışlar, Raslılullah (salla'llâhü aleyhi ve sellem) henüz hayatta iken, pey­gamberlik iddiasında bulunan yalancı Müseylime'nin etrafında toplanmışlardı.

Müseylime'nin Beni Hanife kabilesiyle Medine'ye gelip gel­mediği, Beni Hanife'nin müslüman olup olmadığı; yalancının Raslılullah'dan iktidar istemesi, onun hakkında Raslılullah'ın rüyası, Müseylime'nin risalet vazifesine Hz. Peygamber'in onu ortak ettiğini iddia etmesi ve bu husustaki mektuplar ile daha sonra onun peygamber olduğunu ilan etmesi; ayrıca' bu kabile­nin irtidad etmesinde büyük rol oynayan ve Beni Hanife heyetiy-     le Medine'ye gelen, orada Kur'an-ı Kerim ve Sünneti öğrenen, Bakara ve Al-i İmran surelerini Ubeyy b. Ka'b Hazretlerinden ezberleyen, sonra kabilesine dönünce Hz. Peygamber'in nübüv­vet işine Müseylime'yi ortak ettiğine yalancı şahitlik yapmak suretiyle Müseylime'yi destekleyen ve bu fitnenin genişlemesine ve büyümesine sebep olan Reccal üzerinde bu eserimizde bilgi vermek istemiyoruz. Ayrıca Müseylime'nin yalanları, hokkabaz­lıkları ve marifetleri (!) ile Temimliler'in yalancısı kadın Secah ile münasebeti hakkında kaynaklarda yer alan haberleri de incele­meyi düşünmüyoruz.383

Halid b. Velid, yalancı Müseylime'nin etrafında toplanan Beni Hanife üzerine yürümek için, ordusuyla birlikte Butah'tan Yemame'ye doğru harekete geçti. Yemame topraklarına girip el- Irz vadisine inince, Ma'an b. Adiyy el-Aclani kumandası altında, iki yüz süvari birliğini öncü olarak gönderdi. Bu birliğe yol gös­termesi için, Fırat b. Hayyan el-Icli'yi kılavuz; haber toplamaları için de Müknif b. Zeydi'l-Hayl et-Tai ile kardeşini istihbaratçı tayin etti. Bunlara, rastlayacakları herkesi esir almalarını emretti.

Öncü birlik el-Irz'dan ayrıldı; yolda Mücca'a b. Mürare el- Hanefı ile kabilesinden yirmi üç kişiye rastlayıp onları esir aldı­lar. Beni Hanife'nin ileri gelen şahsiyetlerinden olan Mücca'a ve adamları, kan davası için birisini aramak üzere yola çıkmışlardı ve Halid b. Velid ile karşılaşacaklarını hiç düşünmemişlerdi. Müslümanlar onlara, kim olduklarını sordular, onlar da Beni Hanife'den olduklarını söyleyince, onları Müseylime'nin Ha- lid'e gönderdiği elçiler zannettiler. Öncü birlik onları esir alıp Halid'e teslim etti. Müseylime'nin elçileri olduğunu düşünen Halid onlara:

 by Beni Hanife mensupları! Adamınız (Müseylime) hak­kında ne düşünüyorsunuz? diye sordu. Onların hepsi de Müsey- lime'nin Allah'ın elçisi olduğuna şehadet getirdiler. Halid, Müc- ca'a'ya ne düşündüğünü sordu; o da kendisine şu cevabı verdi:

-   Vallahi ben, bizim kabileden birisini öldüren Nümeyrli bir adamı aramak için yola çıktım; Müseylime'nin yanında hiç bir zaman bulunmadım. Çünkü ben, Rasulullah'ın (salla'llâhü aleyhi ve sellem) huzu­runa gittim ve müslüman oldum; o zamandan beri de dinimi değiştirmedim.

Halid, Mücca'a hariç, esirlerin hepsini ortaya çıkartıp sıra ile boyunlarını vurdurdu. Bir de Mücca'a hakkında, kendisine:

-   Ey Halid! Yemame halkı için ister hayır, ister şer iste; ancak Mücca'a'yı öldürme, bırak! Çünkü o, gerek sulh gerek harp zama­nında sana yardımcı olur! diyen Sariye b. Mesleme'yi ve Müc- ca'a'yı öldürtmedi. Ancak ikisini de serbest bırakmayıp zincire bağlattı.

Mücca'a'yı kendi çadırında, Butah'ta evlendiği karısı Ümmü Mütemmim'e teslim etti ve ona iyi bakmasını tenbih etti. Baş­kumandan, zaman zaman onunla konuşur ve beraberce yemek yerdi. Mücca'a ise, devamlı bağlı tutulmasından dolayı, Halid'in kendisini öldüreceğini zannederek, hep Hz. Peygamber'in yanı­na gittiğini, müslüman olduğunu ve bir daha küfre dönmediğini; iyi bir müslüman olduğunu, savaşmak için değil Nümeyrli adamı aramak üzere yola çıktığını tekrar eder dururdu.

Halid de onun bu sözlerine, bizim savaşımız hakkında Al­lah'ın vereceği karara kadar, öldürmek ile serbest bırakmak ara­sında bir yer vardır, bu da hapistir, diye cevap verirdi. Mücca'a, Halid'in bu cevaplarından ve kendisini esir olarak tutmaya de­vam etmesinden, onun Müseylime hakkında kendisine bilgi vermesini istediğini zannederek bazı şeyler de anlatırdı. Onun anlattıktan arasında, Bahreynli bir adamın hikayesi dikkati çek­mektedir. Müseylime'nin yanında bulunan ve onun söyledikleri­ni yazan bu adam, Müseylime'nin yalancı olduğuna inanıyor ve bunu halka da açıkça söylüyordu. Müseylime onun bu sözlerini öğrenince katip, Bahreyn'e kaçmıştı.

Bu arada Halid, Beni Hanife mensuplarının, Müseylime'ye hala inanıp inanmadıklarını da sordu. Mücca'a ona verdiği cevapta:

-   Eğer inanmasalar, savaşmak üzere yarın senin karşına on- binden fazla kılıç nasıl çıkacak? demiştir. Onun bu cevabı, Ha- lid'in savaşmak üzere kesin karar vermesine ve hemen harekete geçmesine sebep olmuştur.384

Halid b. Velid, savaş öncesi, Müseylime ve Beni Hanife'nin durumu hakkında başka kaynaklardan da haber topladı. Bunlar arasında, İbn Amr el-Yeşkuri'nin adını zikredebiliriz. İyi bir müslüman olan bu zat, Müseylime'nin yalancı olduğunu biliyor­du ve onun aleyhinde idi. Ayrıca Müseylime'nin en yakın adamı ve destekçisi Reccal'in de yakın arkadaşı idi. İbn Amr, Müseyli- me'nin aleyhine çok güzel bir şiir söyledi; bu şiir halk arasında hemen yayıldı; öldürüleceğinden korkan İbn Amr, Yemame'den kaçıp Halid'in karagahına geldi ve ona hem Müseylime, hem de Yemame'nin durumu hakkında gizli bilgiler verdi; onun bazı tedbirler almasını sağladı.385

Bu arada Halid b. Velid, Beni Hanife üzerinde çok tesirli ve Müseylime'nin en yakını olan Muhakkimu'l-Yemame diye meş­hur Muhakkim b. Tufeyl'in, tekrar İslam dinine dönmesini Küla'i, s. 77-79; Halid'in benzer diğer faaliyetleri için de s. 88-90'a bakınız. umuyordu. Onun yakın arkadaşı ve ordusunda bulunan Lebid b. Beyada'dan, Muhakkim'e tesir eden bir şiir yazmasını istedi; Lebid'in yazdığı şiiri de bir kervanla Yemame'ye gönderdi. Ravi, bu şairin Lebid değil, Hassan b. Sabit olduğunu da zikreder. Bu şiir, Muhakkim'de müsbet bir tesir bırakması bir yana, tam tersi, menfi bir tavır takınmasına sebep oldu. Kendisine: "Halid b. Velid geliyor" diye söylenince o:

-  Halid b. Velid, daha önce karşılaştıklarına benzemeyen bir kavimle karşılaşacağını görecektir, demiştir. 3

Halid Yemame topraklarında ilerlemeye devam ediyordu. Nihayet Müseylime'nin Akraba'da askeriyle birlikte savaşa hazır olduğunu haber aldı. Kurmayları ile yaptığı toplantıda, Yemame üzerine mi yoksa Akraba'ya mı yürümesi gerektiği hususunu müzakere ve istişare etti. Akraba'ya, Müseylime'nin üzerine yü­rünmesi gerektiğine ittifakla karar verildi.

Halid, Akraba'ya hareket etti ve orada ordugahını kurdu. Bazı rivayetlerde ise, Akraba'ya Halid'in daha önce geldiği, daha sonra geldiği veya iki ordunun aynı esnada oraya ulaştıkları da haber verilmiştir. 387

Halid ordugahını kurduktan sonra, orduyu savaş düzenine geçirdi. Büyük sancağı, Hz. Ömer'in kardeşi Zeyd b. Hattab'a, Ensar'ın sancağını Sabit b. Kays'a verdi; sağ kola Ebu Huzeyfe b. Utbe'yi; sol kola Şüca' b. Vehb'i; süvari birliğinin başına da el- Bera b. Malik'i getirdi.                                                                    .

Akraba savaşı başlamadan önce Halid, el-Bera'yı bu vazife­sinden aldı ve kendisinin yaya olarak savaşmasını istedi. Onun yerine, Üsame b. Zeyd'i tayin etti. Halife Hz. Ebu Bekir, Suriye seferinden dönmüş olan Üsame b. Zeyd'i, dört yüz kişi ile Ha- lid'e destek için göndermişti; o da yemame'ye girmeden üç gün önce Halid ile buluşmuştu.

