ALLAH'IN KILICI HALİD B. VELİD 1
| |
Hazırlayan:
PROF.
DR. MUSTAFA FAYDA
Tevhid
akidesini temel gaye edinen İslam Dini'nin Saadet Asrı'ndaki mensupları, bu hak
ve hakikat uğruna can feda edercesine gayret sarfetmişler, bu imanı dünyaya
yaymayı bir hayat ve memat meselesi kabul etmişler, Mürşid ve Muallimleri,
Kainat'ın Efendisi Hz. Muhammed Mustafa'nın (salla'llâhü aleyhi ve sellem)
emrinde bu yola baş koymuşlardır. Kur'an-ı Kerim'den feyz alan bu neslin,
Tevhid anlayışını hakim kılmaya müteveccih olan dini, siyasi, askeri, ilmi,
hukuki, iktisadi, bedii, medeni ve harsi faaliyetlerinin incelenmesi; bir
taraftan İslam'ın zuhuruyla birlikte, yerleşik veya göçebe hayatı yaşayan,
cahil ve zalim, kabile asabiyetine esir ve putperest, dağınık ve serkeş Arap
kabilelerinin nasıl taze ve dinamik yeni bir hayata kavuştuklarını; diğer
taraftan, onların; cehalet ve zulmete gömülmüş beşeriyetin önüne, İslami
prensipler çerçevesinde insan haklarını teminat altına alarak, her gittikleri
yere ictimai bir nizam ve ahenk, adalet ve sevgi götürdüklerini gözler önüne
serer.
Bu
altın neslin, askeri sahadaki icraatıyla temayüz etmiş olan en meşhur
şahsiyetlerinden birisi, büyük sahabi Seyfullah Halid b. Velid Hazretleridir.
Bu
kitap, İslam tarihinde kumandan ve fatih olarak haklı ve büyük bir şöhrete
ulaşmış olan Halid b. Velid'in şahsında, İslam'ın ve Kur'an'ın Cahiliye çağı
insanlarını Peygamber Efen- dimiz'in himmetleriyle nasıl terbiye ettiğini ve bu
terbiyenin tesir ve yüceliğini okuyucuya sunabilmek için kaleme alınmıştır. Dünya
harp tarihine geçmiş büyük kumandanlar arasında en başta yer alan Hz. Halid'in
gerçekleştirdiği fetihler sayesinde, miladi VII. yüzyılın başındaki iki büyük
imparatorluktan birisi olan Sasaniler tarih sahnesinden silinmiş; mecusiliğin
ateşi ebediyyen söndürülmüş; diğeri Bizans ise, elini-ayağını Filistin'den,
Suriye'den, güney Anadolu'dan, Mısır ve Kuzey Afrika'dan çekmeye mecbur
bırakılmıştır, ihlaslı bir imanla ve yalnızca Allah için ve O'nun rızasına
uygun olarak ilay-ı kelimetullah aşkıyla başlatılan bu büyük fetih hareketleri
neticesinde, İslamiyet, Araplardan sonra İranlılar, Rumlar, Kıptiler,
Berberiler, Hindliler, Sindliler ve Türkler gibi birçok milletin dini olabilmek
imkanına kavuşmuştur. Diğer taraftan müslümanlar, İslam'a açılan bu
topraklarda yaşayan pekçok milletin, hem kendi milli karakterlerini hem de
dinlerini muhafaza edebilmelerine imkan tanımışlardır. Bilhassa haçlı taassubu
içerisinde yetiştirilmiş olanların, dün de bugün de, hfila anlayamadıkları ve
tatbik edebilme seviyesine henüz erişemedikleri bu dini müsamaha, bu
fetihlerin, İslam'ın kılıç zoruyla yayılmadığının açık bir tarihi delili
olmuştur.
Halid
b. Velid'in hayatı ve askeri faaliyetlerini ele almaya çalıştığımız bu eserin
birinci bölümünde, Kabe ve Mekke şehri ile bu şehrin sak.inleri Kureyş ve onun
kabilesi Mahzum oğulları, ailesi ve bilhassa babası Velid b. Muğire hakkında
bilgi vermek suretiyle onun yetiştiği muhiti, müslüman oluşuna kadarki hayatını,
Hz. Peygamber'e ve müslümanlara karşı, Uhud ve Hendek savaşlarındaki
mücadelelerini, Hudeybiye musalahasındaki tavrını tespit etmeye çalıştık.
İkinci
bölümde, müslüman oluşunu, Hz. Peygamber'in emrinde iştirak ettiği gazveleri
ve seriyyeleri; Üçüncü bölümde, Hz. Peygamber'in bu alemden ayrılmasından sonra
vuku bulan irtica ve irtidad hareketlerinin bastırılması esnasındaki askeri
faaliyetlerini, başkumandanlığa tayin edilmek suretiyle Tuleyha'ya, Temim
kabilesine ve yalancı Müseylime'ye karşı kazandığı zaferleri ele aldık.
Dördüncü bölümde, Hz. Ebu Bekir'in emri üzerine onun Sasani imparatorluğuna
karşı Irak'a gönderilmesini ve Ubülle (Basra) -Hire arasında Fırat nehrinin
güney bölgelerinde gerçekleştirdiği fetihlerini; beşinci bölümde ise, Irak
cephesinden Suriye cephesine intikalini ve Bizans imparatorluğuna karşı kazandığı
zaferlerini, başta Ecnadeyn ve Yermllk meydan muharebeleri olmak üzere İslam'a
açtığı şehirleri; altıncı ve son bölümde ise, onun, Hz. Ömer tarafından
başkumandanlıktan alınmasını ve vefatını yazdık.
Halid
b. Velid hakkında ilk devir İslam tarihi kaynaklarında yer alan rivayet ve
vesikaları ele alıp incelemeye çalıştığımız bu eserde, meşhur tarihçi
Taberi'nin Tarihu'r-Rusul ve'l-Muluk adlı eserinde geniş
bir şekilde yer alan Seyf b. Ömer'in irtidad hadiseleriyle Irak ve Suriye
fetihlerine dair haber ve rivayetlerini azami derecede kullanmamaya itina
ettik; onun rivayetleriyle diğerlerini bu çalışmamızda mukayese etmek cihetine
gitmedik. Bu bakımdan, İbrahim Arcun ile Ebu Zeyd Şelebi'nin çalışmalarından,
zikrettiğimiz konuları ele alırken hemen hiç faydalanamadık. Çünkü Mısırlı bu iki
tarihçi, hem Taberi'nin ve hem de ondan geniş ölçüde Seyfin rivayetlerini alan
İbnü'l-Esir'in tarihlerindeki bu ravi- ye ait haberleri esas almak suretiyle
kitaplarını yazmışlardır.
Hz.
Ömer'in hilafet devrine ait çalışmalarımızın bir safhasını teşkil eden bu
eserin meydana gelmesinde hasbi teşvik ve teklifini esirgemeyen Aziz Dostumuz
Kenan Seyithanoğlu'na, Çağ Yayınları Ticaret ve Sanayi Anonim Şirketi'nin diğer
mensuplarına, kitabın tashihinde yardımlarını hiç eksik etmeyen sevgili evladlarımız
Tuğrul ile Merdan'a gönülden teşekkür ederiz. Değerli okuyucularımızın tenkid
ve ikazlarını teşvik kabul edeceğimizi ifade ederken, Ashab neslinin bu büyük
kahramanı hakkında böyle mütevazi bir çalışmayı yapabilmemize imkan bahşeden
Yüce Yaradan'a hamdederiz
Prof.Dr.
Mustafa FAYDA
Miladi 61O yılında,
Hira mağarasında Cebrail'in Peygamber Efendimiz'e vahiy getirmeye başlamasıyla
birlikte, başta Mekke, Medine olmak üzere Arabistan'ın tamamı ile Irak, İran,
Azerbaycan, Anadolu'nun bir kısmı, Suriye, Filistin, Mısır ve Kuzey Afrika
gibi geniş coğrafyanın, yarım asır gibi kısa bir süre içerisinde, dini ve
siyasi bakımdan büyük değişikliklere sahne olduğunu görüyoruz. İnsanlık
tarihinin gördüğü bu eşsiz, geniş, süratli ve en mühimi de kalıcı fetihlerin
gerçekleşmesini; İslam dininin kıyamete kadar dünya üzerinde daha geniş
coğrafyaya ve daha büyük insan kütlelerine artarak yayılmasını sağlayan merkez
ve mucize şahsiyet, Hz. Muhammed'dir. O, bu alemde, varlığı ve tesirleriyle
canlı bir şekilde devam eden dört manevi miras bırakmıştır ki, bunların her
birisi, kendilerinin peygamberlik vazifesini hakkı ile yerine getirdiğini, bu
hizmeti en iyi şekilde, başardığını göstermektedir. Bunlar: Kur'an-ı Kerim;
Sünnet-i Nebevi, Ashab ve Ümmet'tir.
İslam dininin zuhuru,
şüphe yok ki insanlık tarihinin kaydettiği hamlelerin en dikkat çekici
olanıdır. Tevhid inancına dayanan İslam, bu inancı tevilsiz ortaya koyan bir
yeni hayat nizamının başlangıcıdır. Bu taze ve dinamik hayat, çökmüş veya
çökmeye yüz tutmuş eski medeniyetlere, cehalet ve zulmete gömülmüş, insanlara
yeni bir hamle, yeni bir anlayış, ümid ve heyecan getirmiştir. Aynı zamanda
Peygamberimiz Hz. Muham- med'in (salla'llâhü aleyhi ve sellem) büyük mucizesi
olan Kur'an-ı Kerim, insanların siyasi,
iktisadi, ictimai ve ahlaki itiyad ve amellerinde köklü değişiklikler meydana
getirmek suretiyle, yeni bir nizam ve ahengin kuruluşunu gerçekleştirmiştir.
Kur'an-ı
Kerim, insanın insanlığını hatırlamasını, bu kainatı yoktan var eden Allah'a
iman etmesini, O'nu var ve bir bilmesini, O'na nasıl ibadet ve kulluk edeceğini
öğrenmesini; helali haramdan, iyiyi kötüden, hayrı şerden, güzeli çirkinden
tefrik etmesini; insanın kendisine ve diğer insanlara karşı nasıl davranacağını
belirtmek üzere, yirmi üç yıl esnasında, Allah tarafından Hz. Peygamber'e inzal
buyurulmuştur.
Allah'ın
insanlara hidayet rehberi olarak gönderdiği Kur'an- ı Kerim, veciz ve eşsiz
üslubu ile Hz. Peygamber'in en büyük desteği ve en büyük mucizesi olmuştur.
Hz.
Peygamber, Kur'an-ı Kerim'i öğrenmek, anlamak, uygulamak; insanlara tebliğ
edip anlatmakla mükellefti. O, Kur'an'ı öğrendi, öğretti; ezberledi,
ezberletti; yazdırdı; nesillerden nesillere, zamanımıza ve kıyamete kadar
muhafaza edilmesini sağlayan bütün tedbirleri aldı. Daha da mühimi O'nun,
Kur'an'ın insanın maddi-manevi hayatını tanzim eden bütün esaslarının canlı bir
örneğini, amelleriyle ortaya koymasıydı. "Beni Rabbim en güzel
şekilde terbiye etti " buyururken bu hakikati dile
getiriyordu. Bu tecellinin farkında olan müminlerin annesi Hz. Aişe, kendisine
Rasûlüllah Efendimizin ahlakını
soranlara: "Siz Kur'an okumuyor musunuz? Rasulullah'ın ahlakı Kl;'r'an
ahlakıdır'' diye cevap vermişti.
Hz.
Peygamber'in ikinci manevi mirası olan Sünnet-i Nebevisi, Kur'an'dan sonra,
İslam dininin ikinci ve temel kaynağını teşkil etmektedir. Sünnet, Kur'an
ayetlerinin Hz. Peygamber'in hayatındaki açık ve güzel tezahürlerini, bazı
ayetlerin tefsir ve yorumlarını, iman esaslarının açıklanmasını, bazı
ibadetlerin bir bütünlük haline getirilişini veya ihdasını, hukuki bazı
kaideleri, Hz. Peygamber'in peygamberlik vazifesini nasıl ifil ettiğini, tebliğ
faaliyetlerini, Ashabıyla birlikte maruz kaldığı işkence ve sıkıntılarını,
hicretini, kurduğu devlet idaresine ait haberleri, savaşlarını, günlük ve aile
hayatını ve bilhassa ahlaki öğütlerini ihtiva etmektedir.
Hz.
Peygamber'i gören, onun davasına iştirak eden, iman mücadele ve mücahedesine
kendisinin bu alemden ayrılmasından sonra da devam eden, Kur'an'ı ve İslam'ı
insanlara sunmayı bir vefa ve iman borcu kabul eden, bunun için çile çeken,
çeşitli zorluklara maruz kalan, aile ocağını, toprağını, vatanını terke- den,
gözünü ve gönlünü Allah'ın sevgisi ve vahdaniyetine göre ayarlayan Ashab nesli,
Hz. Peygamber'in merkez şahsiyeti etrafında haleleşen yıldızlardır. Dünya yaratıldığından
beri; hasbi muhabbet, iman ve aşk ile sevmeyi ve bağlanmayı bilen Hatice-
lerden, kahraman, cesur, vakarlı, zahir ve batına nüfuzlu bakış sahibi filim
Alilerden, dirayetli, kararlı, itibarlı, istikrarlı, müdebbir Ebu Bekirlerden,
doğru bildiğini söylemekten, hatasını anlayınca itiraf etmekten çekinmeyen,
mesuliyet duygusu taşıyan, teşkilatçı Ömerlerden yoksun olmamıştır,
olmayacaktır da. Kudret Sahibi Yüce Yaradan, bu güzel vasıflarla mücehhez
insanları, cemiyetlerin içerisinde hep yaradagelmiştir. Ama onlar, Hz. Hatice,
Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer olma şerefine, yüzü suyu hürmetine kainatın
yaratıldığı o büyük Peygamber sayesinde erişmişlerdir. Hz. Peygamber'e iman
ile başlayan bu gelişme, onun terbiyesi altına girmekle tekamüle tabi tutulmuş,
Tevhid mücadelesine iştirak ile imtihan edilip olgunlaşmış, sonunda onun sevgi
ve muhabbetinde filni olunmak suretiyle, insanlığın zirvesine ulaşmıştır.
İslam'ın
yayıldığı bölgelerdeki her topluluk tarafından bir kurtarıcı olarak
karşılanmasının ve mahalli hususiyetlere kendinden bir öz vermesinin sebebini,
şahıslarında Tevhid, hikmet, adalet ve sevgi şuuru taşıyan bu Ashab neslinin
faziletinde aramamız gerekir. Hz. Peygamber'in terbiye edip yetiştirdiği, yeni
bir iman ve aşk ile ilay-ı kelimetullah için cihada, mücadeleye hazırladığı
Ashab nesli ile onların hamiyetli gayretleri sonucunda müslüman olma saadetine
erişen Ümmet-i Muhammed, yani yeni müslüman nesiller, Hz. Peygamber'in diğer
iki manevi mirasının altın halkalarını meydana getirmişlerdir. Kur'an-ı Kerim
ve Sünnet-i Nebeviyi istisna edersek, Hz. Peygamber'in Ashabı ve Ümmeti, onun
en büyük mucizesidir ve bu mucize kıyamete kadar da varlığını devam
ettirecektir.
Ashab
neslini teşkil eden müslüman Araplar, din, iman, kültür ve medeniyet
dalgalarıyla fethettikleri yerlere, yeni bir hayat, yeni bir istikamet, yeni
bir nizam getirdiler. Başta Hıristiyan batı alemi ile Bizans ve Sasaniler olmak
üzere, Asya'da ve Afrika'da yaşayan insanlar, orta çağın karanlıkları
içerisinde yüzerken, İslam dünyası ilimde, felsefede, güzel sanatların bir
çoğunda, ebebiyat ve mimaride, devlet idaresinde, askeri, iktisadi ve . icti-
mai sahalarda, tarihin kaydettiği en ince medeniyetlerden birisini kurmaya
muvaffak oldu.
İşte
biz bu kitabımızda, Ashab neslinin büyük bir şahsiyetini; yaptığı savaşlarla
putları ve puta tapıcıları yok eden, gerçekleştirdiği fetihlerle İslam dinini
Arap yarımadası dışına taşıyan mümtaz, kahraman ve fatih kumandanını, Allah 'ın
Kılıcı Halid b. Velid'in hayatını ve savaşlarını ele almaya çalışacağız.
HALİD
B. VELİD'İN YETİŞTİGİ MUHİT VE
MÜSLÜMAN OLUŞUNA KADARKİ HAYATI
Kabe,
Mekke ve Kureyş
Halid
b. Velid, İslam ve dünya tarihinde, kazandığı meydan savaşları sonucunda büyük
bir şöhrete ulaşmış kumandan sahibidir. O, 8/629 yılı başında müslüman oldu;
17/638 yılında Hz. Ömer tarafından bütün askeri hizmet ve vazifelerinden
azledildi ve 21/642 senesinde vefat etti. Buna göre Hz. Halid, aşağı yukarı ömrünün
son on dört yılını müslüman olarak geçirdi ve büyük kumandanlık şöhretini, üç
yılı Hz. Peygamber zamanında olmak üzere, yalnızca on yıl esnasındaki
savaşlardan sonra elde etti.
O
müslüman olduğu zaman, gerek at ve kılıç kullanma kon usunda, gerekse
emrindeki askerleri sevk ve idarede yetişmiş, kabiliyet ve dirayetini ispatlamış
bir kimse idi. Doğuştan asker olan Halid, Rasûlüllah tarafından kendisine Seyfullah
yani
Allah'ın
kılıcı payesi
verilmeden önce, fıtratında bulunan askeri kabiliyet ve dehasını, mensubu
olduğu Kureyş kabilesi ve onun bir kolu olan Mahzum oğulları arasında,
Mekke'de, geliştirme ve olgunlaştırma imkanını bulmuştur.
Diğer
taraftan Halid b. Velid, hidayete ermeden önce, ailesi ve topyekun Mekkeli
müşriklerle birlikte, Hz. Peygamber'e ve müslümanlara karşı, şiddetli bir
mücadelenin içinde, aktif askeri roller üslenmişti. On dokuz yıl devam eden bu
düşmanlığın ve İslam'dan ve Kur'an'dan uzak kalışındaki ısrarın özünde, hiç
şüphe yok ki, onun içinde bulunduğu muhitin dini, siyasi, icti- mai ve ahlaki
durumundan, ailesinden veraset yoluyla kendisine intikal eden bazı unsurlardan
kaynaklanan bir tavır alış bulunuyordu.
Halid
b. Velid, Mekke'de doğup yetişti. Mekke, Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail
zamanından beri Arap yarımadasının en mühim dini merkezi idi. Bu ehemmiyet,
Kabe-i Muazzama'nın, Ala h'ın emriyle, Hz. Peygamber'in soyundan geldiği bu iki
peygamber tarafından burada inşa edilmesinden beri canlı bir şekilde devam
ediyordu. Araplar, yarımadanın muhtelif bölgelerinden hac ve umre için,
Allah'a ibadet ve Beytullah'ı tebcil için Mekke'ye geliyorlardı.
Arap
yarımadasının kuzey ve güney taraflarının tam aksine,1 Mekke ve umumiyetle
Hicaz bölgesi, yani Taif ve Yesrib (Medine) şehirleri, bedevi ve medeni
hayatın ortasında, nevi şahsına münhasır bir siyasi hayata sahipti. Bu bölge,
eskiden beri siyasi bir otoritenin emri altında idare edilmemiş; ortaçağın
bildiği tevarüs yoluyla elde edilen hükümdarlığı tanımamış; yabancı işgali de
görmemiştir. Hatta bu bakımdan, hicretten sonra tesisine muvaffak olduğu ilk İslam
Devleti dolayısıyla, Hz. Peygam- ber'in bu bölgede devlet kuran ilk şahsiyet
olduğunu görüyoruz.2
Hz.
İbrahim ve oğlu Hz. İsmail'in bina ettikleri Kabe'nin, Tevhid akidesine dayalı
yeryüzünün en eski ve ilk mabedi olduğunu Kur'an-ı Kerim açıkça beyan
buyurmaktadır:
"Doğrusu
insanlar için yeryüzünde kurulan ilk ev, Mekke 'de bulunan alemler için doğru
yolu gösteren mübarek Kabe'dir. Orada apaçık deliller vardır; İbrahim 'in
makamı vardır; kim oraya girerse, güvenlik içinde olur; oraya yol bulabilen
insana, Allah için Kabe'yi haccetmesi gereklidir. Kim inkar ederse, bilsin ki,
doğrusu Allah alemlerden müstağnidir." (Al-i İmran 3/96-97)
Ayrıca
bu iki peygamber, Kabe'yi temiz tutmakla mükellef kılınmıştır:
"Kabeyi,
insanlar için toplanma ve güven yeri kıldık. 'İbrahim'in makamını namaz yeri
edinin' dedik. Evimi ziyaret edenler, kendisini ibadete verenler, rüku ve secde
edenler için temiz tutun diye İbrahim ve İsmail'e ahd verdik. " (Bakara
2/125)
Hz.
İsmail, Kabe ve hac işlerini, bir peygamber olarak idare etmiş; Mekke'nin yerli
halkını teşkil eden Cürhümlü bir kadınla evlenmesi sonucu doğan çocuklardan
Nahit b. İsmail, aynı hizmeti devam ettirmişti. Ondan sonra bu hizmet ve
dolayısıyla Mekke'nin idaresi, Cürhümlüler'den Mudad b. Amr ile Katura'nın
başkanı oldukları iki ailenin eline geçmişti. Bu iki aile, daha önce Mekke'ye
Yemen'den gelmişler, Mudad ve kabilesi Mekke'nin yukarı kısmına; Katura ve
kabilesi ise aşağı kısmına yerleşmişlerdi. Bunların her birisi, kendi
bölgelerinden Mekke'ye giren tacirlerin ticaret mallarından onda bir nisbetinde
vergi alıyor ve birbirlerine karışmıyorlardı. Zamanla bu iki aile geçimsizliğe
düşmüş ve yapılan savaş sonunda Mekke idaresi Cürhümlüler'de kalmıştı.
Cürhümlüler'in
Mekke ve Kabe idaresini ne kadar süre ellerinde bulundurmuş oldukları bilinmemektedir.
Yemen'den ayrılıp kuzeye göç eden ve Mekke civarına gelen büyük Ezd kabilesinin
bir kolu olan Huza'alılar, hayvanları için iyi bir otlak buluncaya kadar,
Harem bölgesinde kalmak için Cürhümlüler' den izin istemişlerdi. Cürhümlüler
onlara müsaade vermeyince aralarında savaş başlamış ve Cürhümlüler'in kesin
mağlubiyetiyle sonuçlanmıştır. Bunun üzerine Cürhümlüler Mekke'yi terk etmek
zorunda kalmışlar, şehrin idaresi Huza'alılar'a intikal etmişti. Bu mücadele
esnasında tarafsız kalan Kureyş kabilesinin esasını teşkil eden Hz. İsmail'in
soyundan gelenlere ise dokunmamışlardı.
Kabe
ve Mekke idaresine ait haberleri çok geniş bir şekilde rivayet eden İbn İshak
(öl. 151/768), Cürhümlüler'in başına gelen bu felaketin sebeplerini
açıklarken, onların azdıklarını, Harem bölgesinin kutsiyetini ihlal
ettiklerini, oraya gelenlere zulüm ettiklerini, Kabe'ye hediye edilen mallara
el koyduklarını belirttikten sonra, Mekke'nin kendisine zulüm ve haksızlık
yapanları, bünyesinden dışarı attığını; bundan dolayı da bu şehre
"nasse" yani "kurutan, ufaltan" denildiğini; ayrıca
"kırmak" manasına gelen "Bekke"nin, Mekke'nin diğer bir
ismi olduğunu; zulüm yapan zalimlerin boyunlarını kırmış olduğundan kendisine
bu adın verilmiş olduğunu zikreder.3
Huza'alılar'ın
Mekke idaresinin, üç yüz veya beş yüz sene kadar devam ettiği rivayet
edilmiştir.4 Ancak bu sürenin, rivayetlerdeki farklılıktan da anlaşılacağı
üzere, biraz mübalağalı olduğu anlaşılmaktadır. Huza'alılar zamanında çok mühim
bir menfi gelişmenin zuhur ettiğini görüyoruz. Hz. İbrahim'in Tevhid inancını
temelinden değiştiren puta tapıcılığın ve birçok putun Kabe'ye
yerleştirilmesinin, putlara kurban kesme adetinin ortaya çıkmasının öncülüğünü,
bu kabilenin başkanı Amr b. Luhayy ihdas etmiştir. O, Suriye'de Belka yakınlarında
Maab denilen yerden, Amfilika'dan Mekke'ye put getirip Kabe'ye dikmiştir.
İslam
tarihi kaynaklarında uzun uzun ve tarih zikredilmek- sizin anlatılan Mekke ve
Kabe'nin idaresine ait haberleri kısaca özetlemeye çalıştık. Şimdi Halid b.
Velid'in mensup olduğu Ku- reyş kabilesinin ve Mahzum oğullarının, bu şehrin
idaresindeki yerlerini ele alacağız. Bu bakımdan Huzaalılar devrine ait daha
fazla bilgi vermeksizin, Kureyş hakimiyetine geçiyoruz.6
Hz.
İbrahim'den itibaren Kabe ve Hac işlerinin, dolayısıyla da Mekke'nin zaman
zaman el değiştiren idaresi, miladi V. yüzyılın ilk yarısından itibaren Kureyş
kabilesine geçmiştir. Hz. İsmail soyundan gelen Kureyşliler'e bu mühim imkanı
sağlayan Kusayy b. Kilab'dır. Asıl adı Zeyd olan ve çocukluğunu babası erken öldüğü
için Mekke'den uzakta, annesiyle birlikte Suriye hududunda geçirdiğinden Kusayy
diye bilinen bu zat, Hz. Peygamber'in büyük dedesinin dedesi yani beşinci
göbekten ceddidir. Hz. Pey- gamber'in ona kadar olan nesebi şöyledir: Muhammed
b. Abdullah b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf b. Kusayy.
Kusayy,
Halid b. Velid'in mensup olduğu Mahzum oğullarının kurucusu Mahzum'un
amcasının oğludur; Kusayy'ın babası Kilab; Mahzum'un babası Yakaza'dır. Kardeş
olan Kilab ile Ya- kaza'nın babaları ise Murre'dir ki Hz. Peygamber ile
Halid'in soyları, yedinci cedlerinde birleşir.
Kusayy,
aynı zamanda, Hz. İsmail soyundan gelen Adnan'ın torunlarından ve Kureyş
kabilesinin kurucusu ve bu kabileye adını veren, Fihr diye de bilinen zatın
altıncı nesilden torunudur. Onun Kureyş'e kadar olan nesebi şöyledir:
Kusayy
b. Kilab b. Murre b. Ka'b b. Lüeyy b. Galib b. Fihr (Kureyş).7
Kusayy,
Huza'alılar'ın son başkanı Huleyl b. Hubşiyye'nin kızı Hubba ile evlendi.
İhtiyar Huleyl, Kabe'nin anahtarlarını kızına veya damadına veriyordu. Onun
ölümünden sonra bu şerefli vazifeyi eline almak isteyen Kusayy, Huza'alılar'dan
büyük bir muhalefetle karşılaştı. Kaynaklarda farklı bir şekilde ve uzun uzun
anlatılan mücadelelerden sonra, Kabe ve Mekke idaresini ele alan Kusayy,
Huza'alılar'ı şehrin dışında, Kabe'den uzak bölgelerde yaşamaya mecbur etti.
Kusayy
Mekke şehrini yeniden kurdu. Bunun için önce Kabe'nin etrafındaki ağaçları
kestirip Kureyş kabilesinin bütün boylarını, her boy için Kabe etrafına yapılan
evlerinde iskan etti.8 Kureyş kabilesinin mühim işlerinin konuşulup karara
bağlandığı Daru'n-Nedve'yi kurdu; Mekke idaresi Kabe'nin muhafazası ve hac
işlerinin düzenlenmesi gibi çok mühim ve Kureyş kabilesinin bütün Araplar
üzerinde manevi bir üstünlük kurmasını sağlayan gelişmelerle yeni bir dönemi
başlattı. Kureyş kabilesini bir araya getirdiğinden dolayı "Mucemmi"
unvanını alan Kusayy, miladi 480 yılı civarında vefat etti.9
Mekke,
sarp ve çıplak iki sıra tepeler arasında çukur bir vadide kurulmuştur. Havası
kuru, iklimi çok sıcak, toprağı kayalıktır. Çok seyrek yağmur yağan bu
şehirde, dağların ormansız, vadinin kayalık olması sebebiyle, seyrek de olsa
muson yağmurları sel baskınlarına sebep olmaktadır. 10 Ziraata elverişli
olmayan bu şehirde yaşayan insanlar, hayatlarını devam ettirebilmek için
ticaretle uğraşıyorlardı. Esasen Kureyşliler, Arabistan'ın muhtelif yerlerinden
hac ve umre ziyaretlerine gelenlerin çeşitli ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri
için de ticaretle meşgul oluyorlardı. Bu bakımdan Mekke, hem dini, hem de
ticari bakımdan mühim bir toplanma merkezi durumundaydı. Mekke ve Kabe'ye karşı
dini ve ticari alakanın asırlarca devam ettiği bilinmektedir. Kusayy, Mekke'nin
yerli halkı hariç, ticaret için buraya gelenlerden onda bir vergi alınmasına
devam ediyordu.
Kureyşliler'in
yazın Suriye'ye ve kışın Yemen'e her yıl kervanlarla ticari seyahatler tertip
ettikleri Kur'an-ı Kerim'de açıkça zikredilmiştir:
"Kureyş
kabilesinin yaz ve kış yolculuklarında uzmanlaşması ve anlaşması sağlanmıştır.
Öyle ise kendilerini aç iken doyuran ve korku içindeyken güven veren bu
Kabe'nin Rabbine kulluk etsinler." (Kureyş 106/1-4)
Kureyşliler,
hudud olmadıkları komşu devletlerden, ticaret kervanlarının serbestçe geçiş ve
ikamet imkanları için çeşitli imtiyazlar elde etmişlerdi. Bizans ve Sasani
imparatorluklarından alınmış olan "Kayser ve Hüsrev teminatı"
yanında, Habeşistan, Yemen, Necid, Gassani ve Hire melik ve emirleriyle de
ticaret anlaşmaları vardı. Filistin'de Eyle ve Gazze limanları ile Suriye'deki
Busra ve Ezriatu'ş-Şam ile Yemen'deki San'a, onların her yıl ticaret için
gittikleri belli başlı mühim merkezlerdi.
Mekke
çevresindeki ticaret ise, açılış ve kapanış tarihleri hacca göre ayarlanan
panayırlarda yapılıyordu. Bu panayırların, Arabistan'ın muhtelif yerlerinde,
her yıl kurulan panayırlarla da irtibatı vardı ve Kureyşliler, buralara da
iştirak ediyorlardı. Mahalli küçük bazı panayırları bir tarafa bırakıp
Arabistan'ın belli başlı büyük panayırlarının kurulduğu yerler ve açıldığı
tarihler incelendiğinde, Mekke'nin, Kabe'nin ve Kureyşliler'in işgal ettikleri
mevki açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu panayırları, adları, yerleri ve faal
oldukları tarihlere göre şöyle sıralayabiliriz:
-
Dlımetu'l-Cendel panayırı: Hicaz Suriye arasında,
Rebiulevvel
ayının 1-15 inci günlerinde kurulurdu.
-
Muşakkar
panayırı: Hecer'de, Cemaziyelahir ayının 1-30 uncu günlerinde kurulurdu. Bu
panayıra, İranlılar deniz yoluyla gelip katılırlardı.
-
Suhar
panayırı: Uman'da, Recep ayının 20-25 inci günlerinde kurulurdu.
-
Deha panayırı:
Recep ayının 30 unda kurulurdu. Bu panayıra, Sind, Hind ve Çin'den de tacirler
gelirdi.
-
Şıhr panayırı:
Mehre'de Şaban ayının 15 inde kurulurdu.
-
Aden panayırı:
Ramazan ayının 1-10 uncu günlerinde kurulurdu. .
-
San'a
panayırı: Ramazan ayının 15-30 uncu günlerinde kurulurdu. Bu panayıra iştirak
edenler, daha sonra, iki panayırdan birisine gitmeyi tercih ederlerdi: Rabiye
veya Ukaz.
-
Rabiye
panayırı: Hadramevt'te Zilkade ayının 15-30 uncu günlerinde kurulurdu.
Mekke
dışında kurulan bu panayırlardan sonra, hac ayından önceki, hac ve yeni yılın
ilk aylarına sıra gelmektedir. Bu aylar: Zilkade, Zilhicce ve Muharrem'dir. Bu
üç ay, aynı zamanda dört haram ayının üçünü teşkil eder, diğeri ise Re-
ccb'dir. Aşağıdaki üç panayırın, Mekke çevresinde kurulduğunu; hac ile
ticaretin beraberce yürütüldüğünü tekrar ifade edelim:
-
Ukaz panayırı:
Zilkade ayının başından itibaren 1-20 inci günlerinde kurulurdu. Ukaz, Arap
panayırlarının en büyüğü ve en meşhuru idi. Bütün arap kabilelerinin ve hacca
gelenlerin iştirak ettiği bu panayıra çok çeşitli mallar getirilirdi. Birçok
kabile şeyhleri ve tacirleri orada buluşurlardı. Kureyşliler, büyük
sermayeleriyle bu panayırdan çok istifade ederlerdi.
-
Mecenne
panayırı: Zilkade ayının 20-30 uncu günlerinde kurulurdu.
-
Zü'l-Mecaz
panayırı: Zilhicce ayının 1-8 inci günlerinde kurulurdu. Hacca katılacaklar
buradan Mina'ya oradan da Arafat'a ayın 9 unda çıkarlardı. Hac esnasında
Mina'da da panayır kurulurdu.
Hac'dan
sonra yeni yılın ilk ayı olan Muharrem'de ise, Hay- her'de Netat; Necid
bölgesinde Yemame'de de Hacer panayırları kurulurdu.
Böylece
Araplarca kutsal sayılan ve bütün düşmanlıkların durdurulduğu haram ayları ile
Kabe ve Mekke'nin Harem bölge olması sayesinde, hem hac hem de panayırlardaki
ticaret, huzur ve emniyet içerisinde icra ediliyordu.
Panayırların
ticaret yanında, siyasi, ictimai ve kültürel bakımdan da ehemmiyetleri vardı.
Bozuk olan kabileler arası münasebetler veya ihtilaflı meseleler, tarafsız bir
yer olan bu panayırlarda ele alınıp çözülmeye çalışılırdı. Edebi sohbetlerin,
güzel konuşmaların yapıldığı, şiirlerin okunduğu gece meclisleri ise, kültür
alış verişine imkan sağlıyordu.12
Kureyşliler
ticaret için kervanlarla yaptıkları seyahatlere katılabilmek, devamlı hareket
halinde olmak için, çocuklarını güçlü, kuvvetli ve dayanıklı yetiştirmeye
itina ederlerdi. Ayrıca kervanların emniyetini sağlamak; bedevilerin kendileri
ve hayvanları için yiyecek bulmak maksadıyla yaptıkları baskınlardan korunmak;
kabile asabiyet ve rekabeti ve bunların ortaya çıkardığı kan davaları
neticesindeki sonu gelmez mücadelelerde savaşmak için, çocuklarına savaşmayı,
kılıç kullanmayı ve ata binmeyi bilhassa öğretiyorlardı.
