ALLAH'IN KILICI HALİD B. VELİD 2
| |
HALİD
B. VELİD MUTE'DE
Medine'ye
hicretinden üç ay sonra, İslam dininin yayılması ve müdafaası yolunda, asker ve
kumandan olarak neler yapabileceğini isbat için Halid b. Velid'in önüne bir
fırsat çıktı. Halid'in müslüman olarak iştirak ettiği bu ilk savaş Mlite
seriyyesidir.200 Seriyyenin tarihi, 8 yılı Cemaziyelevvel ayıdır (Ağustos-Eylül
629).
Hz.
Peygamber, Bizans'a bağlı Busra valisine bir mektupla elçisi el-Haris b. Umeyr
el-Ezdi'yi göndermişti. Elçi Mute'ye varınca, Bizans'ın bir diğer valisi
Şurabbil b. Amr el-Gassani tarafından yakalanmış ve Hz. Peygamber'in elçisi
olduğu anlaşılınca da öldürülmüştü. el-Haris, Hz. Peygamber'in öldürülen tek
elçisi olduğundan hadise, Rasulullah'ı son derece üzmüş ve müteessir etmişti.
Kaynaklarda,
Hz. Peygamber'in elçisiyle kendisine mektup gönderdiği Busra valisinin ne adı,
ne Arap veya Rum olduğu ve ne de mektubun muhtevası zikredilmektedir. Ancak
bazı muahhar kaynaklarda elçinin Şam'a Rum Kayserine veya Busra valisine
gittiği ve mektubu da ona götürdüğü şeklinde iki ayrı haber yer almaktadır.202
Bazı
müsteşrikler, Mûte seriyyesinin hangi sebepten hazırlandığı hususunda değişik
ve yanlış görüşler ileri sürmüşlerdir. İtalyan müsteşrik Caetani, İbn İshak'ın
bu seferin sebebini zikretmemiş olmasını ileri sürerek, yukarıda Vakıdi
tarafından rivayet edilen Hz. Peygamber'in elçisi el-Haris'in öldürülmesinin bu
seriyyenin sebebi olduğunu şüphe ile karşılamaktadır. O ayrıca, Hz.
Peygamber'in H. 6 yılında iki elçi göndermiş olduğunu ileri sürerek, aynı
kimseye yeni bir elçi daha göndermesini doğru bulmayıp Vakıdi'nin bu haberini
reddeder, Sasani istilasından sonra Suriye'de bir Gassani idaresinin
varlığından bile söz edilemeyeceğini iddia eder, arkasından da:" ... barbar
zamanlarda bile bir sefirin katli o kadar büyük bir cinayet telakki edilir ki
Vakıdi'nin hikayesi doğru olsa bile nasıl olup da İbn İshak'ın bunu meskut
geçtiğine hayret etmemek kabil değildir. .. " şeklinde görüşlerini ortaya
koyar.203
Müsteşrik
De Goeje ise, Mute seferinin sebebi için çok farklı bir gerekçe uydurur, ona
göre, Hz. Peygamber, yakında Mekke'ye hücum edeceği için, Mute ile Kuda'aların
dağlık ülkelerinde yapılan ve Meşrefıyye denilen kıymetli kılıçlardan çok
miktarda ele geçirmeyi arzu ettiğinden dolayı bu seferi hazırlamıştır.
Bu
arada bir hıristiyan-arap olan Lübnanlı müsteşrik Hitti, Mute savaşının zahiri
sebebini zikrettikten sonra, aşağıdaki ifadeleriyle, bir taraftan De Goeje'nin
görüşlerini aynen tekrar ederken, diğer taraftan da, bu seferin arzettiği
ehemmiyeti kendi dini anlayışına göre şu şekilde ortaya koymaktadır:
"...
Gerçekte diğer bir gaye de Mekke'ye karşı vukuu muhtemel bir askeri seferde
kullanılmak üzere Mute ve komşu şehirlerde imal edilen Meşrefiyye adı verilen
makbul ve değerli kılıçlardan temin etmekti. Bu, tabiatıyla sınır bölgelerde
yaşayan meskun ahaliye karşı tertiplenen mutad seferlerden biri olarak tefsir
edilmişti. Fakat aslında bu, Bizans imparatorluğu 'nun başşehri mağrur
Kostantiniyye'nin (İstanbul) 1453 yılında, o devrin İslam şampiyonları olan
Türk'lerin eliylefethedildiği ve Hıristiyan dünyasının en parlak
katedrallerinden biri olan Ayasofya'nın duvarlarındaki İsa tasvirlerinin
yerini Allah ve Muhammed (salla'llâhü aleyhi ve sellem) yazılarının aldığı bir
devre kadar bitip tükenmek bilmeyen bir mücadelede çekilen ilk silah olmuştu. "205
Caetani'nin
iddialarına temel teşkil eden husus, İbn İshak'ın rivayetlerinde, bu seferin
sebebinin zikredilmemesidir. Gerçekten İbn Hişam, İbn İshak'ın rivayetlerine
istinaden kaleme aldığı kitabında, bu seferin sebebini zikretmemiştir. Ancak bu
husus, Hz. Peygamber'in elçisinin öldürüldüğünü haber veren Va- kıdi'nin
rivayetinin yanlış olduğunu veya kabul edilmemesi gerektiğini göstermez.
Bilindiği üzere İbn İshak'ın eseri, tam olarak bize intikal etmemiştir ve İbn
Hişam onun eserini, bazı kısaltmalardan sonra kitabına almak suretiyle bize
ulaştırmıştır.206 Burada göz önüne alınması gereken diğer bir nokta,
Hz. Peygam- ber'in gönderdiği elçilerin, Hz. Peygamber'e gelen heyetlerin ve
bazı seriyyelerin, İbn Hişam'ın eserinde çok eksik ve muhtasar bir şekilde yer
almasına mukabil, aynı konuların, Vakıdi ve bilhassa İbn Sa'd'ın eserlerinde
çok daha geniş ve sayı bakımından fazla olmasıdır. Bundan dolayı, çok mühim de
olsa bazı haberlerin İbn Hişam'ın eserinde bulunmaması, ne o hadiselerin vuku
bulmadığına ve ne de İbn İshak'ın bunları zikretmediğine delil teşkil eder.
Diğer taraftan İbn Sa'd, bu seriyyenin sebebini zikrederken, "dediler"
ifadesine yer vererek, Hz. Peygamber'in elçisinin öldürüldüğünü anlatmaktadır.
Onun bu ifadesi, haberin yalnızca v akıdi yoluyla değil, başka raviler yoluyla
da geldiğini gösterir.
Hz.
Peygamber'in aynı kimseye yeni bir elçi göndermesi ise, Caetani'nin zan ve
iddia ettiği gibi "gayr-i mümkin" de değildir. Sasani istilasından
sonra, Suriye'de bir Gassani valisinin varlığından söz edilemeyeceği iddiası
da doğru değildir. Hatta tam tersi, 628 yılında, Hz. Peygamber'in Suriye'ye
müteveccih İslamiyet'i tebliğ faaliyetlerinin çok geniş bir şekilde devam
etmesinin ciddi sebepleri vardır. O sıralarda, Hudeybiye musalahası gerçekleştirilmiş;
Hayber ve çevresi İslam topraklarına ilhak edilmiştir. Asıl mühim gelişme,
Bizans-Sasani imparatorlukları arasındaki savaşların, Bizans devleti lehine
sonuçlanmasıdır. Bilindiği üzere Hz. Peygamber, Bizans ve Sasani devletlc;ri
arasındaki miladi 611 yılında başlayan siyasi ve askeri mücadele ve savaşları
çok yakından takip etmiş ve neticelerine göre de bazı faaliyetlere teşebbüs
etmiştir. Bu noktadaki Raslılullah'ın dikkat ve alakası, ta Mekke devrinde
başlamıştır. O devirde, Bizans'ın Sasanilere mağlub olması üzerine, Mekke'deki
müşrikler, tabii olarak ateşperest İranlılar safında yer alıp tıpkı
mecusilerin kitap ehli Bizans'a üstün geldikleri gibi müslümanlara üstün
geleceklerini söylemeye başlamışlardı. Bunun üzerine Rum suresi nazil olmuş;
Hz. Ebu Bekir de müşrik Übeyy b. Halef ile, Bizans'ın Sasanilere karşı on yıl
içerisinde galip geleceğine iddiaya girmişti.
Miladi
611-619 yılları arasındaki savaşlarda, Sasaniler, Bizans'ı birkaç defa mağlup
etmiş ve bu savaşlar sonucunda, Suriye, Antakya, Tarsus, Filistin ile Kudüs'ü,
İstanbul Boğazı'na kadar Anadolu ve Mısır'ı işgal etmiştir. 622 yılından
itibaren ise, bu defa Bizans Kayseri Heraklius, birçok savaşta başarılı
sonuçlar alarak nihayet Ninova'da (Musul civarı) Aralık 627 tarihinde
Sasaniler'i kesin bir şekilde mağlup etmiştir. Bu tarih, Hudeybiye
musalahasından birkaç ay öncedir ve Kur'an-ı Kerim'in açık seçik bir
mucizesinin zuhurudur. Hz. Peygamber'in bu iki devlet başkanına, ayrı ayrı
İslam'a davet mektupları göndermesi işte bu son savaştan sonradır. Bu sırada
Suriye'de Bizans hakimiyeti de yeniden başlamış ve eski düzene geçilmiştir.
Suriye ve Filistin'de çeşitli Hıristiyan-Arap kabile reisleri, Bizans'a bağlı
yarı müstakil veya bu devletin valileri durumunda idiler. İşte Hz. Peygam-
ber'in Suriye'ye müteveccih faaliyetleri, İslam'a davet mektupları göndermeye
başlaması bu safhadadır. Ancak Caetani, Hz. Pey- gamber'in bütün beşeriyete
peygamber olarak gönderilmiş; ve başta Arabistan olmak üzere bütün komşu
devletlere ve bölgelere İslam'ı tebliğ için gayret sarfetmiş olduğunu bir
türlü kabul etmek istememesinden kaynaklanan peşin hükümlerle hadiseleri değerlendirmiştir.
De
Goeje'nin iddiası ile, bu iddiayı P. Hitti'nin gerçek bir sebepmiş gibi tekrar
etmesi, tamamen uydurma ve yakıştırmadır. Bir defa bu tarihte (8 yılı
Cemaziyelevvel), Hz. Peygamber ile Kureyş arasındaki Hudeybiye musalahası
hükümleri yürürlükte bulunuyordu. İslam'ı ve Kur'an'ı tanımayanlar ve kabul
etmeyenlerin, Hz. Peygamber'in sözüne bağlı kaldığını anlayabilmeleri mümkün
değildir. De Goeje bu iddiasını yazarken, hiçbir kaynak gösterememiş ve bu
bölgede iyi kılıç imal edilmesine dair haberin peşine düşerek bu gülünç iddiayı
ileri sürmüştür, Hitti de onun peşinden gitmiştir. Ancak, Hitti'nin Mute
savaşını, İslam-Hıristiyan mücadelesinde, "çekilen ilk silah" olarak
anlaması doğrudur ve bu mücadeleden müslümanların zaferle çıkmış olduklarını,
istiskal ile karışık bir ifade ile de olsa, itiraf etmesi; bu arada bilhassa
ilay-ı kelimetullah için cihad etmiş olan Türkler'in İstanbul'u fethetmelerini
ve Ayasofya'nın bu fethin bir nişanesi olarak camiye çevrilmesini, içi
burkularak ifade etmesi dikkat çekicidir. Burada bizim için mühim olan husus,
Bizans ile Müslümanlar arasında asırlar sürecek olan silahlı mücadelelerin
Mlıte savaşı ile Hz. Peygamber tarafından başlatılmış ve Türkler tarafından
1453'de bu devletin yıkılması ile sonuçlandırılmış olmasıdır. Ayrıca, Halid b.
Velid'in bu ilk savaşta, aşağıda görüleceği üzere, çok aktifbir rol oynamış
olduğudur.
Bazı
araştırmalarda, Mlıte seferinin sebepleri arasında, Hz. Peygamberin H. 8. yılın
Rebiülevvel ayında, on beş kişilik bir heyetle Ka'b b. Umeyr
el-Gıfüriyi, Belka'ya bir gecelik mesafedeki Zatu Atlah'a göndermesi de
zikredilmektedir. Bu heyet mensupları, bölge halkını İslam dinine davet etmek
için gitmişlerdir. Ancak oka tutularak hepsi şehid edilmişler, yalnızca yaralı
olarak kurtulan Ka'b Medine'ye dönebilmişti. Müslümanların maruz kaldığı
felakete üzülen Hz. Peygamber, onların üzerine bir ordu göndermeyi düşünmüş;
ancak bölge halkının başka yere gittiklerini öğrenince bundan vazgeçmişti.209
Böylece
Mtlte seferinin, bir taraftan Hz. Peygamber'in şehid edilen elçisinin, diğer
taraftan Zatu Atlah'ta öldürülen müslümanların, devletler hukukunu açık bir
şekilde ihlaline karşı mukabelede bulunmak üzere hazırlanmış olduğu
anlaşılmaktadır. Bu sefer ile Hz. Peygamber, İslam dininin düşmanlarına, müslümanların
zaaf içerisinde olmadıklarını, mağlubiyete ve bu şekildeki tehditlere boyun
eğmeyeceklerini; ayrıca İslam davetine devam edileceğini göstermeyi hedef
almıştı.
Hz.
Peygamber üç bin kişilik bir ordu hazırladı ve kumandanlığa da Zeyd b.
Harise'yi tayin etti; Zeyd öldürüldüğü takdirde Cafer b. Ebu Talib'in; o da
öldürülürse Abdullah b. Revaha'nın kumandan olmasını emretti. Abdullah da
öldürülürse, seriyyeye katılanların, aralarından razı olacakları birisini başa
geçirmelerini istedi. Mute seriyyesine, diğer savaşlarda pek rastlanılmayan
bir şekilde, Hz. Peygamber'in üç kumandan tayin etmesinden dolayı Ceyşu'l-umera
(Emirler Ordusu) adı da veril- miştir.210 Halid b. Velid, birçok
Muhacir ve Ensar gibi, bu savaşta asker olarak bulunuyordu. Hz. Peygamber, onun
askeri dehasını ve savaş kabiliyetini bilmesine rağmen kumandan tayin etmedi; o
da buna itiraz etmedi.
Hz.
Peygamber, elçisinin öldürüldüğü yere kadar ilerlemelerini; oradakileri
İslamiyet'e davet etmelerini; kabul ettikleri takdirde savaşmamalarını; aksi
takdirde Allah'a sığınıp onlarla savaşmalarını emretti. Bu arada, sözlerinde
durmalarını, aşırı gitmemelerini; çocukları, kadınları, yaşlıları ve
manastırlara çekilmiş münzevileri öldürmemelerini; hurmalıklara zarar vermemelerini,
ağaçları kesmemelerini ve binaları yakmamalarını da ten- bih ve vasiyet etti. 2
11
Ordu
Medine'den ayrıldı ve kuzeye doğru ilerleyip Vadilku- ra'ya vardı. Hz.
Peygamber'in elçisini öldüren Şürahbil b. Amr el-Gassani müslümanların kendisine
doğru gelmekte olduklarını, gönderdiği casusları vasıtasıyla öğrenince,
kardeşi Sedus'u (veya Vebr'i) bir ordunun başında gönderdi; yapılan savaştan
sonra Sedus öldürüldü; bunun üzerine Şürahbil, korkup kalesine sığındı.
Müslümanlar yollarına devam ettiler, Maan'a ulaştılar ve orada ordugah kurup
konakladılar. O sırada, Bizans İmparatoru Heraklius'un, Beliyy kabilesinden
Malik b. Zafıle (veya Rafıle)212 kumandası altında, Behra, Vail,
Bekr, Lalını, Cüzam gibi Arap kabilelerinden müteşekkil yüz bin kişilik bir
ordunun başında Meab'a geldiğini haber aldılar.
Kaynaklarda,
müslümanların Şürahbil'in yüz bin, Herak- lius'un da yine yüz bin olmak üzere,
iki yüz bin kişilik bir düşman ordusu ile karşı karşıya kaldıkları haber
verilmektedir. Bu rakamın çok mübalağalı olduğunu ifade eden araştırıcılar
yanında, bazı rivayetlerde, düşman ordusunun iki yüz elli bin olduğuna dair
haberlerin bulunduğuna da işaret edelim. Bu noktada biz, düşman ordusunun
sayısı üzerinde değil de, Bizans imparatorunun büyük bir ordu ile orada
bulunmasının sebebi üzerinde durmak istiyoruz.
İslam
kaynaklarında, Mute savaşının sebebi zikredilirken, Bizans ordusundan hiç
bahsedilmemektedir. Esasen Hz. Peygamber de bu orduyu, Bizans ordusu ile
savaşmak için göndermemişti. Bizans ordusunun bu savaşta yer alması hususunda
Muhammed Hamidullah: " ... Şayet Bizans imparatoru, Şürah- bil'in
yardımına geniş takviye kuvvetleri göndermemiş olsaydı, olay, mahalli bir vak'a
olarak kalacaktı ... " diyerek, Heraklius'un Şürahbil'e yardım için bu
orduyu gönderdiğini ifade etmekte- dir.213 Aynı yazar, o sırada Bizans
ordusunun hazır bir halde bulunmasını ise şu şekilde izah etmektedir: "...İranlılar'la
savaşmak üzere esasen toplanmış bulunan Bizans askeri birlikleri henüz
kışlalarına dönmüş değillerdi; bu yüzden imparator, Gassanfler'in yardımına
koşmak üzere hazır yüz bin mevcutlu bir ordu sahibiydi... " 214
Yukarıdaki
ifade]erden, Heraklius'un müslüman ordusunun geldiğini öğrenince bir ordu
hazırlamadığı; Sasaniler'le yapılan savaşlardan sonra Bizans ordusunun henüz
kışlasına dönmediği; ve imparatorun ordusunu, Şürahbil'in yardımına gönderdiği
anlaşılmaktadır. Ancak burada bir noktayı açıklamak gerekiyor.
Şöyle
ki, Bizans-Sasani savaşlarının sonuncusu, Aralık 627 tarihinde, Ninova'da
Bizans'ın kesin zaferi ile sonuçlanmış bulunuyordu. Mute savaşının vuku
bulduğu tarih ise, 8. Hicri yılın Ce- maziyelevvel ayı, Ağustos-Eylül 629'dur,
yani son savaş tarihinden bu savaş tarihine kadar bir yıl sekiz ay geçmiştir.
Bu, uzun bir süredir ve Bizans ordusunun kışlasına dönmemesiyle izah
edilmemelidir. Bu hususta Bizans tarihini araştıranların verdikleri bir haber,
Heraklius'un o sırada Filistin'de bulunuş sebebini açık bir şekilde ortaya
koymaktadır ve İslam kaynaklarında yer alan Mute savaşının tarihine de uygun
düşmektedir. Bu habere göre, Heraklius, Ninova savaşından sonra İstanbul'a
döndü; bir süre sonra da karısı Martin ile birlikte Kudüs'e gitti ve bu şehre
Mart 630'da ulaştı. Bu tarih, Mute savaşından beş ay kadar sonraya rastlar.
Heraklius'un Kudüs ziyaretinin sebebi ise şöylece anlatılmaktadır: Sasaniler,
Kudüs'ü işgal ettiklerinde, oradaki büyük kilisenin haçını alıp götürmüşlerdi.
Heraklius Ninova'da savaşı kazanınca bu haçı İranlılar'dan geri almış ve ordusu
ile birlikte onu yerine koymak üzere Allah'a nezrettiği şükür ziyaretini
yerine getirmek için orada bulunuyordu. İstanbul'dan çok Antakya'da ikameti
seven Heraklius'un Kudüs'e 630 yılı Mart ayında girmiş olmasını da tabii
karşılamak gerekir; çünkü hıristiyanların Paskalya kutlama tarihleri, Mart
ayının 14. gününü takip eden pazar günüdür.2 5
Bizans
ordusu ile böylece karşı karşıya kaldıklarını öğrenen müslümanlar, Maan'da iki
gün kaldılar ve ne yapacaklarını müzakere ettiler. Bazıları, Rumlar'ın büyük
bir ordu ile gelmiş olduklarını Hz. Peygamber'e bildirmek gerektiğini; onun
vereceği karara göre, ya geri dönmelerinin isteneceğini veya takviye için asker
gönderilmesine ihtiyaç olduğunu söylediler. Müzakereler bu şekilde devam
ederken, ordunun başına üçüncü olarak kumandan tayin edilmiş olan Ensar'dan
şair sahabi Abdullah b. Revaha, ateşli bir konuşma yaparak, savaş için ne at ve
silahın, ne de sayı üstünlüğünün ehemmiyeti olduğunu ifade ettikten sonra,
düşmanla savaşmak gerektiğini, ya zafer kazanılacağını veya şehadetin
kendilerini beklediğini söyledi. Onun bu konuşmasından sonra da savaşa karar
verildi.
Ma'an'dan
ayrılan İslam ordusu, Mlite'den önce Meşarif adlı köye vardıklarında Bizans
ordusuyla karşılaştı; sonra savaşın cereyan ettiği Mlıte'ye gitti ve orada
savaş düzenine geçti. 216
Zeyd
b. Harise kumandası altındaki İslam ordusunun sağ kol kumandanı Kutbe b.
Katade; sol kol kumandanı ise En- sar'dan Ubaye (veya Abaye veya Ubade) b.
Malik idi.217
Savaş
başlayınca önce Zeyd b. Harise şehid oldu; sonra sancağı Cafer b. Ebu Talib
aldı; o da kahramanca savaştıktan sonra şehid olunca sancağı Abdullah b. Revaha
aldı; o da şehid oldu. Bu çalışmamızda, Halid b. Velid'in şahsiyeti üzerinde
durmak ve onun bu savaştaki faaliyetlerine yer vermek istediğimiz için kaynaklarda
yer alan bu üç kumandanın şehadetlerine dair haberler üzerinde burada daha
fazla durmayacağız.218
Hz.
Peygamber'in tayin etmiş olduğu üç kumandan da şehid olunca, müslümanlar
dağılmaya başladılar; düşman askerleri de onları takip ettiler. Kutbe b. Amir,
insanın yüz yüze çarpışarak öldürülmesinin, arkadan vurulup öldürülmesinden
daha hayırlı olduğunu söyleyerek askerlerin kaçmasına mani olmak istediyse de
kendisini dinleyen olmadı.219
Bedir
ehlinden Sabit b. Akram,220 Hz. Peygamber'in Zeyd b. Harise'ye verdiği beyaz
sancağı alıp kaçan müslümanların önüne geçti; sancağı yere dikerek:
- Ey
Ensar! Ey insanlar! diye bağırmaya başladı; bunun üzerine askerler, onun
etrafında toplandılar. Sabit, etrafında toplananlara şu teklifte bulundu:
- Ey
müslüman cemaati! Aranızdan birisinin kumandanlığında anlaşınız!
Müslüman
askerler: "O kimse sensin!" diye karşılık verince Sabit:
- Bu
işi ben yapamam! diye kabul etmedi; sonra da Halid b. Velid'e baktı ve:
-
Ey Ebu
Süleyman! Sancağı al! diye bağırdı.
Mute
ordusunda müslüman bir nefer olarak ilk savaşına katılmış olan Halid b. Velid:
-
Ben sancağı
senden alamam; çünkü sen, hem daha yaşlı ve tecrübelisin, hem de Bedir
gazvesinde bulundun, diyerek Sabit'in bu teklifini kabul etmek istemedi. Onun
bu cevabı üzerine Sabit:
-
Sancağı al ey Kahraman! Vallahi ben, onu sana vermek için almıştım, dedi; sonra
da müslümanlara dönerek:
-Halid'in
kumandanlığında anlaşıyor musunuz? diye sordu. Onlar da "Evet" diye
cevap verdiler. Müslümanların kendisi üzerinde ittifak etmelerinden sonra
Halid b. Velid sancağı aldı. Böy- lece Halid b. Velid, Hz. Peygamber'in tayin
etmiş olduğu üç kumandanın şehid olmalarından sonra, müslümanların aralarından
seçtikleri kumandan oldu.
Mute
savaşının yeni kumandanı Halid'in yaptıklarına ve savaşın devamına geçmeden
önce, dikkatimizi çeken bir hususa burada temas etmek istiyoruz. İmam Buhari Sahih
'inde, "Düşmandan korkulduğu zaman, kumandan tayin edilmemiş olan
kimsenin kendisini kumandan tayin etmesi " başlığı ile bir "bab"
açmış ve bu babın içinde, Halid b. Velid'in Mute'de, Hz. Pey- gamber'in tayin
ettiği üç kumandandan sonra, emir tayin edilmemiş bir kimse olarak, kumandayı
ele aldığına dair bir hadis nakletmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken husus,
üç kumandanın öldürülmesi söz konusu olduğu takdirde, ordudakilerin kabul
edecekleri bir kimseyi kumandan seçmeleri için Hz. Pey- gamber'in talimat
verdiğine dair Vakıdi'nin naklettiği haberi, Buhari'nin göz önüne alıp almadığının
açık bir şekilde anlaşıla- mamasıdır. Şayet Hz. Peygamber'in bu talimatını var
kabul etmişse, o zaman Halid'in kendi kendisine kumandan olduğu hükmü doğru
olmasa gerekir; bu talimatın verildiğini kabul etmeden bu babı yazmışsa, o
zaman Vakıdi'nin bu husustaki rivayetini kabul etmediği anlaşılmalıdır.221
Halid
b. Velid sancağı eline alır almaz düşman üzerine saldırmaya karar verdi. Vakit
hayli geçmiş; akşam olmuştu; müs- lümanlar da dağılmış vaziyette idi. Halid'in
çok kararlı bir şekil-
de
savaşmaya başlaması, düşman askerlerine tesir etti. Sağ kol kumandanı Kutbe b.
Katade, Hıristiyan-Araplar'ın kumandanı Malik b. Zafıle'yi öldürdü. Bu arada
müslümanlar da Halid'in etrafında toplanıp düşman üzerine saldırdılar ve pekçok
düşman askerini öldürdüler. Geceleyin savaşa ara verildi.
İbn
İshak, Mute savaşında Halid b. Velid'in faaliyetlerini çok kısa bir şekilde
rivayet etmekle yetinmiştir. Ona göre Halid sancağı alınca orduyu geri çekti;
düşmandan uzaklaştı; düşman da takipten vazgeçip ondan uzaklaştı; böylece iki
ordu birbirinden ayrılmış oldu.222
İbn
İshak'ın yukarıdaki haberini eserinde nakleden İbn Hi- şam, bu haberi kabul
etmediğinden olsa gerekir, ez-Zühri'nin şu rivayetini eserine almak lüzumunu
hissetmiştir:
"Müslümanlar
Halid'i kendilerine kumandan tayin ettiklerinde, Allah onlara fetih nasib
eyledi; Halid onların başında olduğu halde Rasulullah'a döndü. '1223
İbn
İshak'ın bu çok kısa haberine mukabil Vakıdi, Mlıte savaşının devamını,
bilhassa Halid b. Velid'in faaliyetlerini çok farklı bir şekilde anlatır. Onun
rivayetlerinden anlaşıldığına göre Halid b. Velid, düşman ordusunun sayıca
üstün oluşunu göz önüne alarak, o gece çok farklı bir stratejiyi uygulamaya
karar verdi.224 Buna göre Halid b. Velid, ordunun sağ kolundaki
askerleri sola; soldakileri de sağ kola; öndekileri arkaya, arkadakileri de
öne almak; bu değişiklik esnasında büyük gürültü çıkartmak, toz kaldırmak ve
ordunun arka tarafını emniyete almak suretiyle, müslümanların geceleyin yardım
aldıklarını düşmana hissettirmeyi ve onları korkutmayı planladı.
Halid'in
asıl hedefi, savaş gücü ve asker sayısı çok fazla olan düşmanın ani bir çevirme
harekatından müslümanları kurtarmaktı. Bunun için, sabahleyin erkenden,
kumandanlığını kendisinin yaptığı merkezi birliklerin düşman üzerine çok
süratli ve şiddetli bir şekilde saldırmasını emretti; müslümanlar hücuma
başladılar ve o bölgedeki düşman askerlerini bozguna uğrattılar. O günkü savaş
esnasında, Halid'in elinde dokuz kılıcın parçalandığı; geniş yüzlü bir yemen
palasının elinde kalıp dayanabildiği rivayet edilmiştir.225
Bizans
ordusu, karşılarında değişik askerleri görünce şaşırdılar, onların çok ani ve
süratli hücumları üzerine de geceleyin yardım almış olduklarını düşünmeye
başladılar. Halid'in bu taktiği onların maneviyatını sarsmış ve plan hedefine
ulaşmaya başlamıştı.
Halid'in
asıl hedefi, düşmanın maneviyatını sarstıktan ve çok şiddetli bir hücum ile
onları korkutup yıldırdıktan sonra, İslam ordusunu yok olmaktan kurtarmak,
emniyet içerisinde geri çekmekti. Başında bulunduğu merkezi birlikler şiddetli
bir şekilde savaşırken, sağ ve sol koldaki birlikler, ağır ağır geri çekilmeye
başladı; sonra da merkezdeki birlikler geri çekildi. Düşman askerleri, müslümanları
takip etmeye cesaret edemediler; Halid'in kendilerini çöle çekip orada savaşmak
istemesinden endişe ettiler. Sonunda iki ordu birbirinden ayrıldı.
Mute
savaşına ait haberler, bunlardan ibaret değildir. Halid b. Velid'in hayatı ve
şahsiyetini ele aldığımız bu eserde, Mute savaşı, tahminlerimizin aksine, bizi
çok fazla meşgul eden bir mevzu olmuştur. Bu savaşın bir zafer mi yoksa hezimet
mi olduğu hususundaki rivayetler ile savaşa katılan askerlerin Medine'de Hz.
Peygamber ve müslümanlar tarafından nasıl karşılandığına
dair
kaynaklardaki birbirinden oldukça farklı haberler, değişik şekillerde
anlaşılmış ve değerlendirilmiştir. Bu haberlerden, bilhassa Halid'i
ilgilendirenler üzerinde durmak istiyoruz. Bu arada, kaynaklardaki farklı
haberler ile bazı araştırıcıların değişik yorumlarını da ele almak suretiyle,
bu savaşın daha iyi anlaşılmasına gayret edeceğiz. Önce, Mfrte savaşının
Medine-i Münev- vere'deki akislerini ele alalım.226
Mute
savaşının ilk günü, üç kumandanın şehadetlerini Hz. Peygamber, Mescid-i
Nebevi'de Ashabına haber vermiştir. Raslılullah'ın Ashabına haber verdiği
hususlar arasında, Halid b. Velid'in kumandan oluşu da bulunmaktadır, o şöyle
buyurmuştur:
"...Abdullah
b. Revaha'dan sonra sancağı Halid b. Velid aldı. İşte şimdi tandır tutuştu (yani
savaş kızıştı)" dedikten sonra iki parmağını kaldırdı:
"Ey
Allah 'ım! O, senin kılıçlarından bir kılıçtır! Ona yardım et!" diye dua
buyurdu.227
İmam
Buhari, Cami'ine aldığı bir hadiste: "... İbn Revaha'dan sonra sancağı,
Allah 'ın kılıçlarından bir kılıç aldı da Allah onlara fetih nasib eyledi
" şeklindeki rivayetiyle, Halid b. Velid'in, bu savaş esnasında, Hz.
Peygamber tarafından "Seyful- lah" (Allah'ın Kılıcı) diye anıldığını
haber vermektedir.228
Yine
Buhari'nin rivayet ettiği bir başka hadiste, Raslılullah şöyle buyurmuştur:
"Sancağı
Zeyd aldı, öldürüldü; sonra onu Cafer aldı, o da öldürüldü; sonra sancağı
Abdullah b. Revaha aldı, o da öldürüldü. Bunları haber verirken, Rasulullah 'ın
gözlerinden yaşlar akıyordu. Sonra sancağı, emir tayin edilmemiş olan Halid b.
Valid aldı; ona fetih müyesser oldu. '1229
Mute
savaşının Hz. Peygamber tarafından Ashaba olduğu gibi haber verildiğini
zikreden bir başka rivayete daha sahip bulunmaktayız. Buna göre, Ya'la b.
Ümeyye, Mlite savaşının sonucunu haber vermek üzere Medine'ye Hz. Peygamber'in
huzuruna geldi. O savaşın sonucunu anlatmaya başlamadan önce, RasUlul- lah
şunları söyledi:
- İstersen
sen bana anlat, istersen ben sana haber vereyim! Bunun üzerine Ya'la, Hz.
Peygamber'in kendisine haber vermesini istedi. Hz. Peygamber, Mlite'deki bütün
gelişmeleri ona anlattı. Hz. Peygamber'i dinleyen Ya'la şunları söyledi: Seni
hak ile gönderene (Allah'a) yemin ederim ki, onlar hakkında zikretmediğin bir
harf bile bırakmadın; onların durumu, anlattığın gibidir. Onun bu cevabı
üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
-
Allah, benim
için yeryüzünü kaldırdı da savaş yerinizi gördüm.
Hz.
Peygamber'in Mlite'deki gelişmeleri yakından takip ettiğini gösteren bu
haberlerden sonra, Halid b. Velid kumandası altındaki ordunun Medine'ye
dönüşünü ele alabiliriz. Düşman ordusundan ayrılan Halid, yolda bir kaleyi
fethettikten sonra Medine'ye döndü. Hz. Peygamber ve müslümanlar, Mute'den
dönmekte olan orduyu karşılamak üzere, Medine'nin kuzeyindeki Cürfe gittiler.
Bazı kimseler, İbn İshak'ın rivayetine göre, Mlıte'ye katılan askerlerin
üzerine toprak serpip: "Kaçaklar! Allah yolundan firar ettiniz" diye
onları protesto ettiler. Hz. Peygamber ise: "Onlar kaçak değildirler;
inşaallah tekrar hücum edeceklerdir" diyerek bu protestoları doğru
bulmadığını ifade etmiştir.231
Halid
b. Velid'in kumandayı ele aldıktan sonraki gelişmeler ile ordunun Medine'de
bazı kimseler tarafından "kaçaklar" diye karşılanmasının, Mlıte
savaşının mağlubiyetle sonuçlandığını gösterip göstermediği üzerinde durmak
gerekiyor. Bu husus, yalnızca bizim dikkatimizi çeken bir nokta değildir. En
eski ve muahhar kaynaklarda bile, bu noktayı alakadar eden görüş ve rivayetlerin
bulunduğuna; hatta çok değişik yorumların yapılmış olduğuna; ayrıca muasır
araştırıcıların da bu mevzu etrafında farklı görüşler ileri sürdüklerine şahid
oluyoruz. Konunun açıklık kazanabilmesi için, bu haber ve yorumlardan bir
kısmına temas etmek suretiyle ihtilaf noktalarını ortaya koymaya çalışalım.
İbn
Sa'd (230/884), Mute savaşına ait iki ayrı haber nakletmektedir, birincisinde,
üç kumandanın şehadetinden sonra sancağı Halid'in aldığını; arkasından da
müslümanların mağlup olduklarını ve Medine'de "kaçaklar" diye
karşılandıklarını anlatmaktadır.232
İkinci
haberde ise, üç kumandanın şehadetinden sonra ve iki müslümanın bile bir arada
olmadıkları bir şekilde ordunun mağlup duruma geldiği zikredilmekte;
arkasından da Halid'in sancağı almasından itibaren düşmanın çok kötü bir
şekilöe hezimete uğradığı; o kadar ki müslümanların kılıçlarını istedikleri
yere salladıkları ve düşman askerlerini öldürdükleri anlatılmaktadır.
İbn
İshak'ın (151/768) rivayetinde ise, yukarıda da temas edildiği üzere, Halid'in
bu savaştaki faaliyetine çok az yer verildiğini görüyoruz. Buna göre Halid'in düşman
ordusunun sayı bakımından çok fazla olmasından dolayı orduyu geri çektiği ve
böylece iki ordunun birbirinden ayrıldığı ifade edilmekte; arkasından da
ordunun Medine'de "kaçaklar" diye karşılandığı anla- tılmaktadır.234
İbn
İshak'ın bu rivayetinin arkasından İbn Hişam (218/838), Halid'in kumandan
olmasından sonra, Allah'ın müslümanlara fetih nasib eylediğini haber veren
ez-Zühri'nin (124/742) rivayetini nakletmektedir.235
Mute
savaşında Halid'in kumandan oluşundan önce müslümanların mağlup olduklarına
dair rivayetleri eserine alan Va- kıdi (207/822), Halid'in kumandan olmasından
sonra da mağlubiyetin devam ettiğini ve ordunun Medine'de "kaçaklar"
diye karşılandığını ifade eden rivayetleri nakletmesi yanında; Halid'in
geceleyin aldığı tedbirler sonucunda düşmanı korkutup mağlup ettiğini;
müslümanların bazı ganimetler elde ettiklerini haber veren rivayetlere de
eserinde yer vermektedir.236
Beyhaki
(458/1066) ise, Mute savaşına ait İbn İshak ve Va- kıdi nin yukarıda ele
aldığımız bilinen rivayetleri yanında, yine yukarıda zikrettiğimiz Buhari'nin
rivayet ettiği bazı hadisler ile Musa b. Ukbe'nin (141/758), Halid'in kumandan
olmasından sonra Allah'ın düşmanı mağlup ettiğini ve müslümanları muzaffer
kıldığını haber veren rivayetini de eserine almış;237 sonunda da aynen şu
görüşleri ileri sürmüştür:
"Meğazi
alimleri, müslümanların kaçışları ve düşmandan uzaklaşmaları hususunda ihtilaf
etmişlerdir; onlardan bir kısmı, müslümanların kaçtıklarını iddia ederlerken,
diğer bir kısmı da, onların düşmana karşı üstün geldiklerini ve müşriklerin
mağlup olduklarını ileri sürmüşlerdir. Enes b. Malik'in Hz. Peygam- ber'den
rivayet ettiği 'sonra sancağı Halid aldı ve ona fetih nasib oldu' hadisi,
Halid'in onlara üstün geldiğine delalet eder; doğruyu en iyi bilen Allah'tır. "238
Mlite
savaşı hakkında, kaynaklarda yer alan farklı rivayetlerin birçoğunu eserine
alan ve bunların geniş bir tahlilini yapan İbn Kesir (774/1372) ise, çok
değişik yorum ve tespitleriyle dikkati çeken bir müellif olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bu savaşın sonucunun ve Halid'in bu savaştaki rolünün daha iyi
anlaşılmasına yardım edeceğini düşündüğümüz onun bu görüşlerini geniş bir şekilde
özetlemenin faydalı olacağına inanıyoruz.
İbn
Kesir, bu savaşın sonucu bakımından, İbn İshak'ın rivayeti ile Musa b. Ukbe ve
Vakıdi'nin rivayetleri arasında, farklı ifadelerin olduğuna işaret ettikten
sonra, Halid'in düşman ordusundan çekindiğini ve müslümanları onlardan
kurtardığını haber veren İbn İshak'ın haberi yanında; Vakıdi ve Musa b. Uk-
be'nin, Müslümanların düşman safında yer alan Rum ve Arap zümreleri mağlup
ettiklerini tasrih etmelerine dikkati çeker. Ayrıca Buhari'nin eserinde yer
alan hadisten de aynı hususun anlaşıldığını; Beyhaki'nin de bu anlayışı tercih
ettiğini belirtir. Bundan sonra da, bu iki ayrı görüşün birleştirilmesinin
mümkün olduğunu söyleyerek şunları yazar: Halid sancağı alınca, düşmanın
sayısının çokluğundan dolayı müslümanların başına bir felaket gelmesinden
korktu ve onları düşmandan kurtardı. Va- kıdi'nin naklettiği üzere, geceleyin
aldığı tedbirler ile Rumların, müslümanların yardım almış olduklarını
vehmetmelerine sebep oldu; sabahleyin onlara saldırdı ve Allah'ın izniyle
onları hezimete uğrattı.
Müslüman
ordusunun Medine'de "kaçaklar" diye karşılandıklarına dair haberin,
İbn İshak tarafından mürsel olarak rivayet edildiğine dikkati çeken İbn Kesir,
bu haberde bir tuhaflığın bulunduğuna işaret ettikten sonra şunları söyler:
"Bana
göre İbn İshak, bu haberin siyakından, bütün askerlerin kaçtığını
vehmetmiştir. Halbuki bu "kaçaklar" sözü, iki ordu karşılaştığında,
müslümanlardan savaş meydanını terkedip kaçan bazı kimseler için söylenmiştir;
fakat ordunun geri kalan askerleri, kaçmadıkları gibi; Rasulullah 'ın minberde
müslümanlara: 'Sonra sancağı Allah 'ın kılıçlarından bir kılıç aldı ve Allah
onun eliyle fethi müyesser kıldı' şeklinde haber verdiği üzere; tam tersi muzaffer
oldular. Müslümanlar da onları, bu başarıdan sonra "kaçaklar" diye
adlandırmadılar; bilakis onları izzet ve ikram ile karşıladılar. Kınananlar ve
yüzlerine toprak atılanlar ise, kaçanlar, savaş meydanında orduyu
terkedenlerdir; bunlar arasında Abdullah b. Ömer de vardır... "
İbn
Kesir bu noktada, diğer kaynaklarda üzerinde hiç durulmayan; fakat Mlıte
ordusunun "kaçaklar" diye Medine'de karşılandığına dair rivayetin çok
farklı ve bize göre de doğru bir şekilde anlaşılmasına yardım edecek olan bazı
hadis ve haberleri ele almaktadır. Bunların en mühimi, yukarıda da belirttiği
üzere, Abdullah b. Ömer ile alakalı olanıdır.
İbn
İshak'ın rivayetinden anlaşılan ve Halid'in kumandası altındaki ordunun
Medine'de "kaçaklar" şeklinde karşılandığını reddeden İbn Kesir'in en
mühim delili, Ahmed b. Hanbel'in Müsned'i ile Tirmizi'nin Cami'inden
naklettiği, birkaç varyantı ile şu hadistir:
"İbn
Ömer şunları söylemiştir: Rasulullah, bizi bir seriyyede savaşa gönderdi;
askerler darmadağın olunca Medineye geldik ve orada gizlendik ve kendi aramızda
"helak olduk " dedik. Sonra Rasulallah 'a geldik ve kendisine şunları
söyledik: Ya Rasulallah! Bizler kaçaklarız! Rasulullah şöyle buyurdu: Bilakis
sizler tekrar savaşacaksınız; ben, sizin melceinizim'1239
İbn
Kesir'in naklettiği hadisler arasında Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inden de
nakiller bulunmaktadır. Burada, aynı kaynaktan hadisin bir başka varyantını
daha vermek istiyoruz:
"Abdullah
b. Ömer şunları söylemiştir: "Rasulullah 'ın seriyye- lerinden birisinde
idim; askerler darmadağın olup kaçtılar; ben de kaçanlar arasındaydım.
Aramızda, ne yapacağız? Düşmana yaklaşmaktan kaçtık; gazaba duçar olduk,
dedik; sonra da Medineye girsek geceyi orada geçirdikten sonra kendimizi
Rasulullah'a ar- zetsek; eğer bizim için tevbe mümkünse ne aza yoksa tekrar
savaşa gideriz diye konuştuk. Sabah namazından önce onu görmeye gittik;
odasından çıkınca: Bekleyenler kim? diye sordu; biz de "kaçaklarız"
diye cevap verdik. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Hayır! Sizler
kaçak değilsiniz, belki geri çekilip düşmana yeniden saldıran/arsınız; ben
sizin ve müslümanların melceini- zim. Biz onun yanına yaklaşıp elini öptük. '1240
Abdullah
b. Ömer'in savaş meydanından kaçtığına dair bu rivayetlerden sonra İbn Kesir,
Hz. Peygamber'in haı;ıımlarından Ümmü Seleme'ye ait şu rivayeti de, bu husus
için ayrı bir delil olarak zikreder:
''Hz.
Peygamber'in hanımı Ümmü Seleme, Seleme b. Hişam b. el-Muğire'nin karısına:
"Ben, Seleme'nin Rasulullah ve müslümanlarla beraber namaz kıldığını
göremiyorum?" diye sordu. Bunun üzerine Seleme'nin karısı: 'O, evden
dışarı çıkamıyor; dışarı çıktığında halk kendisine 'kaçaklar! Allah yolundan
kaçtınız!' diye bağırıyor; bunun üzerine o da evde oturuyor ve dışarı çıkmıyor'
diye cevap verdi. O, Mute savaşında idi. .. '1241
İbn
Kesir, bu hadisleri naklettikten sonra şu görüşleri ifade etmektedir:
"Öyle
anlaşılmaktadır ki, Mute ordusunda bulunan bazı kimseler, iki yüz bin kişilik
düşman ordusunun çokluğunu gördüklerinde kaçmışlardır; diğerleri ise orada
kalmışlar ve Allah onlara fetih nasib eylemiştir; onların ellerinden
kurtulmuşlar ve birçok düşman askeri öldürmüşlerdir; tıpkı Vakıdi ve ondan önce
Musa b. Ukbe'nin zikrettikleri gibi... "
İbn
Kesir, bu görüşünü teyid sadedinde, müslümanların elde ettikleri ganimetlere
dair de bazı haberleri, bu arada Müslim'in zikrettiği şu hadisi eserine
almıştır:
"Avf
b. Malik şöyle dedi: Himyer kabilesinden birisi, düşmandan bir kimseyi öldürdü
de onun selebini (üzerindeki eşya ve silahlarını) almak istedi. Başlarında vali
(kumandan) bulunan Halid b. Velid de onu menetti. Sonra Avf b. Malik Rasulullah
'a geldi ve bu durumu ona haber verdi. Bunun üzerine Rasulullah Halid'e:
Maktulün selebini ona vermekten seni meneden nedir? diye sorunca Halid:
Ya Rasulallah! Onu seleb almak hususunda çok
istekli ve düşkün gördüm, diye cevap verdi. Onun bu cevabı üzerine Hz.