Daha sonra Halid, kurmayları ile çadırında bir toplantı daha yaptı. Bu toplantıya Mücca'a ile onu bekleyen karısı Ümmü Mü­temmim ve Rasulullah'ın (salla'llâhü aleyhi ve sellem) ileri gelen sahabileri iştirak etti­ler. Sedirinin üzerinde savaş müzakereleri yaparken Halid'in gözü, Beni Hanife askerlerinin bulunduğu yerdeki kılıç parıltıla­rına ilişti; düşman askerleri, kılıçlarını çekmişler, karşılıklı bir­birlerinin üzerine doğru yürüyüp sonra geri dönüyorlardı. Halid onların bu durumunu farkedince:

-Ey Müslümanlar! Allah 'ın sizleri düşmanınızdan korumuş olduğunu müjdelerim. Baksanıza, onlar kılıçlarını çekmişler ve sizi uzaktan korkutmak istiyorlar; bu onların korktuklarının ve mağlubiyetlerinin açık işaretidir, dedi. 388

İbn İshak'ın rivayetinde ise onların durumunu Halid'in:

-   Ey müslümanlar! Allah sizleri düşmanlarınızdan korudu! İnşallah onların arasında ihtilaf baş göstermiştir, şeklinde değer­lendirdiği zikredilir. 389

Zincire bağlı Mücca'a da onlara baktı ve Halid'in bu şekilde­ki değerlerindirmesinin doğru olmadığını; Beni Hanifeli askerle­rin, hind yapısı kılıçlarını, parçalanmasından korktuklarından yumuşaması için güneşe tuttuklarını söyledi.

Müseylime de askerlerini savaş düzenine soktu; öncü birli­ğine Reccal b. Unfuve'yi getirdi. Müslümanlar, onun öncü birli­ğine getirilişine çok kızıp kendisine lanet okudular.390

Nihayet iki ordu savaşmaya başladı. Müslümanlara ilk hü­cum eden Reccal oldu; kendisi katledildi. Reccal ve onun gibi ileri gelen bazı düşman askerlerinin öldürülmesi, Müseylime'nin ordusunda bozgun veya panik havası doğurmadı; aksine daha şiddetli savaşmalarına sebep oldu. Düşman askerlerinin çok şiddetli hücumları karşısında müslümanlar, geri çekilmek zo­runda kaldılar. Hatta bir seferinde onlar, Halid'in çadırına gir­meye bile muvaffak oldular. O sırada Halid dışarıda savaşıyordu. Onlar, Mücca'a'yı kaçırmaya ve Halid'in karısı Ümmü Mütem- mim'i öldürmeye kalkıştılar. Ancak Mücca'a onlara mani oldu ve onun kendi himayesinde bulunduğunu söyledi ve güçleri yeti­yorsa kadınlarla değil, erkeklerle savaşmalarını teklif etti. Düş­man askerleri, çadırların iplerini kesip parçaladılar ve geri çekil­diler. Bu sırada müslümanlar çok zor durumlara düştüler. Müs- lümanlar çadıra döndüklerinde, Mücca'a'yı öldürmek istediler. Ancak Ümmü Mütemmim, onun öldürülmesine mani oldu. 391

Müslümanlardan ilk önce şehid olan Malik b. Evs idi. Düş­man askerlerinin ardı arkası kesilmeyen şiddetli saldırıları karşı­sında Başkumandan Halid, onlara karşı koymak ve müslüman askerlere örnek olmak ve cesaret vermek için ön saflarda savaş­mak mecburiyetinde kalıyordu.

İslam ordusu, düşman askerlerinin şiddetli saldırıları karşı­sında üç defa geri çekilmek mecburiyetinde kaldı. Her seferinde de, başta Halid olmak üzere Ashabın ileri gelen şahsiyetlerinin, hayatlarını hiçe sayan cesaret ve azimleri sayesinde, geri çekilen askerlerin savaş meydanına dönmeleri sağlanıyor ve düşman püskürtülüyordu. Fakat İslam ordusunun ön saflarında ve süvari birliğinde zaaf alametleri görülüyordu. Düşman askerlerinin saldırıya geçmesiyle birlikte, başta süvari birliği kumandanı Üsame olmak üzere ön saftaki bedeviler (a'rab) hemen geri çeki­liyorlar, onların bu hareketi, arka taraftaki askerlere de tesir edi­yordu. Öte yandan ordu içerisinde, bedevilerle diğer müslüman- lar arasında ciddi bir ihtilaf ve rekabet de söz konusuydu Bu noktada savaşa biraz ara verip, bedevilerin İslam ordusuna nasıl katıldıklarına kısaca temas etmek istiyoruz. Halid b. Velid, mür- tecilerin isyanını bastırdıkça, kabilelerden birer heyeti Medine'ye Halife Hz. Ebu Bekir'e gönderirdi. Heyet mensupları, müslüman olduklarını Halife'ye bildirirler ve kendisine biat etmek istedikle­rini ve kendilerine eman vermesini arzederlerdi. Hz. Ebu Bekir de onlara verdiği cevapta:

"Sizin bana biat etmeniz ve benim size eman vermem, sizle- rin Halid b. Velid'e ve onunla beraber olan müslümanlara iltihak etmenize bağlıdır. Halid bana, kimin kendisiyle birlikte Yemame'de hazır olduğunu yazarsa, o kimse emindir; burada olanlarınız, olmayanlarınıza haber versin; bana gelmeyiniz; yüz­lerinizi Halid'e çeviriniz" der, onların Halid'in ordusuna katılma­larını ve yemame'deki isyanın bastırılması için savaşmalarını şart koşardı. 392

Birçoğu bedevi olan bu insanların, hem dine yeni dönmüş veya girmiş olmalarından, hem de ordu içerisindeki eski askerle­re göre farklı disiplin ve cihad anlayışlarından dolayı problem oldukları anlaşılmaktadır. Bu hususta Ebu Bekir b. Ebü'l-Cehm, şunları söylüyor:

"Çöllerden Halid'e iltihak eden bu insanlar, Yemame sava­şında, üç defa kendileriyle birlikte müslümanların da yenilmeleri­ne sebep olmuşlardı. Onlar, müslümanların başına adeta görün­mez bir bela idiler. '1393

Bedevilerin, düşman saldırısından sonra, saflarına hemen dönmemeleri, çok menfi bir tesir yapıyor, orduda karışıklık meydana getiriyordu.394

Bedevilerin bu durumuna dayanamayan Ensar'ın kumanda­nı Sabit b. Kays, Başkumandanına "bizi kurtar!" diye bağırdı. Bu arada bazı askerler, Üsame'nin yerine el-Bera b. Malik'in süvari­lerin başına getirilmesini istediler. Bu durumu Halid de müşaha- de etmiş ve bazı değişikliklere karar vermişti. Muhacir ve Ensar'ı ön saflara, bedevileri ise arkaya aldı ve bu askerleri ayrı ayrı bir­likler haline getirip karıştırmadı.395

Sabit b. Kays'a istediğini yapması için izin verdi, o da Ensar'ı etrafında topladı. Halid ise Muhacirleri kendi etrafında topladı. Sonra Tayy kabilesi mensupları bir araya geldi. Bedeviler de ge­ride saf tuttular. Bu arada süvari birliğinin başına Bera b. Malik'i getirdi. Bu değişiklikten sonra İslam ordusunda hiç gerileme olmadı; ön saftakiler ya ilerliyor veya şehid oluncaya veya yara- lanıncaya kadar savaşıyorlar; sonra da onların yerini başka as­kerler alıyordu.

Müslüman askerlerinin zaman zaman geri çekilmek mecbu­riyetinde kalmalarına çok üzülen Ensar'ın kumandanı Sabit b. Kays, askerlere hitaben:

-Ey Müslümanlar! Kendinizi ne kötü şeylere alıştırmışsınız! diye kızgınlığını dile getirdi sonra da:

-Ey Allah'ım! Yemame halkının peşine düşüp taptığı şeyden Sana sığındığım gibi, müslümanların yaptıklarından da (geri çekilmeleri) Sana sığınırım, dedi; sonra kılıcını çekip şehid olun­caya kadar savaştı.396

İslam ordusunun sancaktarı Zeyd b. Hattab ise, "Reccal'a ge­lince artık Reccal yoktur; Ricale (erkekler) gelince artık rical de yoktur, diye bağırmaya başladı; arkasından da:

-Ey Allah'ım! Arkadaşlarımın kaçmasından dolayı Sen'den özür dilerim! Müseylime ile Muhakkim b. Tufeyl'in ortaya çıkar­dığı fitneden de Sana sığınırım! diye Rabbine iltica etti ve sancağa sarılıp düşman saflarına dalarak savaşa savaşa şehid oldu.

O şehid olunca sancak yere düştü. Ebu Huzeyfe'nin azadlısı Salim sancağı yerden aldı; bacaklarının yarısına kadar bir çukur kazdı ve sancağını eline alıp oraya girdi; yanında da Ensar'ın sancaktarı bulunuyordu. Müslümanlar geri çekilince, o ikisi yerlerinde kalıyorlar ve sancaklarını tutmaya devam ediyorlardı: Salim şehid olunca Ebu Huzeyfe yanına geldi ve sancağı aldı. O da şehid olunca sancak bir süre yerde kaldı. Bedir ehlinden Yezid b. Kays sancağı yerden aldı; o da şehid oldu. Sonra el-Hakem b. Said b. el-As sancağı aldı; o gün boyu savaştı; sonra şehid oldu. 397

Yemame savaşı kahramanlarından birisi de el-Bera b. Malik idi. Üsame'nin yerine tekrar süvarilerin başına getirilmeden önce başkumandanına:

-Bize at mı var? Beni azlettin ve insanları benden ayırdın! di­ye serzenişte bulunmuştu. Halid ona, kızılacak zaman olmadığı­nı söyleyerek atına binip savaşmasını emretti. Kaynaklarda, el-Bera b. Malik'in değişik yaradılışta bir insan olduğu anlatılır. Enes b. Malik'in kardeşi olan el-Bera, düşmanla savaşmaya baş­layacağı sırada, vücudunda çok şiddetli bir titreme husule gelir, birkaç kişi onun üzerine oturduğu halde o titremeye devam eder, idrarı kanlı olarak gelinceye kadar da titrerdi. Belki de bir sara nöbeti geçirirdi. Sonra da bütün cesaretini toplar, bir arslan gibi yerinden sıçrayıp kalkardı. Müslüman askerlerinin çekilmeye ve kaçmaya başladıklarını görünce, aynı hal Yemame'de de başına geldi. Atına bindi; yaptığı konuşmadan sonra, atlı-yaya bütün Ensar askerini etrafında topladı. Sonra askerlere:

-Anam babam sizlere feda olsun! Düşmanın üzerine, ölümü istediğiniz gerçek bir hamle ile saldırdınız! dedi; sonra da tekbir getirdi; asker de onunla birlikte tekbir getirdi.

el-Bera kahramanca savaşmaya, düşmanın üzerine yürüme­ye başladı; etrafındaki Ensar da onu takip etti. Müseylime'nin en büyük destekçisi Muhakkim'in bulunduğu yere ulaştı. O sırada Muhakkim, Beni Hanife askerlerini, kadın ve kızlarının götürü­leceklerini, istemedikleri kimselerle evleneceklerini söyleyerek savaşa teşvik ediyordu. Abdurahman b. Ebu Bekir ona bir ok attı ve boğazına saplayarak onu öldürdü. Muhakkim'i bizzat Halid b. Velid'in öldürdüğü de rivayet edilmektedir. Esasen Halid, Mü- seylime ve Muhakkim'i takip ediyor, onlar öldürülmedikçe Beni Hanife'nin savaş hırsının yok edilemeyeceğini çok iyi biliyordu. Bununla birlikte Beni Hanife askerleri, "Muhakkim 'den sonra kalmak yoktur" diyerek daha şiddetli savaşıyorlardı.