Kabe'nin
muhafazası ve hac işlerinin idaresi, Kureyş kabilesine büyük bir itibar
kazandırmıştı. Arap yarımadasının muhtelif yerlerinde yaşayan kabileler,
Kureyş'e hürmet ve tazim gösteriyorlar, onları bu manevi işlerin sahibi ve
itaat edilmeye layık kimseler olarak kabul ediyorlar, onların koydukları kaidelere
riayet ediyorlardı. Zulüm ve haksızlığın hakim olduğu Cahiliye devrinde, Kureyş
ileri gelenlerinin "Hılfu'l-fudfil"u kurmaları; zayıfa yardım
edilmesi, mazluma insaf edilmesi, zalimin elinden onun hakkının alınması, üzgün
ve ümidsiz kimselere destek verilmesi gibi ahlak ve fazilete dayanan kararlar
almaları da onların prestijlerini yükseltiyordu.13 Fil vak'a- sında Ebrehe
ordusunun Mekke'ye girmeye muvaffak olamayışı da, Araplar arasında Kabe'nin
kudsiyetinin ve Kureyş'in itibarının artmasına vesile olmuştu.
Kusayy'ın
kurduğu sistemde, Mekke'nin bir emiri yoktu; Kureyş, otorite ve şahsiyetine
güvendiği ve bu vazifeye layık olduğunu gösteren birisi etrafında
toplanıyordu. Kusayy'ın Kabe'nin muhafazası, hac işlerinin takibi ve Mekke'nin
idaresiyle alakalı muhtelif hizmetleri, çocuklarına ve Kureyş'in diğer kollarına
bıraktığını görüyoruz. Onun çocukları ve torunları arasındaki ihtilaflara
temas etmeksizin, Hz. Peygamber'in zamanında, Mekke'deki bu vazifeleri ve hangi
kabileye ait olduğunu şöylece sıralayabiliriz:
Sikaye:
Beni Haşim'in elinde olan bu vazife, hacılara su temin edilmesi içindi; Hz.
Peygamber'in amcası Abbas b. Abdül- muttalib bu hizmeti görüyordu.
Ukab:
Beni Ümeyye'nin elinde olan bu vazife, savaş sırasında ortaya çıkanları ve
bunu taşıyan kimsenin ordu kumandanı olması (kıyade) lazım gelen, kartal veya
karakuş manasına gelen Kureyş'in sancağı idi; Hz. Peygamber zamanında Beni
Ümey- ye'den Ebu Süfyan b. Harb'in uhdesindeydi.
Rifade:
Beni Nevfel'in elinde olan bu vazife, Mekkeliler'den para toplayıp fakir
hacılara yemek vermek vazifesiydi ve el-Haris b. Amir'in elindeydi.
Liva:
Kureyş'in bayrağını taşımak imtiyazıdır.
Sidanet
ve Hicabet: Kabe'nin perdedarlığı, anahtarının muhafazası ve haciblik
vazifeleridir. Bu üç vazife, Abdüddar oğullarından Osman b. Talha'da idi.
Nedve:
Kusayy'ın kurduğu, Mekke'nin ve Kureyş kabilesinin bütün mühim işlerinin
konuşulduğu Daru'n-Nedve'deki başkanlık vazifesidir. Bu vazifenin de yine
Abdüddar oğullarında olduğu rivayet edilmektedir.
Meşura
veya Meşveret: Beni Esed'in elinde olan bu vazife, Kureyş kabile reislerinin
bir işe karar vermeden önce bu işe hakan kimseyle istişare etmeleridir; Hz.
Peygamber zamanında, Taif muhasarasında şehid olan Yezid b. Zem'a'nın
uhdesindeydi.
Eşnak:
Beni
Teym'in elinde olan bu vazife, diyet ve zararların karşılanması idi; Hz. Ebu
Bekir'in uhdesindeydi.
Kubbe
ve E'inne: Mahzum oğullarından Halid b. Velid'in uhdesinde
olan bu vazifeler üzerinde, ileride geniş bir şekilde izahat verilecektir.
Sifaret:
Beni
Adiyy'in elinde olan bu vazife, Kureyş'in yabancılar nezdinde temsil edilmesi
idi; Hz. Ömer'in uhdesindeydi.
Eysar:
Beni
Cumah'ın elinde olan bu vazife, bir işe başlamadan önce, "ezlam" adı
verilen oklarla bir nevi kumar oynamak ve fala bakmaktı; Safvan b. Ümeyye bu
işi yapıyordu.
Hukume
veya Emval-ı Muhaccere: Beni Sehm'in elinde olan bu vazife,
putlara sunulmuş olan malların saklanması idi; el- Haris b. Kays bu işe
bakıyordu.14
Halid
b. Velid'in doğup büyüdüğü, yetiştiği Mekke, yalnızca Cahiliye çağındaki
gelişmeleri yaşamış bir şehir değildi. Burası aynı zamanda, Hz. Muhammed'in
peygamber olarak gönderildiği, tebliğ faaliyetlerinin ve mücadelelerinin
başladığı, Kur'an-ı Kerim'i ilk defa duyup dinleyen ilk müslümanların
yaşadığı şehirdi. Halid b. Velid, Mekke döneminin tamamında ve Hicret'ten
sonraki yedi yıl esnasında, İslam'a bigane ve düşmanca bir tavır içerisinde
olmuştur. Onun geç müslüman olmasına sebep olan husus, hiç şüphe yok ki Kureyş'in
dini anlayışı ile Hz. Peygamber'e karşı düşmanca tavrından ileri geliyordu.
Diğer
taraftan, onun müslüman oluşunu ele alırken de görüleceği üzere, hidayete
ermesinde, Hz. Peygamber'i daha önce tanımasının, belki az da olsa Kur'an-ı
Kerim'i dinlemesinin ve bilmesinin, müslümanlarla mensubu olduğu Mekkeli
müşriklerin mukayesesini yapabilecek kabiliyete sahip olmasının büyük rolü
olmuştur. Nitekim ileride Halid'in Hz. Peygamber'e ve etrafındaki müslümanlara
ısınmakta hiç bir güçlükle karşılaşmadığı görülecektir. Bu bakımdan Halid b.
Velid'in kabilesi Mahzum oğul arına geçmeden önce, Kureyş'in dini durumuna
ve Hz. Peygamber'e karşı takındığı düşmanca tavrın sebeplerine kısaca temas
etmek gerekir.
Mekke'de
Hz. İbrahim ve Hz. İsmail'in tebliğ ettikleri Tev- hid inancının hakim
olmasına; hatta bu inancın gereği olan Kabe'yi "Allah'ın Evi" kabul
edip burasının ziyareti ve hac ibadetinin canlı bir şekilde devam etmesine
rağmen, Kureyşliler zamanla putlara tapar, Allah'a şirk koşar olmuşlardı.
Kureyşliler gibi Arap yarımadasının diğer bölgelerinde yaşayan yahudi ve
hıristiyan olmamış Araplar da putlara tapıyorlardı. Puta tapma udetini Suriye
taraflarından Mekke'ye getiren kimsenin Amr b. Luhayy el-Huzai olduğunu daha
önce belirtmiştik. Putlar Kitabı müellifinin bildirdiğine göre Amr, yakalandığı
hastalıktan kurtulmak için Belka denilen yere giderek oradaki sıcak su pınarında
yıkanmış; oradaki insanların yağmur ve düşmana karşı yardım istedikleri ve
taptıkları bazı putlar görmüş; onlardan aldığı birkaç putu getirip Kabe'nin
çevresine dikmiştir. Onu taklid eden Kureyşliler de, edindikleri putları
Kabe'nin içine ve çevresine yerleştirmeye; putların önünde fal okları çekerek
nasıl hareket edeceklerini ve yapacakları işlerini oklardan çıkan sonuca göre
kararlaştırmaya başlamışlardı. Arabistan'ın muhtelif yerlerindeki kabileler ve
hatta aileler, taşlardan, ağaçlardan, madenlerden yaptıkları çeşitli putları,
bölgelerine, evlerine dikiyorlardı.
Kureyşliler
hac için Kabe'yi ziyarete gelen kabilelerden azami derecede istifade etmek ve
onların alakalarını çekmek için başka kabilelerin putlarını da Kabe ve
çevresine dikiyorlar, onların Kabe'yi ziyaretleri esnasında kendi putlarını da
takdis etmelerine imkan sağlıyorlar; böylece putçuluğun yayılmasına ve yerleşmesine
sebep oluyorlardı. Neticede Kureyşliler, dini hayat ve anlayış bakımından çok
iptidai bir seviyeye düşmüş oldular. Cahiliye çağında Araplar, tabiatın, uçsuz
bucaksız çöllerin, ulu ve çıplak dağların ve kaya parçalarının cinlerle dolu
bulunduklarına; insan üstü güce sahip olan bu varlıkların Allah'ın kızları
olduklarına inanıyorlardı. Hayır ve şer işleri yapmaya muktedir olduklarına
inandıkları bu cinlerin, bulunduklarını zannettikleri yerleri, kurban kesme
yeri haline getiriyorlardı.
Böylece,
başta Kabe ve çevresi olmak üzere, birçok yerde putlar ve tapınakların sayısı
artmış oluyordu.15 Araplar, putlara tapmanın, Allah'a eş koşmanın yanında, bir
tek Allah'ın varlığına inanmaya da devam ediyorlardı. Bu husustaki Kur'an
ayetleri, Arapların bu
anlayışını bize açıkça ifade etmektedir:
"Ey
Muhammed! "Biliyorsanız söyleyin, yer ve onda bulunanlar kimindir?"
de. ''Allah 'ındır" diyeceklerdir; "öyle ise ders almaz
mısınız?" diye sor. "Yedi göğün de Rabbi, yüce arşın da Rabbi
kimdir?" de. "Allah'tır" diyeceklerdir; "öyle ise O'na
karşı gelmekten sakınmaz mısınız?" de. "Biliyorsanız söyleyin her
şeyin hükümranlığı elinde olan, barındıran fakat himayeye muhtaç olmayan
kimdir?" de. "Allah 'tır" diyecekler; "öyleyse nasıl aldanıyorsunuz"
de. " (Mü'minun 23/84-89)
Miladi
610 yılından itibaren Hz. Peygamber, üç yıl kadar ı'iessizce İslam dininin
yayılmasına ve tebliğine çalıştı. Başta yakın aile fertleri olmak üzere,
Kureyş'in temiz, gönülleri açık ve güzel ahlaklı bazı şahsiyetleri ve tacirleri
ile birçok yoksul ve kölenin onun etrafında toplanmaya başladıkları görüldü.
Hz. Peygamber'in bu faaliyetlerine önceleri pek ses çıkarmayan Ku- reyşliler,
Kur'an-ı Kerim'in putlara ve puta tapanlara karşı kesin tavır alan ayetlerinden
sonra büyük bir reaksiyon göstererek Hz. Peygamber'e ve müslümanlara cephe
aldılar. Kureyş'in İslam dinine karşı düşmanlığının temelinde; Kur'an-ı
Kerim'in, putları ve puta tapıcılığı yıkması, insanları eski batıl dinlerini
terk etmeye, atalarının yolundan ayrılarak eşi ve benzeri olmayan bir tek
Allah'a iman etmeye davet etmesi hususundaki kesin tavrına muhalefetin
bulunduğunu görüyoruz.
Kureyşliler,
putperestliğin yıkılması sonucunda, bütün Arap kabileleri nezdinde elde etmiş
oldukları dini üstünlük ile ticari nüfuz ve menfaatlerinin kaybolacağından
endişe duyuyorlardı. O sıralarda, Zemzem kuyusunu bulması üzerine Kureyş'in
lideri olan Hz. Peygamber'in dedesi Abdülmuttalib'in vefatından sonra,
liderlik mevkiini ele geçiren Ümeyye ve Halid'in kabilesi Mahzum oğulları,
rakipleri Haşim oğullarının yeniden nüfuz ve itibar kazanacağından ciddi bir
şekilde endişe ediyorlardı. Ab- dülmuttalib'den sonra, Ficar savaşlarında
Kureyş'in lideri, Omeyye oğullarından Harb b. Ümeyye idi. Onun ölümünden sonra
ise, oğlu Ebu Süfyan'ın biraz genç biraz da beceriksiz olması sebebiyle
yerine, bir başka kabileden, Mahzum oğullarından Halid'in babası Velid b.
Muğire geçti.
Öte
yandan putların ortadan kaldırılmasıyla Arapların Mekke'ye artık
gelmeyecekleri, dolayısıyla da ticari hayatın duracağı endişesi Kureyşli
zenginleri huzursuz ediyordu. Esasen onlar, riyasetin ilk şartı olarak servet
ve çok erkek çocuğa sahip
olmayı
esas alıyorlar; bu bakımdan Hz. Muhammed'i (salla'llâhü aleyhi ve sellem) peygamber
olarak kabul etmek istemiyorlardı. Bu arada Hz. Pey- gamber'e karşı hissedilen
haset, kıskançlık ve rekabet hisleri de, bazı Kureyş ileri gelenlerinin ona
iman etmelerine mani oluyordu. Bu kıskançlığın dikkati çeken iki misalini,
ileride, Halid'in kabilesini ele alırken, amcasının oğlu Ebu Cehil ile babası
Velid b. Muğire'de açıkça göreceğiz.
Hz.
Peygamber ve Kur'an-ı Kerim, insanları güzel ahlaka ve fazilete davet ediyordu.
Kureyşliler ise, ahlaksızlık, zulüm ve haksızlık içerisinde yüzüyordu. Kur'an-ı
Kerim, onların bu kötü ve çirkin hallerini en açık bir üslupla teşhir ve tenkid
ediyor, yaptıklarını yüzlerine vuruyordu.17
Diğer
taraftan Kureyşliler, ölümden sonraki ebedi hayata, yaptıklarından hesaba
•çekileceklerine inanmıyorlar veya inanmak istemiyorlardı. Cahiliye devrinin
kötü alışkanlıklarından, haksız kazanç ve aşırı faizlerle sermayenin insanları
ezmek için kullanılmasından, içki, kadın ve sefahatten dolayı hesap vermeyi
düşünmek bile istemiyorlar; putlara yaptıkları adaklar ve kestikleri
kurbanlarla kurtuluvereceklerini zannediyorlardı. Halbuki Kur'an-ı Kerim,
insanların yaptıkları her şeyi Allah'ın görüp gözettiğini, insanların dünyada
yaptıklarından dolayı hesaba çekileceklerini, insanı ürperten, yürekleri oynatan
bir üslupla beyan ediyordu.18 Kureyş'in zenginleri ve ileri gelenleri,
servetlerini istedikleri gibi kullanmalarına^mâni olan, ahlaki değerlere ve
faziletlere bağlı kalmayı esas alan Kur'an'ı kabul etmek istemiyorlar, günlerini
gün etmeyi, kötü alışkanlıklara devamı tercih ediyorlardı. Hele, insanın
öldükten sonra dirileceğini, elindeki kudret ve kuvvetin, servetin alınıp
yaptıklarından adaletle hesaba çekileceğini beyan eden bir din ve onun
peygamberini ve kitabını kabul etmeye hiç yanaşmak istemiyorlardı.
Kabile
anlayışının hakim olduğu toplumlarda, dedelerden ve babalardan tevarüs edilen
örf, adet ve geleneklere büyük bir ehemmiyet verilir; bunlara karşı çıkanlara
şiddetle muhalefet edilir; gerekirse savaş bile yapılırdı. Kureyşliler için de
puta tapıcılık aynı şekilde kabul ediliyor; atalarının dinlerini ter- ketmek
istemiyorlardı. Onlar, "atalarımızı bunlara ibadet eder
bulduk; onlardan nasıl vazgeçelim?" diyorlar; Kur'an-ı
Kerim de onlara "Gelin Allah'ın indirdiği Kitab'a ve
Peygambere uyun " buyuruyordu: ''Atalarımızı
üzerinde bulduğumuz yol bize yeter, derler; ya ataları bir şey bilmeyen ve
doğru yolda olmayan kimseler idiyseler?" (Maide 5/104).
Yine Kur'an-ı Kerim, puta tapanların da putlarının da cehennemlik olduklarını
ilan ediyordu:
"Siz
ve Allah'tan başka taptıklarınız, cehennemin odunusunuz, oraya gireceksiniz.
" (Enbiya
2 1/98)
Hz.
Peygamber'in davetini engellemek için münazara ve tartışmalara girişmek
suretiyle başlayan ve alaya almak, iftira atmak, sövmek, boykot etmek, dövmek,
işkenceye tabi tutmak ve hatta öldürmeye kadar varan Kureyş'in düşmanlıkları,
müslümanları Mekke'yi terkedip önce Habeşistan'a, sonra da Hz. Peygamber ile
birlikte Medine'ye gitmeye mecbur etmiştir. Mücadele bununla da kalmamış,
Kureyşli müşriklerle Hz. Peygamber ve müslümanlar, Bedir, Uhud, Hendek,
Hudeybiye ile bu mücadeleyi ta 8 yılı Ramazan ayında Mekke'nin fethine kadar
yirmi yıl müddetle devam ettirmişlerdir.
Halid
b. Velid'in Kabilesi Mahzum Oğul arı
Halid
b. Velid, Kureyş kabilesinin on kolundan birisini teşkil eden Mahzum
oğullarına mensuptur. Bu kabile, Hz. Peygam- ber'in risfiletle
vazifelendirilişi esnasında, Mekke'de mühim bir mevki işgal ediyordu. Bu
kabilenin belli başlı şahsiyetlerini, Ha- lid'in dedesi, amcaları, amcalarının
çocukları, babası ve kardeşlerini kaynaklardaki bilgiler çerçevesinde ele
almaya çalışacağız. Bu arada, bu kabile mensuplarının İslam davetine, Hz.
Peygamber ve ilk müslümanlara karşı tavırlarını bilhassa tebarüz ettirmek
suretiyle, Halid'in hangi atmosferde yaşadığına dikkatleri çekeceğiz.
Kusayy'ın
Mekke idaresi ve Kabe ile alakalı hizmetleri Ku- reyş'in kolları arasında nasıl
dağıttığını ele alırken zikrettiğimiz üzere, Mahzum oğulları, Kubbe ve E'inne
vazifelerini yerine getiriyordu.
Kubbe:
Çadır
manasına gelen bu kelimenin ifade ettiği vazife, savaş zamanında bir çadırın
kurulması ve Kureyşliler,in orduyu techiz için getirdikleri savaş
malzemelerini ve paraları burada toplamaktı. Bilindiği üzere o sıralarda
Araplar'ın, kurulmuş düzenli orduları yoktu; bir savaş vukuunda hemen hazırlığa
geçilirdi.
E'inne:
"At
geminin dizginleri" manasına gelen il İnan"ın çoğulu olan bu
kelimenin ifade ettiği vazife ise, savaşta Kureyş ordusundaki süvari birliğine
kumandanlık edilmesidir. 19
İbn
Abdi Rabbih, III, 267 (İbnü'l-Kelbi'den rivayet edilmiştir.) yelerin toplanması gayesine matuf tamamen askeri
bir imtiyaz olarak tarif ve tavsif edilmektedir. " Fakat bu güzel açıklamanın ardından
gelen onun aşağıdaki ifadeleri bizi şaşırtmıştır:
"Başkumandana
has imtiyazların bu şekil bir alt taksime tabi tutulması imkanını reddetmeksizin,
bu çeşit vazifelerin bazı modern yazarların tahmin ettiği gibi, sulh zamanında
sadece dini merasimlere inhisar ettiğini düşünmek de mümkündür. Bu hale göre,
herhalde "Tahtı Revan ", put için büyük şemsiye olmalıdır; dini bir
merasim dolayısıyla böylece putu taşıyan atı dizginlerinden tutup sevkeden ise
şehrin "süvari kumandanı " olması gerekir. Sulh ve sükuna karşı bir
tehdidin vukuu halinde acaba halkı silah altına çağırmak için "Tahtı
Revanı " kurmak, bunun içine bir "put " yerleştirmek ve şehir
veya kabilenin düşmanı tarafından puta karşı girişilecek bir saygısızlık ve
tecavüzden onu korumak için tediyeler talep etme yolundan daha müessir ne
olabilir?'120
Değerli
filim Hamidullah, yukarıya aldığımız yorum ve tahminlerini, ne bir kaynağa ne
de bir araştırmaya istinad ettirmektedir. Ancak biz, Kubbe ve E'inne'nin yani:
'çadır
ve dizgin' vazifesinin bazıları tarafından tasavvur edildiği şekilde harp
sanatı ile hiç bir alakası yoktur. Artık anlaşılmayan ve eski olan bu unvan
Cahiliye devrinde Arabistan'daki dini merasim ile alakalı idi. Kubbe 'küçük ve
taşınabilir çadırdan', yani kabilenin ongununu ihtiva eden ve devenin sırtında
merasim ile nakledilen mahfeden başka bir şey değil idi. Reisler veya ileri
gelenler, birbiri ardından kıymetli yükü taşıyan hayvanın dizginini
çekiyorlardı. Bu imtiyazın yalnız Halid b. Velid'e mahsus olmadığını söylemek,
onun şerefini asla eksiltmez"
şeklindeki bir anlayışı, papaz müsteşrik
Lammens'in
yazılarında görüyoruz. Hamidullah'ın "bazı modern yazarların tahmin ettiği
gibi" ifadesinden, biz, onun Lammens'i kastettiğini zannediyoruz. Ancak
Hamidullah'ın, böyle bir araştırmacının "tahmin"i üzerine yeni
tahminler yapmak suretiyle, "Kubbe ve E'inne" vazifelerinin yalnızca
askeri değil, aynı zamanda güya dini bir vazife olduğunu ileri sürmesini doğru
bulmuyoruz. Araplar, müslüman olduktan sonra kaleme aldıkları birçok eserde,
Cahiliye dönemindeki hayatlarını olduğu gibi aktarmaya; İslam Dininin kökünü
kazıdığı putperestlik ile putların, bunlarla alakalı Cahiliye çağı kültürünün
bize aynen aktarılmasına dikkat etmişlerdir. Bu haberlerde biz, Kubbe ve
E'inne'nin dini bir vazife olduğunu göremiyoruz. Burada mühim bir nokta,
Lammens'in, bu şekildeki görüşü, niçin uydurduğunun tespitidir.
Bu
noktayı en iyi şekilde anlayan ve ona gerçekten güzel ve ilini bir cevab veren,
yukarıda, "Kubbe ve E'inne" üzerindeki yorumuna iştirak etmediğimiz
M. Hamidullah'dır. Hamidul- lah'ın tespitine göre müsteşrik H. Lammens, "Mekke
Kureyşliler'i korkak ve ödlek kimselerdi. Bunlar kervanlarını korumak ve aynı
zamanda harp vukuunda da istihdam edilmek üzere zenci askerlerden müteşekkil
ücretli muvazzaf (devamlı) bir Ordu teşkilatı kurmuşlardı" iddiasındadır.
O, bu iddiayı, hem kaynakların iyi kullanılmadığını, hem iddia sahibinin lisan
bilgisinin zayıflığını, hem de "Ehabiş"lerin Habeşli zenciler
olmadığını tespit ederek cevaplandırmış ve bu uydurma tezi reddetmiştir. 22
Fakat,
Hamidullah'ın
"Ehabiş"ler üzerindeki bu haklı tespiti, Kubbe ve E'inne vazifelerinde
İslam düşmanı olan bu tarafgir papazın uydurduğu yoruma yeni yorumlar
getirmesi konusunda kendisini yadırgamamızı engellemez.
Bize
öyle geliyor ki, H. Lammens, "Ehabiş"ler hakkındaki görüşleri gibi,
Kubbe ve E'inne'nin dini vazifeler olduğu hakkın- daki uydurma görüşlerini de,
hiçbir kaynağa dayanmadan sırf Kureyş kabilesinin "korkak ve ödlek"
olduğunu ileri sürebilmek için ortaya atmıştır.
İbnü'l-Kelbi'nin
rivayetinde zikredilen bir diğer husus ise, doğrudan doğruya Halid b. Velid ile
ilgilidir. Buna göre, Mah- zum oğullarına verilen bu iki vazifeyi, Hz.
Peygamber zamanında, kabilesi adına Halid b. Velid'in yerine getirmekte
olduğudur. Kaynağın bu haberini, o sıralarda Mekke'de süvari kumandanlığı yapan
Halid'in yanında İkrime b. Ebi Cehil'in de bulunduğuna dikkati çekerek
Hamidullah: "Şurası hakikattir ki bu iki şahıs, yakın akrabadır; daha
genç ikincisi belki de muavin olarak mülahaza edilmiştir "23 şeklinde
yorumlamaktadır.
Kubbe
ve E'inne gibi iki mühim askeri vazifeyi bu kabilenin uhdesinde bulundurmasını
M. Akkad, Kureyş'in üç mühim gücü, üç kabilede idi; dini güç Beni Haşim ve
Abdüddar'da; siyasi güç Beni Umeyye'de; askeri güç ise Mahzuru oğullarındaydı
şeklinde değerlendirmiştir. 24
Cevad
Ali, kaynak göstermeksizin, Halid b. Velid'in, Kubbe ve E'inne vazifeleri
yanında, Kureyş'in elçilik (sefaret) vazifesini de deruhte ettiğini
yazmaktadır.25 Adiyy kabilesinin elinde bulunan bu vazifenin, Hz. Ömer'in
müslüman olmasından sonra, bazan Mahzuru oğullarınca yerine getirilmiş olduğunu
düşünebiliriz. Habeşistan'a hicret etmiş müslümanları Mekke'ye geri getirmek
için gönderilen Kureyş heyetinde, Halid değil, ama bir başka Mahzumi'nin
bulunduğunu ileride göreceğiz.
Mahzum
oğullarının Kureyş'in süvari birliğine kumandanlık vazifesini üzerine almış
olması; hiç şüphe yok ki, Halid gibi doğuştan askerlik ve kumandanlık
kabiliyetlerine sahip olan birisinin, çocukluğundan itibaren ata binmeyi,
kılıç ve mızrak kullanmayı, savaşı ve ordunun idaresini en iyi bir şekilde ve
tabii olarak öğrenebileceği bir aile ve kabile muhitinde yaşadığını bize
göstermektedir.
Mahzum
oğulları, diğer Kureyş kabileleri gibi, aynı zamanda ticaretle meşgul
oluyorlardı. Esasen Kureyşliler, Hicaz bölgesin-de yaşayan Araplar'dan hem daha
zengin hem de ticaret işlerinde çok becerikli idiler; hatta onların hemen
tamamı, ticaretten başka bir iş de bilmiyorlardı. Onlar için şu anlayışın
yaygın olduğu ifade edilmiştir: "Bir kimse Kureyşli de, tacir değilse,
onda iş yoktur. '126 Halid'in yaşadığı sıralarda Kureyş kabilesi içerisinde
Abdüşems (Ümeyye) ve Nevfel oğulları ile Mahzum oğulları; ticaret hususunda
Abdülmuttalib ve Haşim oğullarına üstünlük sağlamışlardı. Mahzum oğulları,
Mekke'nin en zenginleri oldu- lar.27 Onların zenginliklerini gösteren en meşhur
kimse, ileride uzun olarak kendisinden bahsedeceğimiz Halid'in babası Velid b.
Muğire'dir.
Mekke'de
fikir ve görüşlerine itibar edilen birçok mühim şahsiyetin, Mahzum oğulları
arasında yetişmiş olduğunu bazı örneklerle ele almak istiyoruz.
İbn
İshak'ın rivayetine göre, Hz. Peygamber otuz beş yaşlarında iken (takriben
Miladi 605 yılı), Kureyşliler Kabe'yi yeniden bina etmeyi kararlaştırmışlardı.
O sıralarda Kabe, harçsız taşlarla bir adam boyundan biraz yüksek bir vaziyette
idi ve damı da yoktu. Bazı rivayetlerde ise, yangın tehlikesi atlatmış veya sel
baskınına uğramıştı. Kabe'nin duvarlarını yükseltmek, dam ilave etmek ve
Kabe'ye ait kıymetli eşyaları hırsızlardan korumak için bu kararı almışlardı.
Rivayete
göre, Hz. Peygamber'in babası Abdullah'ın dayısı ve Mahzum oğullarından meşhur
bir kimse olan Ebu Vehb b. Amr, Kabe duvarından bir taş aldı; taş elinden
sıçrayıp yerine dönünce Ebu Vehb şu konuşmayı yaptı:
"Ey Kureyşliler!
Kabe'nin yapılışında kazancınızın ancak helalinden sarf edin. Masrafa bir
fahişenin ücreti, riba geliri (yani faiz) ve zulüm yoluyla bir kimseden alınan
para karışmasın!"
Ebu
Vehb'in bu konuşması, kendisine büyük bir itibar kazandırdı; o, şerefli, adil,
cömert, mert ve asil bir soydan geldiğini ifade eden şiirlerle medhedildi.28
İbn Hişam, bu konuşmayı Ha- lid'in babası Velid b. Muğire'nin yaptığını
söyleyenlerin bulunduğuna işaret eder ve bunu kabul etmez.
Ebu
Vehb b. Amr'ın bu konuşması yanında Mahzum oğullarının Kureyş nezdindeki
mevkiini ve zenginliğini gösteren en önemli husus, Kabe'nin Hacer-i Esved ile
Rükn-i Yemani arasındaki dörtte bir kısmının bu kabile tarafından
yaptırılmasının kararlaştırılmasıdır.29 Gerçi İbn İshak'ın rivayetinde, bu
kısmın yalnızca Mahzum oğullarınca değil, onlarla birlikte Kureyş'ten
kendilerine iltihak eden diğer kabilelerle birlikte inşa edecekleri ifade
edilmiştir.30 Buna rağmen, onların, Kabe'nin yeniden inşaa- sında mühim bir
mevki işgal ettiklerini ifade etmemize mani bir durum bulunmamaktadır.
Kabe'nin
yeniden inşaasındaki Beni Mahzum'un yeri bunlardan ibaret değildir.
Kureyşliler Kabe'yi yıkmaktan çekiniyorlardı. Bunun üzerine Halid'in babası
Velid b. Muğire, yıkma işine kendisinin başlayacağını ilan edip eline kazmayı
aldı; "Ey Allah'ım! Burası korkulacak yer değildir; (veya biz sapıtmadık)
Allahım! Biz ancak iyilik ve hayır istiyoruz" deyip Kabe'nin duvarına
çıktı; kabilesine verilen kısımlardan birazını yıktı. Kureyşli- ler, yıkma
işine hemen başlamayıp bir gece beklediler; Velid'in başına bir şey gelirse
Kabe'yi yıkmaktan vazgeçip eski haline getireceklerini; bir şey gelmezse
yıkmaya başlayacaklarını kararlaştırdılar. Ertesi gün Velid sapasağlam kalkıp
yıkım işine devam edince, Kureyşliler de onunla birlikte yıkmaya başladılar.31
Kabe'nin
yeniden bina edilişi tamamlanınca, Hacer-i Es- ved'in bulunduğu hizaya
gelindiğinde, Kureyş boyları arasında, mukaddes taşın kimin tarafından yerine
konulacağı hususunda anlaşmazlık zuhur etti; her boy, bu taşı kendilerinin yerine
koymasını istiyordu. Bu ihtilaf o kadar büyüdü ki, sonunda birbirlerinden
ayrılıp aralarında andlaşmalar yaparak savaşa hazırlandılar. Abdüddar
oğulları, ölünceye kadar beraberce savaşmak üzere Adiyy boyu ile, ellerini içi
kan dolu bir kazana batırmak suretiyle yemin ettiler. Bundan dolayı onlara
"kan yalayıcıları" (La'a- katu'd-dem) adı verilmişti. Birkaç gün
devam eden bu karışıklıktan Kureyş'i kurtaran bir teklifi, o sırada Mekke'nin
en yaşlısı olan Ebu Ümeyye b. Muğire ortaya attı. Ebu Ümeyye Kureyşli- ler'e
şunları söyledi: "Ey Kureyşliler! Anlaşamadığınız bu işte, Mescid-i Haram
'ın şu kapısından ilk giren kimseyi aranızda hakem yapın; o da bu işi bir
sonuca bağlasın. '" Kureyş bu teklifi kabul edip beklemeye başladı.
Bilindiği üzere, ilk giren şahıs, o sıralarda Kureyş'in Muhammedü'l-Emin diye
isimlendirdikleri Peygamber Efendimiz oldu. Meseleyi kendisine arzettiler,
bunun üzerine Hz. Muhammed (salla'llâhü aleyhi ve sellem) her kabileden bir
kişinin ucundan tuttuğu cübbesinin üzerine aldığı Hacer-i Esved'i yerine
koydu. Mahzum oğulları adına cübbenin bir tarafından tutan, Halid'in
amcalarından Ebu Huzeyfe b. Muğire idi.32
Bu
mühim hadisede, Mahzum kabilesinden dört kişinin zik- redildiğini görüyoruz.
Bunlardan Ebu Vehb b. Amr ile Halid'in amcalarından Ebu Huzeyfe b. Muğire
hakkında fazla bilgiye rastlayamadık. 33 Diğer iki Mahzumlu'dan birisi onun
babası Velid, diğeri ise, yine amcalarından Ebu Ümeyye b. Muğire'dir.
Adı
Huzeyfe olan ve Ebu Ümeyye künyesi ile bilinen bu zat, şeref ve mevki
bakımından olsun, servet ve cömertlik cihetinden olsun Kureyş ve Mahzum
oğulları arasında pek meşhur birisi idi. Onunla beraber yolculuğa çıkanlar,
yanlarına azık almazlardı. Onun bu cömertliğinden dolayı kendisine
"Zadu'r-rakb" (yolcuya azık veren) derlerdi. İslamiyet'in zuhurundan
önce, ticaret için gittiği Şam'da Serv Subayın denilen yerde öldü. Bu zat, Hz.
Peygamber'in dedesi Abdülmuttalib'in damadı, Hz. Peygamber'in de eniştesi idi.
Ebu Ümeyye, isimleri Atike olan dört kadınla evlenmişti; bunların birisi de Hz.
Peygamber'in halası Atike bint Abdülmuttalib idi. Hz. Peygamber, onun vefatından
çok sonra, ilk müslümanlardan ve Habeş Muhacir- ler'inden olan kızı Ümmü Seleme
ile evlenmek suretiyle, kendisinin damadı da olmuştur. Ebu Ümeyye, Mekke'de
Ebu Vedaa ile halka bal şerbeti içirirdi.34
Mahzum
oğulları, Kusayy'ın çocuklarından Abdümenaf ile Abdüddar oğullarının Hicabe,
Liva, Sikaye ve Rifüde vazifeleri hususundaki ihtilaflarında, Abdüddar
oğullarının yanında yer aldılar. Bilindiği üzere Kusayy'ın torunları arasındaki
bu ihtilaf, Kureyş'i ikiye ayırdı. Abdümenaf oğullarını tutanlara, birbirlerinden
ayrılmamak ve yalnız bırakmamak üzere Mescid-i Ha- ram'da kokulu su dolu bir
kazana ellerini batırdıktan sonra Kabe'ye sürüp yemin ettiklerinden dolayı
"Mutayyebfın" (koku sürülmüşler) lakabı verildi. Hz. Peygamber'in
kabilesi Beni Haşim de bu ittifaka dahildi.