Peygamber:
- Selebi
ona ver! diye emir buyurdu. Sonra Halid, Avfın yanına varınca, A vf onun
elbisesinden çekip şunları söyledi:
- Sana,
Rasulullah'a şikayet edeceğimi söylemiştim, işte yerine getirdim!
Rasulullah
onun bu sözlerini işitti ve çok sinirlendi; sonra da şöyle emir buyurdu:
e Ey Halid! Ona verme!
Ey Halid! Ona verme! Sizler, kumandanlarımla beni karşı karşıya mı
bırakıyorsunuz!. ..
Müslümanların
ganimet elde ettiklerini zikrettikten sonra, Halid b. Velid'in elinde dokuz
kılıcın parçalandığını haber veren Buhari hadisini eserine alan İbn Kesir,
yalnızca bu hadisin bile, müslümanların düşmanı mağlup ettiklerini; eğer böyle
olmasaydı, onların düşmandan kurtulmalarının mümkün olamayacağının açıkça
ortada olduğunu belirtir. Sonra da, Musa b. Ukbe, Vakıdi ve Beyhaki'nin; ayrıca
İbn Hişam'ın ez-Zühri'den naklettiği haberin de, bu hususu teyid ettiğini
tekrarlayan İbn Kesir, yukarıda aynen tercümesini verdiğimiz Beyhaki'nin
görüşünü nakleder.
Bu
arada İbn Kesir, İslam ordusunun sağ kol kumandanı Kutbe b. Katade'nin düşman
ordusu kumandanı, bedevi- hıristiyanlardan Malik b. Zafıle'yi öldürmesi üzerine
söylediği şiirin de kendi görüşünü teyid ettiğini; bir kumandanın öldürülmesi
üzerine askerlerinin kaçmalarının bir alışkanlık olduğunu; ayrıca düşman
kadınlarından esirler alındığının da bu şiirde tasrih edildiğini yazar.
Halid'in
düşman ordusunun çok sayıda olması ve müslümanları çevirmesinden korktuğu için
geri çekilmesinin bu durumdaki bir ordu için zafer ve fetih kabul edilmesi
gerektiği hak- kındaki İbn İshak'ın anlayışının muhtemel kabul edilebileceğini
söyleyen İbn Kesir, ancak bu hususun, Hz. Peygamber'in "Allah onlara fetih
nasib eyledi " hadisinin zahiri manasına zıt olduğunu beyan ederek
görüşlerini tamamlar.243
En
eski ve muahhar kaynaklarda yer alan bu haberlerden ve bilhassa İbn Kesir'in
çok geniş yorum ve tespitlerinden sonra, Mfüe savaşının sonucunun zamanımızda
nasıl anlaşıldığına dair de iki örnek sunmak istiyoruz.
Mute
savaşının sonucu hakkındaki farklı haber ve rivayetlerin kaynaklarda olduğu
gibi nakledilmesine hayret eden Mısırlı araştırıcı İbrahim Arcun, bu savaşın,
müslümanların zaferiyle sonuçlandığını bildiren İbn Sa'd'ın ikinci rivayetini
tercih eder ve Diyarbekri'nin bu savaşı anlatış şeklini esas alır. Aynı yazar,
bazı araştırıcıların, İslam ordusunun az sayıda olmasını esas alan görüşlerini
de reddeder ve bu hususta bazı örnekler verir. Sonra da Halid'in sancağı
almasına kadar ki durumun mağlubiyet; ondan sonrasının ise, Halid'in aldığı
tedbirler sonucunda zafer olduğunu yazar. Arcun, Mlite savaşının bir zafer ve
fetih olduğunu, Hz. Peygamber'in böyle değerlendirdiğini, Buhari'nin de bu
hususu teyid ettiğini; binaenaleyh, Hz. Peygamber'in yanında başkasının sözü;
Buhari'nin rivayeti yanında da başkasının kelamı olamaz, diyerek görüşlerini
ortaya koyar.
İbn
Kesir'in anlayışına da uygun olan Arcun'un bu görüşlerinin tam aksini, yine
Mısırlı bir araştırıcı Ebu Zeyd Şelebi ileri sürmüştür. Ona göre bazı
tarihçilerin, Halid'in ordu kumandanlığını teslim aldıktan sonra muzaffer
olduğunu ve Allah'ın kendisine fetih nasib ettiğini söylemeleri; hatta bir
kısmının daha da ileri giderek, onun Rumları kesin bir mağlubiyete duçar eylediğini
haber vermeleri doğru değildir. Bu hususta İbn Sa'd'ın eserine aldığı ve
müslümanların zafer kazandığını ifade eden rivayeti örnek olarak zikrettikten
sonra Şelebi, tarihçilerin ekseriyetinin ve bunlar arasında İbn Sa'd'ın da bu
savaşa ait ilk rivayetinde, iki tarafın savaşsız geri çekildiklerini söyleyerek
İbn İshak'ın rivayetini esas aldığını ifade eder. Daha sonra Şelebi, esasen
akıl, böyle bir zaferi uzak kabul eder; üç bin kişilik küçük bir birlik, iki
yüz bin savaşçı önünde nasıl bir başarı gösterebilir? Müslümanların istedikleri
gibi kılıç salladıklarına göre öldürdükleri kaç kişi olabilir? diyerek,
Halid'in kumandan oluşundan sonra Mute'de savaş yapıldığını kabul etmez. Yazar
ayrıca, bu savaşa ait ganimet ve ölü sayısına ait hiçbir haberin kaynaklarda
yer almamasına işaret eder. Bu arada Şelebi, Halid'in orduyu kurtarmasını bir
zafer kabul edenlerin, bulunduğuna işaret ederek, büyük bir ordu karşısında üç
bin kişilik bir kuvvetin yok olmaktan kurtarılmasının mecazi olarak bir zafer
şeklinde anlaşılmasının kabul edilebileceğine işaret eder. Mlıte ordusunun
Medine'de "kaçaklar" diye karşılanmasını kabul eden Şelebi, bazı
şiirler ile Hz. Peygamber'in sözlerinin, bu savaşın bir zaferle
sonuçlanmadığını gösterdiğini; Halid'in de orduyu imha edilmekten kurtardığını
ileri sürer. 245
Bize
göre, Mlıte savaşının sonucu bir zaferdir, ancak bu zafer, Bizans ordusunun
tamamen mağlubiyeti manasında değil, Halid b. Velid'in savaştığı bölgedeki
düşman askerlerinin yenilmesi
ve müslümanların çok az zayiat vererek çekilmesi sonucunda elde edilmiş bir
muvaffakiyettir. Halid, ordusunu savaş meydanından çekebilmek, yok olmaktan
kurtarmak için bu savaşı yapmak mecburiyetinde idi. Kumandayı aldığı günün
ertesinde, ani bir hücum ile bu çekilmeyi başarılı bir şekilde gerçekleştirdi.
O, bu savaş esnasında, mesuliyetini müdrik bir kumandan olarak, merkezi
karargahtan (Medine) çok uzak olduğunu; yiyecek ve yardımcı kuvvet bakımından
destek alamayacağını; ayrıca bu büyük ordu karşısında az sayıda askeri
bulunduğunu biliyordu. Stratejisini buna göre tespit etti; çekilme esnasında,
bir taraftan yardım aldığını, diğer taraftan da düşmanı çöle çekmek istediğini
hissettiren bir taktiğe başvurdu; bu planında muvaffak da oldu. Hz.
Peygamber'in bu savaş esnasında ona "Seyfullah" adını vermesi ve
müslümanlara "fetih nasib olduğu"nu ifade buyurması bundan dolayıdır.
Ordunun
Medine'de "kaçaklar" diye karşılanması, Şelebi'nin iddia ettiği gibi,
hemen bütün tarihçilerin kabul ettikleri bir haber değildir, çünkü bu haberin
kaynağı tektir ve bu da İbn İs- hak'ın rivayetidir ve diğer bütün kaynaklardaki
rivayet ondan alınmıştır. Musa b. Ukbe, Zühri ve V akıdi'nin rivayetlerini bir
tarafa bırakmak için bir sebep yoktur. Ordudan kaçanlar hak- kındaki İbn
Kesir'in tespit ve görüşleri doğrudur; bize öyle geliyor ki, bu haberler,
Abdullah b. Ömer'in büyük bir şahsiyet olması dolayısıyla Mlıte savaşına ait
rivayetler arasında zikredil- memesi tercih edilmiş; yalnızca hadis
kaynaklarında yer almıştır.
Şelebi'nin
ileri sürdüğü Mlite savaşı üzerine söylenmiş şiirlerdeki hüzün ifadelerini de
tabii karşılamak gerekir. Zira müs- lümanlar, Hz. Peygamber'in çok
yakınlarının, İslam'a büyük hizmetleri geçmiş olan şahsiyetleri, Hz.
Peygamber'in manevi evladı olmuş en yakın dostu Zeyd b. Harise'yi; amcasının
oğlu, bir yıl önce Habeşistan'dan dönmüş Hz. Ali'nin kardeşi Cafer b. Ebu
Talib'i; Ensarın büyük şairi Abdullah b. Revaha'yı kaybetmişlerdir; bu
kayıplar hem onları, hem de Hz. Peygamber'i üzmüş ve ağlatmıştır.
Halid
b. Velid'in kumandanlığa seçilirken Ensardan Sabit b. Akrem'in yaşı, tecrübesi
ve bilhassa Bedir ehlinden oluşunu ifade ve takdir etmesi, dikkat çekicidir;
kendisinin tevazu sahibi olduğunu gösteren bir davranıştır.
Mlite
savaşı ile Halid ve müslümanlar, Bizans ordusunu, savaş üslubunu, taktiklerini
ve silahlarını çok yakından tanıma imkanını elde ettiler. Yaşanmış bu
tecrübenin, başta Yermuk olmak üzre, ileride Bizans ordusu ile yapılacak
savaşlarda faydası görülecektir. Ayrıca, Suriye ve Filistin bölgesindeki
Araplar, müslümanların iman, şecaat ve kahramanlıklarını görmüşler; yeni dini
ve onun mensuplarını tanımaya başlamışlardır.
Mlite
savaşının Halid b. Velid Hazretleri bakımından en mühim neticesi ise, hiç şüphe
yok ki, Raslılullah'ın kendisini "Seyfullah" (Allah'ın kılıcı) diye
tavsif buyurması ve o günden sonra kıyamete kadar bu unvan ile anılacak
olmasıdır.246
Halid
b. Velid Mekke Fethinde
Halid
b. Velid, müslüman oluşundan yedi ay, Mute seferinden dönüşünden üç ay sonra,
Hz. Peygamber'in emrindeki ilk seferine, Mekke fethine iştirak etti. 1 O Ramazan
8/ 1 Ocak 630 tarihinde Medine'den ayrılan ve 27 Zilkade 8/18 Mart 630 tarihinde
tekrar bu şehre dönen Hz. Peygamber'in başkumandanlığı altındaki orduda yer alan
kahramanımız, Mekke fethi yanında, Uzza putunun tahrip edilmesinde, Beni Cezime
vak'asında, Hu- neyn ve Taifsavaşlarında çok aktifbir rol oynadı.
Yüce
Allah, Mekke'nin fethini irade buyurunca, sebeplerini de halkediverdi.
Kureyşliler, Hz. Peygamber'in müttefiki Huza'a kabilesine karşı, kendi
müttefikleri Bekr kabilesine silah ve asker yardımı yapmak suretiyle Hudeybiye
musalahasını ihlfil ettiler. Bilindiği üzere, Hudeybiye andlaşmasından sonra,
Huza'a kabilesi Hz. Peygamber ile; Bekr kabilesi ise Kureyşliler ile dostluk
andlaşması yapmışlardı. 8 yılı Şaban ayında (Kasım-Aralık 629) Bekr kabilesi,
eskiden beri düşman oldukları Huza'a kabilesine karşı bir gece baskını
düzenlemişler; başta Safvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebu Cehil ve Süheyl b. Amr
olmak üzere bazı Kureyşli- ler de onlara fiilen ve silah tedariki suretiyle
yardım etmişlerdir.
Bu
husus, Hudeybiye andlaşmasının açık bir ihlali idi. Nitekim Huza'a kabilesinden
Amr b. Salim, kendilerine gece baskını düzenleyen Bekr kabilesine ve onları
destekleyen Kureyşliler'e karşı yardım istemek üzere Medine'ye geldi. Hz.
Peygamber kendilerine yardım edeceğini va'ad ederek onu kabilesinin yanına
gönderdi ve Ashabına savaş için hazırlanmalarını emretti.247
Kureyş
reisi Ebu Süfyan, kabilesinin yapmış olduğu hatayı telafi etmek ve Hudeybiye
andlaşmasını yenilemek üzere Medine'ye geldiyse de bir netice alamadan
Mekke'ye dönmek zorunda kaldı.248
Medine'deki
müslümanların savaşa hazırlanmalarını emretmesi yanında Hz. Peygamber,
müslüman olmuş çeşitli kabilelere de elçiler göndererek kendisine Medine'de
veya yolda iltihak etmelerini emretti; sonra da şehre giriş ve çıkışları
kontrol altına alarak, seferin nereye ve kimlere karşı düzenlendiğini gizli tutmayı
kararlaştırdı. Raslilullah'ın hedefi, Mekke Haremi'ne kan dökmeden girmek;
bunun için de, büyük bir ordu ile Kureyş'i kendi topraklarında, ani bir
baskınla muhasara edip teslim olmaya zorlamaktı. 249
1
O Ramazan 8/1 Ocak 630 günü Medine'den ayrılan250 Rasulullah, sık sık yön ve
hedef değiştirerek, ordusunun nereye gittiğini kimseye belli etmemeye
çalışıyor; bu arada, müslüman kabilelere uğrayarak, onların da orduya
katılmalarını sağlıyordu. Böylece, o güne kadar, Araplar'ın tahayyül bile
edemedikleri ve Kureyş'i şaşkına çevirecek on bin askeri bir araya getirmeye muvaffak
oldu.251
Hz.
Peygamber Kudeyd'e ulaşırken, Halid b. Velid ordunun öncü birliğine kumanda
ediyordu. Hz. Peygamber burada konakladı; ordudaki kabilelerin bayrak ve
sancaklarını bağladı.2
2 O sırada, hepsi de zırhlı, silahlı ve süvari, dokuz yüz veya bin
kişiden meydana gelen Süleym kabilesi askerleri orduya iltihak ettiler. Hz.
Peygamber onları, öncü birliğin kumandanı Halid b.
Velid'in
emrine verdi ve Merru'z-Zahran'a kadar onunla birlikte yola devam ettiler.253
Ordu,
Arc ile Tahlb arasında iken, bu öncü birliği, Hevazin kabilesine mensup bir
casusu yakaladı. Hz. Peygamber onu sorguya çektikten sonra, düşmana haber
ulaştırmasından çekindiği için tutuklanmasını uygun gördü ve onu Halid'e teslim
etti. Ancak, ordu Merru'z-Zahran'a varınca, casus kaçtı, Halid kendisini takip
etti ve Arafat'ta Erak adlı yerde yakaladı; kendisine: "Eğer senin için
söz vermemiş olsaydım, boynunu vururdum" diyerek Hz. Peygamber'e
getirdi. Hz. Peygamber, Mekke'ye girilinceye kadar onun hapsedilmesini Halid'e
emretti. Sonradan bu casus, Hz. Peygamber'in davetini kabul edip müslüman oldu
ve Evtas vadisinde Hevazinliler'le yapılan Huneyn savaşında şehid oldu.254
Hz.
Peygamber, yatsı vaktinde geldiği Mekke'ye çok yakın bir yer olan
Merru'z-Zahran'da ordunun konaklamasını; geceleyin her askerin ateş yakmasını
emretti. Kureyş, Hz. Peygamber ve ordusuna dair henüz bir haber alamamıştı;
hatta o sırada sa- habiler bile, ordunun nereye gideceğini açık bir şekilde
bilmiyorlardı. Kureyş, bilgi toplamaları; şayet Hz. Peygamber ile karşılaşırlarsa
ondan eman almaları; veya duruma göre savaşmaya hazır olduklarını haber
vermeleri için Ebu Süfyan ile Hakim b. Hizam'ı göndermeyi kararlaştırdı. Onlar,
yolda rastladıkları Bü- deyl b. Verka'yı da yanlarına aldılar. Ebu Süfyan ve
arkadaşları Erak'a gelince, İslam ordusunu görüp dehşete kapıldılar. O sırada
Hz. Peygamber'in amcası Hz. Abbas, Ebu Süfyan'ı yanına alıp Hz. Peygamber'e
götürdü. Uzun münakaşadan sonra Ebu Süfyan müslüman olmayı kabul etti. Hz.
Peygamber, o gece Ebu Süf- yan'ın Mekke'ye dönmesine izin vermedi; ertesi sabah
erkenden, Erak yakınındaki dar bir boğazdan resmi geçit yapacak olan azametli
İslam ordusunu ona seyrettirmesi için amcası Abbas'a emir verdi.
Ertesi
sabah, savaş düzenine girmiş kabileler, başlarında reisleri ve kumandanları
olduğu halde, bayraktar ve sancaktarlarıyla, boğazdan vadiye doğru yürüyüşe
başladılar. Hz. Peygamber, öncü birliğini meydana getiren bin kişilik Süleym
kabilesinin, başlarında kumandanları Halid b. Velid olduğu halde, ilk önce
harekete geçmelerini emir buyurdu. Ebu Süfyan bu ilk birliği görünce, Hz.
Abbas'a kumandanın kim olduğunu sordu. Hz. Abbas, "Halid b. Velid'dir
" diye cevap verince Ebu Süfyan: "çocuk haf" şeklinde bir ifade
ile hayretini dile getirdi; sonra da onun kumanda ettiği birliğin hangi kabile
olduğunu sorup öğrendi. Halid b. Velid, Ebu Süfyan'ın hizasından geçerken,
askerleriyle birlikte üç defa yüksek sesle "Allahu Ekber" diye
tekbir getirerek vadiye ilerledi. Sonra da diğer birlikler geçtiler; ordu Zu
Tuva'da toplandı.
Kureyş'in
teşebbüs edebileceği muhtemel bir mukavemeti önlemek için Hz. Peygamber'in bir
gece Mekke dışında alıkoyduğu Ebu Süfyan, İslam ordusunun azametini görmüş,
Kureyş'in böyle büyük bir orduya mukavemet edemeyeceğini ve karşı koyamayacağını
anlamış, maneviyatı sarsılmış bir halde Mekke'ye döndü. Hz. Peygamber'in büyük
bir ordu ile gelmiş olduğunu; evlerine girenler ile Kabe'ye veya Ebu Süfyan'ın
evine sığınacakların emniyet içerisinde olacaklarını ilan etti ve kabilesi
Kureyş'i teslim olmaya çağırdı.
Ebu
Süfyan'ın bu davetine mukabil, Bekr kabilesine yardım etmek suretiyle Hudeybiye
andlaşmasını ihlal eden Kureyş'in ileri gelenlerinden Safvan b. Ümeyye, İkrime
b. Ebu Cehil ve Süheyl b. Amr ise, Mekkeliler'i, Hz. Peygamber ve müslümanlarla
savaşmaya teşvik ettiler; Hz. Peygamber'in Mekke'ye girmesine izin
vermeyeceklerine yemin ettiler.255
Bu
arada bazı Kureyşliler, müslümanlarla savaşmaları için, müttefikleri olan bazı
kabileleri öne sürmek suretiyle faaliyete geçtiler. Onlar, kendileri savaşmak
istemiyorlar; ileri sürdükleri kabilelerin alacağı sonuca göre hareket etmeyi
planlıyorlardı.256
Fetihten
önceki geceyi Zu Tuva'da geçiren Hz. Peygamber, tepelerle çevrili Mekke
vadisinin dört giriş yolundan, dört kol halinde ve beraberce şehre girmeyi
kararlaştırdı. Hazırlıksız yakaladığı Mekkeliler'in, mukavemet etmelerine
imkan tanımamak için bu kararı veren Hz. Peygamber'in asıl hedefi, Mekke Hare-
mi'ne kan dökmeden girmek istemesiydi. Kureyş mukavemete teşebbüs etse bile,
sayısı az olan ordusunu dört ayrı kola ayırmak mecburiyetinde kalacaktı.
Hz.
Peygamber, ordusunu dört kola şu şekilde ayırdı:
1- Merkezi
birlik: Kumandanlığını Ebu Ubeyde b. el- Cerrah'ın yaptığı ve Muhacirlerden
müteşekkil bu birlik, Mekke'nin yukarı kısmından, kuzey-batıdaki Hind dağı
hizasındaki Ezahir adlı yoldan şehre girecekti; Hz. Peygamber, başkumandan
olarak bu birlikte bulunuyordu.
2- Öncü
birlik: Kumandanlığını Sa'd b. Ubade'nin yaptığı ve Ensardan müteşekkil bu
birlik ise, Mekke'nin batı tarafındaki Keda yolundan şehre girecekti.
3- Sol
kol birliği: Kumandanlığını ez-Zübeyr b. el-Avvam'ın yaptığı ve Muhacirlerin
süvarilerinden müteşekkil bu birlik ise, Mekke'nin kuzeyindeki Küda mevkiinden
şehre girecekti.
4- Sağ
kol birliği: Kumandanlığını Halid b. Velid'in yaptığı bu birlik Yemen yolundan,
Mekke'nin güneyindeki el-Lit yolundan şehre girecekti.
Mekke'nin
kuzeyindeki Zu Tuva'dan hareket emri verildiği esnada, bu dört birlikten Halid'in
kumandanlığını yaptığı sağ kol birliği, en uzak noktadan, Mekke'nin güneyinden
şehre girmekle vazifelendirilmiştir. Hz. Peygamber'in emrindeki orduda ilk
birlik kumandanlığına tayin edilmiş olan Halid'in emrine, üç binden fazla asker
verilmişti ve bu birlik, İslam ordusunun üçte birinden fazlasını teşkil
ediyordu. Halid'in emrindeki bu birlik, Muhacir ve Ensar dışındaki müslüman
kabilelerden müteşekkil idi. Bunlar: Müzeyne kabilesinden bin; Eşlem
kabilesinden dört yüz; Cüheyne kabilesinden sekiz yüz; Süleym kabilesinden bin;
Gıfar kabilesinden dört yüz olmak üzere diğer bazı kabilelerin askerlerinden
ibaretti.257
Bütün
bu hususlar, Rasûlüllah 'ın, Halid'in askeri kabiliyet ve dehasını, savaştaki
kahramanlığını takdir ettiğini; muhtelif kabilelerden meydana gelen askerleri
en iyi şekilde sevk ve idare edebileceğine inandığını; birliğini en süratli
şekilde uzak bir noktaya intikal ettirebileceğine güvendiğini gösterir.
Dört
koldan aynı anda şehre girilmesini planlayan Hz. Peygamber, ilk önce Halid b.
Velid'in harekete geçmesini emretti.258 Ayrıca bütün kumandanlarına, harekat
esnasında, mecbur kalınmadıkça savaşmamalarını ve yalnızca savaşı
başlatanlarla mücadele etmelerini tenbih etti; kendisiyle Safa tepesinde buluşmalarını
da onlara bildirdi.259
Hz.
Peygamber'i yirmi yıl esnasında daima meşgul ve huzursuz eden Kureyşliler'in
teslim olacağı gün artık gelmiş ve İslam ordusu Zu Tuva'dan harekete geçmiş
bulunuyordu. Hz. Peygamber'in de bulunduğu üç birliğin, savaşmadan ve herhangi
bir mukavemetle karşılaşmadan Mekke'ye girmesine mukabil; Halid b. Velid'in
kumandanlığını yaptığı birlik, şiddetli bir mukavemetle karşılaştı. Halid b.
Velid, kumandanlığını Safvan b. Ümeyye'nin yaptığı, İkrime b. Ebu Cehil ve
Süheyl b. Amr gibi ileri gelen bazı Kureyşliler'in yer aldığı, Bekr, Ehabiş,
Haris b. Abdümenat ve Hüzeyl kabilelerinden toplanmış Mekke ordusuyla, Handeme
dağının eteğinde karşı karşıya geldi. Kureyş'in son çırpınışını temsil eden bu
derme-çatma ordu, Halid ve askerlerinin şehre girmelerine mani olmak üzere
silaha sarıldılar; ok yağdırmaya ve Halid'e, savaşarak Mekke'ye giremeyeceğini
bağırmaya başladılar.
Handeme
dağının eteklerinde, ordusuna savaşa başlaması için emir veren Halid,
kaçanların takip edilmemelerini tenbih etti. Yapılan savaşta, Kureyş ordusu çok
kısa bir sürede bozguna uğrayıp dağıldı; bazıları dağ başlarına, bir kısmı da
evlerine çekildiler. Halid, kaçanları Hazvere çarşısına kadar takip etti ve
sayıları çok az bazı müşrikleri de öldürdü. Kaçanlar arasında Kureyş'in
kumandanı ve ileri gelenleri de vardı.
Putperest
Kureyş'in bu son ordusunun kumandanı, Halid'in kız kardeşi Fahite'nin kocası
Safvan b. Ümeyye, teslim olduğu takdirde Hz. Peygamber'in kendisini
öldüreceğinden korktuğu için Cidde'ye, oradan da deniz yolu ile Yemen'e gitmeyi
kafasına koyup firar etti. Sonradan, Ashabdan Umeyr b. Vehb'in tavassutuyla,
Hz. Peygamber kendisine eman verdi; o da, müellefe-i kulubdan olmakla birlikte,
müslüman oldu.
Halid'in
amcasının oğlu Ebu Cehil'in oğlu İkrime de Ye- men'e kaçtı. Sonradan karısı,
onun adına Hz. Peygamber'den eman aldı; İkrime de müslüman oldu ve irtidad
savaşlarında, Halid'in kumandası altında savaşırken şehid oldu. Diğer Kureyşli
Süheyl b. Amr da, Hz. Peygamber'den eman alıp müslüman oldu.
Handeme
dağının eteklerindeki bu savaşta yenilip evine kaçanlar arasında yer alan
Hımas b. Halid de bulunuyordu. Hımas, savaştan önce silahını hazırlarken
karısına, müslümanları yeneceğini ve onlardan alacağı bir esiri kendisine
hizmetçi olarak vereceğini vadetmişti. Savaştan sonra evine kaçıp kapısını
sıkıca kapatınca karısı, "bana vaad ettiğin hizmetçi nerede?'" diye
kendisiyle alay etmiş ve Hz. Peygamber ile savaşmamasını kendisine söylediğini
hatırlatmıştır. Hımas, karısına aşağıdaki şiirle cevap vermiş ve Handeme'de
Kureyş'in mağlubiyetini şöylece tasvir etmiştir:
"Eğer
sen Handeme gününü, Safvan 'ın da kaçtığını, İkri- me'nin de kaçtığını, Ebu
Yezid'in (Süheyl b. Amr) yas tutan koca karı gibi ortada kaldığını, müslüman
kılıçların onları nasıl karşıladığını, her bacağı ve omuzlar üstündeki her
başı kopardıklarını, yalnızca kılıç darbelerinin gürültüsünün işitildiğini,
arkamızda onların homurtularını ve hırıltılarını görmüş olsaydın, kınayacak en
küçük bir söz bile söylemezdin!"260
Handeme
eteklerindeki bu savaştan sonra Halid b. Velid, Safa tepesinde Hz. Peygamber
ile buluştu ve böylece Mekke fethi gerçekleşmiş oldu. Kaynaklarda, Hz.
Peygamber'in, ,niçin savaştığı hususunda Halid'i hesaba çektiğine dair bazı
rivayetlerin bulunduğuna şahid oluyoruz. Bu rivayetleri ele almadan önce,
Halid'in savaşlardaki davranışının gayet sert olduğuna, mizacı itibariyle aldığı
emirleri kararlı bir şekilde yerine getirdiğine, tespit ettiği stratejiyi
eksiksiz tatbik mevkiine koyduğuna bilhassa işaret etmek gerekir. Onun
tavizsiz tutumu, orta yolu tanımayan askeri şahsiyeti, yalnızca Mekke'nin
fethinde değil, diğer savaşlardaki hareketlerinin de değişik şekillerde
anlaşılmasına ve değerlendirilmesine sebep olmuştur.
Bu
savaşta ise, Mekke'nin istisnai statüsü ile diğer birliklerin şehre savaşsız
girmeleri, onun kararının tartışılmasına bilhassa tesir etmiştir. Bütün bu
hususların göz önüne alınmasından sonra, aşağıdaki haberlerin daha iyi
anlaşılacağını düşünüyoruz.
Bu
rivayetlerden birisine göre, Hz. Peygamber, Ezahir yokuşuna çıkınca kılıç
parıltılarına gözü ilişti ve "bu parıltılar nedir?" diye sordu.
Etrafındakiler kendisine:
-
Ya Rasulallah! Halid b. Velid ile savaşılmıştır; eğer onunla savaşılmasaydı, o
da savaşmazdı, diye cevap verdiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
-Allah'ın
takdir ettiği şeyde hayır vardır, buyurdu.261
Yine
Vakıdi'nin eserinde yer alan bir başka haberde, Halid b. Velid savaştan sonra
Hz. Peygamber'in huzuruna gelince, RasUlullah ona:
-Savaşmaktan
menedilmiş olmana rağmen niçin savaştın? diye sorunca Halid, kendisini şu
şekilde savunmuştu:
-
Ey Allah'ın Elçisi! Bizimle savaşa ilk önce onlar başladılar; bizi oka
tuttular ve silah çektiler. Onlarla savaşmamak için gayret ettim; kendilerini
İslam'a, halkın kabul edeceği şartları kabul etmeye çağırdım, reddettiler;
sonunda onlarla savaşmaktan başka çare bulamadım. Allah, onlara karşı bizi
muzaffer eyledi; onlar da çeşitli yerlere kaçıştılar.
Onun
bu cevabı üzerine Hz. Peygamber:
-
Allah 'ın takdir ettiği şeyde hayır vardır! buyurduktan
sonra şunları söyledi:
-
Ey
Müslümanlar! Silahı bırakınızf..262
Bu
iki rivayet, birbirine benzemekte ve Hz. Peygamber'in, onun niçin savaştığını
öğrenince, bunu Allah'ın bir takdiri olarak kabul ettiğini ve Halid'e bir şey
demediğini belirtmektedir.
Aşağıda
ele alacağımız rivayet ise, Halid'in savaşa başlamaya karar vermesini, farklı
bir şekilde hikaye etmektedir. Buna göre, Kureyş kabilesinden bir adam gelip
Hz. Peygamber'e:
- Ya
Rasulallah! İşte Halid b. Velid! Savaşmakta acele etti, diye onu şikayet etti.
Bunun üzerine Hz. Peygamber, yanında bulunan Ensardan birisine:
-
Halid b. Velid'e git ve ona "Rasulullah, Mekke'de hiç kimseyi öldürmemeni
sana emrediyor" diye söyle, demiştir.
Ensari
Halid'in yanına gitti ve ona şunları söyledi:
e Ey Halid!
Rasûlullah, karşılaştığın herkesi öldürmeni sana emrediyor!
Bunun
üzerine Halid, savaşmaya başladı ve Mekkeli yetmiş kişiyi öldürdü. O sırada
Kureyşli bir başka adam, Hz. Peygam- ber'e gelerek şunları söyledi.
y Ya Rasûlallah!
Kureyş kabilesi helak oldu! Bugünden sonra artık Kureyş yok olmuştur!
Hz.
Peygamber, bu sözler üzerine "niçin?" diye sorunca, Ku- reyşli
şunları söyledi:
-
İşte Halid!
Halktan karşılaştığı herkesi öldürüyor! Kureyş- li'nin bu
şikayeti üzerine Hz. Peygamber: .
-
Halid'i bana
çağırınız! diye emir verdi. Halid gelince de:
-
Ey Halid! Ben
sana, kimseyi öldürmemen için haber göndermedim mi?
diye çıkıştı.
Hz.
Peygamber'in bu sorusu üzerine Halid:
-
Hayır! Gücümün
yettiği kimseleri öldürmem için bana haber gönderdin,
diye cevap verdi.
Halid'in
bu sözleri üzerine Hz. Peygamber:
-
O Ensariyi
bana çağır, diye emir verdi. O da kendisini bulup
getirince Hz. Peygamber:
-
Ben sana,
Halid'in kimseyi öldürmemesini söylemen için emir vermemiş miydim?
diye çıkıştı. Ensari Hz. Peygamber'e:
-
Evet, öyle
emir buyurmuştun; fakat sen bir şey istedin; Allah ise başka bir şey murad etti
de Allah'ın istediği oldu, şeklinde karşılık verdi.
Bu
cevap üzerine Hz. Peygamber sustu ve Ensariye bir şey söylemedi; sonra da:
-
Halid!
diye seslenince, Halid b. Velid:
-
Buyur Ya
Rasulallah! diye Hz. Peygamber'e baktı; Raslilul-
lah şöyle buyurdu:
-
Kimseyi
öldürme! Halid de:
-
Hayır kimseyi
öldürmeyeceğim, diye cevap verdi.
Bize
göre bu rivayetin doğru olmaması gerekir; çünkü Hz. Peygamber, fetihten önce,
mukavemetle karşılaşıldığı takdirde, savaş yapılmasını emretmiştir, hatta
Kureyş'in derleme ordusunun karşı koyacağını gören Rasulullah, Müslim'in
rivayet ettiği aşağıdaki hadisten de açıkça anlaşılacağı üzere, savaşa teşvik
için emir de vermiştir:
"...
Yarın onlarla vuruşmak üzere karşılaştığınız zaman, kendilerini ekin gibi
biçmeye bakınız. .. '1264
Hz.
Peygamber, gerçekten kan dökülmeksizin Mekke'ye girmeyi arzu ediyor ve bunun
için de çeşitli tedbirler alıyordu. Ancak, karşı konulduğu takdirde, savaştan
kaçınılmaması gerektiği hususunda da, başta Halid olmak üzere diğer
kumandanlarına emir verdiğinde şüphe yoktur. Bununla birlikte, bu rivayetteki,
"Halid'in karşılaştığı herkesi öldürmesi" şeklinde, Hz. Peygamber
adına bir Ensarinin ağzından yanlış bir emir verilmiş olduğunu doğru kabul
etmeye imkan yoktur. Hz. Peygamber'in açık bir emrine karşı, bu şekilde bir
muhalefetin, adı zikredilmeyen bir Ensariye izafesine hele savaş gibi çok
ciddi bir meselede böyle bir davranışın vuku bulabileceğine inanmak mümkün
değildir. Bilhassa, Ensari'nin hesaba çekilmesi üzerine, Hz. Pey- gamber'e
verdiği cevabın doğru olabileceğini düşünmek; Hz. Peygamber'in muradı ile
Allah'ın muradının ayrı ayrı şeyler olduğunun ifade edilebilmesini kabul etmek
muhaldir.265
Kureyşliler'den
yetmiş kişinin öldürüldüğüne dair bilgi de, bu rivayetin doğru olmadığını
gösteren bir diğer husustur. Çünkü, kaynaklarda yer alan rivayetlerde, Mekke
fethi esnasında, Handeme'de yapılan savaşta, on iki veya on üç; bir diğer
rivayette ise yirmi sekiz kişi öldürülmüş; müslümanlardan ise yalnızca iki veya
üç kişi şehid olmuştur.266
Hz.
Peygamber, Handeme'deki savaşın Kureyşlilerce başlatıldığını kumandanı Halid'in
ağzından öğrendikten sonra da, Kabe ve Mekke Haremi'ne karşı olan hürmetinde,
savaşa karar vermesinden itibaren beslediği barış anlayışında bir değişiklik
yapmamıştır. Etrafındaki Muhacir ve Ensarın meydana getirdiği ordu ile muzaffer
ve azametli bir kumandan gibi değil; Allah'ın kendisine nasib eylediği bu feth-i
mübine hamd ve şükürler içerisinde, gözleri yaşlı bir halde devesinin boynuna eğilip
şükür secdesi yaparcasına mütevazi bir halde Mescid-i Haram'a girdi; Hacer-i
Esved'i selamlayıp öptü, Kabe'yi tavaf etti. Tevhid akidesinin nişanesi bu
mabedin etrafındaki putların temizlenmesi esnasında:
"De
ki, Hak geldi batıl ortadan kalktı; zaten batıl, ortadan kalkmaya
mahkumdur" (İsra, s ı) ayetini okudu. irad ettiği meşhur hutbesinden
sonra da:
- Ey
Kureyş! Şimdi size ne yapacağımı umuyorsunuz? diye sordu.
Bir
Tek Allah'a imana ve O'na ibadete çağıran Allah'ın Elçisine ve onun Ashabına,
yirmi yıl esnasında yaptıkları kötülüklerin hacaletini hisseden Kureyşiler hep
bir ağızdan:
- Biz,
senden hayır bekliyoruz; sen kerim bir kardeşin oğlu kerim bir insansın, dediler.
Allah'ın
ahlakıyla ahlaklanmış ve O'nun terbiyesiyle yetişmiş Raslılullah:
- Öyle
ise ben de Yusufun kardeşlerine dediği gibi söylüyorum: Bugün size kınama
yok... Haydi gidiniz, serbestsiniz! buyurarak bir umumi af ilan etti. Böylece
insanlık tarihine malolmuş büyük bir bağış ve merhamet örneği gösterdi. Fetih
günü, aynı zamanda, gerçek bir "Merhamet günü" oldu.
Kabe'nin
etrafındaki putları fetih günü temizleten Hz. Peygamber, ertesi günü Kabe'nin
içine de girdi; kapısı üzerine kapatıldı; yanında Üsame b. Zeyd, Bilal-i
Habeşi ve Osman b. Talha vardı; oradaki putlar ile bazı resim ve heykelleri de
kaldırttı. Raslılullah'ın Kabe'nin içerisinde bulunduğu, orada namaz kılıp dua
ettiği, Rabbine iltica ve yakarışlarda bulunduğu esnada, Ha- lid b. Velid,
müslümanların izdihamını önlemek ve kargaşaya meydan vermemek üzere, Kabe'nin
kapısı önünde durdu ve gerekli tedbirleri alarak Hz. Peygamber'in huzurunu
sağladı.267
Sekiz
ay önce Kureyş'in süvari birliği kumandanı olan Halid b. Velid, Allah'ın lutfu
inayetiyle, Mekke fethi gibi birçok bakımdan mühim bir tarihi hadisede, Hz.
Peygamber'in emrinde büyük bir hizmet ifü eyledi. Bu fetih sayesinde, Kabe ve
Mekke Haremi, putlardan ve puta tapıcılardan temizlenmiş; Hz. Pey- gamber'in en
büyük ideali olan Tevhid akidesi, yirmi yıl devam eden çok uzun bir mücadeleden
sonra, bu mukaddes şehirde artık kabul edilmiş oldu. Mekke ve Kabe'nin
putlardan temizlenmesi, yalnızca Kureyş için değil, Arap yarımadasındaki diğer
kabileler için de çok semereli neticeler tevlid etmiş; insan haysiyetine
yakışmayan bu ibtidai inançtan kurtulmak, diğer Araplara da nasib olmuştur.
Halid b. Velid'in bu hedefe müteveccih hizmetleri devam etmiş; insanları
putlardan ve putçuluktan kurtaran kılıcını, bu defa da Uzza'nın ortadan
kaldırılması için salla- mıştır.268
Halid
b. Velid'in Uzza Putunu Yıkması
Mekke'nin
fethinden hemen sonra Kabe'nin çevresindeki ve içerisindeki putları, resimleri
ve heykelleri ortadan kaldırtan Hz. Peygamber, 25 Ramazan 8/16 Ocak 630 günü,
bu defa Mekke çevresindeki putları tahrip etmek üzere bazı sahabilerini vazifelendirdi.
Sa'd b. Zeyd el-Eşheli, Müşellel'de bulunan Menat putunu; Amr b. el-As Hüzeyl
kabilesinin putu Süva'ı; Tufeyl b. Amr ed-Devsi, Amr b. Humeme'nin putu
Zü'l-Keffeyn'i; Halid b. Velid de Uzza putunu yıkacaklardı.269
tat
ve Menat gibi Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen (Necm 53/19-20) Uzza, Kureyş
kabilesi yanında, Mudar oğullarının, Kinane ve Huza'alılar'ın çok itibar
ettikleri büyük bir puttu. Bazı rivayetlerde, Kureyş'in, tat ve Menat'tan daha
fazla Uzza'ya itibar ettikleri; bu putu sık sık ziyaret edip yanında kurban
kestikleri, hacdan sonra, onun yanında, ihramdan çıktıkları haber verilmiştir.
Mekke'nin kuzeyindeki Nahle'de bulunan Uzza, üç semüre ağacından ibaret,
üzerine bir ev yapılmış, bakıcıları olan ve içerisinde bir şeytanın
bulunduğuna inanılan putlardan birisiydi.
Hz.
Peygamber, Uzza putunu tahrip etmek üzere Halid'i Nahle vadisine gönderirken,
oradaki üç semüre ağacından birisini kesmesini emretti. Halid, otuz süvari ile
oraya gitti; ilk ağacı kesti, putu kırdı, oradaki ambarı yıktı; sonra da
Mekke'ye, Hz. Peygamber'in yanına döndü. Hz. Peygamber, putu yıkıp yıkmadığını
sorunca Halid "evet" diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
-
Herhangi bir
şey gördün mü? diye sorunca Halid:
-
Hayır! Bir şey
görmedim, diye cevap verdi. Onun bu cevabı üzerine Hz. Peygamber:
-
Öyle ise sen
Uzza 'yı yıkmamışsın; tekrar git ve onu yık, buyurdu.
Öfkeli
bir şekilde Mekke'den tekrar Nahle'ye hareket eden Halid, Uzza'nın yanına
varınca kılıcını çekti ve ikinci ağacın üzerine yürümeye karar verdi. Halid'in
geldiğini gören putun bakıcısı Dübeyye, putun üzerine bir kılıç asıp dağa
kaçtı. O sırada putun içerisinden çırılçıplak, saçı başı dağınık vaziyette,
dişlerini gıcırdatan siyahi bir kadın Halid'in karşısına dikiliverdi; Halid'in
tüyleri diken diken olmuştu. Halid'i uzaktan seyreden putun bakıcısı Dübeyye,
Uzza'ya hitaben şu şiiri söyledi:
"Ey
Uzza! Şiddetli bir şekilde Halid'e saldır da kendini yalan çıkarma; baş örtünü
at ve çemren! Eğer sen bugün Halid'i öldürmezsen zelil bir şekilde geri
dönecek ve nasranileştirileceksin!"
Halid
elinde kılıcı ile şeytan kadının üzerine yürürken:
e Ey Uzza! Küfran
sana, artık seni tenzih etmek de yok! Ben, Allah'ın seni zelil kıldığını
gördüm! beytini söylüyordu; sonra kılıcı ile onu ikiye
ayırdı; ağacı kesti; bakıcı Dübeyye'yi de yakalayıp katletti. Sonra Hz.
Peygamber'in yanına döndü; olanları anlatınca Raslılullah:
-
Evet Uzza o
idi; bundan sonra Araplar için Uzza artık yok! buyurdu.
Uzza
putunu tahrip ettikten ve Hz. Peygamber'in yukarıdaki sözlerini dinledikten
sonra Halid, hissiyatını ve babası ile alakalı üzüntülü hatırasını şöylece dile
getirdi:
-
Ey Allah 'ın
Elçisi! Bize ikram ve ihsanlarda bulunan, bizi helak olmaktan koruyan Allah 'a
hamdolsun! Ben, babamın yüz deve ve koyun içerisinden seçtiği kurbanlıkları
Uzza 'ya götürüp onun için kurban ettiğini; orada üç gün kalıp sonra yanımıza
döndüğünü görürdüm. Şimdi, babamın ne üzerine ölüp gittiğini; hangi anlayış
içerisinde yaşadığını; görmeyen, işitmeyen, faydası ve zararı dokunmayan bir
taş için kurban kesecek k,adar aldatılmış olduğunu düşünüyorum!..
Babasının
putperest olarak ölüp gitmesine hayıflanan Ha- lid'in bu sözleri üzerine
Raslılullah:
-
Bu iş, Allah'a
aittir. O, kimin için hidayeti kolaylaştırırsa, o kimse kolayca hidayete
erişir; kimin için dalaleti kolaylaştırırsa, o kimse de dalalette kalır,
buyurdu.
Hz.
Peygamber'in putların ortadan kaldırılması için fetihten hemen sonra harekete
geçmesi ne kadar mühim ise, bu iş için Halid'i seçmesi, bilhassa Uzza gibi bir
putun tahrip edilmesinde onu vazifelendirmesi de son derece mühim bir husustur.
Bu işin Halid'e havale edilmesinden, Hz. Peygamber'in, yalnızca iyi bir savaşçı
ve dirayetli bir kumandan olarak değil, dini bakımdan da ona güvenip itimat
ettiğini anlıyoruz. Sekiz ay önce ebediyyen terkettiği puta tapıcılığa karşı
hissiyatı, onun gerçek bir müslüman olduğunun, Tevhid inancına kalben
bağlandığının da açık bir nişanesidir. 270
Halid
b. Velid ve Beni Cezime Vak'ası
Halid
b. Velid'in kahramanlıklarla dolu şerefli askeri hayatında, Beni Cezime
vak'asının farklı ve üzücü bir hadise olarak yer aldığına şahit oluyoruz.
Üzerine aldığı bütün vazifeleri, Rasulullah'ı memnun edecek bir tarzda yerine
getiren Halid b. Velid'in, Mekke fethinden sonraki bu vak'ada hatalı olduğu
anlaşılmaktadır. Bu husus, onun bu kabileye karşı yaptıklarını öğrenen Hz.
Peygamber'in: "Allah'ım! Halid b. Velid'in yaptığından Sana sığınırım
" diye Rabbine dua ve iltica etmesiyle ifade edilmiştir.