Ama artık savaşın kaderi belli olmuştu. el-Bera'nın başlattığı hamle ile müslümanlar, Muhakkim'i de katlettikten sonra iler­lemeye başladılar. Savaşın başından beri bu hamleyi ilk defa ya­pabilen müslümanlar karşısında düşman askerleri, çekilmeye ve etrafı duvarlarla çevrili bahçeye sığınmaya mecbur oldular. Beni

Hanife, ilk defa hezimete uğradı fakat tam uğradı. Müslümanlar onları, tarihe Hadikatu'l-mevt (Ölüm Bahçesi) diye geçecek olan bahçeye sığınmaya zorladılar, orayı muhasara ettiler.

Bahçenin kapıları kilitlenmişti ve Müseylime de oradaydı. Bir rivayete göre Ebu Dücane, diğer rivayete göre el-Bera, arka­daşlarından, kendisini bahçe duvarına çıkartmalarını istedi.398 Duvardan atlayıp kapıyı açmak, düşüncesindeydi. Ancak buna razı olmadılar. O, bu hususta çok ısrar edince arkadaşları kendi­sine yardım edip duvara kaldırdılar. Duvarın üzerinden bahçeye baktı ve düşünmeksizin kendisini yere attı; çarpışarak kapıya kadar ilerledi ve müslümanlara kapıyı açtı.

Bahçeye giren müslümanlar, Müseylimetü'l-Kezzab da dahil olmak üzere birçok düşman askerini öldürdüler. Müseylime'yi, Hz. Hamza'nın katili Vahşi ile Ensar'dan Abdullah b. Zeyd'in öldürdükleri meşhurdur. Onu katledenlerin başkaları olduğu da rivayet edilmiştir. Savaş ikindi vaktinde sona erdi ve İslam dün­yası, çok büyük bir tehlikeden kurtulmuş oldu.

Halid b. Velid'in kumandası altında Yemame'de Beni Hanife'ye karşı yapılan bu Akraba savaşında, müslümanlar pek- çok şehid verdiler; birçok da yaralı vardı. Ensar ve Muhacir- ler'den Kur'an-ı Kerim'i hıfzeden müslümanların şehidler ara­sında yer alması çok büyük bir kayıptı. Şehidlerin sayısı hakkın­da, çok farklı rivayetlere rastlanır, yediyüz, bin iki yüz ve bin yedi yüz rakamları verilir. Biz, yetmişi Muhacir, yetmişi Ensar olmak üzere altı yüzden fazla şehid verildiğini kabul edebiliriz.

Düşman zayiatı ise, müslümanların iki katıdır.

Halid b. Velid, muharebe akşamı şehidlerin naaşlarını def­nettirdi. Düşman cesedlerini de kuyulara doldurttu.

Bazı müslümanlar, Yemame savaşında Beni Hanife'nin çok şiddetli ve sabırlı bir şekilde savaştıklarını görünce, Yüce Allah'ın Fetih suresindeki 16. ayeti, sanki onlar için göndermiş olduğu şeklinde tefsir etmişlerdir. 399

Yemame savaşında birçok sahabi yaralandı; Ensar'dan yaralıların sayısının iki yüz kadar olduğu da rivayet edilmiştir. Yaralılar arasında, Hz. Ebu Bekir'den izin alarak bu savaşa katılmış olan kadın sahabi Ümmü Umare de bulunuyordu. Kendisi yalancı Müseylime'yi öldürmek istiyordu; ancak buna muvaffak olamadı ve savaşta eli kesildi. Yalancının öldürül­düğünü öğrenince şükür secdesi yaptı. Savaştan sonra Halid b. Velid, bir tabib getirerek onun tedavisiyle bizzat meşgul oldu.400

Müseylime'nin öldürülmesi üzerine Halid b. Velid, ayakları zincire bağlı Mücca'a'yı yanına alarak onun cesedini aramaya başladı. Ölülerin yüzlerini açarak ona gösteriyor ve Müseyli- me'nin cesedi olup olmadığını soruyordu. Halid, Muhakkim'in cesedini ona gösterdi; iri yarı ve güzel yüzlü cesedin Müseyli- me'ye ait olmadığını öğrenince, ölüm bahçesine girdi ve aramaya orada devam etti. Sonunda sıska, sararmış ve basık burunlu bir cesedi gösterince Mücca'a:

-İşte adamınız! Ondan kurtuldunuz! dedi. Halid ona:

-Sizi kendisine bağlayan adam bu mu?! diye karşılık verdi. Yalancı Müseylime'nin öldürülmesi ve Beni Han1fe'nin mağlubi­yeti üzerine rahatlayan Halid'in bu durumundan istifade etmeyi kafasına koyan Mücca'a:

-Evet Halid; iş dediğin gibi oldu! Ancak bu savaşa, acele ola­rak askerin bir kısmı katıldı; halkın ekseriyeti kalede kaldı, dedi. Onun bu sözüne hayret eden Halid:

-Ne söylüyorsun? deyince Mücd.'a:

-Vallahi gerçek budur. Gel seninle, kabilem adına bir and- laşma yapayım, dedi.

Halid, onun bu masum ve makul teklifini kabul etti; Beni Hanife'nin ellerinde bulunan altın, gümüş ve zırhlar ile esirlerin yarısının müslümanlara verilmesi şartıyla andlaştılar. Bunun üzerine Mücd.'a andlaşma şartlarını kabilesine anlatmak ve on­ların rızasını almak üzere yanlarına gitmek için izin aldı. Müc- d.'a kaleye girince, oradaki kadın ve çocuklara zırh giyerek kale­nin duvarlarına asker gibi dizilmelerini söyledi. Onlar da öyle yaptılar. Sonra Halid'in yanına döndü. O sırada Halid, kalenin üzerindeki zırhlı askerleri farketti. Mücd.'a söze başladı:

-Seninle yaptığım andlaşmayı reddettiler; eğer istersen senin için bir şeyler yapabilirim ve kabileme kabul ettiririm, şeklinde konuştu.

Halid bu şartların neler olduğunu sorunca da Mücd.'a: - Esirlerin dörtte birini alır, dörtte üçünden vazgeçersin, diye teklif etti.

Halid bu teklifi kabul etti ve onunla Beni Hanife adına and- laştı. Sonra kale kapıları açıldı ve oradaki askerlerin yalnızca kadın ve çocuklardan müteşekkil savaşamayacak kimseler olduk­ları anlaşılınca, Halid Mücca'a'ya:

-Yazıklar olsun sana! Beni aldattın, dedi. Bunun üzerine Mücd.'a:

-Onlar benim kabilemin mensupları! Ne yapayım? Elimden başka bir şey gelmezdi, diye cevap verdi.

Halid b. Velid, savaş sonucunu bildirmek üzere Ebu Hay- seme en-Neccari'yi Medine'ye Hz. Ebu Bekir'e gönderdi. Halife, Yemame zaferini ve Müseylime fitnesinin söndürüldüğünü öğ­renince secdeye kapandı; sonra elçiden, savaşa ait haberleri din­ledi. Medine'de, hemen her evden bir şehid verilmesinden dola­yı, Müseylime'nin öldürülmesine sevinmekten çok, onların yası tutuldu. Halife dahil herkes ağladı.

Yemame savaşından sonra Halid b. Velid, Beni Hanife kabi­lesinden bir heyeti, Medine'ye Hz. Ebu Bekir'e gönderdi. Kay­naklarda, bu heyet ile birlikte Halid'in de Medine'ye gittiği riva­yet edilmektedir. Bazı rivayetlerde ise onun Yemame'de kaldığı zikredilmektedir.401 Hz. Ebu Bekir, bu heyet mensupları ile ya­lancı Müseylime ve onun iddialarını konuştu.

Yemame'de savaştan sonraki gelişmeler, bunlardan ibaret kalmadı. Halid, savaş esnasında oturduğu yeri değiştirdi ve evini Veber'e taşıdı.402 Bu arada Halife'den iki mektup gelmişti. Bun­lardan birisi, esirler hakkında; diğeri ise Halid'in izdivacıyla alakalıydı.

Seleme b. Selame b. Vakş'ın getirdiği bu mektuplardan bi­rincisinde Halife Hz. Ebu Bekir, eli silah tutan bir tek Beni Hanife mensubunun bile hayatta bırakılmaması hususunu Halid'e emrediyordu. Başta Üseyd b. Hudayr ile Ebu Naile olmak üzere Ensar, yapılan andlaşmadan vazgeçilip esirlerin öldürül­mesinde ısrar ediyorlar, Halife'nin emrinin, onun emrinden üstün olduğunu dile getiriyorlardı.

Halid ise onlara verdiği cevapta, müslümanların zayıfladık­larını, çok zayiat verdiklerini göz önüne alarak onlarla andlaşma yaptığını; esasen, artık sulhun tamamlanmış olduğunu; onlar bir şey vermeseler bile artık kendileriyle savaşamayacağını; çünkü onların müslüman olduklarını açık bir şekilde beyan etti. Mek­tubu getiren Seleme'nin:

-İmamının emrine muhalefet etme ey Halid! demesi üzerine şunları söyledi:

-Ben bu sulh ile yalnızca hayrı arzu ettim; İslamiyet'e erken girenler; fazilet sahibi ve Kur 'an 'ı bilenlerin öldüklerini gördüm; ayrıca benim yanımda, savaş devam ettiği takdirde kılıca daya- namayacak/arından korktuğum bir zümre kaldı. Bunun için sul­hu kabul ettim; ayrıca onlar da müslüman olduklarını ilan ettiler; siz de sulhu kabul ediniz.403

Halifeden gelen emre rağmen, daha önce yaptığı andlaşma şartlarını değiştirmeyen Halid b. Velid, " ... Ömer'in Ebu Bekir'i kendi aleyhine tahrik etmesinden korktuğu..."404 için ona aşağıda­ki mektubu yazdı. "Rahman ve Rahim olan Allah 'ın Adıyle Al­lah 'ın Rasulü'nün (salla'llâhü aleyhi ve sellem) Halifesi Ebu Bekir'e Halid b. Velid'den

Allah'a yemin ederim ki, kendileriyle güçlü, kuvvetli olduğum insanlar öldürülünceye, atlar zayıflayıncaya, develer ölünceye, müslümanlar ölüler ve yaralılarla yorgun ve bitap düşünceye; kendimi mazur gördüğüm bir şeyi yapmaya, yani kıyafet değişti-

rip bizzat savaş meydanına kılıcımla diğer müslümanlardan fark­sız bir şekilde savaşmaya mecbur oluncaya kadar sulh yapmadım. Sonunda, Allah bize zaferi gönderdi; O'na hamdolsun!"