Abdüddar
oğullarını tutanlara ise, birbirlerinden ayrılmamak ve yalnız bırakmamak üzere
Kabe'nin önünde yemin ettiklerinden dolayı "Ahlaf (müttefikler) lakabı
verildi. Halid'in kabilesi Mahzum, bunlar arasında yer aldı.
Her
iki müttefik zümre, kabilelerin birisini, rakiplerinden bir kabile ile savaşmak
üzere tespit edip eşleştirdiler. Buna göre iki ittifakı teşkil eden kabileler
ile savaşacağı rakip kabile şu şekilde ortaya çıktı:
Ahlaf |
Mutayyebim |
1-Abdüddar Oğulları |
1-Esed Oğulları |
2- Sehrn Oğulları |
2-Abdürnenaf
Oğulları |
3- Curnah Oğulları |
3- Zühre Oğulları |
4- Adiyy Oğulları |
4- Haris Oğulları |
5- Mahzurn Oğulları |
5- Teyrn Oğulları |
Ayrıca
her kabilenin, diğer ittifakta yer alan rakibi kabileyi yok edinceye kadar
mücadele etmelerini ve savaşmalarını kararlaştırdılar. Fakat sonradan sulh
oldu ve savaştan vazgeçtiler. Ancak her iki ittifakın mensupları, yaptıkları bu
andlaşmaları ve ettikleri yeminleri İslamiyetin zuhuruna kadar bozmadan devam
ettirdiler.
"Mutayyebun"
ile "Ahlaf' zümreleri arasındaki rekabet ve düşmanlığın tesirlerini ve
izlerini, İslamiyet'in zuhurunda, Mah- zum oğullarının, onlardan da bilhassa
Halid'in babası Velid ile amcası Hişam'ın oğlu Ebu Cehil'in Hz. Peygamber'e
karşı olan düşmanlıklarında açıkça görüyoruz. Halid'in babası Velid'i yine sona
bırakarak, önce Ebu Cehil'i ele alalım.
Ebu
Cehil, Velid b. Muğire'nin kardeşi, Halid'in en meşhur amcalarından Hişam b.
Muğire'nin oğludur. Hişam, Mahzum oğullarına mensup olmakla birlikte, Cahiliye
çağındaki kahramanlığı ve zenginliği yüzünden o kadar büyük bir şöhrete ulaşmıştı
ki, Kureyş'e, "Hişam'ın kabilesi" (hayyu Hişam) denilmeye
başlanmıştı. O, Ficar savaşında Mahzum oğullarının kumandanı idi; buradaki
başarılarından dolayı kendisi, "Batha Kahramanı" (Farisu'l-Batha)
diye anıldı. O öldüğü zaman, Mekke çarşısı üç gün açılmadı ve bir tellal:
"Efendimizin cenazesinde hazır olunuz!" diye halkı onun cenaze
törenine çağırdı. O sıralarda bir takvim başlangıcı tespit etmemiş olan
Kureyşliler,36 Hişam'ın öldüğü yılı, tarih başlangıcı olarak kullandılar.37
İşte
Ebu Cehil, Hişam'ın yedi çocuğundan birisi idi. Asıl adı Amr b. Hişam, künyesi
Ebü'l-Hakem olan bu acımasız İslam düşmanına "Ebu Cehil" künyesini
Hz. Peygamber verdi. Hz. Peygamber'in şairi Hassan b. Sabit onun hakkında:
"Halk, onu Ebü'l-Hakem diye künyeledi; ama Allah onu, Ebu Cehil (cehlin
babası) diye künyeledi " beytini söylemiştir.
Ebu
Cehil, akıllı, dirayetli; babasının ve kabilesinin servet ve şöhretini devam
ettiren birisiydi. Hz. Peygamber ile aşağı yukarı yaşıt olan Ebu Cehil'in
Mekke'de Kureyş içerisinde de büyük bir nüfuzu vardı. Kırk yaşında üye
olunabilinen Daru'n-Nedve'ye o, otuz yaşında kabul edilmişti.38 Esasen Hz.
Peygamber zamanında, Beni Ümeyye ve Beni Mahzum'dan birçok kimse, serveti,
şöhreti ve zekası ile Daru'n-Nedve'de aktif rol oynuyordu; babasından sonra
Ebu Cehil de bunlar arasında yer aldı. Hatta o, Halid'in babası Velid'in,
hicretten üç ay kadar sonra ölmesinden itibaren de Kureyş'in reisi oldu.
Ebu
Cehil, şahsi kabiliyetleri ve sahip olduğu çeşitli imkanları ile, hem
kendisini, hem de kabilesini liderlik ve şeref bakımından Beni Haşim'e rakip
görüyordu. Fakat, Allah fazilet ve üstünlüklerin en yücesi olan peygamberliği,
Beni Haşim'den Hz. Muhammed'e (salla'llâhü aleyhi ve sellem) ihsan edince,
Cahiliye çağı anlayışıyla beslenen bu rekabetin dengesi bozuldu; Mahzum
oğullarından bir çoğu gibi, Ebu Cehil de, Muhammedi davete karşı çıktı. Onun ve
onun gibilerinin düşmanlıklarının temelinde, Cahiliye taassubundan tevarüs
ettikleri kabile asabiyeti büyük rol oynuyordu. Ebu Cehil'in aşağıdaki
sözleri, İslam'a ve Kur'an'a karşı çok sert ve acımasız düşmanlığının, bu
taassubdan kaynaklandığını; Hz. Peygamber'in Beni Haşim'den olduğunu
çekemediğini ve kıskançlığını çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır:
"Muğire
b. Şu 'be, Hz. Peygamber'i tanıdığı ilk gün, Ebu Cehil ile Mekke sokaklarında
dolaşırken, Hz. Muhammed'e rastlarlar. Hz. Peygamber:
-Ey
Ebü '[-Hakem! (Ebu Cehil'e hitaben) Allah 'a ve O'nun Elçisine gel; ben seni
Allah 'a davet ediyorum, dedi. Bunun üzerine Ebu Cehil:
-Ya
Muhammed! Sen, bizim ilahlarımıza dil uzatmaktan vazgeçiyor musun? Sen, yalnızca
bizim, senin tebliğ vazifeni yerine getirdiğine şahitlik etmemizi istemiyor
musun? İşte biz de şahitlik ediyoruz ki sen tebliğ vazifeni yerine getirdin.
Eğer söylediklerinin gerçek olduğunu bilseydim, vallahi sana tabi olurdum,
dedi. Bunun üzerine Rasulullah (salla'llâhü aleyhi ve sellem) yanımızdan
ayrıldı. Daha sonra Ebu Cehil bana döndü ve:
-Vallahi,
ben onun söylediklerinin gerçek olduğunu biliyorum; fakat, Kusayy oğulları,
"Hicabe vazifesi bizimdir" dediler; biz de "kabul" dedik.
Yine
onlar, "Nedve'nin başkanlığı bizimdir" dediler; biz de ''peki"
dedik. Bundan sonra onlar, "Liva vazifesi bizimdir" dediler; biz de
"olur" dedik. Yine onlar, "Sikaye hizmeti bizimdir"
dediler; biz de ''peki" dedik. Sonra onlar halka yemek yedirdiler; biz de
yedirdik; öyle ki onlarla başabaş giden at gibi yarışıp duruyorduk ki onlar:
-Peygamber,
bizdendir, deyiverdiler. Hayır! Bunu, Allah'a yemin ederim ki asla kabul
etmeyeceğim. "39
Ebu
Cehil bu sözlerinde yalnızca Beni Haşim'i değil, Kusayy ve Abdümenaf
oğullarının hepsini kendi kabilesine rakip gördüğünü ifade ederek "Ahlafa
bağlı olduğunu gösteriyordu.40
Hz.
Peygamber, bütün insanların müslüman olması için çalışıyor, tebliğ vazifesini
eksiksiz yerine getiriyordu. Bu arada Rabbine dualar ediyor, İslam'ın ve
Kur'an'ın zaferi için bazı kuvvetli şahsiyetlerin hidayetini O'ndan niyaz
ediyordu. Ayrıca Rasulullah, müslümanların eza ve cefaya maruz kaldıklarını,
işkenceye tabi tutulduklarını görüp üzülüyordu. Onun hidayetini istediği
kimseler arasında, Ebu Cehil de vardı. İlk müslüman- lardan Hahhah b. Eret,
Rasulullah'ın şöyle dua ettiğini bizzat işitenlerdendi:
Bu duadan nasibi olan, Allah'ın
hidayetini müyesser kıldığı Hattab oğlu Hz. Ömer oluyor, Ebu Cehil'in
nasipsizliği tecelli ediyor
Mahzum
oğullarının o sıralarda Mekke'deki hakim zümreyi teşkil etmesi, Ebu Cehil'in
Hz. Peygamber'e en büyük düşman olmasına ve bu düşmanlığın öncülüğünü ve
militanlığını yapmasına sebep olmuştur. Mekke döneminin hemen bütün hadiselerinde
Ebu Cehil'i veya onun çok basit ve seviyesiz tuzaklarını, hainane ve zalimane
işkencelerini görüyoruz.
Hz.
Peygamber'in amcası Ebu Talib'e giden ve Rasfilullah'ın kendi putlarına dil
uzatmasından dinlerini kötülediğinden, akıllarının azlığını, baba ve
dedelerinin sapıklık içerisinde ölüp gittiklerini ileri sürmesinden ve
Kur'an-ı Kerim'den şikayet eden ilk Kureyş heyeti içerisindeki on kişiden
birisi Ebu Cehil, diğeri de Velid b. Muğire idi.42
Mekke
döneminde en fazla çile çeken Yasir'in hanımı Sü- meyye, Mahzum oğullarından
Halid'in ve Ebu Cehil'in amcaları Ebu Huzeyfe'nin kölesi idi. Yemenli olan
Yasir onunla evlenmiş ve Ammar ile Abdullah adlı iki çocukları doğmuştu. Hepsi
müslüman olan bu aile, Mahzum oğulları tarafından en ağır işkence ve zulme
maruz bırakıldılar, İslam tarihindeki ilk şehid Y asir' i bu kabile mensupları
öldürdüler. Ebu Cehil, kadınlara karşı çok sert ve zalim biri idi; insanlık
tarihinin en çirkin cinayetini işledi. Kocası şehid edilmiş olan Sümeyye
Hatun'un işkence gördüğü yere uğrayan Ebu Cehil, bu polat gibi imanlı müslüman kadına:
"Sen ancak yüzünün güzelliğinden dolayı Muhammed'e aşık olup müslüman
oldun" diyerek hakaret etti. Kocasını ve oğlunu kaybeden ve imanını ilan
etmekten çekinmeyen bu iffetli Hatun, Ebu Cehil'e hakaretle karşılık vermekten
kendisini alamadı. Kin ve nefret dolu Ebu Cehil, Sümeyye'nin bir bacağını bir
deveye, diğerini de bir başka deveye bağlatıp kanlı harbesini kadının önüne
saplayıp onu şehid etti. Sümeyye, kocasından sonra İslam dünyasında şehadet
şerbetini içen ilk müslüman oldu.43
Ebu
Cehil asıl kötü şöhretine, Hz. Peygamber'e yaptığı eza ve cefa ile ulaştı. O,
Rasulullah'ın (salla'llâhü aleyhi ve sellem) Kabe'de namaz kılmasına mani
olmaya çalışır; kimsenin onun okuduğu Kur'an ayetlerini dinlemesini istemezdi.
Yüce Allah, onun söyledikleri ve yapmak istedikleri ile kendisinin akıbeti
hakkında Alak suresinin 9-19. ayetlerini inzal buyurmuştur:
"Namaz
kılan kulu engelleyeni gördün mü? Haydi söyle bakalım, o kul doğru yolda ise
veya Allah 'tan sakınmayı emrediyorsa? Söyle bakalım, ya o namaz kılanı
engelleyen yalanlıyor ve haktan yüz çeviriyorsa? O, Allah
'ın her şeyi gördüğünü bilmedi mi? Hayır, hayır! Eğer o bu inadından
vazgeçmezse, and olsun ki, Biz, onu perçeminden, yalancı ve günahkar
perçeminden yakalayıp cehenneme sürükleriz. O zaman,
adamlarını çağırsın; Biz de zebanileri çağıracağız. Ey doğru yolda olan
Muhammed! Sakın ona uyma! Rabbine secde et ve O 'na
yaklaş!"
Ebu
Cehil'in Hz. Peygamber'e reva gördüğü eza ve cefa yalnızca bu gibi
fiillerinden ibaret değildi. O, Allah Bir'<lir diyen o yüce insana hakaret
eder, hatta çok çirkin sözlerle söverdi. Böyle bir terbiyesizliği sonucunda Hz.
Hamza'nın müslüman olması pek meşhurdur. Hadisenin cereyan şeklini, Mahzum
oğullarını ilgilendiren tarafı da olduğu için, kaynağımızdan özetleyerek takip
edelim:
"Bir
gün Ebu Cehil, Safa tepesinin yanında Rasulullah 'a rastladı; ona sövüp saydı.
Dinini ve peygamberliğini küçümseyen hakaret dolu sözler söyleyip onu yine
incitti ve üzdü. Bir kadın söylenenleri duyup üzüldü. Az sonra avdan dönen
Hamza 'yı, Kabe 'yi tavaf etmek için oradan geçerken gördü; yeğeni Hz. Pey-
gamber'e Ebu Cehil'in yaptıklarını anlattı:
-
Ey Hamza,
yeğenin Muhammed'e biraz önce Ebu Cehil'in yaptığı hakareti keşke bir duysaydın
... O, yeğenini şurada otururken gördü, ona sövüp saydı; sevmediği şeyleri
söyledi, onu incitti; sonra da çekip Kabe'ye gitti. Muhammed ise ona hiç cevap
vermedi.
Hamza
kadının anlattıklarına çok kızdı; içerledi; Ebu Ce- hil'i bulup dövmeyi
kafasına koydu. Doğruca Mescid-i Haram'a girdi; Kureyşli ileri gelenlerle
oturan Ebu Cehil'e doğru ilerledi; yanına varınca yayını kaldırıp onun başına
indirdi ve onu yaraladı; sonra da:
-
Sen,
Muhammed'e sövüp sayarsın ha! İşte ben de onun di- nindeyim; onun dediklerini
ben de söylüyorum. Elinden gelirse bana da cevap ver, bana da söv de seni
göreyim, diye onu tehdid etti.
O
sırada Mahzum oğullarından bazıları, Ebu Cehil'e yardım etmek için harekete
geçtiklerinde Ebu Cehil onlara:
-
Hamzayı bırakın onun hakkı var; çünkü yeğenine çok fena bir şekilde sövüp
saydım, dedi ".45
Daha
sonra Ebu Cehil'in Hz. Peygamber'i öldürmeye teşebbüs ettiğini de görüyoruz.
O, birgün Hz. Peygamber'e çok kızdı; onun bilhassa putlar aleyhindeki kesin
tavrı ile putperestlerin cehennemlik olacağı hususundaki Kur'an ayetlerini devamlı
okumasını içine sindirememişti. Kureyş'in ileri gelenlerine, Hz. Peygamber'in
üzerine Kabe'de namaz kılarken ağır bir taş atıp başını ezmek suretiyle onu
öldüreceğini; onların da kendisini Abdümenaf oğullarına karşı isterlerse
korumalarını, istemezlerse ele verebileceklerini söyledi. Ertesi günü yanına
ağır bir taş alıp Hz. Peygamber'i beklemeye başladı. Her zamanki gibi
sabahleyin Mescid-i Haram'a gelen Hz. Peygamber, Hacer-i Esved ile Rükn-i
Yemani arasında, önüne Kabe'yi alıp Kudüs'e doğru namaza durdu. Kureyşliler Ebu
Cehil'in ne yapacağını merakla takip ediyorlardı. Hz. Peygamber secdeye
varınca Ebu Cehil taşı alıp ona doğru ilerledi. Ancak yanına yaklaşınca, benzi
sararıp elleri taşın üzerinde kasılmış bir halde kaçıp geri döndü; taşı elinden
atıp Kureyşliler'in yanına gitti. Kendisine ne olduğunu sorduklarında:
"Dün
size anlattığım gibi onu öldürmek için kalktım. Yanına yaklaştığımda, onunla
benim aramda, önüme bir erkek deve çıkıverdi, inanın bu devenin kafası, boynu
ve dişleri gibisini, hiçbir devede görmedim. Deve beni yemek istedi " diye
cevap verdi.
Sonradan
bu vak'ayı soranlara Hz. Peygamber: "O, Cebrail idi; Ebu Cehil yaklaşsaydı
onu alıp götürürdü " buyurdu.46
Ebu
Cehil'in yaptıkları anlatmakla bitecek kadar az değildir. Onun, Hz. Ömer'in
müslüman olmasına gösterdiği reaksiyon;47 Hz. Peygamber ve müslümanlara karşı
Kureyş'in kararlaştırdığı boykottaki aktif rolü; 48 Hz. Peygamber ile alay
etmesi;49 ölüm yatağında iken amcası Ebu Talib'i ısrarla imana davet
eden Hz. Peygamber'e, yine bir Kureyş heyeti ile mani olması;50 Hicret'ten önce
Daru'n-Nedve'de Kureyş ileri gelenlerine Hz. Peygamber'in öldürülmesi kararı
için baskı yapıp yol göstermesi 51 ve diğer düşmanca faaliyetleri 52 hep aynı
küfür çizgisini ısrarla takip ettiğini ortaya koyan fiilleridir.
Ebu
Cehil'in Mekke devrindeki düşmanlıkları Hicret ile sona ermemiş; bilakis
artarak devam etmiştir. O, Hz. Peygamberi öldürmek için aldırdığı Daru'n-Nedve
kararını tatbik etmek imkanını bulamamasından ötürü meydana gelen gazap ve
kinini, bir kadından intikam almak suretiyle dindirmeye teşebbüs edecek kadar
alçalmıştır. Hicret yolunda Hz. Peygamber'e refik olan Hz. Ebu Bekir'in kızı
Esma, başına gelenleri şerefli bir hatıra olarak, şöyle dile getirmiştir:
Rasulullah (s. a.s) ve Ebu Bekir (R.A.) Mekke'den çıktıklarında, Kureyş'ten
birkaç kişi bize geldiler; aralarında Ebu Cehil de vardı. Evimizin önünde
durdular. Bunun üzerine kendilerinin yanına çıktım. Bana:
-Baban
nerede? Ey Ebu Bekir'in kızı, diye sordular; ben de onlara:
-
Vallahi, ben babamın nerede olduğunu bilmiyorum diye cevap verince, çok kötü
ve mikrop bir kimse olan Ebu Cehil elini kaldırdı ve yüzüme, kulağımdan küpemi
düşüren bir şamar indirdi. 53
Hz.
Peygamber Hicret ettiği yılın Ramazan ayında, Hz. Hamza'nın kumandanlığında
otuz kişilik bir seriyye tertip edip Siyfü'l-Bahr'e, Suriye'den dönecek Ebu
Cehil başkanlığındaki Kureyş ticaret kervanını takip için gönderdi. Ancak,
Mecdi b. Amr el-Cüheni'nin aracılığı sonucunda çatışma olmadı.54
Ebu
Cehil, Bedir gazvesinde sözü en çok geçen Kureyş lideri idi. Bilindiği üzere,
Bedir savaşından önce, Hz. Peygamber'in halası Atike, Kureyş'in başına büyük
bir felaketin geldiğini rüyasında görmüş; bu rüyasını, o sırada henüz Mekke'de
bulunan kardeşi Abbas'a anlatmıştı. Abbas da yakın bir arkadaşına bu rüyayı
nakletmesi sonucunda Mekke'de herkes bu rüyayı konuşmaya başlamıştı. Ebu Cehil,
Atike'nin rüyası üzerine Abbas'a şu nutku atarak Bedir'deki acı sonunu
hazırladı:
"Ey
Abdülmuttalib oğulları! Erkeklerinizin peygamberlik iddiasıyla yetinmediniz
de, sıra şimdi kadınlarınızın peygamberlik iddiasına mı geldi? Atike uykuda
şunu şunu gördüğünü (görmüşse tabii) iddia ediyor. Bu sebepten sizin için üç
gün bekleyeceğiz. Şayet dedikleri doğru çıkar da olursa ne ala! Lakin üç gün
geçer de bir şey vuku bulmazsa, ailenizin Araplar içinde en yalancı oldu-
ğunuyazacağız!" 55
Suriye'ye
büyük bir ticaret kervanıyla gitmiş, olan ve Hz. Peygamber'in dönüşte kervanı
basacağını habtr alan Ebu Süf- yan'ın yardım isteği Mekke'ye ulaşınca,
Atike'nin rüyası zuhur
etmiş oldu. Artık Ebu Cehil, Kureyş ordusunun her şeyidir. Be- dir'e katılmak
istemeyenlerle en sert mücadeleyi o yapmaktadır. Hz. Peygamber'in amcası ve en
büyük düşmanı Ebu Leheb'in savaşa katılmak istemeyişine son derece kızan Ebu
Cehil, onun verdiği cevaplardan çekinip müslüman oluvereceğinden korkarak
ısrar etmekten vazgeçmek zorunda kaldı.56
Ensar'dan
Sa'd b. Muaz, Bedir gazvesinden önce, umre yapmak üzere Mekke'ye gelmişti.
Medine'ye geldiğinde kendi evinde kalan yakın dostu Ümeyye b. Halefin evine
misafir oldu. Ebu Cehil, Ümeyye'nin yanına gelip Sa'd'ı misafir ettiğini
görünce:
Bunun
üzerine Sa'd, Ebu Cehil'e şöyle cevap verdi:
-İstediğini
söyle! Ancak unutma ki, kervanınızın yolu bizden geçer!
Ebu
Cehil'e söylenen bu tehdidkar sözleri doğru bulmayan Ümeyye Sa'd'a:
-Ebu
Cehil'e böyle demekten vazgeç; çünkü o, bu bölge halkının efendisidir! dedi.
Bunun üzerine Sa'd, Hz. Peygam- ber'in "Ümeyye b. Halefi mutlaka
öldüreceğim " buyurduğunu hatırlatınca, Ümeyye son derece korktu ve
Bedir'e iştirak etmek istemedi. Ebu Cehil, Ümeyye'yi tahrik etmek ve savaşa
katılmasını sağlamak üzere, arkadaşı Ukbe b. Ebu Muayt'ın eline içinde tütsü
bulunan bir buhurdanlık verdi; kendisi de bir sürme ve sürmedanlık alarak
Ümeyye'nin evine gittiler. Ukbe, buhurdanlığı Ümeyye'nin altına soktu ve şöyle
dedi:
-
Tütsülen, çünkü sen bir kadınsın! Ebu Cehil de:
-
Sürme çek, çünkü sen bir kadınsın, diyerek onu tahrik ettiler ve Bedir'e
iştirakini sağladılar.57
Bedir
gazvesinde Kureyş ordusunun yüz süvarisi vardı; bunun otuz tanesi, Mahzum
oğullarına aitti; ayrıca bu kabilenin iki yüz devesi, dört veya beş bin miskal
altın ve yiyecek yardımı bulunuyordu.58
Ebu
Cehil, Medine'ye doğru hareket eden Kureyş ordusunu savaşa teşvik ediyor;
ordunun yemek ihtiyacını, Mahzum oğulları adına hep o karşılıyordu.59
Bedir
gazvesinde onun şehid ettiği müslümanlar ile kendisini katledenleri; savaşla
alakalı diğer birçok başka haberi, burada ayrı ayrı ele almak istemiyoruz.
Aleyhinde, öldürülmesinden sonra da olmak üzere, seksen dört kadar ayet nazil
olduğu rivayet edilen Ebu Cehil ile ilgili sözümüzü; Bedir gazvesinin muzaffer
kumandanının, "Bu Ümmetin Firavun 'u" diye tavsif ettiğine, bu azılı
düşmanının ölümünü öğrendiğinde iki rek'at şükür namazı kıldığına dikkati
çekerek bitirmek istiyoruz.60
Bedir
gazvesi, yalnızca Ebu Cehil'in değil, şirkte ısrar etmiş olan diğer birçok
Kureyşli kabile gibi, Mahzum oğullarının da felaketi olmuştur. İbn Hişam, bu
kabileden öldürülenlerin sayısının yirmidört; esir düşenlerin ise on kişi
olduğunu belirtmiş ve isimleriyle birlikte kaydetmiştir.
MAHZUM
OGULLARINDANMEKKE'DE
MÜSLÜMAN
OLANLAR
Ebu
Cehil ve Velid b. Muğire gibi liderleri dolayısıyla Mahzuru oğullarının
yalnızca İslam düşmanı olduğunu söylemek doğru değildir. Cahiliye çağı
anlayışıyla şan ve şeref cihetinden gayet yüksek bir mevkide bulunan ve
Kabe'nin yeniden inşası esnasındaki bazı mensuplarının müsbet rolleriyle daha
da temayüz eden; Hişam b. Mugire ile zirveleşen kahramanlıklarıyla da Mekke'de
liderliğe yükselen çok zengin olan bu kabileden hidayete erenler; hem de çok
erken devirde Raslilullah'ın davetine iştirak edip müslüman olanlar da vardır.
Ebu
Seleme ve Ümmü Seleme
Mahzuru
oğullarından ilk müslüman olanlar, Ebu Seleme ile karısı Ümmü Seleme
hazretleridir. İsmi Abdullah olan Ebu Se- leme'nin annesi, Hz. Peygamber'in
halası ve dedesinin kızı Berre bint Abdülmuttalib'dir. O, aynı zamanda Hz.
Peygamber'in süt kardeşi idi. Ebu Seleme, ilk müslümanlardan Ebu Ubeyde b. el-
Cerrah, Abdurrahman b. Avf ve Osman b. Maz'un ile birlikte, Hz. Peygamber henüz
Erkam b. Ebü'l-Erkam'ın evindeki davet faaliyetlerine başlamadan önce müslüman
oldu. Okuma yazma bilen Ebu Seleme, karısı ile birlikte Habeşistan'a hicret
eden müslümanlardandı. Sonradan Mekke'ye döndüğünde, Hz. Pey- gamber'in amcası
Ebu Talib'in himayesine girdi. Mahzum oğulları, Ebu Talib'e giderek onu
himayesinden çıkarmasını istediler. Aynı zamanda Ebu Seleme'nin dayısı olan Ebu
Talib:
"Onu,
kız kardeşimin oğlu olduğu için himayeme aldım; kız kardeşimin oğlunu
koruyamayacak mıyım?" diye onların taleplerini reddetti. Hatta Hz.
Peygamber'in ve müslümanların en büyük düşmanlarından olmasına rağmen diğer amcası
Ebu Leheb, kabile bağından dolayı kardeşi Ebu Talib'i bu hususta destekleyince
Mahzum oğulları, Ebu Seleme'nin himayesiz bırakılması hususundaki
ısrarlarından, bilhassa Ebu Leheb'in müslüman oluvereceğinden endişe duydukları
için vazgeçtiler.
Ancak,
daha sonra Medine'ye hicret etmeye karar veren Ebu Seleme, yine kabilesi Mahzum
oğullarının düşmanlığına hedef oldu. Ama bu sefer onlar, kendisine değil, aynı
kabileden olan karısıyla, çocuğunun onunla birlikte hicret etmesine izin vermediler.
Bunun üzerine Ebu Seleme, karısını ve çocuğunu Mekke'de bırakarak yalnız başına
Medine'ye hicret etmek mecburiyetinde kaldı.
Bedir
ve Uhud gazvelerine iştirak eden Ebu Seleme, Uhud'da kolundan aldığı bir ok
yarasının iyileşir gibi olması üzerine, Hz. Peygamber tarafından Katan'daki
Esed b. Huzeyme kabilesi üzerine bir baskın düzenlemekle vazifelendirildi. O,
yüzelli kişilik bir seriyyenin kumandanlığını başarılı bir şekilde yerine
getirip baskını gerçekleştirdikten sonra, Medine'ye döndü. Ancak Uhud'da aldığı
kolundaki yaranın nüksetmesi neticesinde, hicri 3, bazı rivayetlerde 4 yılında
vefat etti.62
Ebu
Seleme'nin karısı Ümmü Seleme Hind bint Ebu Ümey- ye de hem Mahzum oğullarına
mensuptu, hem de ilk müslü- manlardandı. Kocası ile birlikte Habeşistan'a da
hicret eden Ümmü Seleme, Medine'ye hicretten önce kocası ile Mekke'ye döndü.
Ancak kocasına mani olamayan Mahzum oğulları, Üm- mü Seleme ile çocuğunun
Medine'ye ailecek hic:r.et etmelerine izin vermediler ve onu Mekke'de
bıraktılar. Ütl mÜ Seleme, bir yıl kadar her sabah Ebtah'a çıkıp akşama kadar
ağlar, Medine'ye gitmek isterdi. Kabilesinden birisi onun bu haline acıdı ve
Mahzum oğullarından onun için izin aldı. Ümmü Seleme de, kocasının ailesinin
yanında bulunan oğlu Seleme'yi yanına alarak yalnız başına, Medine'ye hicret
için yollara düştü. Yolda, sonradan kendisi hakkında "Arap erkekleri
içinde ondan daha nazik ve efendi birisini görmedim " dediği Osman b.
Talha'ya rastladı. Osman onu Medine'ye kadar götürüverdi.
Kocası
Ebu Seleme'nin vefatı üzerine Hz. Peygamber ona evlenmeyi teklif etti. Bunun
üzerine Ümmü Seleme kendisinin kıskanç bir kadın olduğunu; ayrıca yaşlı ve
çocuklarının bulunduğunu ileri sürerek mazeret beyan etti. Hz. Peygamber
kendisine şu cevabı gönderdi:
Böylece
izdivaç gerçekleşti ve hem Ümmü Seleme üm- mehat-ı mümininden oldu; hem de
Mahzuru oğulları büyük bir şeref kazandı.
Ümmü
Seleme, Hz. Peygamber'in hanımları arasında en son vefat edendir, kendisi Hz.
Hüseyin Efendimiz'in Kerbela'da şehadetini öğrendiğinde son derece üzülüp
bayılmıştı. Hicri 61 yılında vefat etti.63
Erkam
b. Ebü'l-Erkam
Mahzuru
oğulları arasında ilk müslüman olanlardan bir başka meşhur sahabi ise, Erkam b.
Ebü'l-Erkam'dır. Ebu Seleme ve Ümmü Seleme ile aynı zamanda, oğlu Hasan'a göre
yedinci, bir başka rivayete göre ise on ikinci olarak müslüman olan Er- kam,
Kureyş kabilesinin en akıllılarından, Hılfu'l-fudfil'a iştirak etmiş olan adil
ve insaflılarından değerli bir şahsiyetti. Onun Safa tepesi yanında bulunan
evi, Hz. Peygamber'in İslam dinini ve Kur'an-ı Kerim'i insanlara tebliğinde,
büyük bir merkez vazifesi gördü. Ashab'ın Mekke devrinde İslam'a girişleri,
Erkam'ın evinden önce, Erkam'ın evinde veya sonra şeklinde açıklanırken, bu
husus her zaman dile getirilmiştir. Hz. Peygamber bu evde gizlenir, insanları
dine burada davet eder, müslüman olanlara Kur'an-ı Kerim'i burada öğretir,
ümmetine namaz kıldırır, çekilen eza ve cefanın yaraları burada, huzur-ı
peygamberi'de sarılır; İslam kardeşliğinin ruhu burada canlı tutulurdu. Onun
için Er- kam'ın evi "Daru'l-İslam" (İslam Konağı) diye meşhur
olmuştur. Hz. Ömer, burada müslüman olan saha.binin hem en meşhuru, hem de en
sonuncusudur.
Mahzum
oğullarının meşhur bir şahsiyeti olan Erkam, başta Bedir ve Uhud olmak üzere
Hz. Peygamber'in bütün savaşlarına katıldı; hicri 53 yılında vefat etti.64
Seleme
b. Hişam
Bu
kabileden ilk müslüman olanlardan dikkati çeken bir diğer sahabi de, Ebu
Cehil'in kardeşi Seleme b. Hişam'dır. 65 Diğer müslümanlarla birlikte
Habeşistan'a hicret eden Seleme, daha sonra Mekke'ye döndü; kardeşi Ebu Cehil
tarafından dövüldü, aç ve susuz bırakılarak hapsedildi. Ancak Hendek
gazvesinden sonra (4 yılı) kaçıp Medine'ye Hz. Peygamberin yanına ulaşabildi.
Bedir'de esir düşüp fidye ödedikten sonra
kurtuldu, sonra da müşrik olarak öldüler.
Hz.
Peygamber, her namazdan sonra, Seleme ile Mekke'de Mah- zum oğullarınca
hapsedilen Ayyaş b. Ebu Rebi'a ve Halid'in kardeşi Velid b. Velid'in
kurtulmaları için, hep dua ederdi. Seleme, Hz. Ebu Bekir zamanında cihad için
Suriye'ye gitti ve 14 yılında Bizans ile yapılan Mercu 's-Suffer veya Ecnadeyn
savaşında şehid oldu. 66
Haşim
b. Ebu Huzeyfe
Yine
bu kabileden Haşim b. Ebu Huzeyfe,67 ilk müslüman- lardan olup Habeşistan'a
hicret etti ve 7. Hicret yılında Cafer b. Ebi Talib ile oradan doğrudan doğruya
Medine'ye döndü.
Hebbar
b. Süfyan ve Abdullah b. Süfyan
Hebbar
b. Süfyan ile kardeşi Abdullah b. Süfyan da, Mah- zum oğullarından ilk müslüman
şahsiyetler olup Habeşistan'a hicret ettiler; onlar da Hicret'in 7. yılında,
Cafer b. Ebu Talib ile doğruca Medine'ye döndüler.
Hebbar
Ecnadeyn, Abdullah ise Yermlık savaşlarında Suriye'de şehid oldular.69
Şemmas
b. Osman
Asıl
ismi Osman olmasına rağmen, güzelliğinden dolayı kendisine Şemmas unvanı
verilen Şemmas b. Osman da ilk müs- lümanlardan olan bir diğer Mahzumlu
sahabidir. Şemmas Habeşistan'a hicret etti; sonra Mekke'ye döndü; oradan da
Medine'ye hicret etti. Bedir ve Uhud gazvelerine iştirak eden Şemmas'ın
bilhassa Uhud'daki kahramanlığı Hz. Peygamber'in etrafında yer alışı ve onu bir
kalkan gibi koruyuşu; kılıcı ile Hz. Peygamber'i muhafaza esnasında cansiperane
bir şekildeki mücadelesi pek meşhurdur. Hz. Peygamber'in öldürülmesine mani
olan bu kahraman sahabi, bu müdafaa sırasında yaralanıp Hz. Peygamber'in önüne
düştü. Yaralı olarak Medine'ye getirildi. Hz. Aişe'nin odasına tedavi için
yatırıldı. Ümmü Seleme hazretleri, "amcamın oğlu, başkasının yanına mı
alındı?" deyince Hz. Peygamber onun evine götürülmesini emretti. Şemmas,
Ümmü Seleme'nin evinde, aldığı yaranın ağırlığı sebebiyle şehid oldu. Hz.