Mekke'nin
fethinden sonra Hz. Peygamber, şehrin çevresindeki kabilelere elçi ve
seriyyeler göndermek suretiyle, onları Allah'a iman etmeye, müslüman olmaya
davet etti. Bu elçilerden birisi de Halid b. Velid idi. Huneyn savaşından önce
Hz. Peygamber, Uzza putunu tahrip ettikten sonra, Mekke'ye dönen Halid'i,
Muhacir, Ensar, Süleym oğulları ve diğer bazı kabilelerden müteşekkil üç yüz
elli kişilik bir askeri birliğin başında Beni Cezime'ye gönderdi (Şevval
8/0cak-Şubat 630). Mekke'nin aşağısında Yelemlem tarafında yaşayan Kinane
kabilesinin bir kolu olan Cezime oğulları, el-Gumeysa adlı bir su kenarında
oturuyorlardı. Bundan dolayı bu vak'aya "Yevmu'l-Gumeysa" da denilmiştir.
Kaynaklarda, Hz. Peygamber'in Halid'i ve beraberindekileri, savaşmak üzere
değil, İslam'a davet etmek için göndermiş olduğu tasrih edilmektedir.271
Beni
Cezime vak'asına ait rivayetlerde, mühim bazı ihtilafların bulunduğuna hemen
işaret edelim. Bu ihtilafların en mühimi, Halid b. Velid'in Beni Cezime
kabilesiyle el-Gumeysa'da karşılaşmasının nasıl olduğu; onların silahlı olup
olmadıkları; Halid'in kendileriyle savaşıp savaşmadığı; silahlarını bırakıp
teslim olduktan sonra onların öldürülmesini Halid'in niçin emrettiği gibi
hususlardır. Bu rivayetleri ayrı ayrı ele almak suretiyle, vak'anın nasıl
cereyan ettiğini ve Halid b. Velid'in bu vak'a- daki yerini tespit etmeye
çalışacağız. Ancak daha önce, rivayetleri değerlendirirken göz önünde
bulundurmak için, hadisenin seyrini kısaca hatırlatmak istiyoruz.
Halid
b. Velid, teslim olmayı kabul eden Beni Cezime mensuplarının esir alınmasını,
arkasından da öldürülmelerini emretti. Seriyyedeki Süleym kabilesi mensuplarının,
kumandanlarının emrini hemen yerine getirmelerine mukabil, başta Abdullah '
b.
Ömer ile Ebu Huzeyfe'nin azadlısı Salim olmak üzere, Muhacir ve Ensardan
olanlar, esirlerin müslüman olduklarını ileri sürerek onları öldürmeyi
reddettikleri gibi kendilerini serbest bıraktılar. Halid'in emri üzerine otuz
kişi öldürüldü. Bu gelişmeyi öğrenen Hz. Peygamber, son derece üzüldü ve Hz.
Ali'yi göndererek onlara para verip gönüllerini aldı.
Bu
hususların her birisine ait haberleri ileride genişçe ele alacağımızı
hatırlatarak şimdi, esir alındıktan sonra öldürülmeleri için Halid'in niçin
emir verdiğine dair haberleri, kaynaklardaki ifadelere bağlı kalarak sıra ile
inceleyelim:
1) Beni
Cezime kabilesine: "İşte Halid b. Velid! Yanında da müslümanlar
bulunmaktadır!" denilince onlar şöyle dediler:
- Bizler
müslüman bir topluluğuz; namaz kıldık; Muham- med'i tasdik ettik; mescidler
yaptık ve oralarda ezan okuduk.
Halid
onların yanına gelince, "İslam " dedi. Beni Cezime mensupları: "Bizler,
müslümanız" diye cevap verdiler. Onların bu cevabı üzerine Halid b. Velid:
- Öyle
ise, üzerinizdeki silahlara ne oluyor? diye sordu. Onlar bu soruya:
- Bizimle
Arap olan bir kabile arasında düşmanlık vardır; sizin, onlar olmanızdan
korktuk da silahlarımızı aldık; böylece kendimizi, İslam 'a karşı olanlardan
koruyabilmeyi düşündük, şeklinde cevap verdiler...272
2) Beni
Cezime mensupları Halid'i görünce silahlarını aldılar. Halid onlara: Silahlarınızı
bırakınız! Çünkü insanlar müslüman oldular, dedi. 73
3) Halid,
Beni Cezimeliler'in yurduna gelince, onlar çok şiddetli bir şekilde kendisine
karşı koydular; silahlarını kuşanıp savaşmaya hazırlandılar. Halid, ikindi,
akşam ve yatsı namaz-
larında
onları bekledi; ezan sesi işitmedi. Bunun üzerine onlara saldırdı; bazılarını
öldürdü; bir kısmını da esir aldı. Sonradan onlar, müslüman olduklarını iddia
ettiler.274
4) İbn
İshak'ın rivayetine dayanarak, Halid'i mazur gösteren bazı kimselerin
dediklerine göre Halid:
Abdullah
b. Huzafe es-Sehml "Rasulullah (salla'llâhü aleyhi ve sellem), onlar
İslamiyet'ten imtina edip kaçınırlarsa, kendileriyle savaşmanı sana
emretmiştir" diyerek bu hususu bana emredinceye kadar savaşmadım, dedi.275
5) İbn
İshak'ın rivayetine göre, Beni Cezime vak'ası üzerine Halid b. Velid ile Abdurrahman
b. Avf arasında münakaşa oldu. Abdurrahman, Halid'e şu sözleriyle çıkıştı:
- Sen,
İslamiyet devrinde Cahiliye çağı anlayışıyla iş yaptın! Halid, ona şöyle cevap
verdi:
- Ben,
ancak senin babanın intikamını aldım! Bunun üzerine Abdurrahman:
- Yalan
söyledin! Çünkü ben, babamın katilini kendim öldürdüm; fakat sen amcan el-Pake
b. Muğire'nin intikamını aldın! diye ona cevap vererek aralarında çok ağır bir
şekilde tartıştılar. Rasulullah bu vaziyeti öğrenince:
- Dur
bakalım Ey Halid! Ashabımı bırak! Allah'a yemin ederim ki, eğer senin Uhud
dağı kadar altının olsa, sonra da bunu Allah yolunda harcasan bile, yine de
benim Ashabımdan birisinin, bir defacık sabah yürümesine veya akşam yürümesine
denk bir iş yapmış olamazsın! dedi.276
6)
Halid b. Velid onları İslam'a davet etti. Fakat Beni Cezime mensupları "müslüman
olduk" (eslemna) demesini beceremediler; bunun yerine "din
değiştirdik, din değiştirdik " (Sabe'na, Sabe'na) demeye başladılar. Bunun
üzerine Halid, onların bir kısmını öldürmeye, bir kısmını da esir almaya
başladı.
Kaynaklarda
yer alan bu rivayetlerin değerlendirmesine geçmeden önce, vak'anın nasıl
gelişip sonuçlandığını da görelim:
Halid
onları teslim olmaya çağırınca, içlerinden Cahdem adında birisi:
- Yazıklar
olsun size Ey Cezime Oğulları! Allah'a yemin ederim ki, bu Halid'dir! Silahı
bıraktıktan sonra esirlik; esirlikten sonra boyunların vurulması gelecektir.
Vallahi ben silahımı hiç bırakmayacağım, dedi. Kabilesinden bazı kimseler onu
bir tarafa çekip şunları söylediler:
-Ey
Cahdem! Bizim kanlarımızı dökmek mi istiyorsun? İnsanlar müslüman oldular ve
silahlarını bıraktılar; savaş sona erdi; insanlar emniyete ulaştı. Sonunda
silahını ondan alıncaya kadar konuştular; Beni Cezime mensupları Halid'in sözü
üzerine böy- lece teslim oldular.
Halid
b. Velid, ellerinin boyunlarına bağlanmasını emretti ve onları müslümanlara
birer ikişer teslim etti. Cahdem, Halid'in kararını görünce:
- Ey
Beni Cezime! Başınıza gelenleri, size önceden haber vermiş, sizleri
uyarmıştım, dedi.279
İbn
İshak'ın rivayetine göre Halid, daha sonra esirlerin öldürülmelerini emretti;
onlardan bazısı öldürüldü.280 Vakıdi'nin rivayetinde ise, Beni Cezime
mensupları geceyi bağlı olarak geçirdiler; namaz vakti gelince müslümanlarla
konuştular, elleri çözülüp namazlarını kıldılar, sonra tekrar bağlandılar.
Seher vakti gelince, onlara ne yapılacağı hususunda müslümanlar arasında
ihtilaf baş gösterdi. Bazı müslümanlar:
- Biz,
onları esir almak istemiyoruz; kendilerini Hz. Peygambere götürelim, dediler.
Diğer bir kısmı ise:
- Bekleyelim,
bakalım bizi dinleyecekler mi? Veya itaat edecekler mi? Onları bir deneyelim, dediler.
Müslümanlar bu şekilde iki ayrı görüşte iken Halid b. Velid:
- Yanında
esir olan herkes, hemen onu kılıçla öldürsün; emrini verdi.
Beni
Süleym kabilesinden olan askerler, ellerindeki esirleri öldürdüler; Muhacirler
ve Ensar ise, esirlerini serbest bıraktılar.281
Seriyyede
bulunan Abdullah b. Ömer, Halid'in emrini yerine getirmeyenlerdendi. O, "Vallahi
esirimi öldürmem; arkadaşlarımdan (Muhacirler ve Ensarı kastediyordu) hiç
birisi de öldürmeyecektir...
" dedi.282 Kaynaklarda, onların müslüman olduklarını ileri sürerek veya
Muhacirlerle Ensarın esirleri serbest bıraktıklarını görerek Halid'in bu
emrini yerine getirmeyenler arasında, Seleme, Ebu Beşir el-Mazini, Ebu U seyd
es-Saidi, Ebu Katade gibi sahabilerin de yer aldıklarını görüyoruz.283
Beni
Cezime'den kurtulan birisi Mekke'ye geldi ve olanları Hz. Peygamber'e haber
verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, ellerini semaya kaldırıp:
"Allah'ım!
Halid b. Velid'in yaptığından Sana sığınırım ''284 diyerek duada bulunduktan
sonra:
- Ona
kimse karşı çıkmadı mı? diye haberi getirene sordu.
Cezimeli
şu cevabı verdi:
- Evet,
orta boylu, beyaz tenli birisi ona karşı çıktı; Halid onu azarlayınca o da
sustu. Ayrıca, uzun boylu, çelimsiz bir başkası da ona karşı çıktı. Onların
tartışmaları çok şiddetli idi. Onun bu sözlerini dinleyen Hz. Ömer:
- Ya
Rasulallah! İlki oğlum Abdullah, diğeri ise Ebu Huzey- fe'nin azadlısı Salim'dir,
dedi.285
Hz.
Peygamber, Beni Cezime'ye Hz. Ali'yi göndermeye karar verdi. Bu hususta İbn
Hişam, Rasûlüllah 'ın (salla'llâhü aleyhi ve sellem) şu rüyasını rivayet
etmektedir:
Hz.
Peygamber şöyle buyurdu: Rüyamda haystan 286 bir lokma çiğnedim; lezzetini
tattığım yiyeceğin içinden birşey, yutacağım sırada boğazıma takıldı, Ali,
elini sokup çıkardı. Hz. Pey- gamber'in bu rüyasını dinleyen Hz. Ebu Bekir:
- Ya
Rasulallah! Göndermiş olduğun seriyyelerin bir kısmından sevdiğin haberler,
bazısından da itirazlar geldi; Ali'yi gönder de bu işi halletsin, diye teklifte
bulundu.287
İbn
İshak'ın rivayetine göre Hz. Peygamber, Hz. Ali'yi çağırdı ve ona şu emri
verdi:
- Ey
Ali! Onların yanına git ve işlerini gör; Cahiliye çağı işini ayaklarının altına
al!
Hz.
Ali yola çıktı ve Hz. Peygamber'in kendisine verdiği paralarla Beni Cezime
yurduna geldi. Onlardan öldürülenlerin ve köpek yalaklarına varıncaya kadar
zarar gören mallarının karşılığını ödedi. Böylece diyeti ödenmemiş ne bir
kimse ne de bir mal kaldı. Hz. Ali diyetleri ödeyince onlara, herhangi bir
kimsenin veya malın ödenmemiş diyetinin kalıp kalmadığını sordu. Cezimeliler
"hayır" diye cevap verdiler. Hz. Ali onlara:
- Kalan
parayı da, Hz. Peygamber'in ve sizin bilmediklerinizin karşılığı olarak,
Rasulullah 'ın ihtiyatı olmak üzere sizlere veriyorum, dedi. Sonra Hz.
Peygamber'in yanına döndü; yaptıklarını ona arzetti. Hz. Peygamber, onun
yaptıklarından memnun ve mütehassis oldu.288
Hz.
Peygamber'in Halid'e nasıl davrandığı, bu hususta onu cezalandırıp
cezalandırmadığı üzerinde de durmak gerekir. Bu hususta, kaynaklarda çok az
bilgi bulunmaktadır. ,Rivayetlerden birisi, Hz. Peygamber'in, yanına geldiğinde
Halid'i azarladığı hakkındadır.289 Bir diğer rivayette ise, Hz. Peygamber
Halid'e bakmıyor ve ondan yüz çeviriyordu; Halid de Raslılullah'ın etrafında
dolaşıyor, onları öç almak veya düşmanlıktan dolayı öldürmediğine dair yemin
ediyordu. Hz. Ali onların diyetlerini ödeyip gelince, artık Hz. Peygamber,
Halid ile görüşmeye başladı; Raslılullah'ın vefatına kadar da onun yanında
diğer Ashabı gibi yüce mevkiini devam ettirdi.290
Yukarıdaki
haberi eserinde nakleden V akıdi, hemen bu rivayetin arkasından, Halid'i
medheden Hz. Peygamber'in iki ayrı hadisini iki ayrı raviden naklen eserine
almıştır.291
Hz.
Peygamber'in bu vak'adan sonra Halid b. Velid'e nasıl davrandığı hakkında
üzerinde durulması icap eden bir başka rivayet daha bulunmaktadır. Yukarıda üç
numara ile verdiğimiz haberin devamındaki bu rivayet aynen şöyledir:
"...
Rasulullah bu hususta Halid'i azarlayıp ona hiç çıkışmadı. O, Hz. Peygamber
vefat edinceye kadar, onun ordusunda öncü birliğinin kumandanı idi; Huneyn ve
aynı şekilde Tebuk savaşlarında, onunla birlikte öncü birliğin kumandanı
olarak bulundu. Hz. Peygamber onu, Ukeydir'e Dumetu 'l-Cendel'e gönderdi; onlardan
bazısını esir aldı ve kendileriyle andlaşma yaptı. Sonra Rasulullah (salla'llâhü
aleyhi ve sellem) onu, Necran 'a Be/haris (Beni'l-Haris) b. Ka 'b kabilesine
emir ve Allah'a davetçi olarak gönderdi. Veda Haccı'na Rasulullah ile beraber
gitti. Rasulullah (salla'llâhü aleyhi ve sellem) başını tıraş edince,
kakülünden ona verdi. Halid, Hz. Peygamber'in bu sakalını, sarığının önünde
muhafaza ederdi; saldırdığı bir kimseyi, Allah 'ın yardımıyla hezimete
uğratırdı. Yermuk savaşında sarığı düşmüştü; bunun üzerine o, "sarığım,
sarığım " demeye başladı. Kendisine: "Ey Ebu Süleyman! Savaşın en
şiddetli bir sırasında iken, sarığını araman tuhaf değil mi?" diye
sorulunca o: "- Sarığımda Rasulullah 'ın sakal-ı şerifi vardır; ben onunla
birisine saldırdığımda, o kimse direnemezdi. Onun için sarığımı arıyorum, cevabını
verdi...'1292
Ashabdan
Abdurrahman b. Avf ile Halid'in münakaşalarına yukarıda temas ettiğimiz için
burada tekrar ele almak istemiyoruz. Ancak, Halid'in Hz. Osman ile birlikte
Abdurrahman'a giderek ondan özür dilediğini ve kendisinin bağışlanması için
Allah'a dua etmesini ondan istediğini zikredelim.293
Bu
arada, son olarak Hz. Ömer'in Halid ile konuşmasına da temas ederek, bu vak'aya
ait rivayetlerin değerlendirmesine geçmek istiyoruz. Hz. Ömer, Beni Cezime
vak'ası ile alakalı olmak üzere ona:
- Sana
yazıklar olsun Ey Halid! Beni Cezime'yi Cahiliye çağına ait bir işten dolayı
cezalandırdın; halbuki İslamiyet, kendinden önceki Cahiliye çağına ait şeyleri
ortadan kaldırmamış mıydı? diye çıkıştı. Halid ona şu cevabı verdi:
- Ey
Ebu Hafs! Allah 'a yemin ederim ki, ben onları, ancak hak üzere tuttum; müşrik
bir topluluk üzerine baskın yaptım; onlar karşı koydular; onlar karşı koyunca
da kendileriyle savaşmak kaçınılmaz oldu. Onları esir aldım, sonra da
öldürdüm. Bu cevap üzerine Hz. Ömer ona şunları sordu:
-
Abdullah b.
Ömer'i nasıl bilirsin? Halid:
- Vallahi
onu iyi bir insan olarak bilirim, dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer:
- O,
senin haber verdiğinden farklı bir şekilde haber verdi; o da seninle birlikte
bu orduda idi. Halid:
- Allah'tan affımı niyaz ederim ve O'na tevbe
ederim, dedi. Hz. Ömer ona kırıldı ve şunları söyledi:
- Yazıklar
olsun! Rasulullah'a git de senin için Allah 'tan mağfiret istesin!294
Beni
Cezime vak'asında Halid b. Velid'in, bu kabile mensuplarını önce esir alması,
sonra da öldürülmelerini emretmesinin gerçek sebebi ne idi? Yukarıda ele
aldığımız bu husustaki altı rivayeti sıra ile değerlendirerek bu soruya cevap
bulmaya çalışalım:
Birinci
rivayetten, bu kabile mensuplarının hem kendi aralarında
hem de Halid b. Velid'e müslüman olduklarını söyledikleri; buna mukabil,
onların silahlı oldukları, bunun sebebinin ise, Halid ve ordusuyla alakası
olmadığı; düşmanları olan bir kabileye karşı silahlandıkları anlaşılmaktadır.
Bu durumda, Halid'in onları esir almaması ve bilhassa öldürülmeleri için emir
vermemesi gerekirdi. Verilen kararı mazur gösterecek tek husus, Ha- lid'in
onların müslüman olduklarına inanmaması ve onların müslümanlara karşı
silahlanmış olduklarını düşünmesi olabilir. Ancak böyle bir anlayış ve yoruma
imkan verecek bir ifadenin rivayet içerisinde yer almadığını görüyoruz.
İkinci
rivayette ise, Beni Cezime mensuplarının Halid'i görünce
silahlandıkları ifade edilmektedir. Bu rivayette zikredilmemekle birlikte,
Halid, Mekke'nin fethinden sonra insanların müslüman olduklarını söyleyerek bu
kabile mensuplarının silahlarını bırakmasını istemiştir. Verilen kararı mazur
gösterecek yegane suç, onların Halid'i görünce silahlanmış olmalarıdır. Ancak,
bu rivayetten onların müslüman oldukları anlaşılmamakla birlikte; insanların
müslüman olduklarını söylemesi üzerine teslim olduklarına göre, müslüman olmayı
kabul ettikleri anlaşıldığından, öldürülmemeleri gerekirdi.
Üçüncü
rivayette ise, çok değişik hususların yer aldığını görüyoruz.
Beni Cezime mensuplarının Halid'e karşı koydukları ve onunla savaştıkları; ayrıca
namaz kılmadıkları ve ezan okumadıkları haber verilmekte; savaştan sonra
müslüman olduklarını iddia ettikleri ileri sürülmektedir. Bu rivayetten
anlaşıldığına göre Halid, verdiği kararda haklıdır. Halbuki Hz. Peygamber,
Halid'in yaptıklarından beri olduğunu beyan buyurmuştur. Bu durumda, rivayetin
izahını yapmak imkanı bulunmamaktadır.
Dördüncü
rivayette ise, verilen öldürme emrinde Halid'in hiçbir
dahlinin olmadığı anlatılmakta; Abdullah b. Huzafe es- Sehmi'nin Hz. Peygamber
adına yalan bir emir uydurduğu ifade edilmektedir. Ashabdan birisinin Hz.
Peygamber adına insanların öldürülmesi için bu şekilde yalan söylemesini; Hz.
Peygam- ber'in de bu sahabiyi cezalandırmamasını kabul etmeye imkan yoktur.
Ayrıca Hz. Peygamber'in, Abdullah'ın değil de Halid'in yaptıklarından beri
olduğunu ifade buyurmasının da, bu rivayete göre bir manası olmamak gerekir. Bu
bakımdan bu rivayetin uydurma olduğu açıktır.
Beşinci
rivayete gelince, Beni Cezime vak'asına ait haberler
arasında, Halid b. Velid aleyhine unsurlar ihtiva eden en ağır ithamların bu
haberde yer aldığını görüyoruz. Burada anlatılanlara göre Halid, Beni Cezime
mensuplarının qldürülmesine, nefsinin arzusuna, Cahiliye çağı kan davasına
uyarak, haberdeki ifadeye göre, Abdurrahman'ın ağzından amcasının; Halid'in
kendi ifadesine göre ise Abdurrahman'ın babasının intikamını almıştır. Yani
Halid b. Velid, Cahiliye çağında öldürülmüş müşrik birisinin intikamı için,
kanı akıtılmaması gereken masum bir müslüman zümreyi öldürmek üzere emir
vermiştir. Yine bu rivayete göre, Abdurrahman Halid'in yaptıklarına karşı
çıkmış; aralarındaki tartışmaya Hz. Peygamber müdahale etmiştir. Bu rivayetten
anlaşılan husus budur.
Mısırlı
araştırıcı İbrahim Arcun, bu rivayette, Cahiliye çağı anlayışına göre akıtılan
bu kanın hesabını Hz. Peygamber'in sorduğuna dair bir ifadenin zikredilmemesini
çok tuhaf bularak, bu haberi uydurma kabul eder ve reddeder. Yazar, tarih ve
siyer kitaplarının ekseriyetinde yer alan bu rivayeti bir araştırıcının ciddi
ve şüpheli bir gözle incelediği takdirde, tevil edilecek bir tarafının
olmadığını hemen anlayacağını belirttikten sonra, bu husustaki şüphe ve
tereddütlerini şu gerekçeklere dayandırmaktadır:
a-
Eğer bu rivayeti doğru kabul edersek, verilen bilgilerin Cahiliye çağı
geleneklerine uymadığını görürüz; çünkü Kureyş ile Beni Cezime arasında,
Cahiliye çağındaki bu öldürme üzerine bir anlaşma olmuştu; Kureyş bu anlaşma
ile diyet ödenmesine rıza göstermişti. Cahiliye kanunlarına göre, bir hükmün ve
anlaşmanın bozulması çok çirkin bir şeydi ve Halid de bunu çok iyi bilen ve
uygulayanların başında idi.
b-
Abdurrahman b. Avf bu seriyyede bulunmasına rağmen, Halid'e karşı çıkmak için
niçin Medine'ye dönüşü beklemiştir? Abdullah b. Ömer ve Salim'in savaş yerinde
karşı çıkmalarına mukabil, Abdurrahman gibi büyük bir şahsiyetin sonradan Ha-
lid'e karşı çıkmasına dair bir sebep bu rivayette yer almamaktadır. Acaba,
Abdurrahman'ın İslam'daki yerini ve ahlakını bilen bir insan, onun Halid'den
korktuğunu veya çekindiğini söyleyebilir mi?
c-
Rivayetten anlaşıldığına göre Halid, İslam'ın reddettiği bir sebepten dolayı
Hz. Peygamber'in emrini çiğnemiştir; çünkü Hz. Peygamber, onu davet için
göndermiştir, savaşmak için değil. O ise, Cahiliye çağı kan davası adına,
müslüman olduğunu söyleyenleri öldürtmüştür; rivayetten çıkan netice budur.
Buna göre,
en
azından Halid, bu yaptığının karşılığında, Hz. Peygamber'in kısas istemesiyle
karşılaşmalıydı; çünkü herhangi bir müslüman, Hz. Peygamber'in dinin
hudutlarını idare ettiğini vehmedebilir mi? Halbuki bütün rivayetlerde Hz.
Peygamber'in Halid'i görünce kızdığına dair bir haber zikredilmemektedir ve
Halid, onun yanındaki değerini hiç kaybetmediği gibi kumandanlıkta da
kalmıştır.
d-
Eğer bu rivayet doğru ise, Halid'in müslüman olduğunun ne kıymeti kalır?
e-
Hz. Ali'nin gönderilmesi ise, yalnızca hatanın telafisi ve bu kabilenin
gönlünün alınması içindir.
Halid
b. Velid'in Cezimeliler'i öldürmesine ait beşinci rivayet hakkındaki
düşüncelerini yukarıya özetleyerek aldığımız Arcun, sonunda bu rivayetteki
haberlerin tamamen uydurma olduğunu tekrarlayarak, bu vak'aya ait gerçeklerin
Buhari'nin rivayet ettiği hadisteki hususlar olduğunu beyan eder.295
Bizim bu bahse başlarken altıncı rivayet olarak verdiğimiz bu Buhari hadisine
geçmeden önce, Halid'in bu vak'adaki durumunu geniş bir incelemeye tabi tutan
bir başka Mısırlı araştırıcının görüşlerine de temas etmek istiyoruz.
Beni
Cezime vak'asını kısaca özetleyen Ebu Zeyd Şelebi, bu hadiseden dolayı Halid'in
kusurlu bulunmuş olduğunu; şerefli tarihinde bu vak'anın kötü bir hareket kabul
edildiğini belirttikten sonra, gerçeği bulabilmek için, aşağıdaki sorvları
sormakta ve bunlara açık ve kesin cevaplar vermek gerektiğini ifade etmektedir.
Şelebi'nin tespit ettiği dört soru ve cevapları özetle şunlardır:
a-
Halid, müslüman bir topluluğu mu, yoksa kafir bir topluluğu mu öldürdü?
Eğer
onlar kafir bir topluluk olsaydı, kendilerinin öldürülmesi hususundaki bu
gürültünün sebebini izah etmek; Halid ile Abdurrahman arasındaki münakaşanın
manasını anlamak; onun Halid'i, amcası el-Fake b. el-Muğire'nin intikamı
dolayısıyla onları öldürdüğü şeklindeki ithamını izah etmek; ayrıca Hz. Pey-
gamber'in Hz. Ali'yi, öldürülenlerin diyetlerini vermek üzere onlara göndermek
şeklindeki gelişmeleri anlamak mümkün olmazdı. Eğer onlar kafir olsalardı, kendileri
için diyet ödenmesinin bir manası olamazdı. Zira onların katli mubah olur, bir
mahzur taşımazdı ve bunu yapanın da günahı olmazdı. Öyle ise bu kabile
müslümandı.
Görüldüğü
üzere Şelebi, Arcun'un aksine, Halid ile Abdur- rahman arasındaki tartışmayı
doğru bir haber olarak kabul etmekte; ayrıca Hz. Ali'nin, öldürülenlerin
diyetlerini ödemek için gönderilmiş olduğunu benimsemektedir.
b-
Halid, onların öldürülmesindeki kararında isabetsiz midir?
İbn
Sa'd'ın bize naklettiğine göre, Muhacirler ve Ensar, kendilerine teslim edilen
esirleri serbest bıraktılar. Bunun manası, onların bu kabile mensuplarının
öldürülmelerini doğru bulmadıklarıdır. Eğer bu emri doğru kabul etselerdi,
bunu derhal yerine getirirlerdi. Halbuki, aralarında Abdullah b. Ömer, Abdur-
rahman b. Avf gibi ileri gelen ve faziletli sahabiler esirlerini serbest
bırakmak suretiyle kumandanlarına muhalefet ettiler. Esasen bizim sağa sola
meyletmemize de gerek yoktur, çünkü, ihtilaf ve tartışmaya ihtiyaç bırakmayan
Hz. Peygamber'in verdiği hüküm ortadadır: "Ey Allah 'ım! Ben, Halid'in
yaptığından beriyim!" Bu husus bize açıkça, Halid'in Hz. Peygamber'in razı
olmadığı bir fiili yapmış olduğunu gösterir. Öyle ise Halid'in onları öldürmesi
isabetsiz bir karardır.
c-
Halid hatalı olduğuna göre, onları Cahiliye çağı adeti üzere intikam almak için
mi öldürdü? Yoksa başka bir tevili mi vardı?
Halid
b. Velid, Beni Cezime mensuplarını Cahiliye adeti üzerine intikam için
öldürmedi. Yoksa Hz. Peygamber onu, kısa- sen cezalandırırdı; müsamahasız bir
şekilde onu kısasen öldürürdü. Halbuki o, böyle yapmadı; onun yaptıklarından
beri olduğunu söylemekle yetindi. Eğer Hz. Peygamber onun tevilini kabul
etmeseydi, cezalandırılmasını isterdi. Fakat tam aksi onu kumandanlıkta bıraktı
ve kendisine güvenmeye devam ettiğini gösterdi ve onu Huneyn savaşında öncü
kuvvetinin başına getirdi. Ayrıca Hz. Peygamber'in, ölülerin ve mallarının
diyetlerini ödemesi için Hz. Ali'yi göndermesi de, bu işin bir hata olduğunun,
kasten yapılmadığının bir delilidir. Bütün bunlar, seri ve akli yönden doğru
delillerdir. Hz. Peygamber'in Hz. Ali'yi gönderirken: "Cahiliye
anlayışını ayaklarının altına al!" diye emir vermesi, bu delillere muhalif
değildir. Bu emir, Halid'in onları, kendisi ile onlar arasında Cahiliye çağı
intikamı olduğunu insana hatırlatırsa da bunu kabule imkan yoktur. Çünkü bu
haber, İbn Hişam ve Taberi'nin eserlerinde, yalnızca İbn İshak yoluyla rivayet
edilmiştir.296 Bu rivayet, kesin akli bir delil seviyesine ulaşmamaktadır.
Eğer bu haberin doğruluğu ve Hz. Peyamber'den sadır olduğu ortaya çıksaydı,
artık buna karşı başka bir delil getirilemezdi. Halbuki, Buhari ve diğer
muhaddisler, bu sözün Hz. Peygamber'den sudur ettiğine işaret etmemektedirler.
Ayrıca diğer tarihçiler de bu haberi zikretmezler. Biz, İbn İshak'ın bu
rivayetinin sıhhatinden şüphe ediyoruz. Bu rivayeti bir zan olarak kabul
ediyoruz.
Dördüncü
soruya geçmeden önce Şelebi, Beni Cezime vak'a- sındaki gelişmeler üzerindeki
görüşlerini şöylece özetlemektedir: Bu kabile mensupları müslüman idiler; Halid
onları öldürmekle doğru hareket etmemiştir; onların öldürülmeleri, Cahiliye
çağı intikamı sonucunda değildir, belki onun bir tevili, bir mazereti vardı.
d-
Eğer onun bir mazereti varsa, bu ne idi?
Şelebi
bu son soruya cevap ararken, önce bizim dördüncü rivayet olarak yukarıda ele
aldığımız ve sonradan uydurulduğunu belirttiğimiz Abdullah b. Huzafe
es-Sehmi'nin ağzından Hz. Peygamber adına verildiği ileri sürülen emre ait
rivayeti ele alır ve reddeder. Sonra da, bize göre Halid'i mazur gösteren
rivayetin en sarih ve doğru olanı, Buhari'nin Abdullah b. Ömer'den naklettiği
haberdir, diyerek tıpkı Acrun gibi o da, bu hadisi ele alır.297
Beni
Cezime vak' asına başlarken ele aldığımız altıncı rivayet, Buhari'nin eserinde
yer alan bu hadistir. Arcun ve Şelebi'nin bu anlayışlarına aynen iştirak
ettiğimizi ifade ederek, bu rivayeti incelemeye geçmek istiyoruz.
Altıncı
rivayet: Abdullah b. Ömer'in rivayet ettiği Buhari hadisi
şöyledir:
"Abdullah
b. Ömer'den (r.a.) rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: Nebi (s. a.s)
Halid b. Velid'i Beni Cezime'ye gönderdi. O, kendilerini İslam'a davet etti.
Fakat onlar, "Müslüman olduk " demesini beceremediler; bunun yerine
"din değiştirdik, din değiştirdik " (sabe'na, sabe'na) demeye
başladılar. Bunun üzerine Ha- lid, onların bir kısmını öldürmeye, bir kısmını
da esir almaya başladı. Ve seriyyede bulunan herkese esirini verdi. Nihayet o
günde Halid, herkesin kendi esirini öldürmesini emretti. Bunun
üzerine
ben (Abdullah b. Ömer), Vallahi esirimi öldürmem, arkadaşlarımdan hiç birisi
de esirini öldürmeyecektir! dedim. Sefer sonunda Nebi'nin (s. a.s) huzuruna
geldiğimizde onun yaptıklarını anlattık. Bunun üzerine Nebi (s. a.s) elini
kaldırarak iki defa: Allah'ım! Halid b. Velid'in yaptığından Sana sığınırım,
diye dua etti" 298
Beni
Cezime vak'asında, Halid b. Velid'in bu kabile mensuplarını önce esir alması,
sonra da öldürülmelerini emretmesi şeklinde başlayan gelişmelerin gerçek
sebebini ortaya koyan haber üzerinde dururken, bazı noktalara dikkati çekmek
istiyoruz. Bu haber, bir Buhari hadisidir299 ve el-Camiu's-Sahih 'de birden
fazla babta zikredilmiştir. Ehemmiyet arzeden bir diğer nokta ise, hadis
metnini nakil ve rivayet eden sahabinin Abdullah b. Ömer olmasıdır. Bilindiği
üzere Abdullah, bu vak'ada hazır bulunmuş, kumandanı Halid'in söz konusu emrine
açıkça muhalefet etmiş; esirini öldürmediği gibi, Halid'in tasvip etmediği bu
kararını Hz. Peygamber'e haber vereceğini kendisine hatırlatmış ve bu sözünü
de yerine getirmiştir. Binaenaleyh o, bu karar hususunda hem dikkatli, hem de
kumandanının bu emrinin gerçek sebebini bilen birisidir. Bu bakımdan onun
rivayetinin büyük bir ehemmiyeti vardır.
Abdullah
b. Ömer'in kısa bir şekilde anlattığına göre, Halid b. Velid savaşa başlamadan
ve savaşmayı düşünmeden önce, onları, Hz. Peygamber'in emrine uygun olarak,'
İslam'a davet
etmiştir. Abdullah'ın hadisteki ifadesine göre, 'fakat onlar 'müslüman olduk'
(Eslemna) demesini beceremediler. " Buradaki "beceremediler"
ifadesi, Halid'in kararında tesirli olan hususa açık bir şekilde dikkatimizi
çekmektedir. Abdullah hemen arkasından, "bunun yerine 'Sabe'na, Sabe'na'
(din değiştirdik, din değiştirdik) demeye " başladıklarını ve bunun
üzerine de Halid'in onları esir almaya ve öldürmeye karar verdiğini açık bir
şekilde ifade etmektedir. Böylece, Halid'in Beni Cezime mensuplarının öldürülmeleri
hususundaki kararının gerçek sebebi, bu şekilde ortaya konulmuş bulunmaktadır.
Abdullah ve bu vak'ada bulunan bazı arkadaşlarının, Cezimelilerin
"Eslemna" yerine "Sabe'na" demelerinin, Halid'in aksine,
onların öldürülmeleri için bir sebep teşkil etmeyeceği düşüncesinde oldukları;
bu hususu Halid'e söyledikleri ve onun emrini de yerine getirmedikleri; ayrıca
gelişmeleri Hz. Peygamber'e anlattıkları; Rasulullah'ın da Halid'in bu anlayış
ve kararını tasvip etmediği anlaşılmaktadır.
Burada,
Abdullah b. Ömer ve arkadaşlarının Cezimeliler'i müslüman kabul etmelerine;
buna mukabil Seriyye kumandanı Halid b. Velid ve onun anlayışını tasvip eden
diğer sahabilerin ise, onları müslüman kabul etmemelerine sebep olan
"Sabe'na" kelimesi üzerinde durulması gerekiyor.
Mastan
"Sah" veya "Subu" olan "Sabee" fiili, meyletmek,
delalet etmek, bir nesne zuhura çıkıp belirmek, bir kimsenin yanına birdenbire
çıkagelmek gibi anlamları yanında, "bir dinden çıkıp başka bir dine
girmek" manasında da kullanılmakta olup "Sabii" kelimesi de bu
kökten gelmektedir ve çeşitli delaletleri yanında, "dinden çıkmak"
veya "bir dinde olduğunu kabul etmek" gibi manalara da gelmektedir. 300
30°
Firuzabfıdi, Kamus, Sabee ve Sabii maddeleri
Kureyşliler,
müslüman olan kimselere, "müslüman oldu" (Esleme) demezler, bunun
yerine "Sabee" derlerdi. Bu ifade ile onlar, müslüman olanlara
kızdıklarını göstermek isterler; kendilerine sövmek veya onları ayıplamak için
bu kelimeyi bilhassa kullanmaya itina ederlerdi. Buna mukabil müslüman olanlar
ise, kendilerine "Sabe'te" denildiğinde bu ifadeyi tasvip etmedikleri
gibi reddederler ve bunun yerine "Eslemtü" (müslüman oldum) demeyi
adeta bir vazife ve iman borcu bilirlerdi. Bu husustaki en meşhur misal, Hz.
Ömer'e aittir. O müslüman olduğu zaman, bunu bütün Kureyş'in duymasını arzu
etmiş ve bu haberi Cemil adlı birisine söylemişti. O, Kureyş arasında haber
ulaştırmakta çok becerikli olduğu için Cemil'i seçmişti. Cemil Kabe'ye gitmiş
ve yüksek sesle:
"-
Ey Kureyş topluluğu! Duydunuz mu Ömer b. Hattab din değiştirdi (Sabee)" diye
bağırdı. Kendisini takip eden Hz. Ömer, onun kullandığı bu fiili beğenmeyip
reddetti ve şunları söyledi:
"-
O yalan söyledi! Fakat ben müslüman oldum; ve Allah'tan başka tanrı olmadığına,
Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehadetgetirdim!'1301
Görüldüğü
gibi Hz. Ömer, müslüman olmasını ifade için Cemil'in "Sabee" fiilini
kullanmasına kızmış ve onun "yalan" söylediğini ilan etmiş; bunun
yerine "müslüman oldum" ifadesini kullanmıştır.
Halid
b. Velid'in müslüman oluşu sırasında da, İkrime b. Ebu Cehil'in kendisine
"Sabe'te" dediği; aynı şekilde onun da bu ifadeyi reddettiği
zikredilmiştir.
Cezimeliler'i
İslam'a davet etmiş olan Halid b. Velid, onların müslüman olduklarını
"Sabe'na" diye ifade etmelerine kızmış; onların takıyye yaptıklarını;
"müslüman olduk" ifadesinden, izzet-i nefislerine dokunduğu için
kaçındıklarını düşünmüş ve müslüman olduklarını kabul etmemiştir. Bunun tabii
neticesi olarak da kendilerinin önce esir alınmalarını, sonra da öldürülmelerini
emretmiştir.
Halid
b. Velid Hazretleri, bu anlayış ve kararı ile, hiçbir zaman Hz. Peygamber'e ve
onun emirlerine karşı gelmiş değildi ve bu husus hiçbir zaman aklından da
geçmemiştir, bilakis o, kendisine itaatkar ve bağlı idi. O, bu kararı ile
İslam emirlerine de muhalefet etmedi. Onun Cahiliye çağından kalan intikamı
almak ile de, masum müslümanları kasten öldürmek ile de hiç alakası yoktu.
Çünkü o, müslüman olduklarına inanmadığı bir zümrenin öldürülmesini
emretmişti. Şiddetli ve kararlı hareket etmeye mütemayil askeri bir terbiye ile
yetişmiş olan Halid b. Velid, müslüman olduklarını açık bir şekilde ifade
etmeyen Cezimeli- ler'i düşman gibi gördü. Ayrıca o, bu anlayış ve kararını
icra mevkiine koyduğu sırada, hatalı olduğunu da bilmiyordu.
Hz.
Peygamber ise, şer'i vaziyeti tespit için beklenilmesi gerektiği halde, onun
acele etmesi ve tedbirli davranmamasından dolayı onun yaptıklarını tasvip
etmediğini ve onlardan beri olduğunu beyan etmiş; Halid'in tevilini hatalı
bulmuştur. Ancak onu suçlu görmemiş; kendisini cezalandırmamış ve mazur görmüştür.
Yalnızca yapılan hatanın telafisi cihetine gitmiş; ödenen parayı beytülmalden
sarfetmiştir. Bundan dolayı da Huneyn savaşında, onu eski mevkiinde
bırakmıştır.303
Halid
b. Velid ve Huneyn ile Taif Gazveleri
Mekke'nin
fethinden sonra Hz. Peygamber, Medine'ye hemen dönmemiş; Mekke ve çevresindeki
kabileleri İslam'a davete ve onları itaat altına almaya çalışmıştı. Onun bu
faaliyetleri neticesinde, birçok kabile müslüman olmuş ve Hz. Peygamber'in
etrafında yer almıştır. Hevazin ve Taifte yaşayan Sakif kabileleri ise henüz
müslüman olmadıkları gibi, Hz. Peygamber'e karşı büyük bir kin ve düşmanlık
içindeydi. Onlar, Raslılullah'ın Mekke fethi için büyük bir ordu ile
Medine'den yola çıktığını işittikleri zaman, onun Üzerlerine yürüyeceğini
düşünmüşler ve ta Mekke'nin fethinden önce savaş hazırlıklarına
girişmişlerdi.304 Fetihten sonra müslümanların kazandıkları büyük zaferi kıskanmışlar,
ayrıca Hz. Peygamber'in Üzerlerine yürüyeceğinden de endişe etmeye
başlamışlardı.
Hz.
Peygamber'e karşı yapılacak bir savaş için yakın işbirliğine girişen bu iki
kabile, diğer bazı küçük kabileleri de yanlarına çekerek, müslümanların kendi
Üzerlerine gelmelerinden önce, harekete geçmek için hazırlıklara başladılar.
Kureyş'in savaşmayı bilmemesinden dolayı müslümanlara mağlup olduğunu iddia
eden bu iki müşrik kabile ve taraftarları, İslam ordusunu mağlup etmek, Hz.
Peygamber'in fetihle kazandığı prestiji ortadan kaldırmak ve putperestlikte
kalmak istiyorlardı.305
Hz.
Peygamber, onların bu ittifak ve gizli faaliyetlerini haber aldı. Savaş
hazırlıklarının hangi safhada olduğunu ve askeri güçlerinin seviyesini öğrenmek
üzere, Ashabdan Abdullah b. Ebu Hadred el-Eslemi'yi tahkikat ve bilgi toplamak
için vazifelendirdi.306
Abdullah, Hevazin ve Sakif kabilelerinin Evtas vadisinde toplandıkları
haberini getirince Rasulullah derhal savaş hazırlıklarına başladı ve 6 Şevval 8
(27 Ocak 630) Cumartesi günü Mekke'den hareket ederek Huneyn'e ulaştı ve savaş,
11 Şevval 8(1 Şubat 630) günü fecir vakti başladı.307
Halid
b. Velid, Hz. Peygamber'in emri altında, bu savaşta da yine öncü birliği
kumandanı idi. Vakıdi, Halid'in Mekke'den başlayıp Taif muhasarasından dönüşte
Huneyn ganimetlerinin taksim edildiği Ci'rane'ye gelinceye kadar, Hz.
Peygamber'in ordusunda öncü birliği kumandanı olduğunu tasrih etmektedir.308
Halid'in emrinde, Süleym oğullarından yüz süvari bulunuyordu.
İslam
ordusu on iki bin kişi idi. Bunların on binini Mekke fethi için gelenler; iki
binini ise, bir kısmı henüz müslüman bile olmamış ganimet elde etmeyi düşünen
veya Hevazinliler'e karşı kabile asabiyetinden dolayı düşman olan Mekkeliler
teşkil ediyordu.309
Çok
iyi ok atan ve savaşçı, gözü pek insanlardan meydana gelen düşman ordusunun
kumandanlığını, otuz yaşlarında genç bir kimse olan Malik b. Avf en-Nasri
yapıyordu. Malik, müslümanlarla topyekün bir savaşı göze almıştı. Bu maksatla,
bazı tecrübeli kimselerin muhalefetine rağmen, askerlerinin, kadın ve
çocuklarını, mal ve hayvanlarını da yanlarına almalarını emretti. Böylece o
askerlerinin en kıymetli şeylerini savaş meydanında terkedip kaçmalarına mani
olmayı düşünmüştü.3 0
Hevazinliler,
müslümanlar gelmeden önce Huneyn vadisine geldiler, vadinin dar bir yerine pusu
kurdular. İslam ordusu kumlu olan bu vadinin dar yerine ulaşınca, Hevazinliler
onları ok yağmuruna tuttular. Okların nereden geldiği belli olmuyordu. Havanın
henüz karanlık olması yüzünden, pusuya yatmış olan düşman okçularının yerlerini
tespit etmek çok zordu.311 Yolun sağ tarafını tutan Halid b. V elid'in
kumandanlığını yaptığı öncü birlik başta olmak üzere İslam ordusunun büyük bir
ekseriyeti dağılmaya, kaçmaya ve geri çekilmeye başladı. Müslüman süvarileri,
ürken at ve develerine hakim olamıyorlardı. İslam ordusunda büyük bir
şaşkınlık ve hezimet başgösterdi; ordu safları dağılmaya ve askerler kaçmaya
başladılar. Hz. Peygamber'in Hevazinliler'e karşı on iki bin kişilik büyük bir
ordu ile harekete geçmesi, bazı müslümanların kendilerine çok güvendiklerini ve
övündüklerini ifade eden sözler sarfetmelerine sebep olmuştu.312 Müslümanların
bu vaziyetini şu Kur'an-ı Kerim ayeti açık bir şekilde ortaya koymaktadır:
"Andolsun
ki Allah, birçok yerde ve çokluğunuzun size kendinizi beğendirdiği, fakat size
faydası olmadığı, bütün genişliğine rağmen yeryüzünün dar gelip de arkanızı
dönüp kaçtığınız Hu- neyn savaşında size yardım etmişti. " (Tevbe 9/25)
Öncü
birliği teşkil eden Halid'in emrindeki Süleym kabilesinden olan süvariler
bozulup kaçtılar, Mekkeli askerler de onları takip ettiler. Hz. Peygamber'in
etrafında, Muhacir, Ensar ve ehl-i beytinden olan çok az sayıda asker kaldı. Bu
ilk bozgun üzerine, yeni müslüman olmuş veya henüz müslüman bile olmamış
Mekkelilerden bazısı, bunlar arasında mesela Ebu SÜfyan, Müslümanların
hezimetinden memnun olduklarını dile getiren sözler sarfetmişlerdir.