Hz. Ebu Bekir, Başkumandanının bu mektubunu okuyunca memnun oldu. O sırada yanına gelen Hz. Ömer'e, okuması için mektubu verdi. Hz. Ömer mektubu okuyunca şunları söyledi:

-Onlarla akrabalığını kolladı;405 ama senin emrine muhalefet etti. Görmüyor musun nasıl bizzat savaştığını zikrediyor da bu­nunla sana hizmet ettiğini gösteriyor? Hz. Ömer'in bu sert ve ona cephe alan sözleri üzerine Hz. Ebu Bekir:

-Böyle söyleme ey Ömer! O doğru bir validir; karakteri övül­müş, düşmanı yenmesiyle tanınmıştır. Rasulullah (salla'llâhü aleyhi ve sellem) onu öne geçirmiş ve vazifesinde bırakmıştır; kumandan tayin etmiştir, dedi. Halife'nin bu cevabı üzerine Hz. Ömer:

-Evet kumandan tayin etti; fakat Cahiliye işlerine girmesiyle de onun emrine muhalefet etti, deyince Halife Hz. Ebu Bekir:

-Artık bu sözü bırak! diye Hz. Ömer'e çıkışmıştı. O da:

-Peki, diyerek bu meseleyi kapatmıştır. 406

Halid b. Velid barış andlaşmasından sonra ganimetlerin tak­simiyle meşgul oldu. Mücca'a, yapılan andlaşmaya ve verdiği söze uygun olarak, Yemame'deki Beni Hanife'nin kalesindeki mahzenleri açtı; silah, para ve malların hepsini getirdi; ayrıca esirleri de topladı. Halid bu malların hepsini ayrı ayrı dizdi. Ön­ce esirleri ikiye ayırdı; yarısını serbest bıraktı; diğer yarısını ikiye ayırıp kur'a çekti. Ganimet olarak dağıtılacakları da beşe ayırdı; beşte bir beytülmal hissesini Medine'ye Hz. Ebu Bekir'e gönderdi; geriye kalan beşte dördü ise, askerler arasında, yayalara bir hisse, süvarilere ise bir hisse sahibine, iki hisse atına olmak üzere üç hisse vermek suretiyle dağıttı.407

Yemame savaşından sonra Halid b. Velid, bir gün Müc- ca'a'dan evlenmek için kızını istedi. O, bu evliliğin hemen ger­çekleşmesini doğru bulmadığını söylediyse de Başkumandan ısrar etti; o da razı oldu. Hz. Ebu Bekir, onun evlendiğini öğrenir öğrenmez çok üzüldü ve kendisine bir mektup yazdı. O bu mek­tubunda, y emame şehidlerinin kanının henüz kurumadığına ve Mücca'a'nın kendisiyle hileli bir barış yapmış olduğuna dikkati çekerek bu evliliğe kızdığını bildirmiştir.

Halid b. Velid de kendisine bir cevap yazarak, bu evliliğini müdafaa etmiştir. Medine'de bazı Kureyşliler de Halife ile konu­şarak Halid'in bu izdivacını tabii bulduklarını bildirmişlerdir.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

HALİD B. VELİD'İN IRAK FETİHLERİ

İSLAM FETİHLERİNİN BAZI HUSUSİYETLERİ

Hz. Peygamber'in vefatıyla baş gösteren isyan hareketlerinin bastırılması üzerine Hz. Ebu Bekir, İslam tarihinde yeni bir dev­rin başlaması için ilk adımı attı. Halife, Yemame'de Müseylime- tü'l-Kezzab'ı Akraba savaşında ortadan kaldıran Seyfullah Halid b. Velid'i, bir emir ile Sasani imparatorluğuyla savaşmakta olan Müsenna b. Harise'ye yardım etmesi için Irak'a gönderdi. Bu emir ile Halife, yalnızca İslam tarihinin değil, bütün insanlık tarihinin görüp geçirdiği en büyük ve geniş, süratli ve tesirli, ama asıl bariz vasfı devamlı ve kalıcı olan fütuhat hareketlerini baş­latmış oldu. Bu ilk İslam fetihleri sayesinde müslümanlar, bütün dünya ile temasa geçmek imkanını elde ettiler. Böylece Hz. Pey- gamber'in risaletiyle yeniden ve son defa doğan İslam güneşi, doğudan batıya, kuzeyden güneye, arz-ı meskunun hemen her yerinde yaşayan insan kütlelerini aydınlatmaya; derin tesirler icra edip bütün beşeriyeti nüfuzu altına almaya muvaffak oldu. Müslümanların, müşterek bir merkezden emir alarak, yalnızca fisebilillah (Allah yolunda) niyetiyle ve ilay-ı kelimetullah (Allah kelimesinin yüceltilmesi) etrafında birleşip Kur'an-ı Kerim'den hız ve kuvvet alarak gerçekleştirdikleri bu fetihler, insanlık tari­hinin gördüğü en mühim hadiselerden birisi olmuştur. Şahsi hayatında olduğu gibi devlet idaresinde de daima Rasulullah'a (salla'llâhü aleyhi ve sellem) iktida eden Halife Hz. Ebu Bekir es-Sıddik, Hz. Peygam- her tarafından temelleri atılmış olan İslam fetihlerini aynı isti­kamette devam ettirmeyi, zaruri bir iman borcu bildi. Onun başlattığı bu harekat, mesuliyet duygusuna ve bilhassa "hak" ile "batıl"ı ayırma gücü ve dirayetine sahip teşkilatçı Hz. Ömer el- Faruk'un hilafeti esnasında zirveye ulaştı. Hz. Osman ve Emeviler devrinde de (41-132/661-750) olanca hızıyla devam etti. İslam fütuhatının büyüklüğünü, genişliğini ve çok süratli bir şekilde gerçekleştirildiğini göstermek üzere, yalnızca birinci hic­ret asrındaki (Miladi 16 Temmuz 622-23 Temmuz 719) gelişme­leri, burada kısaca zikretmek istiyoruz.

Hz. Ebu Bekir'in 12 yılı başında (Mart 633) Halid b. Velid'i göndermesiyle başlayan ve aşağıda geniş bir şekilde ele alacağı­mız Güney Irak bölgesindeki Fırat nehri boyunca gerçekleştiri­len fetihler esnasında ve sonrasında, müslümanlar esas itibariyle Sasani imparatorluğu ile mücadele etmişlerdir. Görünüşte ne kadar büyük olursa olsun bu imparatorluk, fisebilillah ilay-ı kelimetul ah için cihada başlamış İslam orduları önünde öyle uzun müddet mukavemet edememiş ve bu asrın hemen ilk yarı­sında, tarih sahnesinden silinmiştir. Sasanilerin Fırat üzerindeki ileri ve mühim mevzilerinin ele geçirilmesiyle sonuçlanan Halid b. Velid'in harekatından sonra, 15/636 yılında, Sa'd b. Ebu Vak- kas kumandasındaki İslam orduları, İranlılar'la yapılan Kadisiye savaşının sonunda, Sasani imparatorluğunun başşehri Medain'i fethetti. Bir yıl sonra (16/637) Celûlâ muharebesi ile İranlılar, Rey (bugünkü Tahran) şehrine çekildiler. 17/638'de Sus şehri fethedildiği gibi aynı yılda Klıfe ve Basra şehirleri, Hz. Ömer'in talimatına uygun olarak kuruldu. 19/640'ta Huzistan; 20/641 yılında da Musul ve Erdebil fethedildi. 21/642 yılında İranlılar'la yapılan Nihavend savaşı, Sasani imparatorluğunun sonu oldu. Bu büyük savaşa, İslam tarihinde "Fethü'l-Fütlıh" (Fetihler Fethi) denir ki gerçekten bu zafer, İran'ın tamamının müslümanların hakimiyetine geçişinin başlangıcı oldu. Nitekim 23/644 yılında Isfahan, Hemedan, Kirman, Gürcistan ve Dağıstan; 24/644'te Rey, 25/645'te Arrfın bölgesi ve Tifüs alınarak İran fethi büyük ölçüde tamamlanmış oldu.

32/653 yılında bugünkü Afganistan sınırları içindeki Belh, Herat, Buşenc, Nişabur, Tus gibi önemli merkezlerden müteşek­kil Horasan'a fetih için atılan ilk adımlar, 51/671 yılında bu mer­kezlerin müslümanların ellerine geçmesiyle neticelenmiş ve aynı yılda Merv, bir ordugah şehri haline getirilmiş, İranlılar kütle halinde müslüman olmuşlardır.

53/673 yılında Ceyhun nehrini de geçen müslümanlar, 54/674'te Buhara'yı, 56/675-76'da Semerkand'ı ele geçirdiler. Maverfıünnehr bölgesinin gerçek manada fethi Kuteybe b. Müs­lim tarafından gerçekleştirilmiştir. 86/705 senesinde başladığı Maverfıünnehr fetihlerini, 96/715 yılında Şaş, Fergana, Hocend gibi büyük merkezleri ele geçirerek, geniş ölçüde tamamlamıştır. Gerçi bu merkezlerden bazıları, zaman zaman müslümanların ellerinden çıkmış ise de neticede yeniden fethedilerek İslam'ın feyiz ve bereketiyle haşır-neşir olmuştur.

Bu arada müslümanlar, deniz yoluyla Güney Asya'nın mü­him kara parçası Hindistan'a da, daha 44-47/664-667 yılları ara­sında ayak basmaya başlamışlar, Muhammed b. Kasım kuman­dasındaki birlikler ise, 92/711 yılında İndus vadisine girerek Sind ve Pencab bölgelerini ele geçirmek suretiyle Multan'a kadar iler­lemişlerdir.

Artık birinci hicret asrının sonunda İslam, doğuda Çin sı­nırlarına kadar dayanmıştı.