Peygamber, cenazesinin elbisesiyle birlikte Uhud'a götürülüp Uhud şehidleri-
nin yanına sırlanmasını emir buyurdular. Şemmas, şehid olduğunda otuz dört
yaşında idi.70
Ayyaş
b. Ebu Rebi'a
Ebu
Cehil ile hem amca çocukları hem de anne bir kardeş olan Ayyaş b. Ebu Rebi'a
da, Daru'l-Erkam'a girilmeden önce müslüman olan Mahzumilerden olup karısı Esma
ile Habeşistan'a hicret etti. Sonra Mekke'ye döndü; Hz. Ömer ile Medine'ye
hicret etti. Kuba'ya vardığında, Ebu Cehil ile kardeşi Haris b. Hişam, onu
Mekke'ye geri getirmek üzere Kuba'ya geldiler; annelerinin çok hasta olduğunu;
onu görmek istediğini; onu görünceye kadar güneş altında bekleyeceğine ve
gölgeye gitmeyeceğine yemin ettiğini ileri sürüp onu iknaya çalıştılar. Hz.
Ömer, onların kendisini aldattıklarını, geri dönmemesini; onlardan sakınmasını
ısrarla hatırlatmasına rağmen Ayyaş, Mekke'de mallarının kaldığını, annesini
de yanına alarak tekrar döneceğini söyledi. Bunun üzerine Hz. Ömer, ona
devesini verdi; o da Ebu Cehil ve Haris ile Mekke'ye hareket etti. Yolda Ebu
Cehil onu kandırıp devesinden indirdi; sonra da onu, iple sımsıkı bağladı. Ebu
Cehil ve kardeşi Haris'e, Haris b. Yezid de yardım etti. Böy- lece Ebu Cehil,
anne bir kardeşi Ayyaş'ı Mekke'ye götürdü; onu Kureyşliler'in yanına getirip:
"Ey Mekkeliler! Bizim şu beyinsizimize yaptığımız gibi, siz de kendi
mensuplarınıza aynı şeyi yapınız!" dedi ve Ayyaş'ı hapsetti. Ebu Cehil
ile kardeşi Haris, Ayyaş'a yüzer sopa vurdular; ona işkence edip dininden döndürmeye
çalıştılar. Ayyaş çok çileli ve sıkıntılı günler geçirdi; hapisten kurtulduğu
takdirde, Haris b. Yezid'i öldüreceğine yemin etti. Uhud savaşı sonunda, Halid
b. Velid'in müslüman olan kardeşi Velid b. Velid'in yardımıyla kurtulup
Medine'ye geldi. Ayyaş bir rivayete göre Kuba'da, bir başka rivayete göre Medine'de,
Haris b. Yezid'i görünce onu hemen öldürdü; halbuki Haris o sırada müslüman
olmuştu. Bunun üzerine Nisa suresinin 92. ayeti nazil oldu:
"Bir
müminin diğer mümini, yanlışlık dışında öldürmesi asla caiz değildir. Bir
mümini yanlışlıkla öldürenin, bir mümin köleyi azad etmesi ve öldürülenin
ailesi bağışlamadıkça ona diyet ödemesi gerekir. Eğer o mümin, size düşman
olan bir zümreden ise, mümin bir köleyi azad etmek gerekir. Şayet aranızda
anlaşma olan bir milletten ise, ailesine diyet ödemek ve mümin bir köleyi azad
etmek gerekir. Bulamayana Allah tarafından tevbesinin kabulü için, ardarda iki
ay oruç tutmak gerekir. Allah Bilen'dir; Hakim 'dir. "
Ayyaş,
Hz. Peygamber'in vefatına kadar Medine'de yaşadı; sonra, ölünceye kadar
Mekke'de hayatını geçirdi.
Mahzum
oğullarından, sayıları az da olsa, Mekke devrinde, çok erken bir dönemde
müslüman olanları kısaca ele almış olduk. Ebu Seleme, Ümmü Seleme ve Erkam b.
Ebü,1-Erkam bunların en meşhurlarıdır. Bunlardan Bedir gazvesine
iştirak edenleri ise, Ebu Seleme, Erkam ve Şemmas ile, bu kabileye mensup
olarak zikredilen Ammar b. Yasir gibi gerçekten çok değerli şahsiyetlerdir.
Ancak bu kabilede ağırlık henüz Cahiliye çağı anlayışı ve dini telakkisidir.
Bundan dolayı Hz. Peygamber'in Mekke'de İslamiyet'i neşretmekle meşgul olduğu sıralarda,
Halid b. Ve- lid'in kabilesi Mahzum oğulları, şan, şeref, şöhret, zenginlik ve
liderlik yönünden Cahiliye çağında ulaştıkları en yüksek seviyeyi devam
ettiriyorlardı. Bu noktada bir örnek daha vererek Mah- zum oğullarının Mekke'de
işgal ettikleri mevkiin ehemmiyetine dikkati çekmek istiyoruz. Hz. Peygamber'in
vefat haberi Mekke'ye ulaştığında, Hz. Ebu Bekir'in babası Ebu Kuhafe, ondan
sonra kim başa geçti, diye sorunca, kendisine, "oğlun" cevabı
verildi. Bunun üzerine Ebu Kuhafe: "Buna, Abdümenaf oğulları ve Muğire
oğulları razı oldular mı?" diye sordu.72 İşte bu dönemde, Mekke'de Muğire
oğulları, yani Halid b. Velid'in kabilesi bu noktada bulunuyordu.
Halid'in
dedesi Muğire ve bilhassa babası Velid ise, bu kabile içerisinde, en fazla
temayüz eden kişilerdi.
Halid'in
Babası Velid b. Muğire
Halid
b. Velid'in babası Velid b. Muğire, Cahiliye çağında, Mahzum oğullarının
yetiştirdiği en meşhur kimsedir. Aşağı yukarı miladi 530 yıllarında doğan
Velid'in künyesi Ebu Abdü- şems; annesinin adı Sahra idi. O, annesine de nisbet
edilerek "İbn Sahra" (Sahra'nın oğlu) diye de biliniyordu.73
Velid'in
babası, Halid'in dedesi, Muğire b. Abdullah'tır. Ku- reyş içerisinde zenginliği
ve cömertliği ile tanınan Muğire hakkında, kaynakların bize ulaştırdıkları en
meşhur hadise, Hz. Pey- gamber'in babası ile alakalı olanıdır. Bilindiği üzere
Hz. Peygam- ber'in dedesi Abdülmuttalib, Zemzem kuyusunu ararken ve bulduktan
sonra, Kureyş kabilesi mensuplarıyla yaptığı mücadeleler esnasında, şayet on
erkek çocuğu olursa, birini kurban etmeye karar vermişti. Sonradan bu kararı
uygulamak üzere o, çocukları arasında kur'a çekmiş ve kurban edilecek oğlu, Hz.
Peygamber'in babası Abdullah olmuştu. Mekkeliler, onun oğlunu kurban etmesine
karşı çıkmışlardı; bunlar arasında, Muğire b. Abdullah da bulunuyordu. Çünkü,
Abdülmuttalib'in karısı Fatıma bint Amr b. Aiz, Mahzuru oğullarındandı ve
Muğire, Hz. Peygamber'in babası Abdullah'ın dayılarından birisi idi. Muğire,
yeğeni Abdullah'ın kurban edilmemesi hususunda, annesinin kabilesi adına,
Abdülmuttalib'e şunları söyledi:
Bunun
üzerine Abdülmuttalib, oğlu Abdullah'ı kurban etmekten vazgeçti ve onun yerine
yüz deve kurban etti.74
Mahzuru
oğulları içerisindeki mühim mevkii dolayısıyla Muğire'nin çocuklarına,
"Benü'l-Muğire" (Muğire'nin çocukları) veya yalnızca
"el-Muğiri" denilmiş; böylece bu aile, şan, şeref, şöhret, mal ve
zenginlik cihetinden ayrı bir zümre teşkil etmiştir.75
Velid,
aile ve kabilesi cihetinden olduğu kadar, şahsi meziyetleriyle de Kureyş
arasında temayüz etti. O, akıllı, dirayetli, mantıklı, şan ve şeref sahibi,
şiir zevki gelişmiş, güzel konuşan bir kimse idi. Zenginliği ve çocuklarının
çokluğu ile de ayrıca dikkati çekiyordu.
Velid,
putlara ve Kabe geleneklerine bağlı birisi idi. Onun Kabe'nin yeniden inşası
esnasındaki rolüne, daha önce kabilesini ele alırken temas etmiştik. İbn Habib,
onu Kureyş zındıkları arasında zikreder. Kendisinin, diğer yedi Kureyşli zındık
gibi, sapık fikirlerini Hireli hırıstiyanlardan öğrendiğini ifade eden müellif,
onlardan Ebu Süfyan hariç, hiç birisinin müslüman olmadıklarını belirtir.76
Cevad Ali ise, zındıklıktan neyin kastedildiğinin zikredilmeyişine dikkati
çeker.77 Bize öyle geliyor ki, Velid'in de dahil olduğu, Kureyşli bu sekiz
kişi, putperestlikteki ısrarları ve bilhassa Hz. Peygamber'e ve Kur'an-ı
Kerim'e karşı cephe alırken düşünce ve anlayışlarıyla müşriklere yol göstermeleri
yüzünden, bu şekilde zındık diye, tavsif edilmişlerdir.
Halid'in
babası Velid'in, hem Mahzum oğulları, hem de Kureyş nezdindeki itibarını
gösteren bir hadiseye burada işaret etmek istiyoruz. Hz. Peygamber'in dedesi ve
Kureyş'in reisi Abdülmuttalib vefat edince, Kureyş kabilesinden üç kişi, onun
yerini almak ve Kureyş'e reis olmak istediklerini ifade etmek üzere, Kabe'nin
avlusunda çömelip oturmuşlardı. Bu üç kişiden birisi Velid, diğerleri Ebu
Talib ile Abdullah b. Cüd'an idiler. Velid'in böyle bir arzuyu izhar etmesi,
kimse 'tarafından yadırganmamıştı.
İbn
Kuteybe, Cahiliye çağında, ileri gelen şahsiyetler arasında, Velid'in, mesleği
bulunanlardan birisi olduğunu ve kendisinin demircilik yaptığını zikreder.79
Velid'in mesleği ile kabilesi Mahzum'un Kubbe ve E'inne vazifeleri arasında
irtibat kurabileceğimiz bir habere, kaynaklarda rastlayamadık. Belki kılıç,
kalkan gibi silahların, bu kabile mensuplarınca yapıldığını düşünebiliriz.
Ancak Velid, çok zengin, ticaretle meşgul olan birisiydi. Onun, Mekke ile Taif
arasında uzanan ve sulanabilen bahçeleri vardı; yıl boyunca bu bahçelerden
yetişen meyve ve sebzelere sahip olduğu zikredilmektedir. Kur'an-ı Kerim'de
kendisinin zenginliğine telmihte bulunulduğuna ileride temas edeceğimiz
Velid'in, zırh, kılıç ve miğferinden müteşekkil silahlarının, yüz dinar edecek
kadar kıymetli olduğunu biliyoruz.80
Velid'in
çok zengin ve cömert olduğunu, aynı zamanda Beni Haşim'in hacılara yemek ikram
etme vazifesi dolayısıyla elde ettikleri prestijleriyle rekabet ettiğini
gösteren husus, onun Mina'da hac zamanı büyük bir ateş yakarak insanlara yemek
yedirmesiydi. O, Mina'da başkasının ateş yakmasına ve yemek ikram etmesine izin
vermez; bu hususta kimse de onunla tartışmazdı. Bedeviler, Mina'da verdiği
ziyafetler dolayısıyla onu medhederlerken, on iki bin dinardan fazla malın
sahibi olduğunu zikrederlerdi.81
Velid'in
hem çok zengin olduğunu, hem de büyük bir şöhrete ulaştığını gösteren en mühim
husus, kendisine "Idlu Kureyş" veya kısaca "el-'Idl"
unvanının verilmesidir. Ona, tamamen zenginliği dolayısıyla verilen bu unvanın
sebebi şudur: Kureyşliler, her yıl Kabe'nin perdesini değiştirirlerdi. Velid,
bir yıl kendisinin, ertesi yıl ise bütün Kureyş kabilesinin perdenin ücretini
vermesini kabul etmişti. Bunun için de kendisine "Idlu Kureyş" yani
"Kureyş'in dengi" denilirdi. Onun bu unvanı o kadar meşhur oldu ki,
Halid b. Velid'in de dahil olduğu çocuklarına, "Beml 'Idl" yani
"Kureyş'in denginin çocukları" denilmeye başlandı. Kabe'nin perdesini
değiştirmeyi üzerine alan Velid, Yemen'in Cened şehrinden kardeşi Ebu Rebi'a b.
Muğire vasıtasıyla getirttiği kumaşla bu vazifeyi yerine getirirdi.82
Kureyşliler,
aralarındaki ihtilafları halletmesi, davalarını karara bağlaması için Velid'e
başvururlardı. Bu hususta, değerli alim M. Hamidullah, Kureyşliler arasında
ihtilaf vukuunda, tarafların kemal ve hikmet sahibi meşhur bazı şahsiyetlerin
hakemliğine müracaat ettiğini ve bu itibara sahip kimseler arasında Velid'i de
zikreder. Bu doğru tespitinden sonra değerli araştırıcı, Velid için:
"herkes tarafından el-Adl (adil, doğru) lakabıyla biliniyordu "
şeklinde bir sonuca gitmektedir.83 Velid'in hakemlik yaptığı ve kaynaklarda
"Hukkamu'l-Arap" arasında zikredildiği doğrudur. Ancak bu kelimenin
"Adl" şeklinde ve "adil ve doğru" manasında okunması doğru
olmasa gerek. Kelime, "Idl" olup "eş, benzer ve dengi"
manasındadır ve Velid'e bu unvan, adli kararları dolayısıyla değil, yukarıda
anlatıldığı üzere, Kabe'nin perdesini, kendi başına değiştirmeyi üzerine
aldığı için veril1?iştir. 84
Velid
b. Muğire'nin şahsiyetini tanımamıza yardım edecek üç ayrı adli kararı ile bir
alışkanlığını da burada zikretmek istiyoruz. Cahiliye çağında, hırsızlık yapan
kimsenin elinin
kesilmesine karar veren ilk kimse Velid olmuştur. İbn Kuteybe, bu ve bundan
sonra zikredeceğimiz diğer hususları da, bu devirde ilk defa onun uygulamaya
koyduğunu ve İslam dininde de bu şekilde uygulamanın kararlaştırıldığını
zikretmektedir. Onun "kasame" usulüne baş vurması da böyledir.
Bilindiği üzere kasame, bir yerde ölü olarak bulunan bir kimsenin katili belli
olmayınca; veya zanlı için kat'i delil yoksa, cinayetin işlendiği yerde
oturanlardan veya maznunun yakınlarından olan elli kişiden "ben öldürmedim
ve onun katilini de bilmiyorum " diye yemin etmelerinin istenmesidir. İşte
Velid, bu usUlü, ilk defa Araplar arasında uygulamıştır. Bu usul, Hz. Peygamber
tarafından da kullanılmıştır. Velid, Cahiliye çağında, kendisi için şarap
içmeyi yasaklayan ilk kimse olmuştur. Yine Velid, Kabe'ye girerken,
ayakkabılarını çıkaran ilk kimsedir. Bilindiği gibi müslümanlar da
ayakkabılarını çıkararak oraya girerler.85
İslamiyet'in
Hz. Peygamber tarafından Mekke'de insanlara tebliğ edilmesinden önce Velid,
görüldüğü üzere, mühim bir şahsiyet olarak kendisini kabul ettirmişti.
Mekkeliler ona, Ku- reyş'in gözbebeği ve seyyidi, Tek (Vahid) gibi sıfatları da
layık görüyordu. Onun maddi ve manevi varlığı, çocuklarına, ailesine, kabilesi
Mahzum oğullarına Kureyş içerisinde büyük bir itibar kazandırmıştı. Ama, bütün
bunlar, davet-i Muhammedi başladığında, seksen yaşına ulaşan bu ihtiyarı,
hidayete, imana ulaştırmaya yetmedi. Yetmemekle de kalmadı; Cahiliye çağının
bütün bu şerefi, şöhreti, liyakati ve zenginliğiyle mağrur olan Mahzum- lu'nun
ayak bağı oldu; onu, Kur'an'ın hasmı, Hz. Muhammed'in rakibi olmak derecesine
düşürdü; putperestliğin hamisi, Ebu Cehiller'in fikir babası yaptı.
Doğrudan
doğruya kendisi veya kendisiyle birlikte diğer müşrikler hakkında yüz dört
kadar Kur'an-ı Kerim ayeti nazil olan86 Velid, Hz. Muhammed'in (salla'llâhü
aleyhi ve sellem) peygamber olmasını bir türlü kabul edemedi ve "Eğer onun
söylediği doğru olsaydı, Kur'an, ya bana ya da Taifteki Sakif kabilesinin reisi
Ebu Mesud Amr b. Umeyr es-Sakafı'ye inerdi" dedi. Bu hususta onun:
"Nasıl olur? Ben Kureyş kabilesinin büyüğü ve başkanı olayım da bir kenara
bırakılayım; Muhammed'e vahiy gelsin? Nasıl olur Ebu Mesud Amr b. Umeyr
es-Sakafı, Sakif kabilesinin reisi olsun da o da bir kenara bırakılsın? Biz
ikimiz, bu iki şehrin (Mekke ve Taif) reisleriyiz " şeklindeki görüş ve
iddialarına Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de açık bir şekilde cevap vermiştir: 87
"Onlar:
'Şu Kur'an iki şehrin birinde bulunan büyük bir adama indirilseydi ya' dediler.
Ey Muhammed! Onlar mı Rabbi- nin rahmetini paylaştırıyorlar? Onların dünya
hayatındaki geçimlerini aralarında Biz taksim ettik. Birbirlerinden
faydalansınlar diye, derece bakımından Biz onların bir kısmını diğerlerine
üstün kıldık. Rabbinin rahmeti, onların topladıklarından daha hayırlıdır.
" (Zuhruf43/31-32)
Hz.
Peygamber'in Mekke'de, İslam dinini insanlara tebliğ için üç yıl kadar gizli;
Kur'an-ı Kerim'in Şuara 26/214-216 ile Hicr 15/94. ayetlerindeki emirler
üzerine de daha sonra açıkça devam eden faaliyetleri sonucunda, bazı kimseler
müslüman oldular. Bu safhada Mekkeli müşrikler, Rasûlullah'ın İslam'a davet ve
insanlara Allah'ın bazı emirlerini bildirmesine pek karşı çıkmamışlar,
kendisine kötü gözle bakmamışlar, hatta onunla tartışmaya girişmemişlerdi.
Ancak Rasulullah, onların putlarını kötülemeye, putperestliğin aleyhine
konuşmaya başlayınca, müşrikler onun peygamberliğini büyük bir afet(!) olarak
kabul etmeye, kendisine çatmaya, karşı gelmeye ve düşmanca davranmaya karar
verdiler. İşte Kureyşliler'in bu şekilde başlayan düşmanca faaliyetleri içerisinde
aktif bir şekilde yer alan birkaç müşrikten birisi de Velid b. Muğire idi.88
Velid'in
iştirak ettiği bu düşmanca faaliyetler arasında; müslüman olmamakla birlikte
Hz. Peygamber'i himaye eden amcası Ebu Talib'e, onu şikayet için üç defa baş
vuran on kişilik Kureyş heyeti içerisinde yer aldığını zikredebiliriz. İlk iki
şikayet esnasında, heyette yer alması dışında, Velid'in zikre değer bir sözüne
kaynaklarda yer verilmemiştir. 89 Ancak, üçüncü defa Ebu Talib'e başvuran
Kureyş heyeti içerisinde, Velid'in çok tuhaf ve şaşırtıcı bir rol üslendiğini
müşahede ediyoruz. Kureyşli müşrikler, Ebu Talib'in Raslılullah'a yardım ve onu
himaye etmekten vazgeçmeyeceğini, kendilerine onu teslim etmeyeceğini; hatta
gerekirse onlardan ayrılacağını ve kendilerine düşman olacağını anladıkları
zaman, Velid'in oğlu Umare'yi yanlarına alıp Ebu Talib'e götürdüler. Halid'in
kardeşi ve Velid'in çocukları arasında genç, güzel ve yakışıklı olmasıyla
tanınan Umare'yi Hz. Peygamber ile değiştirmeyi hayal eden Kureyşliler ona:
-Ey
Ebu Talib! işte Kureyş kabilesinin en kuvvetli ve en yakışıklı genci olan
Velid'in oğlu Umare! Onu al, zekasından ve gücünden faydalan; onu evlat edin;
senin olsun. Buna karşılık da, senin ve dedelerinin dinine karşı gelen ve
kavminin birliğini bozan, onlara akılsızsınız diyen şu yeğenini bize teslim
et, onu öldürelim. İşte sana adam yerine bir adam, bir insan veriyoruz, dediler.
Bunun üzerine Ebu Talib:
-Allah'a
yemin ederim ki, siz bana çok kötü bir teklifte bulunuyorsunuz! Nasıl olur?
Siz oğlunuzu, sizin için beslemem karşılığında bana veriyorsunuz; benimkini
ise öldürmek için istiyorsunuz; öyle değil mi? Allah 'a yemin ederim ki, bu
asla olmaz! şeklinde sert bir cevap vermek suretiyle onların bu gülünç ve
aldatıcı tekliflerini reddetmiştir.90
Şiir,
hitabet ve Arap dilinin inceliklerini çok iyi bilen Velid. b. Muğire'nin
Kur'an-ı Kerim hakkında nasıl bir hüküm vereceğine karar vermekte mütereddit
davrandığına dair haberler ve bu hususta ona cevap teşkil etmek üzere nazil
olan ayetler üzerinde de durmak istiyoruz.
Bir
gün Kureyş kabilesinden bazı kimseler yaşlı itibarlı bir kimse olan Velid'in
etrafında toplandılar. Velid yanındakilere:
-Ey
Kureyşliler! İşte hac mevsimigeldi; Arap hac kafileleri size gelecekler;
şüphesiz onlar dostunuz Muhammed'in meselesini duymuşlardır. Onun hakkında bir
fikir etrafında toplanınız da anlaşmazlığa düşmeyiniz. Yoksa, bir kısmınızın
sözlerini, diğerleriniz yalanlar da birbirinizin görüşlerini reddetmeye
başlarsınız! dedi. Bunun üzerine oradakiler:
-
Ey Velid! Öyle
ise, düşündüğünü söyle de bizler onu tekrar edelim, dediler. Velid onlara:
-
Hayır! Sizler
düşündüklerinizi söyleyin de ben sizi dinleyeyim, karşılığını verince
Kureyşliler'den bir kısmı:
-
Biz onun kahin
olduğunu söylüyoruz, dediler. Velid:
-Hayır
doğru değil! Vallahi biz kahinleri gördük; Muham- med'in okudukları öyle kahin
mırıldanışlarına ve tekerlemelerine benzemiyor, dedi.
Kureyşliler
bunun üzerine:
-
Öyle ise onun
deli olduğunu söyleyelim, dediler. Bu fikri de beğenmeyen Velid onlara:
-
Hayır! O deli
değil ki; biz deliliği biliriz; halbuki onun durumu, deliliğin insanda tevlid
ettiği baygınlık, titreyiş ve vesveseye benzemiyor, dedi. Kureyşliler:
-
Bu durumda
onun şair olduğunu söyleyelim, dediler. Velid:
-
Hayır! O bir
şair olamaz! Biz şiirin her çeşidini, recezini, hezecini, karidını, makbudunu
ve mebsudunu biliriz. Muham- med'in sözleri ise şiir değildir, diye bu fikri de
reddetti. Kureyşli- ler yeni bir görüş ortaya atıp:
-
Öyle ise onun
büyücü olduğunu söyleyelim, teklifinde bulundular. Velid, onların bu görüşünü
de:
-
Hayır! O
büyücü değil; biz büyücüleri ve büyülerini çok gördük. Onun sözleri,
büyücülerin okuyup üflemelerine ve düğüm atmalarına benzemiyor, diye reddedince
Kureyşliler:
-
Peki ey Velid!
Öyle ise ne söyleyelim? dediklerinde Velid:
-
Vallahi, onun
sözlerinde bambaşka bir tatlılık vardır. Sözlerinin başı sağlam bir hurma
ağacına, sonları da bu ağacın meyvelerine benziyor. 91 Siz, Muhammed hakkında
bu saydığınız vasıflardan herhangi birisini söylerseniz, doğru olmadığı
anlaşılır. Bana kalırsa, en iyisi onun sözlerinin, evladı babasından, kardeşi
kardeşten, karıyı kocasından, insanı ailesinden ayıran bir büyü olduğunu
söyleyelim, şeklinde fikirlerini dile getirdi.
Velid'in
bu görüşünü kabul eden Mekkeliler'in, hacca gelen insanlara, Hz. Peygamber'den
sakınmalarını ve onunla konuşmamalarını telkin ettikleri bilinmektedir.
Yüce
Allah, Kur'an-ı Kerim'de, Velid'in bu görüşlerine çok açık ve sert cevaplar
inzal buyurmuştur:
"Ey
Muhammed! Tek olarak yarattığım, kendisine pek çok mal ve etrafında bulunan
oğullar verdiğim, kendisine büyük imkanlar sağladığım şu adamı bana bırak! O,
hala da verdiğim nimetleri artırmamı umar! Hayır! Çünkü o, Bizim ayetlerimize
karşı çok inatçıdır. Onu, mutlaka sarp bir yokuşa sardıracağım; çünkü o,
düşündü taşındı, güya takdir etti! Geberesice, nasıl da takdir etti! Sonra
baktı; arkasından kaşlarını çattı ve suratını astı; sonra sırtını çevirdi,
büyüklük tasladı; sonunda da: 'Bu (Kur'an), yalnızca öğretilen bir sihirden,
ancak bir insan sözünden başka bir şey değildir' dedi. Ben onu, sakara
yaslayacağım! Ey Muham- med! Sen, sakarın ne olduğunu bilir misin? Sakar,
bırakmayan ve yakmaktan vazgeçmeyen bir ateştir; insan derisini yakıp kavurur;
onun on dokuz tane zebanisi vardır. " (Müddessir 74/11-30)
Bu
ayetlerin Velid hakkında nazil olduğu hususunda hemen hemen ittifak vardır.
Cenab-ı Hak bu ayetlerde, Velid'in mal ve çocuk bakımından zengin, hasep ve
nesep cihetiyle yüksek bir mevkide olduğunu; bunlara sahip olması dolayısıyla
da kibirlendiğini, büyüklendiğini, isyan ve tuğyan içerisinde olup haddini
aştığını; Kur'an-ı Kerim'i inatçı bir şekilde reddettiğini beyan buyurmaktadır.
Bu
ayetlerin sebeb-i nuzûlüne dair bir başka haberde ise şu hususların
anlatıldığını görüyoruz. Velid, birgün Hz. Peygamber'e geldi; Raslılullah ona
Kur'an okudu. Okunan Kur'an ayetleri Velid'e çok tesir etti, onu yumuşattı.
Ebu Cehil amcası Velid'in bu durumunu haber alınca hemen yanına geldi ve
kendisine:
-
Ey amca!
Kureyş senin için mal toplamak istiyor, dedi. Bu habere şaşıran Velid, niçin?
diye sorunca Ebu Cehil:
-
Sana vermek
için toplamak istiyorlar; çünkü sen, Muham- med'den bir şeyler elde etmek için
onun yanına gitmişsin, diye onu tahrik edince, Velid:
-
Sen ne
söylüyorsun! Kureyş bilir ki ben onların en zenginiyim, diye cevap verdi.
Bunun üzerine Ebu Cehil:
-
O halde,
kendisi hakkında öyle bir söz söyle ki, senin onu reddettiğine ve ondan
hoşlanmadığına herkes inansın, dedi. Onun bu ısrarı üzerine Velid:
-
Onun hakkında
ne söyleyelim? Allah'a yemin ederim ki, içinizde şiirin recezini, sanatını,
cin şiirlerini, benden daha iyi bileniniz yoktur. Onun söyledikleri bunların
hiç birisine benzememektedir. Söylediklerinde bir başka letafet vardır. Onun
söyledikleri, diğerlerini çiğneyip geçer; o çok yücedir, onun üzerine çıkılamaz,
dedi. Amcasını sıkıştırmaya devam eden Ebu Cehil:
-
Kabilen, onun
hakkında, aleyhte bir şeyler söylemedikçe senden memnun olmaz, deyince Velid:
Öyle
ise beni bırak da düşüneyim, dedi. Bir müddet sonra da: "Bu sadece
başkalarının öğrettiği bir sihirdir" dedi. İşte Müddessir suresinin
zikrettiğimiz ayetleri bunun üzerine nazil oldu.
Hz.
Peygamber, Velid'in müslüman olmasını çok istiyordu. Onun müslüman olacağını
umarak kendisine Kur'an'dan ayetler okuduğu sırada, yanına ama bir kimse olan
İbn Ümmi Mektum geldi. Bu ama sahibinin kendisine Kur'an okumasını Hz. Pey-
gamber'den ısrarla istemesine mukabil, Raslilullah'ın onunla değil de Velid ile
meşgul olması ve onu ikna için çalışması üzerine, Abese suresinin ilk
ayetlerinin nazil olduğu bilinmektedir. 93
Halid'in
babası Velid hakkında birçok ayet nazil olduğunu yukarıda ifade etmiştik. Bu
hususta M. Akkad, Velid ile Ebu Cehil'i kastederek, Mahzum oğullarının ileri
gelenleri hakkında nazil olan ayetler kadar, başka birisi için ayet inmemiş
olduğuna dikkati çeker.94 Bu şekilde nazil olan ayetler arasında, Kalem
suresinin 1O-16. ayetlerinin ayrı bir yeri ve ehemmiyeti vardır:
"Ey
Muhammed! Çok yemin eden, alçak, çok kınayan, daima laf getirip götüren,
iyiliği devamlı önleyen, aşırı giden, çok günah işleyen, katı kalbli, aynı
zamanda soysuz olan kimseye, mal ve çocukları var diye sakın uyma! Ayetlerimiz
kendisine okunduğu zaman o: 'öncekilerin masalları' der. Biz, yakında onun
burnunu yere sürteceğiz. "
Bu
ayetlerin, Hz. Peygamber'e hile yapan, Ashabını korkutan, Kur'an'a karşı gelen,
Allah yolundan alıkoyan Velid b. Muğire hakkında nazil olduğunu haber veren
rivayetleri tercih ettiğini ifade eden Seyyid Kutub, Yüce Allah'ın birbirinden
kötü ve çirkin olan dokuz sıfat ile onu tavsif ettiğini belirtmekte ve bu kötü
vasıfları şöylece sıralamaktadır: Çok yemin etmesi; izzet-i nefsinin olmaması;
daima ayıplaması ve insanları sözleriyle ve işaretleriyle iğnelemesi, laf
taşıyarak insanların arasını bozması, insanları devamlı olarak hayırdan
menetmesi, adaleti çiğneyerek zulüm yap-
ması,
ruhunda yer eden günahkarlığı, kaba ve haşin olması, ayrıca onun nesebinin
gayr-i sahihliğidir ki, bu sıfatın, halk arasında, ahlaksızlığı,
terbiyesizliği, çirkinliği ve kötülüğü ile ün salmış kimselere verildiği ve
Velid'in de bu durumda olduğudur. 95
Velid
b. Muğire, Hz. Peygamber ve Kur'an-ı Kerim ile alay eden beş Kureyşli'den
birisiydi; o, aynı zamanda bu alay edenleri toplar, onlara yol gösterirdi.
İslam tarihi kaynaklarında ve tefsirlerde, bunlar arasında Taberi'nin meşhur
Kur'an tefsirinde, bu beş kişi hakkında, Hicr suresinin 94-96. ayetlerinin
nazil olduğu; onların isimleri ve her birisinin başına gelen felaketler ile acı
ve düşündürücü akıbetleri uzun uzun anlatılır. Ayet-i kerimelerin meali
şöyledir:
"Ey
Muhammed! Sana emrolunanı açıkça ortaya koy; putperestlerden yüz çevir! Alay
edenlere karşı, Biz sana yeteriz; onlar, Allah 'ın yanında bir başka ilah daha
edinirler; yakında ne olduğunu öğreneceklerdir. " (Hicr 15/94-96)
Hicr
suresinin 95. ayetinde geçen "alay ediciler"in, As b. Vail, Haris b.
Tulatıla b. Adiyy, Esved b. Muttalib, Esved b. Adiyeğus ve Velid b. Muğire
şeklinde sıralandıklarını ve beşinin de kabilelerinin ileri gelen ve dişli
kimseleri olduklarını görüyoruz. Diğerleri hakkında bilgi vermeksizin, yalnızca
Halid'in babası Velid'in akıbetini ve çocuklarına vasiyetini ele almakla
yetineceğiz.
Kaynaklarda,
Velid başta olmak üzere, bu alay edenlerin başına gelen felaketlerin, Kabe'de
Hz. Peygamber'in yanına gelen melek Cebrail tarafından hazırlandığı
anlatılmaktadır. Hz. Pey- gamber'in yanında duran Cebrail, Kabe avlusuna giren
bu alay edicilerin her birine, bazı işaretler yapmak suretiyle, felaketlerinive ölümlerini
hazırlamıştı. Elbisesi arkasından sarkık vaziyette Kabe'ye gelen Velid, Hz.
Peygamber ile Cebrail'in önünden geçerken, Cebrail, yıllar önce Huza'a
kabilesinden bir adamın okuna basması sonucu meydana gelmiş olan Velid'in
topuğundaki yaraya işaret etti. Bu yara yeniden açıldı; kan ve irinle dolup kırba
gibi şişti; iltihaplandı. Velid bir gece uyurken yanında kızı da vardı; yarası
patlayıverdi; bunun üzerine kızı:
-Vah
babacığım! Kırba patladı, dedi. Bu söze alınan
Velid:
-Kızım,
o kırba değil, babanın ayağıdır, dedi.
Doksan
beş yaşına ulaşmış olan Velid, çocuklarını yanına çağırdı ve kendilerine üç
şeyi vasiyet etti ve bunları yerine getirmeleri hususunda onları sıkıladı.
Bu
üç vasiyetinden birincisi, ayağındaki yaraya sebep olan Huza'alı'dan kanının
intikamının alınmasıydı. Velid ölünce, çocukları ve kabilesi Mahzum oğulları,
babalarının diyetini Huza'alılar'dan istediler. Diyet ödemeyi önce kabul
etmeyen bu kabile mensupları, iki tarafın birbiri aleyhinde şiir söylemesini ve
silahlı mücadeleyi istemediklerinden, bir miktar para vermek suretiyle Velid'in
diyetini ödemeye sonunda razı oldular.
Velid'in
ikinci vasiyeti ise, Devs kabilesinden Ebu Uzey- hir'deki mehrinin geri alınmasıydı.
Ebu Uzeyhir, kızını Velid ile evlendirmiş; mehrini almış; ancak kızını Velid'in
yanına göndermemişti. Ebu Uzeyhir, aynı zamanda Ebu Süfyan'ın da kayın pederi
idi ve kızı Atike bint Ebu Uzeyhir onunla evli idi. Halid'in kardeşi ve
Velid'in oğlu Hişam, Zu'l-mecaz panayırında bulunan Ebu Uzeyhir'i gidip
öldürdü. Bu hadise, Bedir gazvesinden sonra vuku buldu. Ebu Süfyan'ın oğlu,
Muaviye'nin ağabeyi ve öldürülen Ebu Uzeyhir'in torunu Yezid, dedesi Ebu
Uzeyhir'in intikamını Mahzum oğullarından almaya yanaşmadığı için babası Ebu
Süfyan'ın aleyhine konuşuyor ve Abdümenaf oğullarını, Halid'in kabilesine karşı
intikam almaları için kışkırtıyordu. O sırada Mekke'de bulunmayan Ebu Süfyan,
geri dönüp oğlu Yezid'in tahriklerini öğrenince çok kızdı ve bir Devsli yüzünden,
Ku- reyş'in birbirine düşmesinin doğru olmadığını belirterek ortalığı
yatıştırdı.
Velid'in
üçüncü vasiyeti ise, Taifte yaşayan Sakif kabilesindeki faizlerinin
alınmasıydı. Onun bu vasiyetinin yerine getirilmesi, öyle anlaşılıyor ki,
zaman almıştı. Kaynaklarda, Sakif kabilesi müslüman olduktan sonra, o sırada
Medine'de olan Halid b. Velid'in bu meseleyi Hz. Peygamber ile konuştuğu;
Bakara suresinin 278. ayetinin bu hadise üzerine nazil olduğu; Halid'in babasının
vasiyeti olan faizleri Sakif kabilesinden almaktan vazgeçtiği ve Hz.
Peygamber'in tavsiyesi üzerine yalnızca babasının sermayesini almakla
yetindiği anlatılmaktadır.
Velid
b. Muğire, Hicret'ten üç ay kadar sonra Mekke'de öldü ve Hacun'a defnedildi.96
Halid
b. Velid'in Annesi
Halid
b. Velid'in annesi, Lübabe es-Suğra 97 Asma bint el- Haris el-Hilaliyye'dir.
Lübabe, Hz. Peygamber'in amcası Hz. Abbas'ın karısı Ümmü'l-Fazl Lübabe el-Kübra
bint el-Haris ile Hz. Peygamber'in hanımlarından Meymune bint el-Haris'in baba
bir kardeşidir. Lübabe'nin diğer kız kardeşleri arasında Azze, Hüzeyle ve Asma
adlı baba bir üç hanım daha vardır. Lübabe'nin anne bir kız kardeşleri ise,
önce Cafer b. Ebu Tfilib'in, sonra Hz. Ebu Bekir'in, ondan sonra Hz. Ali'nin
evlendiği Esma bint Umeys ile önce Hz. Hamza'nın sonra Şeddat b. Üsame'nin
evlendiği Selma bint Umeys ve Selame bint Umeys'dir. Yani Halid b. Velid'in
sekiz teyzesi vardır; Hz. Peygamber onun teyzesinin kocası olduğu için
eniştesi; amcası Hz. Abbas'ın oğlu Abdullah ile de teyze çocuklarıdır.
Halid
b. Velid'in annesi Lübabe'nin müslüman olup olmadığı hakkında, kaynaklarda iki
ayrı görüş bulunmaktadır. İbn Ab- dilberr, onun müslüman olduğunun şüpheli
olduğunu ifade eder, İbnü'l-Esir de bu görüşü aynen nakletmekle yetinir.98
İbn
Hacer, yukarıdaki iki müellifin görüşlerine eserinde yer verdikten sonra,
Lübabe'nin müslüman ve Hz. Peygamber'in sahabesi olmadığını belirten İbn
Abdilberr'in görüşünün tuhaf olduğunu ve onun böyle bir sonuca, belki de
Lübabe'nin, kocası Velid'den hemen sonra veya onunla birlikte öldüğünü düşünerek
ulaştığını belirtir. Halbuki böyle düşünülmemesi gerektiğini ileri süren İbn
Hacer, Lübabe'nin oğlu Halid'den sonra da yaşadığının sabit olduğunu; bu
hususta Ebu Huzeyfe'nin İbn İs- hak'tan naklettiği bir haberi şöylece anlatır:
Halid vefat edince, Hz. Ömer onun cenazesine gelir; Lübabe'nin onu medheden şu
şiiri söylediğini işitir:
"Sen,
her ne kadar halkın ileri gelenlerinden değilsen de, insanlardan binlerce,
binlerce defa hayırlıydın!" Bu şiiri işiten Hz. Ömer, Lübabe'ye: "öyle
de olsa, sen doğru söyledin " diye onu tasdik etti.
Aynı
görüşü destekleyen benzer bir başka haberi de Seyf b. Ömer'den nakleden İbn
Hacer, Ebu Huzeyfe ve Seyfin rivayetlerinin zayıf olduğunu belirttikten
sonra, sağlam bir şahsiyet olan İbn Sa'd'ın da benzer bir haberini ve
ravilerini ele alır ve bu hususta, iyi bir senedin bulunmasına dikkati çeker.
Bununla yetinmeyen İbn Hacer, Buhari'nin, Halid'in vefatı üzerine, arkasından
başa toprak atıp ağlamaya dair, annesinin ismini zikretmeksizin yaptığı
talikına da ayrıca işaret eder.
Bütün
bu delilleri sıralayan İbn Hacer, Lübabe'nin Hz. Pey- gamber'den sonra
yaşadığını; ayrıca Mekke fethinden sonra da, ne Haremeyn'de ne Taifde, Veda
haccında, kimsenin putperest olarak kalmadığını, herkesin müslüman olduğunu
açık beyan ederek onun da İslam'a girdiğini teyid eder.99
Gerçekten
İbn Sa'd, Lübabe'yi, hicret ve biat eden sahabi hanımlar arasında zikreder. Hatta İbn Habib, Lübabe'nin, Hicret'ten önce
müslüman olup Hz. Peygamber'e biat ettiğini haber verir.
Kaynaklardan
tespit edebildiğimiz bu haberler ve bilhassa İbn Hacer'in ısrarı üzerinde
durmak istemiyoruz. Burada şu kadarını hatırlatmak istiyoruz ki, Halid b.
Velid'in nerede vefat ettiği ihtilaflıdır. Onun Medine'de vefat ettiğine dair
haberler yanında, Suriye'de vefat ettiğine ait rivayetler de bulunmaktadır ve
bu ikinci habere daha çok itibar edilmektedir. Bu hususu ileride de ele
alacağız. Ancak, annesinin Halid'in vefat tarihinden sonraya kadar (21 yılı)
yaşayıp yaşamadığını, Buhari'nin talikın- dan çıkaramayacağımızı belirtmek
gerekir.
Halid
b. Velid'in Kardeşleri
Halid
b. Velid'in kardeşlerinin hayat hikayeleri, yaşadıkları muhitin ve aile
çevresinin hususiyetlerine uygun ve dikkat çekicidir. Onun erkek kardeşlerinin
sayısı hakkında, altı, on, on üç gibi farklı rakamlar verilmiştir. Biz Kur'an-ı
Kerim'in sarih ifadesinden (Müddessir 74/13) Velid'in çocuklarının çok
olduğunu biliyoruz. İsimleri ve hayat hikayeleri hakkında bilgi bulabildiğimiz
altı erkek ile iki kız kardeşi üzerinde durmak istiyoruz.
Halid
b. Velid'in, adını ilk önce zikretmemiz gereken ilk kardeşi, hakkında hiç bilgi
bulamadığımız Abdüşems b. Ve- lid'dir. Velid, bu oğlunun adı ile künyelenmiş
olması hasebiyle, onun ilk erkek çocuğu olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.
İkinci
kardeşi ise As b. Velid olup, bunun hakkında da kaynaklarda bilgi
bulunmamaktadır; kendisi İslamiyet'in zuhurundan önce küçük yaşta ölmüştü.103
Halid'in
üçüncü kardeşi Umare b. Velid'dir. Yukarıda ele aldığımız gibi Hz. Peygamber'i
öldürmek üzere Ebu Talib'ten isteyen Kureyş heyetinin Hz. Peygamber'in dengi
kabul ederek onun yerine verilmesini teklif ettikleri104 Velid'in bu oğlu, çok
yakışıklı, şair ruhlu birisi idi. İbn Dureyd, içkiye ve kadına düşkün olan
Umare'nin, Arabın en ahlaksızı olduğunu yazmaktadır.105
Umare'nin
hayatı hakkında kaynaklarda oldukça farklı haberlere yer verildiğini
görüyoruz. Buna rağmen, Habeşistan'a hicret etmiş olan müslümanları Necaşi'den
istemek üzere gönderilen Kureyş heyeti dolayısıyla, kaynaklarda sıkça zikredilmektedir.
Hz.
Ömer'in müslüman olmasından sonra, Kureyş'in elçilik vazifesini, Adiyy kabilesi
yerine, Sehm ve Mahzuru oğullarının yaptığı anlaşılmaktadır. Hicret'ten önce
gönderilen bu Kureyş heyetinde, Amr b. el-As ile Mahzuru oğullarından meşhur
şair Ömer b. Abdullah b. Ebu Rebi'a'nın babası Abdullah b. Ebu Rebi'a bulunuyordu106
Ancak bazı rivayetlerde, bu Kureyş heyetinde, Abdullah'ın yerine, Habeşistan'a
elçi olarak Umare'nin gönderilmiş olduğu nakledilmiştir.107
Bir
üçüncü rivayette ise, heyet üç kişiden müteşekkildi. Amr ve Abdullah'ın
yanında, Umare de Habeşistan'a gönde- rilmiştir.108
Tarihçi
Belazuri, Umare ile Amr'ın Habeşistan'a gönderildiğini haber veren rivayeti
naklettikten sonra; Amr ile Abdullah'ın gönderildiğine dair rivayeti de
nakleder, sonra da bu son haberin daha doğru olduğunu belirtir. Nihayet
Umare'nin Amr ile Habeşistan'a, daha sonra ticaret için gittiklerini öne
sürer. 109
Yaygın
olmamakla birlikte ehemmiyetli bir başka habere göre ise, Bedir gazvesinde
mağlup ve perişan olan Kureyşliler, intikam almak için Habeşistan'daki
müslüman Muhacirleri Ne- caşi'den istemek üzere ikinci defa bir heyet daha
gönderirler. Umare, işte bu ikinci defa gönderilen Kureyş heyetinde Amr ile
birlikte bulunuyordu.
Umare'nin
Amr b. el-As ile Habeşistan'a deniz yolu ile olan seyahati bir defadır. Ancak
bunun Mekke devrindeki ilk veya Bedir gazvesinden sonraki ikinci Kureyş heyeti
adına mı; yoksa Belazuri'nin belirttiği gibi ticaret için yapılan bir seyahat
mi olduğu ihtilaflıdır. Bize göre, onun ilk heyette yer almadığı doğrudur.
Aslında, hadisenin devamı Umare için mühimdir, çünkü hayatı alt üst olacak ve
sonunu hazırlayacaktır.
Umare,
yanında karısı da bulunan Amr b. el-As ile Habeşistan'a doğru yola çıkarlar.
Umare, Amr'ın karısına göz koyar, o da Umare'nin bu isteğini kabul eder. Gemide
yolculuk devam ederken Umare, kendisini belli etmeden Amr'ı denize itip
öldürmek ve ondan kurtulup karısıyla beraber olmak ister. Fırsatını denk
getirip onu denize iter. Ancak yüzme bilen Amr kurtulur; kendisine yapılan
suikasti farkeder. Akıllı ve kurnaz olan Amr, Umare'den intikam almayı kafasına
koyar; fakat bunu Umare'ye hissettirmediği gibi, tam tersi bir tavırla, onun
sayesinde kurtulmuş olduğuna kendisini inandırmak maksadıyla karısına, teşekkür
için Umare'yi kucaklamasını emreder, kendisini ona minnettarmış gibi gösterir.
Nihayet
Habeşistan'a varıldığında Amr, Necaşi'nin karısı ile Umare'yi karşılaştırmayı
kararlaştırır. Umare'nin çok yakışıklı olmasından istifade etmek suretiyle
ikisinin arasını bulmayı sağlar. Necaşi'nin hanımı, Umare'den hoşlanır. Bunun
üzerine Amr, karısı ile Umare arasındaki münasebeti Necaşi'ye ihbar eder ve onu
kıskandırır.
Bazı
rivayetlerde Necaşi onları yakalar; Umare'yi yakarak öldürür; karısını da diri
diri yanına gömer. 111 Diğer bazı haberlerde ise, Necaşi Umare'ye
sihir yaptırır, Umare aklını kaybeder ve yalnız başına ormanlarda vahşi
hayvanlarla birlikte yaşamaya başlar. Saçları, sakalları, tırnakları uzamış bir
halde yıllarca hayatını devam ettirir. Hz. Ömer'in halifeliği zamanında,
Mahzum kabilesinden, ilk Kureyş heyetinde yer alan Abdullah b. Ebu Rebi'a onu
bulup getirmek üzere Habeşistan'a gönderilir. Abdullah, Umare'yi perişan bir
halde bulur; ancak mecnunu yakalayıp getirmeye muvaffak olamaz; çünkü Umare,
Abdullah'a beni bırak diye yalvara yalvara onun elinde can verir.112
Bu
macera ve perişanlık dolu hikayeden tamamen farklı bir haberde ise, Umare'nin
Bedir gazvesine müşrikler safında iştirak ettiği ve Hz. Ali tarafından
öldürüldüğü nakledilmiştir. 113
Umare'nin
ister Bedir'de, ister Habeşistan macerası sonucu olsun müşrik olarak öldüğü
katidir. Ancak, Velid'in müslüman olan yalnızca üç erkek çocuğu olmasına rağmen
(Halid, Velid ve Hişam'dır) bazı tefsirlerde, Velid b. Velid yerine, Umare'nin
müslüman olduğu yazılmıştır. Bu hususta İbn Hacer, Allı.si ve Elmalılı, yapılan
yanlışlığa açık bir şekilde dikkati çekmişler ve u mare'nin müslüman olmadığını
belirtmişlerdir. 114
Umare'nin
başına gelenleri Allah'ın bir tecellisi kabul edebilir, başta babası ve Kureyş
ileri gelenlerinin onu, Hz. Peygamber'in dengi sayıp Ebu Talib'e vermek
istemeleri; karşılığında da Hz. Peygamber'i alıp öldürmeyi düşünmeleri
sonucunda zuhura gelmiş bir cilve-i Rabbani olduğunu düşünebiliriz.
Halid
b. Velid'in dördüncü kardeşi Ebu Kays b. Velid'dir. Ebu Kays'ın önce müslüman
olduğu; sonra tekrar putperestliğe döndüğü rivayet edilmiştir. Müslüman
olduktan sonra, Mekke devrinde, tekrar putperestliğe dönen beş kişiden birisi
olan Ebu Kays, hac mevsimi sırasında Arabistan'ın muhtelif yerlerinden Kabe'yi
ziyarete gelenleri, Hz. Peygamber ile konuşturmamaya çalışanlardandı. Kureyş
kabilesinden on yedi kişinin, bunlardan da yedisinin Mahzuru oğullarından olmak
üzere bu faaliyeti yürüttükleri; bir müslümanın da onların söylediklerini
tekzib etmek üzere yanlarında bulunduğu nakledilmiştir.
Ebu
Kays, müşrikler safında katıldığı Bedir gazvesinde, bir rivayette Hz. Ali,
diğerine göre ise Hz. Hamza tarafından katledilmiştir. O ve onun gibilerin
Bedir'de öldürülmeleri üzerine, Nisa suresinin 97. ayeti nazil olmuştur.115
Ayrıca Ebu Kays'ın Mekke'de öldürüldüğü rivayet edilmişse de bu zayıf bir
haberdir.116
Halid
b. Velid'in beşinci erkek kardeşi ise, Hişam b. Ve- lid'dir. Hişam'ın babasının
vasiyetini yerine getirmek için, Ebu Uzeyhir ed-Devsi'yi öldürdüğünü yukarıda
anlattık. Velid, Cahi- liye çağında oğlu Hişam'ın şarap içmesini yasaklamıştı.
Hişam,
Bedir gazvesinden sonra esir olan kardeşi Velid'i kurtarmak üzere, diğer
kardeşi Halid b. Velid ile Medine'ye gitti; kardeşinin diyetini verdi ve onu
esaretten kurtardı.
Hişam'ın
kardeşi Velid ile alakalı zikre değer bir başka faaliyeti ise, Velid'in
müslüman olmasından sonra cereyan etmiştir. Bedir'den sonra esaretten kurtulan
Velid müslüman olunca, Mahzuru oğullarından bazı kimseler, Hişam'ın yanına
geldiler. Kendi kabilelerinden müslüman olanları yakalamak istediklerini, böylece
onların yeni dine girmelerine mani olacaklarını, ayrıca başka gençleri de bu
tehlikeden koruyacaklarını ona haber verdiler. Hişam onlara verdiği cevapta,
istediklerini yapmalarını, ancak kardeşi Velid'i sıkıştırabileceklerini fakat
onun canına kıymamalarını tenbih etti; arkasından da şu beyti okuyup onları
tehdit etti:
Mahzumlu
gençler, Hişam'ın bu tehdidi üzerine, hem Ve- lid'e, hem de bu kabileden
müslüman olduklarını daha önce anlattığımız Ayyaş b. Ebu Rebi'a ile Seleme b.
Hişam'a bir şey yapamadılar.
Hişam
b. Velid, Mekke fethinden sonra müslüman oldu; Hz. Peygamber, birçok Kureyşli
gibi ona da, Cirane'de, Hevazin kabilesinden elde edilen ganimetten hususi
olarak hisse verdi. Bundan dolayı da Hişam, önceleri müellefe-i kulubdan
sayıldı.117
Halid
b. Velid'in altıncı erkek kardeşi Velid b. Velid hazretleridir. Babasının
adıyla isimlendirilen Velid'in müslüman oluşu gayet mühimdir. Ancak onun asıl
büyük ve değerli hizmeti, kardeşi Halid b. Velid'in müslüman oluşundaki
gayreti ve Hz. Peygamber ile olan müşterek hareketidir ki, biz bu hususu,
Halid'in müslüman oluşunu anlatırken ele alacağız.
Velid
b. Muğire'nin çocukları arasında ilk önce müslüman olan Velid b. Velid'dir.
Onun İslam öncesi hayatı hakkında hemen hiç bilgi bulunmamaktadır. Halid ile
baba bir, Hişam ile anne ve baba bir kardeş olan Velid, Kureyşli müşriklerle
birlikte Bedir gazvesine katılan Mahzumlular'dandı. Bu savaş sırasında Velid,
Abdullah b. Cahş veya Ensar'dan Selit b. Kays tarafından esir alındı. Öyle
anlaşılıyor ki Velid, Bedir gazvesindeki müslümanların muvaffakiyeti ile
Raslılullah'ın dirayeti ve şahsiyetini, savaş sırasında ve sonrasında yakından
müşahede etti ve müslüman olmayı gönlünden geçirdi.
Kardeşleri
Hişam ve Halid, esirlerin serbest bırakılması için Hz. Peygamber'in şart
koştuğu fidyeyi ödemek üzere Medine'ye geldiler. Velid'i esir alan Abdullah b.
Cahş, tam dört bin dirhem ödenmedikçe, onu serbest bırakmaya razı olmadı. Halid
b. Velid ise bu miktarı ödemek istemiyordu. Bunun üzerine Hişam, Ha- lid'e
kızıp şöyle dedi:
-Tabii
o senin annenin oğlu değildir. Eğer babam da olsaydı, yemin ederim ki aynı şeyi
yapardım.
Bir
başka rivayette ise, Hz. Peygamber, Velid'in fidyesi karşılığında, babası
Velid b. Muğire'nin yüz dinar değerindeki silah takımının verilmesini şart
koştu. Hişam bunu kabul etti; ancak Halid b. Velid reddetti. Sonunda ikisi de
bu şartı kabul ettiler ve Velid'i kurtardılar.
Her
üç kardeş Mekke'ye gitmek üzere Medine'den ayrıldılar, Zu'l-huleyfe'ye
vardıklarında, Velid kardeşlerinin yanından ayrılıp Medine'ye Hz. Peygamber'in
yanına kaçtı ve müslüman oldu.
Halid
ile Hişam da geri geldiler ve onu tekrar Mekke'ye götürmek üzere yanlarına
aldılar. Halid kardeşi Velid'e:
-Madem
böyle yapacaktın, babamızın değerli hatırası elimizden çıkmadan ve sana fidye
ödenmeden önce Muhammed'e (salla'llâhü aleyhi ve sellem) tabi olsaydın ya? diye
çıkıştı. Bunun üzerine Velid, kardeşi Halid'e şu cevabı verdi:
-
Ben, kabilem mensuplarına ödendiği gibi benim için de fidye ödenmedikçe
müslüman olmayı istemedim; çünkü Kureyş'in benim hakkımda 'fidye ödemekten
kaçtığı için Muhammed'e tabi oldu " demesini doğru bulmadım.
Velid'in
bu anlayışı ve hareket tarzı, imanının gerçekten gönülden ve kendi iradesiyle
olduğunu gösterdiği gibi, babasının ve kabilesinin itibarına da layık, asil bir
davranıştır.
Hişam
ile Halid, Mekke'ye vardıklarında, kardeşleri Velid'i, Mahzum oğullarından
müslüman olmuş Ayyaş b. Ebu Rebi'a ve Seleme b. Hişam'ın yanına hapsettiler,
onlara eziyet ve işkence yaptılar. Hz. Peygamber, Ayyaş ile Seleme'nin
kurtulmaları için dua ediyordu; Velid'in de Mekke'de hapsedilmesi üzerine,
dualarını üçü için yapmaya başladı.
Velid,
ayakları bağlı hapis hayatından bir gün kurtulup kaçmaya muvaffak oldu ve
Medine'ye Hz. Peygamber'e kavuştu; Muhacir müslümanlar arasına katıldı.
Hz.
Peygamber, Velid'den kabiledaşları Ayyaş ve Seleme'nin durumlarını sordu.
Velid, onların ayaklarının birbirine bağlı olduğunu, azap ve işkence içinde
bulunduklarını anlattı. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Ayyaş ile Seleme'yi
kurtarmak üzere Velid'in Mekke'ye gitmesini; müslüman olduğunu gizleyen bir
demircinin yanında saklanmasını; mahpuslarla temas kurup kendisinin
Raslllullah'ın elçisi olduğunu, kendilerini kurtaracağını bildirmesini
emretti.
Velid
gizlice Mekke'ye geldi; bir gece Ayyaş ile Seleme'nin yanına girdi; onların
bağlarını kılıcı ile kesti ve kendilerini Medine'ye götürmek üzere kaçırmayı
başardı.
Mahzumlu
bu üç müslümanı, henüz müslüman olmamış bulunan Halid b. Velid'in takip
ettiğini; ancak onları bulamadığını da zikredelim.
Velid'in
bu kaçış sırasında Medine'ye ulaşıncaya kadar ayak parmağının yürümekten
koptuğu ve sonra da vefat ettiği rivayet edilmiştir. Ancak biz, kendisinin Hz.
Peygamber ile Hicret'in 7. yılında Umretu'l-kaza için Mekke'ye gittiğini ve
kardeşi Halid'e mektup yazarak, müslüman olmasını istediğini anlatan rivayetlerin
daha doğru olduğunu kabul ediyoruz.
Halid
b. Velid'in iki kız kardeşi vardı; her ikisi de Mekke fethinde müslüman
oldular; Hz. Peygamber'e biat ettiler. Bunlardan Fahite, Sahran b. Umeyye ile
evli idi ve kocasından bir ay önce müslüman oldu. Diğer kardeşi Fatıma ise,
Haris b. Hişam ile evli idi. Bazı rivayetlerde, Haris'in ölümünden sonra Hz.
Ömer'in Fatıma ile evlendiği nakledilmişse de doğru değildir. Fatıma, kocası
Haris ile Suriye'ye gidip Şam'a yerleşti. Halid b. Velid, Suriye fetihleri ve
sonrasında, bazı işlerini bu kardeşiyle istişare ederdi.
MÜSLÜMAN
OLUŞUNA KADAR HALİD B. VELİD
Doğumu,
Çocukluğu ve Gençliği
Beni
Mahzuru kabilesinden Velid ile Beni Hilal'den Lübabe'den dünyaya gelen Halid'in
nesebi şöyledir:
Halid
b. Velid b. Muğire b. Abdullah b. Ömer b. Mahzuru b. Yakaza b. Murre b. Ka'b b.
Lüeyy b. Galib b. Fihr (Kureyş) b. Malik.
Halid'in
şeceresinden anlaşıldığına göre, onun beşinci göbekten dedesi Mahzuru, mensup
olduğu kabileye adını vermiştir.
Yedinci
göbekten dedesi Murre ile de nesebi, Hz. Peygamber'in nesebi ile
birleşmektedir. On birinci göbekten dedesi Fihr b. Malik ise, Kureyş
kabilesinin kurucusudur.120
Halid
b. Velid, İslam tarihinin pek meşhur bir şahsiyeti, büyük bir sahabi ve
fatih-kumandanı olmasına rağmen, onun doğumu, çocukluğu ve gençliği; hatta
müslüman olduktan sonraki hayatı, ailesi ve çocukları hakkında kaynaklarımızda
çok az bilgi bulunmaktadır. Doğum tarihi, kesin olarak bilinmemektedir. Bununla
birlikte, doğum tarihini tespit etmemize yardım edecek bazı bilgilere sahip
bulunuyoruz. Bunlar arasında, onun Hz. Ömer ile yaşıt olduğu meselesi, üzerinde
durulması gereken ilk husustur.
Ashab
neslinin Kureyşli bu iki büyük şahsiyeti, çocukluk ve gençliklerinde çok yakın
iki arkadaştı. Aralarındaki yakınlık ve arkadaşlık, hem kabilelerinden, hem de
ailelerinden ileri geliyordu. Halid'in kabilesi Mahzum ile Hz. Ömer'in
kabilesi Adiyy, Kureyş içerisinde, aynı ittifakın, Ahlafın üyesi idi.121 Diğer
taraftan Hz. Ömer'in annesi Hanteme bint Haşim b. Muğire, Halid'in amcasının
kızı idi; bir başka ifade ile Halid'in amcası Hz. Ömer'in anne tarafından
dedesi idi.122
Cahiliye
çağında, bilhassa panayırlarda çok yaygın bir şekilde güreş müsabakaları
yapılırdı ve Hz. Ömer de Ukaz panayırındaki güreşleriyle meşhurdu. 123
Kureyş'in diplomasi işlerine bakan Adiyy kabilesinin genci Ömer ile süvari
birlikleri kumandanlığını deruhte eden Mahzum kabilesinin genci Halid,
Şa'bi'nin naklettiği bir habere göre, bir gün karşı karşıya geldiler; Halid
karşısında şanssız olan Ömer, bu güreşte mağlub olduğu gibi bacağı da
kırıldı.124
Halid
ile Hz. Ömer'in yaşıt olduğunu gösteren bu haberin, onun doğum tarihini tespit
için hep zikredildiğini görüyoruz.
Ancak
bu haber ile biz, Halid'in doğum tarihini kolayca tespit edememekteyiz; çünkü
Hz. Ömer'in doğum tarihi ve yaşı da ihtilaflıdır. tespitimize göre, Hz. Ömer'in
şehid edildiğinde, 54, 55, 56, 60 ve 63 yaşında olduğuna dair rivayetler
bulunmakta- dır.126 Bu farklı rivayetleri göz önüne
almayan bazı yazarlar, Hz. Ömer'in Hz. Peygamber'den on üç yaş küçük olduğuna
dair rivayeti esas alıp onun hicretten kırk, biset-i nebeviyeden ise yirmi yedi
yıl önce doğduğunu kabul ederler.
Halid'in
doğumu ve yaşı üzerindeki tartışmalar arasında, Mısırlı edip ve mütefekkir
Akkad'ın bir yorumuna da burada temas etmek uygun olacaktır. Merhum Akkad, çok
değişik bir anlayış ve yorumla, Mekke fethi sırasındaki bir konuşmayı ele
almaktadır. Hadise şu şekilde cereyan etmiştir: Mekke'nin fethe- dildiği gün,
Hz. Peygamber'in amcası Hz. Abbas ile Kureyş'in teslim ve müslüman olmuş lideri
Ebu Süfyan, müslüman birliklerin ve kabilelerin resm-i geçidini
seyrediyorlardı. O sırada müslüman ordusunda yer almış olan Halid b. Velid,
Beni Sü- leym kabilesinin başında, ilk geçen birliğin önünde yer alıyordu. Ebu
Süfyan, bu ilk birlik komutanının kim olduğunu Abbas'a sordu. O da, "Halid
b. Velid " cevabını verince, Ebu Süfyan, kızgınlığını saklayamayarak
tekrar sordu "Çocuk ha?" Abbas, "evet, Halid b. Velid "
diye tekrarladı. Halid, Abbas'ın önünden geçerken yanındakinin Ebu Süfyan
olduğunu farkedince, üç defa yüksek sesle tekbir getirdi.127 Akkad, bu vak'ayı
kendi edebi üslubu ile anlattıktan sonra, Mekke ileri gelenlerinin bir kimseye
"çocuk" diyebilmesi için, o kimsenin 46-47 yaşından küçük olması
gerektiğini, Halid'in o sıralarda (8. yıl/629 sonu) 36 veya 37 yaşında
olmasının düşünülebileceğini ifade etmektedir. Bu arada Halid'in Hz. Ömer ile
güreşmesine de temas eden yazar, onların aynı yaşta olmalarının şart
olmadığını; Halid'in Hz. Ömer'den birkaç yaş küçük olduğu halde, onunla
güreşebileceğini ve pekala da onu yenebileceğini görüşlerine ilave etmekte;
ayrıca Hz. Ömer'in hicretten kırk değil de bir iki yıl sonra; Halid'in de hicretten
otuz değil de birkaç yıl daha önce doğmuş olabileceklerini tahmin etmektedir.128
Bazı
muahhar kaynaklarda, Halid'in H. 21 yılında vefat ettiğinde altmış yaşında
olduğu zikredilmiştir.129 Buna göre Halid b.Velid'in hicretten otuz dokuz yıl
önce doğduğunu; Hz. Peygam- ber'e vahiy geldiğinde yirmiyedi; Hz. Peygamber'in
hicreti esnasında otuz dokuz; müslüman olduğunda ise kırk yedi yaşında
olduğunu; hayatının son on dört yılını müslüman olarak yaşadığını
söyleyebiliriz. Bu tarihlerin kesin olmadığını; ayrıca birkaç yıl daha küçük
olabileceğini de düşünebiliriz.
Doğumundan
sonra Halid, Mekke'de yaşayan ailelerde görülen alışkanlığa uyularak, temiz,
kuru ve sağlam bir havada, iyi bir iklimde yetişmek üzere, çöldeki bir ailenin
yanına verildi. Hayatı boyunca muhafaza edeceği sağlam ve kuvvetli bir bünyeye
orada sahip oldu. Ayrıca, küçüklüğünden itibaren çölü sevmeye ve oraya
sığındığında, huzur duyacağını hissetmeye başladı. Beş altı yaşına ulaşınca,
ailesinin yanına Mekke'ye döndü.
Çocukken
yakalandığı çiçek hastalığı sonucunda, yüzünde birkaç iz kaldı; ancak bu
izler, onun güzel ve aynı zamanda sert yüzünü çirkinleştirmedi. Baba ocağında
ve Mekke'de, büyük ve meşhur bir ailenin çocuğu olduğunun idraki içerisinde
yetiştirildi.
Çölden
dönen Halid'in terbiyesini babası üzerine aldı; bütün Araplar'ın sahip olmayı
arzu ettikleri, savaşlarda kahramanlık, cesaret ve mahareti, sağlamlık ve
cömertliği ona telkin etmeye başladı. Velid, onun zihnine Muğire'nin soyundan
gelen bir Mahzumlu olduğunu ve bu soyla övünmesi gerektiğini iyice
yerleştirdi.131
Kureyş'in
askeri ve bilhassa süvari birliklerinin sevk ve idaresini üstlenmiş olan
Mahzum oğulları, çocuklarını yetiştirirken, onların at ve develere binmelerine,
bu hayvanların yetiştirilmesine, savaş için gerekli olan diğer hususlara,
süvari birliklerinin nasıl sevk ve idare edileceklerine bilhassa itina
ederlerdi. Halid de bu anlayışla yetiştirildi; ata binmeyi, ok, yay, mızrak,
kalkan ve kılıç kullanmayı çok iyi öğrendi. O, gerek at üzerinde, gerek yaya
olarak bu silahları çok iyi kullanmaya başladı. At üzerinde savaşırken
mızrakla, yaya iken kılıçla, mübarezede yani iki kişinin karşılıklı
savaşlarında ise, ister atında ister yaya olsun, kılıcıyla savaşmayı tercih
ederdi. Araplar, kılıcı kahramanlık silahı kabul ederlerdi; çünkü bu silahın
kullanılabilmesi ve insanın hasmını yenebilmesi için, kuvvet, tecrübe ve
maharet sahibi olmak gerekirdi. Bu silahı kullananların, birbirlerine yakın
olmaları, uzak durmamaları şarttı. Bunun için de kılıç, savaşçının güvendiği
tek silahtı.132
Halid
gençlik çağına gelince boyu uzadı, omuzları ve göğsü genişledi; ince vücudunun
adaleleri kuvvetlendi; yüzünde gür sakalları çıktı. Güreş yapması ve bu spora
devam etmesi de vücudunun gelişmesine, güçlenmesine yardım etti.
Serveti
ve bahçeleriyle çok zengin bir babanın çocuğu olan Halid'in hayatını devam
ettirmek için bir mesleğe, vaktini harcayacağı bir işe ihtiyacı yoktu. O
vaktinin büyük kısmını, savaşa hazırlanmakla, ata binmek ve avcılıkla
geçiriyordu. Nitekim kaynaklarda, onun mesleğine dair, askerliği dışında bir
haber bulunmamaktadır. Bu arada büyük bir sermayeye sahip olan babasının
ticareti için, diğer Kureyşli zenginler ve onların çocukları gibi, Halid de
birçok defa Suriye'ye, Irak ve Medain'e, Mısır'a ve Yemen'e gidiyor, çeşitli
bölgeleri ve insanlarını yakından tanıyordu. 134
Halid,
arkadaşları ve kardeşleri ile ata biner, ava çıkar; Mekke'deki günlerini ise
şiir okumak, ensab bilgisi öğrenmek, içki içmek ve eğlenmekle geçirirdi.
Arkadaşları arasında Hz. Ömer, Amr b. As, Ebu Cehil ve bunun oğlu İkrime
sayılabilir. Bunlar arasında, amcası oğlu Ebu Cehil ile Amr'ın onun hayatında
mühim yerleri vardı.
Halid,
babasından çeşitli savaş taktiklerini, çölün kumları üzerinde nasıl hücum
edileceğini, dolaşılacağını, oradaki zorlukların üstesinden nasıl
gelineceğini, düşmana nasıl saldırılacağını; ani baskınların ve takiplerin
nasıl yapılacağını da öğrendi. Öğrendiklerini uygulamak için çölde çok
dolaştı. Araplar'ın savaşları, zaman zaman kabileler arasında karşılıklı
olarak cereyan ederdi. Bununla birlikte, baskınların ve ani hücumların da yeri
vardı ve bu şekildeki saldırıları onlar çok iyi biliyorlardı. Araplar, hücum ve
baskınlarda, süratin, çabuk karar vermenin ve iyi bir taktik uygulamanın
zaruretine ve değerine inanırlar ve bunu iyi tatbik ederlerdi.
Halid,
fıtraten savaşçı bir kimse idi ve bu kabiliyetini geliştirecek ve yükseltecek
iyi bir çevre de buldu. Kureyş'in kubbe
ve
e'inne vazifeleri, onun kabilesinin bir şeref nişanesi idi. Mahzum kabilesi
mensupları, Halid gibi doğuştan askeri kabiliyetlerle mücehhez bir genci, iyi
bir savaşçı ve mahir bir kumandan olarak yetiştirmek için ciddi bir şekilde
çalışmışlardır. Şayet Halid, böyle bir çevrede, savaşçı bir kabilenin mektebinde
yetişmemiş olsaydı, kader belki de onu, İslam fetihleri esnasındaki savaşlarda
yetiştirecek, fıtratında meknuz olan kabiliyetlerini ortaya çıkaracaktı.135
Halid'in,
savaş sırasında karşılaşabileceği zorluklara, çöl hayatının sıkıntılarına
katlanabilecek şekilde, kendisini yetiştirmeye çalıştığını anlıyoruz. Bu
maksatla, çölde yaşayan bedevilerin yemeklerini yemeye alışmış olduğunu
görüyoruz. Bu husustaki hadis-i şerif pek meşhurdur:
Abdullah
b. Abbas'ın haber verdiğine göre, Seyfullah Halid b. Velid şunları anlatmıştır:
Kendisi, Rasulullah ile beraber, Hz. Pey- gamber'in hanımı Meymune'nin yanına
girdi. Meymune, Halid'in ve Abdullah'ın teyzesidir. Orada kızartılmış bir keler
(kertenkele) vardı. Bunu Meymune'nin kız kardeşi Hufeyde bint Haris, Ne-
cid'den getirmişti. Meymune, keleri Hz. Peygamber'e ikram etti. Rasûlüllah kelere elini uzattı; o sırada orada bulunan
kadınlardan birisi, Rasûlüllah 'a sunduğunuz yemeğin ne olduğunu kendisine
haber verin, diye kadınları ikaz etti. Bunun üzerine kadınlar, o kelerdir, Ya
Rasfilallah! dediklerinde Hz. Peygamber elini çekti. Bunun üzerine Halid b.
Velid: Keler haram mıdır? Ya Raslılallah, diye sorunca Hz. Peygamber: Hayır,
ancak o benim kavmimin toprağında bulunmaz; ben de ondan tiksindiğimi
hissederim, diye cevap verdi. Halid, keleri önüne aldı ve Hz. Peygamber
bakarken onu yedi; peygamber tarafından menedilmedi.
Halid'in
bu şekilde yetişmiş olması, onu daima savaşçı, zaferi ve başarıyı arzu eden,
bekleyen bir şahsiyet haline getirmiştir. Diğer taraftan Hz. Peygamber ile
Kureyş arasındaki savaşlar, onun öğrendiklerini ve askeri kabiliyetlerini
tatbik sahasına koyabilmesine imkan tanımıştır. Kureyş'in ileri gelenleri
arasında yerini almaya başlayan Halid, Bedir'de Ebu Cehil'in öldürülmesinden
sonra, kabilesi adına, Mekke'nin süvari birliklerinin kumandanlığını deruhte
etmeye başladı.137
Halid
b. Velid'in yetişme çağında okuma-yazma öğrendiğini de kuvvetle tahmin
edebiliriz. Tahmin ediyoruz, çünkü bu hususta kaynaklarda herhangi bir habere
rastlayamadık. Ancak, Hz. Peygamber'in katiplerinin adları sıralanırken, Halid
b. Velid'in isminin de onlar arasında yer aldığını görüyoruz.138 Bu husus bize,
onun, yetişme çağında iken okuma-yazma öğrenmiş olduğunu açıkça gösterir.
Esasen edebi zevki son derecede gelişmiş olan babası Velid'in kültürü ve zenginliğinin,
bu imkanı Halid'e sağlaması gayet tabii idi.
Halid
b. Velid, İslam dinine karşı düşmanlıkta, bu dinin peygamberi Hz. Muhammed'e (salla'llâhü
aleyhi ve sellem) ve ona inanan müminlere karşı nefrette, tıpkı babası,
kabiledaşları ve Kureyş ileri gelenleri gibi düşünüyor, hareket ediyordu. O,
İslam davetini, Cahiliye çağının adet ve geleneklerini yıkan, kabile gurur ve
asabiyetini ortadan kaldıran tehlikeli bir hareket olarak kabul eden Kureyşli
gençler arasında yer alıyordu. Bu hususta elbette içinden çıktığı cemiyetin,
yetiştiği özel ve genel çevrenin açıkça tesiri altında idi. Onun bu nefret ve
düşmanlığına, gençlik gayretinin ateş ve heyecanı ile, babasının vermekte
olduğu mücadeleye iştirak etmek arzusu da tesir ediyordu. Ailesi gibi kabilesi
Mahzum da, bu , Yetiştiği Muhit ve Müslüman Oluşuna Kadar-89 düşmanlığın
ve mücadelenin öncülüğünü yapıyor, hicretten sonra başlayan silahlı
mücadelelerde, kubbe ve e'inne vazifelerinin tabii sonucu olarak aktifgörevler
alıyordu.
Çok
iyi ata binen ve silah kullanan, askeri kabiliyetiyle temayüz eden Halid b.
Velid, Uhud gazvesinden başlayarak, Ku- reyş ordusunda, kabilesi Mahzuru adına,
süvari birliklerinin kumandanlığını deruhte etmek suretiyle, bu düşmanlığın
askeri kanadında, fiilen vazife görmeye başladı. Böylece onun İslam'a karşı
düşmanca tavır takınması, bu davete mani olmak ve onu önlemek için mücadelelere
girişmesi, müşriklerin safında yer alması kaçınılmaz bir hal oldu.
Halid,
savaşta kumandanlık mevkiine ulaştığında, babası Velid öleli henüz iki yıl bile
olmamıştı. Kaynaklarda ne Mekke ve ne de Medine dönemlerinde, onun İslam ve Hz.
Peygamber aleyhine sarfettiği sözlerine, faaliyetlerine, hemen hiç yer verilmemiştir.
Bu hususun tek istisnası, onun iştirak ettiği savaşlardaki askeri
faaliyetleridir.
Hicretten
on dokuz ay sonra yapılan Bedir gazvesine ( 17 Ramazan 2/13 Mart 624) Halid b.
Velid'in iştirak ettiği pek kesin değildir. Kureyş ordusunda yer alan birçok
kimsenin adı arasında, Halid'in ismi hiç geçmemektedir. Ancak İbn Sa'd, onun
Ku- reyş'in kahramanlarından ve en şiddetlilerinden olduğunu ifade ettikten
sonra, ayrıca Mekkeli müşriklerle birlikte, Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarına
iştirak ettiğini zikretmektedir. 139 Pakistanlı araştırıcı İbrahim Ekrem,
Bedir gazvesi esnasında Hicaz'da bulunmadığından dolayı Halid'in Bedir
gazvesine iştirak etmemiş olduğunu, kaynak zikretmeksizin yazmaktadır.
Mahzum
kabilesinden Ebu Cehil'in iştirak ettiği ve Kureyş ordusunda kumandanlık
vazifesi yüklenmiş olduğu göz önüne alınarak, Halid'in Bedir'de çok aktif bir
rol oynamadan, sıradan bir Kureyşli gibi savaştığı kabul edilebilir. Buna
mukabil, Be- dir'den bir yıl sonra vuku bulan Uhud gazvesinde onun oynadığı
mühim rolü göz önüne alarak, bu gazveye iştirak etmemiş olduğunu düşünmek de
pekala mümkün görünmektedir.
Bedir
gazvesinden sonra Halid, müslümanların eline esir düşmüş olan baba bir kardeşi
Velid b. Velid'i kurtarmak için, diğer kardeşi Hişam ile Medine'ye geldi;
kardeşinin fidyesini ödedi ve Mekke'ye dönmek üzere birlikte yola çıktılar.
Müslüman olmaya karar vermiş olan V elid'in kardeşlerini bırakıp Medine'ye
kaçması üzerine çok sinirlenen Halid, tekrar Medine'ye geldi; kardeşini zorla
getirip Mekke'de hapsetti. Velid bir süre sonra hapisten kaçıp Medine'ye gitti.
Hz. Peygamber, Kureyş'in elinde hapis olan Ayyaş ile Seleme'yi kurtarıp
Medine'ye kaçırmak üzere onun gizlice Mekke'ye gitmesini emretti. Velid'in
onları Mekke'den kaçırmaya muvaffak olması üzerine Halid'in onları takip için
Usfan'a kadar gittiğini; onları ele geçiremeden geri döndüğünü, yukarıda
kardeşini ele alırken anlatmıştık.(bkz. İbn Sa'd. IV, 132-3)
Halid
b. Velid Uhud Gazvesinde
Halid
b. Velid'in iştirak ettiği ve mühim bir rol oynadığı ilk savaş, Uhud
gazvesidir. Hicretten otuz iki ay sonra; 7 Şevval 3/23 Mart 625 Cumartesi günü
cereyan eden bu savaşta, 141 İslam ordusu kumandanı Hz. Peygamber'in tespit
edip uygulamaya koyduğu strateji ile Halid'inki arasındaki münasebet,
gerçekten çok dikkat çekicidir ve Uhud gazvesinin neticesini tayin etmiştir.
Bedir'de
çok ağır bir mağlubiyete duçar olan Kureyşliler, intikam ateşi içerisinde
yanıp tutuşuyorlar ve Mekke'nin lideri Ebu Süfyan'a savaş hazırlıklarına hemen
başlaması için baskı yapıyorlardı. Bedir gazvesine sebep olan Ebu Süfyan
başkanlığındaki kervanın malları Daru'n-Nedve'de muhafaza ediliyordu. Bedir
hezimetinden sonra, bu malların, müslümanlara karşı yapılacak intikam
savaşında, sermaye olarak kullanılması kararlaştırılmış ve Ebu Süfyan'ın emrine
verilmişti. Savaşta yakınlarını kaybedenlerin intikam hisleriyle dolu olmaları
yanında, müslümanların Suriye-Mısır ticaret yolunu kesmeleri ve kervanlarına
baskınlar düzenlemeleri de, Kureyşliler'i ayrıca heyecanlandırıyor, korkutuyor
ve çok kızdırıyordu. 142
Hz.
Peygamber ve İslam dininin gelişmekte olan gücünü ve kuvvetini ezmeyi ve
Cahiliye çağı intikamını hedef alan savaşın hazırlıklarına, Bedir'den sonra
başlanmış; çevredeki dost ve akraba kabilelerden yardım temin etmek maksadıyla
çeşitli teşebbüslere girişilmiş bulunuyordu. Bu maksatla Kureyşliler, bazı
kabilelere elçiler göndermişlerdi. Bedir'den tam bir yıl sonra, Kureyş ve
müttefiklerinin üç bin kişilik ordusu, Mekke'de toplandı. Bu orduda, yedi yüz
zırhlı asker, iki yüz süvari, üç bin deve, pek çok silah ve malzeme
bulunuyordu. Safvan b. Ümeyye'nin teklifi üzerine, on beş Kureyşli kadın da bu
savaşa iştirak ettiler. Kadınlar Bedir'de öldürülmüş olan yakınlarının
intikamının alınması için, askerleri def çalıp şarkı söyleyerek teşvik edip
galeyana getireceklerdi. Bunlar arasında, Ebu Süfyan'ın iki karısı Hind bint
Utbe ile Umeyme bint Sa'd; Bedir'de katledilen Ebu Cehil'in oğlu Mah- zumlu
İkrime'nin karısı Ümmü Cüheym; Halid'in kız kardeşi Haris b. Hişam'ın karısı
Fatıma bint Velid de bulunuyordu.
Kureyş
ordusu Medine'nin kuzeyindeki Uhud dağının eteklerindeki Kanat vadisinde,
Ayneyn tepesinin etrafında, yüzleri dağa karşı, arkaları Medine'ye doğru olmak
üzere karargah kurdular. Ordunun baş kumandanı Ebu Süfyan, sağ koldaki yüz
süvari birliğinin başında Halid b. Velid, sol kolda, yine yüz süvarinin
başında İkrime b. Ebu Cehil, ortada Talha b. Ebu Talha'nın kumanda ettiği
birlikler bulunuyordu.144 Hz. Peygamber, Cahili- ye çağının kin ve nefret
duygularıyla dopdolu ve Bedir'in intikamını almak için galeyan halinde bulunan
Kureyş ile Medine dışında savaşmak istemiyordu. Ancak bazı gençler ile, düşman
ordusunun ekili arazi ve bahçelerini tahrip etmesine kızan En- sar'dan
bazılarının ısrarı üzerine, Uhud'a gitmeye karar verdi. Yolda, münafıkların
reisi Abdullah b. Übeyy b. Sellil, üç yüz kadar adamı ile geri dönerek Hz.
Peygamber ve müslümanları zor vaziyette bırakacağını umdu. Yanında kalan yedi
yüz müslüman ile, Hz. Peygamber, Şi'b vadisinde, sırtını Uhud dağına vererek
karargahını kurdu; sol tarafındaki Ayneyn tepesine, Abdullah b. Cübeyr
kumandasında elli okçu yerleştirdi; savaşın neticesi nasıl olursa olsun,
yerlerinden ayrılmamalarını onlara kesin bir şekilde emretti. Yüce Peygamber,
bu emri ile İslam ordusunun arka tarafını emniyete almayı düşünmüştü. Düşman
süvari birliklerinin bu tepeyi geçip müslümanlara arkadan hücum edebileceğini
keşfeden Hz. Peygamber, bu isabetli tedbirinin en iyi şekilde uygulanması
için, okçulara verdiği kesin emrini, ikinci bir defa daha tekrarlamak lüzumunu
hissetti.145
Cumartesi
sabahı başlayan savaşta, müslümanlar, mübareze için meydana çıkan Kureyşli
rakiplerini öldürdüler, savaş kızıştı. Başta Hz. Hamza, Hz. Ali, Hz. Zübeyr ve
Hz. Ebu Dücane olmak
üzere bütün müslümanlar büyük bir kahramanlık örneği vererek düşman ordusunun
saflarına daldılar. Kureyş ordusu korkuya kapılıp bozulmaya ve çekilmeye
başladı. Düşmanın kaçmaya başladığını gören Ayneyn tepesindeki okçular,
Kureyşliler'i takip etmek ve ganimet toplamak için yerlerinden ayrılmaya karar
verdiler. Kumandanları Abdullah b. Cübeyr'in ısrarı ve Hz. Peygamber'in
emirlerini hatırlatması kar etmedi; kırk kadar okçu, kumandanlarını ve on kadar
vefalı askeri orada bırakıp yerlerinden ayrıldılar ve düşmanı takibe gittiler.
İşte
o sırada, savaşın kaderini değiştiren Halid b. Velid oldu. Halid, Ayneyn
tepesinin stratejik ehemmiyetini, tıpkı Hz. Peygamber gibi farketmiş ve
müslümanları arkadan çevirmek suretiyle büyük bir darbe indirmeyi düşünmüştü.
Bu maksatla o, savaşın başında birkaç defa bu tepeye, süvarileriyle saldırmış;
her seferinde müslüman okçularının mukavemetiyle karşılaşıp geri çekilmek
zorunda kalmıştı.
Müşriklerin
safında yer alan Dırar b. Hattab'ın aşağıdaki ifadeleri, o sıralardaki
gelişmeleri ve Hz. Peygamber'in aldığı tedbirin Halid'i nasıl aciz bıraktığını
bize göstermektedir. Kureyş ordusunun bozulmaya başladığını farkeden ve bundan
dolayı hayretini saklamayan Dırar:
- Vallahi!
Onlarla çarpışmaya başlamamızla bozulup dağılmamız bir oldu, dedikten sonra
kendi kendisine:
- Bu,
Bedir vak'asından daha şiddetli olacaktır, demiş; arkasından da Halid'e:
- Onlara
tekrar saldırsana, diye onu teşvik etmeye başlamıştı. Dırar bu sözünü tekrar
ettikçe Halid. b. Velid kendisine:
- Tekrar
saldırabilecek bir durum görüyor musun? diyerek cevap veriyor ve okçuların
orada bulundukları sürece, tekrar saldırıya geçmenin bir fayda sağlamayacağını
ona tekrarlıyordu.
Nihayet
okçuların yerlerinden ayrıldıklarını ve tepenin boşaldığını farkeden Dırar:
-
Ey Ebu Süleyman, arkana bak! diyerek Halid b. Velid'e okçuların yerlerinden
ayrıldığını haber verdi.
O
sırada Halid için büyük bir fırsat zuhur etmiş oldu. Atının gemini çekip
arkasına baktı; Ayneyn tepesinin tenhalaştığını, okçuların yerlerinden
ayrıldıklarını, arkadan çevirmek suretiyle İslam ordusuna hücum etmek imkanını
farkeder etmez, emrindeki süvari birliğine yeniden hücum için emir verdi.
Kureyş ordusunun sol kol süvari birliği kumandanı İkrime de onun arkasından
harekete geçti. Halid'in başlattığı bu saldırının sonunda, Abdullah b. Cübeyr
kumandasındaki on kadar müslüman okçu, kumandanlarıyla birlikte şehid oldular.
Halid, İslam ordusuna arka taraftan hücuma başladı. Bu beklenmedik saldırı
üzerine müslümanlar arasında panik başladı; bu gelişmeyi farke- den bozulmuş
Kureyş ordusu toparlanıp yeniden saldırıya geçti. Müslümanların lehine kesin
bir şekilde zaferle sonuçlanacak bu savaşın kaderi, böylece değişmiş oldu.146
Başta
Hz. Peygamber'in amcası Hz. Hamza olmak üzere yetmiş müslüman şehid oldu; Hz.
Peygamber, miğferinin halkaları iki şakağına battığı için yüzünden yaralandı;
alt dudağı kanadı, dişi kırıldı. Ayrıca Raslilullah'ın öldürüldüğüne dair
yalan bir haber yayıldı. Bu haber ile savaşın ateşi düştü; müslümanlar Uhud
dağının eteklerine çekilerek Hz. Peygamber'in; müşrikler ise Ebu Süfyan'ın
etrafında toplandılar; iki ordu birbirinden ayrıldı; savaş sona erdi.
Kureyşliler, Bedir'in intikamını aldıklarını hissettiler, Hz. Peygamber
öldürülememişti; ama onun en yakın akrabası, amcası Hz. Hamza şehid edilmişti;
bu husus Ku- reyş'i tatmin etmişti.
Kaynaklarda,
Ebu Üseyre b. Haris, Rifü'a b. Vakaş ve Sabit b. Dahdaha isimli müslümanların,
Halid b. Velid tarafından şehid edildikleri rivayet edilmektedir. Halid, Uhud
gazvesinde hep ok atıyor ve "Ben Ebu Süleyman'ım " diye
bağırıyordu.147
Böylece
veraset yoluyla Kureyşliler'in süvari birliği kumandanlığını elinde bulunduran
Halid b. Velid, katıldığı bu ilk savaşta, İslam ordusunun zaferine mani olduğu
gibi, dikkati, uyanıklığı, fırsat kollaması, ani kararı ile savaşmayı çok iyi
bildiğini gösterdi. Putperestliğin tarihi yazılsaydı, şüphe yok ki bu savaşa
"Halid'in savaşı" adı verilirdi. Ancak Yüce Allah, Halid'i, Kendi
kılıçlarından bir kılıç olarak seçti de onun adının, yalnızca iman sayfaları
arasında yer almasını istedi. 48
Uhud
gazvesini ve sonuçlarını, Hz. Peygamber'in şahsiyeti ve İslam tarihi bakımından
ele alıp incelemiyoruz. Halid'in İslam öncesi hayatı dolayısıyla bu savaştan
bahsediyor ve onun askeri kabiliyetini tespite çalışıyoruz. Ancak, burada şu
kadarını ifade edelim ki, eğer müslümanlar, tıpkı Bedir gibi Uhud'da da Ku-
reyşliler'e büyük bir darbe indirmiş olsalardı, Rasulullah'ın esas hedefine
ulaşması, Kureyş'i İslam'a kazandırması, belki çok daha zorlaşacak, Cahiliye
anlayışının beslediği kin ve intikam hisleri, daha canlı bir şekilde, bu
kabilede yaşamaya devam edecek, mesela Hudeybiye'de sağlanmış olan imkan ve
feth-i mübin gerçekleşememiş olacaktı.149 Nitekim, bu anlayışımızı teyid eden
bir başka gelişme, Hendek savaşında vuku bulmuştur.
Halid
b. Velid Hendek Gazvesinde
Müslüman
olmadan önce Halid b. Velid'in katıldığı diğer bir savaş da Hendek gazvesidir.
Kureyş ve müttefiklerinin hücumuna karşı Hz. Peygamber'in Medine'nin etrafına
hendekler kazdırmasından dolayı bu adla bilinen savaşa "Ahzab"
gazvesi de denilmektedir ve Kur'an-ı Kerim'deki 33. surenin adı olmuştur.
Topluluk, cemaat, zümre ve parti manasına gelen "Hizb" kelimesinin
çoğulu olan Ahzab, bu savaş dolayısıyla, Kureyş başta olmak üzere, Gatafan
oğulları, Fezare ve Eşca' oğulları, Süleym oğulları, Murre oğulları, Kinane ve
Sakif gibi Arap kabileleri ile Medine'den Hayber'e sürülmüş olan Beni Nadir
yahudileri ve daha sonra bunlarla işbirliğine girişmiş olan ve Medine'de kalan
son yahudi kabilesi Beni Kureyza'nın meydana getirdiği ittifaka verilen
isimdir. Bu ittifakın hedefi, Hz. Peygamber ve müslümanları yoketmek, İslam
dininin intişarına mani olmaktı. Yapacakları savaş ile Kureyşli müşrikler,
Medine İslam devletine karşı çok geniş çaplı bir saldırıyı hedef almışlardı.
Ancak onların bu çabaları sonuçsuz kalacak ve Medine'ye bir daha saldırmaya
artık ne güçleri ve ne de cesaretleri kalacaktı. Onlarla işbirliği yapanların
cezalandırılmaları, çok kısa denilebilecek bir zaman içerisinde yerine
getirilerek İslam'ın zaferi sağlanacaktı.
Düşman
ordusunun sayısı, Kureyş ve Ehabişliler'inki dört bin olmak üzere on bine
ulaştı. Orduda üç yüz at, bin beş yüz deve vardı ve ordu kumandanlığını yine
Ebu Süfyan yapıyordu. Kureyş ordusu, Medine'nin kuzeyinde RCıme'de Cürf ile
Zegabe arasında karargah kurdu; düşman ordusundaki müttefiklerin askerlerine
ait iki ayrı karargah daha vardı.
Hz.
Peygamber, Kureyş'in bütün siyasi ve askeri faaliyetlerini yakından takip
ediyordu. Huza'alılar, Kureyş'in büyük bir ordu ile Medine üzerine yürümeyi
kararlaştırdığını Hz. Peygam- ber'e bildirmişlerdi. Uhud gazvesinde alınan
dersten sonra, Medine'den ayrılmadan şehrin müdafa edilmesi kabul edildi.
Şehrin üç tarafı donuk lavlarla ve hurma ağaçlarıyla çevrili olmasından dolayı,
yalnızca kuzey tarafına, düşman süvari birliklerinin hücumuna açık olan
yerlerine, o zamana kadar Arabistan'da hiç bilinmeyen hendeklerin kazılması
kararlaştırıldı. İslam ordusunu teşkil eden üç bin kişi, hendek kazma işini
altı günde tamamladı. Hz. Peygamber, kadın ve çocukların, kale ve hisarlara
yerleşmelerini emretti; ordunun arkası dağa, ön tarafı hendeğe bakmak üzere,
Sel' dağının eteklerinde karargah kurdu; hendeğin derin olmayan zayıf noktaları
ile bazı geçiş yerlerine nöbetçiler yerleştirdi.
Hz.
Peygamber, düşmanın sayıca üstünlüğü yanında, kan dökülmesini istemeyişinin de
sonucu olarak, meydan savaşı yapmak istemiyordu. Rasûlüllah 'ın Kureyş'e karşı
uyguladığı strateji, müslümanların gücünü göstermek, ticaret yolu dolayısıyla
onların kendisine muhtaç olduklarını hissettirmek, İslam dininin ve İslam
devletinin varlığını benimsetmekti.
Kureyşliler
ve müttefikleri, hendekleri görünce şaşırdılar. O sıralarda Araplar'ın, kuşatma
savaşını bilmemeleri yüzünden, hendek önünde yapabilecekleri tek şey, süvari
birliklerinin hendeği geçmek için gayret etmeleri olmuştur. Buna mukabil, hendeğin
diğer tarafında mevzilenmiş müslümanların, hendeği geçmeyi başarsalar bile
düşman süvarilerine karşı kolaylıkla üstünlük sağlayabilecekleri açıkça belli
olmuştur. Bununla birlikte müşrikler, her gece, hendekten geçip baskınlar
düzenlemek için fırsat kollamaya başlamışlardı.
Halid
b. Velid bu savaşta da süvari birliklerine kumanda etmekteydi. Kaynaklarda,
hicri 5 yılı Şevval veya Zilkade ayında (Şubat-Mart 627) cereyan ettiği
bildirilen Hendek gazvesinde, 150 muhasaranın on beş veya yirmi üç,
yirmi dört gün kadar devam ettiği zikredilmiştir. Muhasara esnasındaki
gelişmelerin hepsine temas etmeksizin, yalnızca Halid b. Velid'in, neticesiz
bazı hücum teşebbüslerine işaret etmekle yetineceğiz.
Halid
b. Velid, müslümanların gaflet anını yakalayıp hendeğin dar ve sıçrayarak
geçilebilecek yerlerini tespit etmek ve oradan hücuma geçmek üzere Amr b. As
ile keşiflerde bulunuyordu. Onun bu şekildeki faaliyetlerini, savaş esnasında
bizzat müşahede eden Muhammed b. Mesleme şunları anlatmıştır:
Halid
b. Velid, o gece, yüz süvari ile Akik vadisinden hareket edip Mezad'a kadar
ilerlediler; Hz. Peygamber'in çadırının hizasında durdular. Oradaki askerler
korktular; Hz. Peygamber'in çadırını bekleyen askerlerden o sırada namaz
kılmakta olan Ab- bad b. Bişr'e, "basıldın" diye seslendim; bunun
üzerine o, hemen rükfıa sonra da secdeye vardı. Halid, yanında üç süvari ile
hendeğe doğru ilerledi; ben onların şunları söylediklerini işitiyordum:
- İşte
Muhammed'in çadırı! Ok atın!
Ok
attılar; biz hendeğin bir tarafında, onlar diğer tarafında, karşılıklı ok
atmaya başladık. Sonra biz arkadaşlarımızın yanına, onlar da kendi
arkadaşlarının yanına döndüler. Bizden de onlardan da yaralananlar oldu. Daha
sonra Halid ve arkadaşları, hendeğin kenarını takip ederek oradan ayrıldılar;
biz de onları diğer kenarından takip ettik. Bu şekilde nöbet yerlerine kadar
onları takip ettik. Her nöbet yerinde, bize karşı koyan ve savaşan askerlerle
karşılaştık ve bu şekilde Ratic'e kadar ilerledik. Halid ve askerleri orada
uzun bir süre kaldılar, çünkü onlar, Beni Kureyza yahudilerinin Medine'nin
merkezine hücum etmelerini bekliyorlardı.
Biz,
Seleme b. Eslem'in süvarileriyle Medine'yi müdafaa etmekte olduğunu
düşünüyorduk ki Seleme ve yanındaki süvarileri, ansızın Ratic'in arka tarafına
geldiler, Halid b. Velid'in süvari birliğiyle çarpışmaya başladılar;
birbirlerine girip savaştılar, bir koyunun sağılacağı kadar kısa süren bu
çatışmadan sonra, Ha- lid'in süvarilerinin dönüp kaçtıklarını gördüm. Seleme,
bu süvari birliğini, geldikleri yere kadar kovaladı. Ertesi günü, Kureyşliler
ve Gatafanlılar, şu sözleriyle Halid'i itham ettiler:
- Hendek'te
bulunanlara ve karşına çıkanlara ne yaptın?! Onların bu ithamına kızan Halid:
- Bu
gece ben oturacağım! Yeni süvari birlikleri gönderin de ne yapacaklarına
bakayım! diye cevap verdi. ısı
Başta
Ebu Süfyan olmak üzere, İkrime b. Ebu Cehil, Amr b. As, Dırar b. Hattab gibi
kumandanların, süvari birliklerinin başında, her gece birisi olmak üzere,
Mezad ile Ratic arasında, hendekten geçmek üzere harekete geçtiklerini ve bir
sonuç alamadıklarını kaynaklardan öğreniyoruz. ı52
Muhasaranın
uzamasından ve bir netice alınamamasından huzursuz olan Kureyşliler, topyekün
bir hücum için harekete geçtiler. Ebu Süfyan kumandası altında, aralarında
Halid b. Ve- lid'in de bulunduğu süvari birlikleri kumandanlarının bu harekatı
neticesinde, beş kişi hendeği geçmeye muvaffak oldu. Ha- lid bunlar arasında
bulunmuyordu. Hz. Ali yapılan mübarezede, bu beş kişiden birisi olan Amr b.
Abd'ı öldürdü; diğerleri kaçtılar ve bu taarruz da sonuçsuz kaldı. Halid b.
Velid, emrindeki süvari birliği ile bu saldırı esnasında, Hz. Peygamber'in
çadırı hizasındaki bölgede, çok şiddetli bir savaşa girişti; gece geç saatlere
kadar devam eden ve okların atıldığı bu hücum sırasında, Hz. Pey-
gamber
ve etrafındaki müslümanların, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını
kılamadıkları rivayet edilmiştir. Bu saldırı sırasında Halid b. Velid, Enes b.
Evs'i okla şehid etti.153
Umumi
taarruzdan bir netice alınamaması, Beni Kureyza yahudileriyle ihtilafa
düşülmesi yanında, Yüce Allah'ın Ahzab suresi 9. ayetinde haber verdiği,
"görünmeyen askerler" ile estirdiği "fırtına" sonucunda,
Kureyş'in başkumandanı Ebu Süfyan'ın morali bozuldu ve Mekke'ye dönmeye karar
verdi. Kureyş ordusu dönerken, Halid b. Velid, iki yüz süvarinin başında Amr
b. el- As ile birlikte, müslümanlardan gelebilecek ani bir hücuma karşı,
ardcılık vazifesini üstlendi. 154
Hz.
Peygamber'in hendek kazdırmak gibi çok değişik bir strateji takip ederek
Medine'yi müdafaa etmesi yanında, Halid b. Velid ile alakası olmaması hasebiyle
burada üzerinde hiç duramadığımız istihbaratı ve gizli ajanları vasıtasıyla
"Ahzab"ı parçalamaya muvaffak olması, bu savaşta müslümanlara
üstünlük sağlamıştır. Hendek gazvesi, İslam tarihinde, bir savaşta, siyaset ve
diplomasinin istihbaratla birleştirilerek çok başarılı bir şekilde
uygulandığını gösteren ilk harptir.
Halid
b. Velid bu savaşta, Kureyş ordusundaki süvari kumandanlığı mevkiini devam
ettirmiş; bazı başarısız hücumlarıyla temayüz etmiştir. Kureyş'in Medine İslam
devletine karşı son çabası olan Hendek savaşındaki bir tecelliye dikkatinizi
çekmek istiyoruz. Kureyş'in çekilmesi sırasında, kaderin beraberce müslüman
olmayı nasib ettiği Amr b. el-As ile ordusunun arkasını emniyete almakla Halid
b. Velid, adeta "İslam'a dön': ilahi emri verildiğinde, en başta yer
alacağı büyük tecelliyi belki de gayr-i şuuri olarak yaşamaya başlamıştı...
Halid
b. Velid Hudeybiye'de
Müslüman
olmadan önce Halid b. Velid'in Hz. Peygamber ve müslümanlarla son defa karşı
karşıya gelmesi Hudeybi- ye'dedir. Bilindiği üzere Hz. Peygamber, gördüğü bir
rüya üzerine, hicretinden beri ilk defa Mekke-i Mükerreme'ye gitmeye ve umre
ziyareti yapmaya niyet etti. Bu kararını Ashabına da bildirdi ve umre için
hazırlanmalarını emretti. Hz. Peygamber'in bu rüyasının Yüce Allah tarafından
Kur'an-ı Kerim'de tasdik edildiğini görüyoruz:
"Andolsun
ki Allah, peygamberinin rüyasının gerçek olduğunu tasdik eder... " (Fetih
48/27)
Hz.
Peygamber, 6 yılı Zilkade ayının başı Pazartesi günü, Ashabıyla birlikte
Medine'den ayrıldı. Yanına yetmiş kurbanlık deve aldı. Müslümanlar,
beraberlerinde, yalnızca yol silahı kılıçlarını aldılar. Umre için Hz.
Peygamber ile birlikte Medine'den ayrılan ve yolda kafileye katılan sahabinin
sayısı hususunda, kaynaklarda bin dört yüz, bin beş yüz ve bin altı yüz
rakamları verilmektedir. 155
Zu'l-Huleyfe'de
ihrama girildi. Burada bazı sahabilerin, Hz. Peygamber ile silahsız olarak
Mekke'ye gitmenin doğru olmayacağı hususunda fikir beyan edip konuştuklarını
görüyoruz. Bunlar arasında Hz. Ömer:
-
Silahsız olarak çıkmamızdan dolayı Ebu Süfyan ve adamlarının bize bir zarar
vermelerinden korkmuyor musun ya Rasulal- lah? diyerek endişesini dile
getirince Hz. Peygamber kendisine şu cevabı vermiştir:
- Bilmiyorum;
ancak umreye giderken silah taşımayı sevmiyorum. Bu arada Ensardan Sa'd b.
Ubade:
- Ey
Allah 'ın elçisi! Yanımızda silahlarımızı götürsek de, şayet Kureyş'ten bir
musibet görürsek, onlara karşı hazırlanmış olsak dedi. Hz. Peygamber:
- Silah
taşımayacağım; çünkü ben yalnızca umre için çıkıyorum, buyurdu. 56
Hz.
Peygamber'in Zu'l-Huleyfe'de Ashabıyla arasında geçen bu konuşmalardan sonra
yalnızca yol silahı olan kılıçlarla yola devam edildiğine dair yaygın ve
bilinen haberler yanında, daha farklı ve Halid'i ilgilendiren bir diğer rivayet
daha vardı: Bu rivayet, Taberi'nin hem tarihinde, hem de tefsirinde zikredilmiştir.
Taberi, İbn Ebza'nın rivayet ettiği bu haberi tarihine almadan önce:
"Ravilerden
bazıları, Halid b. Velid'in o sırada müslüman olarak Rasulullah ile bulunduğunu
söylerler "157 şeklinde adeta okuyucunun dikkatini çekmektedir. İbn
Ebza'nın haberi aynen şöyledir:
"Hz.
Peygamber kurbanlıklarla yola çıktı; Zu'l-Huleyfe'ye vardığında Ömer ona
şunları söyledi:
- Ey
Allah'ın Elçisi! Seninle savaş halindeki bir kavmin yanına silahsız ve atsız
giriyorsun!
Bunun
üzerine Hz. Peygamber Medine'ye birisini göndererek oradaki bütün silah ve
hayvanları getirtti. Mekke'ye yaklaştığında, onu şehre bırakmadılar. Bunun
üzerine Hz. Peygamber Mina 'ya geldi ve oraya indi. O sırada ajanı,
"İkrime b. Ebu Cehil, beş yüz kişilik bir birliğin başında sana karşı
koymak üzere çıktı" haberini getirdi. Bunun üzerine Rasulullah Halid b.
Velid'e şöyle dedi:
- Ey
Halid! İşte amcanın oğlu! Süvarileriyle sana geliyor! Bu sözler üzerine Halid:
- Ben,
Allah 'ın kılıcıyım, elçisinin kılıcıyım; Ey Allah 'ın Elçisi! Beni istediğin
yere gönder! dedi. O günden itibaren Halid'e Sey- fullah (Allah'ın kılıcı) unvanı
verildi. Hz. Peygamber, onu Kureyş süvarilerinin üzerine gönderdi. O, İkrime
ile iki dağ arasındaki geçitte karşılaştı; onu mağlup ederek, Mekke
duvarlarının arkasına çekilmeye mecbur etti; bu şekilde üç defa saldıraya
geçip her seferinde onu Mekke'ye doğru çekilmek zorunda bıraktı. Bu münasebetle
Yüce Allah şu ayetleri inzal buyurdu: "Sizi onlara üstün kıldıktan sonra,
Mekke bölgesinde, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan geri
tutan, savaşı önleyen O'dur ... " dan diğer ayetin sonuna kadar (Fetih 48/24-25).
Onlara karşı üstün kılmasına rağmen Allah, Peygamberini (salla'llâhü aleyhi ve
sellem), süvarilerin bilmeden Mekke'de kalmış olan müslümanları atlarının
altında çiğnemelerini doğru bulmadığı için, savaş yapmaktan menetti. "158
Bu
uzunca haberdeki bazı noktaları, açıklığa kavuşturmak icab ediyor. Bunlardan
ilki, Hz. Peygamber'in Zu'l-Huleyfe'de iken, Medine'deki bütün silahları ve
atları getirtmesidir. Üstad Hamidullah, Taberi'deki bu haberi, Hz. Peygamber'in
" ... Şura 'sının tavsiyesine uyarak kilit ve mühür altında muhafaza
ettiği resmi silah deposunu. .. " getirttiği şeklinde anlayıp kabul
etmektedir.159 Halbuki bu husus, Hz. Peygamber'in yalnızca yol silahı kılıç ile
Mekke'ye gidilmesini kararlaştırdığına dair rivayetlerden farklıdır ve doğru
olmaması gerekir.
İkinci
husus, Mina'da İkrime b. Ebu Cehil ile Halid b. Ve- lid'in üç defa karşı
karşıya gelip çarpışmalarıdır. Bu husus da doğru değildir; Hudeybiye'de, hiçbir
şekilde savaş veya saldırı vuku bulmamıştır, Hz. Osman'ın öldürüldüğüne dair
haber gelmesi üzerine Hz. Peygamber Ashabından biat alarak Kureyşliler'le
savaşmaya ramak kalan gelişmeler olmuştur; ancak sonunda savaş değil barış vuku
bulmuştur. Bize öyle geliyor ki, İbn Ebza'nın bu rivayeti, Mekke fethine ait
bazı haberlerle karıştırılmıştır.
Üçüncü
husus, bizi burada en çok alakadar eden nokta olup Halid b. Velid'in
Hudeybiye'de müslüman olduğunu haber vermesidir. Halid'in Hudeybiye'den önce
veya Hudeybiye'de müslüman olduğu; İkrime b. Ebu Cehil ile savaştığı doğru
değildir. Başta Buhari hadisi olmak üzere, hemen bütün kaynaklarda, bu rivayeti
nakleden Taberi'nin Tarih'i de dahil, Halid'in Hudeybiye'de, müşriklerin
safında yer aldığını haber veren rivayetlerin olduğunu biliyoruz. Bu mesele
üzerinde aşağıda geniş bilgiler verilirken kaynaklara işaret edileceği gibi,
onun müslüman oluş tarihini ele alırken de bu noktaya bilhassa temas
edilecektir.
Hudeybiye
mevzuuna bıraktığımız Zu'l-Huleyfe'den itibaren devam etmeye başlamadan önce,
bir başka noktaya da dikkat çekmek istiyoruz. Hudeybiye, Hz. Peygamber'in
gazvelerinden birisi midir? Yoksa, hicretten sonra Hz. Peygamber'in ilk defa
umre için Mekke'ye seyahati midir? Hz. Peygamber umre için yola çıkmıştır ve
beraberindeki Ashabının yalnızca yol silahı kılıçlarını beraberlerinde
götürmelerine izin vermiştir. Bununla birlikte, İslam tarihi kaynaklarında,
Hudeybiye için iki ayrı ifadenin zikredildiğini görüyoruz. Bunlardan bir
kısmına göre Hu- deybiye gazvedir; diğer bazılarında ise, Hudeybiye, gazve
olarak ele alınmamaktadır. Mesela Vakıdi, Hz. Peygamber'in hayatında çok mühim
bir mevkii olan bu hadise ile alakalı gelişmeleri, "Hudeybiye
Gazvesi" başlığı altında ele almaktadır. Esasen Va- kıdi, Kitabu'l-Meğazf adlı
eserinde, Hz. Peygamber'in başta Mekke devri olmak üzere, hayatı ve şahsiyetine
dair muhtelif mevzulara hiç yer vermemiştir; o yalnızca Medine devrindeki gazve
ve seriyyeleri ele almış ve bunlar arasında Hudeybiye'ye de yer vermiştir.160
Buna
mukabil, İbn İshak'ın eserine istinaden kitabını yazan İbn Hişam ise,
Hudeybiye'yi gazve olarak değil, "Hudeybiye İşi" veya
"Hudeybiye'nin Durumu" diye tercüme edebileceğimiz
"Emru'l-Hudeybiye" başlığı altında ele almıştır; bir başka ifade ile
bu vak'ayı" gazve" telakki etmemiştir.161
Kureyşliler'in
Mekke devrindeki on iki yıl devam eden düşmanlıklarının neticesinde
müslümanların Medine'ye hicret etmelerinden sonra, Medine ile Mekke arasında
savaş durumu ve hukuku başlamıştı. Bunun tabii sonucu olarak Hz. Peygamber,
Kureyş kervanlarına karşı bazı seriyye ve gazveler tertip etmiş; Bedir
savaşında da onları kesin ve ağır bir şekilde mağlup etmişti. Bu meşhur
savaşın intikamını almak üzere Kureyşliler de Uhud ve Hendek savaşlarını
hazırlamışlardı. Hz. Peygamber umreye karar verip Mekke'ye doğru yola
çıktığında, Kureyş ile müslümanlar arasındaki savaş durumu devam ediyordu. Bu bakımdan
Hz. Peygamber, bazı tedbirler almak zaruretini hissetmişti. Bunlar arasında,
Huza'a kabilesinden Büsr b. Süfyan el- Ka'bi'nin Mekke'ye gönderilmesini; Sa'd
b. Zeyd el-Eşheli'nin, keşifve öncülük yapmakla yirmi kişilik süvarinin başında
vazife- lendirilişini zikredebiliriz.
Büsr,
hicri 6 yılı Şevval ayının son günlerinde Hz. Pey- gamber'i ziyaret için
Medine'ye gelmişti. Memleketine dönmek isteyince Hz. Peygamber umre için niyet
ettiklerini ve beraberce yola çıkabileceklerini ona söylemişti. Zu'l-
Huleyfe'de Hz. Peygamber onu, önden Mekke'ye gönderdi; umre niyetiyle yola
çıktığı haberini Kureyşliler'e ulaştırmasını ve onların bu habere nasıl bir
aksülamel göstereceklerini öğrenmesini emretti. 162
Büsr
Mekke'ye gitti; Kureyşliler'in Hz. Peygamber'in umre niyetiyle Mekke'ye doğru
Ashabıyla gelmekte olduğunu öğrenmiş olduklarını tespit etti. Hz. Peygamber'e
haber ulaştırmak üzere Mekke'den ayrıldı; Usfan'a çok yakın Gadiru'l-Eştat'ta
Hz. Peygamber ile buluştu.163
Büsr'ün
verdiği haberlere göre, Raslılullah'ın Ashabı ile Mekke'ye gelmekte olduğunu
öğrendiklerinde Kureyşli müşriklerin ileri gelenleri toplandılar ve bu mühim
gelişmeyi müzakere etmeye başladılar. Aralarında Hz. Peygamber'in askerleriyle
birlikte, umre yapmak bahanesiyle Mekke'ye girmek ,istediğini; halbuki
Araplar'ın, onunla kendileri arasında savaş halinde olduklarını bilmelerinden
dolayı, Hz. Peygamber'in sanki savaş yapıp da zorla Mekke'ye girmiş gibi kabul
edileceğinden buna asla razı olamayacaklarını kararlaştırdılar. Bu hedeflerine
ulaşabilmek için de Safvan b. Ümeyye, Süheyl b. Amr ve İkrime b. Ebu Cehil'e
bu işi havale ederek, yapılacak şeylerin onlar tarafından kararlaştırılmasını
istediler.
Safvan,
Usfan önündeki vadide bulunan Gamim164 adlı kara dağa, Halid b.
Velid kumandası altında iki yüz süvari birliğinin gönderilmesini teklif etti.
Onun bu teklifi kabul edildi. Ayrıca Sakif kabilesi ile Ehabiş'ten asker
topladılar; Hz. Peygamber ve müslümanların Kabe'ye, Mescid-i Haram'a
girmelerine mani olmaları için bu askerler, Beldah'ta karargah kurdular. Bu
arada Veza' dağına, başlarında Hakem b. Abdümenafın bulunduğu on tane gözcü
yerleştirdiler.165
Hz.
Peygamber, Halid'in bulunduğu dağın eteklerindeki vadiye kadar geldi;
kendisini takip eden Halid b. Velid, Hz. Pey- gamber'in konakladığı yere
yaklaştı; Hz. Peygamber'in Ashabına baktı; emrindeki iki yüz süvariyi, Mekke
(Kıble) ile Hz. Peygamber arasına yerleştirdi. Hz. Peygamber de, onun
karşısına süvarileri yerleştirmesi için Abbad b. Bişr'e emir verdi. Öğle vakti
olunca Bilal-i Habeşi hazretleri ezan okudu ve kamet getirdi; Hz. Peygamber
kıbleye yöneldi; Ashabı da arkasında saf bağlayıp namaz kıldılar; namazdan
sonra da eski yerlerini aldılar. Halid b. Velid, Hz. Peygamber ve müslümanlar
namazlarını kıldıktan sonra, yanındakilere şunları söyledi:
- Onlar
gaflet içindeydiler; keşke onlara saldırsaydık; bir kısmını öldürürdük. Fakat
zarar yok, nasıl olsa, canlarından ve çocuklarından dahafazla sevdikleri
namazın vakti tekrar gelecektir...
Bu
haberi rivayet eden İbn Abbas'ın naklettiğine göre, öğle ile ikindi namazları
arasında, Cebrail, Nisa suresinin 102. ayetini Raslllullah'a getirdi. Hz.
Peygamber de ikindiyi, karşısında Halid'in süvarilerinin bulunduğu kıble
tarafına yönelerek, Ashabı da iki saf halinde "korku namazı"
(Salatu'l-havf) şeklinde kıldırdı.
Hz.
Peygamber'in öğle namazını kıldıktan sonra ikindiyi korku namazı şeklinde
kıldırmasının, onu seyreden ve yaptığı değişikliği farkeden Halid b. Velid'e
çok tesir etmiş olduğunu öğreniyoruz. Müslüman oluşunu ele alırken, birazdan
geniş bir şekilde incelemeye çalışacağımız onun kendi ifadeleri arasında, bu
hadise üzerine, içinden şunları geçirmiş olduğunu, sonradan itiraf etmiştir:
"...
Muhammed'e karşı şu savaş yerlerinin hepsinde bulundum; bulunduğum bu savaş
yerlerinin hepsinden, her seferinde, kendimi, bulunmamam gereken bir yerde
bulunuyor hissederek ve Muhammed'in muhakkak üstün geleceğini görerek ayrıldım!
Aynı şekilde, Rasulullah Hudeybiye'ye geldiğinde de, ben yine müşrik
süvarilerin başında, onun karşısına çıktım; Ashabının başındaki Rasulullah 'ı,
Usfan'da karşıladım; onun karşısına dikildim; kendisini hedef aldım. O, bizden
emin olarak, Ashabına öğle namazını kıldırdı; ona baskın yapmayı istedik;
sonra buna azmedemedik -böylesi hayırlı da oldu. - Ancak o, içimizden
geçenleri sezdi de, Ashabına ikindiyi, korku namazı şeklinde kıldırdı. İşte o
sırada, şu hakikat benim için açıkça ortaya çıkmış oldu ve kendi kendime: 'Bu
Adam korunmuştur' dedim!... "167
İşte
Halid b. Velid'in, Hz. Peygamber'e, İslam'a, Kur'an'a ve müslümanlara karşı
düşmanlığının ve küfürdeki ısrarının sona ermeye başladığı an böylece gelmiş
oldu.
Hz.
Peygamber, Mekke'nin batı tarafında, 17 km. uzaklıktaki Harem hududunda, Cidde
yolu üzerinde bulunan Hudeybi- ye'de konakladı; niyet etmiş olduğu umre için
Mekke'ye giremedi; Kureyş buna müsaade etmedi. Ancak onlarla akdettiği Hu-
deybiye musalahası sayesinde, Kur'an-ı Kerim'in ifadesiyle, "Feth-i
mübin"i gerçekleştirdi, İslam tarihinde çok mühim bir kıymeti olan bu
andlaşmanın esasları şunlardır:
- Müslümanlar
o yıl Kabe'yi ziyaret etmeyecekler, Medine'ye dönecekler,
- Ertesi
yıl umre için geldiklerinde, Kureyşliler, Mekke 'yi üç gün boşaltacaklar,
- Mekke'ye
iltica eden hiçbir kimse Medine'ye iade edilmeyecek; buna mukabil:
-
Medine'ye
iltica eden Mekkeliler ise Kureyş'e iade edilecek,
- Diğer
kabileler, istedikleri tarafla andlaşma yapabilecekler; onlara karşı, iki taraf
da tarafsız kalacak,
-
Andlaşma on
yıl yürürlükte kalacak. 1 8
Halid
b. Velid'in hayatını ve şahsiyetini ele almaya çalıştığımız bu eserde,
Hudeybiye andlaşması öncesindeki, esnasındaki ve sonrasındaki gelişmelere temas
etmek yerine Hudeybiye antlaşmasıyla alakalı olmak üzere, Halid b. Velid'in
şahsiyeti ve müslüman olmasıyla yakından irtibatı olan üç ayrı hususa temas ederek
bu mevzuya son vermek istiyoruz.
Bunlardan
ilki, bu andlaşmanın, İslam dininin yayılmasına büyük bir imkan hazırladığına
dair İmam ez-Zühri'nin aşağıdaki ifadeleri, doğrudan doğruya Halid b. Velid ile
alakalıdır:
"...Hudeybiye
musalahası akd edilince, savaş sıkıntıları kalmadı; insanlar biribirlerine
karşı emniyet içerisinde oldular. Kim İslamiyet'ten bahsetse, biraz düşünüp
akletse, hemen bu dine girmeye başladı; öyle ki şirkte ve harpte müşriklerin en
başta gelenleri, Amr b. el-As ile Halid b. Velid ve benzerleri İslamiyet'e
girdiler... " 169
İkinci
husus ise, Hudeybiye musalahasının esasına göre, bir yıl sonra (7. yıl) umre
yapmak (umretu'l-kaza) üzere Ashabı ile Mekke'ye gelen Hz. Peygamber, Halid'i
görememiş; gözleri onu aramış; kendisinin iman edip müslümanlar arasındaki
şerefli yerini almasını gönülden istemişti. İşte Rasulullah'ın bu teveccühü
aşağıda genişçe ele alındığında görüleceği üzere Halid'in müslüman oluşunu
sağladı.
Üzerinde
düşünülmesi gereken son husus, Halid p. Velid'in, Hudeybiye musalahası
yapıldıktan sonra, kendi kendisine söyledikleridir:
"Geriye
ne kaldı? Gidiş nereye? Necaşi'ye mi? O da, Muham- med'e tabi oldu! Ashabı onun
yanında emniyet içindeler.
"Dinimden
çıkıp hırıstiyanlığa veya yahudiliğe girip Herak- lius'a mı gideyim?! Yoksa
kendilerine tabi' olarak acemlerle mi yaşayayım!? Veya, kalanlarla beraber
evimde yaşamaya devam mı edeyim?!.. "170
İnsanı,
kendi kendisiyle karşı karşıya getiren, ruhi buhrana sürükleyen, şirkten
şüpheye götüren sorular ve huzursuzluklar, Halid'in içine bir kurt düşürerek
akıl ve gönlünü imana, İslam'a çağırmaya başlamış; Allah'a ve Rasfil'üne
ulaştırmıştır.
HALİD B. VELİD'İN MÜSLÜMAN OLUŞU
Uhud,
Hendek ve Hudeybiye'den sonra, Halid b. Velid'in müslüman olduğunu görüyoruz.
Onun müslüman oluşunu, Kureyş'in kurmay heyetinden bir kumandanın karargahını
ter- kedip karşı tarafa geçmesi, saf değiştirmesi şeklinde anlamamız mümkündür.
Ancak bu geçiş, savaş meydanında veya bir muharebenin kaybedilişinden sonra,
fevri bir kararla vuku bulmuş değildir. Halid'in İslam dinini kabul edişine,
hidayete ulaşmasına dair haberler, gerçekten dikkatimizi çekecek zenginlikte ve
kahramanımızın şahsiyetini yakından tanımamıza yardım edecek muhtevadadır.
Halid
b. Velid gibi kahraman bir askerin ve büyük bir kumandanın müslüman olması,
müslümanların maşeri vicdanında çok mühim tesirler icra etmiştir. Diğer
taraftan, Amr b. el-As ile Osman b. Talha'nın da onunla birlikte müslüman
olduklarını ilan edip Medine'ye hicret etmeleri ve Hz. Peygamber,e
beraberce biat etmeleri, bu tesirin vüsatini daha da artırmış; bu husustaki
haberlerin çoğalmasına sebep olmuştur. Bu haberleri, onun hangi tarihte
müslüman olduğunu bildiren rivayetleri ele alarak incelemeye başlamak
istiyoruz.
Kaynakların
tetkikinden sonra, Halid b. Velid'in Hicretin 5, 6, 7 veya 8. yıllarında
müslüman olduğunu haber veren rivayetlerin bulunduğunu görüyoruz. Biz, bu
rivayetler arasında, birçok kaynak ve araştırma sahipleri gibi, onun 1 Safer 8
(31 Mayıs 629) tarihinde müslüman olarak Medine'ye geldiğini ve orada, Ashabın
huzurunda Hz. Peygamber'e biat ettiğini kabul ediyoruz; diğer rivayetleri henüz
ele almadan, ulaştığımız bu neticeyi baştan bildirerek, kabul edemediğimiz
diğer tarihleri sıra ile değerlendirmeyi uygun görüyoruz.
Halid
b. Velid'in hicretin 5 yılı Şevval veya Zilkade ayındaki (Şubat-Mart 627)
Hendek gazvesini müteakip yapılan Beni Ku- reyza savaşından hemen sonra
müslüman olduğuna dair bazı rivayetler bulunmaktadır. İbn Abdilberr, Halid b.
Velid'in müslüman olduğu ve hicret ettiği tarihin tespitinde ihtilaf olduğunu
belirttikten sonra, diğer yıllara ait rivayetler arasında, 5. yıl rivayetini
de zikretmektedir.171 Aynı müellif, yazdığı siyer kitabında, Halid, Amr ve
Osman b. Talha'nın müslüman oluş tarihlerini, 7. yıl Zilkade ayındaki (Mart
629) umretu'l-kazadan önce veya sonra şeklinde vermekle yetinmek suretiyle, 5
yılına ait rivayeti kabul etmediğini göstermiştir.172 İbnü'l-Esir bu rivayeti
naklettikten sonra, "doğru değildir" şeklinde, İbn Hacer ise bunun
"vehim" olduğunu beyan etmek suretiyle, bu tarihi kabul etmediklerini
açıkça ortaya koymuşlardır.173
Bizim
tespitimize göre, Halid'in 5. yılda müslüman olduğunu açıkça zikreden bir ravi
bulunmamaktadır. Bu senenin, onun müslüman olduğu tarihe ait rivayetler
arasında yer alması, İbn İshak'ın bir haberini yanlış anlamadan neşet etmiştir.
Şöyle ki, İbn Hişam, belki de İbn İshak'ın sıralamasına uygun olarak,
Sire'sinde, Amr b. el-As'ın ve Halid b. Velid'in müslüman oluşlarına, Hendek
ve Beni Kurayza gazvelerinden hemen sonra yer vermiştir. Bunun sebebi, Amr'ın,
Hendek gazvesinden sonra, Hz. Peygamber'in muvaffak olacağını anlaması üzerine
Kureyşliler'le beraber olmayı artık istemeyerek Mekke'yi terkedip Habeşistan'a
Necaşi'nin yanına gitmeye karar vermesidir. Bir başka ifade ile İbn İshak, onun
müslüman oluşunu, Hendek gazvesinin sonuçlarından birisi olarak görmekte ve
bunun için de hadiseyi, orada 5. yıl hadiseleri arasında ele almış
bulunmaktadır. 174 Tabii olarak hadisenin tamamını, bu arada birlikte Medine'ye
geldiklerinden ve beraberce Hz. Peygamber'e biat etmiş olduklarından dolayı,
Halid b. Velid ile Osman b. Talha'nın müslüman oluşlarını da aynı yerde
anlatmıştır. Bu husus o kadar açıktır ki, aynı başlık altındaki haberlerin
devamını takip ettiğimizde, İbn İshak'ın onların müslüman olarak Medine'ye
gelişlerini, Mekke fethinden (8 yılı Ramazan ayı) önce diye açıkça belirttiğini
görüyoruz. 175
Amr
b. el-As ile alakalı gelişmenin bu tarihte yani H. 5 yılında başladığı
doğrudur, ancak onun müslüman oluşu, H. 7 yılı içerisinde, Hudeybiye'den sonra,
İslamiyet'e karşı kin ve düşmanlığının açıkça devam ettiği bir sırada,
Habeşistan'da, Necaşi'nin ikaz ve daveti ile gerçekleşmiştir. Onun, başlangıçta
Halid b. Velid ile hiçbir münasebeti yoktur. Böylece H. 5 yılında, ne Halid'in
ve ne de Amr'ın müslüman olmalarının söz konusu olmadığı açıklık kazanmaktadır.
İbn İshak'ın rivayetindeki dikkati çeken ve yanlış anlamaya sebep olan bu
üslubu, İbn Kesir'in dikkatinden kaçmamış; Amr ve Halid'in müslüman oluşlarını,
iki ayrı yerde ele almış; okuyucusunun dikkatini çekmeyi de ihmal etmemiştir.
Bununla
birlikte, bazı muahhar kaynaklarda, tıpkı İbn İshak gibi, Halid ve iki
arkadaşının müslüman olmaları, Hendek gazvesinden sonra ele alınmakta ve sanki
bu gelişmenin o yılda olduğu intibaı verilmekte177 veya onun 5 yılında
müslüman olduğu ileri sürülmektedir.178
Halid
b. Velid'in hicretin 6. yılında müslüman olduğunu tasrih eden bir rivayet
bulunmamaktadır. Ancak, yukarıda Hu- deybiye musalahasını ele alırken
naklettiğimiz İbn Ebza'nın, Halid b. Velid'in Hudeybiye'de Hz. Peygamber ile
beraber olduğunu ileri süren rivayetinin Taberi tarafından nakledilmesinden
dolayı, Halid'in müslüman olduğu tarihler arasında bu senenin de
zikredilegelmesine sebep olmuştur.179 Halid'in Hudeybiye'de, Kureyşliler'le
birlikte olduğunu; iki yüz kişilik süvari birliğinin başında, Hz. Peygamber ve
müslümanları Mekke'ye bırakmamaya çalıştığını görmüş bulunuyoruz.
Bazı
kaynaklarda, Halid b. Velid'in 7. yılda (M. 627-628), Hudeybiye ile Hayber
fethi arasında veya Hayber fethinden önce veya sonra, müslüman olduğu da
rivayet edilmiştir.180 Bilindiği üzere Hudeybiye musalahası 6. yılı Zilkade
ayında (on birinci ay); Hayber'in fethi ise, 7. yılı Muharrem ayı sonu ve Safer
(veya Rebiülevvel ya da Cemaziyelevvel) ayında gerçekleşmiştir. Halid b.
Velid'in Hudeybiye-Hayber arasında müslüman olduğuna dair rivayeti eserine
alan İbn Abdilberr ve İbnü'l-
Esir,
onun Hz. Peygamber ile beraber iştirak ettiği ilk gazvenin Mekke'nin fethi
olduğunu; bu gazveden önce, Hz. Peygamber ile herhangi bir savaşa iştirak
etmediğini tasrih ederler. Onların, Halid'in katılmadığını kastettikleri
gazve, Hayber fethidir. Gerçekten Halid, Hudeybiye-Hayber arasında müslüman
olmuş olsaydı, herhalde Hayber'in fethine iştirak ederdi. Halbuki o, bu gazveye
iştirak etmemiştir. Gerçi Halid'in Hayber'e iştirak ettiğini gösteren bir
haberi Vakıdi, eserinde zikretmektedir. Ancak bu haberi verdikten sonra Vakıdi,
"bizce doğru olan husus, Ha- lid'in Hayber'de bulunmamış olmasıdır; o, Amr
ve Osman ile birlikte, Mekke fethinden önce, 1 Safer 8 tarihinde müslüman oldu
" diyerek bu haberi ve onun 7. yılda müslüman olduğunu açıkça
reddetmektedir.
İbn
Hacer'in "Hayber öncesi veya sonrası" şeklindeki ifadesinden
hareketle, acaba Halid'in, Hayber'in fethinden sonra 7. yıl içerisinde müslüman
olduğunu kabul edebilir miyiz? Bu husustaki İbrahim Arcun'un görüşlerini,
Halid'in müslüman olduğu tarih ile bu hususu ilan etmesi ve Medine'ye hicret
tarihinin ayrı ayrı düşünülüp göz önüne alınmasına da dikkatleri çektiğinden,
burada ele almayı faydalı buluyoruz:
"Halid'in
müslüman olduğu tarihe dair rivayetler arasında, kendisinin Hz. Peygamber'e
hicretiyle birlikte 8. yılda müslüman olduğunu ifade eden rivayetleri tercih
ediyorum. Çünkü Buhari rivayeti, onun 6. yıl sonunda, Kureyş ordusunda olduğunu
açıkça ifade etmektedir. Ayrıca 7. yıl hadiseleri arasında, Halid'in
ismi, ne müslümanlarla ne de Kureyşliler'le zikredilmektedir. Bundan dolayı
Halid'in 7. yılda müslüman olduğunu ilan ettiğini söyleyebilmek zordur. Ayrıca
7. yıl askerifaaliyetleri arasında da onun zikri geçmez. Ancak, eğer biz onun
müslüman olmasından, bunu ilan ve Hz. Peygamber'e hicret etmeksizin, kalbinde
imanın istikrar bulmasını kastedersek bu mümkündür. Şüphesiz iman
mücadelesinin, Halid'in aklı ile kalbi arasında, Hudeybi- ye'den ve oradaki
durumundan beri başlamış olduğu bedihidir. Bu husus, Allah 'ın ayetlerinden
birisidir ve bununla Yüce Allah, bu eşsiz deha sahibi kahramanın kalbini,
İslam'ın nuruna açmış; ona doğru yöneltmiş; Cahiliye çağının perdelerini onun
gönlünden kaldırmış; doğru yolu göstermiş ve onun için gerçeği ortaya koymuş,
hidayetini nasib eylemiştir. Ona, yalnızca bunu ilan etmek kalmıştır. .
. "183
İbrahim
Arcun'un bu görüşlerine mukabil, Ebu Zeyd Şelebi, Halid'in 7. yılda müslüman
olduğunu haber veren rivayetin karışık olmasından ve açıkça zaman tahdidinde
bulunmamasından dolayı kabul edilemeyeceğini ifade eder, ayrıca isim
zikretmeksi- zin, bazı araştırmacıların, 7. yılı, onun müslüman oluşu tarihi
olarak ileri sürmelerini de doğru bulmaz.
Bize
göre, Halid b. Velid'in hicretin 7. yılında müslüman olduğunu haber veren
rivayetleri kabul etmemize mani, şu iki hususa bilhassa dikkat edilmelidir.
Bunlardan ilki, Umretu'l-kaza esnasındaki onun tutumudur, diğeri de, ne zaman
ve nasıl müslüman olduğunu kendi ağzından dile getiren ve kaynakların
ekseriyetince kabul edilip nakledilen meşhur rivayettir.
Bilindiği
üzere hicretin 7. yılında, Medine-Me^e münasebetleri, Hudeybiye
musalahasındaki esaslara uygun olarak, sulh ve sükun içerisinde geçmiştir. Hz.
Peygamber bu yılın on birinci Zilkade ayında, musalaha şartlarına göre, 6.
yılda eda edemediği umresini kaza için, Ashabı ile Medine'den Mekke'ye hareket
etti.
Hz.
Peygamber'in hayatında, Umretu'l-kaza (veya kazıyye) diye meşhur olan bu
ziyaret esnasında, Kureyşliler, andlaşmaya göre Mekke'yi üç günlüğüne
boşalttılar. Onlardan bir kısmı, Ku'ay- kı'an dağının tepesinden, Kabe'yi tavaf
eden Hz. Peygamber ve müslümanları seyrediyorlardı. O sırada, acaba Halid
nerede idi? Kaynaklarda, onun Mekke'yi terkettiğine dair bilgiler verilmesinin
yanında, İslam dinine, Hz. Peygamber'e ve müslümanlara karşı olmaya devam
ettiğini gösteren şu ifadelerin yer aldığını da görüyoruz:
"...
Halid, İslam 'ı ve mensuplarını sevmediğinden, Umretu '[kaza için gelen Hz.
Peygamber'i ve Ashabını Mekke'de görmek istememiş, şehirden dışarıya kaçmıştı ...
"185
Kaynaklardaki
bu ifadelerden, Halid'in 7. yıl Zilkade ayına kadar henüz müslüman olmadığını
anlıyoruz. Ancak, o sıralarda kendisinin hangi halet-i ruhiye içerisinde
olduğunu kesin bir şekilde bilemiyoruz. Hudeybiye'deki korku namazından beri
içini kemiren, kafasını meşgul eden, onu huzursuz kılan bir şüphenin varlığına
da işaret etmemiz gerekiyor. Bütün bu hususlar yanında, Halid b. Velid'in 1
Safer 8 (31 Mayıs 629) tarihinde, nasıl müslüman olduğunu, otokritik anlayışı
içerisinde ifade ettiği kendi sözlerinden takip ederek onu anlamaya çalışalım:
"Allah
benim hayrımı murad eyleyince, gönlüme İslam 'ın sevgisini doldurdu; hayrı
şerri anlayacak hale getirdi de kendi kendime şöyle düşündüm:
'Muhammed'e
karşı şu savaş yerlerinin hepsinde bulundum; bulunduğum bu savaş yerlerinin
hepsinden, her seferinde, kendimi, bulunmamam gereken bir yerde bulunuyor
hissederek ve Mu- hammed'in muhakkak üstün geleceğini görerek ayrıldım! Aynı şekilde
Rasulullah Hudeybiye'ye geldiğinde de, ben yine müşrik süvarilerin başında,
onun karşısına çıktım; Ashabının başındaki Rasulullah 'ı Usfan 'da karşıladım;
onun karşısına dikildim; kendisini hedef aldım. O, bizden emin olarak,
Ashabına öğle namazını kıldırdı; ona baskın yapmayı istedik, sonra buna
azmedemedik - böylesi hayırlı da oldu-. Ancak o içimizden geçenleri sezdi de,
Ashabına ikindiyi, korku namazı şeklinde kıldırdı. İşte o sırada, şu hakikat
benim için açıkça ortaya çıkmış oldu ve kendi kendime: 'Bu adam korunmuştur'
dedim! Birbirimizden ayrıldık. Hz. Peygamber, süvarilerimizin bulunduğu
taraftan ayrılıp sağ tarafımızdaki yolu takip etti.
"Hz.
Peygamber Hudeybiye'de Kureyş ile sulh yaptığında ve Kureyşliler onu Ravah'da
geri çevirince kendi kendime şunları söyledim:
'Geriye
ne kaldı? Gidiş nereye? Necaşi'ye mi? O da Muham- med'e tabi oldu! Ashabı
onunyanında emniyet içindeler.'
'Dinimden
çıkıp hıristiyanlığa veya yahudiliğe girip Herak- lius'a mı gideyim?! Yoksa,
kendilerine tabi olarak acemlerle mi yaşayayım?! Veya kalanlarla beraber
evimde, yaşamaya devam mı edeyim?! şeklindeki düşünceler içerisinde iken,
Rasulullah (s. a.s), Umretu'l-kaza için (Mekke'ye) geldi. Bunun üzerine, onun
girişini görmemek için çekip gittim. Kardeşim Velid b. Velid, Um- retu'l-kaza
için Rasulullah (salla'llâhü aleyhi ve sellem) ile gelmişti. Beni arayıp bulamayınca,
şu mektubu yazmıştı:'
"Rahman
ve Rahim olan Allah'ın adıyla:
"Senin
İslamiyet'ten yüz çevirip uzak durmanı hayretle karşılıyorum; senin gibi aklı
olan bir kimsenin, İslam gibi bir dini tanımaması ne kadar tuhaf?.. Rasulullah
seni benden sordu da: 'Halid nerededir?' deyince kendisine: 'Allah, onu
getirecektir' diye cevap verdim. Benim bu cevabım i)zerine Hz. Peygamber şöyle
buyurdu:
'Onun
gibi bir insanın İslam 'ı tanımaması ne tuhaf! Keşke o, gayret ve
kahramanlıklarını, müslümanların yanında müşriklere karşı gösterseydi, bu
kendisi için ne kadar hayırlı olurdu; biz de kendisini, başkalarına tercih
ederdik.'
"Ey
kardeşim! Birçok hayırlı yerlerdeki fırsatı kaçırdın; seni bekleyen fırsatı
artık kaçırma! "
"Kardeşimin
mektubu bana gelince, (Mekke'den) çıkıp gitmek için acele ettim; İslamiyet'e
rağbetim arttı; Rasulullah 'ın (salla'llâhü aleyhi ve sellem) sözleri, beni çok
sevindirdi. "
"O
sıralarda rüyamda, kendimi, sıkıntılı, dar ve susuz bir yerden, geniş ve
yeşillikli bir yere çıkmış halde gördüm. Kendi kendime, işte bu rüya gerçektir,
dedim. Medine'ye geldiğimde, bu rüyamı Ebu Bekir'e yorumlatayım, diye
kararlaştırmıştım. Rüyamı ona anlattım; o şunları söyledi: Senin çıktığın yer,
Allah 'ın İslamiyet için seni hidayete erdirdiği yerdir; sıkıntılı yer ise,
senin şirk üzere bulunduğun yerdir. "
"Rasulullah
'ın yanına gitmeye karar verdiğimde, acaba Rasulullah'a giderken bana kim
yoldaş olabilir? diye düşünürken Safvan b. Ümeyye'ye rastladım. Kendisine: 'Ey
Ebu Vehb! İçinde bulunduğumuz hale ne diyorsun? Azınlık haline geldik; Muham-
med ise, Araplar'a ve acemlere üstün geldi. Muhammed'e gitsek de ona tabi olsak
nasıl olur? Esasen Muhammed'in şerefi, bizim şerefimizdir' dedim. Safvan, benim
bu teklifimi çok sert bir şekilde reddetti ve şunları söyledi: 'Kureyş'ten
benden başka birisi kalmasa da, hiçbir zaman ona asla tabi olmayacağım!'
Birbirimizden ayrıldık; kendi kendime: 'Bu ne kindar birisi! Bedir'de öldürülen
babasının ve kardeşinin intikamını almak istiyor' dedim. "
"Sonra
İkrime b. Ebu Cehil'e rastladım; Safvan'a söylediklerimi ona da söyledim.
Ancak, o da Safvan gibi karşılık verip teklifimi reddetti. Kendisine: 'Sana
söylediklerimi, kimseye söyleme' dedim; o da kabul etti. "
"Sonra
evime gittim; devemi hazırlamalarını emrettim; ona bindim ve Osman b. Talha ile
buluşmak üzere evden ayrıldım. Kendi kendime: 'İşte o, benim için iyi bir
arkadaştır; keşke istediğimi ona daha önce söyleseydim' diye düşünürken birden
bire, onun babalarından öldürülenleri hatırlayarak düşüncemi ona söylemeyi
doğru bulmadım; o sırada, hayvana binip giderken böyle düşünmeye gerek
olmadığına karar verdim ve kendisine olanları haber verdim ve şöyle dedim:
Bizim durumumuz yuvasında iken üzerine çokça su dökülen tilkinin hemen dışarı
fırlamasına benzemektedir. 'Sonra da iki arkadaşıma yaptığım teklifin
benzerini ona da yaptım. O, hemen kabul etti ve bana: 'Bugün kal; ben de yarın
sabah geleceğim; işte hayvanım; Fahh 'da bulunmaktadır' dedi. Onunla Ye'cec'de
buluşmaya söz verdim. Erken gelen diğerini orada bekleyecekti. Ertesi günü
seher vakti yola çıktık; tanyeri ağarmadan Ye'cec'de buluştuk; kuşluk vakti
Hed- de'ye vardık. Orada Amr b. el-As'a rastladık. O bize 'Merhaba ey cemaat'
diye selam verdi; 'nereye gidiyorsunuz?' diye sorunca biz de ona: 'Sen nereye
gidiyorsun?' diye sorduk. O, tekrar bize: 'Sizi bu şekilde yola çıkaran nedir?'
diye sorunca, kendisine:
'İslam
dinine girmeye, Muhammed'e tabi olmaya gidiyoruz' diye cevap verdik. Bunun
üzerine Amr da: 'Beni de getiren aynı şeydir' cevabını verince hep beraber yola
koyulduk ve Medine'ye ulaştık. Harra 'da develerimizi ıhdırdık. "
"Bizim
gelişimizi öğrenen Rasûlullah çok memnun olmuş. Ben, en güzel elbisemi
giydikten sonra, Rasulullah'ın yanına gitmeyi düşünürken, kardeşim gelip beni
buldu ve şöyle dedi: 'Haydi acele et! Senin geldiğini Rasulullah 'a haber
vermişler; gelişinden çok memnun oldu, o, sizleri bekliyor.'
"Bunun
üzerine süratli bir şekilde yürüdüm ve onun huzuruna çıktım; önünde duruncaya
kadar bana bakıp tebessüm ediyordu. Kendisine Peygamber olduğunu zikrederek
selam verdim; o da güler yüzle selamıma karşılık verdi.
Sonra: 'Allah'tan başka ilah bulunmadığına ve senin Allah 'ın elçisi olduğuna
şe- hadet ediyorum' diyerek kelime-i şehadet getirdim. Bunun üzerine şöyle
buyurdu:
"Seni
doğru yola ulaştıran Allah'a hamd olsun! Senin, yalnızca hayra ulaştıracağını
umduğum bir aklın olduğunu biliyorum. "
"Halid
şunları söyledi: Ya Rasulallah! Sana karşı yapılan savaşlarda, haktan inadla
uzaklaşmış olarak bulunduğumu biliyorsun! Bu günahlarımdan dolayı beni
bağışlaması için Allah'a dua et.' Bunun üzerine Rasulullah (s. a.s) şöyle
buyurdu:
"İslamiyet,
kendinden önceki günahları, siler. " Bu cevabı üzerine Halid:
"Öyle
de olsa Ya Rasulallah! Dua buyursanıza!... " deyince Hz. Peygamber:
"Ey
Allah 'ım! Senin yolundan alıkoymak hususunda, daha önce yaptıklarından dolayı
Halid'i bağışla!' diye dua etti.
"Halid
sözlerini şöylece tamamladı: Sonra Amr ve Osman huzura geçtiler; Rasulullah'a
biat ettiler. Bizim Medine'ye gelişimiz, 8 yılı Safer'inde idi. Allah'a yemin
ederim ki, Rasulullah müslüman olduğum günden itibaren, zor işlerin
yapılmasında, beni Ashabının hiç birisinden ayırmadı. "
Halid
b. Velid hazretlerinin, geçirdiği ruhi buhranlardan sonra, nasıl müslüman
olduğunu, hidayete, imana, Kur'an'a ve Raslılullah'a nasıl ulaştığını anlatan
yukarıdaki ifadelerini, tahlil etmek ve değerlendirmek, bazı noktalarını da
kısaca açıklamak istiyoruz.
Hz.
Halid, hidayetin Allah'tan geldiğini ve Yüce Allah'ın kendisi için hayır murad
ettiğinde, İslam sevgisinin gönlünde yerleşmeye başladığını ifade etmektedir.
Onun bir başkasına tabi olmadan, herhangi bir menfaat beklemeden, maruz kaldığı
bir tehlikeden kurtulmak veya bir zararı telafi etmek gibi bir maksadı olmadan
müslüman olduğunu anlıyoruz. O, kendi kendisiyle haşhaşa kalıp düşündükten,
şüpheye düştükten, nefsini hesaba çekip Hz. Peygamber'e ve İslam dinine karşı
olan savaşlara iştirak etmesini gözden geçirdikten, inancının batıl olduğunu
anladıktan; razı olabileceği gerçek dinin İslamiyet olduğuna kendisini ikna
ettikten, Rasulullah'ın büyük ve farklı şahsiyetini idrak ettikten sonra
müslüman olmuştur. Onun müslüman oluşu, aynı zamanda bir teslimiyet örneğidir.
Akkad, buradaki teslimiyetin, askeri ıstılahtaki manasıyla bir teslimiyet
olduğunu tebarüz ettirdikten sonra şunları söylemektedir:
"...
Çünkü o, med ve cezir, zafer ve hezimet arasındaki savaş hareketlerini gören,
ilerlenecek ve gerilenecek yeri ve zamanı, sulhun ve teslim olmanın hazan
kaçınılmaz bir zaruret olduğunu bilen bir kumandan olarak müslüman oldu veyd
teslim oldu. Onun teslim olması, tembel bir acizin teslimiyeti değildir; belki
tam bir kalbi teslimiyetle ulaştığı hedeftir. O, yeni dinin karargahına,
müslüman olduğu gün teslim oldu. O, Allah'a iman etti; çünkü O'nu kendi zatında
bildi; kendisine yalnızca Allah 'ın galip geleceğini idrak etti. Sanki o, kendi
kendisine şöyle diyordu: Nübüvvetten yardım görmeyen birisi, beni hezimete
uğratabilir mi? Semadan sırra sahip olmayan bir kılıç, benim kılıcıma üstün
gelebilir mi? O, kendi vicdanında, Allah'a iman ettiği gün, imanın en
nihayetindeki mevkie ulaştı... "187
Kendisinin,
ailesinin, kabilesinin ve Kureyş'in nesiller boyunca tevarüs ettikleri
Cahiliye çağı ictimai nizamının şerefini ve izzetini reddeden Halid'i, bu
teslimiyete tevcih eden birçok sebep sıralanabilir: Mekke devrinden başlayarak
ailesinden, kabilesinden ve Kureyş'ten birçok kimse İslamiyet'i kabul etmiştir.
Böyle- ce onun evi, kabilesi ve şehri ikiye ayrılmıştı; İslam ordugahında
bulunanlar, Cahiliye ordugahındakiler. Başta kardeşleri Velid ile Hişam olmak
üzere birçok Mekkeli, İslam ordugahını tercih etmişti.
Hicretten
sonra Medine'de ilk İslam devletini de kuran Hz. Peygamber, takip ettiği
strateji ve uygulamaya başladığı siyaset sonucunda, Kureyş'e karşı devamlı
üstün geliyor, aynı zamanda İslam dinini daha geniş insan kütlelerine tebliğ
edebiliyor ve sahip olduğu toprakları genişletiyordu. Kureyş ile yaptığı savaşları
kazanması veya kaybetmesine bağlı olmaksızın Hz. Peygamber, onların can
damarını teşkil eden Suriye ticaret yolunu devamlı kontrol altında
tutabiliyor, istediği an onları tehdid ediyordu; zaman, devamlı bir şekilde
onun ve dolayısıyla İslamiyet'in lehine çalışıyordu. Halid, bu stratejiyi
farketmişti.
Halid'i
şüphe ve tereddüde sevkeden mühim bazı gelişmeler ise, Hudeybiye'de vuku
bulmuştu. Hz. Peygamber'i ve müslümanları Mekke'ye sokmamak üzere Kureyş
süvari birliğinin kumandanlığını yapan Halid, müslümanların Hz. Peygamber'e
185
Akkad,
s. 791 bağlılıklarını,
nizam ve intizam içinde olduklarını, imanlarının salabeti yanında,
namazlarındaki huzur ve huşu, Kabe'ye ve onun Rabbine olan niyaz ve
ilticalarını, onların nasıl bir aşk ve vecd içinde bulunduklarını farketmişti.
Askeri nizam ve disiplini çok iyi bilen ve gören Halid, müslümanların yalnızca
şekli değil, aynı zamanda manevi bir atmosfer içerisinde Raslılullah'ın etrafında
nasıl haleleştiklerini de müşahede etmişti. Araplar'ın ve bilhassa Kureyş'in
sahiplendiği mukaddes mabed Kabe'nin, müs- lümanlarca büyük bir itibar ve
kudsiyete mazhar olduğunu, bu mabedin onlar nezdinde değerinden bir şey
kaybetmediğini de Hudeybiye'de anlamış oldu. İşte böyle bir ruh hali içerisinde
uzaktan Hz. Peygamber'i ve müslümanları takip eden ve öğle namazı esnasında
gerçekleştiremediği saldırı için ikindi namazı vaktini bekleyen Halid'e,
Raslılullah'ın korku namazı kıldırmayı kararlaştırması şok tesiri yaptı;
içinden geçenleri bilerek tedbir almak üzere korku namazına başvurması Halid'i
sarstı; kendisini İslamiyet'e teslim edecek büyük bir şüphe, aklını ve gönlünü
sarmaya başladı. O andan itibaren bu şokun tesiri altına giren Halid ile şirk
birbirinden uzaklaşmaya başladı...
Babasının
sonuçsuz çaba ve mücadelelerini gözünün önünden geçirmeye; Bedir'in, Uhud'un,
Hendek'in sebeplerini ve sonuçlarını değerlendirmeye başladı. Asıl mühimi, Hz.
Peygam- ber'e ve İslam dinine karşı olan kendi düşmanlığının, neden ve niçin
olduğunu düşünmeye; kabile asabiyeti ve Cahiliye anlayışının boş ve faydasız
olan ihtiraslarının peşinden gitmesinin, kendisine ne kazandıracağını
muhasebeye; "Kureyş ileri gelenleri ölmüştü de ne olmuştu?" demeye;
bu düşmanlık ve mücadelenin ne zamana kadar süreceğini kendi kendine sormaya
başladı.
O,
bu şüphe sonucunda ulaştığı vicdani idraki sayesinde, inandığı dinden,
inançtan, ne olduğu belli olmayan putperestliğin savunulması için sarfettiği
gayretten şüphe etti. Böylece
Cahiliye
ile İslam arasında, insanın geçirmesi zaruri olan merhaleleri geçirmeye,
şirkte ısrar edip savaşmaktan vazgeçmeye; gönlünden maziyi silmeye, onun
tesirini boşaltmaya karar verdi. Ancak yerine hangi imanı koyacak, kalbini
hangi imanla yaşatabilecekti? Bu safhada, Necaşi'ye, Heraklius'a ve Kisra'ya
gitmeyi bile aklından geçirdi; yeni bir şüphe içerisine daha düştü. Fakat bu,
ilk şüphesinden daha huzurlu bir şüphe idi.
Bu
noktada, onun içini kemiren, şüphesini derinleştiren bir başka nokta, Hz.
Peygamber'in büyük şahsiyeti ve muvaffakiyetlerinin Halid üzerindeki tesiri
meselesidir. Ta Mekke döneminden beri Hz. Peygamber'i takip eden Halid b.
Velid, acaba onun bu başarı ve zaferi nereden ileri geliyor? Ondaki mehabetin
kaynağı nereden? Ona yardım kimden geliyor? Müslümanların edeb ve huşu
içerisinde ona itaat etmelerinin, sevgi ve saygı ile etrafında yek vücud
olmalarının sırrı nedir? Hudeybiye musalahası ile yeni imkanlar elde etmesini
sağlayan aklı ona kim veriyor? gibi soruların cevabını bulmaya çalışırken
huzursuzluğu giderek artıyordu. Onun için de, Umretu'l-kaza için gelen Hz.
Peygam- ber'i ve müslümanları, Mekke'de görmek bile istemiyordu...
İşte
bu sıralarda, müslüman kardeşi Velid'in tam zamanında gelen mektubuyla, davet-i
Muhammedi'ye, yeniden ve hususi olarak mazhar oldu. Halid için bu mektup, çok
şeyler ifade ediyor, onun hayatını değiştiriyordu.
İnsanları
İslam'a davet etmek olan asli vazifesini hiçbir zaman unutmayan ve ihmal
etmeyen Rasûlüllah , tıpkı babası Velid b. Muğire gibi, Halid'in de müslüman
olmasını arzu ediyordu. Umretu'l-kaza esnasında gözü onu aradı; fakat göremedi.
Babası Velid'in müslüman olmadan ölmesi, müslümanların kazanmasına ramak kalan
bir zaferi onun Uhud'da önlemesi ve diğer savaşlardaki faaliyetleri, Yüce
Peygamber'in Halid'i İslam'a yeniden davet etmesine hiç mani olmadı. Bedir'de
müslüman olan ve Halid ile geçirdiği maceralarını yukarıda anlattığımız kardeşi
Velid b. Velid'e "Halid nerelerde?" diye sorarak, askeri dehaya sahip
bu insana davetini yeniden tevcih buyurdu; ona alaka duyduğunu gösterdi. "Halid
gibi bir insanın İslamiyet'i tanımaması, bilmemesi nasıl olur?!" diyerek
hem hayretini, hem de davetteki ısrarını, ona iltifat ederek dile getirdi.
Arkasından da "Ne olurdu sanki, o bütün gayret ve çabalarını, savaştaki
bahadırlığını, müslümanların safında şirke, putperestliğe ve müşriklere karşı
gösterseydi; bu husus onun için ne kadar hayırlı olurdu; biz de onu
başkalarına tercih ederdik " ifadeleriyle, Halid'in hesabına mazinin
muhasebesini yapan Hz. Peygamber, Velid'e yazdırdığı bu mektupta, onu
başkalarına tercih edeceğini belirterek istikbale matuf hedefini, şüphe ve
tereddüd içeresinde bocalayan Halid'e bildirerek onun gönlünü almaya ve
hidayete ulaşmasına yardım etmeye devam ediyordu.
Velid,
kardeşi Halid'e gönderdiği mektupta, onun akıllı bir kimse olduğunu bilhassa tebarüz
ettirmekte, Hz. Peygamber'in de onun akıl ve dehasını, kahramanlığını bildiğini
ve takdir ettiğini; İslam'dan hala uzak durmasını da yadırgadığını kendisine
hatırlatmıştı. Gerçekten de Halid b. Velid, Hz. Peygamber'in onun aklını takdir
etmesine rağmen, geç denilebilecek bir tarihte müslüman olmuştur. Bu hususta
Halid'in, kabilesi Beni Mahzuru adına Kureyş'in süvari birliği kumandanlığını
deruhte etmesinin büyük bir tesiri olduğunu düşünebiliriz. Bu arad::ı,
Kureyş'in, maddi ve manevi bazı sebeblerle, Kabe ve Mekke'nin hamileri olarak
putperestliğe sıkı sıkıya bağlı ve bilhassa yarımadadaki bütün putperest
Araplar üzerinde nüfuz sahibi olmalarının, yeni dine karşı cephe almalarında
büyük rolü olmuştur. Onlar yeni dine girdikleri takdirde, diğer Araplar'la aynı
seviyeye düşeceklerine inanıyorlar; bunun için de Hz. Peygamber ile mücadele
ediyorlar, yeni dine girmeyi ölümden daha kötü kabul ediyorlardı.188
Bu arada Halid gibi genç yaşta bir kimsenin, ta Mekke döneminden beri,
babasının başlatıp devam ettirdiği mücadelede, onunla aynı safta yer almasını
tabii karşılamak gerekir. Nitekim bu hususta, Amr b. el-As'a ait aşağıdaki
ifadeler, hiç şüphe yok ki Halid b. Velid için de geçerliydi. Akıllı bir kimse
olmasına rağmen İslamiyet'i kabul etmek hususunda niçin geciktiği sorulunca
Amr b. el-As şunları söylemiştir:
"Biz,
öncelik ve yaş takip eden bir zümre ile beraberdik; onlar geniş yolu takip
etmediler; biz de düzlüğe çıkıncaya kadar onlara tabi olduk; onlar, Nebiyi (salla'llâhü
aleyhi ve sellem) inkar ettiklerinde, biz de, kendi durumumuzu düşünmeden,
onlarla birlikte inkar ettik; onları taklid ettik. Onlar bu dünyadan çekip
gidince, kendi kendimize kaldık; Hz. Peygamber'in (salla'llâhü aleyhi ve
sellem) durumunu düşündük; baktık ki durum gayet açık. Böylece, İslam sevgisi
kalbimize düştü... "
Velid'in
bu mektubu gelir gelmez Halid, Mekke'yi bırakıp Medine'ye hicret etmeye,
müslüman olup, Hz. Peygamber'in huzurunda biat etmeye karar verdi.
Raslilullah'ın daveti ve kendisi hakkındaki sözleri onu çok sevindirdi; hemen
karar vermesinde çok tesirli oldu.
Kardeşinin
mektubu kendisine ulaştığı sıralarda Halid'in gördüğü bir rüya da, onun içinde
bulunduğu nefis mücadelesinin açık bir tezahürüdür ve onun doğru yola
teveccühüne yardımcı olmuştur.
Böylece
Halid b. Velid, müslüman olup Hz. Peygamber'in Medine'deki ordugahına teslim
olmaya karar verdi. 7. yılın Zilkade ayının sonundan itibaren başlayan bu
teslimiyete karar verme safhası, iki ay içerisinde (7 yılı Zilhicce-8 yılı
Muharrem) hicretle sonuçlandı. Artık Halid, Medine'ye gitmek üzere yoldaş aramaya
başladı. Safvan ile İkrime'nin cevapları, aynı mahiyettedir, onlar, Cahiliye
çağının kin ve intikam hislerinden henüz kurtulabilmiş değillerdi. Onların
hidayete ermeleri, Rasûlüllah 'a teslim olmaları için Mekke'nin fethi
gerekmiştir... Halid kararlıdır, çünkü teslimiyet için fevri bir karar vermiş
değildir, şuurlu ve iradeli hareket etmektedir, yoluna Osman b. Talha, sonra da
Amr b. el-As çıkmışlardır.
Kabe'nin
perdedarlığını yapan, anahtarlarını muhafaza eden ve Kureyş'in ileri
gelenlerinden Abdüddar kabilesinden Osman b. Talha, Umretu'l-kaza esnasında Hz.
Peygamber Mekke'ye geldiğinde müslüman olmaya karar vermişti. Kendisi, bir
defasında Kabe'den çıkmakta olan Hz. Peygamber'in yanına yaklaşmış; onun elini
tutup müslüman olmayı düşünmüşse de buna cesaret edememişti. Ancak
Umretu'l-kazadan sonra Hz. Peygamber Medine'ye dönünce, Osman Mekke'yi terkedip
Medine'ye gitmeye karar vermiş, bu arada Halid b. Velid ile karşılaşmıştı.
Hz.
Peygamber'in yaşadığı devirde, dört arap dahisinden birisi, aynı zamanda şair
ve iyi bir süvari kumandanı olan Amr b. el-As ise, çok farklı bir şahsiyettir,
müslüman oluşu da dikkati çekicidir. Hendek gazvesinden sonra bazı adamlarıyla
Habeşistan'a gidip yakın dostu olan Necaşi'nin yanında yaşamayı kararlaştırmıştı.
Çünkü o, Hz. Peygamber'in muvaffak olması halinde, emin bir yerde hayatını
geçirmek istiyordu. Şayet Kureyş üstün gelirse, istediği zaman Mekke'ye
dönebileceğini 'düşünmüştü. Ancak kader, onun Habeşistan'da müslüman olmasını
takdir etmişti. Hicretin 7. yılı başında Hz. Peygamber, Necaşi Asha- ma'yı
İslamiyet'e davet eden ve Ebu Süfyan'ın müslüman kızı Habeş Muhacirlerinden
Ümmü Habibe ile nikahının kıyılmasını isteyen iki mektubu ile bazı hediyelerini
Habeşistan'a götürmesi için Amr b. Ümeyye ed-Damri'yi vazifelendirdi. Amr b.
Ümey- ye, Necaşi Ashama'yı çok yakından tanıyordu; çünkü Ashama, iktidara
gelmeden önce Habeşistan'daki bir karışıklık esnasında, köle olarak bir araba
satılmış ve Bedir ovasında yaşayan Damre kabilesine mensup birisinin kölesi
olmuştu. Amr b. Ümeyye'nin kabilesinde uzunca bir süre kaldığı anlaşılan ve
arapçayı orada öğrenen Ashama ile Hz. Peygamber'in elçisinin bu eski dostluğu,
Amr b. el-As'ın da müslümanlığına sebep olmuştur.
Amr
b. Ümeyye, aynı zamanda Habeşistan'daki müslüman Muhacirlerin Medine'ye
dönmeleri için de Necaşi'den izin alacaktı. O, Hz. Peygamber'in bu emirlerini
yerine getirmek üzere Habeşistan'a varınca, Amr b. el-As da orada bulunuyordu.
Amr b. el-As, Hz. Peygamber'in elçisinin Necaşi'nin yanında olduğu bir sırada
onu takip etmiş; elçi çıkınca Necaşi'nin yanına girip öldürmek üzere onu
kendisine teslim etmesini istemişti. Necaşi, Amr b. el-As'ın arzusuna çok kızıp
kendisine şiddetli bir tokat vurmuş ve burnu kanayan Amr'a, Rasulullah'ın
elçisinin öldürülmesine izin vermesinin mümkün olamayacağını haykırmıştı.
Ayrıca Necaşi, Hz. Peygamber'in peygamber olduğuna inandığını ilan edip Amr b.
el-As'ın da ona inanmasını tavsiye etti. Amr b. el-As, Necaşi'nin bu ikaz ve
daveti üzerine orada müslüman oldu. Sonra da Medine'ye gitmek üzere
Habeşistan'dan ayrıldı. Hz. Peygamber'in elçisi Amr b. Ümeyye ed-Damri ise, her
üç vazifesini de eksiksiz yerine getirerek Medine'ye dönmüştü. Necaşi'nin
davetiyle müslüman olan Amr b. el-As, Medine'ye giderken yolda, Hedde'de Halid
b. Velid ile Osman b. Talha'ya rastladı ve her üçü beraberce Hz. Peygamber'in
huzuruna çıktılar.
Halid
b. Velid, Amr b. el-As ve Osman b. Talha Medine'ye vardıklarında, Halid,
arkadaşlarından önce Hz. Peygamber'in huzuruna çıkar, onun için en mühim ve zor
dakikalar, vech-i Muhammedi'ye ilk defa bakacağı, onunla ilk defa yüz yüze, göz
göze geleceği anlardır. Çünkü Halid, yaptıklarının idraki ve ha- caleti
içindedir, itiraf ve tevbe; arkasından da af olacak; ama ilk karşılaşma çok,
pek çok mühimdir. İnsanları çok iyi ve derinden tanıyan Rasulullah, huzuruna
gelen, teslim olan Halid'i memnun edecek, endişelerini çabukça izale edecek bir
hal ile onu karşılar. Onun bu hali, Halid'de çok derin izler bırakmış olmalı
ki: " ... önünde duruncaya kadar bana bakıp tebessüm ediyordu .. "
ifadeleriyle, bu çok mühim anı, hiç unutamadığını belirtir.
Selam
ve biat merasimi sona erince, Raslılullah'ın tebessümüne mazhar olan Halid,
yapmış olduklarının bağışlanması için Makam-ı Mahmud'un sahibinden dua
buyurmasını niyaz eder. İslamiyet'i kabul eden herkesin, daha önceki günahları
bağışlanır, umumi prensibini kendisine tebliğ eden Hz. Peygamber önünde büyük
kumandan, İslam'ın istikbaldeki kılıcı Seyfullah Halid nazlanır, bir manada
hususi muamele talebinde bulunur, Hz. Muhammed'in mübarek yüzündeki tebessüm,
ona bu fırsatı verir, kendisini, onun ağzından bağışlanmış, affedilmiş görmek
ister de ısrar eder:
"Öyle
de olsa Ya Rasulallah! Dua buyursanıza!" diyebilecek bir halde bulur
kendisini. Niyazına cevap da alır:
"Ey
Allahım! Senin yolundan alıkoymak hususunda, daha önce yaptıklarından dolayı
Halid'i bağışla!" ifadesiyle Peygamber
Efendimiz'in duasına mazhar olur ve diğer sahabiler arasındaki şerefli yerini
alır.
Hz.
Peygamber, Halid ve iki arkadaşının Mekke'den gelip müslüman olmalarından
dolayı son derece memnun ve mütehassis olur. Onun peygamberlik hayatı, son iki
yılı hariç, hep hemşehrileri Kureyşliler'le mücadele içinde geçmişti. Kureyş'i
ve dolayısıyla da putperestliği çökerten üç kişinin bu ihtidaları üzerine,
mübarek ağızlarından:
"Kureyş,
ciğerparelerini size attı" sözleriyle hissiyatını Ashabına açıkladı. 192 Esasen
Mekke, bu üç şahsiyetin müslüman olmalarıyla "fethedilmiş şehir"
oldu.
Bu
ihtida, saf ve ordugah değiştirme, hiç şüphe yok ki; en fazla Halid b. Velid'in
kendi hayrına olmuş; adı, İslam tarihinin altın sayfalarında yer almış; dünya
ve ahiret saadetiyle birlikte, ebediyete kadar yad edilmesine vesile olmuştur.
Bu ihtida, aynı zamanda, en fazla İslam davetinin sahibi, rahmet ve savaş Peygamberi
Raslilullah Efendimizi sevindirip memnun etmiş; sürurunu dile getirirken hem
Rabbine hamdetmiş hem de Ha- lid'in aklını ve şahsiyetini medhetmiştir:
"Seni
hidayete eriştiren Allah'a hamdederim; ben, senin aklını farkediyor ve onun
seni, ancak hayra teslim edeceğini düşü- nüyordum!..11193
HZ.
PEYGAMBER'İN EMRİNDE HALİD B. VELİD
Halid
b. Velid Hazretleri, artık Medine'de, Raslilullah'ın emrindedir. Emrindedir
diyoruz çünkü o, kahraman bir asker ve büyük bir kumandan olarak hayatını hep
savaşlarla geçirmiştir. Onun siyaset, ilim veya ticaretle hemen hiç
uğraşmadığını görüyoruz. Hz. Peygamber, Mescid-i Nebevi'deki kendi evinin çok
yakınında bir evi Halid b. Velid'e ikta olarak verdi. Burası, Harise b.
Numan'ın babalarından kendisine miras kalmıştı ve Hz. Peygamber'e hibe etmişti.
Ensar'ın ileri gelenlerinden birisi olan
Harise
b. Numan Medine'de Hz. Peygamber'in Mescid-i Ne- bevi'sindeki hücrelerine yakın
bir yerde bu şekilde birçok eve sahipti. O, ihtiyacı oldukça bu evlerden
birisini Hz. Peygamber'e hibe ederdi. Onun bu şekildeki davranışı üzerine Hz.
Peygamber: "Evlerini bize tahsis etmesinden dolayı Harise'den utandım
" buyurmuştur. 94
Hz. Peygamber'in Halid'e ikta ettiği Butay- ha'daki bu evinin arkasında da Amr
b. el-As'ın evi bulunuyordu. Halid b. Velid, bu evin darlığından Hz.
Peygamber'e şikayet etti; bunun üzerine Raslilullah ona şu tavsiyede bulundu: "Binayı
semaya doğru yükselt; Allah'tan da genişlik iste!"
Halid
bu evini, satılmamak ve hibe edilmemek üzere habset- ti; yani vakfetti. İbn
Şebbe (öl. 262/876), Halid b. Velid'in kırk kadar çocuğunun Suriye'de taundan
ölmüş olduklarından, bu evin, onun akrabalarından Beni Eyyub b. Seleme'nin
elinde bulunduğunu haber verir. Semhudi (öl. 911/1506) ise, zamanında bu evin
yerinde, Ribatu's-sebil bulunduğunu; oradaki diğer evlerden farklı olarak bu
evin yerinin küçük olduğunun anlaşıldığını ve Halid b. Velid'in bunun için
evinin dar geldiğinden şikayet ettiğini zikreder. 195
Hz.
Peygamber'in çevresinde, yaşları, muhitleri, nesepleri, mizaç ve ahlakları,
akılları ve güçleri, dini anlamaları ve kavramaları birbirinden farklı,
kadın-erkek, genç-olgun, çocuk-ihtiyar birçok kimse bulunuyordu. Onların bu
farklılıkları, Hz. Pey- gamber'in utkunun genişliğine ve şahsiyetinin çok yönlü
olduğuna ve bütün bir cemiyeti kavrayıp kucaklayabildiğine en büyük delildir.
İnsan, onun etrafındaki şahsiyetleri yakından tanıdıkça, onları hidayete davet
eden, kendilerini Kur'an esasına göre Allah'ın ahlakı ile terbiye eden o yüce
şahsiyetin büyüklüğünü daha iyi anlamaktadır.
Hz.
Peygamber, etrafındaki insanları en iyi şekilde takdir eder ve değerlendirirdi.
Terbiye halkasına girenleri, fıtratlarında meknuz olan kabiliyetleri
istikametinde yetiştirmeye ve geliştirmeye; bildikleri, yetiştikleri ve beceri
sahibi oldukları sahalarda istihdam etmeye itina ederdi. Halid b. Velid, bu
sahadaki örneklerin en calib-i dikkat mümessillerinden birisidir. Hz. Peygam-
ber'in Halid'i takdir edip değerlendirmesi, ayrı bir mucize kabul edilmek
gerekir. Çünkü Hz. Peygamber, henüz gücünü göstermeden, askeri hizmetlerini
ortaya koymadan önce onu takdir edip yüceltti ve ona "Seyfullah"
(Allah'ın Kılıcı) adını verdi. O, bu lakabı, birkaç yıllık askeri
muvaffakiyetleri sonucunda hakede- cekti. Ancak Hz. Peygamber ona bu lakabı,
biraz sonra geniş bir şekilde ele alacağımız Mute savaşından sonra, Medine'deki
Ashabın bu seriyyeye iştirak edenleri "Fürrar" (Kaçaklar) diye kızgın
bir şekilde karşıladıkları sırada verdi. Bir başka ifade ile Ha- lid, henüz
büyük askeri zaferlerini gerçekleştirmeden, Hz. Peygamber tarafından bu unvana
layık görüldü.
Halid
b. Velid, üç yıl bir ay kadar zaman süresince Hz. Pey- gamber'in emrinde,
sohbetinde bulundu. Bu çok kısa denilebilecek zaman içerisinde, Hz. Peygamber
kendisine küçük büyük birçok iş havale etti; müslüman olduğundan itibaren ona
inandı ve güvendi. Bu hususta tasrih edilmesi gereken en mühim husus, müslüman
olur olmaz onun, Hz. Peygamber tarafından, İslam ordusunun süvari birlikleri
kumandanlığına getirilmesidir. 96
Gerçekten
Halid'in, müslüman olmasından itibaren, başkumandanlığını Hz. Peygamber'in
yaptığı gazvelerde, İslam ordusunun süvari birliklerinden birisinin
kumandanlığını yaptığına; bu vazifenin tabii icabı olarak da aynı zamanda öncü
birliği kumandanı şeklinde vazife gördüğüne şahit olmaktayız. Bu husus, onun
Kureyş kabilesindeki e'inne vazifesinin İslam ordusunda aynen devam ettiğini
gösterir. Diğer taraftan Hz. Peygamber onu, se- riyye kumandanı olarak da
birçok defa vazifelendirdi. O, hiçbir gazve veya seriyyeden geri kalmadı;
yüklendiği bütün askeri vazifelerde, Hz. Peygamber'in emir ve rızasına uygun
hareket etmek gayretinde oldu. Halid b. Velid'in müslüman olarak iştirak
ettiği ilk savaş, Mlıte seriyyesidir. O bu sefere bir asker olarak iştirak
etmiş; kumandan olarak Medine'ye dönmüştür.
Başta
Mute olmak üzere, Halid b. Velid'in askeri faaliyetlerine geçmeden önce, onun
Hz. Peygamber'in katipleri arasında zikredilmesine kısaca temas etmek
istiyoruz. Bazı araştırmalarda, Halid'in Hz. Peygamber'in vahiy katipleri
arasında zikredildiğini; hatta merhum Ömer Nasuhi Bilmen tarafından, Hz. Ebu
Bekir zamanında Zeyd b. Sabit başkanlığında Kur'an-ı Kerim'i toplamakla
vazifelendirilmiş encümende yer aldığının nakledildiğini görüyoruz.197 Buna
karşılık bazı kaynaklarda onun ismi, Hz. Peygamber'in katipleri arasında
zikredilmemekte; hatta mesela Belazuri, onun adını okuyup yazma bilen
Kureyşliler arasında bile saymamaktadır. 198 Bunun yanında bazı kaynaklarda,
Ha- lid'in yalnızca Hz. Peygamber'in katipleri arasında yer aldığını; vahiy katibi olarak zikredilmediğini
tespit ediyoruz.199 Halid b. Velid Hazretlerinin vahiy katibi olduğuna dair
sarih bir rivayeti tespit edemedik; bu husustaki bütün kaynakları da
tarayamadık. Ancak tespit edebildiklerimize göre, onun Hz. Peygamber'in
katipleri arasında yer aldığını ifade ve bu hususta, İbn Kesir'in, Hz.
Peygamber'in katiplerine tahsis ettiği yerde, Halid'in, Hz. Peygamber'in bazı
mektuplarını yazmasını haber veren rivayetini de hatırlatmakla yetineceğiz.
« Prev Post
Next Post »