Huneyn'de
başlangıçta görülen bu bozulma ve dağılma esnasında, Halid b. Velid de
kaçanlar arasında idi. Kaynaklarda, Hz. Peygamber'in etrafında kenetlenen ve
onu yalnız bırakmayan az sayıda sahabi arasında, Halid'in ismi
bulunmamaktadır. Esasen o, bulunduğu mevki itibariyle, ilk defa bozulup kaçmaya
başlayan Süleym oğullarının teşkil ettiği öncü birliğinin kumandanı idi;
düşmanın kurduğu pusuya düşünce kaçmaya ilk defa onlar başlamışlar, diğer
askerler de onları takip etmişlerdi.
Halid
b. Velid, tarihte birçok örneği olan bazı büyük kumandanların karşılaşmış
oldukları gibi, bu ani saldırı ve pusu karşısında, savaş meydanını terkedip
çekilmek zorunda kaldı; bazı büyük sahibi de bu şekilde kaçanlar arasında idi.
Hatta İslam ordusundan kaçanların bir kısmı, savaş meydanından tamamen
uzaklaştılar. Fakat sonunda direnen ve geri dönen askerlerin gayretiyle İslam
ordusu Hevazinliler'i mağlup etti. Halid b. Velid de ilk fırsatta geri döndü.
Hz. Peygamber'in etrafından ayrılmayanlarla onlara iltihak edenlerin yeniden
başlattıkları, Hz. Peygamber'i ve İslam'ı muhafaza için ölümü göze aldıkları
mücadelede, tıpkı Yüce Allah'ın buyurduğu gibi, kendine gelen ve Allah'ın
yardımına mazhar olan müminler arasında yerini aldı:
"Bozgundan
sonra Allah, Peygamber'ine ve müminlere sekinetini indirdi, sizin görmediğiniz
askerler indirdi de inkar edenlere azap etti: işte bu, kafirlerin cezasıdır.
" (Tevbe 9/26)
Dağılan
ordusunu toplamak üzere Hz. Peygamber, sağına doğru baktı sonra şunları
söyledi:
-
Ey insanlar nereye gidiyorsunuz? Bana geliniz! Ben Allah'ın Elçisiyim! Ben
Abdullah'ın oğlu Muhammed'im!
Hz.
Peygamber'in sözlerini, müslümanlar iyi bir şekilde işitemiyorlardı; bunun
üzerine Hz. Peygamber, gür sesi olan amcası Abbas'ın müslümanlara seslenmesini
emretti.314 Halid b. Velid, Hz. Peygamber'in bu davetini işitir işitmez, o sese
doğru yöneldi. Ancak, izdiham ve gürültüden ürken devesine hakim olamıyordu;
devesinden indi, kılıcını çekti ve yeniden savaşmaya başladı. Belki de ilk
mağlubiyetin kendisine çok tesir etmiş olmasından dolayı önüne çıkan herkesi
kılıçtan geçiriyordu. Bu arada bir de kadın öldürdü. Savaşa katılanlardan
bazısı, bu kadının cesedi etrafında toplanmıştı. Hz. Peygamber onları görünce, "ne
var?" diye sordu. Kendisine, "Halid'in öldürdüğü kadın " diye
cevap verilince Raslılullah, yanındaki sahabiye şu emri verdi:
"Halid'in
yanına git ve ona de ki: Rasulullah, çocuk, kadın ve güçsüz yaşlı kimseleri
öldürmekten seni menediyorf''3ıs
Bu
haber, ilk kaçıştan sonra Halid b. Velid'in geri döndüğünü ve fiilen savaşa
katıldığını gösteren en mühim vesikadır.
Sonunda
İslam ordusu Hevazinliler'i mağlup etti; düşman askerleri kaçmaya başladılar.
Hz. Peygamber, düşmanın takip edilmesini emretti; onlardan bir kısmı Taife
-kumandanları Malik bunların yanında idi-, bir kısmı Nahle'ye, bir kısmı da
Evtas'a kaçtılar. 3 6
Halid
b. Velid, Hz. Peygamber'in hayatında çok mühim bir yer işgal eden bu zorlu
Huneyn savaşında yaralandı. Savaştan sonra Hz. Peygamber, onun sıhhatini merak
ediyor ve kendisini ziyaret etmek istiyordu. Askerler, konak yerlerine dönerken
Hz. Peygamber, "Halid b. Velid'in yerini bana kim gösterecek?" diye
onun yerini bilen birisini arıyordu. Ashabtan birisi Hz. Peygam- ber'e onun
konak yerini gösterdi. Hz. Peygamber ziyaret için yanına geldiğinde Halid,
devesinin sırtına dayanmış duruyordu. Rasulullah, sıhhatinin nasıl olduğunu
sordu; yarasına baktı ve üzerine nefes etti. Halid'in yarası iyi oldu. 317 Onun
yarasının çok ağır olmadığı anlaşılmaktadır, çünkü bu savaştan sonra onu, yine
Hz. Peygamber'in emrinde Taif muhasarasında görüyoruz.
Hevazinliler
mağlup olup bir kısmı Taife kaçınca, Hz. Peygamber, onlarla işbirliği yapan
Sakifliler'i de cezalandırmak üzere, Mekke'ye dönmeden onları takip etmeye
karar verdi. H. 8. yılın Şevval ayı (Ocak-Şubat 630) içerisinde, Halid b.
Velid'i bin kişilik Süleym kabilesi süvarilerinin başında Taife gönderdi.318 Kendisi
de daha sonra Taife hareket etti.
Halid
Taife gelince, Sakifliler'in kalelerine sığınıp kapılarını kapattıklarını;
savaşmaya hazır bir halde beklediklerini gördü. Onlar, kendilerine bir yıl
kadar yetecek erzakı depolamışlardı. Halid kalenin etrafını dolaştı ve
Sakifliler'e, kaleden birisinin gelmesini, kendisiyle konuşup geri dönünceye
kadar ona eman verdiğin; veya aynı şartlarla onların kendisine eman vermelerini
ve kaleye girip kendileriyle konuşmak istediğini yüksek sesle bildirdi.
Sakifliler, Halid'in her iki teklifini de reddettiler ve kendisine şu şekilde
cevap verdiler:
"Senin
dostun (Hz. Peygamber'i kastederek), bizden daha iyi savaşan bir kavimle
karşılaşmadı!" Bunun üzerine Halid, onlara şöyle hitab etti:
"Beni
dinleyiniz! Rasulullah, Yesrib ve Hayber'de, kalelerine sığınmış olanlarla
karşılaştı. Fedek'e yalnızca bir adam gönderdi; onlar, Hz. Peygamber'in
vereceği karara razı olup kurtuldular.
Ben
sizlere, Beni Kureyza 'nın başına gelenlerden sakınmanızı tavsiye ederim. Hz.
Peygamber onları, birkaç gün muhasara etti. Sonunda onlar, Hz. Peygamber'in
vereceği karara razı olarak kalelerinden çıkıp teslim olmak mecburiyetinde
kaldılar. Hz. Peygamber, onlardan savaşanları öldürdü, kadın ve çocuklarını
esir aldı. Sonra o, Mekke'yi fethetti; Hevazinliler'in hepsini perişan etti.
Sizler, burada bir kalede bulunuyorsunuz! Şayet Rasulullah sizleri, bu şekilde
kalenizde bıraksa bile, etrafınızdaki müslüman- lar sizinle savaşacaklardır!"
Halid,
anlattığı bu gelişmelerle onları teslim ve müslüman olmaya çağırdı. Ancak
Sakifliler, onun bu teklifini: "Bizler, dinimizi terketmeyiz" diyerek
reddettiler. Onların bu cevabı üzerine Halid, ordugahına döndü.319
Sonra
Hz. Peygamber de Taife ulaştı. Müslümanlar şehri on beş gün kadar muhasara
ettiler. Bu esnada, Hz. Peygamber'in mancınıklarla kalenin içine taş attırması,
mühim bir gelişme olarak kabul edilir. Muhasara esnasında, bir gün Halid b.
Velid: "Benimle savaşacak birisi var mı?" diye, mübareze için
kendisine bir rakip istemek üzere kaledekilere bağırdı. Ancak, Sakifli- ler'den
hiçbir kimse, onunla savaşmayı göze alamadı. O, bu davetini birkaç defa tekrar
etti. Sonunda Sakif kabilesinin şeyhi Abduyalil, ona şu cevabı verdi:
-
Bizden herhangi bir kimse, seninle savaşmak üzere kaleden inmeyecektir; biz
kalemizde kalacağız; burada, yıllarca bize yetecek yiyecek vardır. Eğer sen,
bu yiyecekler bitinceye kadar burada oturursan, sonunda bizler hep beraber,
kılıçlarımızla çıkıp ölünceye kadar seninle savaşırız!320
Muhasaradan
bir netice alınamayacağına, gördüğü bir rüya üzerine karar veren Hz. Peygamber,
Taiften ayrılmaya ve Ci'rane'ye dönülmesine izin verdi. Hevazinliler'le yapılan
savaştan sonra ele geçen esirleri, mal ve hayvanları orada bırakan Hz.
Peygamber, bu ganimetleri Ashabına dağıtmak istiyordu. Sonra umreye niyet eden
Hz. Peygamber, Ci'rane'den Mekke'ye oradan da Medine'ye döndü. Halid b. Velid
de, Hz. Peygamber ile Medine'ye hareket etti.321
Taifte
yaşayan Sakif kabilesinden bir heyet, H. 9. yılı Ramazan ayında (Kasım-Aralık 631)
Medine'ye gelerek, Hz. Peygamber ile giriştikleri uzun pazarlıktan sonra,
şartsız müslüman olmayı kabul ettiler. Sakif kabilesinin müslüman olmasıyla
sonuçlanan bu gelişmede bizi ilgilendiren husus, putları Lat'ın ortadan
kaldırılması için Halid b. Velid'in gönderilmesi meselesidir. Sakif heyeti
müslüman olmak için çeşitli şartlar ileri sürmüşler, İslam esaslarından taviz
vermeyen kararlı şahsiyetiyle Hz. Peygamber, bunların hepsini reddetmiştir.
Sakifliler'in ileri sürdükleri şartlardan birisi de, "Rabbe" diye
isimlendirdikleri Lat putlarının bir müddet yıkılmamasıydı. Hz. Peygamber,
onların diğer şartları gibi, bu gülünç isteklerini de reddedince Sakifliler,
hiç olmazsa putlarının tahrip işini, kendilerinin yerine getirmemelerini sağlamasını
Raslılullah'tan istediler. Hz. Peygamber onların bu arzularını kabul etti ve
Sakif kabilesinden Muğire b. Şu'be ile, İbn İshak'ın rivayetine göre Ebu
Süfyan'ı; Musa b. Ukbe'nin rivayetine göre ise Halid b. Velid'i Taife
gönderdi. Onlar da bu putu
yıktılar. Muğire b. Şu'be ile birlikte vazifelendirilen sahabinin Ebu Süfyan
olduğu daha meşhur bir rivayet olduğundan, bazıları, Halid'in bu putu yıkmak
üzere Hz. Peygamber tarafından Taife gönderildiğini hiç ele almazlar.
Halid
b. Velid'in Mustalik Oğullarına Gönderilişi
Hz.
Peygamber, H. 9. yılı (630) başında, müslüman kabilelere zekat amilleri
gönderdi; Mekke civarında oturan Beni Musta- lik kabilesinin zekatını toplamak
üzere de el-Velid b. Ukbe b. Ebu Muayt'ı gönderdi. Kabile mensupları, Hz.
Peygamber'in zekat amilinin geleceğini öğrenince, yirmi kişilik bir heyetle onu
karşılamaya çıktılar. Yanlarına, zekat olarak verecekleri develeri ve koyunları
da alan Mustalik kabilesi mensupları, Hz. Peygam- ber'in amilini boş yere beklediler,
çünkü el-Velid, onların kendisini öldürmek için bu şekilde karşılamaya
çıktıklarını zannederek hemen oradan uzaklaşıp Medine'ye döndü; Mustalik
oğullarının silahlandıklarını, zekat toplamaya mani olduklarını ve irti- dad
ettiklerini Hz. Peygamber'e haber verdi, el-Velid'in bu şekilde hareket
etmesinin sebebi olarak, onunla bu kabile mensupları arasında, Cahiliye
devrinden kalan bir düşmanlığın olduğu gösterilmektedir. Halbuki kabilenin
reisi el-Haris b. Dırar (veya Ebu Dırar), müslüman olduğunda Hz. Peygamber ile
yaptığı konuşmada, kararlaştırılan tarihlerde gelecek amile zekatlarını vereceklerini
vaadetmişti.
Hadisenin
bundan sonraki safhası ve bilhassa el-Velid'in anlattıklarından sonra Hz.
Peygamber'in nasıl hareket ettiği hususunda, kaynaklarda, birbirinden farklı
iki haber bulunmaktadır. Bu haberlerden birinde, hadiseler arasında Halid b.
Velid'in adı hiç geçmemekte; gelişmeler kısaca özetlenmektedir. Biz, Halid'i
ilgilendirmeyen bu rivayet üzerinde durmak istemiyoruz. 323
Diğer
haberde ise, Hz. Peygamber'in Halid b. Velid'i, Musta- lik kabilesine
gönderdiği anlatılmaktadır. Buna göre, el-Velid b. Ukbe'nin uydurduğu, gerçek
olmayan söz ve haberleri üzerine Yüce Allah, şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu:
"Ey
iman edenler! Eğer fasıkın biri size bir haber getirirse, onun doğruluğunu
araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da sonra yaptığınıza
pişman olursunuz. " (Hucurat 49/6)
Bu
ayetin nazil olması üzerine, "Doğruluğu araştırmak Allah 'tan; acele
etmek ise şeytandandır" buyuran Hz. Peygamber, küçük bir birliğin
başında, Halid b. Velid'i bu kabileye gönderdi. Beni Cezime kabilesinin ana
kolundan olan Mustalik oğullarına acele etmemesini; kendilerinin vaziyetini
tespit etmesini; namaz vakitleri sırasında onları gözetlemesini, eğer namazlarını
terket- mişlerse kendileriyle savaşmasını emretti. Askerleriyle yola çıkan
Halid, bu kabilenin yurduna geceleyin vardı; ajanlarını göndererek onların
müslüman gibi hareket edip etmediklerini tespit etmelerini istedi. Ajanlar geri
gelince Mustalik oğullarının İslamiyet'e bağlı olduklarını, ezan okuyup namaz
kıldıklarını kumandanlarına bildirdiler. Sabahleyin Halid onların yanına gitti
ve müslüman olarak hayatlarına devam ettiklerini; ayrıca kabile reisleri
el-Haris b. Dıdr'ın, Hz. Peygamber'e verilecek zekat mallarıyla birlikte bir
heyet halinde Medine'ye gitmek üzere hazır olduğunu görmekten memnun oldu.
el-Haris, daha önce tespit edilmiş olan tarihte Hz. Peygamber'in zekat amilinin
gelmemiş olmasından dolayı endişelenmiş; Rasûlüllah 'ın kendilerine herhangi
bir sebepten darılmış olabileceğini düşünmeye başlamış ve bir heyetle
kendisini ziyarete karar vermişti.
Halid
b. Velid ve Mustalik heyeti, Medine'ye beraberce döndüler; Halid, Mustalik
oğulları yurdunda gördüklerini ve onların müslüman olduklarını Hz. Peygamber'e
arzetti. el-Haris de başlarından geçenleri ve el-Velid b. Ukbe ile hiç
görüşmediklerini anlattı.324
Hucurat
süresindeki bu ayetin el-Velid b. Ukbe hakkında nazil olduğunda ittifak vardır,
biz bu çalışmamızda, onun şahsiyeti üzerinde durmak istemiyoruz.325 Bizi asıl
alakadar eden husus, Beni Cezime vak'asından sonra Hz. Peygamber'in, hem de bu
kabilenin gerçekten müslüman olup olmadıklarını tespit için Halid b. Velid
Hazretlerini göndermeyi tereddütsüz düşünmesidir. Bu husus, Halid'in Beni
Cezime vak'asından ibret almış olduğunun açık bir tezahürüdür. Diğer taraftan,
Hz. Peygamber'in ona tahmil buyurduğu bu vazife, kendilerinden habersiz bir şekilde
durumlarını tespit etmek ve gerekirse savaşmak idi. Şüphesiz bu vazifeyi
yerine getirebilmek için, uzağı görebilen, tedbirli, düşünceli hareket eden ve
cesaret sahibi bir insan olmak gerekirdi. Hz. Peygamber, kendisine her zaman
güvendiği Halid'i seçti; o da bu vazifeyi liyakatla yerine getirdi.
Halid
b. Velid'in Tebuk Seferi ile Dumetu'l-Cendel
Seriyyesi
Rasulullah'ın
emri altında Halid b. Velid'in iştirak ettiği son gazve, Tebuk Seferidir. Hz.
Peygamber'in bu son gazvesi, H. 9. yılı Recep ayında (Ekim 630), otuz bin
kişilik bir ordu ile Bizans'a karşı tertip edilmiş ve Medine'ye 700 km. kadar
uzaklıkta Suriye yolu üzerindeki TebUk'a kadar gidildiğinden bu adı almıştır.
Bizans'a
bağlı Gassaniler'in müslümanlara karşı savaş hazırlıklarına başladıklarına
dair haberlerin Medine'ye ulaşması üzerine Hz. Peygamber, o güne kadar
hazırlamış olduğu orduların en büyüğünü hazırladı. Umumiyetle savaş için
gideceği hedefleri gizli tutan Hz. Peygamber, Tebuk Seferine çıkarken hedefini
açıkça ilan etti. Bu husus, hem müslümanlar hem de henüz müslüman olmayanlar
ve bilhassa bedevi zümreler üzerinde büyük tesirler icra etti. Hz. Peygamber
uzun bir yolculuktan sonra Tebuk'a ulaştı; ordugahını orada kurdu.
Bu
sefer esnasında, düşman ordusuyla karşılaşılmadığı için savaş olmadı. Halid b.
Velid'in hayatı ve şahsiyetini yakından alakadar eden bazı gelişmelere; bu
arada onun Dumetu'l- Cendel'e seriyye kumandanı olarak gönderilmesine dair
haberler üzerinde durmak istiyoruz.
Kur'an-ı
Kerim'in 9. suresi (Tevbe veya Berae) bu sefer hazırlıkları esnasında, sefer
sırasında ve sonunda nazil oldu. Hz. Peygamber, Tebuk'ta bulunduğu sırada,
kendilerine davetçiler gönderdiği ehl-i kitap mensuplarına, bu surenin 29. (cizye)
ayetinin hükümlerini ilk defa tatbik etmeye başladı. Bu ayet-i kerimeye göre,
ehl-i kitap olan zümrelere, müslüman olmaları teklif edilir, onlar bu daveti
kabul ederlerse ne ala, müslüman olurlar, eğer müslüman olmayı kabul etmeyip
kendi dinlerinde kalmak isterlerse, İslam Devleti'ne cizye ödemeleri istenir.
Cizye ödemeyi kabul ederlerse, devletin tebaası olurlar, kendilerine Allah ve
Raslılü'nün zimmesi verilir, can, mal, ırz ve namusları ile din ve mabetleri
İslam Devleti'nin himayesine alınır, kendilerine de "zimmi" denilir.
Cizye ödemeyi reddettikleri takdirde, kendileriyle savaşa karar verilir.327
Hz.
Peygamber Teblik'te bulunduğu sırada, çok geniş bir coğrafi sahayı içine alan
batı istikametindeki Makna'ya, Eyle limanına, Cerba ve Ezruh'a, Filistin
hududuna giren Ma'an'a küçük askeri birlikler gönderdi. Çoğu hıristiyan ve bazı
yahudi zümrelerin yaşadığı bu bölgelerdeki insanları İslam dinine davet etti.
Onların hepsi de müslüman olmayı kabul etmediler, buna mukabil cizye ödemeye
razı olarak İslam Devleti'nin tebaası oldular. Böylece bu topraklar, devletin
hududlarına dahil oldu.
Teblik'teki,
cizye ayeti ve zimmi statüsü tatbikatını bu şekilde, kısaca da olsa ele
almamızın sebebi, Halid b. Velid'i çok yakından alakadar etmesinden dolayıdır.
İleride ele alacağımız üzere Halid b. Velid, Raslılullah'ın bu alemden
ayrılmasından sonra, gerek Sasani, gerek Bizans imparatorluklarına karşı, önce
Irak'ta sonra da Suriye'de gerçekleştireceği büyük İslâm fetihleri esnasında,
Tebuk'te bizzat Hz. Peygamber'den öğrendiği bu cizye âyeti hükümlerine göre,
geniş bir tatbikat sahası bulacak; birçok şehir ve bölge halkı ile zimmi
statüsüne göre andlaşma- lar yapacaktır.
Tebuk
Seferinde fiili bir savaş vuku bulmadığı için, Halid b. Velid'in ordudaki
vazifesi hakkında kaynaklarda herhangi bir haber bulunmamaktadır. Ancak biz,
şimdi ele alacağımız Dume- tu'l-Cendel seriyyesiyle alakalı haberlerde,
Halid'in yine süvari birliği kumandanı olduğunu kolayca anlayabiliyoruz. Hz.
Pey- gamber'in Teblık'ta gönderdiği seriyyeler arasında, kumandanlığını
Halid'in yaptığı Dumetu'l-Cendel'e gönderilen seriyye de bulunmaktadır.
Hz.
Peygamber, emrine dört yüz yirmi süvari verip Halid'i, Ukeydir b. Abdülmelik'e
gönderdi. Kinde kabilesinin Seklin kolundan olan Ukeydir, hıristiyan idi ve
büyük bir panayırın bulunduğu mühim bir ticaret merkezi olan Dumetu'l-Cendel'in
hakimi bulunuyordu.
Mlıte
savaşında karşılaşmış olduğu büyük tehlikeyi unutmamış olan Halid b. Velid,
emrine verilen asker sayısını az bulduğu için:
- Ya
Rasulallah! Az sayıdaki askerlerin başında, Kelbliler'in ülkesinin ortasında
onu nasıl bulabilirim? diyerek endişesini Hz. Peygamber'e arzetti. Bunun
üzerine Hz. Peygamber:
- Sen,
yabani sığır avlarken onu bulacaksın ve yakalayacaksın! diye endişesini izale
buyurdu; arkasından da Ukeydir'i yakalayınca öldürmeyip kendisine getirmesini;
gelmeyi kabul etmediği takdirde onu öldürmesini emretti.
Halid
Teblık'ten ayrıldı; mehtaplı bir gecede Dumetu'l- Cendel'deki Ukeydir'in
kalesine ulaştı. O sırada Ukeydir, kale üzerinde karısı ile birlikte hava
alıyor, cariyesinin söylediği şarkıyı dinlerken şarabını yudumlayarak
eğleniyordu. Halid ve askerleri, gizlendikleri yerde onları gözetliyorlardı. O
sıralarda yabani bir sığır kale kapısına geldi ve boynuzlarıyla kapıyı süs-
meye başladı; Ukeydir'in karısı er-Rebab, işittiği sese doğru kalenin
tepesinden kapıya baktı ve hayvanı gördü. Semiz olan hay-
vanı
kocasına da gösterdi. Ukeydir, hayvanı avlamaya karar verip kaleden aşağıya
indi; kardeşi Hassan ile iki kölesini de yanına alarak, ellerinde küçük
mızraklarla ata binip avlanmaya çıktı. Gelişmeleri yakından takip eden Halid ve
askerleri, kaleden uzaklaşan Ukeydir ve yanındakilere saldırdılar, Ukeydir'in
kardeşi teslim olmayı reddedince onu öldürdüler, Ukeydir'i esir aldılar,
köleler ise kaçıp kaleye sığındılar.
Halid'in
aniden Ukeydir'e saldırması, onun daha önce, Medine'ye karşı düşmanla
işbirliği yapması yüzündendi. Hendek savaşı öncesi Ukeydir, Hayberli
Yahudiler'le işbirliği yaparak, Medine'ye, Suriye ve Irak'tan gelen ticaret
kervanlarının yolunu kesmişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber bir sefer tertip
etmiş ve onu cezalandırmak istemişti (Rebiulevvel 5/ Ağustos 626). Ancak, İbn
Hişam'a göre yoldan geri dönmüş; İbn Sa'd'a göre ise Dumetu'l-Cendel'e kadar
gitmiş; Hz. Peygamber'in Üzerlerine geldiğini haber alan Ukeydir ve Dume halkı
yerlerinden uzaklaşıp kaçmışlar; kimseyi bulamayan Hz. Peygamber de Medine'ye
dönmüştü. İşte şimdi Hz. Peygamber, Teblık'tan Halid'in kumandası altında
gönderdiği bu seriyye ile Ukeydir'i cezalandırmak istiyordu. 328
Halid
b. Velid, Ukeydir'in öldürülen kardeşi Hassan'ın üzerindeki çok süslü ve atlas
kumaştan yapılmış cübbeyi aldı; Amr b. Ümeyye ed-Damri ile Hz. Peygamber'e
gönderdi. Amr, Ukey- dir'in yakalandığını Hz. Peygambere haber verdi ve
cübbeyi kendisine teslim etti.
Halid,
kaleyi teslim etmesi ve kendisiyle birlikte Hz. Pey- gamber'e gelmesi şartıyla
Ukeydir'i himayesine alacağını söyledi. Ukeydir bu şartları kabul etti; ancak
diğer kardeşi Mudad, onun ellerini bağlı görünce kalenin kapısını açmayı
reddetti. Bunun üzerine Halid, onun ellerini çözdü; kendisiyle aşağıdaki
şartlarla bir andlaşma yaptı; kale kapısı açılınca da kardeşi Mudad'ı tutukladı.
Yapılan andlaşmaya göre Ukeydir, iki bin deve, sekiz yüz at, dört yüz zırh ve
dört yüz mızrak verecek ve kardeşiyle birlikte Hz. Peygamber'in yanına
gidecekti.
Halid
b. Velid, tespit edilen ganimet malları ile Ukeydir ve kardeşini alıp Hz.
Peygamber'in yanına döndü. Kaynaklarda, o sırada Hz. Peygamber'in hala
Teblik'te olduğuna dair haberler yanında, mesela İbn Sa'd, RasUlullah'ın Tebuk'ten
ayrılıp Medine'ye dönmüş olduğunu tasrih eder.
Boynunda
haçı, atlastan süslü elbisesi ile Hz. Peygamber'in huzuruna çıkan Ukeydir,
İslam davetini kabul etmedi; cizye ödemeye razı oldu ve kendi dininde kaldı.
Ayrıca Hz. Peygamber'e bir de cübbe hediye etti. Hz. Peygamber onun için bir
eman- name yazdırarak onun teslim şartlarını, kendilerine Allah ve RasUlü'nün
zimmesi verildiğini beyan etti. RasUlullah'ın yanında mührü olmadığı için,
eman-nameyi mürekkepli tırnağı ile çizerek mühürledi ve onların ülkelerine
dönmelerine izin verdi.
Bazı
rivayetlerde Ukeydir'in müslüman olduğu ve daha sonra irtidad ettiği de
rivayet edilir. Hatta bu hususu ihtiva eden bir mektup metni de kaynaklarda yer
almaktadır. Bu mektup da dahil olmak üzere onun müslüman olduğuna dair
rivayetleri doğru kabul etmediğimizden burada ayrıca ele almayı gerekli
görmüyoruz. Esasen bu rivayetlerde, Halid b. Velid'in bu seriy- yedeki
hizmetleri aynı şekilde anlatılmakta ve diğer haberler ile bir farklılık
arzetmemektedir. 3Burada, diğer kaynaklarda zikredilmeyen bir haberi daha ele
almak istiyoruz. İbnü'l-Kelbi'nin naklettiği bu rivayete göre Ha- lid b. Velid,
Tebuk Seferi esnasında, Dumetu'l-Cendel'de bulunan Vedd adlı putu yıkmakla da
vazifelendirilmişti. Kur'an-ı Kerim'de adı geçen (Nuh 71/23) ve büyük bir insan
heykeli şeklinde olduğu nakledilen bu puta, Beni Amir b. Avf kabilesi bakıyordu.
Amiru'l-Ecdar diye bilinen bu kabile mensupları Halid'in putu yıkmasına mani
olmak istediler. Halid onlarla savaştı; kendilerini öldürdü; putu kırıp
parçaladı. 330
Böylece
Halid b. Velid, Hz. Peygamber'in son askeri seferine katılma şerefine nail
olmuş; Ukeydir'e karşı çok başarılı bir askeri operasyonu gerçekleştirerek
Dumetu'l-Cendel'in İslam Devleti hududlarına alınmasını sağlamış; bu bölgedeki
puta tapıcılı- ğa yeni ve kuvvetli bir darbe daha indirmiş; Hz. Peygamber'in
itimadına haklı olarak mazhar olduğunu göstermiştir.
Halid
b. Velid'in Necran'a Beni'l-Haris b. Ka'b
Kabilesine
Gönderilmesi
Tebuk
seferinden Medine'ye Ramazan ayında dönen Hz. Peygamber, Kabe-i Muazzama'ya
müşriklerin gelebileceklerini ve bazılarının geceleyin çırılçıplak tavaf
edeceklerini bildiği için 9 yılında (631) haccetmek için Mekke'ye gitmeye gönlü
razı olmadı ve Hz. Ebu Bekir'i emir-i hac tayin etti. Hz. Ebu Bekir üç yüz
kadar müslümanla Mekke'ye hareket etti. İşte o sıralarda Tevbe (Berae)
suresinin başından itibaren 28 ayeti nazil oldu. Kaynakların rivayetinden
anlaşıldığına göre, bu ayetler, Tevbe suresinin başında bulunmasına rağmen,
mesela cizye ve Tebuk seferini alakadar eden diğer bazı ayetlerden daha sonra
nazil oldu. Hz. Peygamber, müşrikler ile kendisi ve onlar arasındaki umumi ve
hususi andlaşmalar hakkında bazı hükümler ihtiva eden bu ayetleri, hac için
Mekke'ye geleceklere tebliğ etmek üzere Hz. Ali'yi vazifelendirdi. Araplar
arasında eskiden beri cari olan bir geleneğe göre, kabileler arasındaki
muahedeler üzerinde, kabile reisi veya ailesinden birisi söz sahibi
olabileceğinden, Hz. Peygamber bu ayetleri, daha önce emir-i hac tayin ettiği
Hz. Ebu Bekir'in değil de Hz. Ali'nin tebliğ etmesini uygun buldu.
Surenin
ilk ayeti, müşriklere karşı çok açık ve sert bir ültimatomdu; başında bu
sebepten dolayı besmele bulunmayan surenin ilk ayeti:
"Allah
ve Rasulünden, kendileriyle andlaşma yaptığınız müşriklere ihtardır,
ültimatomdur!" diye başlamakta, ültimatomu veren taraf ile verilen tarafı
açıkça zikretmektedir. Hz. Ali, Zil- hicce'nin 10. günü Mina'da surenin ilk 28 ayetini
okuduktan sonra aşağıdaki hususları insanlara tebliğ etti:
- Kafirler
cennete giremeyeceklerdir.
- O
yıldan sonra müşrik bir kimse, artık haccedemeyecek ve Mescid-i Haram 'a
yaklaşamayacaktır.
- Kimse
Kabeyi çıplak olarak tavaf edemeyecektir.
- Hz.
Peygamber ile süresiz ve umumi mahiyette andlaşması olanların, andlaşmaları
iptal edilmiştir; bu durumda olanlar, yeryüzünde dört ay serbestçe
dolaşabilecekler; bu sürenin sonunda, müslüman olmadıkları takdirde
öldürüleceklerdir.
- Hz.
Peygamber ile belirli bir süre ve hususi andlaşmaları bulunanlar ise, andlaşma
sürelerinin sonunda müslüman olmadıkları takdirde öldürüleceklerdir. 331
Yüce
Allah'ın Arap yarımadasındaki müşriklerin kesin olarak ortadan kaldırılmasını
emir ve ihtar buyurduğu bu ültimatom tesirini göstermiş; birçok kabile
müslüman olmuştur. Ancak Necran'da yaşayan Beni'l-Haris b. Ka'b kabilesi henüz
müslüman olmamış; Medine'ye gelip Hz. Peygamber'e biat etmemişti.332
Hicretin
10. yılı Rebiulahir ayında (Temmuz-Ağustos 631) Hz. Peygamber, onların bu
durumuna son vermek üzere, Halid b. Velid Hazretleri'ni Necran'a Beni'l-Haris
b. Ka'b kabilesine, dört yüz askerle göndermeye karar verdi.333 Hz. Peygamber,
onlarla savaşmadan önce, kendilerini İslam dinini kabule çağırmasını ve bu
davetine üç gün devam etmesini; davete icabet ederlerse onlarla savaşmamasını,
aksi takdirde savaşmasını Halid'e emretti.
Beni'l-Haris
b. Ka'b kabilesinin yurduna varan Halid b. Ve- lid, hem kendisi hem de birçok
süvarisi, "Ey insanlar! Müslüman olunuz da selamet bulunuz,
kurtulunuz" diye bağırarak halkı müslüman olmaya davet ettiler. Kabile
mensupları da bu davete icabet edip müslüman oldular.
Böylesine
büyük bir kabilenin savaşsız müslüman olmasından sonra Halid b. Velid ve
askerleri hemen Medine'ye dönmemişlerdir. Hz. Peygamber'in kendisine vermiş
olduğu emir ve talimatı aynen yerine getirmeye çalışan Halid b. Velid, bir müddet
bu kabile arasında kaldı; onlara İslam dininin esaslarını, Kur'an-ı Kerim'i ve
Hz. Peygamber'in Sünneti'ni öğretmeye başladı. Bu arada, seriyyede bulunan
Bilal b. Haris el-Muzeni ile Hz. Peygamber'e aşağıdaki mektubu yazdı:
"Rahman
ve Rahim olan Allah'ın adıyle, "Allah 'ın Rasulü Muhammed'e Halid b.
Velid'den,
"Ey
Allah'ın Elçisi! Allah'ın selam, rahmet ve bereketi senin üzerine olsun!
Kendinden başka hiçbir ilahın olmadığı Allah 'a seninle birlikte hamd ederim.
Ey Allah 'ın Elçisi! Sen beni, Beni'l- Haris b. Ka'b kabilesine gönderdin ve
bana, onların yanına vardığım zaman üç gün savaş yapmamamı ve onları
İslamiyet'e davet etmemi; müslüman olurlarsa kabul etmemi ve kendilerine
İslam'ın esaslarını, Allah 'ın Kitabı'nı ve Peygamber'inin Sünne- ti'ni
öğretmemi; müslüman olmazlarsa onlarla savaşmamı emrettin.
"Ben
onların yanına vardım; Rasulullah 'ın bana emretmiş olduğu gibi kendilerine:
'Ey Beni'l-Haris, müslüman olunuz, selamet bulunuz' diyen süvariler göndererek
onları İslam dinini kabul etmeye çağırdım. Onlar da müslüman oldular; savaşmadılar.
Şimdi ben, onların arasında oturuyorum ve kendilerine Allah 'ın emrettiği
şeyleri emrediyor, yasakladığı şeyleri yasaklıyorum. İslam'ın esaslarını ve
Peygamber'in Sünneti'ni öğretiyorum.
Rasulullah'ın
cevabı gelinceye kadar da bu şekilde hareket edeceğim.
"Ey
Allah 'ın Elçisi! Allah'ın selamı senin üzerine olsun!"
Halid
b. Velid'in Necran'dan gönderdiği bu mektubu alan Hz. Peygamber, ona yazdığı
cevabi mektupta, şu direktifi vermiştir:
"Rahman
ve Rahim olan Allah'ın adıyle, "Allah 'ın Rasulü Muhammed'den Halid b.
Velid'e,
"Sana
selam olsun! Kendinden başka hiçbir ilahın olmadığı Allah'a seninle beraber
hamd ederim. Beni'l-Haris b. Ka'bların savaşmadan, davet ettiğin İslam dinini
kabul ile Allah 'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi
olduğuna şehadet etmiş olduklarını bildiren mektubun elçinle beraber bana
ulaştı. Allah onlara, hidayet yolunu göstermiştir. Onları müjdele ve
kendilerini uyar; sen (Medine'ye) dön ve seninle birlikte onların bir heyeti
degelsin!
"Allah
'ın selam ve rahmeti senin üzerine olsun!334
Hz.
Peygamber'den gelen bu cevap üzerine Halid b. Velid, askerleriyle birlikte
Necran'dan Medine'ye döndü. Mektuptaki emre uygun olarak, kabilenin yedi
kişilik heyeti de onunla birlikte Medine'ye geldi. Hz. Peygamber onları
görünce, kıyafetleri dikkatini çekti ve Ashabına: "Hindliler'e benzeyen bu
adamlar kimlerdir?" diye sordu; kendisine Beni'l-Haris b. Ka'b kabilesi
mensupları oldukları bildirildi.
Halid
b. Velid, Medine'de bu heyetin mihmandarlığını yaptı. Hz. Peygamberin huzuruna
çıkıp selam verdikten sonra:
-
Şehadet ederiz ki sen, Allah 'ın Elçisisin ve Allah 'tan başka da ilah yoktur, diyerek
Hz. Peygamber'e biat ettiler. Hz. Peygamber de onlara şunları söyledi: Ben de
şehadet ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur ve ben de Allah'ın Elçisiyim.
Sizler, korkutulduktan sonra öne düşürülerek gelen kimselerdensiniz!
Hz.
Peygamber'in geç müslüman olduklarına kızgınlığının bir ifadesi olan bu
sözlerine heyet mensupları cevap vermeyip sustular. Hz. Peygamber bu sözlerini
dört defa tekrar etti. Sonra içlerinden Yezid b. Abdülmedan:
- Evet
Ey Allah 'ın Elçisi! Bizler, korkutulduktan sonra öne düşürülerek gelen
kimselerdeniz, diye dört defa tekrar etti. Onun bu cevabı üzerine Hz. Peygamber
şunları söyledi:
- Şayet
Halid sizin müslüman olduğunuzu ve savaşmadığınızı bana bildirmemiş olsaydı,
başlarınızı ayaklarınızın altına atacaktım. Bu tehdid ve kızgınlık ifade eden
sözler üzerine Yezid:
- Evet
ama, Vallahi biz ne sana ne de Halid'e hamd ederiz, deyince Hz. Peygamber:
-
Öyle ise kime
hamd edersiniz? diye sorunca Yezid:
- Allah
'a hamd ederiz, cevabını verdi. Hz. Peygamber bu cevap üzerine:
-
Doğru
söylediniz, buyurdu.
Kaynaklarımızda,
bu kabile heyeti ile Hz. Peygamber'in karşılıklı konuşmalarına dair aşağıdaki
haberi de ele almak istiyoruz. Beni'l-Haris b. Ka'b kabilesinin cengaver
olduğunu ifade eden bir soruyu Hz. Peygamber şu şekilde onlara sordu:
- Cahiliye
çağında sizinle savaşanlara ne ile galip geliyordunuz? Heyet mensupları:
- Biz
kimseye galip gelmiyorduk ki! diye cevap verdiler. Hz. Peygamber:
- Hayır!
Sizinle savaşanlara galip geliyordunuz! diye sözünde ısrar edince, heyet
mensupları:
- Ey
Allah 'ın Elçisi! Bizimle savaşana galip geliyorduk; çünkü bizler, daima birlik
içinde oluyor ve hiç ayrılmıyorduk. Ayrıca bizden hiç kimse, insanlara zulüm
yapmazdı, dediler. Onların bu cevabı üzerine Hz. Peygamber:
-
Doğru
söylüyorsunuz, buyurdu.
Halid
b. Velid, Beni'l-Haris b. Ka'b kabilesi heyetini on gün evinde misafir edip
ağırladı ve kendileriyle meşgul oldu. Heyet, Şevval ayının sonu veya Zilkade
ayının başında Necran'a döndü. Hz. Peygamber, heyet mensuplarına onar Ukye
gümüş hediye etti; onlardan Kays b. el-Husayn Zi'l-Gussa'ya ise oniki buçuk
ukye verdi ve onu bu kabileye emir tayin etti. Ayrıca, Ashabdan Amr b. Hazm'ı,
zekat amili ve dini öğretmesi için Necran'a gön- derdi.335 Diğer taraftan Hz.
Peygamber, bu kabile ve kollarından, ikisi bu heyette bulunan beş kişi ile dört
aileye toplam dokuz mektup yazmıştır.336 Böylece Necran bölgesinde büyük bir
kabile, kollarıyla birlike Halid b. Velid'in kumandanlığı, tebliğ ve irşadı
sayesinde müslüman oldu.
Bu
seriyye esnasında Halid b. Velid, aşağı yukarı altı ay kadar bu kabile ile
meşgul alınuş ve çok başarılı bir netice de elde etmiştir. Hz. Peygamber'in
askeri hizmetler yanında, İslam dininin tebliği için de Halid'i vazifelendirmiş
olması dikkatlerimizi çekmektedir. Diğer taraftan, Hz. Peygamber'in Halid b.
Velid'in kumandası altında göndermiş olduğu bu se- riyye, o zamana kadarki
gazve ve seriyyelerden de ayrı bir hususiyeti haizdir. Şöyle ki bu seriyye, ne
müdafaa endişesiyle, nede İslam'ı tehdid eden bir zümreye karşı yapılmıştır.
Berae suresinin nazil olmasından ve müşriklere verilen ültimatomdan sonra bu
seriyye, doğrudan doğruya müşrik bir kabilenin, İslam'a ve onun Peygamberi'ne
tabi olmasını temin etmek için hazırlanmıştır. Bu seriyye, Allah ve Rasfılü'nün
ültimatomunun yerine getirilmesi için hazırlanmış olması hasebiyle, aynı
zamanda bu kabilenin cezalandırılmasını hedef almıştır. Halid b. Velid, savaşa
gerek kalmaksızın bu gecikmeyi izale etmiştir. Burada, Hz. Peygamber'in,
ültimatomunun gereği olmak üzere başka bir savaş teşebbüsünde bulunmadığını
belirtirken, bir başka noktaya, Hicret'in 10. yılında hiç savaş yapılmamış olduğuna
da işaret edelim.337
Hz.
Peygamber'in hayatındaki Halid b. Velid'in bu son se- riyyesi hakkındaki
sözlerimizi, Taberi'nin eserinde yer alan ve bize göre doğru olmayan bir haberi
hatırlatarak tamamlamak istiyoruz. Buna göre Halid b. Velid, Yemen'de altı ay
kalmış olmasına rağmen başarı elde edememiş ve Hz. Peygamber onun yerine Hz.
Ali'yi göndermiştir. Taberi'nin eserinden özetle verdiğimiz bu haberi, birçok
muahhar kaynak, aynen veya kısaltarak nakletmiştir. Biz bu haberin doğru
olmadığını delilleriyle burada ele almayı gerekli görmüyoruz. Çünkü bu haber,
Halid b. Velid Hazretlerini alakadar etmemekte ve Hz. Ali'ye ait
bulunmaktadır.338
Hz.
Peygamber ve Halid b. Velid
İslam
Tarihi kaynaklarında Halid b. Velid'in adı, Beni'l- Haris b. Ka'b
Seriyyesi'nden sonra, yalnızca bir defa, o da Veda Haccı'nda geçmektedir. Artık
onun Hz. Peygamber ile (onun emrinde) geçirdiği üç yıl tamamlanmaktadır. Rasûlüllah
'ın bu alemden ayrılmasından sonra, onu yeni ve büyük işler, çetin savaşlar ve
zorlu mücadeleler beklemektedir. Onun hayatının bu yeni safhasını ele almadan
önce, Veda Haccı'ndan, daha sonra da şahsiyetini aksettiren bazı hadis-i
şeriflerden bahsederek Rasûlüllah devrini tamamlamak istiyoruz.
Hz.
Peygamber, Hicretin 10. yılı Zilkade ayında (Ocak-Şubat 632), başta Medine-i
Münevvere'dekiler olmak üzere çevredeki bütün müslümanlara, kendisiyle birlikte
haccetmek üzere hazırlık yapmalarını ve Medine'de toplanmalarını emretti. 25 Zilkade
10 (22 Şubat 632) Cumartesi günü öğle namazından sonra Medine'den ayrıldı; hac
ve umreye niyet ederek yola çıktı. Hz. Pey- gamber'in Medine'ye hicretinden
beri ilk ve İslam Tarihinde Veda Haccı diye meşhur olan bu hacc esnasında,
diğer bölge ve şehirlerden gelenlerle birlikte, yüz yirmi dört bin, bazı
rivayetlere göre daha da fazla sahabi kendisiyle birlikte haccetti.339 Bu
şanslı ve şerefli insanlardan birisi de Halid b. Velid idi.