Müslümanların Arap yarımadasının kuzeyinde Ürdün, Fi­listin, Suriye ve Anadolu istikametindeki fetih mücadeleleri ise hep Bizans imparatorluğu ile olmuştur. Bu istikametteki fetihler de Hz. Ebu Bekir zamanında başlamış ve kahramanımız Halid b.

Velid Hazretlerinin büyük rolü olmuştur. İleride genişçe ele alacağımız savaşlardan sonra Suriye müslümanların eline geçmiş ve Bizans ordusu daha kuzeye çekilmek zorunda kalmıştır. 17/638'de Antakya, 19/640 yılında Urfa ve el-Cezire bölgesi İslam hakimiyetine girdi. Müslümanların bu ilk asırdaki Anado­lu fetihleri, daha ziyade doğu ve güney-doğu Anadolu bölgeleriy­le sınırlı kalmış olmasına rağmen, zaman zaman Anadolu'nun içlerine ve batı kısımlarına da akınlar vaki olmuştur. Mesela 25/646'da Eskişehir, 32/653'te Ankara'ya akınlar olmuş; 89/708'de Eskişehir ikinci defa ele geçirilmiştir. Daha batıda da Bergama'ya (96/715) kadar uzanan akınlara şahid olunmuştur. Umumiyetle bu asırda, Bizans ile İslam devleti arasında Toros- lar, tabii bir hudud teşkil etmiştir. Ancak Anadolu'nun muhtelif bölgelerine tertip edilmiş olan akınlar ile İstanbul'u fetih teşeb­büsleri ve üç defa muhasara edilmiş olması sayesinde müslü- manlar, bir taraftan Suriye'yi emniyet altına almışlar; diğer taraf­tan da Suriye'ye, Mısır'a ve Kuzey Afrika'ya deniz yoluyla gelebi­lecek Bizans hücumlarını önlemişlerdir.

Raslılullah'ın fethini tebşir eylediği İstanbul ise, İslam fetih­lerinin öncülüğünü yapan müslüman Arapların ilk üç asır esna­sındaki bütün gayretlerine rağmen İslam'a açılamamıştır. Oğuz Destanında Türk milletine hedef gösterilen "büyük nehirler ve büyük denizler"e varmak şeklindeki eski "Türk Kızıl Elma"sı, bu milletin müslüman olmasından ve fütuhat nöbetini Araplar'dan devralmasından sonra yeni bir şekle dönüştü; ve Türk'ün ebedi "Kızıl Elma"sı, "İlay-ı Kelimetullah" aşkı oldu. İşte bu aşk, Cen- net-mekan Fatih Sultan Mehmed Han Hazretlerine, İstanbul'u fethettirerek Rasulullah'ın (salla'llâhü aleyhi ve sellem) yok olacağını bildirdiği Bi­zans'ın varlığına son verdirdi; "...Kisra ile Kayser'in hazineleri de Allah yoluna taksim olunacaktır. .. "409 hükmünü icra ettirdi.

İslam tarihinde Mısır fatihi olarak tanınan Amr b. el-As, 19/640 yılında başladığı Mısır fethini, 21/642'de İskenderiye'yi, 22/643'te Berka'yı ele geçirmekle tamamlamıştır. Bir ara elden çıkan İskenderiye, 25/645'te kesin olarak yeniden fethedilip İslam hakimiyetine alınmıştır.

Mısır fethini takiben 23/643'te Trablusgarb fethedilmiş ve 50/670 yılına kadar Cezayir hududlarına ulaşılmıştır. 78/698 yılında Kartaca ve Bizerte'nin kesin fethi gerçekleştirilmiş ve nihayet 91/710 yılında Mağrib bütünüyle açılarak müslümanlar, Atlas okyanusuna kadar Kuzey Afrika'nın tamamına sahip ol­muşlardır.

İslam orduları, 91/710 yılında Musa b. Nusayr'ın kumanda­sında İspanya sahillerinde görülmüşler, 92/711'de Tarık b. Ziyad kumandasındaki İslam mücahidleri İspanya'ya ayak basmışlar­dır. Bu kuvvetler, 92/711 yılında Toledo, Lizbon ve Kurtuba'yı fethetmişlerdir. 94/712-3 yılında, kısa bir müddet müslümanla­rın İspanya'daki merkezleri olan İşbiliye ile Saragossa fethedilmiş ve bu asrın sonunda (100/719), Kurtuba, Endülüs müslümanları için merkez olmuştur. Bu arada müslüman kuvvetlerinin, Pire- neleri aşarak Fransa'ya tevhid nurundan izler düşürdüklerini de kaydedelim (95/713).

Akdeniz'deki adalar, her devirde, askeri ve ticari bakımdan büyük ehemmiyet taşımışlardır. Esasen müslümanlar, Suriye ve Mısır'ın fethiyle birlikte Akdeniz kıyılarına ulaşmışlar ve bu top­raklardaki hakimiyetlerini takviye etmek ve kendilerine Bizans tarafından yapılan deniz hücumlarına karşı koyabilmek için ve hatta Bizans'ı yıkıp İstanbul'u fethedebilmek gayesiyle donanma da techiz etmişlerdir.

Böylece denizlerde de gazaya başlayan müslümanlar, 28/649'da Kıbrıs'a, 32/652'de Sicilya ve Kavsara'ya, 53/673'te Rodos'a, 89/7078'de Balear adalarına, 92/710'da Sardinya'ya ve bu arada Cerbe ve Malta adalarına seferler tertip etmişlerdir. Kıbrıs'a 33/653-54 yılında yapılan ikinci sefer, adaya müslüman­ların yerleşmesi ile neticelenmiş; ada bu asır ve müteakip asırda, hıristiyanlarla müslümanlar arasında nisbi muhtariyet esasına göre muhafaza edilmiştir.

İslam fetihleri, müşterek bir imanın, müşterek bir tefekkü­rün, müşterek bir ahlakın çeşitli coğrafyalarda ve muhtelif mil­letlerde vücud bulup yerleşmesini sağladı ve çok orjinal ve büyük bir medeniyetin doğmasına sebep oldu. Bu fetihler sayesinde, ilimde, felsefede, teknik sahalarda ve güzel sanatların birçok dalında orjinal eserler veren ve büyük ilerlemeler kaydeden müs- lümanlar, yalnızca kendi topraklarındaki insanları değil, başta Avrupadakiler olmak üzere bütün beşeriyeti tesirleri altına aldı­lar. Hıristiyan batıyı ortaçağın karanlıklarından kurtaran röne­sans ve reform hareketleri, Avrupa'nın üzerine doğan bu İslam güneşi sayesinde gelişebildi.

İslamiyet'in zuhuru esnasında birbirine diş bileyen Arap kabileleri, kısa zamanda Kur'an-ı Kerim'in irşadı ve Hz. Pey- gamber'in terbiyesi sayesinde, "Kelimetullah" için kılıç kuşanan idealist ve dinamik bir iman ve fetih ordusu haline gelmişti. Onların gayretleri sayesinde İslam'ın tevhid anlayışı nereye ayak basmışsa o topraklar, çeşitli ırk, din ve mezheplerin sığınıp korunma imkanı bulduğu bir melce olmuştur. Böylece müslü- manlar, belli bir prensip ve gaye adına giriştikleri cihad saye­sinde, yeryüzüne sulh, adalet ve fazilet getirmişler, adil ve mü- savatçı bir ictimai ahenk ile gittikleri yerlere Tek Allah fikrinin ve imanının huzurunu da taşıyarak bir yeni dünya nizamının müjdelerini vermişlerdir.

Hıristiyan taassup ve barbarlığı ile haçlı zihniyeti emri al­tına giren engizisyon faciasının, sekiz yüz yıla yaklaşan İslam hakimiyetini Endülüs'te sona erdirmesini (Miladi 1492) bir tarafa bırakırsak, bu ilk İslam fetihleri sonucunda ele geçen ve İslam'a açılan toprakların, bugün de hala İslam milletleri ve devletlerinin yaşadıkları yerler olduğunu görüyoruz. Bu husus, İslam fetihlerinin, saman alevi gibi geçici değil, tam aksine devamlı ve kalıcı, aynı zamanda çok tesirli olduğunun açık ve tarihi bir tezahürüdür.

Dünya tarihinde eşi bulunmayan bir süratle gerçekleşen bu İslam fetihleri sonucunda, müslümanların hakimiyetine geçen memleketlerin halkı, İslam dinini kabul etmeye zorlanmamıştır. Çünkü İslam'da cihad, insanlara zorla İslam'ı kabul ettirmek için yapılmıyordu. Bu husus, açık Kur'an ayetleri ile sabittir:

"Dinde zorlama yoktur; artık hak ile batıl iyice ayrılmıştır... " (Bakara 2/256)

"Ey Muhammed! Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulu­nanların hepsi elbette iman ederdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorluyor musun?" (Yunus 10/99)

"Ve de ki: Hak Rabbinizdendir; öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin ... " (Kehf 18/29)

Hz. Ebu Bekir'in emri ile Halid b. Velid'in başlattığı fetih ha­reketleri sonucunda, ele geçirilen bölgelerdeki insanlar, müslü­man olmak veya cizye ödemek şartıyla eski dinlerinde kalmak hürriyetine; her iki durumda da, İslam devleti hakimiyeti ve himayesi altında yaşama hakkına sahip idiler. Bu esas, Hz. Pey- gamber'in Tevbe suresinin 29. cizye ayetine istinaden yukarıda ele aldığımız TebUk seferi esnasındaki tatbikatı örnek alınarak, bu ilk fetihlerde de daha sonrakilerde de değişmeyen temel bir Kur'ani prensip olarak uygulanagelmiştir. Cizye ödemek şartıyla zimmi olmayı kabul edenlere, vicdan ve iman hürriyeti tanınmış, kendi dinlerinde kalmalarına izin verilmiş; mabetlerine doku­nulmamış, ibadetlerine karışılmamıştır.

Cihad, İslam devletinin hududlarının büyümesini, genişle­mesini sağlamakla birlikte, gayr-i müslirnleri zorla müslüman yapmayı hedef almıyor; onları, yalnızca İslam devletinin himaye ettiği insanlar statüsüne almakla yetiniyordu. Bir başka ifade ile onların zorla müslüman olmalarını değil, İslam'a tabi olmalarını; İslam'a girmeden Allah'a itaat etmelerini sağlıyordu. Esasen zor­la dine girenlerin müslümanlığından, ne kendilerine ve ne de İslam ümmetine bir hayır dokunmayacağı gibi insanları ölümle tehdid ederek müslüman yapmanın, münafıklığı körüklemekten ve cemiyette münafıkların sayısını çoğaltmaktan başka bir neti­cesi olmayacaktır.

İslam'da cihad, bir saldırganlık, şuursuz bir imha ve istila hareketi olmayıp prensip ve gaye yolunda son başvurulan bir çaredir. Zira İslam, barış, güven, dirlik ve düzen isteyen ve bun­ları emreden bir dindir. Ancak bu güven, dirlik ve düzen sulh yoluyla temin edilmezse, beka ve devam kanunları, müslümanla­rı mücadeleye davet eder, artık bu noktada cihad; körü körüne bir dövüş, bir mukatele değil, mukaddes bir insanlık vazifesidir. Bir başka ifade ile cihad, beşer nevinin kıymetleriyle beraber tutunabilmesi yolunda, ilay-ı kelimetullah için girişilen ve yal­nızca Allah yolunda yapılan bir mücahededir. Bu mücahedeyi gerçekleştiren müslümanların asıl vazifesi, fetihlerden sonra başlamaktadır. Onlar, İslam'ın yücelik ve büyüklüğünü, medeni ve insani meziyet, haslet ve üstünlüklerini, yaşanır halde insanla­ra göstermeye, onlara örnek olmaya mecburdurlar.

İşte böylece İslam devletinin himayesi altına alınmış insan­lar, hem İslam'ın din olarak safiyet ve ulviyetini müşahede et­mekle ve hem de tevhid potasında temizlenerek sevgi, adalet, merhamet, insaf ve imanla mücehhez müslümanlarla temasa gelmekle, doğrunun eğriden, güzelin çirkinden, tevhidin şirk­ten farkını müşahhas bir tarzda idrak imkanına kavuşmuşlar­dır. Artık onlar, memleketin yeni sahiplerinin müsamahakar, sözüne sadık, eski idarecilerle kıyas kabul etmeyecek derecede adaletli, insaflı, insan hak ve haysiyetine saygılı olduklarını biz­zat müşahede etmişlerdir. Artık cihad hedefine ulaşmıştır, yal­nızca Allah'ın rızası ve O'nun yolunda girişilmiş olan ve ''yeryü­zünde fitne kalmayıncaya ve din de tamamen Allah 'ın oluncaya kadar" (Enfal 8/39; Bakara 2/193) kafirlerle yapılan savaş ve mücahede, ilay-ı kelimetullahı gerçekleştirmiştir. Fethedilen yerlerde Allah'ın adı; okunan ezan ile, Kur'an ahkamının tatbi­katı ile, dinin esaslarını ve yüceliğini yaymakla, İslam'ın insan­lara tebliğ edilmesine mani olanların saf dışı bırakılması ile, hak, adalet ve iyilik üzerine tanzim edilen, insanın insana değil, yalnızca Allah'a kul olabileceği bir idari sistem ile yüceltilmiştir. İlay-ı kelimetullah'ın gerçekleştiği yerlerde yaşayanlar, kendile­rine hiçbir müdahele olmaksızın, iradeleriyle müslüman olmak imkanına böylece sahip olmuşlar, ülkelerin fetihleri, gönüllerin fethine müncer olmuştur. Veya yahudi yahudiliğinde, hıristiyan hıristiyanlığında, mecusi ateşperestliğinde kalmıştır; çünkü hidayet, Allah'tandır...

İslam fetihlerinin üzerinde en çok durulan ve muhtelif gö­rüşlerin serdedildiği bir başka yönü de, bu fetihlerin başarı se­bepleridir. Nasıl oluyor da çölden çıkan bir avuç bedevi Arap, tarihlerinde böyle bir muvaffakiyet ve tecrübeye sahip olmadık­ları halde, dünyanın o gün için en büyük iki imparatorluğundan birisini, birkaç sene içerisinde yıkıp yok ediyor, diğerinin de en değerli ve verimli topraklarını ele geçirerek, asırlar süren bir mücadeleyi başlatabiliyor; ta Çin'den Atlas okyanusuna kadarki dünyayı idaresi altına alıp kitapları Kur'an-ı Kerim'in ahkamını tatbik ile insanları mesud ve bahtiyar edebiliyor? Onları harekete geçiren gerçek muharrik kuvvet nedir ki ardı arkası kesilmeyen seferlerle, zaferlerle dünyanın veçhesi değişiyor? Hadisenin asıl mühim bir başka tarafı da bu büyük fetih hareketlerini hangi güç ve kudret planlıyor ve tatbik ediyordu? Hangi erkan-ı harp he­yetleri, bu savaşların stratejilerini tayin ediyor, uyguluyor da zafere ulaştırıyordu? Hangi askeri güç, bu büyük imparatorlukla­rın asırların verdiği tecrübelere sahip çok sayıdaki, talimli ve nizamlı ordularını, büyük kumandanlarını savaş meydanlarında mağlup edebiliyordu? Mütevazi imkanlara sahip bu insanlar, bu kadar çabuk, geniş ve şaşırtıcı bir şekilde devamlı ve kalıcı olabi­len böyle büyük bir fethi nasıl gerçekleştiriyorlardı?

Bütün bu sorulara, müslümanlar bakımından olduğu kadar, Bizans ve Sasani imparatorluklarının, siyasi, askeri, dini, ictimai ve iktisadi durumları başta olmak üzere, her bölge ve memleke­tin, her din ve mezhebin kendi hususi şartları ele alınarak çeşitli cevaplar verilmiş; beşer tarihine adını yazdıran bu büyük inkılap ve hamlenin gerçek sebepleri tespit edilmeye çalışılmıştır. Hatta bugün biz, İslam fetihlerinin başarı sebeplerini araştıran ve bun­ların neler olduğunu, kendi anlayış ve mantalitelerine göre tespit edip ortaya koyan, bilhassa müsteşrıkların çok geniş ve iddialı bir literatürü ile karşı karşıya bulunmaktayız.

Bunlardan mesela, yalnızca İtalyan müsteşrık Caetani'nin, Rasûlüllah'ın (salla'llâhü aleyhi ve sellem) bu alemden ayrılmasından sonra, geride bı­raktığı gerçek müslümanlann sayısının çok az olduğu; buna mu­kabil, fetihleri ise bedevi Araplar'ın gerçekleştirdikleri; onların da yalnızca maddi ve dünyevi menfaatlerini düşünen ve ganimet arzusuyla yanıp tutuşan zümreler oldukları; bu zümrelerin, Arap yarımadasının kurak ve yakıcı çöl ikliminden kendilerini kurtar­mak üzere, Sasani ve Bizans imparatorluklarına saldırdıkları ve bu muazzam fetih hareketlerinde "en ufak bir dini unsur" arama­nın abes(!) olduğu; İslam dini ve Hz. Peygamber'in ise milletinin bu ıstırabını görerek onları bir din etrafında birleştirdikten sonra kendilerini Arap yarımadası dışına saldırtmaktan ve silahlı bir muhacereti gerçekleştirmekten ibaret olduğu şeklinde özetleyebi­leceğimiz, İslam fetihlerinin başarı sebeplerini bir tek sebebe irca eden iddia, isnat ve tarafgir yorumları dikkati çekmektedir. Arap yarımadasında asırlar önce vuku bulmuş olan jeolojik gelişmelere istinad ederek Caetani'nin ortaya attığı bu görüşleri; ayrıca onun bu iddialarına cevap veren ve bunları reddeden diğer müsteşrık- ların fikirlerini ele almak, bir tahlil ve değerlendirmeye tabi tut­mak, Halid b. Velid'in hayatı ve şahsiyetini ele aldığımız bu eser­de mümkün değildir. Ancak burada, Ceatani'nin iddialarına ce­vap teşkil etmek üzere bir noktaya dikkati çekmek istiyoruz. Mi- laddan yüzlerce sene önce meydana gelen jeolojik gelişmeler so­nucunda çöl haline gelen topraklardan acaba Araplar, sulak ve münbit topraklara göç etmek için, ruhlarını tatmin edecek ve kendilerini kuzeye sevk edecek bir dini niçin bulmamışlar da asırlarca İslamiyet'i beklemişlerdir. Mademki çölden kurtulmak için onları hemen kolayca birleştiriverecek bir din kafi gelecekti de acaba bu rolü neden Hristiyanlık üstlenmedi? O Hristiyanlık ki, İslamiyet'ten altı asır önce doğmuş ve Arap yarımadasının güneyinde Yemen'de ve Necran'da, batısında Habeşistan'da, ku­zeyde Filistin ve Suriye'de, güney Irak'ta mühim merkezlere ve kütlelere sahip olmuştu. Ayrıca, daha da ilgi çekici olan bir husus, yarımadanın muhtelifyerlerinde ve bilhassa Necran, Suriye, Filis­tin ve Irak'ta birçok Arap kabilesi de hristiyanlaşmıştı. Ancak bu hristiyan Araplar, tarihi ve zikre değer mühim hiçbir harekette bulunmamışlar; Bizans ve Sasani imparatorluklarının emrinde esir gibi yaşamışlardır. Caetani'nin nazariyesine göre, onların hristiyanlığının, ne kendilerine ve ne de diğer Araplar'a bir fayda­sı olmuştur.

İslam fetihlerinin başarı sebepleri arasında, tarihi, coğrafi, siyasi, askeri ve iktisadi birçok unsurun yer aldığında şüphe yok­tur. Bilhassa savaşlarda ele geçen ganimetler ile savaşlardan son­ra zimmi statüsüne giren gayr-i müslimlerin ödedikleri cizye ve haraç vergileri, müsteşrıklar tarafından, mühim bir muharrik unsur olarak tebarüz ettirilmektedir. İslam dini, hem ganimetler, hem de vergiler konusunda gayet realisttir. Yüce Allah, savaşlar­dan sonra elde edilecek ganimetlerin nasıl dağıtılacağını, 2. hic­ret yılında, Bedir gazvesinden sonra inzal buyurduğu Enfal 8/41 ayeti ile bir esasa bağlamıştır. Cizye ve haracın nasıl taksim edi­leceğini ise Hz. Ömer, kurduğu Divan Teşkilatıyla uygulamaya koymuş ve bu gelirleri, İslam'a yaptıkları hizmetlere göre bütün müslümanlara dağıtmıştır.