Kaynaklarımız,
Veda Haccı esnasında Halid b. Velid ile alakalı olmak üzere bir tek ve çok
değişik bir hatırayı bize ulaştırmıştır. Peygamber Efendimiz 10 Zilhicce günü
Mina'da irad buyurdukları meşhur hutbesinden sonra, kurbanlık olarak getirdikleri
yüz deveden altmış üçünü bizzat kurban ettikten sonra, kalanını, kurban etmesi
için Hz. Ali'ye bıraktı; sonra da berberi Ma'mer b. Abdullah'ı çağırdı; başını
tıraş etmesini emretti
Ashab,
Hz. Peygamber'in etrafında toplanmış, sakal-ı şerifinden almak için beklemeye
başlamıştı. Onlar arasında Halid de bulunuyordu. Hz. Peygamber'in saçları
kesildikçe etrafındakilere dağıtıyordu. Sıra Hz. Peygamber'in mübarek başının
ön tarafının, nasiyesinin tıraş edilmesine gelmişti. Halid:
Ya
Rasulallah! Nasiyenin saçını bana ver, diye yalvarmaya başladı. Raslılullah,
kumandanının talebini yerine getirdi ve sa- kal-ı şerifini ona ikram etti.
Tıraşı
esnasında Hz. Peygamber'in yanında bulunan ve Ha- lid b. Velid'in halini
yakından takip eden Hz. Ebu Bekir, aşağıdaki sözleriyle ondaki büyük
değişiklik ve tecelliyi, canlı bir şekilde bakınız nasıl tasvir etmektedir:
"-
Halid b. Velid'e bakıyor, onun Uhud'da, Hendek'te, Hu- deybiye'de bizimle
karşılaştığı her yerdeki eski hali ile; Kurban gününde tıraş olmakta olan Hz.
Peygamber'e, ipinde bağlı dişi deve gibi sekerek kendisini Rasulullah 'a
göstermek için gayret sarf etmesindeki haline bakıyor hayret ediyorum. Halid:
"-
Ya Rasulallah! Anam babam sana feda olsun! Ne olur nasiyenin saçını bana ver;
başkasını bana tercih etme! diye yalvarıyordu. Sonra ona baktım, Rasulullah
'ın sakal-ı şerifini aldı; onu gözlerine sürmeye ve öpmeye başladı. "
Raslılullah'a
aşk ve şevk ile bağlı olduğunu, onu büyük ve derin bir muhabbetle gönülden
sevdiğini ve saydığını gösteren Halid b. Velid Hazretleri, öpüp gözlerine
sürdüğü sakal-ı şerifi, sarığının önünde muhafaza ederdi. Bu sayede o,
karşılaştığı bütün düşman ordularını dağıttığına inanırdı. O, bu inancında o
kadar samimi idi ki, Bizans ordusuyla yaptığı büyük Y ermUk savaşında, sarığı
başından yere düşünce, muharebenin o şiddetli hengamesinde kılıç sallamayı
bırakıp sarığını aramaya başlamış; bu şekilde davranmasını yadırgayanların ne
yapmağa çalıştığını sormaları üzerine de, sarığında Raslilullah'ın sakal-ı
şerifinin bulunduğunu; onunla savaştığı herkesi mağlup ettiğini söylemiştir.
Bu davranışı ve anlayışı ile Halid b. Velid, Raslilullah'ın sa- kal-ı şerifinin
kendisi için çok aziz bir hatıra olduğunu; bunu hayatı boyunca saklamağa
meclubiyet derecesinde itina ettiğini ifade etmesi yanında; savaşlarda maddi
hazırlıklarını eksiksiz yerine getirseler de askerlerin, maneviyata da büyük
bir ihtiyaç duyduklarını göstermiştir. 341
Halid
b. Velid, 1 Safer 8 tarihinde müslüman olduktan sonra, hayatının üç yıl bir ay
on iki günlük çok değerli, dünyalara bedel kısmını, Hz. Peygamber ile geçirdi.
Raslilullah'ın emri altında, seriyye, süvari ve öncü birliği kumandanı olarak
onun askeri faaliyetlerine katıldı. Ona havale edilen bütün bu mukaddes askeri
vazifeler, kendisine karşı Hz. Peygamber'in beslediği itimadın açık
tezahürüdür. Bu eşsiz dahi kumandan, müslüman oluşundan itibaren, Hz.
Peygamber'in bütün gazvelerinde bulunmuş; bütün seferlerinde onun rızasına uygun
hareket etmiş; askeri kabiliyet ve gücünü ortaya koymuştur. Geç müslüman
olmasına rağmen, Hz. Peygamber onu diğer Ashabından ayırmamış; kendisine sevgi
ve yakınlık göstermiş; gerektiğinde kendisini tenkid etmiş; onda meknuz olan
askeri kabiliyetleri takdir ve teşvik etmiş; İslam'ın, imanın ve Kur'an'ın
neşrinde onun bu kabiliyetinden istifade etmiş ve kendisine
"Seyfullah" (Allah'ın Kılıcı) unvanını vermiştir.
İnsan,
Hz. Peygamber'in Halid'i bu şekilde takdir etmesinin, yalnızca kendi
hayatındaki onun bu askeri muvaffakiyetleriyle sınırlı olmadığını düşünüyor ve
hissediyor, Raslilullah'ın bu alemden ayrılmasından sonraki onun askeri
faaliyetleri ve gerçekleştirdiği
fetihlerle Allah'ın dinine yardım edeceğini ve ilay-ı kelimetullah hususunda
çok aktif rol oynayacağını görüp müşahede etmiş olduğuna inanıyor. Halid'in
askeri hayatı, bize bu anlayışı ilham ediyor.
Halid
b. Velid, yaradılıştan askerdi; kendisini savaşlarda olduğu gibi günlük
hayatında da asker gibi hisseder, asker gibi davranırdı. Tayin ve tespit ettiği
hedeflere, sert ve kararlı, en kısa ve en süratli şekilde ulaşmayı ister, bunun
için bütün gücünü ve kuvvetini ortaya koyar, engel tanımazdı. İnsan
psikolojisine vakıf olduğundan, askerlerini savaş meydanlarında çok iyi ve
dirayetli bir şekilde idare ve sevk ederdi. Siyaset onun karekterine uygun
değildi, maslahata göre hareketi bilmez, "vur" denilince öldürürdü.
Karşısındaki insanı, daha ilk görüşte, bir sözü veya davranışı ile teşhis eder,
onun hakkında kararını verir ve uygulardı. Şöyle dedi, böyle dedi, şunu
söyledi, bunu söylemedi gibi kil u kale hiç itibar etmezdi. Ayrıca teşhis ve
kararında da ısrar eder, geri adım atmazdı. Hiç şüphe yok ki o, bu şahsiyeti
ile, şayet nefs-i em- marenin emrinde şerrin ve küfrün hizmetinde bir ömür
geçir- seydi ne kadar zararlı olurdu. Ama İslam'ın ve Kur'an'ın nurlu yolu,
Rasfilullah'ın irşadı ve Allah'ın hidayeti, onu Seyfulah Halid b. Velid yaptı.
Gerçi o, bu mizaç ve karakteri ile, az da olsa, hata edebilirdi. Ama
istikameti, daima doğru olduğu için bu hali ya- dırganmazdı. Halid b. Velid'in
günlük ve aile hayatına dair elimizde hemen hiçbir vesika bulunmamaktadır.
Onun hayatı, İslam Devleti'nin askeri hayatının bir büyük safhasıdır. İleride
onun ailesi ve çocuklarını ele aldığımızda da görüleceği üzere, hanım ve
çocuklarının sayısı ve isimleri bile tam olarak muhafaza edilememiştir. Bu
bakımdan, onun askeri hayatı dışındaki hususiyetlerini aksettiren, Hz.
Peygamber ile olan münasebetlerini, onun sohbetinden feyz aldığını gösteren
bazı hadisleri buraya almayı faydalı görüyoruz:
"...
Fatıma bint Kays şunları haber verdi: Ebu Hafs b. Muğire el-Mahzumi, Fatıma 'yı
üç talakla boşayıp Yemen'e gitmişti. Ebu Hafs'ın ailesi Fdtıma'ya:
-
Senin bizde
nafaka hakkın yoktur; dediler. Bunun üzerine Halid b. Velid, birkaç kişi ile
Meymune'nin evinde bulunan Rasulullah'a (salla'llâhü aleyhi ve sellem) geldi
ve:
-
Gerçekten Ebu
Hafs, karısını üç talakla boşamıştır. Acaba bu kadına nafaka var mıdır? diye
sordular. Rasulullah:
- Ona
nafaka yoktur; ama iddet müddetini beklemesi gerekir, buyurdu. Fatıma 'ya da:
-
Kendi başına,
benden önce evlilik kararı verme! diye haber gönderdi; ayrıca onun Ümmü
Şerik'in evine taşınmasını emir buyurdu. Sonra tekrar haber gönderdi:
-
Ümmü Şerik'in
evine ilk Muhacirler ziyarete gelirler; onun için ama İbn Ümmi Mektum 'un evine
git; başını açtığında o seni göremez; Fatıma bu emir üzerine onun evine gitti;
iddeti bitince, Rasulullah (s. a.s) kendisini Üsame b. Zeyd ile evlendirdi. '1342
Bu
hadisten anlaşıldığına göre Halid b. Velid, ailesinden herhangi bir kimsenin
dini bir konuda Hz. Peygamber'e soru sormasında yardımcı olmuştur. Rasûlüllah 'ın
onun eniştesi olduğunu; Meymune'nin teyzesi olması hasebiyle evine rahatça
gidebildiğini de biliyoruz. Bu husus, Halid ile Hz. Peygamber'in daha fazla
yakınlıklarına imkan vermiştir.
"Ebu
Hureyre şöyle demiştir: Raslılullah, Ömer'i zekat toplamak için gönderdi.
Sonra, İbn Cemil, Halid b. Velid ve Raslılullah'ın (salla'llâhü aleyhi ve
sellem) amcası Abbas b. Abdülmuttalib'in zekat vermedikleri söylendi. Bunun
üzerine Rasıllullah şöyle buyurdu:
-
İbn Cemil
zekat vermekten nasıl imtina edebilir; o fakir iken Allah ve Rasulu kendisini
zengin yaptı.
-
Halid'e
gelince, siz Halid'den (zekat istemekle) ona zulmediyorsunuz; çünkü o, bütün
zırhlarını ve savaş aletlerini Allah yolunda vakfetmiştir.
Abbas'a
gelince, onun zekatı, bir misli ile beraber benim üzerimdedir. .. '1343
Bu
hadis-i şerifte Raslılullah, Halid'in zekat vermediğinden şikayet edilince,
gayet kesin bir ifade ile ona zulmedilmemesini emir buyurarak; hem onun zekat
vermemesi gerektiğini, hem de kendisinin incitilmemesini arzu ve ikaz etmiştir.
Onun niçin zekat vermemesi gerektiği hususundaki Raslılullah'ın izahı ise,
bizim için son derece mühim bir noktaya açıklık getirmektedir. Halid'in
Mekke'den Medine'ye hicret ettiğinde, babasının mal ve mülkünden artık istifade
edemez bir halde bulunduğu ortaya çıkmaktadır. Onun zırhları ve savaş aletleri,
belki de atları bile, Raslılullah'ın ifadesi ile Allah yolunda kullanılmak
üzere vakf ve tahsis edilmiş olduğundan, esasen zekatın dağıtılacağı sekiz yerden
birisinin de "Allah yolunda" sarfedilmesi emir buyrulduğun- dan
(Tevbe 9/60) ve vakıf mallarından zekat alınamayacağı, bunların ticaret
malları gibi kabul edilemeyeceğinden zekat vermesi gerekmediği açıkça
anlaşılmaktadır. Devletin zekat topladığı ve malın kıymeti üzerinden zekatının
verilebileceği de bu hadisten anlaşılan diğer hususlardır.
"Ebu
Said el-Hudri'den rivayet olunmuştur: Ali b. Ebu Talib Yemen'den Raslılullah'a
tabaklanmış bir meşin torba içinde, henüz toprağından tasfiye edilmemiş altın
cevheri göndermişti. Raslılullah bunu dört kişi arasında taksim etti; bunlar:
Uyeyne, Akra, Zeydu'l-Hayl ve Alkame (veya Amir) idi. Bunun üzerine Ashabdan
birisi:
-
Biz, bu
altına, onlardan daha layık idik, diyerek taksime itiraz etti. Rasulullah (salla'llâhü
aleyhi ve sellem) bu sözü işitince:
-
Ne tuhaf! Siz
bana itimad etmiyorsunuz! Halbuki ben, göktekilerin eminiyim de sabah akşam
bana semadan haber geliyor, buyurdu. O sırada, çukur gözlü, çıkık şakaklı,
geniş alınlı, gür sakallı, başı tıraşlı, gömleği yukarı çekilmiş bir adam ayağa
kalkıp:
-
Ya Rasulallah!
Allah'tan kork, dedi. Bunun üzerine Raslılullah:
-
Yazıklar olsun
sana! Ben yeryüzündeki insanların Allah'tan korkmaya en layık olanı değil
miyim!? buyurdu. Sonra o adam çıkıp gitti. Orada bulunan Halid b. Velid:
-
Ya Rasulallah!
Şunun boynunu vuruvereyim mi? diye izin istedi. Rasûlüllah (salla'llâhü aleyhi ve sellem):
-
Hayır! Belki
ileride namaz kılan bir kimse olur, buyurdu. Bunun üzerine Halid:
-
Ya Rasulallah!
Namaz kılan öyle kimseler var ki, gönüllerinde olmayan şeyi dilleri ile
söylerler. Halid'in bu sözü üzerine Rasulullah şöyle buyurdu:
-
Ben insanların
kalblerini açmaya da, karınlarını yarmaya da memur edilmedim! Sonra gitmekte
olan adama baktı ve şunları söyledi:
-
Onun neslinden
öyle insanlar zuhur edecek ki, onlar, Allah 'ın kitabını güzelce okuyacaklar;
fakat okudukları, hançere/e- rinden geçmeyecektir. Onlar, okun onu delip
geçtiği süratte dinden çıkacaklardır! Ravi, Hz. Peygamber'in
şu sözleri de söylediğini zannetmektedir:
-
Eğer ben
onların zamanına yetişirsem, kendilerini, Semud kavminin öldürülmesi gibi
öldürürüm!'044
Bu
hadis-i şerifte Halid b. Velid'in şahsiyetini aksettiren, onun mizaç ve
karakterini gösteren iki nokta dikkatimizi çekmektedir. Birincisi
Raslllullah'ın adaletinden, icraatından şüphe edilemeyeceğini; hele bu noktadan
onun tenkid edilmesine tahammül bile edilemeyeceğini göstermek suretiyle
kendisine beslediği sevgi ve muhabbetin derecesini ortaya koymuş bulunmaktadır.
Bu tezahür, hiç şüphe yok ki birçok sahabide de görülüyordu. Hatta
münafıklarla bazı bedevi zümreleri ile müellefe-i kuhlbdan olanları bir tarafa
bırakırsak, Ashabın tamamı, Hz. Peygamber'e aynı sevgi ve muhabbetle bağlı idi,
bu noktada Ha- lid de onlar arasındaki seçkin yerini almıştır.
Diğer
nokta ise, Halid'e ve onun gibi olan bazı sahabiye mahsus bir davranışın
tezahürüdür. Raslllullah'a: "Allah'tan kork!" diyebilecek derecede
saygı ve edepten yoksun birisi karşısında o, sert ve kararlı bir karakterde
olduğunu hemen göstermiş; "şunun boynunu koparıvereyim, Ya Rasulallah!"
diyerek onun hakkında verdiği kararı icraya koymak için Peygamber Efendimiz'den
izin istemiştir. Bu, Halid'in mizacını, asker şahsiyetini en bariz şekilde
ortaya koyan ve onu olduğu gibi gösteren bir tavır alıştır. Hz. Peygamber ile
konuşmasının devamı da onun aynı karakterini aksettirmektedir. İleride namaz
kılan bir kimse olabileceğini ifade buyuran Raslllullah'a karşı Halid, "namaz
kılan öyle kimseler var ki, gönüllerinde olmayan şeyi dilleri ile
söylerler" ifadesiyle münafıkların durumlarını dile getirmekte, onları
tanıdığını ve kendilerine karşı olduğunu göstermektedir. Hadisin devamı ise,
Raslllullah'ın bu hadise karşısındaki tavrını ve bilhassa ileride zuhur edecek
harici karakterli insanları teşhis ve teşhir etmesini beyan buyurmaktadır.
"Abdullah
b. Büreyde, babasından naklen şunları rivayet etti: Meliz b. Malik el-Eslemi, Rasûlüllah
'a gelerek:
-
Ya Rasulallah!
Ben nefsime zulmettim, zina ettim; beni temizlemeni istiyorum, dedi. Hz.
Peygamber onu geri çevirdi. Ertesi gün tekrar geldi ve:
- Ya
Rasulallah! Gerçekten ben zina ettim, dedi. Hz. Peygamber, ikinci sefer de onu
geri çevirdi; sonra kavmine haber göndererek:
-
Onun aklında
yadırgadığınız bir şey biliyor musunuz? diye sordurdu. Onlar, Hz. Peygamber'e:
- Biz
onu aklı başında, tanıdığımız kadarıyla salihlerimiz- den birisi olarak
biliriz, diye cevap verdiler. Maiz üçüncü defa geldi; Hz. Peygamber, yine
kavmine haber göndererek onu sordu; onlar:
-
Ne kendinde,
ne de aklında bir kusur vardır, diye haber gönderdiler.
Maiz
dördüncü defa gelince, Hz. Peygamber onun için bir çukur kazdırdı ve kendisinin
recmedilmesini emretti.
Daha
sonra Gamid kabilesinden bir kadın da geldi ve:
- Ya
Rasulallah! Ben zina ettim; beni temizle, dedi. Hz. Peygamber onu geri
çevirdi. Ertesi gün kadın tekrar geldi ve:
-
Ya Rasulallah!
Beni niçin geri çeviriyorsun? Beni de, Maiz'i çevirdiğin gibi mi geri
çevireceksin? Ancak, vallahi ben hamileyim, dedi. Hz. Peygamber: •
- Olmaz,
haydi git de doğur, dedi. Kadın çocuğu doğurunca, bir beze sarıp onu Hz.
Peygamber'e getirdi ve:
-
İşte onu
doğurdum, dedi. Bunun üzerine, Hz. Peygamber:
- Git
de onu sütten kesilinceye kadar emzir, dedi. Kadın, çocuğu memeden ayırınca
eline bir parça ekmek verip Hz. Pey- gamber'e getirdi ve:
-
Ya Nebiyyallah! İşte çocuk, onu memeden kestim, yemek de yemeğe başladı, dedi.
Hz.
Peygamber çocuğu aldı ve müslümanlardan birisine verdi. Sonra, kadın için
göğsüne kadar bir çukur kazılmasını; arkasından da halka, onu recmetmelerini
emretti. Halid b. Velid bir taşla geldi ve onun başına attı; kan Halid'in
yüzüne sıçrayınca Halid kadına sövdü. Hz. Peygamber, onun kadına sövmesini
işitince:
-Yavaş
ol Ey Halid! Nefsim yed-i kudretinde olan Allah 'a yemin ederim ki, bu kadın
öyle bir tevbe etti ki, eğer "sahib-i meks " böyle bir tevbe etseydi,
mutlaka affolunurdu, buyurdu. Sonra kadının getirilmesini emretti; cenaze
namazını kıldırdı; kadın defnedildi."345
Halid
b. Velid'in şahsiyeti bakımından çok değişik bir tezahürü bu hadis-i şerifte
görüyoruz. İşlediği suçtan ciğeri yanmış bir kadının, Hz. Peygamber'in huzuruna
gelip üst üste tekrarlamış olduğu itirafı; Raslılullah'ın eşsiz müsamahası
sonucunda çocuğunu sütten kesen kadının recmedilmesi... Halid'in attığı taş ile
kadının başına vurması ve sıçrayan kanın yüzüne gelmesi üzerine sövmesi...
Hadis'te, Halid'in ne diyerek sövmüş olduğu zikredilmemekle birlikte
"fahişe" demiş olduğu düşünülebilir. Biz, bu hadisede Halid'i
anlamaya çalışıyoruz; Hz. Peygamber'in emri üzerine zani bir kadını cezalandıranlar
arasında yer alan Halid'in attığı taş sonucunda üzerine sıçrayan kanı da,
sahibini de pis kabul ettiği ve bunun için de kadına sövdüğü anlaşılıyor. Bu
husus, onun tabına uygundur. Ama, onun tabına uygun bu neviden bazı tezahür ve
anlayışlar, yukarıda bir vesile ile de söylediğimiz gibi, bazen hatalı da
olabiliyor. Nitekim bu hadisede o, Raslılullah'tan ikaz alıyor:
"Yavaş
ol Ey Halid!" Halid'in hızlı olduğunda şüphe yok; halbuki Raslilullah,
başından beri kadını ve onun derunundaki kendisini yiyip bitiren ateşi
bilmektedir, görmektedir, bundan dolayı da Halid'in tavrına ve sövmesine karşı
çıkıp onu ikaz buyurmuştur, kendisine mani olmuştur. Raslilullah, kadının
tevbe- sini de, bu tevbesi sonucunda affedildiğini de bilmektedir, Ha- lid'i
ikaz ederken de durdururken de celallidir:
-Nefsim
yed-i kudretinde olan Allah 'a yemin ederim ki, bu kadın öyle bir tevbe etti
ki, eğer "sahib-i meks " böyle bir tevbe etseydi, mutlaka
affolunurdu, buyurmuştur. Hz. Peygamber, kadının suçu ile "sahib-i
meks"in suçunu mukayese etmekte; ikincisinin suçunun birincisinden daha
büyük olduğunu ifade buyurduktan sonra, eğer sahib-i meks, onun gibi tevbe
etseydi, affedilirdi, mağfiret olunurdu buyurarak, kul hakkına tecavüz
edenlerin bile o kadın gibi ciğeri yanarak tevbe ederse bağışlanacağını
Halid'e beyan buyurmuştur. Sonra da recmedilen kadının cenaze namazını
kıldırmıştır.
"Sahib-i
meks" hakkında Hz. Peygamber: "Sahib-i meks cennete
giremeyecektir" veya "Sahib-i meks cehennemdedir" buyurmuştur.
"Sahib-i Meks" yerine, bazı hadislerde "aşir" (onda bir
alan) kelimesi de kullanılmıştır. "Meks", hudud ve pazar yerlerinde,
tacirlerin mallarından haksız olarak onda bir nisbetinde vergi almaktır. Bu
kelime, bir kimsenin satılık malına hıyanet ve haksızlık etmek yani değerinden
aşağıya almak, eksiltmek manasına geldiği gibi, bir kimsenin sattığı maldan
haksız olarak alınan muayyen bir vergiye de "meks" adı verilmiştir.
Bu işi yapan kimseye de "makis" veya "sahib-i meks"
denilmiştir. Cahiliye çağında Arap ve acem meliklerince yapılmış olan bir
Cahiliye adeti olarak tavsif edilmiştir.346
"Avf
b. Malik şunları anlatmıştır: Himyerli birisi, bir düşman askeri öldürdü ve
onun üzerindeki eşyalarını (seleb) almak istedi. Onların kumandanı olan Halid
b. Velid, ona mani oldu. Savaş sonunda Avf b. Malik, Raslılullah'a geldi ve onu
şikayet etti. Hz. Peygamber bunun üzerine Halid'e:
-
Seni, maktulün
selebini ona vermekten meneden nedir? diye sorunca Halid:
-
Ya Rasulallah!
Onu, seleb almak hususunda fazla arzulu buldum, diye cevap verdi. Hz. Peygamber:
-
Selebi ona
ver, buyurdu.
Sonra
Halid, Avf b. Malik'e uğradı; Avf, Halid'in cübbesini çekti, sonra da:
-
Sana,
Rasulullah'a şikayet edeceğimi söylemiştim, gördün mü yerine getirdim! dedi.
Raslılullah onun bu sözünü işitince öfkelendi ve şöyle buyurdu:
-
Ey Halid! Ona
verme! Ey Halid! Ona verme! Sizler, kuman- dan/arımı benimle karşı karşıya mı
getiriyorsunuz? Onlarla sizin durumunuz, develeri veya koyunları gütmesi
istenilip de onları güden adama benzemektedir. Çoban olan adam, sulama zamanı
hayvanları bir havuza getirir; hayvanlar suyun durusunu içer, bulanığını
bırakırlar. Aynı şekilde suyun durusu sizlerin, bulanığı da onlarındır
(kumandanların). '047
Müslim'den
aldığımız bu hadisten anlaşıldığına göre, seleb ile alakalı Halid b. Velid'in
bu kararı Mute savaşında verilmiştir. Hz. Peygamber, savaşta bir müslüman,
düşmandan birisini öldürdüğünde, maktulün üzerindeki eşyalarının (seleb) ona
ait olduğunu kararlaştırmış ve bu husus bir kaide haline gelmişti. Mlıte'de
Himyer kabilesinden bir müslüman, öldürdüğü düşman askerinin mallarını almak
hususunda aşırı düşkünlük göstermiş; Halid b. Velid ise, kumandan olarak onun
bu haline bakıp selebi
ona
vermek istememiştir. Hadisin metnini bu şekilde anlamak mümkün olduğu gibi,
Halid'in selebin çok fazla olmasından dolayı vermediği ve bu malları diğer
ganimet mallarına ilave etmiş olduğu şeklinde de anlayabiliriz. Aynı orduda
bulunan Malik b. Avf, Hz. Peygamber'in seleb hakkındaki hükmünü Ha- lid'e
hatırlatmış, kararını değiştirmeyen Halid'i, savaş dönüşü Hz. Peygamber'e
şikayet etmiştir. Hz. Peygamber, durumu Ha- lid'e sorduktan sonra, selebin
öldürene verilmesini emretmiştir. Vak'anın buraya kadar olan kısmı, üzerinde
durulmasını icap ettirecek bir gelişmeyi ihtiva etmemektedir. Ancak, Hz.
Peygam- ber'in emri üzerine selebi vermek üzere harekete geçen Halid'e Avfın
davranışından sonraki gelişmeler çok mühimdir. Avfın, yanından geçen kumandanı
Halid'in cübbesini çekmesi, elde ettiği neticeden memnun olduğunu keyiflenerek
ve laf atarak Halid'e söylemesi, Hz. Peygamber'i son derecede üzmüştür. Ha-
lid'e yapılanı doğru bulmayıp karşı çıkmakla kalmamış; "Ona verme Ey
Halid!" buyurarak, seleb hakkındaki kararını da değiştirmiştir.
Rasfilullah'ın, Halid'in incitilmesine karşı çıkması bu kadarla da kalmamış;
idare edilenlerin işlerinin kolay olduğuna; buna mukabil kumandan ve
idarecilerin mesuliyetine, zor ve sıkıntılı işlerin hep onlara kaldığına, güzel
bir teşbih ile dikkati çekerek hem Avfı ikaz, hem de Halid'i hoşnud etmiştir.
Hz.
Peygamber ile Halid b. Velid arasındaki haberlerin son bir örneğini daha
zikretmek istiyoruz. Halid, geceleri uykusunda korkuyordu. Bu durumu Rasûlüllah
'a arz ve şikayet etti. Hz. Peygamber "Cebrail'in bana haber verdiğine
göre, cinlerin kötülerinden birisi sana tuzak kurup kötülük yapıyor" buyurduktan
sonra, okuması için kendisine bir dua öğretmiştir. Halid bu duayı okuyunca,
cin kendisinden uzaklaşmış ve uykusundaki korkusu sona ermiştir.
HALİD B. VELİD VE İRTİDAD SAVAŞLARI
Hz.
Peygamber'in bu alemden ayrılmasından sonraki gelişmeler, birçok bakımdan
büyük ehemmiyeti haizdir. İlahi vahye mazhar olan Raslilullah başta en büyük
mucizesi Kur'an-ı Kerim olmak üzere, nüfuzlu şahsiyeti ve dinlenen sözü
sayesinde, insanları teshir etmeye, kendisine çekmeye, nübüvvetini tasdik
ettirerek onları tevhid akidesine bağlı hale getirmeye muvaffak olmuştu. O, bu
neticeyi istihsal ederken, çok çile çekmiş, kabilesi Kureyş ile yirmi yıl
uğraşmıştı. İrili ufaklı birçok putperest Arap kabilesi yanında, Medine'deki,
Hayber ve çevresindeki yahudilerle, Kuzey Arabistan'da Bizans hakimiyeti
altında bulunan bölgelerdeki hıristiyan-Arap zümreleri ve Bizans askeri gücü
ile; Yemen'deki, Bahreyn'deki, Irak'taki Sasani nüfuzu ile; çöl bedevileri ve
bilhassa içi başka dışı başka münafık unsurlarla mücadele etmek mecburiyetinde
kalmıştı. Sonunda, hemen hemen bütün Arap yarımadası, onun ya risaletini, ya da
hakimiyet ve zaferini kabul etmişti. Ancak, onun bu alemden ayrılmasıyla
birlikte, bu büyük muvaffakiyet ve inkılabı ortadan kaldırmaya teşebbüs eden
hareketlerin hemen başladığına şahid oluyoruz.
Kureyşli
Abdülmuttalib'in öksüz ve yetim torununun bu muvaffakiyeti, bazılarını onu
taklid etmek üzere harekete geçirmiştir. o henüz bu alemde iken başlayan bu
hareket, bazı müte- nebbilerin, yalancı ve hokkabazların ortaya çıkmasıyla
sonuçlanmış; onun vefatı ile de hemen genişleyip isyana dönüşmüştür.
Diğer
taraftan bazı kabileler, namaz kılacaklarını ama Medine'deki İslam Devleti'ne
artık zekat vermeyeceklerini ilan ettiler. Bu arada, Cahiliye devrinin
bastırılıp dindirilmiş kabile asabiyetinin beslediği kin ve intikam
hislerinin, şahsi menfaat ve ihtirasların hortlamaya başladığı görüldü.
İslamiyet büyük bir sarsıntı ve müthiş bir tehlike ile karşı karşıya kaldı.
Araplar, ya eskiye, Cahiliye çağına dönecekler ve Rasulullah'ın risaleti, onun
hayatı ile kaim olan bir gelişme halinde kalacak; ya da İslam'ın nuru ve
Raslılullah'ın tesis ettiği nizam, bütün bu menfi hareketleri bastırıp yok
edecek, hakimiyet, Kur'an'ın ve İslam'ın olacaktı.
Bu
ilahi nizam, yaşamalı, insanlığın selamet ve saadeti, huzur ve refahı için
varlığını devam ettirmeliydi. Öyle de oldu; günümüze kadar en sağlam şekilde
geldi; kıyamete kadar da sürecek. Esasen bu nizamın temelleri, ihlas ve iman
ile, sevgi ve aşk ile, maddi ve manevi fedakarlıklar ve gözyaşı ile atılmıştı.
Bu nizamın kıyamete kadar payidar kalacağını, bu dinin, diğer dinlere üstün
geleceğini Kur'an müjdeliyordu; bu ilahi sese inananlar, gönül verenler vardı.
Bu husus onlar için, ezelden beri vade- dilmiş bir müjde, inandıkları bir
gerçek idi. Bu ezeli hükmün tecellisine hizmet edecek, çok korkunç ve tehlikeli
isyan hareketlerine, iman ve azimle karşı koyacak, dininden ve Kur'an'ından zerre
kadar taviz vermeyi düşünmeyen insanlar vardı; onları, Raslılullah bugünler
için yetiştirmişti. Onların başında hilafet makamına seçilen velud şahsiyeti
ile Hz. Ebu Bekir, &elmekte idi.
İnsanlık
tarihi, Hz. Peygamber'in vefatıyla birlikte başgöste- ren bu büyük buhran
esnasında, Hz. Ebu Bekir'in, İslam'ın hayat ve istikbalini kurtaran azim ve
kararına, metanet ve mukavemetine, dirayet ve kiyasetine şahit olmuştur. O
idareyi ele aldığı zaman, halifeliğe yakıştığını, bu mevkiin insanı olduğunu,
mesuliyetlerini müdrik bulunduğunu, itibarlı ve vekarlı bir şekilde dost ve
düşman herkese göstermiştir.
Hz.
Ebu Bekir, iki sene üç ay birkaç gün devam etmiş olan hilafeti esnasında, başta
hilafet meselesi olmak üzere, Üsame ordusunun gönderilmesi ve irtidad hareketleri
gibi iki büyük mesele ile karşı karşıya idi. Ayrıca onun kısa süren hilafeti
devrinde, gerçekleştirmeye muvaffak olduğu diğer mühim bir husus da, önce
Irak'ta Sasani, sonra da Suriye'de Bizans imparatorluklarına karşı başlattığı
fetih hareketleridir.
Hz.
Ebu Bekir'in vazifesi, Rasulullah'ın vefatını öğrenir öğrenmez başladı.
Herkesin büyük bir üzüntü ve şaşkınlık içerisinde feryadı figan ettiği esnada
o, bu çok acı haberi öğrenir öğrenmez Sunh'taki evinden atına bindi, doğruca
Mescid-i Nebevi'ye geldi; hücre-i saadete kızı Hz. Aişe'nin odasına girdi;
kimseye bir şey söylemeden RasUlullah'ın mübarek yüzünü açtı; onun vefat etmiş
olduğunu görünce yaşlı gözleriyle eğilip alnını öptü ve:
"Anam
ve babam sana feda olsun! Cenab-ı Hak senin üzerinde iki ölümü
birleştirmeyecektir! Mukadder olan ölümü ise geçirmiş bulunuyorsunf"349 dedi.
Sonra da, başta Hz. Peygam- ber'in vefatına inanmak istemeyen Hz. Ömer olmak
üzere bütün ümmete, Rasulullah'ın vahiy alan bir insan olduğunu ve onun da
öleceğini bildirerek vefatını ilan etti.
O,
vahyin artık kesildiği bu yeni devirde, müslümanların hayatlarını nasıl devam
ettireceklerini gösterebilecek bir lider olduğunu bu davranışı ile fiilen isbat
etmiş oldu. Onun bu liyakati, Hz. Peygamber'in hayatı esnasındaki mevkiine de
esasen uygundu; ayrıca kendisine son olarak tevdi edilmiş bulunan imamet
vazifesinin de tabii bir neticesi olarak hilafet makamının sahibi ve 13.yıkı
olduğunu gösterdi. Sakifetu Beni Saide'deki müzakerelerden sonra Mescid-i
Nebevi'de kendisine biat edildi; minbere çıkarak o meşhur hutbesini okudu.
Hz.
Ebu Bekir'in hilafete gelişiyle birlikte Medine'de hemen bazı ihtilaflar baş
gösterdi. Hz. Peygamber'in vefatı haberiyle birlikte hilafete talip olan Ensar,
Muhacirlere cephe aldı; ayrıca Evs ve Hazrec kabileleri arasındaki eski rekabet
yeniden hissedildi. Muhacirlerin bir kısmını teşkil eden Raslılullah'ın ehl-i
beyti ve Haşim oğulları, hilafet meselesinin, kendilerinden habersiz
neticelendirilişine en azından alınmıştı.
Diğer
taraftan, Medine'deki münafıklar ile Mekke ve Taifteki zümreler, irtidad
teşebbüsünden son anda vazgeçen oldukça yeni müslümanlardı.
Ancak,
bu üç şehirdeki insanlar ile başta Hicaz bölgesi olmak üzere çeşitli
yerlerdeki birçok kabile, Hz. Peygamber'in vefatından sonra İslam dinine ve
Medine'ye bağlı kaldılar.
Buna
mukabil, Arabistan'ın muhtelif yerlerinde yaşayan bazı kabileler, Hz. Ebu
Bekir'in halife olduğu Medine'deki İslam Dev- leti'yle irtibatlarını kesip
isyan ettiler. Bunlardan bir kısmı, ortaya çıkmış olan mütenebbilere tabi
olmaya başladı; diğerleri ise, namaz kılmaya devam edeceklerini; buna karşılık
zekat vermeyeceklerini ilan ettiler.
Hz.
Ebu Bekir'i bekleyen en büyük mesele, Üsame ordusunun gönderilmesiydi. Hz.
Peygamber vefat etmeden önce, Mlıte savaşında şehid olanların intikamını almak
üzere hazırladığı ve Şam'a doğru göndermeyi kararlaştırdığı bu ordu, Hz.
Peygam- ber'in rahatsızlığının artması, daha sonra da vefat etmesi dolayısıyla
henüz hareket edememişti. İrtidad hareketlerinden çekinen bazı müslümanlar, mürtecilerin
Medine'ye saldırabileceklerinden endişe ettiklerini halifeye bildirerek Üsame
ordusunu göndermemesini ondan istediler. Bu arada bazı müslümanlar da, ordu
kumandanı Üsame'nin çok genç, tecrübesiz ve azadlı bir kölenin oğlu olduğu
şeklinde çeşitli fikirler ileri sürerek onun değiştirilmesini halifeye teklif
ettiler. Böylece, ordunun gönderilmesi,
hilafet
meselesinden sonra, Hz. Ebu Bekir'in uğraşması gereken ilk problem haline
geldi.
Diğer
taraftan, peygamber olduğunu iddia edenler ve onlara uyanlarla mücadele etmek
hususunda bir ihtilaf bulunmamakla birlikte müslümanlar, zekat vermek istemeyen
mürtedler hakkında farklı görüşler ileri sürmeye başladılar. "Lailahe
illallah" diyenlerle savaşmanın doğru olup olmayacağı hususundaki Hz.
Ömer'in başlattığı tartışma, o yılki zekatların toplanmasından vazgeçilmesi
gibi görüşlerin ortaya atılmasıyla gelişme gösterdi ve bu husus da, bir başka
ihtilaf konusu halinde halifenin önüne çıktı.
Hz.
Peygamber'in vefatı üzerine müslümanların maruz kaldıkları felaket ve
musibeti, müminlerin annesi Hz. Aişe şöylece tasvir etmektedir:
"...
Araplar irtidad ettiler; yahudilik ve hıristiyanlık baş kaldırdı; nifak ortaya
çıktı. Peygamberlerini kaybeden müslümanlar, bir kış gecesinin yağmuru altında
kalmış koyun sürüsüne benzediler. Nihayet Allah onları, tekrar Ebu Bekir'in
etrafında topladı. ''350
Halid
b. Velid'in de içinde yaşadığı ilk İslam Devleti'nin başşehri Medine'deki
müslümanlar, Raslılullah'ı kaybetmenin büyük acısı ve ıztırabı içerisinde, bu
zor meseleleri halletmeye, sıkıntılı günlerden kurtulmaya muvaffak
olmuşlardır. Hilafet meselesi, Üsame ordusunun gönderilmesi ve mürtedlerle
savaş konusunda, bizi burada yakından alakadar eden husus, Halid b. Velid'in
bu mühim meseleler karşısındaki düşünce ve tavırları ile askeri
faaliyetleridir.
Hilafet
meselesi hakkındaki gelişmelere ve müslümanların farklı tavır ve anlayışlarına
yukarda kısaca temas ettik. Halid b. Velid ise gerek Hz. Peygamber'in
rahatsızlığı ve vefatı, gerekse
halife
seçimi esnasında, herhangi bir şekilde, hadiselerin içinde yer almamış ve
gelişmelerde aktif bir rol oynamamıştır. Bu hususta kaynaklarda hemen hiç bir
habere yer verilmemiştir. Bunun tek istisnası, Zübeyr b. Bekkar'ın eserinde
yer alan şu haberdir: "Halid, Hz. Ebu Bekir halife seçilince onu
destekleyenlerdendi ve bu hususta bir de konuşma yaptı ... '1351 Diğer
kaynaklarda zikredilmeyen bu haber, dikkatimizi çekmektedir. Esasen Halid'in
Hz. Ebu Bekir'i desteklediği ve daima onun yanında yer aldığı tarihi bir
gerçektir.
Üsame
ordusu hususunda, başta Hz. Ömer, Hz. Osman, Sa'd b. Ebu Vakkas, Ebu Ubeyde ve
Said b. Zeyd gibi ileri gelen sahabiler, ordunun gönderilmesinden vazgeçilmesi
için Hz. Ebu Bekir'e ısrar ettiler. Bu ordunun gönderilmesi, Halife Hz. Ebu
Bekir'in ilk icraatıdır. Onun bu hadisedeki siyasetinin istinad noktası,
Raslılullah'a itaat, onun emirlerine sımsıkı sarılmak şeklinde tezahür
etmiştir. O, Hz. Peygamber'in son arzusunu harfıyyen yerine getirmiş; Üsame
ordusu 1 Rebiulahir 11 (26 Haziran 632) günü Medine'den hareket etmiştir. Halid
b. Velid bu savaş esnasında, Medine'de kalmıştır.
Hz.
Ebu Bekir'in karşılaştığı en büyük tehlike, ridde hareketleri ve isyanlardır.
Bütün ictimai hadiseler ve isyanlar gibi bu hareketin de, hiç şüphesiz birçok
sebebi vardı. Bazı kabileler, Kureyş kabilesinin hakimiyetini kabul edip
içlerine sindiremedi; Peygamberin bu kabileden çıkmasından sonra, halifenin de
yine Kureyş'ten olmasına isyan ettiler. Arabistan'da yaşayan insanların mühim
bir ekseriyeti, bedevilerdi. Bilindiği üzere bedeviler, kanun ve nizam
tanımayan, kendilerine hükmedenlere karşı kin duyan, alıştığı şeylere düşkün,
hayatını çadırında geçirmeyi arzu eden, sosyal olarak pek terbiye görmeyen
zümrelerdi. İslamiyet,
Bütün
bunların daha mühimi ise, onların Hz. Peygamber'in sohbetinden yeterince feyz
alamamış; nefislerini terbiye edecek, ahlak ve huylarını yüceltecek kadar
onunla beraber olma imkanını bulamamış olmalarıdır. Ayrıca onlar, gönüllerine
aşk ve sevgisi yerleşecek kadar, Kur'an'ı ve İslam'ı düşünememişler ve onu anlamamışlardı.
Onların bir kısmı, dini anlayıp sevdiklerinden değil, kabile reislerine uyarak
müslüman olmuşlardı. Bundan dolayı da Hz. Peygamber'in hastalığını ve vefatını
işitir işitmez bu dinden ve onun emirlerinden hemen kurtulmak için bir
fırsatın zuhur ettiğini sandılar, hemen zekata mani oldular, veya Kureyşli
Peygamber gibi başarılı olacağını umdukları bazı peygamberlik iddialarında
bulunanlara tabi oldular. Sonra da isyan ettiler.
Kaynaklarda,
Üsame ordusunun gönderilmesinde olduğu gibi zekat vermeyi reddeden mürtecilerle
savaşmanın doğru olup olmadığı üzerindeki tartışmalarda da Halid b. Velid'in
adı hiç geçmemektedir. Bu ihtilafta onun düşüncelerini ve tuttuğu tarafı
bildiren bir rivayet nakledilmemiştir. Buna mukabil biz, onun irtidad
hareketleri karşısındaki tavrını, Halife Hz. Ebu Bekir'in yanında yer almak
suretiyle gayet açık ve kesin bir şekilde ortaya koymuş olduğunu görüyoruz. O,
irtidad savaşlarının, eşsiz ve şüphesiz en büyük kumandanıdır. Bu büyük şer ve
fitne hareketlerindeki onun mevkiine dikkati çekmek için, yalnızca bir noktaya
işaret etmekle yetineceğiz. Zekat vermeyi reddeden kabilelerle yapılan
savaşları bir tarafa bırakırsak -Halid onlarla da savaşmıştır- Hz.
Peygamber'in vefatından birkaç gün önce öldürülen Esvedü'l-Ansi dışındaki üç
mütenebbi de Halid'in kılıcıyla ortadan kaldırılmışlardır. Bunlar: Tuleyha,
Secah ve Müseylime'dir.
Zü'l-Kassa Savaşı ve Halid b.
Velid'in Başkumandan Tayin Edilişi
İrtidad
savaşlarını ele alırken, kaynaklarla alakalı bir mühim noktayı hemen
hatırlatmak istiyoruz. Şöyle ki, kaynaklarda bu savaşlar ile bundan sonra hemen
başlayan ve Halid b. Velid'in başkumandan olarak çok aktif rol oynadığı Irak ve
Suriye fetihleri hakkında, ihtilaflı ve birbirleriyle uzlaştırılması zor
rivayetler bulunmaktadır. Bu rivayetleri biz, iki kısma ayırabiliriz: 1- Taberi'nin
geniş bir şekilde eserine aldığı Seyf b. Ömer'in (öl. 180 veya 200/796 veya 816)
rivayetleri. 2- Başta Vakıdi (207/822) olmak üzere diğer müelliflerin
rivayetleri.
Biz
burada sebeplerini ele almaksızın, Seyf b. Ömer'in rivayetlerine daha az yer
vermek suretiyle, Halid'in hem irtidad hem de fetihlere ait savaşlarını, başta
Vakıdi olmak üzere, diğer ravi ve müelliflerin haberlerine göre ele alacağımızı
belirtmek istiyoruz. Bu, Seyfin tamamen reddedilmesi demek değildir. Esasen
Halid'in savaşlarını, hem Seyf ve hem de diğerlerinin rivayetlerine göre ele
alıp incelemenin gerektiğine de inanıyoruz. Ancak böyle bir çalışmanın bu
eserimizde yapılmasını uygun görmüyoruz.352 Vakıdi'nin Kitabu'r-Ridde'si, Muhammed
Hamidullah tarafından edisyon kritiği yapılarak Beyrut'ta basılmıştır. Fakat
bu eser, halk için kaleme alınmış olduğundan farklı bir üsluptadır, ayrıca
diğer kaynaklarda nakledilen bizzat Vakıdi'nin kendi rivayetlerine göre
farklılıklar da arzetmekte- dir. Buna rağmen Vakıdi'nin rivayetlerinden geniş
bir şekilde, belki de aynen, nakiller yapan iki ayrı esere sahip bulunuyoruz.
Bunlardan birisi, henüz yazma halinde bulunan İbn Hubeyş'in (584/ 1188)
Kitabu'l-Gazavdt 'ı;353 diğeri ise İbn Hubeyş'in talebesi el-Küla'i'nin (634/1237)
el-Hılafetü'r-Raşide ve'l-Butuletü'l- Halide fi Hurubi'r-Ridde adı ile
neşredilmiş bulunan kitabı- dır.354 Bu iki eser yanında, Vakıdi ve
diğerlerinden geniş nakiller yapan Belazuri'nin Fütuhu'l-Büldan'mda ve Seyf b.
Ömer'in dışındaki ravilerin haberlerini naklettiği yerlerde bilhassa Ta-
beri'nin tarihinden faydalandık.
Ü
same ordusunun, bazı rivayetlere göre otuz beş veya kırk, bazı rivayetlere göre
de yetmiş gün devam etmiş olan seferi esnasında Hz. Ebu Bekir Medine'de kaldı;
çok mühim bir gelişme olmadı. Bu sıralarda irtidad etmiş bazı bedevi Arap
kabilelerinin heyetleri geliyor, namaz kılacaklarını, buna mukabil zekat vermeyeceklerini
halifeye bildiriyorlardı. Halife, onların bu tekliflerini kesin bir şekilde
reddediyordu. Bu sıralarda Üsame ordusu Medine'ye dönmüştü. Hz. Ebu Bekir, bir
rivayete göre Üsame'yi, bir diğerine göre ise Sinan ed-Damri'yi Medine'de vekil
bırakıp ordunun başında, 11 yılı Cemaziyelevvel (veya ahir) ayında
(Temmuz-Ağustos 632), Zü'l-Kassa'ya hareket etti.355
Hz.
Ebu Bekir'in ordu ile harekete geçmesinin sebebi, Hz. Peygamber'in zekat amili
olan Nevfel b. Muaviye'nin, kabilesi Fezare'nin zekat mallarını Medine'ye
getirirken, yolda Harice b. Hısn el-Fezari tarafından durdurulup elindeki
mallara el konulmuş ve Fezare kabilesine iade edilmiş olmasıydı. Nevfel, Üsame
ordusunun dönmesinden önce Medine'ye gelmiş ve olanları Hz. Ebu Bekir'e haber
vermişti.
Harice
b. Hısn ile Manzur b. Zebban'ın, başında olduğu Ga- tafan kabilesi,
müslümanların karşısına çıktı. Hz. Ebu Bekir'in kumandası altındaki ordu, önce
düşmana saldırdı; sonra ağaçlık bir yere çekilmek zorunda kaldı. Daha sonra
düşmana tekrar saldırdı ve onları kaçmaya mecbur etti. 356
Taberi'nin
İbn Şebbe'den naklettiği el-Medaini'nin Ebu Ma'şer'den aldığı bu rivayette,
Zü'l-Kassa savaşı çok kısa bir şekilde anlatılmıştır. Bu savaşa ait Vakıdi'nin
rivayeti ise, çok geniştir. Biz bu rivayeti, hem Hz. Ebu Bekir'in bizzat idare
ettiği Zü'l-Kassa savaşındaki gelişmeleri ve Halid'in yerini daha iyi takip
etmek; hem de irtidad savaşları için Halid b. Velid'in başkumandan tayin
edilişini gösterebilmek için, olduğu gibi ele almak istiyoruz:
Araplar
dinlerinde tevehhüme düşüp zekatı yasaklayanlar ortaya çıkınca, Ebu Bekir
onlarla savaşmaya çok ciddi bir şekilde karar verdi. Allah, onlar hakkında Ebu
Bekir'e en iyi yolu gösterdi de bizzat kendisi onların üzerine yürümesi
gerektiğine inandı, cihad için halka emir verdi.
Hz.
Ebu Bekir, yanında Muhacirlerden yüz kişi olduğu halde Medine'den ayrıldı. Bu
yüz kişinin Muhacir ve Ensardan olduğu da rivayet edilir. Halid b. Velid
sancağı taşıyordu. O, Bak'a'ya indi; burası Zü'l-Kassa'dır.357
Hz.
Ebu Bekir, diğer müslümanların kendisine sonradan katılmasını istediği için
önceden yola çıkmıştı. Medine'de halka, Muhammed b. Mesleme'yi vekil bıraktı; o
da halkı cihada teşvik edecekti. Ebu Bekir, güneş batarken Bak'a'ya ulaştı.
Orada akşam namazını kıldı; büyük bir ateş yakılmasını emretti.358
O
sırada, irtidad etmiş olan Harice b. Hısn, Medine üzerine yürümek maksadıyla,
kabilesinin süvarileri başında oraya çıkageldi. O, müslümanların savaşa
gitmesine mani olmak veya ani bir baskın düzenlemek istiyordu. Gelişinden
habersiz olan Hz. Ebu Bekir ve beraberindeki müslümanlara aniden saldırdı; bir
süre çarpıştılar. Sonra müslümanlar çekilmek zorunda kaldılar. Hz. Ebu Bekir,
tanınmak istemediği için bir ağacın altına çekildi. O sırada Talha b.
Ubeydullah, yüksek bir tepenin üzerine çıktı ve yüksek sesle:
-
Zararı yok, işte süvariler yetişti! diye bağırıp yardımcı kuvvetin geldiğini
haber verdi. Bu haberi işiten düşman ordusu çekilmeye başladı. Yardımcı kuvvet
geldi ve müslüman ordusuna iltihak etti. Talha b. Ubeydullah, Harice b. Hısn ve
adamlarını takip etmeye başladı. Harice arkasına bakmadan kaçıyordu. Tal- ha,
geride kalanlardan birisini okla vurup öldürdü; diğerleri kaçıp kurtuldular.
Talha, Hz. Ebu Bekir'in yanına döndü ve düşmanın yenilip kaçtığını haber
verdi.
Hz.
Ebu Bekir, müslümanları beklemek üzere Bak'a'da birkaç gün daha kaldı; bu
arada, Medine çevresindeki Eşlem, Gıfar, Müzeyne, Eşca', Cüheyne ve Ka'b
kabilelerine haber göndererek onların mürtedlere karşı cihada çıkmalarını ve
kendisine acele gelmelerini emretti. Bu kabilelerin mensupları, çeşitli
yerlerden gelerek İslam ordusuna iltihak ettiler. Sebre el-Cüheni ve kabilesi
Cüheyne'den dört yüz kişi, beraberlerinde at ve develerle geldiler. Ayrıca
aynı kabileden Amr b. Mürre el-Cüheni, yardım için yüz deve getirdi; Hz. Ebu
Bekir, bunları müslümanlara dağıttı.
Zü'l-Kassa'da
bulunan Hz. Ömer ile Hz. Ali, bizzat savaşa gitmek hususunda çok azimli ve
kararlı olan Hz. Ebu Bekir ile, onun Medine'ye dönmesi gerektiği hususunu
konuştular. O sırada, bütün müslümanlar oraya gelip toplandılar. Bedir
ehlinden olan Muhacir ve Ensar dahil, Rasûlüllah 'ın Ashabından kimse Medine'de
kalmamış, hepsi oraya gelmişti. Hz. Ömer şunları söyledi:
-Ey
Allah 'ın Rasulü 'nün Halifesi! Müslümanlara yardım ve destek sağlamak için
geri dön; eğer sen öldürülürsen, insanlar irtidad eder; batıl, hakka üstün
gelir. Bizzat savaşa gitmekte ısrar eden Hz. Ebu Bekir ise müslümanlara:
-
Ridde ehlinin hangisinden başlayalım? diye sordu. Müslü- manlar kendisine
farklı cevaplar verdiler. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir:
-
Allah 'ı ve Kitabını yalanlayan şu Tuleyha ya yöneldim! dedi.
Müslümanlar,
Hz. Ebu Bekir'in bizzat savaşa gitmemesi ve Medine'ye dönmesi hususunda ısrar
edince, o da savaşa gitmekten vazgeçti ve ordunun başına birisini tayin etmeyi
istedi. Bu maksatla Zeyd b. Hattab'ı çağırdı. Hz. Ömer'in kardeşi Zeyd şunları
söyledi:
-Ey
Allah 'ın Rasulü 'nün Elçisi! Ben Rasulullah ile beraberken şehadet şerbetini
tatmayı niyaz ediyordum; fakat onu tadamadım! Şimdi bu şekilde ben, şehadet
şerbetini içmek istiyorum; ordu kumandanının ise, doğrudan doğruya savaşmaması
gerekir, diyerek bu vazifeyi kabul etmedi.
Hz.
Ebu Bekir, daha sonra Ebu Huzeyfe b. Utbe'yi davet etti; aynı şeyi ona da
teklif etti. Ebu Huzeyfe de, Zeyd'in söylediklerini tekrar etti ve
kumandanlığı kabul etmedi. Sonra Ebu Huzey- fe'nin azadlısı Sfilim'i davet
etti; o da reddetti.
Bunun
üzerine Halife Hz. Ebu Bekir, Halid b. Velid'i davet etti ve onu müslümanların
başına kumandan tayin etti. Müslü- manlar Hz. Ebu Bekir'in etrafında
toplandılar, halife, askerleri teşvik edici sözlerden sonra şunları söyledi:
-
Ben sizinle buluşuncaya kadar kumandanınız Halid b. Ve- lid'dir. Ben, yanımdaki
askerlerle birlikte Hayber tarafına gideceğim. Haydi yürüyünüz! Eğer yarından
sonra sizinle buluşursam kumanda bendedir; kumandanınız ben olacağım. Yoksa kumandanınız
Halid'dir; onu dinleyiniz ve kendisine itaat ediniz!
Ravi,
Hz. Ebu Bekir'in bu sözlerini naklettikten sonra, halifenin, halkın bu sözleri
duyması ve kendisinin savaşa çıkacağından Arapların korkması için söylediğini
tasrih etmektedir. Böy- lece o, iki ayrı istikametten düşmana saldırılacağı
haberini yaymak istemiştir.
Hz.
Ebu Bekir'in savaşmak üzere Medine'den bir daha ayrılmadığını da gösteren bu
hususla alakalı bir haber üzerinde kısaca durmak istiyoruz. İbn Abdirabbih'in
rivayetine göre Hz. Ebu Bekir'in yapmadığı, ama yapmayı istediği üç şey
şunlardır 1 - Eş'as b. Kays bana getirildiğinde boynunu vurmak isterdim. Hz.
Ebu Bekir, Hadramevt'te irtidad eden Eş'as'ı bağışlamıştır. 2- Halid'i irtidad
edenler üzerine gönderdiğimde, yenildikleri takdirde onlarla buluşmak veya
yardıma gitmek için Zü'l-Kassa'da kalmak isterdim; zafere ulaştıklarını
öğrenirsem geri dönerdim. Ashabın da ısrarı ile Hz. Ebu Bekir'in Medine'ye
döndüğünü ve Halid'e yalnızca yardımcı kuvvetler gönderebildiğini ve kendisinin
harekete geçmediğini biliyoruz. 3- Halid'i Şam'a gönderdiğimde, Ömer'i de
Irak'a göndermek isterdim; böylece her ikisini de Allah yoluna göndermiş
olurdum. İleride göreceğimiz üzere Hz. Ebu Bekir, Bizans ile yapılan savaşta
Suriye'deki askerlere yardım için Halid'i Irak cephesinden Suriye'ye
göndermiştir.359
Sonra
Halid b. Velid ile baş başa kalan Hz. Ebu Bekir, ona Allah'tan sakınmasını,
O'nun yolunda cihad etmesini emretti; ayrıca Bedir ehlinden olan Muhacir ve
Ensarın başına kumandan tayin edilmenin önemine dikkatini çekti.
Halid
ordusuyla hareket etti; Ebu Bekir ise, Ömer, Ali, Tal- ha, Zübeyr, Abdurrahman
b. Avf, Sa'd b. Ebu Vakkas ve diğer bazı ehl-i Bedirden olan Muhacir ve Ensar
ile Medine'ye döndü ve oradan hiç ayrılmadı^11
Zü'l-Kassa
savaşının küçük bir müsademe olduğu ve Halid b. Velid'in, Hz. Ebu Bekir'in emri
altındaki bu ilk ve son savaşında bayrağı taşıdığı anlaşılmaktadır. Bu savaşın
Halid b. Velid
bakımından en mühim tarafı, Zü'l-Kassa'da mürtedler üzerine gönderilmesine
karar verilen ordunun başkumandanı tayin edilmesidir. Halid, mütenebbi 361 Tuleyha
üzerine yürüyecektir.
Zül-Kassa
savaşı hakkındaki Vakıdi'nin rivayetine bağlı kalarak yukarıda ele aldığımız
haberlere göre Seyf b. Ömer'in rivayetleri, hem savaşın cereyan şekli, hem de
bu savaştan sonra, Hz. Ebu Bekir'in mürteciler üzerine aynı anda, on bir ordu
kumandanını ayrı yerlere göndermesi gibi çok mühim farkları ihtiva etmektedir.
Burada, Seyfin rivayetlerini mukayese için bile olsa, zikretmeyi doğru
bulmadık. 362
Halid
b. Velid'in Tuleyha'ya Karşı Büzfilıa Savaşı
Hz.
Ebu Bekir, Halid b. Velid'e, Zü'l-Kassa'dan Tuleyha b. Huveylid el-Esedinin
üzerine yürümesini emretti. Tuleyha, peygamberlik iddiasına kalkışmıştı. O
sıralarda Necid'de Beni Esed kabilesinin suyu Büzaha'da bulunuyordu.
Hz.
Ebu Bekir'in, Büzaha'ya hareketinden önce, yeni tayin ettiği başkumandanı
Halid'i: "Ben Rasulullah'ın, 'Halid b. Velid, Allah 'ın kafirlere ve
münafıklara karşı çektiği kılıçlardan bir kılıçtır' buyurduğunu işittim "
diyerek medhettiğini; bu arada bazı emir ve tavsiyelerde de bulunduğunu
görüyoruz. Biz, bu tavsiyelerden birisini, onun kumandan tayin edilmesinden
hemen sonra yukarıda zikretmiştik. Kaynaklarda, Halife'nin ikisi çok uzun,
biri de çok kısa üç ayrı tavsiye ve direktif mahiyetindeki sözlerine yer
verilmiştir.
Hz.
Ebu Bekir, Halid'i savaşa gönderirken şunları söyledi:
"Şereften
kaç ki, şeref seni takip etsin; ölümü arzu et ki, sana hayat verilsinf''363
Urve
b. Zübeyr'in rivayet ettiği uzun tavsiyesinde ise Hz. Ebu Bekir, Halid'e
Allah'tan korkmasını, emrindeki ilk müslü- manlardan muhacir ve Ensara iyi
davranmasını, karşılaşacağı zorluklar hususunda onlarla istişare etmesini,
sefer sırasında keşifler yapacak öncü birlik ve ajanlar göndermesini, az konuşmasını,
askerlerini en iyi şekilde beslemesini, ani saldırılardan sakınmasını, Esed ve
Gatafan kabileleriyle karşılaşınca çok dikkatli olmasını, onlardan bir
kısmının lehinde, bir kısmının da aleyhinde olacaklarını, üçüncü bir zümrenin
ise çekimser davranacağını yapılacak savaşlarda kim üstün gelirse onunla
birleşeceklerini bilhassa bilmesi gerektiğini söylemiştir.
Hz.
Ebu Bekir'in Halid'e tavsiyelerinin bundan sonraki kısmı, dikkat çekicidir,
çünkü Yemame halkı ve yalancı Müseylime ile ilgilidir. Bu husus bize, Hz. Ebu
Bekir'in, Zü'l-Kassa'dan Ha- lid'i, önce Tuleyha'ya, sonra Temim kabilesine,
daha sonra da yemame'ye gönderdiğini açık bir şekilde göstermektedir.
Hz.
Ebu Bekir, Halid'e tavsiyelerine, özetle şöyle devam etmektedir:
"Ben
Yemame halkından korkuyorum " diyerek sözlerine başlayan Halife, onlarla
savaşırken Allah'tan yardım niyaz etmesini; onların hepsinin dinden döndüğünü
haber aldığını; eğer civar kabileleri itaat altına almayı Allah ona nasib
ederse Y emame halkı üzerine yürümesini; onların toprakları hep çöl olduğu için
yavaş hareket etmemesini; çöllerde askerlerine rıtk ile muamele etmesi-
363
İbn Abdirabbih, I, 21; İbn Kuteybe, Uyun, I, 125, 126 ni; çünkü askeri arasında zayıf (çöle
alışık olmayan) kimselerin bulunduğunu; onların topraklarına girdiğinde çok,
pek çok dikkat etmesi gerektiğini; onlarla karşılaştığında düşmanının silahıyla
(oka ok, mızrağa mızrak, kılıca kılıç) vuruşmasını, sıkıntıya düştüğünde bu
tavsiyelerine kulak vermesini; ezan işittiği yerlere (evler) baskın
yapmamasını; Allah'ın onun gizli ve açık yaptığı her şeyi bildiğini söylemiş;
sonra da zafer niyaz ederek Allah'ın bereketi üzerine yürümesini temenni
etmiştir. 364
Hz.
Ebu Bekir'in diğer vasiyeti ise, yukarıdakine benzemekle birlikte, bazı
ayetlerle tezyin edilmiş daha uzun bir metindir. Bu metindeki iki hususa işaret
etmekle yetineceğiz. Bunlardan birisi, Halid'in Yemame'ye Müseylime üzerine
yürüyeceğinin burada da zikredildiği; diğeri de, bedevilere ( a'rab) karşı
dikkatli olmasına, onların casus olabileceklerine dikkati çekmesidir. 365
Büzaha
savaşına başlamadan önce, Küla'i'nin eserinde yer alan bir uzun mektuba daha
işaret etmek istiyoruz. Ravisi zikredilmeyen ve yalnızca "rivayet
edildiğine göre" diye başlayan haberde, Hz. Ebu Bekir'in, karşılaştığı
bütün zümrelere okuması için ayrı bir mektubu (Kitab) Halid'e verdiği
zikredildikten sonra, mektubun metnine yer verilmektedir. Bu uzun metinde,
müminler, imanlarında sebat etmeye; mürteciler de tevbe etmeye ve İslam'a
yeniden dönmeye davet edilmektedir. Rasfılul- lah'ın risaletine temas
edildikten sonra, onun vefatının İslam dininden vazgeçilmesi için bir sebep
teşkil etmediği hususuna; isyan edenlerin üzerine ordu gönderildiğine; bütün
kabilelerin savaştan önce yeniden dine davet edildiklerinde müsbet cevap
verirlerse, bunun kabul edileceğine ve kendilerinin affedileceğine; irtidad
etmekte ısrar ederlerse erkeklerin öldürüleceğine, kadın ve çocukların esir
edileceğine; mürtedlerin müslüman olmalarının şart olduğuna, aksi takdirde
öldürüleceklerine; savaştan sonra da pişman olmayıp riddede ısrar edenlerin
ateş ile yakılacaklarına; elde edilecek ganimetin, beşte biri (humus)
Beytülmal'e gönderildikten sonra, askerler arasında dağıtılacağına temas
edilmektedir.366
Bu
uzun mektubu Hz. Ebu Bekir'in yazıp yazmadığını tespit etmek imkanına sahip
değiliz. Ancak bu mektubun, çok kısa bir şekilde özetlediğimiz muhtevası, İslam
ordularının irtidad savaşlarında takip ettikleri esaslardan ibarettir. Burada
dikkat etmemiz gereken tek husus, savaştan sonra da irtidad etmekte ısrar edeceklerin
yakılması meselesidir. Bu savaşlarda, sayıları birkaç kişi de olsa, bazılarının
yakıldığına dair rivayetler bulunmaktadır. Böyle bir cezanın Halid, hatta
bizzat Halife Hz. Ebu Bekir tarafından da verildiğine ait haberler
bulunmaktadır. Biz, bu hususun doğru olmadığına, bir iki vak'anın belki birer
istisna teşkil edebileceğine inanıyoruz. Çünkü böyle bir ceza şekli olsaydı,
daha sonra uygulanan bir usUl haline gelirdi. Halbuki, İslam Hukukunda,
bildiğimiz kadarı ile böyle bir ceza usUlü bulunmamaktadır. Kaldı ki Hz.
Peygamber, önce yakılmasını emrettiği iki Kureyşli'nin, sonradan yalnızca
öldürülmelerini tenbih etmiş ve ateş ile azabın ancak Allah'a ait olduğunu
ifade buyurmuştur. 367
Halid
b. Velid, 27 Cemaziyelahir 11 (18 Eylül 632) tarihinde, Zü'l-Kassa'dan
Büzaha'ya ordusuyla birlikte hareket etti. Ordu mevcudunun dört bin kişi
olduğu; onlardan beş yüzünün Ensar ve Muhacirlerden meydana geldiği; Hz. Ebu
Bekir'in Ensarın başına Sabit b. Kays el-Ensari'yi, Halid'in emrinde olmak
şartiyle kumandan tayin ettiği; diğer askerlerin ise, Mekke ile Medine
arasındaki ve Medine civarındaki kabilelerden teşekkül ettiği; onların, irtidad
hadiseleri patlak verince Hz. Ebu Bekir'in yardım istemesi üzerine, Eşlem,
Gıfar, Müzeyne, Cüheyne ve Eşca' kabilelerinden gelmiş oldukları
bilinmektedir. Halid'in başkumandanlığını yaptığı bu ordunun mevcudu, irtidad
etmeyen veya vazgeçip müslüman olan kabilelerin iltihakı ve Medine'den gönderilen
yardımcı kuvvetlerle devamlı artmıştır.
Kaynaklarda
yer alan haberlerde, Halid b. Velid Büzaha'ya giderken, orduda bulunan Adiyy b.
Hatim et-Tai'nin yardım ve desteği ile, Adiyy kabilesi ve kollarının irtidad
etmemelerini sağladığı ve bin kişilik bir birliğin orduya katıldığı
anlatılmaktadır. Raviler arasında bu hususta ittifak vardır. Ancak Vakıdi ve
Ebu Mıhnefin rivayetlerinde, Tayy kabilesiyle ittifakın kurulması şu şekilde
ifade edilmektedir:
Halid
b. Velid Büzaha'ya doğru ilerlerken, iki sahabiyi keşif ve istihbarat için
ileri gönderdi. Ukkaşe b. Mıhsan ile Sabit b. Akrem, düşman topraklarına çok
fazla yaklaştıkları için baskına uğradılar ve şehid edildiler. Tuleyha ile
kardeşi onları öldürdüler ve cesedlerini meydana bırakıp yerlerine çekildiler.
Müslümanlar onların cesedlerinin bulunduğu yere geldiklerinde, arkadaşlarının
şehadetine son derecede üzüldüler. Halid yolunu değiştirip Tayy kabilesine
gidilmesini kararlaştırdı. Çünkü Adiyy b. Hatim et-Tai, gönderdiği mektupta,
Halid'e yanına gelmesini ve birkaç gün kalmasını, Tayy kabilelerine adamlar
göndererek kendisine yanındaki askerlerden daha fazla sayıda insan
toplayacağını, sonra da kendisiyle birlikte düşman üzerine yürüyeceğini haber
vermişti. Halid iki sahabinin şehadeti üzerine maneviyatı sarsılan
askerlerine, Adiyy'in mektubunu bir müjde gibi ilan etti; onlar da bu teklifi
memnuniyetle benimsediler ve Adiyy'in yanına gittiler.368
Taberi'de
yer almayan İbn İshak'ın rivayetine göre ise, Ukkaşe ile Sabit, aşağıda ele
alacağımız Büzaha savaşından sonra mağlup olup kaçan Tuleyha'yı takip
ederlerken, Tuleyha tarafından şehid edilmişlerdir.369
Halid
b. Velid, Selma ve Ece' dağlarının eteğindeki bir kasabaya indi; Adiyy'in
yardımıyla Tayy kabilelerinin kendisiyle birlikte savaşmasını sağladı. Bu
kabilelerden bazı kimseler, mürtedlerle savaşmak istemiyorlardı. Çünkü onlarla
Tuley- ha'nın kabilesi Esed arasında, eskiden beri devam eden bir ittifak
vardı. Adiyy, bu ittifakın artık geçerli olmadığına onları ikna etti; Tayy
kabilesinden hiç kimse irtidad etmedi. Bu arada Adiyy, kabilesinin bir diğer
kolu Beni Cedile'yi de Halid'in ordusuna ilhaka muvaffak oldu. Bütün bu müsbet
gelişmeler, Halid'i çok memnun etti.
Adiyy
b. Hatim, İslam ordusunun öncü birliğinin bin kişiyle savaşa katılan kabilesi
Tayy'a verilmesini başkumandandan istedi. Fakat Halid, onun bu teklifini, iki
ordu karşılaşınca, öncü birliğin kaçması halinde, bütün orduyu da arkasından
sürükleyeceğinden endişe ettiğini ifade ile kabul etmedi; düşmana karşı daha
sabırlı ve dinde geçmişleri olan Muhacir ve Ensarı öncü birliğinde
vazifelendirdi.
Vakıdi
bu rivayetinde, Halid'in Bak'a (Zü'l-Kassa)'dan hareketinden itibaren ta
Yemame'deki savaşa kadar, keşif için hep ajanlar gönderdiğini ve onlara,
geçtikleri yerlerde, namaz vakitlerinde ezan okunup okunmadığını tespit
etmelerini emrettiğini zikretmekte; arkasından da, bu hususun onların emniyeti
ve müslüman olduklarının delili olarak kabul edildiğini bildirmektedir.370
Halid'in
kumandası altındaki İslam ordusu bu şekilde Tuley- ha'nın karargahının
bulunduğu Büzaha'ya ulaştı. Tuleyha için deriden bir çadır kurulmuş ve etrafı
askerleriyle muhafaza altına alınmıştı. Halid, geceleyin, onun çadırından bir
mil kadar uzaklıktaki bir yere ordugahını kurdurdu. Atına bindi, yanına
sahabiler- den birkaç kişiyi de alarak Tuleyha'nın karargahına yaklaştı ve:
-
Tuleyha bana
gelsin! diye bağırdı. Halid'in bu ifade şekline
sinirlenen Tuleyha'nın adamları:
-
Bizim
peygamberimizin ismini küçültme, onun adı Tal- ha'dır!
şeklinde karşılık verdiler. Bu şekildeki konuşmalardan sonra Tuleyha meydana
çıktı ve uzaktan Halid'in karşısına durdu. Halid ona şu teklifte bulundu:
- Halifemizin bize verdiği emre göre, seni eşi ve
benzeri olmayan Allah'a ve Muhammed'in O'nun Kulu ve Rasulü olduğuna inanmaya;
terkettiğin dine geri dönmeye davet ediyoruz. Geri dönersen kabul edeceğiz ve
kılıçlarımızı kınına koyacağız! Tuleyha:
- Ey Halid! Ben şehadet ederim ki Allah 'tan başka
ilah yoktur ve ben Allah 'ın elçisiyim; ben gönderilmiş bir nebiyim! Muham-
med'e Cibril'in gelmiş olduğu gibi bana da Zü'n-Nun geliyor!
diye cevap verdi. Zaten o, bu yalanı ve Peygamberlik iddiasını, Raslllullah
henüz hayatta iken ileri sürmeye başlamıştı.
Onun
bu cevabı üzerine Halid, karargahına döndü; Adiyy ile Miknef b. Zeydi'l-Hayl'i
bazı askerlerle geceleyin nöbet tutmaları için vazifelendirdi. Seher vakti,
ordusunu savaş düzenine soktu; sancakları dağıttı; büyük sancağı Hz. Ömer'in
kardeşi Zeyd b. Hattab'a verdi ve onu ordunun başına koydu. Ensarın bayrağını
Sabit b. Kays'a verdi. Tayy kabilesi mensupları da kendilerine bir sancak
verilmesini istedi; Başkumandan bu isteği uygun buldu ve onların sancağını da
Adiyy b. Hatim'e verdi.
Tuleyha
müslümanların hareket halinde olduklarını işitince, adamlarını savaş için
hazırlamaya başladı. Halid, ordusunun saflarını ikişer adım aralıklarla; buna
karşılık Tuleyha, bir hayvan boyu aralıkla saf tutturdular.
Ordu
savaş düzenine hazır hale gelince, Halid askerlerine hareket emri verdi ve
Tuleyha'ya yaklaştı. Tuleyha, askerlerinden henüz sakalları yeni çıkmış kırk
iyi savaşçı çocuk ile ona karşı yürüdü. Tuleyha bu savaşçıları sağ tarafına
yerleştirdi ve kendilerine "sol tarafa gelinceye kadar savaşınız"
diye emir verdi. İslam ordusunun solundaki askerler, onların saldırısı karşısında
dağıldılar, bu çocuklardan birisi bile öldürülemedi. Tu- leyha, ikinci sefer
onları sol tarafa yerleştirdi ve aynı şekilde hücum etmelerini istedi; onlar da
bunu gerçekleştirdiler; müs- lümanlar yine dağıldılar.
Halid
b. Velid bu vaziyeti görünce, askerlerin arasına atıldı ve şöyle bağırdı:
-
Ey Ensar
topluluğu haydi; Allah Allah! ,
Halid'in
askerin arasına daldığını ve savaşmaya başladığını gören müslümanlar, geri
dönüp onun etrafında toplandılar. İki tarafın safları ve kılıçları karıştı.
Atından inmiş olan Halid yaya olarak savaşıyordu. O sırada bazı müslümanlar, "Allah
Allah! Sen ordunun kumandanısın, ilerlemen ve ortaya çıkman doğru değildir"
diye onu ikaz ettiler. Bunun üzerine Halid, onlara şu cevabı verdi:
-Allah
'a yemin ederim ki, sizin söylediklerinizi biliyorum; ancak müslümanların
kaçması karşısında, korkarak ve sabrederek durmayı doğru bulmuyorum, diye
cevap verdi.
Bu
ilk bozgun esnasında, Tayy kabilesinden birisi Halid'e:
-
Ey Halid! Ece' ve Selma dağlarına sığınman gerekir! diye bağırınca, büyük
kumandan ona:
-
Hayır! Sığınılacak yer Allah 'tır! şeklinde cevap verip kaçmayı reddetti;
sonra iki kılıç ile saldırmaya başladı ve Tuley- ha'nın kırk savaşçı çocuğunun
hepsi de öldürülünceye kadar savaş meydanından ayrılmadı. Kaçan müslümanlar da
geri dönmüştü. Savaş çok şiddetli ve kanlı bir şekilde cereyan etti.
Tuleyha'nın ordusundaki Hibal b. Ebu Hibal esir alındı; Halid onu Hz. Ebu
Bekir'e göndermek istiyordu; ancak o bunu reddetti ve boynunun vurulmasını
istedi; müslümanlar onu öldürdüler.
Büzaha
savaşına katılan Abdullah b. Ömer, Halid'in kahramanlığı için şunları
anlatıyor
-Savaş
esnasında, Tuleyha 'nın kırmızı bayrağını taşıyan birisini herkes görüyordu;
Halid onun üzerine atıldı ve onu öldürdü; bayrak yere düştü ve askerler, at ve
develer onu çiğnedi. Bizzat savaşa katılan Halid, çok gayret gösterdi;
arkadaşları bundan dolayı kendisini tenkid bile ettiler. Ben onu, Yemame
savaşında, daha şiddetli savaşırken de gördüm...
Müslümanların
bu şekildeki saldırıları esnasında Tuleyha bir tarafa çekildi ve abasına
bürünüp güya kendisine vahiy gelecek diye beklemeye başladı. Kabilesinden yedi
yüz kişi ile onun yanında yer alan Uyeyne b. Hısn el-Fezari, orduyu savaşa
teşvik için çalışırken, bir taraftan da Tuleyha'ya vahiy gelip gelmediğini (!)
soruyor, o da "hayır" diye cevap veriyordu. Müslümanların öldürdüğü
askerlerin sayısı arttıkça Uyeyne, Tuleyha'yı sıkıştırmaya başladı.
Bu
ısrarlar karşısında sinirlenen Tuleyha:
-
Senin de onun (Halid'in) değirmeni gibi bir değirmenin ve unutamayacağın bir
günün var! şeklinde bir vahiy aldığını(!) söyleyince, Uyeyne çok kızdı ve ona
hakaretamiz bazı sözler söyledikten sonra, kabilesinden olan askerlere,
Tuleyha'nın bir yalancı olduğunu ilan etti. Bunun üzerine Fezareliler savaşı bıraktılar;
Uyeyne, kardeşi ve kabiledaşları kaçmaya başladılar. Müslümanlar, onları esir
aldılar.
Zühri'den
rivayet edildiğine göre Tuleyha, askerlerinin kaçtıklarını görünce, onlardan
birisine:
- Sizi
kaçıran sebep nedir? diye sordu. Asker ona şu cevabı verdi:
Tuleyha
atını hazırlattı, karısı Nevvav'ı yanına çağırdı; atına bindi, karısını da
arkasına aldı ve askerlerine dönüp:
- Sizden
kim, benim yaptığımı yapabilirse yapsın, kendisini ve ailesini kurtarsın! diyerek
kardeşi ile firar etti ve Şam'a Gassaniler'den Cefne oğullarının yanına
sığındı. Sahabeden Uk- kaşe ve Sabit'in, bu kaçış esnasında onu takip
ederlerken şehid edildiklerine dair haberi yukarıda zikretmiştik. 372
Müslümanlar,
savaşta direnen Esedli askerleri kılıçtan geçirdiler; Halid, Uyeyne'yi
öldürmek istiyordu; ancak kabilesinden birisinin ricası üzerine onu Hz. Ebu
Bekir'e esir olarak gönderdi.
Savaş
neticesini bekleyen Amir b. Sa'sa'a kabilesi, müslümanların safına iltihak
ederek irtidad etmekten vazgeçtiler. Ha- lid, onların üstüne Hişam b. el-Asi'yi
gönderdi; onlar da müslüman olduklarını, ezan okuduklarını bildirince Hişam
onları serbest bıraktı. Bu kabileden zekat vermekten çekinen Kurre b.
Hubeyre'yi yakalayıp Halid'e getirdi; bir diğer rivayette onu, bizzat Halid'in yakaladığı
söylenir. Halid, onu Hz. Ebu Bekir'e gönderdi.
Halid
b. Velid, Büzaha savaşından kaçan bazı zümreler ile bu bölgedeki başka
kabileleri de itaat altına aldıktan sonra, Temim kabilesinin üzerine, Butah'a
yürüdü.373
Halid
b. Velid ve Temim Kabilesi
Halid
b. Velid'in irtidad savaşları arasında, Temim kabilesiyle yapılan savaşın çok
değişik bir yeri vardır. Çok küçük bir operasyondan ibaret bulunmasına rağmen,
bu savaş etrafında büyük fırtınalar koparılmıştır. Gerçek dışı senaryolar
uydurulmuştur. Bu senaryolarda Seyf b. Ömer'in büyük rolü olmuştur. Taberi
dahil hemen bütün tarihçiler ve zamanımızdaki araştırmacılar, onun
rivayetlerinin adeta esiri olarak bu hadiseyi anlatmış, yorumlamış ve çok
farklı sonuçlara ulaşmışlardır. Bu vak'a, işin içine kadın ve evlilik girince,
insanoğlunun muhayyilesinin neler uydurabileceğine tipik bir örnektir.
Biz
bu olaya ait gelişmeleri, tıpkı diğer irtidad savaşları ve fetihler gibi,
Seyfin rivayetlerinden tecrid ederek ele alacağımızdan, kendimizi bu
senaryolardan baştan itibaren uzak tutmaya çalışacağız.
Vakıdi'ye
göre, Büzaha savaşından ve Beni Amir ile diğer kabileleri itaat altına aldıktan
sonra Halid b. Velid, Temim kabilesi topraklarına ve Yemame'ye yürümek için
Hz. Ebu Bekir'in kendisine vermiş olduğu emri açıkladı. Buna Ensarın kumandanı
bulunan Sabit b. Kays b. Şemmas:
O
bize böyle bir emir vermedi; biz gitmeyeceğiz; yeterli gücümüz yoktur;
müslümanlar yoruldular; hayvanlar halsiz düştüler, diye itiraz etti. Bunun
üzerine Halid ona şu cevabı verdi:
-
Ben sizlerden herhangi birini zorlamıyorum. İsterseniz yürüyünüz; isterseniz
burada kalınız!
Sonra
da yanındaki Muhacirler ve diğer Araplar'la, Temim kabilesi topraklarına ve yemame'ye
gitmek üzere hareket etti.
Ensar,
bir veya iki gün orada kaldı. Sonra aralarında birbirlerini itham etmeye ve şu
şekilde konuşmaya başladılar:
-Vallahi
yaptığımız doğru değildir; eğer onlar yenilirlerse, sizler onları zor durumda
bıraktınız, teslim ettiniz, diye konuşacaklar; bu husus, ebediyete kadar kalan
bir ar, leke olacaktır. Eğer muvaffak olurlar ve Allah onlara fetih müyesser
eylerse, kendinizi bu hayırdan menetmiş olacaksınız. Onun için Halid'in yanına
gidiniz!
Bu
tartışmalardan sonra Ensar, Mes'ud b. Sinan'ı veya Salebe b. Ganeme'yi elçi
olarak Halid'e gönderdiler. Halid onların geleceğini haber alınca beklemeye
başladı ve kendilerini birçok müslümanla birlikte merasimle karşıladı.
Böylece
ordu hep birlikte hareket etti. Halid onlai-ı, Temim kabilesi toprağı Butah'a
kadar götürdü. Orada hiçbir topluluğa rastlamadı. Bunun üzerine Halid, bölgenin
muhtelif yerlerine seriyyeler gönderdi. Bu seriyyelerden birisinde Ebu Katade
el- Ensari vardı. O şunları anlattı:
-Bir
adama rastladık, "sen hangi kabiledensin?" diye sorduk; o, "Benf
Hanzala 'danım " diye cevap verdi. Biz, "zekat verilmesine
mani olanlar
şimdi neredeler?" diye sorunca o adam, kendilerinin yerlerini işaret etti
ve bir günlük mesafede olduklarını haber verdi. Süratle yola çıktık; güneş
doğarken onların yanına vardık. Bizi görünce korktular ve silaha sarıldılar ve
"siz kimsiniz?" diye sordular. Biz de onlara, "Allah'ın
müslüman kullarıyız" diye cevap verince, onlar da "biz de Allah'ın
müslüman kullarıyız " karşılığını verdiler.
Onlar
on iki kişi idi; aralarında Malik b. Nuveyre de vardı. Kendilerine
"silahlarınızı bırakınız ve teslim olunuz" dedik. Onlar da
silahlarını bıraktılar; kendilerini alıp Halid'e getirdik.
Vakıdi,
hadisenin bundan sonraki kısmının daha sonra zikredileceğini ifade ettikten
sonra, Malik b. Nuveyre hakkında aşağıdaki bilgileri vermektedir. Biz de
kaynağın sırasına riayet edeceğiz.
Rasulullah
(salla'llâhü aleyhi ve sellem), Malik b. Nuveyre'yi reisi olduğu Beni Hanzala
kabilesinin zekatını toplamak üzere göndermişti. Fakat o, Hz. Peygamber'in
vefatını öğrenince, kabilesinden topladığı zekat develerini geldikleri yere
gönderdi. Bundan dolayı ona "aceleci" denildi. Kabilesini topladı ve
onlara şöyle dedi:
-O
adam (Hz. Peygamber'i kastediyor) öldü! Eğer onun yerine Kureyş'ten birisi
geçer de, eskisi gibi hiç zekat istememeye razı olursa, hep beraber onun
yanında yer alırız. Çünkü sizler, mallarınızı daha önce insanlara vermiş
değilsiniz; esasen bu mallar, sizlerin hakkıdır.
Kabilesinden
birçok kimse ona uymakta acele etti. Verdikleri zekat mallarını sevinçle geri
aldılar.
Yerblı'
kabilesinin reisi olan İbn Ka'neb, Malik'in görüşlerine karşı çıkarak,
zekatlarını vermeleri hususunda onları ikaz eden, başlarına gelecek felaketleri
haber veren bir konuşma yaptı ve Temimliler'i Allah'a itaat etmeye, Malik'e
karşı çıkmaya davet etti.
Bunun
üzerine Malik de bir konuşma yaparak ona cevap verdi ve görüşlerinde ısrar
etti. Kabilesi Beni Hanzala onun yanında yer aldı ve kendisine bağlı
olduklarını, "bizim savaşımız senin savaşındır; bizim barışımız senin
barışındır" diyerek ortaya koydular ve Malik'in iade ettiği zekat
mallarını aldılar. İyi bir şair de olan Malik, bu hadise üzerine bir de şiir
söyledi.374
Hz.
Ebu Bekir ve müslümanlar bu durumu öğrenince, Malik'e çok kızdılar. Halid, onu
yakalarsa, öldüreceğine dair Allah'a söz vermişti. Ancak onu esir alanlar,
aralarında ihtilafa düştüler. Yukarıda Malik'in yakalanmasını rivayet eden Ebu
Katade el-Ensari başta olmak üzere bazı müslümanlar, onların öldürülmemesi
gerektiğini ileri sürüyorlardı. Onlara göre Malik ve arkadaşları, teslim
olduklarında müslümanlarla birlikte ezan okuyup namaz kılmışlardı. Halife'nin
emri de bu istikamette idi.
Malik
ve adamlarını yakalayan seriyyedeki müslümanların diğer bir kısmı ise, onların
müslüman olmadıklarını, ezan okumadıklarını; bu yüzden öldürülmelerinin, kadın
ve çocuklarının esir alınmasının helal olduğunu söylüyorlardı. Halid de bu görüşte
idi.
Ebu
Katade el-Ensari, sözlerine şöylece devam ediyor: Halid'e gittim; "sen
bunları öldürecek misin?" diye sordum. O, "evet" diye cevap
verdi. Bunun üzerine ona, "Vallahi onların öldürülmesi senin için helal
değildir. Kendilerini İslam ile bizden korudular, onların aleyhine bir delil
yoktur; onların öldürülmesi,nde sana uymayacağım "dedim.
Halid
ise onların öldürülmesini emretti. Bunun üzerine oradan ayrıldım ve Ebu
Bekir'in yanına gittim, hadiseyi ona haber
verdim
ve bu işin büyük bir hata olduğunu söyledim. Bu hususta Ömer çok sinirlendi ve
"Halid'i taşla! Çünkü o, bunu helal saydı " dedi. Bunun üzerine Ebu
Bekir:
-
Hayır! Onu
cezalandırmayacağım; Halid yanlış tevil ettiği bir iş yapmıştır, dedi.
Ebu
Katade ve başkalarının anlattıkları üzerine Ebu Bekir, yanına geldiği zaman
Halid'i, Malik b. Nuveyre'nin öldürülmesi hususunda azarladı. Halid, Halife'den
özür diledi; Malik'ten işittiği bir söz üzerine, onun öldürülmesinin helal
olduğuna karar verdiğini belirtti. Ebu Bekir, onun mazeretini kabul etti.375
Vakıdi'nin
haberi bu şekilde sona ermektedir. Şimdi de İbn İshak'ın rivayetini ele alalım.
Taberi'nin tarihinde yer alan İbn İshak'ın haberi çok kısa olup Ebu Katade'nin
yukarıya aldığımız ifadelerini kısaca özetlemektedir. Bu rivayette, üzerinde
durulması gereken iki mühim husus vardır. Bunlardan birisi, Halid'in Malik ve
arkadaşlarını öldürmesi üzerine Ebu Katade'nin, bir daha Halid ile birlikte
savaşmayacağına yemin etmesidir. Diğer nokta ise, Halid'in mazeret gösterdiği
Malik'in sarfettiği sözlerdir. Rivayetin bu kısmı aynen şöyledir: " ...
Halid onun öldürülmesi hususunda, onun müslümanlarla konuşurken şöyle bir
ifade kullandığını söyleyerek kendisini mazur gösterdi:
"Malik:
'Ben sizin sahibinizin (Hz. Peygamber) şu şu sözleri söylemiş olduğunu
zannediyorum' dedi. Bunun üzerine Halid ona:
'Sen
onu kendi sahibin (Peygamber'in) kabul etmiyor musun?' dedi. Sonra onu ileri
çıkardı; onun ve arkadaşlarının boyunlarını vurdurdu. Onların öldürüldüklerini
öğrenen Ömer b. Hattab bu meseleyi Ebu Bekir'in yanında konuşmaya başladı ve bu
konuyu sık sık şu sözleriyle dile getirdi:
"-
Allah'ın düşmanı! Müslüman birisine düşman oldu; onu öldürdü; sonra da karısı
ile evlendi. "
"Halid
b. Velid (Medine'ye) geldi; Mescid'e girdi; üzerinde demir küfü olan abası
vardı; sarığında da birkaç ok sokuluydu. O mescide girer girmez Ömer onun
yanına gitti; sarığındaki okları çekti ve parçaladı; sonra da:
- Ne
bu gösteriş! Müslüman bir adamı öldürdün; sonra da karısıyla evlendin! Vallahi
seni kendi taşlarınla vuracağım! dedi. Halid b. Velid ona cevap vermedi. Bu
hususta Ebu Bekir'in de tıpkı Ömer gibi düşündüğünü zannediyordu. Sonra Ebu
Bekir'in yanına girdi ve ona olup bitenleri anlattı; ondan özür diledi. Hz. Ebu
Bekir onun mazeretini kabul etti ve bu savaşta olanlardan dolayı onu bağışladı.
Halid,
Ebu Bekir'in kendisinden razı olmasından sonra yanından ayrıldı. Ömer mescidde
oturuyordu; ona 'Gel de konuşalım!' dedi. Onun bu sözü üzerine Ömer, Ebu
Bekir'in ondan razı olduğunu anladı; kendisine cevap vermedi ve evine
girdi."376
But.ıh
savaşı ile Halid b. Velid'in Malik b. Nuveyre'yi öl- dürtmesi ve karısı ile
evlenmesi üzerindeki değerlendirmeye geçmeden önce, Seyf b. Ömer dışındaki
ravilerin, hakkında çok az bilgi verdikleri, bilhassa Temim kabilesindeki
faaliyetlerini yalnızca zikretmekle yetindikleri, mütenebbi kadın Secah üzerinde
de kısaca durmak istiyoruz.
Vakıdi'nin
rivayetine göre, Temim kabilesinden Qlan Secah, kendisinin peygamber olduğuna
kabilesini inandırdı. O, vahiy aldığını iddia edip bir müezzin, bir hacib ve
bir de minber edindi. Secah, Halid b. Velid Butah'a, yani Temim kabilesine
gelmeden önce, oradan ayrılıp Yemame'ye gitti; oradaki mütenebbi Müseylime ile
savaşmak istiyordu. Ancak onunla halvet olunca, peygamberliğe Müseylime'nin
daha müstehak olduğunu (!) anlayarak iddiasından vazgeçti ve onunla evlendi.
Halid
b. Velid ve Temim kabilesi ve dolayısıyla Malik bakımından Secah üzerinde
durulması gereken hususlar şunlardır:
Halid'in
Büzaha ve çevresindeki başarıları, Secah'ı korkuttu ve kendisine göre daha
güçlü olan, Müseylime'nin yanına gitmeyi kararlaştırıp nübüvvet iddiasından
vazgeçti. Halid b. Velid Hazretleri, Yemame'de Müseylime'yi öldürdükten sonra
Secah'ı yakaladı; sonra o da müslüman oldu ve kabilesinin yanına döndü.
Temim
kabilesi ve Malik b. Nuveyre, yalnızca zekat vermemek suretiyle değil, aynı
zamanda Secah'ın peygamberliğine karşı çıkmayıp onu kabul etmek suretiyle de
irtidad etmişlerdir. Halid'in onu cezalandırmasında bu hususun da göz önüne
alınması gerekir.377
Halid
b. Velid, irtidad edenlerin çok az bir kısmını cezalandırdığı Temim kabilesini
böylece itaat altına almış oldu.
Halid
b. Velid'in Malik b. Nuveyre'yi öldürmesini ele alırken iki noktanın
aydınlatılması gerekir: Bunlardan birisi, Ebu Katade el-Ensari Hazretlerinin
itirazı; ikincisi, Halid'in onun karısı ile evlenmesidir.
Malik
ve arkadaşlarını yakalayıp Halid'e teslim eden Ebu Katade, onların ezan okuyup
kendileriyle birlikte namaz kıldıklarını ileri sürerek öldürülmelerinin doğru
olmadığını ısrarla ifade etmiş; başkumandanının aynı görüşü paylaşmadığını ve
onu öldürdüğünü görünce de orduyu terkedip Medine'ye dönmüş ve Hz. Ebu Bekir'e
şikayette bulunmuştur.
Ebu
Katade'nin gördükleri doğrudur, bu doğruya göre verdiği karar da kendisi
bakımından haklıdır. Ancak başkumandanı bakımından, onun bu doğruları kabul
edilmemiştir. Çünkü Halid için gerçek başkadır. Şöyle ki, Malik b. Nuveyre, Hz.
Peygamber'in zekat amili olmasına rağmen, vefatını öğrenir öğrenmez
kabilesinden topladığı malları sahiplerine iade etmiş ve Medine'ye
göndermemiştir. Yalnızca bu suç, onun öldürülmesi için yeterli sebeptir. Kaldı
ki onun aleyhine delil teşkil eden başka suçları da vardır ve bunların hepsini
başkumandan bilmektedir. Bunlardan ilki, onun söylediği şiirlerdir ki irtidad
ettiğinin açık delilidir. İkinci bir husus, onun Mütenebbi Secah'a tabi olması;
ona karşı çıkmamasıdır. Ve son olarak İbn İshak'ın rivayetinde açıklanan
ifadeleridir. Hz. Peygamber'den "sizin sahibiniz" şeklinde
bahsederek Hz. Peygamber'e inanmadığını adeta Halid'in önünde ilan etmiştir.
Bütün bu noktaları gören, bilen ve tespit eden Halid b. Velid, haklı olarak onu
suçlu bulmuş; Ebu Katade'nin namaz kıldığını söylemesini, doğru olmakla birlikte
kabul etmemiş; Mcl k'in korkudan öyle davrandığına hükmetmiştir.
Butah
savaşından sonra Halid'in Medine'ye gelişi, bizim esas aldığımız rivayetlerde
açık bir şekilde belirtilmemişse de, sanki Halife'nin onu hesaba çekmesi için
çağırdığı şeklinde anlaşılmaktadır. Ebu Katade'nin orduyu terkedip Medine'ye
gelmesi de bu hususu düşündürmektedir. Ancak biz, Hz. Ebu Bekir'in yalnızca
öldürme ve evlenme işini konuşmak üzere Halid'i Medine'ye çağırdığını doğru
bulmuyoruz. Öyle anlaşılmaktadır ki, Yemame'deki Müseylime'nin isyanı çok
büyümüş ve Hz. Ebu Bekir onun ortadan kaldırılması işini konuşmak üzere Halid'i
Medine'ye davet etmiş; bu arada Malik meselesini dç konuşup karara bağlamıştır.
Veya Halid, Ebu Katade'nin de ordudan ayrılıp Medine'ye gitmesini göz önüne
alarak, hem bu meseleyi, hem de Yemame'deki durumu konuşmak, yapılan
savaşlardan sonraki gelişmeleri göz önüne alarak yeni bir strateji tayin ve
tespit etmek, ayrıca yardım sağlamak üzere Halife ile konuşmak için Medine'ye
gelmeye bizzat kendisi karar vermiş; hatta, Yemame'den sonraki fetihlerin
planlamasını konuşmayı düşünmüş olabilir.
Malik'in
öldürülmesi üzerinde durulurken, Halid'in onun karısı Ümmü Mütemmim ile
evlenmesi en fazla dikkati çeken bir mesele olmuştur. Bizim esas aldığımız
rivayetlerde, Hz. Ebu Bekir'in bu izdivaca kızdığı, hatta Halid'e onu
boşamasını emrettiği gibi hususlara hiç yer verilmediğini görüyoruz. Bu
izdivaçla alakalı birçok detayı nakleden Seyf bile, Halife'nin onu boşaması
için emir verdiğini zikretmekle birlikte, Halid'in onu boşayıp boşamadığını ve
boşadı ise ne zaman boşadığına dair hiç bilgi vermemektedir. Bu hususta kesin
olan nokta, Butah'tan sonra birazdan ele alacağımız Müseylime ile yapılan savaş
esnasında, Halid'in bu hanımının hala onun çadırında olduğudur. Bize göre bu
evlilikte, yadırganması ve tuhaf bulunması gereken tek husus, eskiden beri cari
olan Arap geleneğine de aykırı bir şekilde, savaş meydanında ve savaş
günlerinde bu izdivacın yapılmasıdır, o kadar.378
Halid
b. Velid'in Yalancı Müseylime İle Yemame'de
Akraba
Savaşı
Halid
b. Velid'in irtidad savaşları arasında, hedefleri, cereyan şekli ve neticesi
bakımından en müşkil savaş, Yemame'de yalancı Müseylime'ye karşı yapılan Akraba
savaşıdır. Hatta bu savaş, yalnızca ridde savaşları arasında değil, müslümanların
Bedir'den o güne kadar yaptıkları bütün muharebelerin en şiddetli ve en
kanlısıdır. Bu hususun, Halife Hz. Ebu Bekir tarafından, savaştan önce tahmin
edildiğini görüyoruz. Halife, Şerik el-Fezari ile gönderdiği yazılı
talimatında, bilinen emir ve nasihatları yanında, " ... Sen Beni Hanife'ye
dikkat et! Onlara benzeyen bir kabile ile henüz savaşmadın! Onların hepsi,
senin aleyhindedir; kendilerinin geniş toprakları vardır. Bu işi bizzat kendin
idare et... " gibi hususları zikrederek başkumandanı Halid'in dikkatini
çekti.379
İrtidad
savaşlarına başlarken, "Allah'a yemin ederim ki, Mü- seylime'yi ortadan
kaldırmadan savaşa son vermeyeceğim "380 diyen büyük kumandan
Halid b. Velid, ''yirmi ordu ile karşılaştım; ancak, kılıç darbelerine çok
sabırlı bir şekilde karşı koyan, çok iyi kılıç sallayan ve savaşa çok iyi
dayanan Yemame'deki Beni Hanife'den daha zorlu bir kavim görmedim "381
diyerek bu savaşın çok zor ve ağır şartlarda geçtiğini ifade etmiştir.
Necid'in
güney-doğusunda ve Bahreyn'in batısında ziraate elverişli topraklara sahip
Yemame bölgesinde yaşayan Beni Hanife, bir heyetle Hz. Peygamber'i ziyaret
etmişti. Ancak, Rafı' b. Hudeyc'in, "Hz. Peygamber'e birçok Arap kabilesi
heyeti geldi; bunlar arasında en çok katı kalbli ve İslam 'ın gönüllerinde en
az yer ettiği kabile Beni Hanife idi "382 ifadesinden de açık
bir şekilde anlaşılacağı üzere, onlar iyi bir şekilde müslüman olmamışlardı.
Bununla kalmamışlar, Raslılullah (salla'llâhü aleyhi ve sellem) henüz hayatta
iken, peygamberlik iddiasında bulunan yalancı Müseylime'nin etrafında
toplanmışlardı.
Müseylime'nin
Beni Hanife kabilesiyle Medine'ye gelip gelmediği, Beni Hanife'nin müslüman
olup olmadığı; yalancının Raslılullah'dan iktidar istemesi, onun hakkında
Raslılullah'ın rüyası, Müseylime'nin risalet vazifesine Hz. Peygamber'in onu
ortak ettiğini iddia etmesi ve bu husustaki mektuplar ile daha sonra onun
peygamber olduğunu ilan etmesi; ayrıca' bu kabilenin irtidad etmesinde büyük
rol oynayan ve Beni Hanife heyetiy- le Medine'ye gelen, orada Kur'an-ı Kerim ve
Sünneti öğrenen, Bakara ve Al-i İmran surelerini Ubeyy b. Ka'b Hazretlerinden
ezberleyen, sonra kabilesine dönünce Hz. Peygamber'in nübüvvet işine
Müseylime'yi ortak ettiğine yalancı şahitlik yapmak suretiyle Müseylime'yi
destekleyen ve bu fitnenin genişlemesine ve büyümesine sebep olan Reccal
üzerinde bu eserimizde bilgi vermek istemiyoruz. Ayrıca Müseylime'nin
yalanları, hokkabazlıkları ve marifetleri (!) ile Temimliler'in yalancısı
kadın Secah ile münasebeti hakkında kaynaklarda yer alan haberleri de incelemeyi
düşünmüyoruz.383
Halid
b. Velid, yalancı Müseylime'nin etrafında toplanan Beni Hanife üzerine yürümek
için, ordusuyla birlikte Butah'tan Yemame'ye doğru harekete geçti. Yemame
topraklarına girip el- Irz vadisine inince, Ma'an b. Adiyy el-Aclani kumandası
altında, iki yüz süvari birliğini öncü olarak gönderdi. Bu birliğe yol göstermesi
için, Fırat b. Hayyan el-Icli'yi kılavuz; haber toplamaları için de Müknif b.
Zeydi'l-Hayl et-Tai ile kardeşini istihbaratçı tayin etti. Bunlara,
rastlayacakları herkesi esir almalarını emretti.
Öncü
birlik el-Irz'dan ayrıldı; yolda Mücca'a b. Mürare el- Hanefı ile kabilesinden
yirmi üç kişiye rastlayıp onları esir aldılar. Beni Hanife'nin ileri gelen
şahsiyetlerinden olan Mücca'a ve adamları, kan davası için birisini aramak
üzere yola çıkmışlardı ve Halid b. Velid ile karşılaşacaklarını hiç
düşünmemişlerdi. Müslümanlar onlara, kim olduklarını sordular, onlar da Beni
Hanife'den olduklarını söyleyince, onları Müseylime'nin Ha- lid'e gönderdiği
elçiler zannettiler. Öncü birlik onları esir alıp Halid'e teslim etti.
Müseylime'nin elçileri olduğunu düşünen Halid onlara:
by Beni Hanife mensupları! Adamınız
(Müseylime) hakkında ne düşünüyorsunuz? diye sordu. Onların hepsi de Müsey-
lime'nin Allah'ın elçisi olduğuna şehadet getirdiler. Halid, Müc- ca'a'ya ne
düşündüğünü sordu; o da kendisine şu cevabı verdi:
-
Vallahi ben,
bizim kabileden birisini öldüren Nümeyrli bir adamı aramak için yola çıktım;
Müseylime'nin yanında hiç bir zaman bulunmadım. Çünkü ben, Rasulullah'ın (salla'llâhü
aleyhi ve sellem) huzuruna gittim ve müslüman oldum; o zamandan beri de dinimi
değiştirmedim.
Halid,
Mücca'a hariç, esirlerin hepsini ortaya çıkartıp sıra ile boyunlarını vurdurdu.
Bir de Mücca'a hakkında, kendisine:
-
Ey Halid!
Yemame halkı için ister hayır, ister şer iste; ancak Mücca'a'yı öldürme, bırak!
Çünkü o, gerek sulh gerek harp zamanında sana yardımcı olur! diyen Sariye b.
Mesleme'yi ve Müc- ca'a'yı öldürtmedi. Ancak ikisini de serbest bırakmayıp
zincire bağlattı.
Mücca'a'yı
kendi çadırında, Butah'ta evlendiği karısı Ümmü Mütemmim'e teslim etti ve ona
iyi bakmasını tenbih etti. Başkumandan, zaman zaman onunla konuşur ve
beraberce yemek yerdi. Mücca'a ise, devamlı bağlı tutulmasından dolayı,
Halid'in kendisini öldüreceğini zannederek, hep Hz. Peygamber'in yanına
gittiğini, müslüman olduğunu ve bir daha küfre dönmediğini; iyi bir müslüman
olduğunu, savaşmak için değil Nümeyrli adamı aramak üzere yola çıktığını tekrar
eder dururdu.
Halid
de onun bu sözlerine, bizim savaşımız hakkında Allah'ın vereceği karara kadar,
öldürmek ile serbest bırakmak arasında bir yer vardır, bu da hapistir, diye
cevap verirdi. Mücca'a, Halid'in bu cevaplarından ve kendisini esir olarak
tutmaya devam etmesinden, onun Müseylime hakkında kendisine bilgi vermesini
istediğini zannederek bazı şeyler de anlatırdı. Onun anlattıktan arasında,
Bahreynli bir adamın hikayesi dikkati çekmektedir. Müseylime'nin yanında
bulunan ve onun söylediklerini yazan bu adam, Müseylime'nin yalancı olduğuna
inanıyor ve bunu halka da açıkça söylüyordu. Müseylime onun bu sözlerini
öğrenince katip, Bahreyn'e kaçmıştı.
Bu
arada Halid, Beni Hanife mensuplarının, Müseylime'ye hala inanıp
inanmadıklarını da sordu. Mücca'a ona verdiği cevapta:
-
Eğer
inanmasalar, savaşmak üzere yarın senin karşına on- binden fazla kılıç nasıl
çıkacak? demiştir. Onun bu cevabı, Ha- lid'in savaşmak üzere kesin karar
vermesine ve hemen harekete geçmesine sebep olmuştur.384
Halid
b. Velid, savaş öncesi, Müseylime ve Beni Hanife'nin durumu hakkında başka
kaynaklardan da haber topladı. Bunlar arasında, İbn Amr el-Yeşkuri'nin adını
zikredebiliriz. İyi bir müslüman olan bu zat, Müseylime'nin yalancı olduğunu
biliyordu ve onun aleyhinde idi. Ayrıca Müseylime'nin en yakın adamı ve
destekçisi Reccal'in de yakın arkadaşı idi. İbn Amr, Müseyli- me'nin aleyhine
çok güzel bir şiir söyledi; bu şiir halk arasında hemen yayıldı;
öldürüleceğinden korkan İbn Amr, Yemame'den kaçıp Halid'in karagahına geldi ve
ona hem Müseylime, hem de Yemame'nin durumu hakkında gizli bilgiler verdi; onun
bazı tedbirler almasını sağladı.385
Bu
arada Halid b. Velid, Beni Hanife üzerinde çok tesirli ve Müseylime'nin en yakını
olan Muhakkimu'l-Yemame diye meşhur Muhakkim b. Tufeyl'in, tekrar İslam dinine
dönmesini Küla'i, s. 77-79; Halid'in benzer diğer faaliyetleri için de s.
88-90'a bakınız. umuyordu.
Onun yakın arkadaşı ve ordusunda bulunan Lebid b. Beyada'dan, Muhakkim'e tesir
eden bir şiir yazmasını istedi; Lebid'in yazdığı şiiri de bir kervanla
Yemame'ye gönderdi. Ravi, bu şairin Lebid değil, Hassan b. Sabit olduğunu da
zikreder. Bu şiir, Muhakkim'de müsbet bir tesir bırakması bir yana, tam tersi,
menfi bir tavır takınmasına sebep oldu. Kendisine: "Halid b. Velid
geliyor" diye söylenince o:
Halid
Yemame topraklarında ilerlemeye devam ediyordu. Nihayet Müseylime'nin Akraba'da
askeriyle birlikte savaşa hazır olduğunu haber aldı. Kurmayları ile yaptığı
toplantıda, Yemame üzerine mi yoksa Akraba'ya mı yürümesi gerektiği hususunu
müzakere ve istişare etti. Akraba'ya, Müseylime'nin üzerine yürünmesi
gerektiğine ittifakla karar verildi.
Halid,
Akraba'ya hareket etti ve orada ordugahını kurdu. Bazı rivayetlerde ise,
Akraba'ya Halid'in daha önce geldiği, daha sonra geldiği veya iki ordunun aynı
esnada oraya ulaştıkları da haber verilmiştir. 387
Halid ordugahını kurduktan sonra,
orduyu savaş düzenine geçirdi. Büyük sancağı, Hz. Ömer'in kardeşi Zeyd b.
Hattab'a, Ensar'ın sancağını Sabit b. Kays'a verdi; sağ kola Ebu Huzeyfe b.
Utbe'yi; sol kola Şüca' b. Vehb'i; süvari birliğinin başına da el- Bera b.
Malik'i getirdi. .
Akraba
savaşı başlamadan önce Halid, el-Bera'yı bu vazifesinden aldı ve kendisinin
yaya olarak savaşmasını istedi. Onun yerine, Üsame b. Zeyd'i tayin etti. Halife
Hz. Ebu Bekir, Suriye seferinden dönmüş olan Üsame b. Zeyd'i, dört yüz kişi ile
Ha- lid'e destek için göndermişti; o da yemame'ye girmeden üç gün önce Halid
ile buluşmuştu.
Daha
sonra Halid, kurmayları ile çadırında bir toplantı daha yaptı. Bu toplantıya
Mücca'a ile onu bekleyen karısı Ümmü Mütemmim ve Rasulullah'ın (salla'llâhü
aleyhi ve sellem) ileri gelen sahabileri iştirak ettiler. Sedirinin üzerinde
savaş müzakereleri yaparken Halid'in gözü, Beni Hanife askerlerinin bulunduğu
yerdeki kılıç parıltılarına ilişti; düşman askerleri, kılıçlarını çekmişler,
karşılıklı birbirlerinin üzerine doğru yürüyüp sonra geri dönüyorlardı. Halid
onların bu durumunu farkedince:
-Ey
Müslümanlar! Allah 'ın sizleri düşmanınızdan korumuş olduğunu müjdelerim.
Baksanıza, onlar kılıçlarını çekmişler ve sizi uzaktan korkutmak istiyorlar; bu
onların korktuklarının ve mağlubiyetlerinin açık işaretidir, dedi. 388
İbn
İshak'ın rivayetinde ise onların durumunu Halid'in:
-
Ey
müslümanlar! Allah sizleri düşmanlarınızdan korudu! İnşallah onların arasında
ihtilaf baş göstermiştir, şeklinde değerlendirdiği zikredilir. 389
Zincire
bağlı Mücca'a da onlara baktı ve Halid'in bu şekildeki değerlerindirmesinin
doğru olmadığını; Beni Hanifeli askerlerin, hind yapısı kılıçlarını,
parçalanmasından korktuklarından yumuşaması için güneşe tuttuklarını söyledi.
Müseylime
de askerlerini savaş düzenine soktu; öncü birliğine Reccal b. Unfuve'yi
getirdi. Müslümanlar, onun öncü birliğine getirilişine çok kızıp kendisine
lanet okudular.390
Nihayet
iki ordu savaşmaya başladı. Müslümanlara ilk hücum eden Reccal oldu; kendisi
katledildi. Reccal ve onun gibi ileri gelen bazı düşman askerlerinin
öldürülmesi, Müseylime'nin ordusunda bozgun veya panik havası doğurmadı; aksine
daha şiddetli savaşmalarına sebep oldu. Düşman askerlerinin çok şiddetli
hücumları karşısında müslümanlar, geri çekilmek zorunda kaldılar. Hatta bir seferinde
onlar, Halid'in çadırına girmeye bile muvaffak oldular. O sırada Halid
dışarıda savaşıyordu. Onlar, Mücca'a'yı kaçırmaya ve Halid'in karısı Ümmü
Mütem- mim'i öldürmeye kalkıştılar. Ancak Mücca'a onlara mani oldu ve onun
kendi himayesinde bulunduğunu söyledi ve güçleri yetiyorsa kadınlarla değil,
erkeklerle savaşmalarını teklif etti. Düşman askerleri, çadırların iplerini
kesip parçaladılar ve geri çekildiler. Bu sırada müslümanlar çok zor durumlara
düştüler. Müs- lümanlar çadıra döndüklerinde, Mücca'a'yı öldürmek istediler.
Ancak Ümmü Mütemmim, onun öldürülmesine mani oldu. 391
Müslümanlardan
ilk önce şehid olan Malik b. Evs idi. Düşman askerlerinin ardı arkası
kesilmeyen şiddetli saldırıları karşısında Başkumandan Halid, onlara karşı
koymak ve müslüman askerlere örnek olmak ve cesaret vermek için ön saflarda
savaşmak mecburiyetinde kalıyordu.
İslam
ordusu, düşman askerlerinin şiddetli saldırıları karşısında üç defa geri
çekilmek mecburiyetinde kaldı. Her seferinde de, başta Halid olmak üzere Ashabın
ileri gelen şahsiyetlerinin, hayatlarını hiçe sayan cesaret ve azimleri
sayesinde, geri çekilen askerlerin savaş meydanına dönmeleri sağlanıyor ve
düşman püskürtülüyordu. Fakat İslam ordusunun ön saflarında ve süvari
birliğinde zaaf alametleri görülüyordu. Düşman askerlerinin saldırıya
geçmesiyle birlikte, başta süvari birliği kumandanı Üsame olmak üzere ön
saftaki bedeviler (a'rab) hemen geri çekiliyorlar, onların bu hareketi, arka
taraftaki askerlere de tesir ediyordu. Öte yandan ordu içerisinde, bedevilerle
diğer müslüman- lar arasında ciddi bir ihtilaf ve rekabet de söz konusuydu Bu
noktada savaşa biraz ara verip, bedevilerin İslam ordusuna nasıl katıldıklarına
kısaca temas etmek istiyoruz. Halid b. Velid, mür- tecilerin isyanını
bastırdıkça, kabilelerden birer heyeti Medine'ye Halife Hz. Ebu Bekir'e
gönderirdi. Heyet mensupları, müslüman olduklarını Halife'ye bildirirler ve
kendisine biat etmek istediklerini ve kendilerine eman vermesini arzederlerdi.
Hz. Ebu Bekir de onlara verdiği cevapta:
"Sizin
bana biat etmeniz ve benim size eman vermem, sizle- rin Halid b. Velid'e ve
onunla beraber olan müslümanlara iltihak etmenize bağlıdır. Halid bana, kimin
kendisiyle birlikte Yemame'de hazır olduğunu yazarsa, o kimse emindir; burada
olanlarınız, olmayanlarınıza haber versin; bana gelmeyiniz; yüzlerinizi
Halid'e çeviriniz" der, onların Halid'in ordusuna katılmalarını ve yemame'deki
isyanın bastırılması için savaşmalarını şart koşardı. 392
Birçoğu
bedevi olan bu insanların, hem dine yeni dönmüş veya girmiş olmalarından, hem
de ordu içerisindeki eski askerlere göre farklı disiplin ve cihad
anlayışlarından dolayı problem oldukları anlaşılmaktadır. Bu hususta Ebu Bekir
b. Ebü'l-Cehm, şunları söylüyor:
"Çöllerden
Halid'e iltihak eden bu insanlar, Yemame savaşında, üç defa kendileriyle birlikte
müslümanların da yenilmelerine sebep olmuşlardı. Onlar, müslümanların başına
adeta görünmez bir bela idiler. '1393
Bedevilerin,
düşman saldırısından sonra, saflarına hemen dönmemeleri, çok menfi bir tesir
yapıyor, orduda karışıklık meydana getiriyordu.394
Bedevilerin
bu durumuna dayanamayan Ensar'ın kumandanı Sabit b. Kays, Başkumandanına
"bizi kurtar!" diye bağırdı. Bu arada bazı askerler, Üsame'nin yerine
el-Bera b. Malik'in süvarilerin başına getirilmesini istediler. Bu durumu
Halid de müşaha- de etmiş ve bazı değişikliklere karar vermişti. Muhacir ve
Ensar'ı ön saflara, bedevileri ise arkaya aldı ve bu askerleri ayrı ayrı birlikler
haline getirip karıştırmadı.395
Sabit
b. Kays'a istediğini yapması için izin verdi, o da Ensar'ı etrafında topladı.
Halid ise Muhacirleri kendi etrafında topladı. Sonra Tayy kabilesi mensupları
bir araya geldi. Bedeviler de geride saf tuttular. Bu arada süvari birliğinin
başına Bera b. Malik'i getirdi. Bu değişiklikten sonra İslam ordusunda hiç
gerileme olmadı; ön saftakiler ya ilerliyor veya şehid oluncaya veya yara-
lanıncaya kadar savaşıyorlar; sonra da onların yerini başka askerler alıyordu.
Müslüman
askerlerinin zaman zaman geri çekilmek mecburiyetinde kalmalarına çok üzülen
Ensar'ın kumandanı Sabit b. Kays, askerlere hitaben:
-Ey
Müslümanlar! Kendinizi ne kötü şeylere alıştırmışsınız! diye kızgınlığını dile
getirdi sonra da:
-Ey
Allah'ım! Yemame halkının peşine düşüp taptığı şeyden Sana sığındığım gibi,
müslümanların yaptıklarından da (geri çekilmeleri) Sana sığınırım, dedi; sonra
kılıcını çekip şehid oluncaya kadar savaştı.396
İslam
ordusunun sancaktarı Zeyd b. Hattab ise, "Reccal'a gelince artık Reccal
yoktur; Ricale (erkekler) gelince artık rical de yoktur, diye bağırmaya
başladı; arkasından da:
-Ey
Allah'ım! Arkadaşlarımın kaçmasından dolayı Sen'den özür dilerim! Müseylime ile
Muhakkim b. Tufeyl'in ortaya çıkardığı fitneden de Sana sığınırım! diye
Rabbine iltica etti ve sancağa sarılıp düşman saflarına dalarak savaşa savaşa
şehid oldu.
O
şehid olunca sancak yere düştü. Ebu Huzeyfe'nin azadlısı Salim sancağı yerden
aldı; bacaklarının yarısına kadar bir çukur kazdı ve sancağını eline alıp oraya
girdi; yanında da Ensar'ın sancaktarı bulunuyordu. Müslümanlar geri çekilince,
o ikisi yerlerinde kalıyorlar ve sancaklarını tutmaya devam ediyorlardı: Salim
şehid olunca Ebu Huzeyfe yanına geldi ve sancağı aldı. O da şehid olunca sancak
bir süre yerde kaldı. Bedir ehlinden Yezid b. Kays sancağı yerden aldı; o da
şehid oldu. Sonra el-Hakem b. Said b. el-As sancağı aldı; o gün boyu savaştı;
sonra şehid oldu. 397
Yemame
savaşı kahramanlarından birisi de el-Bera b. Malik idi. Üsame'nin yerine tekrar
süvarilerin başına getirilmeden önce başkumandanına:
-Bize
at mı var? Beni azlettin ve insanları benden ayırdın! diye serzenişte
bulunmuştu. Halid ona, kızılacak zaman olmadığını söyleyerek atına binip
savaşmasını emretti. Kaynaklarda, el-Bera b. Malik'in değişik yaradılışta bir
insan olduğu anlatılır. Enes b. Malik'in kardeşi olan el-Bera, düşmanla
savaşmaya başlayacağı sırada, vücudunda çok şiddetli bir titreme husule gelir,
birkaç kişi onun üzerine oturduğu halde o titremeye devam eder, idrarı kanlı
olarak gelinceye kadar da titrerdi. Belki de bir sara nöbeti geçirirdi. Sonra
da bütün cesaretini toplar, bir arslan gibi yerinden sıçrayıp kalkardı.
Müslüman askerlerinin çekilmeye ve kaçmaya başladıklarını görünce, aynı hal
Yemame'de de başına geldi. Atına bindi; yaptığı konuşmadan sonra, atlı-yaya
bütün Ensar askerini etrafında topladı. Sonra askerlere:
el-Bera
kahramanca savaşmaya, düşmanın üzerine yürümeye başladı; etrafındaki Ensar da
onu takip etti. Müseylime'nin en büyük destekçisi Muhakkim'in bulunduğu yere
ulaştı. O sırada Muhakkim, Beni Hanife askerlerini, kadın ve kızlarının götürüleceklerini,
istemedikleri kimselerle evleneceklerini söyleyerek savaşa teşvik ediyordu.
Abdurahman b. Ebu Bekir ona bir ok attı ve boğazına saplayarak onu öldürdü.
Muhakkim'i bizzat Halid b. Velid'in öldürdüğü de rivayet edilmektedir. Esasen
Halid, Mü- seylime ve Muhakkim'i takip ediyor, onlar öldürülmedikçe Beni
Hanife'nin savaş hırsının yok edilemeyeceğini çok iyi biliyordu. Bununla
birlikte Beni Hanife askerleri, "Muhakkim 'den sonra kalmak yoktur"
diyerek daha şiddetli savaşıyorlardı.
Ama
artık savaşın kaderi belli olmuştu. el-Bera'nın başlattığı hamle ile
müslümanlar, Muhakkim'i de katlettikten sonra ilerlemeye başladılar. Savaşın
başından beri bu hamleyi ilk defa yapabilen müslümanlar karşısında düşman
askerleri, çekilmeye ve etrafı duvarlarla çevrili bahçeye sığınmaya mecbur
oldular. Beni
Hanife,
ilk defa hezimete uğradı fakat tam uğradı. Müslümanlar onları, tarihe
Hadikatu'l-mevt (Ölüm Bahçesi) diye geçecek olan bahçeye sığınmaya zorladılar,
orayı muhasara ettiler.
Bahçenin
kapıları kilitlenmişti ve Müseylime de oradaydı. Bir rivayete göre Ebu Dücane,
diğer rivayete göre el-Bera, arkadaşlarından, kendisini bahçe duvarına
çıkartmalarını istedi.398 Duvardan atlayıp kapıyı açmak, düşüncesindeydi. Ancak
buna razı olmadılar. O, bu hususta çok ısrar edince arkadaşları kendisine
yardım edip duvara kaldırdılar. Duvarın üzerinden bahçeye baktı ve
düşünmeksizin kendisini yere attı; çarpışarak kapıya kadar ilerledi ve
müslümanlara kapıyı açtı.
Bahçeye
giren müslümanlar, Müseylimetü'l-Kezzab da dahil olmak üzere birçok düşman
askerini öldürdüler. Müseylime'yi, Hz. Hamza'nın katili Vahşi ile Ensar'dan
Abdullah b. Zeyd'in öldürdükleri meşhurdur. Onu katledenlerin başkaları olduğu
da rivayet edilmiştir. Savaş ikindi vaktinde sona erdi ve İslam dünyası, çok
büyük bir tehlikeden kurtulmuş oldu.
Halid
b. Velid'in kumandası altında Yemame'de Beni Hanife'ye karşı yapılan bu Akraba
savaşında, müslümanlar pek- çok şehid verdiler; birçok da yaralı vardı. Ensar
ve Muhacir- ler'den Kur'an-ı Kerim'i hıfzeden müslümanların şehidler arasında
yer alması çok büyük bir kayıptı. Şehidlerin sayısı hakkında, çok farklı
rivayetlere rastlanır, yediyüz, bin iki yüz ve bin yedi yüz rakamları verilir.
Biz, yetmişi Muhacir, yetmişi Ensar olmak üzere altı yüzden fazla şehid
verildiğini kabul edebiliriz.
Düşman
zayiatı ise, müslümanların iki katıdır.
Halid
b. Velid, muharebe akşamı şehidlerin naaşlarını defnettirdi. Düşman
cesedlerini de kuyulara doldurttu.
Bazı
müslümanlar, Yemame savaşında Beni Hanife'nin çok şiddetli ve sabırlı bir
şekilde savaştıklarını görünce, Yüce Allah'ın Fetih suresindeki 16. ayeti,
sanki onlar için göndermiş olduğu şeklinde tefsir etmişlerdir. 399
Yemame
savaşında birçok sahabi yaralandı; Ensar'dan yaralıların sayısının iki yüz
kadar olduğu da rivayet edilmiştir. Yaralılar arasında, Hz. Ebu Bekir'den izin
alarak bu savaşa katılmış olan kadın sahabi Ümmü Umare de bulunuyordu. Kendisi
yalancı Müseylime'yi öldürmek istiyordu; ancak buna muvaffak olamadı ve savaşta
eli kesildi. Yalancının öldürüldüğünü öğrenince şükür secdesi yaptı. Savaştan
sonra Halid b. Velid, bir tabib getirerek onun tedavisiyle bizzat meşgul
oldu.400
Müseylime'nin
öldürülmesi üzerine Halid b. Velid, ayakları zincire bağlı Mücca'a'yı yanına
alarak onun cesedini aramaya başladı. Ölülerin yüzlerini açarak ona gösteriyor
ve Müseyli- me'nin cesedi olup olmadığını soruyordu. Halid, Muhakkim'in
cesedini ona gösterdi; iri yarı ve güzel yüzlü cesedin Müseyli- me'ye ait
olmadığını öğrenince, ölüm bahçesine girdi ve aramaya orada devam etti. Sonunda
sıska, sararmış ve basık burunlu bir cesedi gösterince Mücca'a:
-İşte
adamınız! Ondan kurtuldunuz! dedi. Halid ona:
-Sizi
kendisine bağlayan adam bu mu?! diye karşılık verdi. Yalancı Müseylime'nin
öldürülmesi ve Beni Han1fe'nin mağlubiyeti üzerine rahatlayan Halid'in bu
durumundan istifade etmeyi kafasına koyan Mücca'a:
-Evet
Halid; iş dediğin gibi oldu! Ancak bu savaşa, acele olarak askerin bir kısmı
katıldı; halkın ekseriyeti kalede kaldı, dedi. Onun bu sözüne hayret eden
Halid:
-Ne
söylüyorsun? deyince Mücd.'a:
-Vallahi
gerçek budur. Gel seninle, kabilem adına bir and- laşma yapayım, dedi.
Halid,
onun bu masum ve makul teklifini kabul etti; Beni Hanife'nin ellerinde bulunan
altın, gümüş ve zırhlar ile esirlerin yarısının müslümanlara verilmesi şartıyla
andlaştılar. Bunun üzerine Mücd.'a andlaşma şartlarını kabilesine anlatmak ve
onların rızasını almak üzere yanlarına gitmek için izin aldı. Müc- d.'a kaleye
girince, oradaki kadın ve çocuklara zırh giyerek kalenin duvarlarına asker
gibi dizilmelerini söyledi. Onlar da öyle yaptılar. Sonra Halid'in yanına
döndü. O sırada Halid, kalenin üzerindeki zırhlı askerleri farketti. Mücd.'a
söze başladı:
-Seninle
yaptığım andlaşmayı reddettiler; eğer istersen senin için bir şeyler
yapabilirim ve kabileme kabul ettiririm, şeklinde konuştu.
Halid
bu şartların neler olduğunu sorunca da Mücd.'a: - Esirlerin dörtte birini alır,
dörtte üçünden vazgeçersin, diye teklif etti.
Halid
bu teklifi kabul etti ve onunla Beni Hanife adına and- laştı. Sonra kale
kapıları açıldı ve oradaki askerlerin yalnızca kadın ve çocuklardan müteşekkil
savaşamayacak kimseler oldukları anlaşılınca, Halid Mücca'a'ya:
-Yazıklar
olsun sana! Beni aldattın, dedi. Bunun üzerine Mücd.'a:
-Onlar
benim kabilemin mensupları! Ne yapayım? Elimden başka bir şey gelmezdi, diye
cevap verdi.
Halid
b. Velid, savaş sonucunu bildirmek üzere Ebu Hay- seme en-Neccari'yi Medine'ye
Hz. Ebu Bekir'e gönderdi. Halife, Yemame zaferini ve Müseylime fitnesinin
söndürüldüğünü öğrenince secdeye kapandı; sonra elçiden, savaşa ait haberleri
dinledi. Medine'de, hemen her evden bir şehid verilmesinden dolayı,
Müseylime'nin öldürülmesine sevinmekten çok, onların yası tutuldu. Halife dahil
herkes ağladı.
Yemame
savaşından sonra Halid b. Velid, Beni Hanife kabilesinden bir heyeti,
Medine'ye Hz. Ebu Bekir'e gönderdi. Kaynaklarda, bu heyet ile birlikte
Halid'in de Medine'ye gittiği rivayet edilmektedir. Bazı rivayetlerde ise onun
Yemame'de kaldığı zikredilmektedir.401 Hz. Ebu Bekir, bu heyet mensupları ile
yalancı Müseylime ve onun iddialarını konuştu.
Yemame'de
savaştan sonraki gelişmeler, bunlardan ibaret kalmadı. Halid, savaş esnasında
oturduğu yeri değiştirdi ve evini Veber'e taşıdı.402 Bu arada Halife'den iki
mektup gelmişti. Bunlardan birisi, esirler hakkında; diğeri ise Halid'in
izdivacıyla alakalıydı.
Seleme
b. Selame b. Vakş'ın getirdiği bu mektuplardan birincisinde Halife Hz. Ebu
Bekir, eli silah tutan bir tek Beni Hanife mensubunun bile hayatta
bırakılmaması hususunu Halid'e emrediyordu. Başta Üseyd b. Hudayr ile Ebu Naile
olmak üzere Ensar, yapılan andlaşmadan vazgeçilip esirlerin öldürülmesinde
ısrar ediyorlar, Halife'nin emrinin, onun emrinden üstün olduğunu dile
getiriyorlardı.
Halid
ise onlara verdiği cevapta, müslümanların zayıfladıklarını, çok zayiat
verdiklerini göz önüne alarak onlarla andlaşma yaptığını; esasen, artık sulhun
tamamlanmış olduğunu; onlar bir şey vermeseler bile artık kendileriyle
savaşamayacağını; çünkü onların müslüman olduklarını açık bir şekilde beyan
etti. Mektubu getiren Seleme'nin:
-İmamının
emrine muhalefet etme ey Halid! demesi üzerine şunları söyledi:
-Ben
bu sulh ile yalnızca hayrı arzu ettim; İslamiyet'e erken girenler; fazilet
sahibi ve Kur 'an 'ı bilenlerin öldüklerini gördüm; ayrıca benim yanımda, savaş
devam ettiği takdirde kılıca daya- namayacak/arından korktuğum bir zümre kaldı.
Bunun için sulhu kabul ettim; ayrıca onlar da müslüman olduklarını ilan
ettiler; siz de sulhu kabul ediniz.403
Halifeden
gelen emre rağmen, daha önce yaptığı andlaşma şartlarını değiştirmeyen Halid b.
Velid, " ... Ömer'in Ebu Bekir'i kendi aleyhine tahrik etmesinden
korktuğu..."404 için ona aşağıdaki mektubu yazdı. "Rahman ve Rahim
olan Allah 'ın Adıyle Allah 'ın Rasulü'nün (salla'llâhü aleyhi ve sellem)
Halifesi Ebu Bekir'e Halid b. Velid'den
Allah'a
yemin ederim ki, kendileriyle güçlü, kuvvetli olduğum insanlar öldürülünceye,
atlar zayıflayıncaya, develer ölünceye, müslümanlar ölüler ve yaralılarla
yorgun ve bitap düşünceye; kendimi mazur gördüğüm bir şeyi yapmaya, yani
kıyafet değişti-
rip
bizzat savaş meydanına kılıcımla diğer müslümanlardan farksız bir şekilde
savaşmaya mecbur oluncaya kadar sulh yapmadım. Sonunda, Allah bize zaferi
gönderdi; O'na hamdolsun!"
Hz.
Ebu Bekir, Başkumandanının bu mektubunu okuyunca memnun oldu. O sırada yanına
gelen Hz. Ömer'e, okuması için mektubu verdi. Hz. Ömer mektubu okuyunca şunları
söyledi:
-Onlarla
akrabalığını kolladı;405 ama senin emrine muhalefet etti. Görmüyor musun nasıl
bizzat savaştığını zikrediyor da bununla sana hizmet ettiğini gösteriyor? Hz.
Ömer'in bu sert ve ona cephe alan sözleri üzerine Hz. Ebu Bekir:
-Böyle
söyleme ey Ömer! O doğru bir validir; karakteri övülmüş, düşmanı yenmesiyle
tanınmıştır. Rasulullah (salla'llâhü aleyhi ve sellem) onu öne geçirmiş ve
vazifesinde bırakmıştır; kumandan tayin etmiştir, dedi. Halife'nin bu cevabı
üzerine Hz. Ömer:
-Evet
kumandan tayin etti; fakat Cahiliye işlerine girmesiyle de onun emrine
muhalefet etti, deyince Halife Hz. Ebu Bekir:
-Artık
bu sözü bırak! diye Hz. Ömer'e çıkışmıştı. O da:
-Peki,
diyerek bu meseleyi kapatmıştır. 406
Halid
b. Velid barış andlaşmasından sonra ganimetlerin taksimiyle meşgul oldu.
Mücca'a, yapılan andlaşmaya ve verdiği söze uygun olarak, Yemame'deki Beni
Hanife'nin kalesindeki mahzenleri açtı; silah, para ve malların hepsini
getirdi; ayrıca esirleri de topladı. Halid bu malların hepsini ayrı ayrı dizdi.
Önce esirleri ikiye ayırdı; yarısını serbest bıraktı; diğer yarısını
ikiye ayırıp kur'a çekti. Ganimet olarak dağıtılacakları da beşe ayırdı; beşte
bir beytülmal hissesini Medine'ye Hz. Ebu Bekir'e gönderdi; geriye kalan beşte
dördü ise, askerler arasında, yayalara bir hisse, süvarilere ise bir hisse
sahibine, iki hisse atına olmak üzere üç hisse vermek suretiyle dağıttı.407
Yemame
savaşından sonra Halid b. Velid, bir gün Müc- ca'a'dan evlenmek için kızını
istedi. O, bu evliliğin hemen gerçekleşmesini doğru bulmadığını söylediyse de
Başkumandan ısrar etti; o da razı oldu. Hz. Ebu Bekir, onun evlendiğini öğrenir
öğrenmez çok üzüldü ve kendisine bir mektup yazdı. O bu mektubunda, y emame
şehidlerinin kanının henüz kurumadığına ve Mücca'a'nın kendisiyle hileli bir
barış yapmış olduğuna dikkati çekerek bu evliliğe kızdığını bildirmiştir.
Halid
b. Velid de kendisine bir cevap yazarak, bu evliliğini müdafaa etmiştir.
Medine'de bazı Kureyşliler de Halife ile konuşarak Halid'in bu izdivacını
tabii bulduklarını bildirmişlerdir.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
HALİD B. VELİD'İN IRAK FETİHLERİ
İSLAM
FETİHLERİNİN BAZI HUSUSİYETLERİ
Hz.
Peygamber'in vefatıyla baş gösteren isyan hareketlerinin bastırılması üzerine
Hz. Ebu Bekir, İslam tarihinde yeni bir devrin başlaması için ilk adımı attı.
Halife, Yemame'de Müseylime- tü'l-Kezzab'ı Akraba savaşında ortadan kaldıran
Seyfullah Halid b. Velid'i, bir emir ile Sasani imparatorluğuyla savaşmakta
olan Müsenna b. Harise'ye yardım etmesi için Irak'a gönderdi. Bu emir ile
Halife, yalnızca İslam tarihinin değil, bütün insanlık tarihinin görüp
geçirdiği en büyük ve geniş, süratli ve tesirli, ama asıl bariz vasfı devamlı
ve kalıcı olan fütuhat hareketlerini başlatmış oldu. Bu ilk İslam fetihleri
sayesinde müslümanlar, bütün dünya ile temasa geçmek imkanını elde ettiler.
Böylece Hz. Pey- gamber'in risaletiyle yeniden ve son defa doğan İslam güneşi,
doğudan batıya, kuzeyden güneye, arz-ı meskunun hemen her yerinde yaşayan insan
kütlelerini aydınlatmaya; derin tesirler icra edip bütün beşeriyeti nüfuzu
altına almaya muvaffak oldu. Müslümanların, müşterek bir merkezden emir alarak,
yalnızca fisebilillah (Allah yolunda) niyetiyle ve ilay-ı kelimetullah (Allah
kelimesinin yüceltilmesi) etrafında birleşip Kur'an-ı Kerim'den hız ve kuvvet
alarak gerçekleştirdikleri bu fetihler, insanlık tarihinin gördüğü en mühim
hadiselerden birisi olmuştur. Şahsi hayatında olduğu gibi devlet idaresinde de
daima Rasulullah'a (salla'llâhü aleyhi ve sellem) iktida eden Halife Hz. Ebu
Bekir es-Sıddik, Hz. Peygam- her tarafından temelleri atılmış olan İslam
fetihlerini aynı istikamette devam ettirmeyi, zaruri bir iman borcu bildi.
Onun başlattığı bu harekat, mesuliyet duygusuna ve bilhassa "hak" ile
"batıl"ı ayırma gücü ve dirayetine sahip teşkilatçı Hz. Ömer el-
Faruk'un hilafeti esnasında zirveye ulaştı. Hz. Osman ve Emeviler devrinde de (41-132/661-750)
olanca hızıyla devam etti. İslam fütuhatının büyüklüğünü, genişliğini ve çok
süratli bir şekilde gerçekleştirildiğini göstermek üzere, yalnızca birinci hicret
asrındaki (Miladi 16 Temmuz 622-23 Temmuz 719) gelişmeleri, burada kısaca
zikretmek istiyoruz.
Hz.
Ebu Bekir'in 12 yılı başında (Mart 633) Halid b. Velid'i göndermesiyle başlayan
ve aşağıda geniş bir şekilde ele alacağımız Güney Irak bölgesindeki Fırat
nehri boyunca gerçekleştirilen fetihler esnasında ve sonrasında, müslümanlar
esas itibariyle Sasani imparatorluğu ile mücadele etmişlerdir. Görünüşte ne
kadar büyük olursa olsun bu imparatorluk, fisebilillah ilay-ı kelimetul ah için
cihada başlamış İslam orduları önünde öyle uzun müddet mukavemet edememiş ve bu
asrın hemen ilk yarısında, tarih sahnesinden silinmiştir. Sasanilerin Fırat
üzerindeki ileri ve mühim mevzilerinin ele geçirilmesiyle sonuçlanan Halid b.
Velid'in harekatından sonra, 15/636 yılında, Sa'd b. Ebu Vak- kas
kumandasındaki İslam orduları, İranlılar'la yapılan Kadisiye savaşının sonunda,
Sasani imparatorluğunun başşehri Medain'i fethetti. Bir yıl sonra (16/637) Celûlâ
muharebesi ile İranlılar, Rey (bugünkü Tahran) şehrine çekildiler. 17/638'de Sus
şehri fethedildiği gibi aynı yılda Klıfe ve Basra şehirleri, Hz. Ömer'in
talimatına uygun olarak kuruldu. 19/640'ta Huzistan; 20/641 yılında da Musul ve
Erdebil fethedildi. 21/642 yılında İranlılar'la yapılan Nihavend savaşı, Sasani
imparatorluğunun sonu oldu. Bu büyük savaşa, İslam tarihinde "Fethü'l-Fütlıh"
(Fetihler Fethi) denir ki gerçekten bu zafer, İran'ın tamamının müslümanların
hakimiyetine geçişinin başlangıcı oldu. Nitekim 23/644 yılında Isfahan,
Hemedan, Kirman, Gürcistan ve Dağıstan; 24/644'te Rey, 25/645'te Arrfın bölgesi
ve Tifüs alınarak İran fethi büyük ölçüde tamamlanmış oldu.
32/653
yılında bugünkü Afganistan sınırları içindeki Belh, Herat, Buşenc, Nişabur, Tus
gibi önemli merkezlerden müteşekkil Horasan'a fetih için atılan ilk adımlar,
51/671 yılında bu merkezlerin müslümanların ellerine geçmesiyle neticelenmiş
ve aynı yılda Merv, bir ordugah şehri haline getirilmiş, İranlılar kütle
halinde müslüman olmuşlardır.
53/673
yılında Ceyhun nehrini de geçen müslümanlar, 54/674'te Buhara'yı, 56/675-76'da
Semerkand'ı ele geçirdiler. Maverfıünnehr bölgesinin gerçek manada fethi
Kuteybe b. Müslim tarafından gerçekleştirilmiştir. 86/705 senesinde başladığı
Maverfıünnehr fetihlerini, 96/715 yılında Şaş, Fergana, Hocend gibi büyük
merkezleri ele geçirerek, geniş ölçüde tamamlamıştır. Gerçi bu merkezlerden
bazıları, zaman zaman müslümanların ellerinden çıkmış ise de neticede yeniden
fethedilerek İslam'ın feyiz ve bereketiyle haşır-neşir olmuştur.
Bu
arada müslümanlar, deniz yoluyla Güney Asya'nın mühim kara parçası Hindistan'a
da, daha 44-47/664-667 yılları arasında ayak basmaya başlamışlar, Muhammed b.
Kasım kumandasındaki birlikler ise, 92/711 yılında İndus vadisine girerek Sind
ve Pencab bölgelerini ele geçirmek suretiyle Multan'a kadar ilerlemişlerdir.
Artık
birinci hicret asrının sonunda İslam, doğuda Çin sınırlarına kadar dayanmıştı.
Müslümanların
Arap yarımadasının kuzeyinde Ürdün, Filistin, Suriye ve Anadolu
istikametindeki fetih mücadeleleri ise hep Bizans imparatorluğu ile olmuştur.
Bu istikametteki fetihler de Hz. Ebu Bekir zamanında başlamış ve kahramanımız
Halid b.
Velid
Hazretlerinin büyük rolü olmuştur. İleride genişçe ele alacağımız savaşlardan
sonra Suriye müslümanların eline geçmiş ve Bizans ordusu daha kuzeye çekilmek
zorunda kalmıştır. 17/638'de Antakya, 19/640 yılında Urfa ve el-Cezire bölgesi
İslam hakimiyetine girdi. Müslümanların bu ilk asırdaki Anadolu fetihleri,
daha ziyade doğu ve güney-doğu Anadolu bölgeleriyle sınırlı kalmış olmasına
rağmen, zaman zaman Anadolu'nun içlerine ve batı kısımlarına da akınlar vaki
olmuştur. Mesela 25/646'da Eskişehir, 32/653'te Ankara'ya akınlar olmuş;
89/708'de Eskişehir ikinci defa ele geçirilmiştir. Daha batıda da Bergama'ya
(96/715) kadar uzanan akınlara şahid olunmuştur. Umumiyetle bu asırda, Bizans
ile İslam devleti arasında Toros- lar, tabii bir hudud teşkil etmiştir. Ancak
Anadolu'nun muhtelif bölgelerine tertip edilmiş olan akınlar ile İstanbul'u
fetih teşebbüsleri ve üç defa muhasara edilmiş olması sayesinde müslü- manlar,
bir taraftan Suriye'yi emniyet altına almışlar; diğer taraftan da Suriye'ye,
Mısır'a ve Kuzey Afrika'ya deniz yoluyla gelebilecek Bizans hücumlarını
önlemişlerdir.
Raslılullah'ın
fethini tebşir eylediği İstanbul ise, İslam fetihlerinin öncülüğünü yapan
müslüman Arapların ilk üç asır esnasındaki bütün gayretlerine rağmen İslam'a
açılamamıştır. Oğuz Destanında Türk milletine hedef gösterilen "büyük
nehirler ve büyük denizler"e varmak şeklindeki eski "Türk Kızıl
Elma"sı, bu milletin müslüman olmasından ve fütuhat nöbetini Araplar'dan
devralmasından sonra yeni bir şekle dönüştü; ve Türk'ün ebedi "Kızıl
Elma"sı, "İlay-ı Kelimetullah" aşkı oldu. İşte bu aşk, Cen-
net-mekan Fatih Sultan Mehmed Han Hazretlerine, İstanbul'u fethettirerek
Rasulullah'ın (salla'llâhü aleyhi ve sellem) yok olacağını bildirdiği Bizans'ın
varlığına son verdirdi; "...Kisra ile Kayser'in hazineleri de Allah yoluna
taksim olunacaktır. .. "409 hükmünü icra ettirdi.
İslam
tarihinde Mısır fatihi olarak tanınan Amr b. el-As, 19/640 yılında başladığı
Mısır fethini, 21/642'de İskenderiye'yi, 22/643'te Berka'yı ele geçirmekle
tamamlamıştır. Bir ara elden çıkan İskenderiye, 25/645'te kesin olarak yeniden
fethedilip İslam hakimiyetine alınmıştır.
Mısır
fethini takiben 23/643'te Trablusgarb fethedilmiş ve 50/670 yılına kadar
Cezayir hududlarına ulaşılmıştır. 78/698 yılında Kartaca ve Bizerte'nin kesin
fethi gerçekleştirilmiş ve nihayet 91/710 yılında Mağrib bütünüyle açılarak müslümanlar,
Atlas okyanusuna kadar Kuzey Afrika'nın tamamına sahip olmuşlardır.
İslam
orduları, 91/710 yılında Musa b. Nusayr'ın kumandasında İspanya sahillerinde
görülmüşler, 92/711'de Tarık b. Ziyad kumandasındaki İslam mücahidleri
İspanya'ya ayak basmışlardır. Bu kuvvetler, 92/711 yılında Toledo, Lizbon ve
Kurtuba'yı fethetmişlerdir. 94/712-3 yılında, kısa bir müddet müslümanların
İspanya'daki merkezleri olan İşbiliye ile Saragossa fethedilmiş ve bu asrın
sonunda (100/719), Kurtuba, Endülüs müslümanları için merkez olmuştur. Bu arada
müslüman kuvvetlerinin, Pire- neleri aşarak Fransa'ya tevhid nurundan izler
düşürdüklerini de kaydedelim (95/713).
Akdeniz'deki
adalar, her devirde, askeri ve ticari bakımdan büyük ehemmiyet taşımışlardır.
Esasen müslümanlar, Suriye ve Mısır'ın fethiyle birlikte Akdeniz kıyılarına
ulaşmışlar ve bu topraklardaki hakimiyetlerini takviye etmek ve kendilerine
Bizans tarafından yapılan deniz hücumlarına karşı koyabilmek için ve hatta
Bizans'ı yıkıp İstanbul'u fethedebilmek gayesiyle donanma da techiz
etmişlerdir.
Böylece
denizlerde de gazaya başlayan müslümanlar, 28/649'da Kıbrıs'a, 32/652'de
Sicilya ve Kavsara'ya, 53/673'te Rodos'a, 89/7078'de Balear adalarına,
92/710'da Sardinya'ya ve bu arada Cerbe ve Malta adalarına seferler tertip
etmişlerdir. Kıbrıs'a 33/653-54 yılında yapılan ikinci sefer, adaya müslümanların
yerleşmesi ile neticelenmiş; ada bu asır ve müteakip asırda, hıristiyanlarla
müslümanlar arasında nisbi muhtariyet esasına göre muhafaza edilmiştir.
İslam
fetihleri, müşterek bir imanın, müşterek bir tefekkürün, müşterek bir ahlakın
çeşitli coğrafyalarda ve muhtelif milletlerde vücud bulup yerleşmesini sağladı
ve çok orjinal ve büyük bir medeniyetin doğmasına sebep oldu. Bu fetihler
sayesinde, ilimde, felsefede, teknik sahalarda ve güzel sanatların birçok
dalında orjinal eserler veren ve büyük ilerlemeler kaydeden müs- lümanlar, yalnızca
kendi topraklarındaki insanları değil, başta Avrupadakiler olmak üzere bütün
beşeriyeti tesirleri altına aldılar. Hıristiyan batıyı ortaçağın
karanlıklarından kurtaran rönesans ve reform hareketleri, Avrupa'nın üzerine
doğan bu İslam güneşi sayesinde gelişebildi.
İslamiyet'in
zuhuru esnasında birbirine diş bileyen Arap kabileleri, kısa zamanda Kur'an-ı
Kerim'in irşadı ve Hz. Pey- gamber'in terbiyesi sayesinde,
"Kelimetullah" için kılıç kuşanan idealist ve dinamik bir iman ve
fetih ordusu haline gelmişti. Onların gayretleri sayesinde İslam'ın tevhid
anlayışı nereye ayak basmışsa o topraklar, çeşitli ırk, din ve mezheplerin
sığınıp korunma imkanı bulduğu bir melce olmuştur. Böylece müslü- manlar, belli
bir prensip ve gaye adına giriştikleri cihad sayesinde, yeryüzüne sulh, adalet
ve fazilet getirmişler, adil ve mü- savatçı bir ictimai ahenk ile gittikleri
yerlere Tek Allah fikrinin ve imanının huzurunu da taşıyarak bir yeni dünya
nizamının müjdelerini vermişlerdir.
Hıristiyan
taassup ve barbarlığı ile haçlı zihniyeti emri altına giren engizisyon
faciasının, sekiz yüz yıla yaklaşan İslam hakimiyetini Endülüs'te sona
erdirmesini (Miladi 1492) bir tarafa bırakırsak, bu ilk İslam fetihleri
sonucunda ele geçen ve İslam'a açılan toprakların, bugün de hala İslam
milletleri ve devletlerinin yaşadıkları yerler olduğunu görüyoruz. Bu husus,
İslam fetihlerinin, saman alevi gibi geçici değil, tam aksine devamlı ve
kalıcı, aynı zamanda çok tesirli olduğunun açık ve tarihi bir tezahürüdür.
Dünya
tarihinde eşi bulunmayan bir süratle gerçekleşen bu İslam fetihleri sonucunda,
müslümanların hakimiyetine geçen memleketlerin halkı, İslam dinini kabul etmeye
zorlanmamıştır. Çünkü İslam'da cihad, insanlara zorla İslam'ı kabul ettirmek
için yapılmıyordu. Bu husus, açık Kur'an ayetleri ile sabittir:
"Dinde
zorlama yoktur; artık hak ile batıl iyice ayrılmıştır... " (Bakara 2/256)
"Ve
de ki: Hak Rabbinizdendir; öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin ...
" (Kehf 18/29)
Hz.
Ebu Bekir'in emri ile Halid b. Velid'in başlattığı fetih hareketleri
sonucunda, ele geçirilen bölgelerdeki insanlar, müslüman olmak veya cizye
ödemek şartıyla eski dinlerinde kalmak hürriyetine; her iki durumda da, İslam
devleti hakimiyeti ve himayesi altında yaşama hakkına sahip idiler. Bu esas,
Hz. Pey- gamber'in Tevbe suresinin 29. cizye ayetine istinaden yukarıda ele
aldığımız TebUk seferi esnasındaki tatbikatı örnek alınarak, bu ilk fetihlerde
de daha sonrakilerde de değişmeyen temel bir Kur'ani prensip olarak
uygulanagelmiştir. Cizye ödemek şartıyla zimmi olmayı kabul edenlere, vicdan ve
iman hürriyeti tanınmış, kendi dinlerinde kalmalarına izin verilmiş;
mabetlerine dokunulmamış, ibadetlerine karışılmamıştır.
Cihad,
İslam devletinin hududlarının büyümesini, genişlemesini sağlamakla birlikte,
gayr-i müslirnleri zorla müslüman yapmayı hedef almıyor; onları, yalnızca İslam
devletinin himaye ettiği insanlar statüsüne almakla yetiniyordu. Bir başka
ifade ile onların zorla müslüman olmalarını değil, İslam'a tabi olmalarını;
İslam'a girmeden Allah'a itaat etmelerini sağlıyordu. Esasen zorla dine
girenlerin müslümanlığından, ne kendilerine ve ne de İslam ümmetine bir hayır
dokunmayacağı gibi insanları ölümle tehdid ederek müslüman yapmanın,
münafıklığı körüklemekten ve cemiyette münafıkların sayısını çoğaltmaktan başka
bir neticesi olmayacaktır.
İslam'da
cihad, bir saldırganlık, şuursuz bir imha ve istila hareketi olmayıp prensip ve
gaye yolunda son başvurulan bir çaredir. Zira İslam, barış, güven, dirlik ve
düzen isteyen ve bunları emreden bir dindir. Ancak bu güven, dirlik ve düzen
sulh yoluyla temin edilmezse, beka ve devam kanunları, müslümanları mücadeleye
davet eder, artık bu noktada cihad; körü körüne bir dövüş, bir mukatele değil,
mukaddes bir insanlık vazifesidir. Bir başka ifade ile cihad, beşer nevinin
kıymetleriyle beraber tutunabilmesi yolunda, ilay-ı kelimetullah için girişilen
ve yalnızca Allah yolunda yapılan bir mücahededir. Bu mücahedeyi
gerçekleştiren müslümanların asıl vazifesi, fetihlerden sonra başlamaktadır.
Onlar, İslam'ın yücelik ve büyüklüğünü, medeni ve insani meziyet, haslet ve
üstünlüklerini, yaşanır halde insanlara göstermeye, onlara örnek olmaya
mecburdurlar.
İşte
böylece İslam devletinin himayesi altına alınmış insanlar, hem İslam'ın din
olarak safiyet ve ulviyetini müşahede etmekle ve hem de tevhid potasında
temizlenerek sevgi, adalet, merhamet, insaf ve imanla mücehhez müslümanlarla
temasa gelmekle, doğrunun eğriden, güzelin çirkinden, tevhidin şirkten farkını
müşahhas bir tarzda idrak imkanına kavuşmuşlardır. Artık onlar, memleketin
yeni sahiplerinin müsamahakar, sözüne sadık, eski idarecilerle kıyas kabul etmeyecek
derecede adaletli, insaflı, insan hak ve haysiyetine saygılı olduklarını bizzat
müşahede etmişlerdir. Artık cihad hedefine ulaşmıştır, yalnızca Allah'ın
rızası ve O'nun yolunda girişilmiş olan ve ''yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve
din de tamamen Allah 'ın oluncaya kadar" (Enfal 8/39; Bakara 2/193)
kafirlerle yapılan savaş ve mücahede, ilay-ı kelimetullahı gerçekleştirmiştir.
Fethedilen yerlerde Allah'ın adı; okunan ezan ile, Kur'an ahkamının tatbikatı
ile, dinin esaslarını ve yüceliğini yaymakla, İslam'ın insanlara tebliğ
edilmesine mani olanların saf dışı bırakılması ile, hak, adalet ve iyilik
üzerine tanzim edilen, insanın insana değil, yalnızca Allah'a kul olabileceği
bir idari sistem ile yüceltilmiştir. İlay-ı kelimetullah'ın gerçekleştiği yerlerde
yaşayanlar, kendilerine hiçbir müdahele olmaksızın, iradeleriyle müslüman
olmak imkanına böylece sahip olmuşlar, ülkelerin fetihleri, gönüllerin fethine
müncer olmuştur. Veya yahudi yahudiliğinde, hıristiyan hıristiyanlığında,
mecusi ateşperestliğinde kalmıştır; çünkü hidayet, Allah'tandır...
İslam
fetihlerinin üzerinde en çok durulan ve muhtelif görüşlerin serdedildiği bir
başka yönü de, bu fetihlerin başarı sebepleridir. Nasıl oluyor da çölden çıkan
bir avuç bedevi Arap, tarihlerinde böyle bir muvaffakiyet ve tecrübeye sahip
olmadıkları halde, dünyanın o gün için en büyük iki imparatorluğundan
birisini, birkaç sene içerisinde yıkıp yok ediyor, diğerinin de en değerli ve
verimli topraklarını ele geçirerek, asırlar süren bir mücadeleyi başlatabiliyor;
ta Çin'den Atlas okyanusuna kadarki dünyayı idaresi altına alıp kitapları
Kur'an-ı Kerim'in ahkamını tatbik ile insanları mesud ve bahtiyar edebiliyor?
Onları harekete geçiren gerçek muharrik kuvvet nedir ki ardı arkası kesilmeyen
seferlerle, zaferlerle dünyanın veçhesi değişiyor? Hadisenin asıl mühim bir
başka tarafı da bu büyük fetih hareketlerini hangi güç ve kudret planlıyor ve
tatbik ediyordu? Hangi erkan-ı harp heyetleri, bu savaşların stratejilerini
tayin ediyor, uyguluyor da zafere ulaştırıyordu? Hangi askeri güç, bu büyük
imparatorlukların asırların verdiği tecrübelere sahip çok sayıdaki, talimli ve
nizamlı ordularını, büyük kumandanlarını savaş meydanlarında mağlup
edebiliyordu? Mütevazi imkanlara sahip bu insanlar, bu kadar çabuk, geniş ve
şaşırtıcı bir şekilde devamlı ve kalıcı olabilen böyle büyük bir fethi nasıl
gerçekleştiriyorlardı?
Bütün
bu sorulara, müslümanlar bakımından olduğu kadar, Bizans ve Sasani
imparatorluklarının, siyasi, askeri, dini, ictimai ve iktisadi durumları başta
olmak üzere, her bölge ve memleketin, her din ve mezhebin kendi hususi
şartları ele alınarak çeşitli cevaplar verilmiş; beşer tarihine adını yazdıran
bu büyük inkılap ve hamlenin gerçek sebepleri tespit edilmeye çalışılmıştır.
Hatta bugün biz, İslam fetihlerinin başarı sebeplerini araştıran ve bunların
neler olduğunu, kendi anlayış ve mantalitelerine göre tespit edip ortaya koyan,
bilhassa müsteşrıkların çok geniş ve iddialı bir literatürü ile karşı karşıya
bulunmaktayız.
Bunlardan
mesela, yalnızca İtalyan müsteşrık Caetani'nin, Rasûlüllah'ın (salla'llâhü
aleyhi ve sellem) bu alemden ayrılmasından sonra, geride bıraktığı gerçek
müslümanlann sayısının çok az olduğu; buna mukabil, fetihleri ise bedevi
Araplar'ın gerçekleştirdikleri; onların da yalnızca maddi ve dünyevi menfaatlerini
düşünen ve ganimet arzusuyla yanıp tutuşan zümreler oldukları; bu zümrelerin,
Arap yarımadasının kurak ve yakıcı çöl ikliminden kendilerini kurtarmak üzere,
Sasani ve Bizans imparatorluklarına saldırdıkları ve bu muazzam fetih
hareketlerinde "en ufak bir dini unsur" aramanın abes(!) olduğu;
İslam dini ve Hz. Peygamber'in ise milletinin bu ıstırabını görerek onları bir
din etrafında birleştirdikten sonra kendilerini Arap yarımadası dışına
saldırtmaktan ve silahlı bir muhacereti gerçekleştirmekten ibaret olduğu
şeklinde özetleyebileceğimiz, İslam fetihlerinin başarı sebeplerini bir tek
sebebe irca eden iddia, isnat ve tarafgir yorumları dikkati çekmektedir. Arap
yarımadasında asırlar önce vuku bulmuş olan jeolojik gelişmelere istinad ederek
Caetani'nin ortaya attığı bu görüşleri; ayrıca onun bu iddialarına cevap veren
ve bunları reddeden diğer müsteşrık- ların fikirlerini ele almak, bir tahlil ve
değerlendirmeye tabi tutmak, Halid b. Velid'in hayatı ve şahsiyetini ele
aldığımız bu eserde mümkün değildir. Ancak burada, Ceatani'nin iddialarına cevap
teşkil etmek üzere bir noktaya dikkati çekmek istiyoruz. Mi- laddan yüzlerce
sene önce meydana gelen jeolojik gelişmeler sonucunda çöl haline gelen
topraklardan acaba Araplar, sulak ve münbit topraklara göç etmek için,
ruhlarını tatmin edecek ve kendilerini kuzeye sevk edecek bir dini niçin
bulmamışlar da asırlarca İslamiyet'i beklemişlerdir. Mademki çölden kurtulmak
için onları hemen kolayca birleştiriverecek bir din kafi gelecekti de acaba bu
rolü neden Hristiyanlık üstlenmedi? O Hristiyanlık ki, İslamiyet'ten altı asır
önce doğmuş ve Arap yarımadasının güneyinde Yemen'de ve Necran'da, batısında
Habeşistan'da, kuzeyde Filistin ve Suriye'de, güney Irak'ta mühim merkezlere
ve kütlelere sahip olmuştu. Ayrıca, daha da ilgi çekici olan bir husus,
yarımadanın muhtelifyerlerinde ve bilhassa Necran, Suriye, Filistin ve Irak'ta
birçok Arap kabilesi de hristiyanlaşmıştı. Ancak bu hristiyan Araplar, tarihi
ve zikre değer mühim hiçbir harekette bulunmamışlar; Bizans ve Sasani
imparatorluklarının emrinde esir gibi yaşamışlardır. Caetani'nin nazariyesine
göre, onların hristiyanlığının, ne kendilerine ve ne de diğer Araplar'a bir
faydası olmuştur.
İslam
fetihlerinin başarı sebepleri arasında, tarihi, coğrafi, siyasi, askeri ve
iktisadi birçok unsurun yer aldığında şüphe yoktur. Bilhassa savaşlarda ele
geçen ganimetler ile savaşlardan sonra zimmi statüsüne giren gayr-i
müslimlerin ödedikleri cizye ve haraç vergileri, müsteşrıklar tarafından, mühim
bir muharrik unsur olarak tebarüz ettirilmektedir. İslam dini, hem ganimetler,
hem de vergiler konusunda gayet realisttir. Yüce Allah, savaşlardan sonra elde
edilecek ganimetlerin nasıl dağıtılacağını, 2. hicret yılında, Bedir
gazvesinden sonra inzal buyurduğu Enfal 8/41 ayeti ile bir esasa bağlamıştır.
Cizye ve haracın nasıl taksim edileceğini ise Hz. Ömer, kurduğu Divan
Teşkilatıyla uygulamaya koymuş ve bu gelirleri, İslam'a yaptıkları hizmetlere
göre bütün müslümanlara dağıtmıştır.
Biz,
İslam fetihlerinin esas ve temel gayesinin, Allah yolunda ve O'nun adının
yüceltilmesi uğruna yapılan ve Kur'an-ı Kerim'de yapılması emredilen cihad
olduğuna inanıyoruz. Bu fetih hareketlerinin gerçek amilinin İslam dini
olduğunu görüyoruz. Nitekim Araplar'dan sonra da diğer müslüman milletlerin ve
bu arada bilhassa Türk milletinin, on dört asırlık İslam tarihi içerisinde,
dokuz asır gibi uzun bir müddet esnasında, aynı cihad anlayışı ve ruhuyla
hareket ederek ülkeleri İslam'a açmış olduklarını veya hristiyan haçlı
taassubuna karşı İslam memleketlerini müdafaa ettiklerini biliyoruz.
Diğer
taraftan İslam dini ve Kur'an-ı Kerim, müslümanları yalnızca Allah yolunda ve
ilay-ı kelimetullah için cihada teşvik ve tevcih etmekle yetinmemiş; müminlerin
savaşlarda, hangi niyet ve hedefe göre hareket edeceğini; savaşın nasıl
başlayacağını, savaş esnasında ve sonunda nasıl davranılacağını göstermiştir. "Ben
rahmet Peygamberiyim, ben harp Peygamberiyim " buyuran Raslılullah (salla'llâhü
aleyhi ve sellem) da kendi hayatında bunun canlı örneklerini vermiştir.
Müminlere ise, sadece ona iktida etmekle kalmıştır.
İşte
Hz. Ebu Bekir, Irak fetihlerine Halid b. Velid'i göndermekle Rasulullah'a
iktida eden ilk İslam devleti başkanı olma şerefini kazanmıştır.
İslam
fetihlerinin başarı sebepleri üzerinde durulurken, müslüman Arapların durumu
büyük bir ehemmiyet arzetmekte- dir. Çünkü İslam, kendisine inanan müminlerin
gayretleriyle ve fedakarlıklarıyla yükselecektir.
Müslüman
Araplar, İslam dini ile birlikte yeni bir şahsiyet kazandılar. Onlar, disipline
alışmamış, heyecanlı, kendilerine emir verilmesine razı olmayan, kendi başına
buyruk bir halde çölde yaşamaya alışmış zümrelerdi. Yağma, talan, kabile
asabiyeti ve bunun gibi sebeplerden dolayı ortaya çıkan savaşlar sonucunda,
birbirlerine diş bileyen, cemiyeti kökünden sarsan kan davalarının peşine düşen
sakim bir anlayışın kurbanı idiler.
Hz.
Peygamber, eşsiz ve mümtaz şahsiyeti ile onları, kendilerine güvenilebilen,
kontrol edilebilir insanlar haline getirdi. Din kardeşliği esasına dayanan bir
birlik içerisinde birbirlerine destek ve yardımcı olan, karşılıklı anlayış ve
dayanışma içerisinde hareket eden yeni bir cemiyet teşkil etti. Kabile bağı
ile birbirlerine bağlı olan toplulukları, dine ve imana dayalı, hasbi bir
kardeşlik ve sevgi anlayışı içerisinde yaşayan bir cemaat, bir ümmet haline
getirdi. Onların sahip oldukları kuvvet ve enerjilerini yeni, sağlam bir
hedefe yöneltti. Onların yüzlerini ulaşabilecekleri yerlere, bütün dünyaya
çevirtti.
Müslümanların
en büyük silah ve malzemesi, sarsılmayan, tamaha ve zafiyete duçar olmayan
imanları idi. Onlar en büyük cesareti, İslam dinine, onun Kitabı Kur'an-ı
Kerim'e ve Peygamberleri Hz. Muhammed'e (salla'llâhü aleyhi ve sellem);
onların İslam'ın bütün dinlere üstün geleceği, Bizans ve Sasani devletlerine
hakim olunacağı hususundaki müjdelerine sarsılmaz bir iman ile bağlı olmalarından
alıyorlardı.
Onlar,
yeryüzünde ilay-ı kelimetullah için gayret sarfetmek ve çalışmak üzere Cenab-ı
Hakk tarafından vazifeli kılındıklarına; bu uğurda öldükleri takdirde şehid
olacaklarına; gerçek hayatın ebedi ahiret hayatı olduğuna ve şehadetin de en
büyük mertebe olduğuna; bununla birlikte maddi ve manevi bütün tedbirlerin
alınması gerektiğine inanıyorlardı.
Bizans
ve Sasani devletlerine karşı savaşmaya karar vermek, onların hududlarına
ordular göndermek, mürtecilerle yapılan savaşlara benzemeyen zor ve tehlikeli
bir teşebbüstü. Bu iki devletin orduları, İslam devleti ordusundan sayıca
üstün; mürtecile- rin askeri gücünden de çok farklı ve kuvvetli idi. Ayrıca
onların, savaş gelenekleri de çok güçlü olup iyi yetişmiş ve tecrübeli kumandanları
vardı.
Ancak
müslüman Arapların da bazı avantaj ve kabiliyetlere sahip oldukları bir
gerçekti. Onlar, savaş esnasında çok çabuk hareket edebilen, sade bir hayata
alışık, açlığa ve susuzluğa dayanıklı kişiler oldukları için savaşa giderken
çok az eşya ve yiyecek ile yola çıkıyorlardı. İyi yetiştirilmiş atlara;
kendilerini ve eşyalarını taşıması yanında, sütünü içebildikleri, çölde
gölgesinde istirahat ettikleri, açlığa ve susuzluğa mütehammil develere sahip
olan, binicilikte ve ok atıp kılıç kullanmada usta insanlardı. Bu kabiliyetli
askerlerle müslümanlar, savaş esnasında sabır göstererek düşmanı oyalayıp
yoran veya çok ani baskın yapabilen ordular meydana getirmişlerdir. Ayrıca,
gerek baskınlar esnasında, gerekse bir mağlubiyet vukuunda; düşman askerlerinin
kendilerini takip edemeyecekleri çölü arkalarına almaları, ihtiyaç hissedince
oraya çekilebileceklerini düşünmeleri de onlara bir emniyet sağlıyordu.
Diğer
taraftan müslüman Araplar, bilinen ve tahmin edilenden çok daha fazla, askeri
sahada bilgi, beceri ve maharet sahibi idiler. Onlar, gerek Cahiliye çağında,
gerekse Hz. Peygamber zamanında, bazı Avrupalılar'ın tasavvur ettikleri gibi
savaş tekniğinden habersiz değillerdi. Onların yalnızca kılıç ve ok ile,
çöldeki baskın savaşlarının gereği olan, plansız ve öğrenilecek bir tarafı
olmayan saldırılardan başka bir şey bilmedikleri doğru değildir. Çöl insanı,
daima saldırmayı veya saldırıya hedef olacağını düşündüğü için, gece gündüz
savaşa hazır halde bulunacak şekilde kendisini yetiştiriyordu. Şehir
çocuklarında teşekkül etmeyen bu meleke sayesinde bedevi, çalışmayı, çok iyi
silah kullanmayı, yaşamak için uyanık, güçlü ve sabırlı olmayı öğreniyordu.
Ayrıca Araplar hem komşuları Bizans ve Sasaniler' den, hem de onlara komşu
Gassaniler, Lahmiler ve diğer bazı kabilelerinden, muntazam orduların büyük
savaşlarını da biliyorlardı. Aşağıda ele alacağımız Zu-Kar savaşı, bu hususun
açık delilidir.
İslam
fetihlerinin kalıcı ve devamlı olmasının iki mühim sebebi vardır: İlki, İslam
dininin arzettiği ehemmiyet; diğeri ise müslümanların fethettikleri yerleri en
iyi şekilde idare etmeleridir.
Gerek
kılıçla, gerekse sulh yoluyla fethedilen memleketlerin sakinleri, herhangi bir
zorlamaya maruz kalmadıkları halde, zamanla ve adeta birbirleriyle yarış
edercesine müslüman olmuşlardır. Çünkü onlar, İslam'ı, onun kitabı Kur'an-ı
Kerim'i ve Hz. Peygamber'in yüce şahsiyetini ve sünnetini, müslümanların
şahsında müşahede ederek benimsemişler, sevmişler ve iman etmişlerdir.
İslam,
getirdiği tevhid akidesinin, insanoğlunu nasıl birlik, beraberlik, vicdani
hürriyet, ictimai adalet ve huzura götüreceğini en başta göstermekle işe
başlamıştı. İslam'ın Allah'ı, taştan, tahtadan, çamurdan, alçıdan yapılmış ve
sonra yine bizzat insan tarafından ilahlaştırılmış bir varlık değildir.
İslam'ın Allah'ı, tek kavmin, tek ırkın ve milletin ilahı da değildir. İslam'ın
Allah'ı üçe bölünmüş ve göklerde aranan bir ilah da değildir. İslam'ın Allah'ı,
insana şah damarından daha yakındır; eşi ve benzeri yoktur; tektir, doğmamış
ve doğurmamıştır, din gününün sahibidir; Rahman ve Rahim'dir; ve en önemlisi de
yalnızca müslümanların değil, "Alemlerin Rabbi"dir. Böyle olduğu
için de müslüman- lar, "Sizin dininiz size, benimki bana " (Kafınln
109/6) emri gereğince, çeşitli inanışlara mensup her sınıf ve cinsten, her
renk ve ırktan insanı, Allah'ın yarattığı bir varlık olarak saygı ile karşılamış,
vicdanlara ve imanlara müdaheleyi, kendi imanına hakaret olarak görmüş;
dolayısıyla da sevgi, adalet, merhamet ve insafı, ibadet ölçüsünde aziz
tutmuştur.
Müslümanlar
hem birbirlerine karşı, hem de zimmi statüsüne giren gayr-i müslimlere karşı
kanun önünde eşit ve adaletli; andlaşmalara ve verilen sözlere sadık; onların
can, mal, ırz ve namusları ile mabetlerine saygılı ve hürmetkar idiler.
Aldıkları cizye vergisi karşılığında onları himaye etmişler, bu himayeyi yerine
getiremeyeceklerini anladıkları takdirde, onları haberdar ettikleri gibi,
aldıkları vergileri de iade edebilmek yüceliğini göstermişlerdir.
İslam
fetihlerinin başarı sebepleri arasında, üzerinde en çok durulan iki noktaya
daha temas etmek istiyoruz. Bunlardan birincisi, Bizans ve Sasani
imparatorlukları arasında, İslamiyet'in zuhuru esnasında, yıllarca devam eden
(M. 602-628) muharebelerin, bu iki devleti siyasi, askeri ve iktisadi bakımdan
çok güçsüz ve yıpranmış bir hale düşürmesi; Sasanilerin çöküşünü; Bizans'ın
tükenişini takip eden iktidar boşluğunu ortaya çıkarmasıdır.
İkincisi
ise, Suriye, Irak ve Mısır gibi eyaletlerde, Grekoromen kültürüne sahip
ortodoks hıristiyan Bizans'a karşı ortaya çıkan aleyhte tavır alışlar, aynı
şekilde ateşperest Sasani imparatorluğuna karşı da dahili mezhep kavgaları
yanında, bilhassa Irak'ta yaşayan hıristiyan-Araplar'ın benzer bir tavır
içerisine girmeleridir.
Gerçekten
de miladi VII. yüzyılın ilk çeyreğinde, Arap yarımadasının etrafını kuzeyden
güneye, doğudan batıya çeviren bu iki devlet, kendi aralarında üç asırdan beri
devam etmekte olan bir mücadelenin içerisinde idi. Sasani ordusu önce Antakya'yı,
sonra bütün Suriye'yi işgal ederek 614 yılında Kudüs'ü ele geçirdi ve
hıristiyanların meşhur Haç'ı ile patrikini İran'a götürdü. Sasaniler daha
sonra Mısır'ı işgal ettiler, arkasından da baştan başa bütün Anadolu'yu
geçerek İstanbul kıyılarına kadar ulaştılar. Kur'an-ı Kerim'in Rum suresinin
nazil olması bu safhadadır ve başta Hz. Peygamber olmak üzere bütün müslüman-
lar, Sasaniler'in bu başarılarından memnun değillerdir. Çünkü onların mecusi
olmaları sebebiyle, putperestliğe çok yakın oldukları ve Hz. Peygamber'in,
hayatı boyunca Sasani devletine hep karşı olduğu bilinmektedir. Rum suresinin
ilk ayetlerinde tebşir edilen Bizans'ın Sasaniler'e karşı üstün gelmesi ise,
yapılan büyük birkaç savaş ile başlamış ve Aralık 627 tarihinde, Nino- va'da
Bizans'ın kesin zaferi ile sonuçlanmıştı.
Bu
savaşların, her iki devletin durumunu da sarstığında şüphe yoktur. Ancak, bize
göre onların bu çöküşlerini doğuran sebepler, müslümanların başarılarının amili
değildir. Çünkü bazılarının zevali, başkalarına ortaya çıkma ve beka hakkı
sağlamaz. Ta ki buna liyakat kesbetmiş olsun. Aynı şekilde müslümanların,
Sasani ve Bizans'a karşı zaferleri de, onlar yalnızca Arap oldukları için
kazanılmış değildi. İslam fetihleri ve müslümanların muvaffakiyetleri,
milletlerin, cinslerin ve bunların meziyet ve ayıplarının mücadelesi değildir.
Eğer öyle olsaydı, bu iki devletin topraklarında, efendilerini büyük gören bir
anlayış ve itaat içerisinde yaşayan Araplar vardı. Bu hıristiyan-Araplar, İslam
ordusundan sayı ve silah bakımından daha güçlü ve kuvvetli; ayrıca
Arabistan'dan gelenlere göre de Irak ve Suriye'ye daha yakın ve gelişmeleri
yakından bilir durumda idiler. Eğer bu iki devletin zaafa düşmesi, başkalarının
ortaya çıkmasını sağlayı- verseydi onlar, bu iki devleti yenip, Suriye'yi,
Filistin'i ve Mısır'ı Bizans'tan, Irak ve İran'ı da Sasaniler'den
alıverirlerdi. Halbuki öyle olmadı; bu Araplar değil, müslümanlar zaferi
gerçekleştirdiler. Ayrıca, daha da dikkati çeken bir husus, sayıca ve silahça
üstün olmalarına rağmen bu Araplar, müslümanların önünde mağlup olup hezimete
uğradılar. Bu bakımdan Bizans ve Sasaniler'in aralarındaki savaşların ortaya
çıkardığı durum, İslam fetihlerinin hazırlanmasının ve başarısının bir sebebi
olmaktan daha çok, yalnızca bu fetihleri kolaylaştıran bir unsur olarak kabul
edilmelidir.
Bizans
ve Sasani devletleri, haketmedikleri boş bir gurura kapılarak, kendileriyle
savaşan müslüman Araplar'ı küçük görmek gibi büyük bir hata işlediler. Bu
husus, İslam fetihlerinin zaferle sonuçlanmasında son derecede mühim bir
faktördür. Çünkü bu iki devletin idarecileri, müslümanların zafere ulaşacaklarına
ihtimal vermiyorlar ve onları çok küçük görmek suretiyle kendilerini ihmal
ediyorlardı. Bu iki devlet ricali, yüce bir efendinin gözü ile çöl Arabına
bakıyorlar, onların ya bahşiş veya atıyye, ya da tedibe ihtiyacı olan basit
zümreler olduklarını zannediyorlardı. Onlara göre, eskiden beri bedevi
Araplar'ın yapa- geldikleri baskın ve talandan sonra çöle çekilmeleriydi;
topraklarına girseler bile, onları kolayca sürüp çıkaracaklarını düşünüyorlardı.
Yanıldıklarını anladıklarında ise, yapacakları bir şeyleri kalmamıştı; zira,
İslam akidesinin zaferi gerçekleşmişti...
Arap
yarımadasının kuzey ve kuzey-doğu bölgelerindeki Bizans ve Sasani
topraklarında çoğu hıristiyanlaşmış Arap kabileleri meskundu. Irak'ta Fırat
nehrinin güneyindeki bölgeler ile Arabistan arasındaki Araplar, Hire ve
çevresinde yaşıyorlardı. Miladi 601 yılında, Sasaniler Hire'yi idareleri altına
alarak oradaki Al-i Münzir (Menazir) sülalesinin hakimiyetine son verip
bölgenin idaresini, kendi tayin ettikleri Lahmiler'den olan valilere teslim
ettiler. Hıristiyan olan bu Araplar, Sasaniler'e tabi olarak ve bu devletle
işbirliği halinde, Bizans ve Bizans'a tabi olan Gassaniler'le mücadeleye
giriştiler. Bölgede ayrıca Nabatlılar, Aramiler ve Süryaniler de bulunuyordu.
Bu bölge, Arabistan ile Sasani idaresi arasında, adeta bir tampon vazifesi
görüyordu.
Benzer
bir durum, Arap yarımadasının kuzeyi ile Suriye arasında da söz konusu idi. Bu
bölgelerde yaşayan ve hemen tamamı hıristiyanlaşmış olan başta Gassaniler
olmak üzere birçok Arap kabilesi yaşıyordu. Bizans ile Arabistan arasındaki
tampon bölgede yaşayan Araplar yanında, Filistin ve Suriye'de hemen tamamı
Samiler soyundan gelen Süryani ve yahudi gibi kavimler ile Mısır'da da kıptiler
bulunuyordu.
Bizans
hakimiyeti altında yaşayan bu hıristiyanlar, monofı- zit ve nasturi mezhebinde
idiler. Onlar, ortodoks mezhebinde olan Bizans merkezi idaresi ve kilisesi ile
ciddi ihtilaf halinde bulunuyorlardı. Ayrıca bu insanlarla Bizanslılar
arasında, gelenek, görenek ve bilhassa ırki farklılıkların doğurduğu ciddi
ayrılıklar da vardı. Bizans idaresi, onların dini arzularını tatmin edecek
bir uzlaşmaya karşı idi. Devletin mezhebinde olan Ortodoks- lar ise, monofızitlere
verilmiş olan bazı imtiyazlardan dolayı idareden memnun değillerdi.
Bu
iki imparatorluk yöneticileri çeşitli milletlerden müteşekkil farklı din ve
mezhep mensubu insanlara yaptıkları kötü ve haksız muamele yanında onların dini
anlayışlarına müsamaha göstermemeleri ile de cemiyetlerini temelinden sarsan
çeşitli huzursuzluklara sebep olmuşlardır. Bu arada ahlak bozulmuş; idareciler
ve hakim zümrelerle reaya arasında, kin, düşmanlık ve husumet duyguları
yerleşmişti.
Bölgelerdeki
halkın, Bizans ve Sasani idarelerine karşı en ufak bir dini sempatisi olmadığı
gibi, kendilerini idare edenlerin, adaletten yoksun, verdikleri sözde durmayan,
paraya ihtiyacı oldukça zorla vergi toplayan davranışlarına da diş biledikleri
anlaşılıyordu. Büyük bir kısmı hıristiyan olan bu insanlar, Ortodoks
hıristiyan Bizans'ın dini taassup ve baskılarından da bunalmışlardı. Onların
Bizans idaresine karşı hissettikleri nefret, Ortodoks mezhebine düşman olan
monofizit kiliselerinde dile getiriliyordu.
Bizans
idaresi ve çeşitli mezheplere mensup hıristiyanlar, Suriye ve Filistin'de
yaşayan yahudilere karşı şiddet ve baskıya başvurmayı, dini bir anlayış ve
vazife haline getirmişlerdi. Suriye fetihleri esnasında, Bizans idarecileri
ile yahudiler arasındaki düşmanlık ve münaferet en yüksek noktasına ulaşmıştı.
Yahudiler, tabii olarak Bizanslı efendilerinden nefret ediyorlardı. Onlar,
Bizans'a karşı müslüman fatihleri destekliyorlar ve hatta, zaman zaman fetihler
esnasında onlara yardım ediyorlardı. Bazı yahudi vesikalarında, müslümanların
birer kurtarıcı olarak kabul edildikleri bile ifade edilmiştir. Çünkü sayıları
hiç de az olmayan yahudiler, Filistin ve çevresinde, monofizit ve yakubi
mezhebine mensup hıristiyanlardan daha çok zulüm ve işkence görüyorlardı.
Mamafih
yalnızca yahudiler değil, bütün bu bölgelerde yaşayan her din ve mezhepten,
her dil ve ırktan olan bütün insanlar, müslümanları eski efendilerine tercih;
dini müsamahaları ile tanınmış müslümanlara tabi olmayı, kendileri için bir
kurtuluş çaresi kabul ediyorlardı. Çünkü müslümanlar, cemiyetteki zulüm ve
haksızlığı, baskı ve işkenceyi kaldırıp bunların yerine, adalet ve müsavaatı,
verilen söze sadakati yerleştirmeye çalışıyorlar ve bu hususu, imanlarının
zaruri bir icabı olarak yerine getiriyorlardı. Müslümanlar, idareleri altına
aldıkları insanların dinleri ve dini anlayışlarıyla hemen hiç uğraşmıyor,
onları kendi hallerine bırakıyorlardı.
Böylece
İslam fetihlerinin gerçek başarı sebebi ve bu fetihlerin devamlı ve kalıcı
olmasındaki sır, insanlara tanınan din ve vicdan hürriyeti yanında, adil ve
insaflı bir idareden neşet ediyordu.
« Prev Post
Next Post »