Biz, İslam fetihlerinin esas ve temel gayesinin, Allah yolunda ve O'nun adının yüceltilmesi uğruna yapılan ve Kur'an-ı Kerim'de yapılması emredilen cihad olduğuna inanıyoruz. Bu fetih hareketlerinin gerçek amilinin İslam dini olduğunu görü­yoruz. Nitekim Araplar'dan sonra da diğer müslüman milletlerin ve bu arada bilhassa Türk milletinin, on dört asırlık İslam tarihi içerisinde, dokuz asır gibi uzun bir müddet esnasında, aynı cihad anlayışı ve ruhuyla hareket ederek ülkeleri İslam'a açmış olduk­larını veya hristiyan haçlı taassubuna karşı İslam memleketlerini müdafaa ettiklerini biliyoruz.

Diğer taraftan İslam dini ve Kur'an-ı Kerim, müslümanları yalnızca Allah yolunda ve ilay-ı kelimetullah için cihada teşvik ve tevcih etmekle yetinmemiş; müminlerin savaşlarda, hangi niyet ve hedefe göre hareket edeceğini; savaşın nasıl başlayacağını, savaş esnasında ve sonunda nasıl davranılacağını göstermiştir. "Ben rahmet Peygamberiyim, ben harp Peygamberiyim " buyuran Raslılullah (salla'llâhü aleyhi ve sellem) da kendi hayatında bunun canlı örneklerini vermiştir. Müminlere ise, sadece ona iktida etmekle kalmıştır.

İşte Hz. Ebu Bekir, Irak fetihlerine Halid b. Velid'i göndermekle Rasulullah'a iktida eden ilk İslam devleti başkanı olma şerefini kazanmıştır.  

İslam fetihlerinin başarı sebepleri üzerinde durulurken, müslüman Arapların durumu büyük bir ehemmiyet arzetmekte- dir. Çünkü İslam, kendisine inanan müminlerin gayretleriyle ve fedakarlıklarıyla yükselecektir.

Müslüman Araplar, İslam dini ile birlikte yeni bir şahsiyet kazandılar. Onlar, disipline alışmamış, heyecanlı, kendilerine emir verilmesine razı olmayan, kendi başına buyruk bir halde çölde yaşamaya alışmış zümrelerdi. Yağma, talan, kabile asabiye­ti ve bunun gibi sebeplerden dolayı ortaya çıkan savaşlar sonu­cunda, birbirlerine diş bileyen, cemiyeti kökünden sarsan kan davalarının peşine düşen sakim bir anlayışın kurbanı idiler.

Hz. Peygamber, eşsiz ve mümtaz şahsiyeti ile onları, kendi­lerine güvenilebilen, kontrol edilebilir insanlar haline getirdi. Din kardeşliği esasına dayanan bir birlik içerisinde birbirlerine destek ve yardımcı olan, karşılıklı anlayış ve dayanışma içerisin­de hareket eden yeni bir cemiyet teşkil etti. Kabile bağı ile birbir­lerine bağlı olan toplulukları, dine ve imana dayalı, hasbi bir kardeşlik ve sevgi anlayışı içerisinde yaşayan bir cemaat, bir ümmet haline getirdi. Onların sahip oldukları kuvvet ve enerjile­rini yeni, sağlam bir hedefe yöneltti. Onların yüzlerini ulaşabile­cekleri yerlere, bütün dünyaya çevirtti.

Müslümanların en büyük silah ve malzemesi, sarsılmayan, tamaha ve zafiyete duçar olmayan imanları idi. Onlar en büyük cesareti, İslam dinine, onun Kitabı Kur'an-ı Kerim'e ve Peygam­berleri Hz. Muhammed'e (salla'llâhü aleyhi ve sellem); onların İslam'ın bütün dinlere üstün geleceği, Bizans ve Sasani devletlerine hakim olunacağı hususundaki müjdelerine sarsılmaz bir iman ile bağlı olmaların­dan alıyorlardı.

Onlar, yeryüzünde ilay-ı kelimetullah için gayret sarfetmek ve çalışmak üzere Cenab-ı Hakk tarafından vazifeli kılındıkları­na; bu uğurda öldükleri takdirde şehid olacaklarına; gerçek haya­tın ebedi ahiret hayatı olduğuna ve şehadetin de en büyük mer­tebe olduğuna; bununla birlikte maddi ve manevi bütün tedbir­lerin alınması gerektiğine inanıyorlardı.

Bizans ve Sasani devletlerine karşı savaşmaya karar vermek, onların hududlarına ordular göndermek, mürtecilerle yapılan savaşlara benzemeyen zor ve tehlikeli bir teşebbüstü. Bu iki dev­letin orduları, İslam devleti ordusundan sayıca üstün; mürtecile- rin askeri gücünden de çok farklı ve kuvvetli idi. Ayrıca onların, savaş gelenekleri de çok güçlü olup iyi yetişmiş ve tecrübeli ku­mandanları vardı.

Ancak müslüman Arapların da bazı avantaj ve kabiliyetlere sahip oldukları bir gerçekti. Onlar, savaş esnasında çok çabuk hareket edebilen, sade bir hayata alışık, açlığa ve susuzluğa daya­nıklı kişiler oldukları için savaşa giderken çok az eşya ve yiyecek ile yola çıkıyorlardı. İyi yetiştirilmiş atlara; kendilerini ve eşyala­rını taşıması yanında, sütünü içebildikleri, çölde gölgesinde isti­rahat ettikleri, açlığa ve susuzluğa mütehammil develere sahip olan, binicilikte ve ok atıp kılıç kullanmada usta insanlardı. Bu kabiliyetli askerlerle müslümanlar, savaş esnasında sabır göstere­rek düşmanı oyalayıp yoran veya çok ani baskın yapabilen ordu­lar meydana getirmişlerdir. Ayrıca, gerek baskınlar esnasında, gerekse bir mağlubiyet vukuunda; düşman askerlerinin kendile­rini takip edemeyecekleri çölü arkalarına almaları, ihtiyaç hisse­dince oraya çekilebileceklerini düşünmeleri de onlara bir emni­yet sağlıyordu.

Diğer taraftan müslüman Araplar, bilinen ve tahmin edilen­den çok daha fazla, askeri sahada bilgi, beceri ve maharet sahibi idiler. Onlar, gerek Cahiliye çağında, gerekse Hz. Peygamber zamanında, bazı Avrupalılar'ın tasavvur ettikleri gibi savaş tek­niğinden habersiz değillerdi. Onların yalnızca kılıç ve ok ile, çöldeki baskın savaşlarının gereği olan, plansız ve öğrenilecek bir tarafı olmayan saldırılardan başka bir şey bilmedikleri doğru değildir. Çöl insanı, daima saldırmayı veya saldırıya hedef olaca­ğını düşündüğü için, gece gündüz savaşa hazır halde bulunacak şekilde kendisini yetiştiriyordu. Şehir çocuklarında teşekkül et­meyen bu meleke sayesinde bedevi, çalışmayı, çok iyi silah kul­lanmayı, yaşamak için uyanık, güçlü ve sabırlı olmayı öğreniyor­du. Ayrıca Araplar hem komşuları Bizans ve Sasaniler' den, hem de onlara komşu Gassaniler, Lahmiler ve diğer bazı kabilelerin­den, muntazam orduların büyük savaşlarını da biliyorlardı. Aşa­ğıda ele alacağımız Zu-Kar savaşı, bu hususun açık delilidir.

İslam fetihlerinin kalıcı ve devamlı olmasının iki mühim sebebi vardır: İlki, İslam dininin arzettiği ehemmiyet; diğeri ise müslümanların fethettikleri yerleri en iyi şekilde idare etmeleridir.

Gerek kılıçla, gerekse sulh yoluyla fethedilen memleketle­rin sakinleri, herhangi bir zorlamaya maruz kalmadıkları halde, zamanla ve adeta birbirleriyle yarış edercesine müslüman ol­muşlardır. Çünkü onlar, İslam'ı, onun kitabı Kur'an-ı Kerim'i ve Hz. Peygamber'in yüce şahsiyetini ve sünnetini, müslüman­ların şahsında müşahede ederek benimsemişler, sevmişler ve iman etmişlerdir.

İslam, getirdiği tevhid akidesinin, insanoğlunu nasıl birlik, beraberlik, vicdani hürriyet, ictimai adalet ve huzura götüreceği­ni en başta göstermekle işe başlamıştı. İslam'ın Allah'ı, taştan, tahtadan, çamurdan, alçıdan yapılmış ve sonra yine bizzat insan tarafından ilahlaştırılmış bir varlık değildir. İslam'ın Allah'ı, tek kavmin, tek ırkın ve milletin ilahı da değildir. İslam'ın Allah'ı üçe bölünmüş ve göklerde aranan bir ilah da değildir. İslam'ın Al­lah'ı, insana şah damarından daha yakındır; eşi ve benzeri yok­tur; tektir, doğmamış ve doğurmamıştır, din gününün sahibidir; Rahman ve Rahim'dir; ve en önemlisi de yalnızca müslümanla­rın değil, "Alemlerin Rabbi"dir. Böyle olduğu için de müslüman- lar, "Sizin dininiz size, benimki bana " (Kafınln 109/6) emri gere­ğince, çeşitli inanışlara mensup her sınıf ve cinsten, her renk ve ırktan insanı, Allah'ın yarattığı bir varlık olarak saygı ile karşıla­mış, vicdanlara ve imanlara müdaheleyi, kendi imanına hakaret olarak görmüş; dolayısıyla da sevgi, adalet, merhamet ve insafı, ibadet ölçüsünde aziz tutmuştur.

Müslümanlar hem birbirlerine karşı, hem de zimmi statü­süne giren gayr-i müslimlere karşı kanun önünde eşit ve adaletli; andlaşmalara ve verilen sözlere sadık; onların can, mal, ırz ve namusları ile mabetlerine saygılı ve hürmetkar idiler. Aldıkları cizye vergisi karşılığında onları himaye etmişler, bu himayeyi yerine getiremeyeceklerini anladıkları takdirde, onları haberdar ettikleri gibi, aldıkları vergileri de iade edebilmek yüceliğini gös­termişlerdir.

İslam fetihlerinin başarı sebepleri arasında, üzerinde en çok durulan iki noktaya daha temas etmek istiyoruz. Bunlardan bi­rincisi, Bizans ve Sasani imparatorlukları arasında, İslamiyet'in zuhuru esnasında, yıllarca devam eden (M. 602-628) muharebe­lerin, bu iki devleti siyasi, askeri ve iktisadi bakımdan çok güçsüz ve yıpranmış bir hale düşürmesi; Sasanilerin çöküşünü; Bizans'ın tükenişini takip eden iktidar boşluğunu ortaya çıkarmasıdır.

İkincisi ise, Suriye, Irak ve Mısır gibi eyaletlerde, Greko­romen kültürüne sahip ortodoks hıristiyan Bizans'a karşı ortaya çıkan aleyhte tavır alışlar, aynı şekilde ateşperest Sasani impara­torluğuna karşı da dahili mezhep kavgaları yanında, bilhassa Irak'ta yaşayan hıristiyan-Araplar'ın benzer bir tavır içerisine girmeleridir.

Gerçekten de miladi VII. yüzyılın ilk çeyreğinde, Arap ya­rımadasının etrafını kuzeyden güneye, doğudan batıya çeviren bu iki devlet, kendi aralarında üç asırdan beri devam etmekte olan bir mücadelenin içerisinde idi. Sasani ordusu önce Antak­ya'yı, sonra bütün Suriye'yi işgal ederek 614 yılında Kudüs'ü ele geçirdi ve hıristiyanların meşhur Haç'ı ile patrikini İran'a götür­dü. Sasaniler daha sonra Mısır'ı işgal ettiler, arkasından da baş­tan başa bütün Anadolu'yu geçerek İstanbul kıyılarına kadar ulaştılar. Kur'an-ı Kerim'in Rum suresinin nazil olması bu saf­hadadır ve başta Hz. Peygamber olmak üzere bütün müslüman- lar, Sasaniler'in bu başarılarından memnun değillerdir. Çünkü onların mecusi olmaları sebebiyle, putperestliğe çok yakın ol­dukları ve Hz. Peygamber'in, hayatı boyunca Sasani devletine hep karşı olduğu bilinmektedir. Rum suresinin ilk ayetlerinde tebşir edilen Bizans'ın Sasaniler'e karşı üstün gelmesi ise, yapılan büyük birkaç savaş ile başlamış ve Aralık 627 tarihinde, Nino- va'da Bizans'ın kesin zaferi ile sonuçlanmıştı.

Bu savaşların, her iki devletin durumunu da sarstığında şüphe yoktur. Ancak, bize göre onların bu çöküşlerini doğuran sebepler, müslümanların başarılarının amili değildir. Çünkü bazılarının zevali, başkalarına ortaya çıkma ve beka hakkı sağla­maz. Ta ki buna liyakat kesbetmiş olsun. Aynı şekilde müslü­manların, Sasani ve Bizans'a karşı zaferleri de, onlar yalnızca Arap oldukları için kazanılmış değildi. İslam fetihleri ve müslü­manların muvaffakiyetleri, milletlerin, cinslerin ve bunların me­ziyet ve ayıplarının mücadelesi değildir. Eğer öyle olsaydı, bu iki devletin topraklarında, efendilerini büyük gören bir anlayış ve itaat içerisinde yaşayan Araplar vardı. Bu hıristiyan-Araplar, İslam ordusundan sayı ve silah bakımından daha güçlü ve kuv­vetli; ayrıca Arabistan'dan gelenlere göre de Irak ve Suriye'ye daha yakın ve gelişmeleri yakından bilir durumda idiler. Eğer bu iki devletin zaafa düşmesi, başkalarının ortaya çıkmasını sağlayı- verseydi onlar, bu iki devleti yenip, Suriye'yi, Filistin'i ve Mısır'ı Bizans'tan, Irak ve İran'ı da Sasaniler'den alıverirlerdi. Halbuki öyle olmadı; bu Araplar değil, müslümanlar zaferi gerçekleştirdi­ler. Ayrıca, daha da dikkati çeken bir husus, sayıca ve silahça üstün olmalarına rağmen bu Araplar, müslümanların önünde mağlup olup hezimete uğradılar. Bu bakımdan Bizans ve Sasaniler'in aralarındaki savaşların ortaya çıkardığı durum, İslam fetihlerinin hazırlanmasının ve başarısının bir sebebi ol­maktan daha çok, yalnızca bu fetihleri kolaylaştıran bir unsur olarak kabul edilmelidir.

Bizans ve Sasani devletleri, haketmedikleri boş bir gurura kapılarak, kendileriyle savaşan müslüman Araplar'ı küçük gör­mek gibi büyük bir hata işlediler. Bu husus, İslam fetihlerinin zaferle sonuçlanmasında son derecede mühim bir faktördür. Çünkü bu iki devletin idarecileri, müslümanların zafere ulaşa­caklarına ihtimal vermiyorlar ve onları çok küçük görmek sure­tiyle kendilerini ihmal ediyorlardı. Bu iki devlet ricali, yüce bir efendinin gözü ile çöl Arabına bakıyorlar, onların ya bahşiş veya atıyye, ya da tedibe ihtiyacı olan basit zümreler olduklarını zan­nediyorlardı. Onlara göre, eskiden beri bedevi Araplar'ın yapa- geldikleri baskın ve talandan sonra çöle çekilmeleriydi; toprakla­rına girseler bile, onları kolayca sürüp çıkaracaklarını düşünü­yorlardı. Yanıldıklarını anladıklarında ise, yapacakları bir şeyleri kalmamıştı; zira, İslam akidesinin zaferi gerçekleşmişti...

Arap yarımadasının kuzey ve kuzey-doğu bölgelerindeki Bi­zans ve Sasani topraklarında çoğu hıristiyanlaşmış Arap kabilele­ri meskundu. Irak'ta Fırat nehrinin güneyindeki bölgeler ile Arabistan arasındaki Araplar, Hire ve çevresinde yaşıyorlardı. Miladi 601 yılında, Sasaniler Hire'yi idareleri altına alarak orada­ki Al-i Münzir (Menazir) sülalesinin hakimiyetine son verip bölgenin idaresini, kendi tayin ettikleri Lahmiler'den olan valile­re teslim ettiler. Hıristiyan olan bu Araplar, Sasaniler'e tabi ola­rak ve bu devletle işbirliği halinde, Bizans ve Bizans'a tabi olan Gassaniler'le mücadeleye giriştiler. Bölgede ayrıca Nabatlılar, Aramiler ve Süryaniler de bulunuyordu. Bu bölge, Arabistan ile Sasani idaresi arasında, adeta bir tampon vazifesi görüyordu.

Benzer bir durum, Arap yarımadasının kuzeyi ile Suriye ara­sında da söz konusu idi. Bu bölgelerde yaşayan ve hemen tama­mı hıristiyanlaşmış olan başta Gassaniler olmak üzere birçok Arap kabilesi yaşıyordu. Bizans ile Arabistan arasındaki tampon bölgede yaşayan Araplar yanında, Filistin ve Suriye'de hemen tamamı Samiler soyundan gelen Süryani ve yahudi gibi kavimler ile Mısır'da da kıptiler bulunuyordu.

Bizans hakimiyeti altında yaşayan bu hıristiyanlar, monofı- zit ve nasturi mezhebinde idiler. Onlar, ortodoks mezhebinde olan Bizans merkezi idaresi ve kilisesi ile ciddi ihtilaf halinde bulunuyorlardı. Ayrıca bu insanlarla Bizanslılar arasında, gele­nek, görenek ve bilhassa ırki farklılıkların doğurduğu ciddi ayrı­lıklar da vardı. Bizans idaresi, onların dini arzularını tatmin ede­cek bir uzlaşmaya karşı idi. Devletin mezhebinde olan Ortodoks- lar ise, monofızitlere verilmiş olan bazı imtiyazlardan dolayı idareden memnun değillerdi.

Bu iki imparatorluk yöneticileri çeşitli milletlerden müte­şekkil farklı din ve mezhep mensubu insanlara yaptıkları kötü ve haksız muamele yanında onların dini anlayışlarına müsamaha göstermemeleri ile de cemiyetlerini temelinden sarsan çeşitli huzursuzluklara sebep olmuşlardır. Bu arada ahlak bozulmuş; idareciler ve hakim zümrelerle reaya arasında, kin, düşmanlık ve husumet duyguları yerleşmişti.

Bölgelerdeki halkın, Bizans ve Sasani idarelerine karşı en ufak bir dini sempatisi olmadığı gibi, kendilerini idare edenlerin, adaletten yoksun, verdikleri sözde durmayan, paraya ihtiyacı oldukça zorla vergi toplayan davranışlarına da diş biledikleri anlaşılıyordu. Büyük bir kısmı hıristiyan olan bu insanlar, Orto­doks hıristiyan Bizans'ın dini taassup ve baskılarından da bu­nalmışlardı. Onların Bizans idaresine karşı hissettikleri nefret, Ortodoks mezhebine düşman olan monofizit kiliselerinde dile getiriliyordu.

Bizans idaresi ve çeşitli mezheplere mensup hıristiyanlar, Suriye ve Filistin'de yaşayan yahudilere karşı şiddet ve baskıya başvurmayı, dini bir anlayış ve vazife haline getirmişlerdi. Su­riye fetihleri esnasında, Bizans idarecileri ile yahudiler arasın­daki düşmanlık ve münaferet en yüksek noktasına ulaşmıştı. Yahudiler, tabii olarak Bizanslı efendilerinden nefret ediyor­lardı. Onlar, Bizans'a karşı müslüman fatihleri destekliyorlar ve hatta, zaman zaman fetihler esnasında onlara yardım ediyor­lardı. Bazı yahudi vesikalarında, müslümanların birer kurtarıcı olarak kabul edildikleri bile ifade edilmiştir. Çünkü sayıları hiç de az olmayan yahudiler, Filistin ve çevresinde, monofizit ve yakubi mezhebine mensup hıristiyanlardan daha çok zulüm ve işkence görüyorlardı.

Mamafih yalnızca yahudiler değil, bütün bu bölgelerde ya­şayan her din ve mezhepten, her dil ve ırktan olan bütün insan­lar, müslümanları eski efendilerine tercih; dini müsamahaları ile tanınmış müslümanlara tabi olmayı, kendileri için bir kurtuluş çaresi kabul ediyorlardı. Çünkü müslümanlar, cemiyetteki zu­lüm ve haksızlığı, baskı ve işkenceyi kaldırıp bunların yerine, adalet ve müsavaatı, verilen söze sadakati yerleştirmeye çalışıyor­lar ve bu hususu, imanlarının zaruri bir icabı olarak yerine geti­riyorlardı. Müslümanlar, idareleri altına aldıkları insanların din­leri ve dini anlayışlarıyla hemen hiç uğraşmıyor, onları kendi hallerine bırakıyorlardı.

Böylece İslam fetihlerinin gerçek başarı sebebi ve bu fetih­lerin devamlı ve kalıcı olmasındaki sır, insanlara tanınan din ve vicdan hürriyeti yanında, adil ve insaflı bir idareden neşet ediyordu.

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar