Print Friendly and PDF

Translate

ALLAH'IN KILICI HALİD B. VELİD 3

|

 

HALİD B. VELİD IRAK TOPRAKLARINDA

Fetihlerin başarı sebepleri arasında, İslam dininin, bir başka ifade ile fatihlerin akidesinin doğruluğundan, sağlamlığından, bu dinin en son ve gerçek tek din olduğundan, dünya ve ahiret ha­yatlarında insanlara, huzur ve saadet bahşeylediğinden bahsedi­lir. Bu, çok doğrudur. Ancak, akidenin zafere ulaşması için, in­sanların bu akideye yalnızca inanmış olmaları kafi değildir. Akideleri ile zafere ulaşmak isteyenlerin, maharet ve kudret sa­hibi kimseler olarak, hem dinlerine inanmaları hem de düşmana nasıl galip geleceklerini çok iyi bilmeleri ve bunu uygulayabilme­leri gerekir. Nitekim tarihte de günümüzde de aynı kaide geçer- lidir. Esasen bu akideye sahip olan herkes, her yerde ve her za­man zafere ulaşamamıştır. İslam akide ve imanı, zafere ulaşmak için, kendi insanlarının ve himayedarlarının faziletinden, kabili­yetinden, dirayet ve ehliyetinden müstağni değildir.

İslam imanı, Ashab nesli içerisinde, çok kudretli ve kıymetli hamiler bulmuştur. Halid b. Velid, bunların en önde gelenlerindedir. İslam devletinin kuzey ve kuzey-doğu hududlarında bü­yük bir tehlike arzeden Sasani ve Bizans imparatorluklarına karşı başlatılan yeni mücadelede, hiçbir kumandana nasib olmayan bir vazife, Halid b. Velid'e tevdi edilmiştir. O, hem Sasaniler' e, hem de Bizans imparatorluğuna karşı İslam ordularının başkuman­danlığını yapmıştır. Onun şöhreti, yalnızca Arap yarımadasında değil, bu iki devletin topraklarında da yayılmıştır ve Seyfullah Halid, düşmanlarıyla, kılıcıyla savaşmadan önce, bu şöhret ve heybetiyle savaşmaya başlayarak onların kalbine korku düşürüp sarstıktan sonra kendilerini savaş meydanlarında mağlup etmiş­tir. Onun düşmanlarına korku salan bu şahsiyeti yanında, em­rindeki askerlerin gönüllerinde tevlid ettiği güven ve emniyet ile itibarını da kendisinin fazilet ve muvaffakiyet hanesine şüphesiz kaydetmek gerekir.

İslam dinini insanlara tebliğ etmek, ilay-ı kelimetullahı ger­çekleştirmek ve bu yüce hedeflere mani olanları cezalandırmak hususunda Hz. Peygamber'in başlattığı stratejiyi devam ettir­mekte kararlı olan Halife Hz. Ebu Bekir'in, Halid b. Velid gibi dirayetli bir kumandana sahip olması gerçekten büyük bir lütuf­tu. Halife, onun askeri dehasına itimad ve itibar ediyordu. Hz. Peygamber'in ona "Seyfullah" demesinin bir delaleti olduğuna inanıyordu. Halid de esasen bunu, Hz. Peygamber'in hayatındaki başarıları yanında; ridde savaşlarında ve bilhassa, İslam devleti­nin güçlü ve kudretli olduğunu ve onun hakimiyeti altına girme­nin çok yerinde olacağını bütün Araplar'a gösterdiği Yemame'deki Akraba savaşında isbat etmişti. Halife onu, ne zaman ihtiyatlı, ne zaman çok sert ve karşı konulmaz bir saldırı yapılması lazım geldiğini en iyi şekilde tayin eden bir kumandan olmasından dolayı da takdir ediyordu.

Hz. Ebu Bekir'in ona karşı tavrı gayet açık ve kesindi. Malik b. Nuveyre'nin öldürülmesi ve Halid'in onun karısı ile evlenmesi gibi küçük hadiseler, hatta bu hususta, bize göre pek de doğru olmayan ve kaynakların çok mübalağalı ifadelerle tespit ettikleri Hz. Ömer'in muhalefeti ile Halid'in kendi başına hareket edip kararlar vermesine kesin bir şekilde karşı çıkması gibi hususlar, Halife'nin onu vazifesinden almasına sebep olmadı. Tam tersi ona yeni vazifeler tevdi etti. Onu, önce Yemame'ye Müseylime'ye karşı gönderdi. Yemame'den sonra Halid'in yeni bir izdivacı meselesi de Halife ile bu büyük kumandan arasındaki varolan güven ve itimadı sarsmadı ve değiştirmedi. Arabistan'daki isyan­ların bastırılması, onun askeri kabiliyeti ve dehasıyla sağlanmıştı. Onun askeri başarıları, mütereddid kabileler üzerinde de büyük bir tesir icra etmişti. Binaenaleyh, ridde savaşlarının kahramanı, başkumandan Halid'in yeni ve daha büyük vazife ve mesuliyetler yüklenmeye hazır olduğu aşikardı. Halife de, müslümanlar da, onun böyle bir vazifeyi hakkı ile yerine getireceğine itimad edi­yorlardı. Artık hedef, Arap yarımadasının dışında, Sasani ve Bizans imparatorlukları idi.

Bizans imparatorluğu ile mücadele, fiili ve askeri olarak Hz. Peygamber zamanında başlamıştı. Mlite savaşı, bunun ilk teza­hürü idi. Arkasından Tebük seferi, otuzbin kişilik bir ordu ile yine bu devlete karşı bizzat Hz. Peygamber'in devam ettirdiği mücadelenin ikinci merhalesiydi. Üsame ordusu da bu strateji­nin bir devamı olarak düşünülüp kararlaştırılmış; ancak, gönde­rilmesi Hz. Ebu Bekir'e nasib olmuştu. Bu savaşların hedefi, böl­genin emniyetini sağlamak, oradaki insanların maruz kaldıkları zulüm ve haksızlığa son vermek, Suriye yolunu ve hududunu emniyete almaktı. Tebük seferi öncesinde Rasfilullah, Bizans'ın hududlarına asker yığdığını haber aldığı için bu seferi hazırla­mıştı. Yine aynı devletin, kuzeydeki birçok hıristiyan-Arap kabi­lesini müslümanlar aleyhine tahrik etmesi, takip edegeldiği düş­manca bir politika idi; Gassaniler'den gelebilecek tehlikelerden Medine, hep korku, endişe ve huzursuzluk duymuştur.

Hz. Ebu Bekir'in Bizans'a karşı başlattığı askeri mücadeleyi, bundan sonraki bölümde ele alacağız.

Sasani imparatorluğu ile hesaplaşma, birden fazla sebebe dayanıyordu. Ancak, Rasulullah (salla'llâhü aleyhi ve sellem) bu devlet ile silahlı bir mücadeleye fiilen başlayamadan bu alemden ayrılmıştı.

Rasûlüllah  ve müslümanların maşeri vicdanı, ateşperest İranlıları ve onların devleti Sasani imparatorluğunu daima mah­kum etmiştir. Bu husustaki en mühim gelişme, Bizans-Sasani devletleri arasındaki savaşta galip gelen İranlıların yanında yer alan Kureyşli müşriklere mukabil, Hz. Peygamber ve müslüman­ların ehl-i kitap olan Rumlar'ın mağlubiyetine üzülmeleri üzeri­ne ortaya çıkmıştır. Yüce İrade, Sevgilisi Muhammed'in ve onun bağlıları müslümanların mahzun olmasına rıza göstermemiş; Rumlar'ın birkaç yıl içerisinde üstün getirileceğini ilan etmiştir. Bu Kur'an mucizesinin, o günkü bütün müslümanların ve onları tanıyan diğer insanların gözleri önünde gerçekleşeceği dokuz yıl esnasında, Rasulullah ve müslümanlar, hep ateşe tapan Sasaniler'in mağlubiyeti için gönülden Yüce Rabblerine niyazda bulunmuşlardır. Ateşperest ve gerçekten çok zalim bir idareye sahip olan Sasaniler'e karşı müslümanların siyaseti, hep bu anla­yış etrafında gelişmiş ve kisraların saltanatına son vermeye kadar devam etmiştir.4H

Rasulullah'ın hayatında, Sasaniler'le alakalı diğer bir menfi gelişme, Hudeybiye musalahasından sonra vuku bulmuştur. Bilindiği üzere Hz. Peygamber, 7 /628 yılı Muharrem ayında Hayber üzerine yürümeden önce, altı elçisini, İslam'a davet mektuplarıyla birlikte çeşitli devlet başkanlarına göndermişti. Bu elçilerden birisi de Abdullah b. Huzafe es-Sehmi olup Sasani Kisrasına gitmişti. Kisra, kendi adının Hz. Peygamber'in ismin­den sonra yazıldığını görünce kızmış ve mektubu yırtmıştır. Ayrıca Yemen'deki valisi Bazan'a bir mektup yazarak, onu yaka­layıp kendisine göndermesini emretmiştir. San'a'daki vali de iki adamını Medine'ye göndererek Hz. Peygamber hakkında kendi­sine bilgi getirmelerini istemiştir. Hz. Peygamber, Bazan'ın adamlarına, o gece Kisra'nın öldürüldüğünü haber vermiş ve eğer müslüman olmayı kabul ederse, Bazan'ı vali olarak bıraka­cağını söylemiştir. Bazan, bu davet üzerine müslüman olmuş ve Hz. Peygamber zamanında, Sasaniler'e bağlı olan Yemen bölgesi, İslam devleti hakimiyetine girmiştir.412

Hz. Ebu Bekir'in Halid b. Velid'i Irak'a göndermek suretiyle Sasaniler'e karşı askeri harekatı niçin ve nasıl başlattığını tespit maksadıyla üzerinde durduğumuz bu hadisede bizi alakadar eden bir diğer husus, Kisra hakkında Hz. Peygamber'in beddua­sıdır. Kisra tarafından mektubunun yırtıldığını ve İslam daveti­nin reddedildiğini öğrenen Rasulullah: "Ey Allahım! Sen de onun mülkünü parçala!" diye beddua etmiştir.413

Böylece Kisra, yalnızca Kainatın Efendisinin bedduasına muhatap olmak suretiyle tecziye edilebilmiş; ayrıca Yemen'deki valisinin hidayete ermesiyle de, kendisine bağlı uzak bir bölge bu imparatorluktan koparılmış ve İslamlaştırılmıştır.

Burada tarihi bir vakaya da işaret etmek uygun olacaktır. Rasulullah'ın mektubunu yırtan Kisra, oğlu tarafından öldürül­mek suretiyle cezasını çekmiştir. Ancak, Sasani saltanatının son yılları ve akıbeti ise, bu cezadan çok daha ağır olmuştur. Miladi 628 yılından Halid'in Sasaniler'in üzerine yürüdüğü 633 yılına kadar ki altı yıl içinde, o sırada iktidarda bulunan son İran Kisra- sı III. Y ezdicerd hariç, tam dokuz kisra saltanatı ele geçirmiş; sonra da, Rasûlüllah 'ın bedduasının hazin bir tecellisi olmak üzere, hepsi sıra ile kendi ailelerinden iktidarı ele geçirmek iste­yen bir başkası tarafından öldürülmüştür.

Rasûlüllah 'ın mektubunu yırtanın dünya başına yıkılmalıy­dı; ama yalnızca Kisra değil, onun mecusi imparatorluğu da ce­zalandırılmalıydı. İşte, Sasaniler'le Rasûlüllah 'ın zamanından kalan bu hesaplaşmanın zamanı şimdi gelmişti.

Bahreyn ve Fırat nehrinin güney taraflarındaki, Sasani ha­kimiyetine boyun eğmiş bazı Arap kabileleri, müslümanların arazilerine hücum ediyorlar, baskınlar düzenliyorlardı. Müslü- manlar da onlara karşı koyuyorlar, kendilerini geri püskürtüyor­lar, onlardan intikam almaya çalışıyorlardı. Esasen bu mücadele, bölgedeki Bekr b. Vail kabilesinin bazı kolları ile Sasaniler ve onlara bağlı Araplar arasında, eskiden beri devam ediyordu ve Rasûlüllah 'a vahiy gelmeye başladığı sıralarda vuku bulan Zu- Kar savaşı ile de farklı bir gelişme göstermişti.

Bu savaş, Sasaniler ile Arap yarımadasının kuzey-doğu böl­gesinde yaşayan Bekr b. Vail kabilesi arasında vuku bulmuş ol­masına rağmen, hem bütün Arapları, hem de başta Rasûlüllah  olmak üzere bütün müslümanları yakından ilgilendirmiştir. Hatta Hz. Ebu Bekir tarafından başlatılan Irak, daha sonra de­vam eden İran fetihlerinin de bu savaşla alakası vardır.

Hz. İbrahim'in yaşadığı Ur şehri ile bugünkü Klıfe arasında kurulu Hire şehrinde, Lahmi Arap kabile reisleri, Sasanilere bağlı olarak iktidarlarını devam ettiriyorlardı. Kisra Perviz, Hire emiri Numan b. Münzir'den kızını kendisine göndermesini istemişti. Numan, kisranın bu haksız isteğini reddedince, onu Medain'e hesap vermek üzere çağırmıştı. Numan, başına gelecek felaketi anladığı için, ailesini, hazine ve silahlarını, Bekr b. Vail kabilesi­nin bir büyük kolu olan Şeybaniler'e teslim ettikten sonra kisra- nın yanına Medain'e gitmişti. Kisra, onu önce hapsetmiş; sonra da öldürtmüştü (M. 605). Kisra bundan sonra, Hire'deki Lahmi idaresine son vermiş; buraya Tayy kabilesinden İyas b. Kabisa'yı vali tayin etmiş; yanına da, oradaki gelişmeleri kendisine haber verecek İranlı bir merzubanı koymuştu. Yeni vali İyas'ın, Nu- man'ın ailesini, hazine ve silahlarını Şeybanilerden istemesi üze­rine savaş patlak vermişti. Çünkü İyas'ın bu isteği, insan şeref ve haysiyetini rencide eden bir husustu. Şeybanileri cezalandırmak üzere bir Sasani ordusu, Hire'deki bu devlete tabi Araplarla bir­likte, Hire yakınında bir su toplama yeri olan Zu-Kar adlı yerde Bekr b. Vail kabileleriyle karşılaştılar.

Bazı rivayetlerde, o sırada henüz müslüman olmadıkları halde, Bekr b. Vail kabilesinin savaş esnasında "Ya Muham- med" diye aralarında Hz. Peygamber'in adını parola olarak kullandıkları haber verilmiştir. Diğer taraftan Mes'udi, Bekr b. Vail kabilesinden bir gurup insanın hac için Mekke'ye geldikle­rinde, Hz. Peygamber'in yanında bulunan Hz. Ebu Bekir ile birlikte onları müslüman olmaya davet ettiğini; bunun üzerine onların da, "Allah bize, İranlılara karşı zafer verirse senin dinine girmeyi ve nübüvvetini tasdik etmeyi vaad ediyoruz" dediklerini; bunun üzerine Hz. Peygamber'in onlara, hayır dua ettiğini ha­ber vermektedir.

Yapılan şiddetli savaştan sonra Sasaniler mağlup oldular ve birçok kayıp vererek geri çekildiler. Bu savaş, Araplar arasında büyük bir zafer olarak sevinç ve neşe ile karşılandı; büyük yankı uyandırdı. Birçok şair, Zu-Kar zaferi üzerine şiir inşad ettiler. Hz. Peygamber bu savaşın sonucunu öğrenince:

"İşte bu, Arapların acemlerden intikam aldıkları ve benimle zafere ulaştıkları ilk gündür!" buyurdu.

Zu-Kar savaşının hangi tarihte vuku bulduğu kesin değildir. Ancak M. 611 yılından sonra olduğu kesindir. Bazı kaynaklarda bu savaşın, Bedir savaşı ile aynı tarihte yapıldığı (624) da rivayet edilmiştir.414

Bu savaşın en mühim tarafı, Araplar'ın, çok kuvvetli ve karşı konulmaz gibi gördükleri Sasani ordusunun da yenilebileceğini anlamalarıdır. Sasaniler'e karşı asırlardan beri hissedilen korku bu savaşla ortadan kalktı. Ama bu savaşın İslam fetihlerini ve Halid b. Velid'i ilgilendiren tarafı oldukça fazladır. Çünkü Bekr b. Vail kabilesinin birkaç kolu, başta Şeybaniler ve onların reisi Müsenna b. Harise, Hz. Ebu Bekir'den izin alarak müslüman olduktan sonra da Sasanilerle savaşmaya Ubülle (Basra şehrinin kurulduğu yer) liman şehri ile Hire arasındaki Fırat'ın aşağı tara­fındaki çok geniş bölgelerdeki Sasani topraklarına akınlar düzen­lemeye devam ettiler.

Halid b. Velid'in Akraba savaşından sonra Irak'a, Sasani im­paratorluğunun topraklarına gönderilmesini ele almaya başlar­ken, kaynaklarımızla ilgili bir hususa dikkati çekmek istiyoruz. Onun Yemame'den hareket etmesinden, yaptığı savaşların yerle­ri, sayısı ve adları dahil olmak üzere vefatına kadarki hayatı, çok farklı ve değişik rivayetlerle bize nakledilmiştir. Bu hususta bir­kaç örnek zikredersek, ne demek istediğimizi daha iyi ifade etmiş oluruz. Mesela onun Irak'a, Yemame'den veya Medine'den veya Bahreyn'den hareket ettiği; buraya giderken, Feyd ve Sa'lebiyye yolunu takib ederek Hire'ye veya Nibac yolunu takibederek Bas­ra körfezindeki liman şehri Ubülle'ye gittiği; Hire'den önce hiç savaş yapmadığı veya bir, iki veya daha fazla savaş yaptığı; Irak'tan Suriye'ye giderken hangi güzergahı takip ettiği hususun­da birden fazla rivayetin bulunduğuna şahid oluyoruz. Önce Ecnadeyn'de mi yoksa Yermlık'te mı savaştığı; Hz. Ömer'in onu ne zaman ve hangi sebep veya sebeplerden azlettiği; Hıms'da mı yoksa Medine'de mi vefat ettiği gibi konular da aynı şekildedir.

Birkaç örnek vermek suretiyle dikkatinizi çekmek istediği­miz bütün bu farklı rivayetleri, ayrı ayrı ele alıp tartışmak ve teker teker değerlendirmek istemiyoruz. Ancak burada, ridde savaşlarına başlarken de ifade ettiğimiz gibi, Taberi'nin (310/922) eserindeki Seyf b. Ömer'in (öl. 180 veya 200/796 veya 816) rivayetlerine hemen hiç yer vermek istemediğimizi tekrar etmekle yetinip Irak fetihlerine başlayacağız.

Zu-Kar savaşından sonraki yıllarda Bekr b. Vail kabilesinin bazı kolları, bunlar arasında Şeybani'ler, Sevad bölgesinde Sasaniler'le savaşıyorlar, onların topraklarına baskınlar düzenli­yorlardı. Bunlar arasında Müsenna b. Harise eş-Şeybani'nin büyük bir yeri vardı. Hz. Ebu Bekir onun yaptıklarını öğrenince kendisi hakkında bilgi toplamaya başladı. Kays b. Asim el- Minkari onun hakkında Halife'ye şunları söyledi:

"Bu adam meşhur olmayan nesebi belirsiz ve evi alçak birisi değildir; O, Müsenna b. Harise eş-Şeybani'dir. "

Daha sonra Müsenna Medine'ye geldi; Hz. Ebu Bekir ile gö­rüştü ve ondan kendisini, topraklarına yakın yerlerde oturan İranlılarla (Fars) savaşması için kabilesinin başına tayin etmesini istedi; ayrıca o bölgeyi halife adına koruyabileceğini bildirdi. Hz. Ebu Bekir, onun bu teklifini kabul etti ve kendisine bir de ahid- name verdi.415 Müsenna Irak'a döndü ve Sasanilerle mücadeleye başladı; bir yıl kadar, kendisi Hire çevresindeki; amcasının oğlu Süveyd b. Kutbe ise Basra körfezi ile Ubülle ve çevresindeki

Sasani topraklarına akınlar düzenlediler. Bir müddet sonra, Mü- senna b. Harise kardeşi Mes'ud b. Harise'yi Medine'ye göndere­rek yardım istedi. Ayrıca, eğer Halife'nin kendisine yardım etti­ğini öğrenirlerse, Araplar'ın çok çabuk bir şekilde ordusuna ilti­hak edeceklerini bildirdi ve bu arada, Acemlerin kendilerinden korktuğunu da haber verdi.

Hz. Ebu Bekir'in bu hususu sahabilerle istişare ettiği anla­şılmaktadır. Çünkü Hz. Ömer'in Halife'ye o sıralarda Akraba savaşını tamamlamış olan Halid b. Velid'in Müsenna'nın yardı­mına gönderilmesini tavsiye ettiğini öğreniyoruz. Hz. Ömer ayrıca, Halid'in Suriye'de savaşan müslümanlara böylece yakın olacağını; ordusuna ihtiyaçları olmadığı müddetçe, Allah'ın ken­disine zafer ve muvaffakiyetler ihsan etmesine kadar orada sava­şabileceğine Hz. Ebu Bekir'in dikkatini çekmiştir.

Halife'nin Halid'e bu husustaki emrini İbnü'l-Kelbi aynen şu ifadelerle nakletmektedir:

"Ebu Bekir, Yemame'de bulunan Halid b. Velid'e, Şam'a (Su­riye) gitmesini; ancak daha önce Irak'tan başlamasını; önce oraya uğrayıp fetihler yapmasını emreden bir mektup yazdı. Halid de Yemame'den ayrıldı ve Nibac'a indi. "

Böylece Halife Hz. Ebu Bekir'in; Vakıdi'nin Hz. Ömer'in, İbnü'l-Kelbi'nin ise bizzat Halife'nin ağzından, ihtiyaç hissedildi­ği takdirde Suriye cephesine gönderilmek üzere Irak cephesine Halid b. Velid'i başkumandan tayin ettiği anlaşılmaktadır.416

Hz. Ömer'in, Irak'a gönderilmesi hususunda Halid b. Velid'i Halife'ye tavsiye ve teklif etmesi ve gerekçesi üzerinde, bir iki . 128 vd. noktaya işaret etmek istiyoruz. Sasaniler'e karşı Medine'den ilk defa ordu gönderilmesine karar verilirken Hz. Ömer, çekinme­den Halid b. Velid'i düşünebilmekte ve teklif etmektedir. Böylece onunla Halid arasındaki sert tartışmalara işaret eden rivayetlerin çok mübalağalı ve doğru olmadığı anlaşılmaktadır.

Diğer taraftan, Hicri 12 yılı başlarında (Mart 633) müslü­manların, Suriye'ye, Bizans'a karşı yeniden savaşmayı da planla­dıkları ortaya çıkmaktadır. Hatta Sasanilerle savaşa gönderilen Halid'e ihtiyaç olduğu takdirde, hemen bu cepheden Suriye cep­hesine gönderilebileceği göz önüne alınarak bu tayinin yapılma­sına karar verildiği; İbnü'l-Kelbi'nin rivayetinden ise, Suriye'ye Irak'tan geçmesinin kararlaştırıldığı ifade edilmektedir. Gerçek­ten de Hz. Ebu Bekir, bir yıl kadar sonra, verdiği emir ile, Sasani cephesindeki başkumandan Halid'i, Suriye'ye Bizans imparator­luğu ile yapılacak savaşlara göndermiştir. Bazı kaynaklarda yer alan, Halid'in, bu tayini üzerine Hz. Ömer'i itham ettiğine dair rivayetlerin doğru olmadığını, bu vesile ile şimdiden hatırlatmak isteriz.

İslamiyet'in bütün dinlere üstün geleceğine dair imanı ya­nında; Sasani imparatorluğuna karşı fiili olarak askeri bir mü­cadeleye Medine'den gönderilecek bir ordu ile başlamaya karar verirken Hz. Ebu Bekir, bir taraftan Bekr b. Vail kabile toplu­luklarının devam ettirmekte oldukları savaşları ve onların as­keri güçlerinin varlığını; diğer taraftan da Zu-Kar savaşının sonucunu göz önüne aldığında şüphe yoktur. Sasaniler büyük bir imparatorluk olmasına, devlet idaresi ve askeri güç bakı­mından Araplar'dan üstün bulunmasına rağmen, Zu-Kar'da yenilebilmişti. Şimdi ise müslümanlar, Zu-Kar'da zafer kazanan Araplar'dan hem daha güçlü ve kuvvetli; hem de bu savaşı ka­zananlarla birlikte idiler. Bütün bu hususları göz önüne alan Halife Hz. Ebu Bekir, ihlas ve samimiyetle, sabır ve metanet gösterip savaşırlarsa müslümanların üstün geleceklerine ve zafere ulaşacaklarına inanıyordu.

İbnü'l-Kelbi'nin yukarıdaki rivayeti hakkında, Sasani ve Bizans imparatorluklarına karşı Irak ve Suriye'deki fetihlerin başlangıcı esnasında, aralarındaki irtibatı en güzel bir şekilde gösterdiğine işaret eden, Halife'nin Bizans üzerine yürümeyi kafasına koymuş olduğuna telmihte bulunan, daha Irak'a git­mezden önce Bizans'a karşı yapılacak muharebeye Halid'in iştirak etmesinin kararlaştırılmış olduğuna dikkati çeken Cae- tani'nin, fetihlerin Medine'den planlanmadığını, yalnızca bas­kın yaparak ganimet elde etmenin düşünüldüğünü bu değer­lendirmelerinden sonra nasıl söyleyebildiğine şaştığımızı bu vesile ile zikretmek istiyoruz.417 Halid b. Velid'in Yemame'deki Akraba savaşını hangi tarihte tamamlayıp Irak'a ne zaman ulaştığı; Halife Hz. Ebu Bekir'in Sasaniler'e karşı savaşmakta olan Müsenna b. Harise'ye yardım ve destek olmak üzere baş­kumandanlığa tayin emrini nerede bulunduğu sırada aldığı; hangi yolu takip ederek Irak'a vardığı ve Irak'ta Hire'ye mi yoksa Basra körfezine mi gittiği hususunda kaynaklarda deği­şik rivayetler bulunmaktadır.

Akraba savaşının 12 yılı başlarında sona erdiği hususunda rivayetler arasında hemen hemen ittifak vardır.418 Ancak bazı rivayetlerde 12 yılı Muharrem ayında;419 diğer bazılarında ise 12 yılı Rebiulevvel ayında savaşın sona erdiği şeklinde420 ay tasrih edilerek haber verilmiştir.

Halid b. Velid'in tayin emrini nerede bulunduğu sırada aldı­ğı hususunda üç ayrı rivayet bulunmaktadır. Belazuri'nin iki ayrı yerde naklettiğine göre, Bahreyn'deki irtidad hareketini bastır­makta olan el-Ala b. el-Hadrami, Hz. Ebu Bekir'e mektup yazıp yardım istedi. Bunun üzerine Halife, Halid b. Velid'e mektup yazıp Yemame'den çok çabuk onun yardımına gitmesini emretti. Halid onun yanına geldiğinde, el-Ala, el-Hutam'ı öldürmüştü. Halid onunla beraber el-Hatt'ı kuşattı. Daha sonra Halid'e, Irak'a gitmesini emreden Ebu Bekir'in mektubu geldi; o da Bah­reyn'den oraya gitti.

Belazuri bu haberi verdikten sonra Vakıdi'nin, Halid'in önce Medine'ye geldiğini; sonra da oradan Irak'a gittiğini belirten rivayetini zikretmektedir.  

Vakıdi, Halid b. Velid'in Yemame'den Medine'ye geldiği hu­susunda ısrarlı bir tarihçi olarak karşımıza çıkmaktadır. O, Halid b. Velid'in Akraba savaşından sonra Medine'ye döndüğünü ve oradan Irak'a hareket ettiğini haber verir. Ancak onun bu hususu zikreden Taberi'nin eserindeki şu ifadesi, Halid'in Yemame'den Medine'ye döndüğünü kabul etmememiz için kafi bir sebep teş­kil etmektedir:

"Halid'in bu seferine ait rivayetlerde ihtilaf edilmiştir. Bazı­ları, onun Yemame'den doğruca Irak'a geçmiş olduğunu söyler­ler. Diğerleri ise, Yemame'den Medine'ye döndüğünü; sonra Medine'den Irak'a, Kufe yolunu takip ederek Hire'ye ulaştığını söylerler. 11422

Biz, Halid b. Velid'in Yemame'den Medine'ye dönmediğini; doğrudan doğruya oradan Irak'a hareket ettiğini haber veren rivayetleri423 kabul ediyor ve Halife'nin emrinin kendisine mek­tupla ulaştırıldığını tasrih eden haberleri doğru buluyoruz.

Diğer taraftan, Belazuri'nin, Halid'in Bahreyn'e gitmesi ve tayin emrini orada iken alması haberi ile Yemame'de bulunduğu sırada aldığını haber veren rivayetleri de, birbirini destekler ma­hiyette buluyoruz. Çok mümkündür ki Halid b. Velid, askeri bir sır olan tayin emrini, Yemame'de almış olmasına rağmen açık­lamamış; Irak'a giderken uğradığı Bahreyn'den sonra, istikameti belli olunca açıklamıştır.

Vakıdi'nin rivayetinde, üzerinde durulması gereken esas mesele, Halid b. Velid'in Irak'a giderken takip ettiği yol ile; ger­çekten onun doğruca Hire'ye mi gittiği hususudur.

Bu hususta, kaynaklarımızda yer alan rivayetler, esas itiba­riyle iki kısma ayrılmaktadır. Bunlardan ilki, Vakıdi ve kısmen de İbn İshak'ın rivayetleri olup Halid b. Velid'in Medine'den Irak'a, doğruca Hire'ye gittiğini haber vermektedir. İkinci rivayet ise, eş-Şa'bi, Medaini, İbnü'l-Kelbi ve Belazuri'nin rivayetleri olup Halid'in Yemame'den Irak'a Basra körfezine Ubülle liman şehri civarına gittiğini haber vermektedir. Bu iki ayrı rivayetin birleştikleri nokta, Hire şehrinin fethindedir. Buna göre, bu riva­yetlerin incelenmesi, Halid b. Velid'in, Hire'nin fethinden önceki faaliyetlerinin tespiti demektir.

Halid b. Velid'in Irak fetihlerine nereden başladığını tespit edebilmek için, onun tayin emrini aldığı yer ile Irak'a giderken takip ettiği yolun bilinmesinde zaruret vardır. Çünkü Medine'de tayin emrini almış ise, Medine'den Klife'ye giden yolu takib ede­rek doğruca Hire'ye gitmiş ve ilk fetih hareketlerine, Vakıdi'nin iddiasına göre, önce bu şehrin fethiyle; İbn İshak'ın rivayetine göre ise, bu şehrin çevresindeki bazı yerleri ele geçirmekle baş­lamıştır.

Eğer Yemame'de tayin emrini almış ise, Yemame'den Basra körfezine giden yolu takip ederek doğruca Basra körfezindeki liman şehri Ubülle'ye gitmiş ve ilk fetih hareketlerine bu bölge­den başlamış ve Fırat nehrinin güney sahilini batıya doğru takib ederek yolda bazı savaşlar yapıp Hire'ye gelmiştir.

Biz, onun tayin emrini Yemame'de bulunduğu sırada almış olduğunu kabul etmek suretiyle, tercihimizi baştan yapmış oldu­ğumuzu hatırlatarak, bu meseleye ait rivayetleri incelemeye baş­lamak istiyoruz.

Belazuri'nin naklettiğine göre Vakıdi, bu hususta şunları söylemektedir:

"Hicaz halkından olan arkadaşlarımız, Halid'in Yemame'den Medine'ye geldiği ve oradan da Feyd ve Sa'lebiyye üzerinden lrak'a çıktığı; sonra Hire'ye geldiği görüşündedirler. "424

Yakut el-Hamevi meşhur coğrafya eserinde tıpkı Belazuri gibi Halid'in fetihlerine Basra körfezi tarafından başladığını an­lattıktan sonra, şunları söylemektedir:

"... Vakıdi ise, Halid'in Basra'ya uğradığını reddeder ve şöyle derdi: O Yemame ve Bahreyn işlerini tamamlayınca Medine'ye döndü. Sonra da Feyd ve Sa'lebiyye yoluyla lrak'a gitti. 11425 

İbn İshak ise, Hz. Ebu Bekir'in Halid'e mektup yazıp Irak'a gitmesini emrettiğini; onun Irak'a hareket ettiğini; Hire'den önce, Sevad'ın köylerinden olan Banıkya, Barusma ve Ulleys'e indiğini; buranın halkı ile sulh yapıp Hire'ye gittiğini haber vermektedir.    

Yukarıda Halid b. Velid'in Irak'a Medine'den gittiğini ri­vayet eden müellifler arasında adını zikretmediğimiz Ebu Yu­suf ise, "İbn İshak ile, fetihler ve siyer hakkında vukuf sahibi diğer alimlerin, birbirlerinden farklı rivayetleri olmakla birlikte zaman zaman bana şunları anlattılar" şeklinde bir ifade ile Ha- lid'in Medine'den Irak'a doğru yola çıktığını anlatmaya başla­makta; arkasından da onun Muğisa, Uzeyb, Kadisiyye, Necef ve Ulleys'i fethettiğine temas ettikten sonra Hire'ye ulaştığını zikretmektedir. 427

Bu üç müellifin rivayetlerine göre Halid b. Velid, Medi­ne'den doğruca Hire'ye hareket etti; Vakıdi'ye göre, Irak'ta ilk önce Hire'yi; İbn İshak'a göre, Banıkya, Barusma ve Ulleys'i; Ebu Yusufa göre ise, yukarıda adını zikrettiğimiz yerleri ele geçirdik­ten sonra Hire'yi fethetti.

Halid b. Velid'in Irak fetihlerine Basra civarından başlayarak Fırat nehri sahillerini takip edip Hire'ye ulaştığını haber veren rivayetleri ise şöylece sıralayabiliriz:

1)    İbnü'l-Kelbi'nin rivayetinde Hz. Ebu Bekir, Yemame'de bulunan Halid b. Velid'e Şam'a gitmesini; ama önce Irak'tan geç­mesini emretti. Halid Irak'a doğru hareket etti ve Nibac'a indi. O sıra da Müsenna b. Harise, Haffan'daki ordugahında bulu­nuyordu. Halid b. Velid ona bir mektup yazarak yanına gel­mesini emretti; o bu mektubu ile Hz. Ebu Bekir'in Müsenncl'ya yazdığı ve Halid'in emri altına girmesini emrettiği ahid-nameyi de kendisine gönderdi. Müsenna, Halid'in mektubunu alır almaz atına binip onun yanına geldi. İbnü'l-Kelbi, Ebu Mıhnef ten naklettiği bu rivayetinde daha sonra Halid'in yoluna devam etti­ğini; Ulleys halkı ile sulh yaptığını; Hire'ye yaklaşırken, Kis- ra'nın, kendisiyle Araplar arasındaki sınırları koruyan süvari birliği kumandanı Azadbih'in askerleriyle ırmakların birleştiği yerde karşılaştığını; onların üzerine Müsenna'yı gönderdiğini anlatmaktadır.   28

2)    Belazuri'nin naklettiği bir rivayette ise, Hz. Ebu Bekir, yazdığı bir mektupla Halid'in Irak'a gitmesini emretti. Halife ay­rıca, Müsenna b. Harise'ye de bir mektup göndererek Halid'e itaat etmesini, onu dinlemesini ve kendisiyle birleşmesini em­retmiştir. Halid Nibac'a indiğinde, Müsenna orada kendisiyle buluşmuştu. Halid yoluna devam etti ve Basra'ya geldi.429

3)    Belazuri'nin eserinde yer alan diğer rivayetlerde ise, Ha- lid b. Velid'in Basra'ya geldiği ve Hire'den önce, Ubülle, Hu- reybe, Mezar, Zendeverd, Düma ve çevresi ile Ulleys ve Hür- müzcerd gibi yerleri fethettiği anlatılmaktadır. 430

4)    Halife b. Hayyat ise, Hz. Ebu Bekir'in Halid b. Velid'i Basra toprağına gönderdiğini; buraya Arzu'l-Hind (Hind topra­ğı) denildiğini haber vermek suretiyle, açıkça Halid'in Basra'ya gittiğini belirtmektedir. O ayrıca, Hire'den önce, Ubülle'nin, Nehru'l-Murre'nin, Meysan'ın; Hürmüzcerd, Nehru'l-melik ve Barusma'nın, Kesker'in, Zendeverd'in ve Ulleys'in fethedildiğini de haber vermektedir.

Diğer taraftan Halife b. Hayyat, Ulleys'in fetih tarihine dair iki ayrı rivayeti nakletmek suretiyle, Halid'in Irak fetihlerinin tarihini tespite yardım etmiş bulunmaktadır.431

5)    Şa'bi'nin bir rivayetine göre, Hz. Ebu Bekir, Yemame'de bulunan Halid b. Velid'e yazdığı mektupta Irak'a gitmesini ve Hind sınırlarından yani Ubülle'den fethe başlamasını; orada bulunan Faris (İranlı) halkı ile onların idaresi altındaki diğer kavimlere iyi davranmasını emretmiştir.432

6)    Vakıdi'nin Kitabu'r-Ridde'sinde ise, Halid b. Velid'in Yemame'den Basra'ya gittiği ve Nibac'da Müsenna ile buluştuk­ları uzun uzun anlatılmaktadır. Bu eser, İbn A'sem el-Kufı'nin rivayeti olarak nakledilmiştir. Bu bakımdan biz, eserin Va- kıdi'nin rivayetleri yanında, başka rivayetleri de içine aldığını düşünerek, Vakıdi'nin de Halid'in Yemame'den Nibac yoluyla Basra'ya gittiğini kabul ettiğini söyleyemiyoruz ve yukarıda, Belazuri'nin naklettiği ona ait haberleri doğru kabul .ediyoruz.    

Ancak, Vakıdi'nin adı ile neşredilen bu eseri de İbn A'sem el- Kufı'nin el-Fütuh'unu da, Halid'in takip ettiği güzergahı tespit ve onun Hire'den önce Basra'ya gittiğini isbat için zikretmek gerek­tiğine inanıyoruz. 433

Halid b. Velid'in Irak'a, Sasani topraklarına gönderilirken, tayin emrini nerede aldığı ve hangi yolu takip ettiği meselesi üzerinde bu kadar fazla duruşumuzun iki esas sebebi bulunmak­tadır. Bunlardan ilki, Vakıdi ve kısmen de İbn İshak'ın, Halid'in doğruca Hire'ye gittiğini haber veren rivayetlerini kabul etmedi­ğimizi göstermek ve onun Yemame'den Basra körfezine geçtiğini ve fetihlerine oradan başlayarak Fırat sahillerini takip edip Hire'ye ulaştığını tespit etmek içindir. Muahhar kaynaklara ve Seyf b. Ömer'in rivayetlerine başvurmadan bu hususu ortaya koymuş bulunuyoruz. Bu rivayetlerin bir kısmına göre, Halid'in Nibac'da konakladığı; Hz. Ebu Bekir'den yardım isteyen Mü- senna b. Harise'nin orada İslam devleti ordusu ile birleştiği anla­şılmaktadır. Bu rivayetlerin ihtilaflı tarafı ise, Basra körfezi ile Hire arasında fethedilen yerlerin hangileri olduğu ve nasıl fethe- dildiğidir. Bunları birazdan ele alacağız.

İkinci sebep ise, müsteşrik Caetani'nin, İbn İshak ve Va- kıdi'nin rivayetlerini esas aldığını ifade ile, Basra-Hire arasındaki yerlerin, Halid b. Velid tarafından fethedilmemiş olduğunu iddia etmesidir. O, Halid'in kuzeydoğu istikametinden geldiğini ileri sürerek, Basra-Hire arasındaki fetihlere yer veren diğer bütün rivayetleri, Seyf b. Ömer'i de ileri sürerek reddeder. Bu eserimiz­de, Caetani'nin bu ve zikretmediğimiz diğer iddialarının hepsine ayrı ayrı cevap vermek imkanına sahip değiliz. Şu kadarını ifade edelim ki, Seyf b. Ömer'den hiçbir rivayet almaksızın, Halid b. Velid'in fetihlerine, Basra körfezi istikametinden başlamış oldu­ğunu göstermeye çalıştık. Diğer taraftan, Caetani'nin, bu fetih­lerde geçen bazı mahallerin coğrafi yerlerini eksik ve yanlış tespit etmiş olmasından dolayı bazı hatalı sonuçlara ulaştığı anlaşıl­maktadır. Bu hususta, bir örnek vermekle yetineceğiz.434

Ebu Mıhnef, İbnü'l-Kelbi ve Belazuri'nin rivayetlerinde, Ha- lid b. Velid'in Yemame'den Basra körfezi istikametine giderken Nibac'da konakladığını ve Müsenna'nın orada kendisine iltihak ettiğini yukarıda gördük. Bu üç rivayeti de eserine alan Caetani, bakınız neler söylüyor:

"İran 'ı istila etmek üzere müslüman kuvvetlerin tahaşşüd (toplanma) noktası olarak Nibac'dan bahsedilmesi, bizim mev- zumuz için, haiz-i ehemmiyettir. Nibac küçük bir köydü. Mekke ile Irak arasında yarı yolda kaindi ve büyük bir ehemmiyeti vardı. Çünkü beş büyük yolun ayrıldığı nokta idi..." Caetani bu sözle­rinden sonra bu Nibac'dan ulaşılan beş yerin isimlerini sıralar. Nibac'dan Yemame'ye gidildiğini ifade eder. Daha sonra da "...Son yolun bizce bir ehemmiyet-i mahsusası vardır. Demek ki Nibac öyle bir nokta idi ki Yemame'den İran'a (herhalde Irak olacak, Türkçe baskıdaki matbaa hatası olmalıdır) doğru oradan hareket eden bir adam garbi Arabistan'dan İran'a giden yola iltihak ederdi. Birçok sarih haberler buna şahittir. "

"Binaenaleyh, Halid, Irak'a gitmeden evvel Nibac'da tevakkuf ettiyse, Yemen'den değil (herhalde Medine'den olacak) mutlaka Yemame'den gelmiş olması iktiza eder. Yemame'den gelen birinin, hareketten evvel Halife'den en çabuk talimat alabileceği nokta orası idi. Çünkü Medine'den Basra'ya giderken Nibac'dan geçili­yordu. Yukarıda dercettiğimiz İbnu'l-Kelbi'nin bir hadisi de bunu teyid eder; Halid, Nibac'dan doğruca Feyd ve Sa'lebiyye tarikiyle Hire'ye gitti. En iyi bir menba-ı tarihimiz olan Vakıdi de böyle söyleniyor.. " Daha sonra Nibac hakkında bazı bilgiler daha veren Caetani, " ... Müslümanların Nibac'da toplandıkları.. "nın kati olduğunu beyan etmektedir.435

Bizim yukarıda ele aldığımız Belazuri'nin rivayeti üzerine bu görüşleri ortaya atan Caetani'ye göre Halid b. Velid'in Yemame'den hareket ettiği kesindir. Halbuki o, Vakıdi'yi esas aldığını ısrarla belirtmektedir; buna rağmen, doğru olarak, Yemame'yi kabul etmektedir. Yine ona göre, müslüman ordusu Nibac'da konaklamış ve Müsenna ile birleşmiştir ve bu bakım­dan da bu yer çok mühimdir. Caetani'nin bu görüşleri de, Va- kıdi'ye muhalif olmasına rağmen doğrudur ve bizim de yukarı­da ele aldığımız rivayetlerden çıkardığımız netice ile aynilik arzetmektedir.

Ancak Caetani ile ayrıldığımız nokta, Nibac'ın yeri husu- sundadır. O, Nibac'ın Mekke-Irak arasında olduğunu söylemek­tedir. Evet, Mekke-Medine ve Irak arasında meşhur hac yolu üzerinde bu Nibac'ın olduğu bilinmektedir. Fakat, Halid b. Ve- lid'in ordusuyla konakladığı ve Müsenna ile buluştuğu Nibac, Caetani'nin anlattığı bu Nibac değildir.

Caetani'nin başvurduğu coğrafya kitaplarında, başta Ya­kut'un eseri olmak üzere, iki tane Nibac'ın olduğunu görüyoruz. Bunlardan birisi, Caetani'nin anlattığı ve çok meşhur olan Nibac olup Hire Medine-Mekke yolundadır. İkinci ve Halid b. Velid'in konakladığı Nibac ise, Yemame-Basra Körfezi yolundadır ve kuzeydoğu istikametindedir, diğer Nibac gibi kuzey-batı tarafın­da değildir. Yemame'den Irak'a gidecek birisi, kuzey-doğu isti­kametinde Bahreyn-Kuveyt-Basra körfezi yolu üzerinde bulu­nan, Halid b. Velid'in konakladığı bu ikinci Nibac'dan geçmeye mecburdur ve bu istikamette başka bir yola da sahip değildir.436 Yukarıda, Halid'in Bahreyn'e uğradığına dair Belazuri'nin riva­yetine ve onun, Halife'nin emrini Bahreyn'de bulunduğu sırada almış olduğuna işaret etmiştik. Yemame'de bulunan Halid'in, çok daha kısa olan ve Caetani'nin hiç fark etmediği veya nazar-ı itibare almadığı bu ikinci Nibac yoluyla Basra körfezine gittiği gayet açık bir şekilde anlaşılmaktadır.437

Nibac ile alakalı bu yanlışından sonra Caetani, Vakıdi'nin rivayetiyle, onunla hiç alakası olmayan ve Nibac'ı zikreden diğer rivayetlerdeki haberi, kolayca birleştirerek, Halid'in Nibac'dan sonra, Feyd ve Sa'lebiyye yolunu takip ederek Hire'ye ulaştığını ısrarla ileri sürmek suretiyle hata etmiştir.438   

Halid b. Velid Nibac'da bir müddet kaldı. Kendisine iltihak eden Müsenna b. Harise'den, Sasaniler hakkında bilgi aldı; Bas­ra körfezi çevresindeki durumu öğrendi. Hire ile Basra körfezi arasındaki Irak topraklarının Fırat nehrine yakın kısımları Sasanilerin; Arap yarımadasının içine, çöle doğru olan kısımları ise Bekr b. Vail'in kollarına mensup kabilelerin hakimiyeti al­tında idi. Müsenna'nın kabilesinin askeri üssü de Hire-Basra körfezi arasındaki bölgede, Haffan'da idi. Hire-Suriye arasında­ki topraklara ise, müslümanlara düşman olan Beni Tağlib kabi­lesi hakimdi. Bölgenin bu durumu dahi, Halid'in fetihlere Basra körfezinden başlayarak, batıya doğru ilerlemesinin daha doğru olacağını göstermekte idi.

Müsenna b. Harise'nin kabilesi Beni Şeyban başta olmak üzere, diğer Bekr b. Vail mensupları, Zu-Kar savaşından beri bu bölgelerde yaptıkları mücadeleler sonucunda, birçok bakımdan tecrübe sahibi olmuşlardı. Gerçi onlar, bölgedeki Sasani hakimi­yetine son verememişlerdi. Ama onların bölgedeki varlıkları, Başkumandan Halid b. Velid idaresindeki İslam ordusunun başarısında çok yardımcı olmuştu.

Esasen bu kabile mensupları, çoğunu Ensar'ın teşkil ettiği Halid'in başında bulunduğu iki bin kişilik çekirdek kuvvetin sayısını, beş bine ulaştırmışlardı. 439

Sasaniler, başşehirleri Medain'de, yukarıda da belirttiğimiz üzere, saltanat ve iktidar mücadelesiyle meşgul bulunuyorlardı ve devlet büyük bir zaaf içerisindeydi. Halid'in fethettiği Irak Sevad'ı da denilen bölgedeki halkın ekseriyetini, hıristiyanlaşmış  

Araplar ile eski Babilonyalılar (Nabatlılar) teşkil ediyorlardı. İranlı dihkanlar (toprak sahipleri) ile Sasanilerin hudud muha­fızları, bölgedeki İran askeri gücünü meydana getiriyordu.

BASRA KÖRFEZİNDEN HİRE'YE FETİHLER

Ubülle: Halid b. Velid, Nibac'dan ordusuyla hareket etti ve Basra körfezine geldi. Orada, Bekr b. Vail kabilesinden Kutbe b. Katade ez-Zühli ile buluştu.44° Kutbe, Müsenna b. Harise'nin Hire şehri çevresindeki faaliyetleri gibi, bu bölgedeki Sasani nü­fuzunu ortadan kaldırmak için akınlar yapıyordu. Halid ile bulu­şan Kutbe, Ubülle, halkının kendisi aleyhine olduklarını; kendi­sinden hiç çekinmediklerini haber verdi. Arkasından da Halid'in böyle bir ordu ile gelmesinden dolayı korktuklarını bildirdi.

Halid b. Velid, Kutbe'nin verdiği bilgiler üzerine, kendisine planını şöylece açıkladı:

-   Öyle ise, gündüz ben Basra 'dan ayrılayım, sonra geceleyin gizlice geri dönüp askerlerimi senin ordugahına yerleştireyim, onlar sabahleyin sana saldırırlarsa, kendileriyle hep beraber savaşırız.

Halid'in bu planı tatbik edildi. O ve askerleri, herkesin göre­ceği bir şekilde Hire tarafına doğru hareket etti; fakat geceleyin gizlice geri döndü ve Kutbe'nin ordugahına saklandı.

Halid'in Ubülle'den ayrılmış olduğunu zanneden Ubülle halkı, ertesi gün Kutbe'nin üzerine yürüdüler. Ancak onun or­dugahındaki kalabalığı görünce şaşırdılar; pişman oldular. Halid onların bu şekilde ortaya çıktıklarını görünce askerlerine şu emri verdi:

-   Onlara saldırınız! Çünkü ben, onlarda Allah 'ın kalblerine korku salmış kimselerin hallerini müşahede ediyorum!

Başkumandanın bu emri üzerine müslümanlar, onlara hü­cum ettiler; bir kısmını öldürdüler, bir kısmını da savaş meyda­nından kovaladılar.

Ubülle, Basra körfezinde, denize çok yakın bir mesafede, Fı­rat ile Dicle nehirlerinin birleştikleri mecra üzerindeki kanal bölgesinde kurulmuş; Hind ve Sind ile İran arasındaki deniz ticaretinin gerçekleştiği mühim bir liman şehri idi. Ubülle, o sırada henüz kurulmamış bulunan Basra şehrinin yerine çok yakın, dört fersahlık bir uzaklıkta idi.

Halid b. Velid, Nibac'da kendisine iltihak eden Müsenna b. Harise'den sonra, yine Bekr b. Vail'in diğer bir kolu olan Zühl kabilesi reisi ile de burada birleşmek ve onlarla birlikte savaşmak suretiyle, Sasani devletinin buradaki muhafız birliği ve onlara iştirak eden Ubülle şehir halkını mağlup etti. Fakat bu liman şehri, Hz. Ömer zamanında yeniden fethedilecektir.441

Hureybe:

Halid b. Velid Ubülle'den sonra Hureybe üzerine yürüdü; Sasani devletinin muhafızlarını katlettikten; bazı kimseleri de esir aldıktan sonra burayı fethetti. Beni Sa'd b. Bekr kabilesinden Şureyh b. Amiri buraya vekil bıraktı. Hureybe, Hz. Ömer zama­nında Basra şehrinin kurulduğu yerde bulunan ve çok mühim bir Sasani muhafız birliğinin beklediği yerdi. Müsenna b. Harise, burayı harabe'ye çevirdiği için ''Hureybe" adı verilmişti.442

Nehru 'l-Murre (Nehru 'l-Mer'e):

Halid b. Velid daha sonra, Halife b. Hayyat'ın (240/854) ese­rinde Nehru'l-murre, Belazuri'nin eserinde ise Nehru'l-Mer'e diye bilinen ırmağın yanındaki büyük kaleyi fethetti. Buranın sahibi, Nersi kızı Kamindar adlı bir kadındı. Bu kadının amcası Nuşecan, yeğeninin adına Halid b. Velid ile bir andlaşma yaptı. Halife'nin eserinde, on iki bin dirhem; Yakut'un rivayetinde ise on bin dirhem yıllık cizye ödemeleri şart koşuldu.

Halid b. Velid, bütün bu bölgenin idaresini, Kutbe b. Katade'ye bıraktı ve kendisine:

-  Bölgedeki şu acemleri öyle perişan ettik ki, artık sana boyun eğdiler, dedi.443

Halife b. Hayyat eserinde, "bölge" yerine açık bir şekilde "Basra" ifadesini kullanmıştır. Kaynaklarda yer alan bu gibi ifa­deleri, o tarihte, mesela Basra şehri henüz kurulmadığı için ten- kid konusu yapan Caetani, bu hususu, rivayetlerin doğru olup olmaması bakımından değerlendirmeye tabi tutabilmiştir. 444 Halbuki aynı müellifler, Basra'nın da, Kılfe'nin de sonradan ku­rulmuş olduklarını bildikleri ve bu tarihi gelişmeyi aynı eserle­rinde anlattıkları halde okuyucuların kolayca hadiseleri takip edebilmeleri için bu yolu tercih etmişlerdir. Binaenaleyh biz, bu hususun tenkid edilmesini doğru bulmuyoruz.

Zendeverd-Dürtd ve Hürmüzcerd:

Kesker'e bağlı bu üç yerleşim bölgesi de müslümanların eli­ne geçti. Zendeverd halkı, bir müddet ok atmak suretiyle savaşa teşebbüs etmişse de sonunda teslim olmayı kabul etti. Dürta ve çevresi ile Hürmüzcerd halkı ise savaşsız teslim oldular ve kendi­lerine eman verildi.

Gerek Halife b. Hayyat'ın, gerekse Belazuri'nin eserlerinde "Dürta" yerine, "Düma" yazılıdır ancak Yakut, bu ismin "Dürta" olduğunu açık bir şekilde gösterdiğinden, biz de bir nokta hata­sından dolayı, iki kaynağımızın tahkikindeki noksanlığı göz önüne alarak "Dürta" diye almayı tercih ettik.445

Ulleys:

Halid b. Velid ordusuyla Hire'ye doğru ilerlerken Ulleys'e446 ulaştı. Sasani kumandanı Caban (Hire merzubanı) bir ordu ile karşı koydu. Bunun üzerine Halid b. Velid, onun üzerine Mü- senna b. Harise'yi gönderdi. Müsenna, sonradan Nehru'd-Dem adı verilecek olan nehrin yanında onu mağlup etti.

Ulleys halkı ise, İranlılara karşı müslümanların ajanları, ih­tiyaç halinde yol göstericileri ve yardımcıları olmayı kabul ettiler ve yıllık bin dinar ödemeleri şartıyla bir andlaşma yaptılar

Halife b. Hayyat, Ulleys halkıyla yapılan bu andlaşmaıun 3 Receb 12 (13 Eylül 633) tarihinde gerçekleştiğini zikretmektedir.

Bu tarih, bizim faydalandığımız eski kaynaklarda yer alan riva­yetler arasında, Halid b. Velid'in Irak fetihlerine ait, ay ve gün olarak tasrih edilen ilk rivayettir.

Ulleys'ten sonra Halid b. Velid yoluna devam ederken, bu defa bir başka Sasani hudud muhafız birliği ile karşılaştı. Nehir­lerin birleştiği bir yerde, kumandanlığını Azadbih'in yaptığı bu Sasani askerleriyle savaşan Halid, onları mağlup etti. İbnü'l- Kelbi'nin Ebu Mıhneften naklettiği rivayete göre ise, Halid, Azadbih'in de üzerine Müsenna'yı göndermiştir.

Halid b. Velid'in bundan sonra Hire'ye gittiğini görüyoruz. An­cak, Belazuri'nin zikrettiğine göre, Halid b. Velid'in, Hire'ye gitme­den önce, Hire'ye güney istikametinde bulunan Müsenna b. Hari- se'nin ordugahı Haffan'a uğradığını ileri sürenler de olmuştur.447

Hire'nin Fethi

Hire halkı, Azadbih'in mağlubiyetini öğrenince, önce kalele­rine çekildiler. Yüksek surlarla çevrili şehirde, el-Kasru'l-Ebyad (Beyaz Saray), Kasru İbn Bukayle ve Kasru'l-Adesiyyin adlı üç tane kaleye sığınmışlardı. İslam ordusunun süvarileri, şehrin çevresinde atlarını koşturunca, şehir halkı, Sasani tahtında otu­ran III. Yezdicerd'den yardım geleceğini ümid etmediklerinden ve muhafız birlikleri de mağlup olduğundan teslim olmaya karar verdiler.

Adı Bukayle olan ve İbn Bukayle diye bilinen Abdülmesih adlı yaşlı bir papas ile Sasanilerin Hire valisi Iyas b. Kabisa et- Tai'yi konuşmak üzere Halid b. Velid'e gönderdiler. Halid b. Velid:

- Senin vücudunun en uzak izi nereden gelmiştir. Ey ihtiyar?

Abdulmesih: Babamın sulbünden.

Halid: Nereden çıktın?

Abdulmesih: Annemin karnından!

Halid: Yazıklar olsun sana! Neyin içindesin?

Abdulmesih: Elbisemin içindeyim!

Halid: Neyin üzerindesin?

O: Toprak üzerinde!

Halid: Düşünüyor musun?

O: Evet, tespit de ediyorum.

Halid: Yazıklar olsun sana! Seninle ancak, halkla konuştu­ğum şekilde konuşayım.

O: Ben de sana, ancak halka verdiğim cevap şeklinde cevap vereyim.

Halid: Sen, sulh mü istiyorsun harp mi?

O: Tabii ki sulh.

Halid: Öyle ise bu kaleler nedir?

O: Bu kaleleri, iyi kimse gelinceye kadar, kötü kimselerden korunmak için yaptık ...

Bu nükteli konuşmalardan sonra Halid b. Velid onlara şöyle dedi:

- Sizi Allah 'a ve İslam 'a davet ediyorum. Eğer bu davetimi kabul eder de müslüman olursanız, müslümanların sahip olduk­ları haklara sahip olursunuz; onların mükellefiyetlerini de aynen yüklenmiş olursunuz. Eğer bunu kabul etmezseniz cizye veriniz. Eğer bunu da kabul etmezseniz, şunu iyi biliniz ki, ben sizinle savaşmak için sizin hayata karşı olan hırsınızdan daha fazla öl­meye karşı hırslı olan bir ordu ile geldim!

Halid b. Velid bu konuşmayı yaparken, İbn Bukayle'nin elinde bir şey olduğunu farketti ve:

-Bu nedir? diye sordu. İbn Bukayle:

-   Bu zehirdir; eğer sen, istediklerimi kabul edersen ne ala; aksi takdirde onu içeceğim. Ben, arzu etmedikleri bir andlaşma ile kavmimin yanına dönmek istemem! dedi. Halid, zehiri onun elinden aldı; "Yerde ve gökte ismiyle hiçbir şeyin zarar vermediği Allah adıyla " dedikten sonra zehiri yuttu.

İbn Bukayle kaleye kavminin yanına döndü ve onlara:

-   Ben, kendilerine zehir tesir etmeyen bir kavmin yanından geliyorum! dedi.

Yapılan istişareden sonra Halid'in yanına gelen İbn Bukayle, müslüman olmayı kabul etmediklerini şöylece açıkladı:

-  Sizinle harp etmek istemediğimiz gibi, dininize de girmek is­temeyiz. Kendi dinimizde kalıp size cizye veririz!

Bunun üzerine Hire halkı ile bir andlaşma yapıldı; yıllık ciz­ye miktarı yanında, onların yerine getirmekle mükellef oldukları birçok husus, bu andlaşma metninde yer aldı. Önce cizye miktarı hakkındaki, kaynaklarda yer alan farklı rivayetleri görelim:

Ebu Yusufun bizim kullandığımız şerhli baskısında önce 90 bin, anlaşma metninde 70 bin dirhem görülmektedir. Şarih er-Rahbi ise, bu iki miktarın, ayrıca bazılarının naklettiği 80 bin rakamının da doğru olmadığını, Hire için kararlaştırılan cizye miktarının 60 bin dirhem olduğunu belirtir. Esasen el-Harac'ın Timuriyye baskısı ve Türkçe tercümesinde de bu sonuncu mik­tar yer almıştır. Kaynağımız, Halid b. Velid'in ağzından, Hire halkının erkeklerinin sayısının 7 bin, bunların bininin cizye ödemekten aciz oldukları için, mevcuttan çıkarıldığını, geriye kalan mükellef sayısının 6 bin olduğunu ve bunlara 70 bin (Şarih 60 bin olarak düzeltir) dirhem cizye olarak belirlendiğini ve bunun doğudan gelen ilk cizye olduğunu yazmaktadır. Ebu Yusufun diğer baskılarını ve 6 bin rakamını esas alırsak, şahıs başına 1O dirhem olmak üzere 60 bin dirhem miktar ortaya çıkmaktadır.

Ebu Yusufun verdiği bu miktarı el-Belazuri de nakletmek­tedir. Yahya b. Adem'den nakledilen bu habere göre, Hire'de 6 bin erkek vardı, herkese 14 dirhem (beş vezinli) yükletildi ki bunun toplamı 84 bin dirhemdi. Bu miktar, "yedili vezin"liden 60 bin dirhem eder. Görülüyor ki el-Belazuri, bu rivayetinde, 60 bin dirheme ulaşmak için dirhem ayarlamalarından faydalanmış ve şahıs başına 14 dirhem miktarı kabul etmiştir. Ebu Yusufun rivayetinde ise, adam başına 10 dirhem şeklinde bir hesap yapıl­mıştır. Hz. Ömer zamanında, 14 dirhem cizye miktarının çok kullanıldığı bilinmektedir. Ancak bu miktarın, Hz. Ebu Bekir zamanında kullanıldığını, başka rivayetlerle desteklemek imkanı bulamadık. Esasen 14 dirhemlik miktar yalnız başına hiç kulla­nılmamıştır.

Diğer taraftan yine el-Belzazuri, Hire'nin cizye miktarıyla il­gili olarak, 100 bin dirhem veya 80 bin dirhem rakamlarını da vermektedir. et-Taberi'de ise, Seyfin ve İbnü'l Kebi'nin rivayeti 190 bin, İbn İshak'ınki ise 90 bin dirhemdir. el-Yakubi ise, 70 bin ve 100 bin dirhem miktarlarını rivayet eder. Yukarıda el- Belazuri'nin kendisinden bir rivayet naklettiği Yahya b. Adem ise, eserinde çok az bir miktar, bin dirhem ve bir semer vermek­tedir. Görüldüğü gibi, rivayetler muhtelif ve birleştirilmesi de oldukça zordur. Bize göre, bu farklı miktarların kaynaklarda yer almasının en önemli sebebi, belirlenen cizye miktarının, "şahıs başı cizye" şeklinde gösterilmek istenmesindendir. Halbuki Hire anlaşması, "müşterek cizye" şeklinde belirlenmiştir. Bu miktar­lardan birisi, Halid b. Velid'in anlaşma esnasında kararlaştırdığı­dır. Ancak bir miktar tercihi yapamıyoruz. Yalnız el-Belazuri'nin gösterdiği miktarlardan 100 bin dirhem tercih edilebilir.

Bize öyle geliyor ki, Hire'de, şahıs başı olarak tespit edilme­yen cizye miktarı, zamanla müslüman olanların artması üzerine,

Hire halkına belki de fazla gelmeye başladığından, miktar düşü­rücü haberlerle asıl anlaşma miktarı karıştırılmıştır.

Hire'de, Halid b. Velid'in yaptığı anlaşmanın Müşterek Ciz­ye olduğunu tercihimizin sebebi ise, Yahya b. Adem'in şu rivaye­tidir "Hire halkı, aralarında bölüşecekleri bir şey üzerine anlaş­mışlardır; adamların başına bir şey yoktur. " Esasen, adam başına belirli miktarda cizye tespit edilmiş olsaydı, kaynaklarımız bunu kolayca bize intikal ettirirlerdi.

Şimdi de bu anlaşmayı en geniş şekliyle bize ulaştıran Ebu Yusufun rivayetlerine dayanarak, cizye dışındaki diğer şartların neler olduğunu görelim:

-    Anlaşma şartlarına muhalefette bulunmayacaklardır.

-    Müslümanlara karşı hiçbir kafire yardım etmeyeceklerdir.

-  Müslümanların askeri sırlarını düşmanlara ifşa etmeye­ceklerdir.

-  Ahid/erini bozarlarsa, en şiddetli şekilde cezalandırılacaklar ve kendilerinden zimme kaldırılacakdır.

-  Ahidlerini tutar, cizyelerini öderlerse, zimme hakkına sa­hip olacaklar, iç ve dış düşmanlara karşı can ve malları savu­nulacaktır.

Hastalık, sakatlık veya bir musibet dolayısıyla fakir düşen, kendi dindaşlarının yardımına muhtaç olan kimsenin cizyesi düşürülecektir. Medine'de veya diğer İslam memleketlerinde otur­dukları sürece, kendilerine ve bakmakla yükümlü oldukları aile fertlerine Beytu 'l-Mal'den yardım yapılacak; İslam beldesi dışın­dakilere bu yardım yapılmayacaktır.

-   Onların kölelerinden biri müslüman olursa, müslümanların pazarında bu köle en yüksek fiyatla satılacak ve kıymeti sahibine verilecektir.

-   Harp elbisesi hariç, müslümanlara benzememek şartıyla her çeşit elbiseyi giyebileceklerdir.

-   Cizyelerini, bizzat kendileri toplayacak ve kendi memurla­rıyla Beytu 'l-Mal'e teslim edeceklerdir.

Yukarıya özetleyerek çıkardığımız anlaşma metninin çok detaylı olması dikkatimizi çekmektedir. Anlaşma metninden önce zikredilen diğer bazı şartların da üzerinde durmak istiyo­ruz. Bunlar:

-    Kiliseleri, havraları, sarayları yıkılmayacaktır.

-   Çan çalmalarına; bayram günlerinde haç çıkarmalarına mani olunmayacaktır.

-    Hiç kimseyi isyana teşvik etmeyeceklerdir.

-   Kendilerine uğrayan müslümanlara, helal olmayan yemek ve içkilerle ziyafet vermeyeceklerdir.

Ebu Yusufun geniş bir şekilde naklettiği bu haberlerin bir kısmı, diğer kaynaklarda da yer almaktadır. Mesela el-Belazuri, fitne ve bozgunculukla uğraşıp müslümanların başlarına iş aç­mamalarını, müslümanlara ajanlık edip İranlıların durumunu haber vermelerini, Halid b. Velid'in bir şart olarak ileri sürdüğü­nü kaydeder.

Halid b. Velid, Hire'den alınan bir taylesan ile bin dirhemi Halife Hz. Ebu Bekir'e hediye göndermiştir, Halife de onun bu hediyesini, Hz. Peygamber'in torunu ve Hz. Ali-Hz. Fatıma'nın oğulları Hz. Hüseyin'e hediye etmiştir.

Hire şehri, Kufe'nin üç mil kadar güneyinde, Necefin gü­neydoğusunda; bugünkü Kerbela'nın 75 km. kadar güney-doğu istikametinde; ekseriyetini nesturi hıristiyanların teşkil ettiği mü­him bir merkezdi. Halid b. Velid, Arap yarımadasındaki bu Sasani merkezini, hem de sulh yoluyla İslam devleti hududlarına katmak suretiyle hem Fırat nehri boyunca kedisinin gerçekleştir-

diği ve gerçekleştireceği fetihleri taçlandırdı; hem de daha sonra Sasanilere karşı Hz. Ömer zamanında devam edecek olan bir çok askeri harekata kolaylık sağlamış; önce Sevad'ın (Mezopotamya) sonra da bütün İran ve Cezire'nin kapılarını İslam'a açmış oldu.448

Diğer taraftan Halid b. Velid Hire'nin fethinden sonra, Sasanilerin başşehri Medain'de bulunan merzubanlara, yani toprak sahipleri ile hudud muhafızlarına aşağıdaki mektubu yazarak onla­rı rehin göndermeye, cizyelerini ödemeye davet etti; bu şartları yerine getirmedikleri takdirde onları savaş ile tehdit etti. Öyle anla­şılmaktadır ki Halid bu mektubu, topraklarını ele geçirdiği halde orada bulunmayan kimselere yazmıştır. Mektubun metni şöyledir:

"Bismillahirrahmanirrahim.

Halid b. Velid'den Rüstem, Mihran ve Acem reislerine!

Selam hidayete erenlere olsun. Ben, sizinle beraber, Tek olan Allah'a hamd ederim. Muhammed O'nun kulu ve Rasulü'dür. "Çalışmalarınızı dağıtan, topluluğunuzu parçalayan, sözlerinizde sizi ihtilafa düşüren, kuvvetinizi zayıflatan, mülk ve hakimiyeti­nizi elinizden alan Allah'a hamd olsun.

Bu mektubum size ulaşınca, bana rehin gönderiniz! Benim himayeye riayet etmekte olduğuma inanınız! Cizyeleri toplayıp bana gönderiniz. Eğer dediklerimi yapmazsanız, eşi ve naziri olmayan Allah hakkı için, öyle bir milletle size geleceğim ki, onlar, sizin hayatı sevdiğiniz gibi ölmeye can atarlar.

Selam, hidayete erenlerin üzerine olsun!"'

Banıkya Barusma:

Halid b. Velid Hire'nin fethinden sonra, bir müddet orada kaldı. Hire çevresinde, hatta Fırat'ı geçerek Sevad bölgesinde bulunan yerlere akınlar düzenledi. Bu akınlara zaman zaman kendisi de katıldı. O, Beşir b. Sa'd el-Ensari'yi, Hire'nin kuzeyin­de, Fırat'ın sağ tarafında bulunan Banıkya üzerine gönderdi. Başlarında Ferruhcündaz adlı acemin kumandan olarak bulun­duğu bir Sasani süvari birliği ona rastladı. Onlar, Beşir ve yanın­dakileri oka tuttular. Yapılan savaşta Beşir, Ferruhcündaz'ı öl­dürdü; ancak kendisi de yaralandı; ileride ele alacağımız Aynu't- Temr'in fethi esnasında orada yarası açıldı ve şehid oldu. Bazı rivayetlerde ise, Banıkya üzerine Halid'in yürüdüğü; Beşir'in onunla birlikte olduğu da zikredilmiştir.

Bu çarpışmadan sonra, Banıkya ve onun karşısında Fırat'ın sol tarafında bulunan Barusma'nın sahibi İbn Saluba, Halid b. Velid'in yanına geldi; yapılan çarpışmadan dolayı ondan özür diledi ve cizye ödemek üzere andlaşma yapmak istediğini bildir­di. İbn İshak'ın rivayetine göre, Hire'nin fethinden önce, İbnü'l- Kelbi ve Belazuri'nin rivayetinde ise Hire'den sonra kaleme alı­nan andlaşma metni şöyledir:

"Bismillahirrahmanirrahim.

Bu, Halid b. Velid tarafından, Sevad'da, Fırat sahilinde otu­ran İbn Salubaya verilen ahid-namedir. Sen Allah 'ın emanı al­tında, emniyettesin; çünkü sen, hem kendi hesabına, hem de adamlarının ve adada oturan insanların, Banıkya ve Barusma köylerinde yaşayanların adına, cizye ödemek suretiyle kanının dökülmesini yasaklamış bulunuyorsun. Yanımda bulunan müs­lümanların rızası üzerine, ben de bunu kabul ettim. Böylece sen, Allah 'ın himayesine (zimmesi), Muhammed ve müslümanların himayesine hak kazandın. Hişam b. Velid şahid oldu. "

Metnini İbn İshak'ın rivayetinden aynen verdiğimiz bu and- laşmanın 12 yılında yapıldığı da tasrih edilmiştir.

Banıkya'nın fethine dair çok değişik bir rivayet daha bu­lunmaktadır. Ebu Yusufun eserinde yer alan bu rivayette, Halid b. Velid'in, içinde silah deposu bulunan bu köydeki bir kaleyi çok şiddetli bir savaştan sonra fethettiği; mukavemet edenleri öldürdüğü; kadın ve çocukları esir aldığı; sonra da buranın halkı adına sulh talep eden Hani b. Cabir et-Tai ile yıllık seksen bin dirhem cizye ödemek şartıyla andlaşma yaptığı anlatılmaktadır. Aynı rivayette, Barusma halkı ile tekrar bir gece savaş yapıldığı zikredildikten sonra, Hz. Ömer zamanında Irak fetihlerine işti­rak ettiğini bildiğimiz Cerir b. Abdullah el-Beceli'nin faaliyetle­rine yer verildiğini görüyoruz. Biz bu haberlerin Halid b. Velid ile alakası olmadığını düşünüyoruz.450

Anbar:

Fırat nehrinin sol sahilinde, bugünkü Bağdad'a 70 km. me­safede, yakınından Fırat'ı Dicle'ye bağlayan iki büyük kanalın geçmesi hasebiyle büyük bir ehemmiyeti olan Anbar şehri, Sasani imparatorluğunun mühim bir erzak ve silah ambarı idi. Hire ile Anbar arası da 180 km. idi. Burada Sasani askerleri ya­nında, bilhassa İslam düşmanlığı ile bilinen Beni Tağlib kabilesi bulunuyordu.

Halid b. Velid, Hire'de bulunduğu sırada, Anbar ile Aynu't- Temr'i fethetmeyi kararlaştırdı ve ordusu ile harekete geçti. An- bar yakınlarına ulaşınca, bir adam kendisine gelip Serat nehrinin ucunda bulunan ve bazı Arap kabileleriyle bilhassa Faris ve Eh- vaz tüccarlarının geldiği, ayda bir defa kurulan Suku Bağdad'ın (Bağdad Panayırı) yerini haber verdi. Halid b. Velid, bu panayıra Müsenna'yı gönderdi. Yapılan baskında ele geçirilen ganimet ile dönen Müsenna ve askerleri, Anbar'ın fethine yetiştiler.

Anbar halkı Halid'i ordusuyla birlikte görünce, kalelerine sığındılar, teslim olmayı kabul etmediler. Muhasaranın bir neti­ce vermeyeceğini gören Halid, şerhin etrafındaki bazı yerlerin yakılıp yıkılması emrini verince, Anbar halkı teslim olmaya karar verdiler ve Halid'in şartlarını kabul ederek bir andlaşma yaptılar.451

Aynu't-Temr:

Fırat nehrinin batı tarafında Anbar'a çok uzak olmayan ve Suriye-Arabistan çölünün birleştiği yerde bulunan Aynu't-Temr, ticaret kervanlarının uğradığı çok mühim bir menzildi. Halid b. Velid, Anbar'ın fethinden sonra buraya doğru hareket etti. Sasaniler'in büyük bir muhafız birliğinin bulunduğu Aynu't- Temr'de çok şiddetli bir savaş oldu. Buranın halkı meydana çıkıp müslümanlarla akşama kadar savaştılar. Sonra kalelerine çekil­mek zorunda kaldılar. Halid, onların çok şiddetli bir şekilde mu­hasara edilmelerini emretti. Çok zor durumda kalan Aynu't- Temr halkı, eman isteyip teslim olmayı teklif ettilerse de Halid kabul etmedi ve kendilerine eman vermedi. Bazılarını esir aldı; bazılarını da öldürdü; bu arada kiliseye sığınmış birçok kimseyi de esirler arasına koydu. Aynu't-Temr savaşında esir alınanlar arasında, sonradan müslüman olup meşhur olan birçok şahsiyet vardı. Bunlar arasında, Sirin Ebu Muhammed b. Sirin ile Yahya b. Sirin, Enes b. Sirin ve Ma'bed b. Sirin kardeşler de vardı; onla­rın hepsi de Enes b. Malik Hazretlerinin azadlılarından olup hadis ve fıkıh ilmiyle meşgul olmuşlardır. Mağrib'deki fetihleriy­le tanınan Musa b. Nusayr da Aynu't-Temr esirlerindendi.

Halid b. Velid, şartsız teslim olan Aynu't-Temr halkı ile bir andlaşma yaptı; bunu Hz. Ebu Bekir'e yazdı; Halife de yapı­lan bu andlaşmayı tasdik etti.

Halid b. Velid, Aynu't-Temr çevresindeki bazı bedevi züm­releri üzerine akınlar yaptı; birlikler gönderdi ve onları tenkil etti. Bunlar arasında Hilal b. Akka pek meşhurdur. Hilal, Halid b. Velid ile savaşmak üzere bir birlik toplayıp meydana çıktı; yapılan savaştan sonra esir alındı. Halid b. Velid, onu, ibret ol­sun diye Aynu't-Temr'de astırdı.

Halid, Aynu't-Temr'in çevresine baskınlar düzenlemek üze­re en-Nüseyr b. Deysem'i vazifelendirdi. Nüseyr, Beni Tağlib kabilesinin bir su yerine geceleyin baskın düzenledi; birkaç kişiyi öldürdükten ve esir aldıktan sonra ta Tekrit'e kadar ilerledi. Uk- bera ve Beredan halkına eman verdi; bazı kalelere baskın düzen­ledikten sonra Halid'in yanına döndü.452

Aynu't-Temr'in ele geçirilmesi ile birlikte Halid b. Velid'in Irak'taki fetihleri tamamlandı. Esasen Aynu't-Temr ve çevresi, Arap yarımadası tarafındaki Fırat nehri sahillerinin sağında, ku- zey-batı istikametindeki Sasani devletinin hakimiyet sahasına giren en son topraklardı. Böylece o, Halife Hz. Ebu Bekir'in emir­lerini yerine getirmiş ve askeri hedeflerini gerçekleştirmiş oldu.

Halid b. Velid'in başkumandanlığı altında, Basra körfezin­den Hire'ye, oradan Aynu't-Temr'e kadarki Fırat nehri boyunca uzanan çok geniş ve aynı zamanda sulak ve münbit toprakların

İslam devleti hududları dahiline alınması büyük bir muvaffaki­yettir. Müslümanların dünyaya açılmasına, İslam imanının in­sanlara sunulmasına, müslümanların iktisadi bakımdan gelişme­sine vesile olan bu fetihlerin, o sıralarda dünyamızın en büyük iki devletinden biri olan Sasaniler'e karşı, başarılmış olmasının ayrı bir ehemmiyeti vardır. Burada şu noktayı bilhassa tebarüz ettirmeliyiz ki, Sasaniler'e karşı İslam'dan önce bu bölgelerde yaşayan Araplar'ın, asırlarca devam ettirdikleri, ancak bir iman etrafında birleşemeyen ve ilay-ı kelimetullah gibi yüce bir hedefi istihdaf etmeyen mücadeleleri, ciddi hiçbir netice vermemişti.

Bu hususun gayet açık bir şekilde görülmesi ve bilinmesi ge­rektiği halde, bazı müsteşrıkların, Irak'taki bu fetihlerin şerefini, müslümanlara değil de İslam öncesi Arapların başlattıkları mü­cadelelere atfetmeleri şayan-ı hayret bir iddiadır.

Ele aldığımız fetihlerden anlaşıldığına göre, Sasani devleti, merkezden hiçbir ciddi ordu gönderememiş ve Halid'in bu fetihlerini yalnızca bölgelerde ve hududlarda bulunan muhafız birlikleriyle onlara destek olan bazı hıristiyan-Arap ve arami zümrelerle önlemek istemiştir. Ancak, onların İslam ordusu karşısındaki çabaları, Seyfullah Halid b. Velid'in dehay-ı aske- riyesine mukavemet cüretini gösterenlerin akıbetine uğramış­tır. Yine bu devlet, asırlardır tanıdıkları Araplar'ın çölden bir fırtına hızıyla topraklarına saldırıp baskınlar yaptıktan ve ga­nimet ele geçirdikten sonra hemen çöle geri döndükleri gibi, müslümanların da öyle yapacaklarını zannetmek suretiyle bü­yük bir hataya düşmüştür.

Halid'in başkumandanlığı altındaki müslümanların birbiri arka­sından gelen fetihleri, zulüm ve şiddet üzerine bina edilmiş idaresini devam ettirebilecek gücü kalmamış bu mecusi devletinin ortadan kaldırılmasını hazır hale getirdiği için, gerek İslam tarihi gerek dünya tarihi bakımından fevkalade değerli, kıymetli ve bereketli olmuştur.

BEŞİNCİ BÖLÜM

SEYFULLAH HALİD B. VELİD'İN SURİYE
FETİHLERİ

Halid b. Velid Hazretlerinin Bizans imparatorluğuna karşı Suriye'deki askeri faaliyetlerini ele almaya başlarken, karşılaştı­ğımız bazı zorluklara işaret etmek istiyoruz. Halife Hz. Ebu Be­kir'in emri üzerine Irak'taki fetihlerini durduran Halid'in, Sasani cephesini terkederek Suriye'ye Bizans cephesine intikal ettiğini görüyoruz. Onun bu intikal emrini nerede ve hangi tarihte aldı­ğından başlayarak, Suriye'ye başkumandan olarak mı yoksa yar­dımcı kuvvet kumandanı olarak mı gönderildiği; hangi gü­zergahı takip ettiği; kaç askerle birlikte yola çıktığı; yol boyunca ve Suriye'de nereleri fethettiği; orada bulunan diğer İslam ordu­larıyla nerede ve ne zaman buluştuğu; yaptığı savaşların sayısı, tarihleri, sırası, hangi şehirleri fethettiği ve azledilmesi gibi çok mühim hadiseler hakkında, kaynaklarda birbirinden çok farklı ve uzlaştırılması oldukça zor haber ve rivayetlerle karşı karşıya bulunuyoruz.

Mesela, Halid'in askeri hayatında olduğu gibi, başta Hz. Ebu Bekir zamanındaki ve dünya tarihindeki savaş ve fetihler arasın­da da onun Irak'tan Suriye'ye intikali esnasında, askeriyle birlikte çölü geçmesi gerçekten çok mühim bir hadisedir. Ancak bu ka­dar meşhur bir hadise esnasında, onun takip ettiği güzergahın hala kesin bir şekilde tespit edilememiş olduğuna şahit oluyoruz. Kaynaklarda yer alan bu husustaki rivayetler ile yapılan çalışma­lar, müstakil bir inceleme konusu olacak vüsatte malzeme ihtiva etmektedir. Bu bakımdan biz bu çalışmamızda, bütün bu haber ve rivayetleri, yapılan çalışmaları, ayrı ayrı ele alıp değerlendir­meye ve tercih ettiklerimizi, gerekçeleriyle birlikte ortaya koyma imkanına sahip değiliz. İrtidad savaşlarında ve Irak fetihlerinde olduğu gibi, Suriye fetihlerinde de bütün bu karışık ve uzlaştı­rılması bazen çok zor rivayetleri, belirli ölçülere riayet ederek bir tercihe tabi tutmak mecburiyetinde kaldık. Bu arada, zaten karı­şık olan bu rivayetleri, ayrıca alt üst eden Seyf b. Ömer'in, geniş bir şekilde Taberi'nin tarihinde yer alan rivayetlerine de hemen hiç yer vermedik.453

Halid b. Velid'in Irak'tan Suriye'ye geçişini ve orada Bizans'a karşı yaptığı savaşları ele almadan önce, İslam devletinin, bu imparatorluğa karşı daha önce başlatmış olduğu silahlı mücade­leler hakkında bir giriş yapmaya da gerek duymuyoruz. Çünkü bu mücadele, Hz. Peygamber tarafından başlatılmıştı ve kahra­manımız Halid b. Velid bu mücadelelerin en mühim safhalarına fiilen iştirak etmişti. Nitekim Mlıte savaşı, Tebllk seferi ve bu sefer esnasındaki onun Dumetu'l-Cendel seriyyesi, hep Suriye fetihleriyle alakalı ve Bizans'a karşı tertip edilmiş askeri faaliyet­lerdir. Hz. Ebu Bekir'in hilafetini ve irtidad savaşlarını ele alır­ken, Hz. Peygamber'in hazırlayıp da gönderemediği; vefatları üzerine, Halife'nin gönderilmesi hususundaki ısrarlı ve kararlı .

tutumuna temas ettiğimiz Üsame ordusunun da Bizans'a karşı tertip edilmiş olduğunu hatırlatmakla yetinmek ve doğrudan doğruya Hz. Ebu Bekir'in Suriye'ye müteveccih olarak başlattığı yeni fetih faaliyetlerine geçmek istiyoruz.

Halife Hz. Ebu Bekir'in, irtidad savaşlarının sona ermesin­den ve Halid b. Velid'i Irak'a göndermesinden sonra, 12 yılında, belki de bu yılın ikinci yansında, Suriye fetihlerine başlamaya karar verdiği anlaşılmaktadır. Medine'den Suriye'ye ordular sevkedilmesine ne zaman başlanıldığı kati olarak belli değildir. Bu hususta, aynı raviden bile iki ayrı tarih zikredilmiş olduğuna dikkati çekmek istiyoruz. Taberi'nin eserine aldığı İbn İshak'ın iki ayrı rivayetinden birisinde, Suriye'ye 12 yılında ordu gönde­rildiğinin zikredilmesine mukabil; aynı ravinin bir diğer habe­rinde, Hz. Ebu Bekir'in 12 yılında hacdan döndükten sonra, ordular hazırlayarak Suriye'ye gönderdiği rivayet edilmekte- dir.454 İbn İshak'ın bu ikinci rivayetinden, hac senenin son ayında olduğuna göre, 13 yılı başında bu orduların gönderilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Taberi'nin eserinde yer alan Medaini'nin İbn Şebbe yoluyla nakledilen bir rivayetinde de, Hz. Ebu Bekir'in 13 yılı başında (Mart 634), Suriye'ye ordular gönderdiği nakledilmiştir.455

Belazuri'nin eserinde yer alan rivayette ise, Hz. Ebu Bekir'in 13 yılı Safer ayının başında Perşembe günü (7 Nisan 634), Medi­ne'deki Cürf mevkiinden Suriye'ye ordular göndermiş olduğu tasrih edilmektedir.456

Suriye fetihlerine başlayan orduların gönderiliş tarihi üze­rinde durmamızın sebebi, Halid b. Velid'in Irak'tan Suriye'ye hangi tarihte gittiğinin daha doğru bir şekilde tespit edilmesine yardım edeceğindendir. Bilindiği üzere Halid b. Velid 13 yılı başında, Irak cephesini bırakıp Suriye'ye gitmesi için Halife Hz. Ebu Bekir'den emir almıştı. Çünkü, Suriye'deki ordu kumandan­ları, Halife'den yardım istemişlerdi. Buna göre, Suriye'ye gönde­rilmiş olan orduların, 13 yılından önce hareket etmiş olduklarını kabul etmemiz doğru olacaktır.

Veya, Irak fetihlerine başlarken yukarıda ele aldığımız İb- nü'l-Kelbi'nin rivayetinde açıkça ifade edildiği üzere, Halid'in ta Yemame'den Irak'a gönderilirken "... Şam'a git; ancak önce Irak'tan başla. .. "457 şeklinde ifade edilmiş olan ve önceden Suriye fetihlerinin kararlaştırılmış olduğunu gösteren planlı bir hare­ketle karşı karşıya bulunduğumuzu düşünmek gerekecektir.458

Bizim kanaatimiz şudur: Hz. Ebu Bekir, 12 yılı içinde, aşağı­da isimlerini ele alacağımız kumandanları, Suriye'ye, ayrı ayrı cephelere göndermiştir. 13 yılı başında ise, bu cephedeki ordula­rına, takviye birlikleri göndermiş ve bunlar arasında, Irak cephe­sinde bulunan Halid b. Velid de yer almıştır.

Hz. Ebu Bekir Suriye'ye ordu göndermeye karar verince, Ashab ile bu meseleyi istişare etmiş; onların desteğini almış ve kendilerinden teşvik görmüştür. Bu arada, Mekke, Taif, Yemen, Necid ve Hicaz'daki müslümanlara mektup yazıp onları cihada teşvik ve ilay-ı kelimetullah için mücadeleye davet etmiştir. Bir­çok gönüllü, cihada iştirak etmek üzere Medine'de Cürfte top­lanmıştır. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir, üçer bin kişilik, üç ayrı ordunun başında olmak üzere, Amr b. el-As'ı, Yezid b. Ebu Süy- fan'ı459 ve Şürahbil b. Hasene'yi kumandan tayin etmiştir.

Hz. Ebu Bekir'in tayin ettiği bu kumandanlar arasında, aşere- i mübeşşereden Ebu Ubeyde b. el-Cerrah'ın da bulunduğuna işa­ret eden rivayetler yanında;460 Belazuri'nin eserindeki bir rivayette:

"... Ebu Bekir, Ebu Ubeyde'ye de sancak dikmek istemişse de o bu vazifeden affedilmesini istedi. Bazı kimseler, Ebu Bekir'in ona da sancak diktiğini rivayet etmişlerse de bu doğru değildir. Ancak Ömer halife olunca, onu Şam (Suriye) bölgesinin tamamına vali tayin etti. .. "461 şeklinde açık bir ifade kullanılarak onun Suriye'ye Hz. Ebu Bekir zamanında hiç gönderilmediği haber verilmektedir.

Ancak bu habere rağmen, Suriye'ye gönderilen kumandan­lar arasında, Ebu Ubeyde'nin adının daima zikredildiğine şahid oluyoruz. O kadar ki, mesela Ebu Mıhnefin bir rivayetine göre: "Ebu Bekir komutanlara şöyle dedi: 'Sizler savaşmak üzere bir araya toplandığınızda, Ebu Ubeyde Amir b. Abdullah el-Cerrah el-Fihrf başkumandanınızdır; o bulunmadığı takdirde Yezid b. Ebu Süfyan 'dır. Amr b. el-As ise, yalnızca müslümanlara yardım­cı kuvvetlerle kendisine iltihak edenlerin kumandanı idi. "462

Görüldüğü üzere Ebu Mıhnefin bu rivayetinde, Ebu Ubey- de'nin Suriye'ye gönderilen kumandanlar arasında yer aldığına işaret edilmekle kalınmamış; onun aynı zamanda, ayrı ayrı isti­kametlere gönderilen bu orduların bir araya gelmeleri söz konusu olursa, başkumandan tayin edilmiş olduğuna da işaret edilmiştir.    

Suriye'ye Halid b. Velid'in gönderilmesinden önce, bu üç ayrı kumandanın bir araya gelmeleri ve beraberce savaşmaları durumunda, kimin başkumandan olacağı hakkında iki ayrı riva­yet daha bulunmaktadır. Bu rivayetlerden birine göre Hz. Ebu Bekir'in, orduların bir araya gelmesi halinde, askere namazı Amr'ın kıldırmasını ayrıldıklarında ise her kumandanın kendi askerlerine namaz kıldırmasını şifahen emrettiği haber verilmek- tedir.463 Vakıdi'nin rivayet ettiği diğer bir habere göre ise: "Ebu Bekir, Amr'ı Filistin'e, Şürahbil'i Ürdün'e ve Yezid'i de Şam'a (Dimeşk) vali tayin etti ve kendilerine: 'Eğer hep birlikte savaşır­sanız, savaşın olduğu bölgenin valisi, kumandanınızdır' dedi."464

Bu ikinci rivayette, kimin bölgesinde bir araya gelinirse onun başkumandan olacağı tasrih edilirken, Ebu Ubeyde b. el- Cerrah'ın adının yer almadığına dikkat etmek gerekir.

Henüz Halid b. Velid Hazretlerinin Suriye'ye gelmesinden önce Hz. Ebu Bekir'in Medine'den gönderdiği bu üç; veya Ebu Ubeyde'ninki ile dört ayrı ordunun bir araya gelmeleri halinde, kimin başkumandan olacağı ve dolayısıyla da askere kimin na­maz kıldıracağı hususu, Halid'in Suriye'deki durumuyla çok yakından ilgilidir. Çünkü onun, Suriye'ye yardımcı birlik ku­mandanı olarak mı yoksa başkumandan olarak mı ve kimin ye­rine gönderildiğinin anlaşılmasına; ayrıca, Hz. Ömer'in Halid'i azledip yerine Ebu Ubeyde Hazretlerini başkumandan tayin etmesinin ne şekilde ve ne zaman gerçekleştiğinin daha iyi anla­şılmasına ışık tutacaktır.

Hz. Ebu Bekir, Filistin'in fethiyle vazifelendirdiği Amr b. el- As'a sahil yolunu takip ederek Eyle'ye, oradan Filistin'e gitmesi­ni; buna mukabil Yezid b. Ebu Süyfan ile Şürahbil b. Hasane'ye ise, Teblık yolunu takip ederek Şam'a gitmelerini emretti. Bazı rivayetlerde, Amr'ın Filistin'e, Şürahbil'in Ürdün'e, Yezid'in ise Dimeşk'a vali tayin edildikleri de zikredilmiştir. Bu rivayetlerden biz, Halife'nin kumandanlarından, tayin edildikleri bölgeleri fethetmelerini istediğini anlamaktayız.465

Diğer taraftan Hz. Ebu Bekir, başlangıçta üç biner kişilik bu üç orduyu, Medine'den gönderdiği askerlerle takviyeye devam etmiş; Halid b. Velid Suriye'ye ulaştığı sırada, her üç kumanda­nın emrinde, ayrı ayrı 7.500 kişilik sayıya ulaşılmıştır.466

İbn İshak'ın bir rivayetinden ise, Hz. Ebu Bekir' in, Yezid ve Şürahbil'den sonra, ordunun dörtte bir asker sayısının başında olduğu halde, Ebu Ubeyde b. el-Cerrah'ı, o ikisine destek olarak gönderdiği anlaşılmaktadır.467

Halid b. Velid'in Irak cephesini bırakıp Suriye'ye intikal et­mesini icap ettiren gelişmeleri de şöylece hülasa edebiliriz:

Teblık yoluyla Bizans topraklarına giren Yezid b. Ebu Süf- yan, Ölü Deniz'in (Bahru'l-meyyit) güneyindeki, Ürdün ovası­nın bir devamı olan Arabe vadisine ulaşınca, Filistinli bir asil­zade olan Sergius komutası altındaki Bizans ordusuyla karşılaş­tı. Yezid bu ordu üzerine Ebu Ümame el-Bahili kumandasında bir ordu sevk etti; Bizans ordusu bozguna uğratılarak Dasin'e çekilmeye mecbur bırakıldı. Ebu Ümame, onları burada da mağlup etti ve onların patriğini öldürdü. Arabe'deki bu savaşın, Üsame ordusundan sonraki yapılan ilk savaş olduğu rivayet edilmiştir. Bu arada Ebu Ubeyde'nin de, Belka'nın bir köyü olan    

Maab'dan geçerken buranın halkı ile savaştığı ve sonunda onla­rın müslümanlarla sulh yapmaya mecbur kaldıkları da rivayet edilmiştir.468

İbn İshak'ın rivayetine göre Amr b. el-As Gamrul-Arabat'a indi; o sırada yetmiş bin kişilik bir Bizans ordusu da yukarı Filis­tin'deki Cıllık ovasına ulaştı. Bu ordunun kumandanı, Herak- lius'un ana-baba bir kardeşi Tezarik idi. Bunun üzerine Amr b. el-As, bu şekilde büyük bir düşman ordusunun hazırlanmış ol­duğunu Halife Hz. Ebu Bekir'e yazdığı mektupla haber verdi ve ondan yardım istedi.469

Belazuri'nin eserinde yer alan bir rivayette ise, "Amr b. el-As Filistin hududuna gelince Ebu Bekir'e mektup yazdı; düşmanın sayısının ve silahlarının çokluğunu, topraklarının genişliğini ve askerlerinin bahadırlığını ona bildirdi. Bunun üzerine Ebu Bekir, Irak'ta bulunan Halid b. Velid b. Muğire el-Mahzumf'ye mektup yazarak Şam 'a (Suriye) gitmesini emretti. "470

Bu arada el-Ezdi, Cabiye'de bulunan Ebu Ubeyde'nin de bir mektup yazıp Rumlar ile hıristiyan-Araplar ve bölge halkının müslümanlarla savaşmak üzere toplandıklarını Halife'ye bildir­diğini ve ondan yardım ve destek istediğini zikretmektedir.471 Hatta Ebu Yusuf eserinde, Hz. Ebu Bekir'in Halid b. Velid'e yaz­dığı mektupta, "Ebu Ubeyde'ye iltihak et" şeklinde emir verdiğini ifade etmiştir.472    

Böylece Medine'de bulunan Halife Hz. Ebu Bekir, Suriye'ye sevk ettiği orduların büyük bir Bizans ordusuyla karşı karşıya gelmelerinin kaçınılmaz olacağını haber alınca, Irak'ta bulunan Halid b. Velid'i bu cepheye göndermeye karar verdi.

Halid b. Velid Suriye Yolunda

Halid b. Velid'i Irak'ta, Aynu't-Temr ve çevresindeki fetih­lerde bırakmıştık. Halife Hz. Ebu Bekir, Suriye'deki ordularına yardımcı olması için Halid'in Irak cephesinden ayrılıp Suriye'ye intikal etmesini kararlaştırdı. O, Halife'nin intikal emrini, bazı rivayetlere göre Aynu't-Temr'de; diğer bazı haberlerde ise, Hire'de bulunduğu sırada aldı.473 İbn İshak'ın rivayetinde, Ha- lid'in Suriye'ye intikal emrini Hire'de bulunduğu sırada aldığını; sonra da Aynu't-Temr'i fethe gittiğini öğreniyoruz. Buna göre, acaba Hz. Ebu Bekir, Hire'nin fethinden sonra, Halid'in önce Aynu't-Temr'i; arkasından da aşağıda göreceğimiz üzere Dfıme- tu'l-Cendel'i fethetmesini ve bu arada Suriye'ye hareket etmek üzere ikinci bir emrini orada beklemesini istemiş olabilir mi?

İbn İshak'ın rivayetine göre Halid b. Velid, Fırat nehri kena­rındaki fetihlere ara vermek mecburiyetinde kaldığı için üzgün­dür ve bu intikal emrinde, kendisinin Irak'ın fethini gerçekleş­tirmesini kıskanan Hz. Ömer'in rolü ve tesiri olduğuna kanidir.474 Biz, bu ve benzeri rivayetlerin doğru olmadığı kanaa­tindeyiz. İleride göreceğimiz üzere, Hz. Ömer'in Halid'i azletme­sinden dolayı, tıpkı irtidad savaşlarındaki gibi, bu şekildeki bir anlayışın ona ve Hz. Ömer'e isnad edildiğini düşünüyoruz ve kaynaklarda, benzeri ifadelerin bu şekilde yer almasını şüphe ile karşılıyoruz.

Karar verilmesi çok zor olan bir diğer mühim mesele de Ha- lid'in Suriye'ye, başkumandan olarak mı yoksa yardımcı birlik kumandanı olarak mı gönderildiği hususudur. Suriye'ye gönde­rilen ordu kumandanlarının bir araya geldiklerinde hangisinin başkumandan olacağına dair ihtilafı daha önce görmüştük. Aynı ihtilaf, Halid için de söz konusudur.

Onun Halife tarafından başkumandan olarak vazifelendiril- diğini tasrih eden rivayetler yanında; yalnızca emrindeki ordunun kumandanı olduğunu haber veren rivayetler de bulunmaktadır.475

Belazuri' de yer alan değişik bir rivayette ise, Halid b. Velid, yalnızca emrindeki askerlerin kumandanı idi; ancak müslüman- lar, bir savaş için bir araya toplandıklarında, yiğitliği, savaş hile­sini iyi bilmesi ve kumandanlığındaki uğuru dolayısıyla Halid'i başlarına geçirirlerdi.476

Mesela, Ecnadeyn gibi büyük bir meydan muharebesinde, he­men kesin bir şekilde Halid'in başkumandan olduğu anlaşılırken, Dimeşk'ın fethi ve bilhassa Yermfrk muharebesinde, onun başku­mandan olup olmadığını tespit etmek oldukça zordur. Bu hususta, onun başkumandanlıktan ne zaman azledildiğinin kolayca ve kesin bir şekilde ortaya konulamayışının da büyük tesiri vardır.

Halid b. Velid'in hareket tarihini ve hangi güzergahı takip ettiğini ele almadan önce, Irak'tan kaç kişi ile Suriye'ye intikal ettiğini görelim, İbn İshak'ın rivayetine göre Hz. Ebu Bekir, Ha- lid'e yazdığı mektupta, Irak'ta kendisiyle birlikte bulunan asker­ler arasından, kuvvetlilerini seçmesini emretmiştir. Bunun üze­rine başkumandan, güçlü kuvvetli askerlerini yanına aldı; zayıflan, hasta ve kadınları ise, başlarına Ensar'dan Umeyr b. Sa'd'ı tayin ederek Medine'ye gönderdi. Ayrıca Irak'ta kalan orduların başına da, Müsenna b. Harise eş-Şeybani'yi bıraktı ve kendisine:

"Allah sana rahmet eylesin! Kusur etmeksizin ve zaaf göster­meksizin, idare edeceğin yere dön!" tavsiyesinde bulundu.477

İbn İshak'ın yukarıdaki haberinde, Halid b. Velid'in yanında kaç askerle Suriye'ye gittiği zikredilmemektedir. Buna mukabil onun, Suriye'ye giderken yanına aldığı askerlerin, daha önce Medine'den hareket ettiği sırada emrine giren ve ekseriyetini Medineli Ensar'ın teşkil ettiği kimseler olduğu anlaşılmaktadır. Onun ordusundaki çekirdek kuvveti teşkil eden ve hepsi de sü­vari olan bu insanların, en iyi savaşçılardan müteşekkil elit bir zümre olduklarında şüphe yoktur.

Halid ile birlikte Suriye'ye hareket eden bu askerlerin sayısı hakkında, Medaini, beş yüz veya sekiz yüz;478 Belazuri ise, sekiz- yüz, altı yüz veya beş yüz rakamlarını vermektedir.479 Biz bu or­dunun, sekiz yüz kişi olduğunu kabul edebiliriz. Yermllk sava­şından sonra, Irak'tan gelen bu askerlerin büyük bir kısmı ile bazı gönüllülerin Sa'd b. Ebu Vakkas'ın Hz. Ömer'den yardım istemesi üzerine, Kays b. Mekşuh el-Muradi kumandası altında, yedi yüz kişi olarak Suriye'den Irak'a dönmelerini de göz önüne alarak bu sonuca ulaşabiliyoruz.480 Burada, çok iyi ata binen ve kılıç kullanan, mızrak ve ok atmakta büyük kabiliyet sahibi olan bu askerlerin sayısını dokuz bin olarak gösteren Seyf b. Ömer'in rivayetinin doğru olamayacağını da ifade etmemiz gerekiyor.  

Halid b. Velid'in Suriye'ye intikali, Medine'den gönderilen diğer takviye kuvvetlerinden farklı olarak, Irak-Suriye arasındaki yollardan birisi kullanılmak suretiyle gerçekleştirilmiştir. Kay­naklarda yer alan rivayetlerin incelenmesinden anlaşılmıştır ki, bu intikal esnasında onun, hangi güzergahı takip ettiğinde ihtilaf vardır. Bu ihtilaf, yalnızca takip edilen güzergaha ait olmakla kalmamış; intikal esnasında vuku bulan hadiseleri de içine almış­tır. Onun Suriye seferinden önce Irak'taki bazı fetihleri, sanki bu yolculuk esnasında gerçekleştirmiş gibi gösterilmek suretiyle, hadiseler birbirine karıştırılmıştır.

Halid b. Velid'in Irak'tan Suriye'ye intikalini, daha çok İbn İshak ve Vakıdi'nin rivayetlerine istinad ederek ele alacağız. An­cak, İbn İshak'ın çok kısa ve kıymetli bilgiler ihtiva eden rivaye­tine mukabil, Vakıdi'nin bazı rivayetlerinin, oldukça karışık hale getirilmiş olduğunu zannediyoruz. Bu noktada, bir hususa bil­hassa şimdiden işaret etmek istiyoruz: Vakıdi'nin Katibi diye meşhur İbn Sa'd'ın Tabakat'ında yer alan onun bir rivayeti, bu güzergahın tespitinde ve bazı zorlukların halledilmesinde bize çok yardım etmiştir. Ayrıca, Halid'in güzergahını ele alıp incele­yenlerin muttali olabildiğimiz çalışmalarında, onun bu rivayetini hiç kullanmadıkları da dikkatimizi çekmiştir. Bu hususta, Taha el-Haşimi'nin adını bilhassa zikretmek istiyoruz. Çünkü Iraklı bir asker olan bu araştırmacı, gerçekten pek çok istifade ettiğimiz makalesinde, şayet bu rivayeti görmüş olsaydı, öyJe zannediyo­ruz ki bizim ulaştığımız sonucu elde edecekti.

Haşimi bu makalesinde, kaynaklarda yer alan Irak- Suriye arasındaki yolların hemen tamamını tespit etmiş; bun­ların değerlendirmesini yapmış ve bilhassa, Çek asıllı müsteş­rik A. Musil'in,482 bizim maalesef göremediğimiz çalışmaları­na istinad ederek, başta De Goeje ve Caetani483 olmak üzere, Halid b. Velid'in Hire'nin kuzeyinden Fırat nehrinin kuzey­batı istikametini takip ederek Suriye'ye ulaştığını ısrarla mü­dafaa eden görüşlerini tenkid etmiştir.484

Tarihçiler, Halid b. Velid'in Irak'tan Suriye'ye intikali esna­sında, onun beş gün devam eden ve çok çetin şartlar altında ge­çen Kurakır ile Süva arasından çölü geçmiş olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Buna mukabil, bu iki yerin nerede bulunduğu hususunda ise ihtilafa düşmüşlerdir. Coğrafya kitapları, bu iki yerin, hangi kabileye ait su yeri olduğunu zikretmekten öteye, sarih bir yer tespitine medar olacak bilgi vermemektedir. Bun­dan dolayı, bazı araştırmacılar, bunlar arasında mesela Caetani ve De Goeje, bu iki yerin Fırat kenarında bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Caetani, Süva'yı, Fırat ile Cezire bölgesindeki Rusafe şehri arasında kabul etmiştir. Bunun tabii sonucu olarak da Halid b. Velid'in Fırat sahili boyunca, kuzey-batı istikametine doğru Rusafe'ye; oradan da Erek, Tedmur, Karyeteyn ve Huvvarin yolu ile Şam'a intikal ettiğini ileri sürmüştür.485

Halid b. Velid'in Hire'nin kuzeyinden Suriye'ye intikal etti­ğini kabul edenlerin en büyük delilleri, Belazuri'nin eserinde yer alan Vakıdi'nin rivayetidir.486 Bize göre Vakıdi'nin bu rivayeti, çeşitli kaynaklardan alınan haberlerle karıştırılmışa benzemekte­dir. Çünkü bu habere göre Halid b. Velid, kuzey-batı istikame­tinden Suriye'ye giderken, tam ters istikamete, güneye doğru da yöneltilmiş ve Dumetu'l-Cendel'e uğratılmış bulunmaktadır.

Nitekim bu husus, Halid'in Irak'tan Suriye'ye intikalinin, bize göre yanlış olarak Hire'nin kuzeyindeki yoldan, Fırat nehri kena­rındaki güzergahtan olduğunu iddia eden De Goeje'nin de dikka­tini çekmiş; derhal Suriye'ye gitmesi için kendisine emir verildik­ten sonra, Halid'in Dumetu'l-Cendel'e sefer yapmasını imkansız kabul etmiştir. De Goeje, eserinin ilk baskısında, Belazuri'nin eserinde yer alan iki ayrı rivayete dayanarak487 Halid b. Velid'in, bu intikali esnasında Dumetu'l-Cendel'i değil de Ukeydir ve kar­deşlerinin Hire'de kurdukları Dumetu'l-Hire'yi fethetmiş oldu­ğunu ileri sürmüştü. Ancak De Goeje, bu görüşünü; Dumetu'l- Hire'nin, Hire'nin alınmasıyla birlikte fethedilmiş sayılacağını ileri sürerek Halid'in Dumetu'l-Cendel'e bir sefer düzenlediğini kabul eden Wellhausen'ın reddetmesi üzerine, başka bir çıkış yolu bulmaya teşebbüs etmiştir. Eserinin ikinci baskısında o, bu sefer Dimeşk yakınında bulunan sanki bir diğer Dume'nin fethe­dilmiş olduğunu ileri sürerek yine Halid'in Dumetu'l-Cendel'i fethetmiş olduğunu kabul etmek istememiştir.488 De Goeje'nin bu hususta istinad ettiği rivayet, yine Belazuri'nin eserinde yer alan Vakıdi'nin bir haberidir, rivayet aynen şöyledir:

"Halid Irak'tan ayrılıp Şam'a gitmek üzere hareket etti ve Dumetu'l-Cendel'e uğradı; orayı fethetti ve esirler aldı. Onun aldığı esirler arasında, el-Cu 'di el-Gassani'nin kızı Leyla da bulu­nuyordu. Bir başka rivayete göre ise Halid b. Velid'in süvarileri, Leylayı Cassaniler'in topraklarında esir almışlardı. el-Cu 'di'nin bu kızına, Abdurrahman b. Ebu Bekir es-Sıddik aşık olmuştu ... "489

Bu rivayet, Halid b. Velid'in Dumetu'l-Cendel'e uğramadı­ğını göstermez; yalnızca esir alınan Leyla'nın, Dumetu'l- Cendel'de değil de Gassaniler'in yurdunda yapılan savaştan son­ra ele geçirildiğini ifade eder.

Aslında De Goeje haklıdı; Fırat kenarlarından Suriye'ye git­mekte olan Halid'in Dumetu'l-Cendel'e de gitmesi, imkansız deni­lecek kadar zordur. Ancak De Goeje'nin haksız olduğu cihet, Ha- lid'in kuzey istikametinden Suriye'ye gitmiş olduğunda ısrar etme sidir. Halid'in Dumetu'l-Cendel'e gitmediğini tespit etmek için değil; tam tersi, onun Fırat kenarından kuzey-batı istikametini takip etmiş olduğu iddiasını reddetmek için delil aramak gerekir. Biz, Halid b. Velid'in güney istikametinden, Dumetu'l-Cendel'e uğradıktan sonra Suriye'ye gittiğini kabul ediyor ve bununla ilgili delillerimizi de tespit etmiş bulunuyoruz. Ancak bunları ele alma­dan önce, Halid'in güzergahının, Hire'nin kuzeybatı istikameti olmadığı hususunda bir iki noktaya işaret etmek istiyoruz.

Hire veya Aynu't-Temr'den Suriye'ye intikali düşünen Halid b. Velid'in önünde, üç ana istikametten geçen yollar bulunuyordu. Bunlardan birisi, De Goeje ve Caetani'nin, Vakıdi'nin rivayetine istinad ederek kabul ettikleri kuzey-batı cihetidir. Diğeri, doğrudan doğruya, şarktan garba giden posta yollarıdır. Ötekisi de, Hire'nin güney-batı istikametinden Dumetu'l-Cendel yoluyla, kuzey-batı cihetidir. Bu sonuncusu, bizim tercih ettiğimiz istikamettir.

Halid b. Velid'in posta yollarıyla bu intikali gerçekleştirmiş olmasını doğru kabul etmemize imkan yoktur. Çünkü bu yollar­da, su çok az olup sekiz yüz kişilik büyük bir kafilenin su ihtiya­cını karşılamaya uygun değildir.

Hire'nin kuzey-batı istikametine gelince, bu yol çok tehlike­lidir; çünkü çöl hudutları boyunca, Bizans muhafız birlikleri yanında, sağlam Tedmur kalesi bulunuyordu. Ayrıca bu yol, İslam düşmanı ve hıristiyan Beni Tağlib kabilelerinin yaşadıkları bölgelerden geçmekte idi. Daha da mühimi, bütün ravilerin itti­fak halinde zikrettikleri ve Halid b. Velid'in çölü geçtiği Kurakır ile Süva adlı iki menzilin, bu kuzey-batı istikametinde bulun­mamasıdır. Zira Çek asıllı müsteşrik A. Musil, Birinci Dünya Harbi esnasındaki seyahatlarında, Kurakır ile Süva'nın bugünkü Cevf vadisinde, yani Dumetu'l-Cendel'in kuzeyinde yer aldıkla­rını tespit etmiş bulunmaktadır.

H J N OKVAHUSU


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

A. Musil'in bu tespitinden sonra, Halid b. Velid'in Suriye'ye intikalinin güney-batı istikametinden, Dumetu'l-Cendel üzerin­den gerçekleştirildiği görüşü taraftar kazanmıştır. Bu görüşü benimseyenlerden birisi de Taha el-Haşimi'dir.491 A. Musil'in görüşlerini aynen benimsediğini uzun makalesinden anladığımız el-Haşimi'ye göre Halid b. Velid, Irak'tan Suriye'ye giderken Dumetu'l-Cendel'den geçmiştir. Bir başka ifade ile o, Hire'nin kuzeyinden veya doğrudan doğruya, doğu-batı istikametindeki posta yollarından değil de, güneyden, Arabistan'ın ortasında yer alan Dumetu'l-Cendel'den gitmiştir.492

Burada bir noktanın tebarüz ettirilmesi gerekir; şöyle ki, A. Musil'in Kura.kır ile Süva'nın yerlerini tespit etmesi sonucunda, Halid b. Velid'in güzergahı tayin edilmiş değildir. Onun Hire'den Dumetu'l-Cendel'e gittiği ve burayı yeniden fethettiğine dair birçok rivayet bulunmaktadır. Bu rivayetleri birazdan göre­ceğiz. Şimdi, Dumetu'l-Cendel'in ikinci defa fethi meselesini ve bu fethin, Halid'in Suriye'ye intikali esnasında mı yoksa daha önce mi vuku bulduğunu görelim.

Dumetu'l-Cendel'in Yeniden Fethi

Dimeşk'a yedi gün, Medine-i Münevvere'ye onbeş gün uzak­lıkta ve Arabistan'ın ortasında bulunan Dumetu'l-Cendel, ticari bakımdan olduğu kadar stratejik bakımdan da mühim bir geçiş ve Suriye'nin giriş kapılarından birisi idi. Halife Hz. Ebu Bekir, Dumetu'l-Cendel'e hakim olmadan önce, Halid b. Velid'in Suri- .

ye'ye intikalini doğru bulmadığı gibi daha önce, Hz. Peygamber zamanında burayı İslam devletine bağlayan Seyfullah'ın bu böl­geyi yakından tanımasını da en iyi şekilde değerlendirdi.

Teblik seferi esnasında fethedilmiş olan Dumetu'l- Cendel'in bu defa da Hz. Ebu Bekir'in, Irak'ta bulunan Halid b. Velid'e bir mektup yazıp Ukeydir'in üzerine yürümesini em­retmesi sonucunda ikinci defa fethedildiğini görüyoruz. Biz bu emrin, Halid'in Suriye'ye hareket etmesi için verilen emir ile birlikte gönderildiğini kabul ediyor ve bu husustaki en mühim delilin de Vakıdi'nin aşağıdaki rivayeti olduğunu tespit etmiş bulunuyoruz.

Dumetu'l-Cendel'in fethini ele alanlarca da, Halid'in Suri­ye'ye intikali esnasında takip ettiği güzergahı inceleyenlerce de ele alınıp değerlendirilmemiş olan Vakıdi'nin rivayeti aynen şöyledir:

"... Sonra Ebu Bekir es-Sıddik, Allah ona rahmet eylesin, Ha- lid'e yazdığı mektupta, Şam 'a (Suriye'ye) gitmesini emretti; mek­tubunda ona şöyle yazdı:

'Seni, askerinin başına komutan tayin ettim; okuyup gereğini yerine getirmen için de sana bir ahid-name yazdım! Şam'a (Suri­ye ye) hemen hareket et; benim mektubum sana ulaşacaktır.'

"Halife'nin bu mektubunu alan Halid, 'Bu Ömer b. Hattab'ın işidir; Irak'ın benim elimle fethedilmesini çekemedi' dedi; sonra, Müsenna b. Harise eş-Şeybaniyi yerine vekil bıraktı; yanına aldı­ğı kılavuzlarla yola çıktı ve Dumetu 'l-Cendel'e indi. Şerik b. Abde el-Aclanf'nin getirdiği, Ebu Bekir'in mektubu ve ahid-namesi orada kendisine ulaştı. Halid, Ebu Bekir'in hilafeti sırasında, Şam kumandanlarından birisiydi ve orada birçok yerifethetti... "493

Bu rivayette, Halid b. Velid'in takip ettiği güzergahı açıkça gösteren bir ifade yer almaktadır. Buna göre, onun Hire'nin ku­zeyinden Suriye'ye gitmediği; tam aksi istikameti takip ederek Hire'den güneybatıya doğru Dumetu'l-Cendel'e ulaştığı anlaşıl-

maktadır. Caetani ve De Goeje'nin istinad ettikleri ve bizim baş­ka rivayetlerle karıştırıldığını yukarıda ifade etmiş olduğumuz Vakıdi'nin o rivayetiyle bu rivayetinin farklı olduğu açıkça orta­ya çıkmaktadır.

Bu rivayette dikkatimizi çeken ikinci mühim husus, Hz. Ebu Bekir'in Suriye'ye intikal etmesi için Halid'e yazdığı mektup ve emir-namelerin, bir tane değil iki tane olduğudur ve rivayette ayrı ayrı yazıldığı tasrih edilen ikinci mektup ve ahid-namenin, Dumetu'l-Cendel'de iken Halid'e ulaşmasıdır. Bu husus, aşağıda ele alacağımız Halid'in Irak'tan Suriye'ye ne zaman intikal ettiği­ni haber veren rivayetlerin, farklı farklı tarihler zikretmesinin sebebini de bize açıklamaktadır. Halife Hz. Ebu Bekir'in bu mek­tuplarının tarihleri, maalesef rivayette zikredilmemiştir. Ancak biz Halife'nin, H. 12 yılı sonlarında Suriye'ye asker sevkine karar verir vermez Halid'e de yola çıkmasını emretmiş ve yanında bulunan Medineli bazı askerler ile onların ailelerini, Dumetu'l- Cendel'e kadar getirmesini; orayı yeniden fethetmesini emret­miş; bu arada Suriye'den gelen acele yardım talebi üzerine de, ikinci bir mektup ve ahid-name ile süratlice Dumetu'l- Cendel'den Suriye'ye intikalini kararlaştırmış olduğunu anlıyor; Vakıdi'nin rivayetinden bu neticeyi çıkarıyoruz.

Halid b. Velid'in Irak'tan önce Dumetu'l-Cendel'e geldiğini; burayı yeniden fethettikten sonra da Kurakır ve Süva yolunu takip ederek Suriye'ye gittiğini nakleden haber ve rivayetler, yal­nızca Vakıdi'nin bu rivayetinden ibaret değildir. Bu hususta başka rivayetlere de sahip bulunmaktayız. Ancak bu rivayetleri ele almadan önce, Dumetu'l-Cendel'in yeniden fethini gerektiren sebebin ne olduğunu görelim:

İbnü'l-Kelbi'nin bir rivayetine göre, Ukeydir, Hz. Peygam- ber'in vefatından sonra zekat verilmesine mani olmak suretiyle yapılan andlaşmayı ihlal etmiş; Dumetu'l-Cendel'den ayrılıp

Hire'ye gitmiştir. Biz bu haberin doğru olmadığını düşünüyoruz. Çünkü Ukeydir'in müslüman olduğuna dair rivayetlerin pek kabul edilmediğini yukarda belirtmiştik.494

Avane b. el-Hakem'in rivayetine göre ise Okeydir, Raslılul- lah'ın (salla'llâhü aleyhi ve sellem) vefatından sonra oradan ayrılmış; daha sonra da geri dönmüştü. Buna göre Hz. Ebu Bekir, Hz. Peygamber ile yapmış olduğu andlaşmayı ihlal ettiğinden dolayı Halid b. Ve- lid'e onun üzerine yürümesi için emir vermiştir. O da, Ukey- dir'in üzerine yürüdü ve onu öldürdükten sonra Dfımetu'l- Cendel'i yeniden fethetti; daha sonra da Şam'a gitti.495

Halid b. Velid'in Irak'tan Dumetu'l-Cendel'e gitmesini çok farklı bir sebebe bağlayan Seyf b. Ömer'in rivayetine de burada işaret etmek mecburiyetindeyiz. Ona göre Halid b. Velid Hazret­leri, kendisiyle birlikte Irak'ta buluşmak üzere yola çıkan ve Dumetu'l-Cendel'i hala fethedememiş bulunan Iyad b. Ganm'ın zor durumda kaldığını bildiren ve yardım isteyen mektubu üze­rine oraya gitmiş ve orayı fethettikten sonra da tekrar Hire'ye dönmüştür. Seyften başka hiçbir ravi, Iyad b. Ganm'ın Dfıme- tu'l-Cendel'e gittiğine ve orayı yeniden fethe muvaffak olamadı­ğına temas etmemiştir. Esasen biz, Seyfin bu rivayetini, Halid'in Dfımetu'l-Cendel'e niçin gittiğini tespit etmek için değil; buranın fethinden sonra tekrar Hire'ye döndüğü iddiasını reddetmek için zikretmiş bulunuyoruz.496 Çünkü bir başka ravi, Medfüni de, Halid'in Dumetu'l-Cendel'i ikinci defa fethettikten sonra tekrar Hire'ye döndüğünü ileri sürmektedir. Buna göre Halid, Irak'tan Demetu'l-Cendel'e gitti; Ukeydir'i öldürdü; el-Cu'di'nin kızını esir aldı; Hire'ye döndü. Medaini, bu rivayetinde, seferin sebebi­ni zikretmez. 497

Halid b. Velid'in Iyad'a yardım maksadıyla Dfımetu'l- Cendel'e gittiğini ve orayı 12 yılı Rebiulahir veya Cemaziyelevvel ayı başında fethettiğini Seyfin rivayetine dayanarak ileri süren el-Haşimi, Halid'in oradan tekrar Hire'ye döndüğünü de aynen kabul etmektedir.498

Seyfin rivayetlerini ele almanın çok zor ve diğer rivayetlerle onunkileri uzlaştırmanın zaman zaman imkansız olduğunu gör­düğümüzden dolayı, onun rivayetlerini bu çalışmamızda ter- ketmek mecburiyetinde kaldığımızı yukarıda birkaç vesileyle ifade etmiştik. Onun rivayetine ve el-Haşimi'nin iddiasına göre Halid, burayı fethettikten sonra Hire'ye dönmüştür, fethin tarihi de zikredilmiştir. Halbuki bu tarihte, henüz Hire fethedilmemiş- tir. Çünkü Halid b. Velid, Hire'den önce 3 Receb 12 (13 Eylül 633) tarihinde henüz Ulleys'i fethetmişti.499 Binaenaleyh Dfıme- tu'l-Cendel'den Hire'ye dönmesi, bize göre Seyfin hayalinden ibarettir. Kaldı ki Haşimi, Halid'in Dfımetu'l-Cendel'e gidiş ve dönüşünün, Irak fethi tamamlandıktan yani Aynu't-Temr'in fethinden sonra vuku bulduğunu kabul eder. Aynı Seyfce, Halid b. Velid, 12 yılında, herkesten ve bu arada o yıl hacca iştirak etmiş olan Halife Hz. Ebu Bekir'den de habersiz, Mekke'ye hacca da gönderilmiş; birkaç arkadaşıyla gittiği Mekke'den )'.İne herkes­ten habersiz Hire'ye döndürülmüştür. 500 Aynı Seyf, Suriye'ye giderken de Halid b. Velid'in Dumetu'l-Cendel'den geçtiğini kabul etmektedir.501

Hire ile Dumetu'l-Cendel arası, 850 km.'dir. Seyfe göre Ha- lid b. Velid, bir defa Dumetu'l-Cendel'in fethi için Irak'tan Hire'ye gidip geri dönmüş; sonra hac için ta Mekke'ye gidip gel­miş; sonra da Suriye'ye gitmek için yeniden Hire'den Dumetu'l- Cendel'e gitmiş olmaktadır. Tabii Dumetu'l-Cendel'den de Suri­ye'ye gidecektir. Halid b. Velid'in bir yıl kadar kaldığı Irak'ta, nerede ise fetihlere hiç vaktinin kalmadığını düşünmemiz gere­kecektir.

İşte Haşimi'den ayrıldığımız en mühim nokta budur. Bun­dan dolayı biz, yukarıda ele aldığımız Vakıdi'nin rivayetini daha doğru buluyor; Halid b. Velid'in, Hz. Ebu Bekir'in Hire'den Suri­ye'ye intikali emri ile Dumetu'l-Cendel'in yeniden fethi emrini birlikte aldığını, ikinci bir emir ile de Dumetu'l-Cendel'den Suri­ye'ye hareket etmiş olduğunu kabul ediyoruz. Vakıdi'nin gayet açık bir şekilde ifade ettiği, iki ayrı mektup ile iki ayrı ahid- namenin varlığı, bizi böyle anlamaya mecbur ediyor.

Bu nokta, De Goeje'nin, "derhal Suriye'ye gitmesi için emir aldıktan sonra Halid'in Dumetu 'l-Cendel'e uğramasını" imkansız gören iddiasını da geçersiz kılar. Zira Halid b. Velid, Dumetu'l- Cendel'i fethettikten sonra, Halife'den gelecek ikinci emri bek­lemektedir ve bu bakımdan gecikmesi diye bir husus söz konusu değildir.

İbn Sa'd'ın naklettiği Vakıdi'nin bu haberini ve bizim ulaştı­ğımız neticeyi teyid eden başka rivayetlere de sahip bulunmakta­yız. Bunlardan birisi, yine Vakıdi'nin bir başka rivayetidir; Belazuri'nin naklettiği bu rivayet aynen şöyledir:

soı Taberi, Tarih, I, 2112, 2114

"Halid, Irak'tan ayrılıp Şam'a gitmek üzere hareket etti ve Dumetu 'l-Cendel'e uğradı; orayı fethetti ve esirler aldı ... "  

Yine Belazuri'nin eserine aldığı bir başka rivayet de Avane b. el-Hakem'indir; haber aynen şöyledir:

"Ebu Bekir, Aynu't-Temr'de bulunan Halid b. Velid'e mektup yazıp Ukeydir'in üzerine yürümesini emretti. Halid, onun üzerine yürüdü, kendisini öldürdü ve Dume'yi fethetti. Ukeydir, Rasulul- lah 'ın (salla'llâhü aleyhi ve sellem) vefatından sonra oradan ayrılmış daha sonra da geri dönmüştü. Halid, onu öldürdükten sonra Şam 'a geçti. '1503

Hem Vakıdi'den hem de Avane b. el-Hakem'den daha önce yaşamış iki ayrı raviden, iki ayrı rivayete daha burada dikkati çekmek istiyoruz. Onlardan birisi Urve b. Zübeyr;504 diğeri ise Musa b. Ukbe'dir.505 Her iki raviden gelen haberde de, Halid b. Velid'in Irak'tan Dumetu'l-Cendel'e gittiği; orada savaştığı zikre­dildikten sonra, doğruca Şam'a yani Suriye'ye gittiği açık bir şekilde ifade edilmiş bulunmaktadır.

Bu arada, Halid b. Velid'in Irak'tan Suriye'ye intikal eder­ken, Semave çölünü geçerek Kurakır'a ulaştığını haber veren rivayetleri de biz, onun güney-batı yolunu takip etmiş olduğunu gösteren deliller arasında sayıyoruz.506

Böylece Halid b. Velid Hazretleri, Irak'tan Suriye'ye intikali­nin ilk safhasında, Hire'den Dumetu'l-Cendel'e geldi; burayı fethetti; Halife Hz. Ebu Bekir'in yoluna devam etmesini bildiren ikinci bir mektup ile ahid-namesini orada bulunduğu sırada aldı.

Bunun üzerine askerleriyle birlikte Dumetu'l-Cendel'den hemen ayrıldı ve 70 mil uzaklıkta ve kuzeybatı istikametinde bulunan Kelb kabilesinin suyu olan Kurakır'a gitti.

Halid b. Velid'in Kurakır ile Süva Arasındaki Çölü

Geçmesi

Halid b. Velid, Hire'den Dumetu'l-Cendel'e gelirken, bilinen ve kullanılan bir yolu takip etmişti. Bundan dolayı kaynaklarda, bu yol hakkında bilgi verilmesi cihetine gidilmemiştir. Buna mukabil, Dumetu'l-Cendel ile Suriye, daha sarih bir ifade ile, bu intikalin ikinci safhasını teşkil eden Kurakır ile Süva arasındaki çöl yolculuğu hakkında ise, bilhassa İbn İshak'ın oldukça detaylı denilebilecek haberlerinin bize intikal etmiş olduğuna şahid oluyoruz.

Halid b. Velid, Dumetu'l-Cendel'den Suriye'ye, bilinen ve kullanılan kervan yolunu takip ederek gitmeyi tercih etmemiştir. Bu yol, Dumetu'l-Cendel'den Suriye'nin kapısı olan Busra'ya giden ve eski adı Batnu's-Sirr, şimdiki ismi Vadi's-Sirhan olan hat üzerinde bulunuyordu. Çünkü bu yol üzerinde, tehlikeli olabilecek bazı müstahkem mevkiler bulunması yanında; Halid, Suriye'ye intikalini düşmandan habersiz bir şekilde gerçekleştir­mek istiyordu. Böylece de müslümanların maneviyatını yük­seltmek, düşmana da korku salmak istiyordu.

Dumetu'l-Cendel'den Kurakır'a gelen Halid b. Velid, beş gün devam edecek olan ve hiç su bulunmayan çölü geçerek Sü- va'ya ulaşmayı kararlaştırdı. Bu yolu bilmediği için bir kılavuz aradı. Kendisine, Tayy kabilesinden Rafı' b. Amire'yi tavsiye ettiler. Halid, Rafi'e şu emri verdi:

-    Askerlerle birlikte yola çık! Rafi' ona şu cevabı verdi:

-  Sen, atlar ve yüklerle oradan geçemezsin! Allah 'a yemin ede­rim ki, tek başına yola çıkan bir süvari, hayatından korktuğu için

oradan geçmeye cesaret edemez; yalnızca kendini beğenen gururlu bir kimse bu yola düşer. Bu çöl, iyi koşan bir at için beş gecelik507 bir yol olup insanı şaşırtır; ayrıca orada su da bulunmaz!

Kılavuz Ra.fı'in bu sözlerine kızan Halid b. Velid:

y Yazıklar olsun sana! Allah'a yemin ederim ki bu çölü geçmek mecburiyetindeyim; bu hususta, Emir'den kesin talimat geldi! Sen, ne lazımsa onu yap! dedi.

Halid'in bu kesin ve kararlı tavrı karşısında Rafi':

Öyle ise çokça su alınız; ayrıca herkes, susamaması için devesinin kulağını sarıp bağlasın; çünkü bu çöl, Allah 'ın muhafa­za ettikleri hariç, herkesi mahveder. Ayrıca bana, semiz ve büyük gövdeli yirmi tane deve bulup getirin, dedi.

Halid, istenen develeri getirtti; Rafı', bu develeri iyice susa- yıncaya kadar susuz bıraktı; sonra onları suyun başına getirdi; develer, kanıncaya kadar su içtiler. Daha sonra Rafı', geviş getirip susamasınlar diye develerin dudaklarını kesti ve ağızlarını bağla­dı; arka taraflarını serbest bıraktı; sonra da Halid'e:

  Haydi hareket edelim, dedi.

Halid b. Velid, atları ve ağırlıklarıyla birlikte, askerlerin ha­reket etmesini emretti. Bir gün sonra ilk menzile ulaşıldığında, bu yirmi deveden dört tanesi boğazlanarak karınlarındaki sular alındı ve ordudaki atlar bu suyla sulandı; askerler de yanlarına aldıkları suları içtiler. Dört gün boyunca yola bu şeMde devam edildi.

Çölün geçileceği son günde, Halid b. Velid askerlerinin ha­yatından endişe etmeye başlayıp korkunca, gözleri şişip iltihap­lanmış olan kılavuza:

-   Ey Rafi', yazıklar olsun sana! Ne oldu? diye sordu. Bunun üzerine Rafı':

-   İnşaallah, suya kavuştuk! diye cevap verdi ve kendisince bi­linen iki işarete yaklaşınca, askerlere:

-   Çömelmiş insana benzeyen küçük bir avsec ağacı görüyor musunuz? diye sordu. Avsec, bazı yerlerde sincan dikeni veya Musa ağacı denilen küçük bir çöl ağacıdır. Onun bu sorusunu askerler:

-   Hayır! Öyle bir ağaç görmüyoruz! diye cevap verdiler. Bu­nun üzerine Rafı':

-   "İnna lillahi ve inna ileyhi raciun!" (Biz Allah 'tan geldik ve O'na döneceğiz; ayetini okuyup) Vallahi, öyle ise siz de helak ol­dunuz ben de helak oldum! Ne olur iyi bakın! dedi.

Askerler, tarif edilen ağacı araştırmaya başladılar ve sonun­da da, bir kısmı kesilmiş bir halde onu buldular. Askerler ağacı görünce tekbir getirdiler, Rafı' de onlarla birlikte tekbir getirdi; sonra da:

-   Ağacın dibini kazınız! dedi. Askerler ağacın dibini kazdılar ve pınarı buldular, kanıncaya kadar su içtiler. Böylece yola devam etmek mümkün oldu. Suyun bulunmasından sonra Rafı':

-   Vallahi ben, bu suyun başına, çok küçük yaşta iken babam­la birlikte yalnızca bir defa gelmiştim, dedi.

Halid b. Velid'in kumandası altında, çok zor ve tehlikeli, beş gün devam eden bu çöl yolculuğundan sonra İslam ordusunun Süva'ya ulaşması hakkında, şairlerden birisi şu beyitleri inşad etmiştir.

''Allah için söyleyiniz! Susuz çöllerde yol göstererek Kurakır'dan Süva ya bizi ulaştıran Rafı 'in iki gözü ne kadar kes­kin! Bu çölü geçerken askerler, korkudan ağlamış/ardır; senden önce bu çölü geçen bir insan görülmüş değildir!"

Tanyeri ağarmadan Süva'ya ulaşan Halid b. Velid, burada yaşayan Behra kabilesi mensuplarına bir baskın düzenledi. Bu kabileden birkaç kişi, bir şarkıcının, "Ey iki arkadaş! Ebu Bekir'in ordusu gelmeden önce beni eğlendiriniz; ne biliyoruz; belki de ölümlerimiz yakındır... " şeklinde söylediği şarkıyı dinleyerek şarap içiyorlardı. Baskın esnasında şarkıcı öldürüldü ve Süva'dan ayrılıp batı istikametine doğru Mercü Rahıt'a hareket edildi.508

Biz, Halid b. Velid'in Süva'dan sonra doğruca Mercii Rahıt'a gittiğini haber veren İbn İshak'ın yukarıdaki rivayetini esas alıyo­ruz. Buna göre, gerek Belazuri'nin eserine aldığı Vakıdi'ye nisbet edilen rivayetlerde yer alan, gerekse Medani'nin zikrettiği, Kevasil, Karkısya, Erek, Kusam, Tedmur, Huvvarin, Karyeteyn gibi yerle­rin, Halid b. Velid tarafından bu sefer esnasında fethedilmiş oldu­ğunu kabul etmiyoruz ve onun, Suriye ve Filistin'de bulunan ve yardım istemiş olan kumandanlarla birleşmek üzere doğruca Mercii Rahıt'a oradan da Busra'ya gittiğini düşünüyoruz.509

Halid b. Velid'in Suriye'nin giriş kapılarından birisi olan Sü- va'dan Mercü Rahıt'a gitmesi ve ondan sonraki gelişmeleri ele almadan önce, Kurakır ile Süva arasındaki çöl yolculuğu esna­sında, yirmi devenin içtikleri suyun, daha sonra her menzilde dörder tanesi kesilerek karınlarından alınıp atlara içirilmesi üze­rinde kısaca durmak istiyoruz. Pakistanlı araştırmacı İbrahim Ekrem, kaynaklarda yer alan bu haberi, "efsane" olarak kabul etmekte ve bunun sonucu olarak da bu hadiseyi doğru kabul etmeyip reddetmektedir. Ona göre, devenin vücudunda su depo etmesi bir efsaneden ibarettir ve ne tuhaftır ki insanlar, bugün bile bu efsaneyi doğru kabul etmektedirler. İbrahim Ekrem'e göre deve, vücudunun herhangi bir yerinde su depo etmez; an­cak, diğer hayvanlardan farklı olarak, dokularında çok miktarda suyu muhafaza eder ve bundan dolayı da, başka hiçbir hayvanda görülmeyen bir şekilde, uzun müddet su içmeden yaşayabilir.510

Biz, bu hususu tahkik için bir veteriner hekime müracaat et­tik; bize tavsiye edilen bir kitaptan bu hususu öğrenmeye çalıştık. Buna göre, devenin midesinde, su için ikinci bir göz bulunmak­tadır, bu ikinci midede, diğer geviş getiren hayvanlardan farklı olarak iç cidarlarını örten mukoza hücrelerinin, suyun nüfuzuna karşı mukavim olması ve diğer bazı hususiyetleri yüzünden deve, içtiği suyu uzun müddet muhafaza edebilmekte ve bu yüzden susuzluğa dayanabilmektedir. Ayrıca deve midesinin bu ikinci gözü, suyu dört beş gün, olduğu gibi muhafaza etmektedir. Mi­denin iç cidarındaki hücreler, bu özelliğe sahiptirler.511

Vücudundaki su depolamaya yarayan bu gözler sayesinde deve, ağırlığının üçte biri kadar su içebilmekte, sonra da bir hafta kadar suya yanaşmamaktadır. Çöl insanı, "çöl gemisi" diye meş­hur olan deveyi çok iyi tanımaktadır. Halid b. Velid'in kılavuzu Rafi', bu tecrübesini tatbikata koymak suretiyle, Kura.kır ile Süva arasındaki susuz çölü geçmeye muvaffak olmuştur. İslam kay­naklarında yer alan bu haberin, "efsane" olmadığı da böylece açıklık kazanmış bulunmaktadır. Halid b. Velid, Kura.kır ile Süva arasında beş gün devam eden zorlu ve çetin yolculuğunda, askerlerin su ihtiyaçlarını tulumlarla; atların su ihtiyacını ise, devele­rin vücudunda muhafaza ettikleri su ile karşılamıştır. İhtiyaç duyulan su, aynı zamanda yiyecek et ihtiyacını da karşılamak üzere hergün kesilen dört devenin karınlarından alınarak atlara verilmiştir.

Sonuç olarak biz, Halid b. Velid'in, Dumetu'l-Cendel'den Süva'ya; bir günü Dûmetu'l-Cendel-Kurâkır, beş günü de Kurakır-Süva arası olmak üzere, altı günde ulaştığını hesap edi­yoruz. Bazıları, Halid'in Hire'den hareket edip doğruca Dume- tu'l-Cendel; orada da hiç beklemeksizin Kurakır'a, oradan da Süva'ya gittiğini göz önüne alarak, İslam ordusunun, on sekiz günlük cebri bir yürüyüşten sonra Dimeşk yakınlarına ulaştığını hesap ederler.512 Biz, Hire-Dumetu'l-Cendel arasındaki on iki gün devam eden yolculuktan sonra, Halid'in Dumetu'l-Cendel'i fethettiğini ve orada, Halife Hz. Ebu Bekir'den Suriye'ye hareket etmesi için ikinci bir talimatın gelmesini beklediğini esas aldığı­mızdan, Halid'in çöldeki yıldırım harekatının, sadece Dumetu'l- Cendel-Süva arasındaki mesafe için, yalnızca altı gün devam ettiğini hesap ediyoruz.

Mercü Rahıt:

Uzun ve yorucu bir çöl yolculuğundan sonra Halid b. Velid, Süva'dan Dimeşk (Şam) şehri yakınlarına ulaştı. Böylece o, daha güneyde bulunan Bizans ordusunun arka tarafına sarkmış oldu ve oradan itibaren de akınlara başladı. Hıristiyan Gassaniler'in Dimeşk'ın 25 km. kadar yakınında bulunan Azra köyündeki Mercü Rabıt askeri karargahına, onların Paskalya (Paque) gü­nünde saldırdı ve kendilerini mağlup etti. Sonra da yoluna, gü­ney istikametine doğru devam ederek Busra'ya ulaştı.513      

Bu arada Halid b. Velid, Dimeşk-Hıms yolu üzerinde bulu­nan ve Seniyyetü'l-Ukab diye bilinen es-Seniyye'ye ulaşınca, orada sancağını dikerek bir müddet durdu. Bu sancak, siyah renkli olup Rasûlüllah 'a (salla'llâhü aleyhi ve sellem) ait idi. Bundan dolayı bu yere daha sonra "Seniyyetü'l-Ukab" adı verildi. Belazuri, buraya "Ukab" denilmesinin sebebini, sancağın üzerine bir kuş konmuş olduğuna bağlayanların bulunduğunu zikrettikten sonra, yuka­rıdaki ihtimalin daha doğru olduğunu ifade eder.s14

Diğer taraftan Belazuri, Halid b. Velid'in Dimeşk'ın Gfıta'sı- na (şehrin çevresindeki bağlar, bahçeler), askerlerinden Büsr b. Ebu Ertat ile Habib b. Mesleme el-Fihri'yi gönderdiğini; onların da bazı köylere baskın düzenlediklerini nakleder.sıs

Yine Belazuri'nin eserine aldığı bir diğer rivayette, Halid b. Velid'in Dimeşk'ın doğu kapısına veya güneydeki Cabiye kapısına indiği; orada Ebu Ubeyde b. el-Cerrah ve onun emrindeki asker­lerle buluştuğu; ayrıca Dimeşk şehrinin başpapası ile de görüştüğü anlaşılmaktadır.s16 İbn İshak'a göre ise Halid b. Velid, Ebu Ubeyde de dahil diğer kumandan ve askerlerle Busra'da buluşmuştu.

Halid b. Velid'in Busra'daki faaliyetlerine geçmeden önce, Irak'tan ne zaman ayrıldığı ve Mercii Rahıt'a ne zaman ulaştığı üzerinde de kısaca durmak istiyoruz. Halid'in Suriye'ye intikali ile alakalı tarih tespitine esas olmak üzere, elimizde Mercii Rahıt üzerine yapılan baskın tarihi bulunmaktadır. Belazuri ve Medaini'nin rivayetlerine göre, bu akın ve zafer, Paskalya yortu­sunda vuku bulmuştur, bu da o yıl için 24 Nisan 634 tarihinde olup 18 Safer 13 hicri tarihine tekabül etmektedir.

Buna göre, Halid b. Velid'in Irak'tan ayrılış tarihi, en geç 13 yılı başında olmak gerekir; tabii 12 yılı sonu da olabilir. Onun Irak'tan ayrılış tarihini, 13 yılı Rebiulahir veya Rebiulevvel ayla­rında diye zikreden rivayetlerin, bu duruma göre doğru olma­ması gerekir.518 Esasen bir başka kesin tarihi olan ve ileride ele alacağımız Ecnadeyn savaşının, 28 Cemaziyelevvel 13/30 Tem­muz 634 tarihinde vuku bulmuş olması da bu tespitimizi doğru­lar mahiyettedir. 519

Busra 'nın Fethi

Halid b. Velid yoluna devam edip Kanatu Busra'ya indi; Ebu Ubeyde b. el-Cerrah, Şürahbil b. Hasene ve Yezid b. Ebu Süfyan orada bulunuyorlardı. Böylece Halid b. Velid, Amr b. el-As ve onun emrindeki ordu hariç, Hz. Ebu Bekir tarafından daha önce Suriye'ye gönderilmiş olan kumandanlar ve onların emrindeki ordularla birleşmiş oldu ve şehri kuşatmayı kararlaştırdı.

İbn İshak'ın rivayetinde açıkça bildirilmemekle beraber, Ha- lid b. Velid'in Busra'da kumandayı ele aldığı anlaşılmaktadır. Belazuri ise, Busra şehrinin muhasarası esnasında, diğer kuman­danların Halid b. Velid'i başkumandan tayin ettiklerini açıkça belirtir. Aynı müellif, savaş esnasında, Yezid b. Ebu Süfyan'ın başkumandan olduğuna dair bir rivayeti de zikreder. Buna göre Yezid, hem bu savaşın kumandanı hem de bu şehrin valisi idi; çünkü burası Dimeşk'a aitti. Bu ifadelerden anlaşılıyor ki, Yezid henüz fethedilmemiş bir yere Hz. Ebu Bekir tarafından vali tayin edilmiştir. Biz bunun doğru olmadığını düşünüypr ve Suri­ye'deki müslümanların, Busra şehrinin muhasarasından başlayıp azledilmesine kadar, Halid b. Velid'i hep başkumandan tayin etmiş olduklarını kabul ediyoruz. Hatta, Halid b. Velid'in Suri­ye'ye, Hz. Ebu Bekir tarafından başkumandan olarak tayin edil­miş olduğuna dair yukarıda zikretmiş olduğumuz rivayetlerin de, buradan kaynaklandığını düşünüyoruz.

Busra'nın muhasarası çok kısa devam etti. Halid b. Velid'in kumandası altındaki birleşik İslam ordusu; şehrin patriği (valisi) ve askerleriyle yaptığı savaşı kazandı; düşmanı, şehre sığınmaya ve teslim şartlarını konuşmaya mecbur etti.

Yapılan andlaşmaya göre, Busra halkından ergenlik çağına gelen herkes, bir dinar ve bir cerib buğdayı cizye olarak ödemeyi kabul etti. Müslümanlar da onların canlarını, mallarını ve çocuk­larını himayeleri altına almayı tekeffül ettiler. Böylece Busra şehrinin de içinde bulunduğu Havran bölgesinin bütün toprak­ları fethedilmiş oldu.  

Kaynaklarda, Hz. Ebu Bekir'in hilafeti esnasında, Suriye şe­hirlerinden ilk önce Busra'nın felhedildiği ifade edilmektedir. Bu husus, Halid b. Velid'in askeri dehası yanında, onun Suriye'ye gelmesiyle birlikte, müslümanların maneviyatını da yükselttiğini; Bizans'a karşı Suriye'deki ilk İslam fetihlerinde kendisinin ne derece müessir olduğunu açıkça gösterir. Esasen onun gücü ve tesiri, yalnızca Suriye şehirlerinin fetihlerine inhisar etmemiş; İslam orduları, onun başkumandanlığı altında, Mute'yi saymaz­sak, Bizans'a karşı büyük meydan muharebelerini de kazanmış ve Bizans'ın Suriye hakimiyetine ebediyyen son vermiştir.

Seyfullah Halid b. Velid'in Irak'tan Suriye'ye gelişi, hiç şüphe yok ki, hem müslümanlar hem de düşman üzerinde, sanki büyük bir ordunun yardıma gelmesi tesirini icra etmiş; müslümanları zaferlere ulaştırmış; düşmanları da hezimetlere duçar eylemiştir.

ECNADEYN MEYDAN MUHAREBESİ

Halid b. Velid, Amr b. el-As ile buluşmak üzere güney Filis­tin'e doğru ilerlemeye devam etti. Suriye fetihlerine başlarken, Halid b. Velid'in Irak'tan Suriye'ye intikalini icap ettiren gelişme­leri ele almış; Amr b. el-As'ın Gamru'l-Arabat'ta bulunduğu sırada, Bizans imparatoru Heraklius'un, ana-baba bir kardeşi Tezarik (The'odore) kumandası altında, büyük bir Bizans ordu­sunu Filistin'e gönderdiğini; bu ordunun Cıllık ovasında kamp kurduğunu; bunun üzerine Amr'ın Halife Hz. Ebu Bekir'den yardım istediğini; Halife'nin de Irak'ta bulunan Halid'i Suriye cephesine göndermeye karar verdiğini görmüştük.

Başta İliya (Kudüs) olmak üzere belli başlı Filistin şehirleri­ni, müslümanlara karşı müdafaa etmek üzere, o sırada Hıms'ta bulunan Heraklius tarafından hazırlanıp gönderilmiş olan bu ordunun sayısı, yetmiş bin veya yüz binden fazla idi.521

Bizans ordusu kumandanı Tezarik, Halid b. Velid kuman­dası altındaki İslam ordusunun ilerlemekte olduğunu haber alın­ca, kamp kurduğu Cıllık'tan ayrılıp Ecnadeyn'e doğru harekete geçmeye karar verdi ve ordugahını orada kurdu. Halid b. Velid de, onun bu harekatını öğrenince Ecnadeyn'e yöneldi. Amr b. el- As, kendisine yardıma gelen birliklerin bu harekatını öğrenince, kamp kurduğu Gamru'l-Arabat'tan ayrılıp Ecnadeyn'e ulaştı; Halid b. Velid ile buluştu ve hep beraber orada ordugahlarını kurdular.522 İslam ordusunun sayısı, yirmi dört bin idi.523 Böylece Halid b. Velid, Mlıte'den sonra ilk defa, böyle büyük bir Bizans ordusuyla karşı karşıya gelmiş oldu.

Ecnadeyn meydan muharebesinin tarihi ve savaşın cereyan ettiği yer hakkında, pekçok münakaşanın yapılmış olduğunu görüyoruz. İbn İshak, Birleşik İslam ordusuyla Bizans ordusu­nun, 28 Cemaziyelevvel 13 (30 Temmuz 634) tarihinde, Remle ile Beyt-i Cibrin arasındaki yerde, Ecnadeyn'de karşılaştıklarını haber verir.524 Bu muharebe, müslümanlarla Bizanslılar'ın Suri­ye'deki ilk büyük savaşıdır ve 13 yılında vuku bulduğu hususun­da, bizim tespitimize göre ittifak vardır. Şöyle ki, Taberi'ye ka- darki tarihçilerin haber ve rivayetlerinde, Seyf b. Ömer'inkiler hariç, muharebenin 13 yılında vuku bulduğunda hiçbir ihtilaf yoktur. Ancak Seyf b. Ömer'in rivayetleri, Ecnadeyn muharebe­sinin, hicri 15 yılında vuku bulduğunu; buna mukabil, şimdi ele almakta olduğumuz muharebenin ise, Yermılk savaşı olduğunu iddia eder.525 Merhum Taberi, irtidad savaşları ile Irak ve Suriye fetihlerinde, Seyf b. Ömer' in rivayetlerine eserinde çok geniş bir şekilde yer vermiş olduğundan; İbnü'l-Esir gibi bu devir için eserleri muahhar kabul edilen çok değerli bazı tarihçiler onun bu konulardaki rivayetlerini mebzul bir şekilde kitaplarına almış­lardır. Böylece Seyfin bu rivayetlerini yaymışlardır.526

İbn İshak gibi Ecnadeyn muharebesinin 28 Cemaziyelevvel 13 Cumartesi günü vuku bulduğunu açıkça zikreden tarihçiler ise şunlardır: Medaini, Halife b. Hayyat, Ezdi, Yakubi; bunun yanında, ay ve gün zikretmeksizin, yalnızca bu savaşın 13 yılında vuku bulduğunu eserinin birkaç yerinde zikreden İbn Sa'd gibi müellifler yanında; fetihler hakkında çok değerli haberleri bize ulaştıran büyük tarihçi Belazuri, Ecnadeyn muharebesi için 18 Cemaziyelevvel 13 Pazartesi günü, 2 Cemaziyelahir 13, 28 Ce- maziyelahir 13 şeklinde üç ayrı tarih vermektedir.

Görüldüğü gibi, her üç rivayette de 13 yılı zikredilmiştir. Ay ve gün tespitindeki farklılık ise, büyük bir ihtimalle, ravi veya Belazuri, belki de müstensih tarafından vuku bulan bir zühulden kaynaklanmaktadır. Çünkü bu tarihlerin hiçbirisi, İbn İshak ve diğerlerinin naklettikleri ile aynı değildir, fakat onlara çok ya­kındır, belki de sonuncusu "Cemaziyelahir" değil, "Cemaziyelev- vel" olacaktı. 527

Seyf b. Ömer'i teyid eden bir tek müellif veya ravi bulun­mamasına rağmen, bilhassa müsteşrıklar, büyük bir istekle bu muharebenin tarihini tespite gayret etmişler ve sonunda hemen hepsi de İbn İshak'ın rivayetinin doğru olduğunda karar kılmış­lar ve Ecnadeyn meydan muharebesinin 13 yılında ve Yermuk muharebesinden önce vuku bulduğunu kabul etmişlerdir. Hiç şüphe yok ki onların bu çalışmaları, başta İbnu'l-Esir olmak üze­re birçok muahhar tarihçinin, çok zengin ve renkli bir muhteva­ya sahip olan Seyfin rivayetlerine geniş çapta yer vermiş olmala­rından dolayı yaygın bir hale gelen yanlışlıkları izale etmiştir.

Diğer taraftan, yine bu müsteşrıkların, Ecnadeyn muharebe­sinin cereyan ettiği yerin teshilinde de gerçekten çok değerli ça­lışmalar yapmış olduklarını görüyoruz. Bu hususta da onlar, İbn İshak'ın verdiği tarife uygun olarak Ecnadeyn'in Remle ile Beyt-i Cibrin arasında bulunduğunu tespit ve tahkik etmişlerdir.528

Halid b. Velid, başkumandan olarak bu muharebede, Ebu Ubeyde'yi merkezde bıraktı; sağ kol kumandanlığına Muaz b. Cebel'i; sol kola Said b. Amir'i; süvari birliğinin başına da Said b. Zeyd'i tayin etti; kendisi de belirli bir yerde kalmadı; askerlerinin arasında dolaştı; onları teftiş etti; kendilerini Allah yolunda ciha­da teşvik eden konuşmalar yaptı. "Ben düşmana yüklendiğimde, siz de yükleniniz" şeklinde talimatını verdi. Ayrıca, orduda bulu­nan kadınların da, askerlerin arka tarafında yer almalarını, Al­lah'a yalvarıp dua etmelerini istedi. Bu arada kadınlara, savaş esnasında kaçıp yanlarına gelen bir müslüman asker olursa, ço­cuklarını ona gösterip "çocuklarınız ve kadınlarınız için savaşı­nız" diyerek savaş meydanına göndermelerini tenbih etti.

Ecnadeyn muharebesi öncesinde, Hz. Peygamber'in alim sahabisi Muaz b. Cebel Hazretleri de, müslümanları teşvik eden ve heyecanlandıran ateşli konuşmalar yaptı; o, İslam ordusunun askerlerine şöyle hitap ediyordu:

"Ey cemaat-i müslimin! Bugün, kendinizi Allah'a adayınız! Eğer bugün düşmanlarınızı hezimete uğratırsanız, bu ülke, ebedi­yen İslam ülkesi olarak sizin olacaktır; ayrıca Allah 'ın rızası ve O'nun en büyük sevabı da sizin olacaktır!"

Başkumandan Halid b. Velid, Hz. Peygamber'in sünnetine uygun olarak, muharebeyi öğle namazı vaktinde süratlendir­meyi ve kesin darbeyi vurmayı düşünüyordu. Fakat düşman askerleri, İslam ordusunun sağ ve sol cenahına aynı anda saldı­rıya geçtiler. Bunun üzerine Halid b. Velid, süvarilerinin başına geçti; askerlerine:

"Allah 'ın ismiyle saldırınız!" deyip hücuma başladı; askerleri de onun arkasından harekete geçtiler. Çok şiddetli ve kanlı bir muharebeden sonra, hıristiyan Bizans ordusunda çözülme ve da­ğılma baş gösterdi; askerler, canlarını kurtarmak için kaçmaya başladılar.

Bu muharebede Bizans ordusunun başkumandanının Tezarik olduğunu yukarıda zikretmiştik. Ancak bu kumandan yanında, yine İbn İshak, Kubuklar (Cubicularius) adlı bir diğer şahsın Bizans ordusu kumandanı olduğuna dair bir rivayet nak­leder ve onun hakkında, aşağıdaki hadiseyi anlatır:

Kubuklar, iki ordu karşı karşıya gelince, Arap asıllı birisini ajan olarak müslümanların arasına göndermeyi kararlaştırıp kendisine: "İslam ordusunun arasına karış; aralarında bir gün bir gece kal ve onlar hakkında bana haber getir" diye talimat verdi. İbn Hezarif adlı Kuda'a kabilesinden olan bu ajan, Arap olduğu için hiç zorluk çekmeden müslümanların arasına sızdı ve onlarla birlikte bir gün geçirdikten sonra Kubuklar'ın yanına döndü. Gördüklerini ve bildiklerini soran efendisine şunları söyledi:

- Onlar, geceleri ruhban, gündüzleri süvaridirler. Aralarında hak ve adalete riayet ettiklerinden, emirlerinin oğlu da olsa, hır­sızlık yapanın elini keserler, zina yapanı recmederler!

İbn Hezarifin sözlerini dikkatlice dinleyen Kubuklar, şunla­rı söyledi:

-   Eğer şu söylediklerin doğruysa; yerin altına girmek, üstünde onlarla karşılaşmaktan daha hayırlıdır! Allah 'tan en büyük niya­zım, benimle onların arasını uzaklaştırması; ne bana karşı onlara ne de onlara karşı bana yardım etmesidir.

Kubuklar'ın bu dua ve temennisine rağmen, iki ordu karşı karşıya gelip savaş başladı. Kubuklar, müslümanların nasıl savaş­tıklarını görünce, yanındakilere:

-   Başımı birşeylerle örtünüz! diye emir verdi. Kendisine, ni­çin diye sorduklarında da:

-   Dehşetli bir gün! Ben bu günü görmeyi istemiyorum! Haya­tımda, bugünden daha şiddetli ve korkunç bir gün görmedim! diye cevap verdi.

Müslümanlar, başı örtülü olduğu halde onun boynunu vurdular.530

Müslümanların kesin zaferi ile sonuçlanan Ecnadeyn mey­dan muharebesinde, üç bin kadar düşman askeri öldürüldü, birçoğu da esir alındı. Bozulup kaçan Bizanslı askerler, İliya (Kudüs), Kaysariyye, Dimeşk ve Hınıs şehirlerine sığındılar. Bazıları da kuzeye doğru geri çekildiler. Bunların bir kısmı önce Beysan'da, sonra da Fihl'de toplandılar. Müslümanlar da onları takip ettiler.

Bizans'a karşı Suriye'deki bu büyük meydan muharebesinde, başkumandan Halid b. Velid çok büyük kahramanlılar gösterdi; müslümanların verdikleri şehid sayısı on dört idi. Bu muharebe­de şehid olanların Kureyş'ten olduğu ve Ensar'dan hiç kayıp verilmediği bildirilmiştir.

Halid b. Velid muharebenin neticesini bildiren bir mektubu Abdurrahman b. el-Cühami ile Medine'deki Halife Hz. Ebu Be-

kir'e gönderdi. Hz. Ebu Bekir, mektubu okuyunca çok memnun ve mütehassis oldu; Allah'a hamdetti.531

Buna mukabil, Ecnadeyn muharebesinin neticesini; çok bü­yük ve hazırlıklı ordusunun hezimetini öğrenen Bizans impara­toru Heraklius ise çok korktu; ne yapacağını şaşırdı, endişeye kapıldı. Bazı raviler, bu korkunun, müslümanlar Dimeşk'a gel­diklerinde, onun, Hıms'tan Antakya'ya kaçmasına sebep oldu­ğunu söylemişlerdir.532

Hz. Ebu Bekir, Ecnadeyn muharebesinin neticesini öğren­dikten sonra, 22 Cemaziyelahir 13/23 Ağustos 634 tarihinde vefat etti.533

Ecnadeyn muharebesini tamamlarken, Receb 13/Eylül 634 tarihinde, Ya.kusa veya Yermlik adlı bir savaştan da kısaca bah­setmek gerekir. Şöyle ki, gerek Medaini ve gerekse Belazuri, Ecnadeyn muharebesinin 13 yılında, ileride ele alacağımız Yermuk meydan muharebesinin de 15 yılında vuku bulduklarını rivayet etmişlerdir. Bu ikisinin Ecnadeyn'i öne almalarına rağ­men, bu muharebeden hemen sonra, Receb 13 tarihinde, İslam ordusunun Bizans ordusu ile bir başka savaş daha yaptığını zik­rederler. Bu husustaki Belazuri'nin rivayeti aynen şöyledir:

"Daha sonra (yani Ecnadeyn 'den sonra) Rumlar (Bizanslı­lar), el-Yakusa'da asker topladılar; el-Yakusa bir vadi olup ağzın­da el-Fevvare bölgesi bulunur. Müslümanlar, burada onlarla karşılaştılar; onları bulup bozguna uğrattılar; birçoğunu öldürdü­ler. Kılıçtan kurtulanlar, Şam (Suriye) şehirlerine dağıldılar. Ebu Bekir (r. a.), 13 yılı Cemaziyelahir ayında vefat etti; müslümanlar el-Yakusa'da iken, onun ölüm haberi geldi. ''534

Aynı savaş hakkında Medaini'nin rivayeti, çok daha kısa ol­makla birlikte, bazı mühim farkları ihtiva etmektedir:

"... Ecnadeyn 'de Allah, müşrikleri hezimete uğrattı; Herak- lius 'un naibi öldürüldü; müslümanlardan da birkaç kişi şehld oldu. Sonra Heraklius geri dönüp Vakusa'da müslümanlarla kar­şılaştı. Rumlar ve müslümanlar birbirleriyle savaşırlarken, Ebu Bekir'in ölüm haberi ve Ebu Ubeyde'nin valilik, yani başkuman­danlık emri geldi; bu vak'a Receb ayında vuku buldu. ''535

Medaini'nin rivayeti, üç noktada, Belazuri'nin rivayetinden ayrılmaktadır. Belazuri'deki Ya.kusa, burada Vakusa'dır; bu, mü­him olmayan bir farklılıktır ve doğrusu Yakusa'dır. İkinci fark, Heraklius'un bu savaşa iştirak ettiğidir. Bu hususu ileri süren Medfüni'nin rivayeti doğru değildir. Üçüncü ve bizi çok yakın­dan alakadar eden fark ise, rivayette açıkça zikredilmemekle birlikte, Halid b. Velid'in Hz. Ömer tarafından başkumandanlık­tan alındığı ve yerine, rivayetteki ifadesi ile Ebu Ubeyde'nin tayin edildiğidir. Belazuri bu hususta, yalnızca Hz. Ebu Bekir'in vefat haberinin, Yakusa'da ve Receb ayında, Ecnadeyn savaşını ka­zanmış olan müslümanlara ulaştığını zikretmekle yetinmiş; buna mukabil, Medaini ise, Halid'in azledildiğini dolaylı bir şekilde zikretmiştir.

Küçük bir ırmak olan Yakusa, Yermuk nehrine ctluyordu ve suyu yazın çekiliyordu. Bu küçük çaplı savaş, hazan ırmağın adı ile hazan da nehrin adı ile zikredildiğinden, başta Seyf olmak üzere bazı ravilerin, asıl büyyük y ermûk ile bunu karıştırdıkları     düşünülerek, Ecnadeyn ile Yermlık'un tarihlerinin karıştırılış sebebi bulunmaya gayret edilmiştir.536 Ancak, bizi asıl alakadar eden husus, Receb 13/Eylül 634 tarihinde, bir başka ifade ile Hz. Ömer'in halife olur olmaz Halid b. Velid Hazretlerini baş­kumandanlıktan azletmesi haberidir. Biz, bu ve benzer rivayet­leri, ileride kısaca değerlendirip Halid b. Velid'in başkuman­danlıktan ne zaman azledildiği meselesini ele alacağız. Burada şu kadarını söyleyelim ki, Ecnadeyn'den sonraki gelişmelerde, bilhassa Dimeşk (Şam) şehrinin muhasarasında, kahrama­nımızı yine başkumandan olarak göreceğiz. Bu bakımdan, yal­nızca Medaini tarafından değil, başta İbn İshak da olmak üzere, birçok ravi tarafından sık sık zikredilen, "Hz. Ömer, halife olur olmaz Halid b. Velid'i başkumandanlıktan azletti" haberini, şüphe ile karşılıyoruz. Diğer taraftan, Yermlık muharebesi ön­cesinde vuku bulduğunu haber veren bu rivayetten hareketle, Yakusa-Yermlık diye bir savaşın olmadığını düşünerek, bu azil tarihinin 15 yılı, yani Yermuk savaşından sonra ve Dimeşk şeh­rinin ikinci defa muhasarası esnasında olduğunu düşünenler de bulunmaktadır.537

Fihl Savaşı

Ecnadeyn meydan muharebesinde yenilen Bizanslı askerler, komutanlarını savaş meydanında terkedip kuzeye doğru, Ürdün toprağında bulunan Fihl'e çekildiler ve orada toplanmaya başla­dılar. Buna mukabil müslümanlar ise, önlerinde kumandanları Halid b. Velid olduğu halde,538 onları takip etmeye başladılar.

 Bizanslı askerler Beysan'a ulaştıklarında, oradaki ırmağın (Şeria nehri) bendlerini yıkarak ovayı bataklık haline getirdiler ve müs­lümanların oradan geçmelerine ve kendilerini takip etmelerine mani olmak istediler. Sonra da Fihl'e ve Beysan'a indiler. Beysan, Filistin ile Ürdün arasında bulunuyordu.

Düşman askerlerinin yaptıklarından habersiz olan müslü- manlar, bataklık haline gelmiş bu yerlerden geçmek için büyük bir meşakkete katlanmak mecburiyetinde kaldılar, atları, çamur ve bataklıklara saplandı. Buna rağmen ilerlemeye ve oradan ge­çip düşman üzerine yürümeye muvaffak oldular. Bundan dolayı Beysan'a, "Bataklıklar yeri" adı verildi.

Müslümanlar oradan geçtikten sonra, Şeria nehrinin doğu tarafında Fihl civarında toplanmış olan düşman üzerine yürüdü­ler ve onlarla savaştılar. Bizans ordusu tekrar bozuldu; askerleri Dimeşk'a doğru çekilmeye ve kaçmaya başladılar. İslam ordusu Fihl'e girdi. Fihl savaşı, 13 yılı Zilkade ayında (Aralık-Ocak 634­635) vuku buldu.539

Belazuri, İbn İshak'ın rivayetinden biraz farklı bir şekilde ge­lişmeleri anlatır. Ona göre Fihl savaşı, Hz. Ömer'in hilafetinin beşinci ayında, 28 Zilkade 13/23 Ocak 635 tarihinde vuku bul­muştur. Görüldüğü üzere bu iki rivayet arasında ay farkı yoktur; Belazuri, savaşın gününü de haber verir.

Diğer taraftan Belazuri, bu savaşta, İslam ordusunun baş­kumandanı olarak açık bir şekilde Ebu Ubeyde'nin adını verir ve onun, Hz. Ömer tarafından Şam valiliğine tayin edilmiş olduğu­nu ve tayin emrinin, Sa'd b. Ebu Vakkas'ın kardeşi Amir b. Ebu Vakkas tarafından getirilmiş olduğunu zikreder. Ancak Belazuri, ravilerin adını zikretmediği yukarıdaki rivayeti naklettikten he­men sonra; "Ebu Ubeyde'nin Şam valiliğine tayini, müslümanla­rın Dimeşk'ı muhasara ettikleri sırada gelmiştir. Ebu Ubeyde bu tayini, günlerce Halid'den saklamıştır; çünkü Halid bu savaşta kumandandı. Halid, tayin emrini tebliğ etmekte acele etmemiş olan Ebu Ubeyde'ye: 'Allah sana rahmetiyle muamele eylesin! Seni böyle davranmaya zorlayan nedir?'diye sordu. Ebu Ubeyde de ona: 'Seni kırmak ve işini zaafa uğratmak istemedim; çünkü sen, düşmanın önünde bulunuyordun!' diye cevap verdi " şeklinde, bir başka rivayete eserinde yer vermiştir.

Böylece o, Halid b. Velid'in, başkumandanlıktan ne zaman azledildiğinin ihtilaflı olduğunu açıkça göstermiş; İbn İshak'ın rivayetinin, yani Fihl savaşında Halid b. Velid'in başkumandan olduğunun kabul edilebileceğini ortaya koymuştur.

Belazuri, Fihl savaşıyla alakalı olmak üzere, İbn İshak'ın ri­vayetinde yer almayan çok değerli başka bilgileri de eserine al­mıştır, onun bu haberlerini aynen vermek istiyoruz:

"Bu savaşın sebebi şudur: Heraklius Antakya 'ya gelince, Rumlar'ı ve el-Cezire halkını seferber etti; onların başında, kendi­sinin en yakın ve güvendiği bir adamı gönderdi. Onlar, Ürdün'ün Fihl mevkiinde müslümanlarla karşılaştılar; çok şiddetli bir şekil­de savaştılar; Allah, onların üzerine galebe çaldı; patrikleri ve on bin civarında rum öldürüldü; kalanları da Şam (Suriye) şehirleri­ne dağıldılar; bir kısmı da Heraklius'un yanına gitti. Fihl halkı kalelerine sığındı; müslümanlar onları muhasara etti. Sonunda, adam başı cizye ve topraklarından da haraç ödemeleri karşılığın­da eman istediler. Müslümanlar da, onların canlarını ve malları­nı koruyacaklarına, duvarlarını yıkmayacaklarına söz verdiler. Bu andlaşmayı Ebu Ubeyde; bir başka rivayete göre Şürahbil b. Hasene yapmıştır. '1540

Görüldüğü üzere bu andlaşmayı yapanın adı, Ebu Ubeyde veya Şürahbil olarak zikredilmektedir. Bu da tabiidir, çünkü Belazuri, Fihl savaşına başlarken Halid'in azlini ve Ebu Ubey- de'nin tayinini zikretmiş; arkasından da, bunun doğru olmadığı­nı haber veren diğer rivayete yer vermiştir. Eserine aldığı bu son kısımda ise, ilk rivayetin devamını zikretmiştir. Rivayette Şürah- bil'in adının geçmesi ise, onun Hz. Ebu Bekir tarafından Ür­dün'ün fethi ile vazifelendirilmiş olmasındandır.541

HALİD B. VELİD'İN DİMEŞK FETHİ

Biz Türklerin Şam adını verdiğimiz Dimeşk şehrinin fethi ve bu fetih esnasında Halid b. Velid'in faaliyetlerini 'ele alırken, rivayetlerin yine karışık olduğunu ifade ederek sözlerimize baş­lamak istiyoruz. İbn İshak, Vakıdi, Belazuri ve Taberi'nin riva­yetlerine dayanarak bu şehrin fethini anlatmaya çalışacağız.

Fihl savaşına ait haberlerinden sonra İbn İshak, rivayetine şöylece devam etmektedir:

Halid b. Velid yine ordunun önünde olduğu halde müslü- manlar, Dimeşk'a doğru ilerlediler ve Fihl bozgunundan kaçan düşman askerlerini takip ettiler. Rumlar, kendi aralarında Bahan isimli birisinin kumandası altında Dimeşk'ta toplanmışlardı. O sıralarda Hz. Ömer, Halid b. Velid'i azletmiş ve yerine Ebu Ubeyde'yi Suriye'deki bütün müslümanlara başkumandan tayin etmişti.

Müslümanlarla rumlar, Dimeşk şehri etrafında karşılaştılar ve çok şiddetli bir şekilde savaştılar. Sonunda Yüce Allah, Rum- lar'ı hezimete duçar eyledi; müslümanlar, onlardan bir kısmını öldürdüler. Rumlar savaş meydanını terkedip Dimeşk'a sığındı­lar ve şehrin kapılarını kapattılar.542

Müslümanlar, fethedilinceye kadar şehrin etrafını kuşattılar, rumlar, cizye ödemeyi kabul edip teslim oldular. O sıralarda, Halid'in azlini ve Ebu Ubeyde'nin tayin emrini ihtiva eden Hz.Ömer'in ahid-namesi, Ebu Ubeyde'ye ulaşmıştı. Ancak Ebu Ubeyde, Dimeşk şehri fethedilinceye kadar, bu ahid-nameyi okumaya haya etti. Bundan dolayı, Dimeşk halkı ile yapılan and- laşma, Halid b. Velid adına tanzim edildi ve onun adı yazıldı.

Rumlar'ın kumandanı, şehir teslim olunca, Heraklius'un ya­nına gitti. Dimeşk şehrinin fethi, 14 yılı Receb ayındadır (Eylül 635). Ebu Ubeyde, şehrin teslim olmasından sonra, kendisinin başkumandan tayin edildiğini ve Halid b. Velid'in azledildiğini ilan etti.543

İbn İshak'ın gayet kısa olan bu rivayetine mukabil Belazuri, çok daha geniş bilgileri eserine almıştır. Ona göre müslümanlar, Dimeşk şehrini 16 Muharrem 14/12 Mart 635 tarihinde muhasa­ra etmeye başladılar. Önce şehrin çevresindeki (Guta) bağları, bahçeleri ve kiliseleri savaştıktan sonra ele geçirdiler, Rumlar, şehre kapandılar.

Bunun üzerine Halid b. Velid, Ebu Ubeyde'nin emrine ver­diği beş binden fazla askerle, kuzey-doğuya doğru ilerledi ve şehrin doğu kapısına (babu'ş-şarki) indi ve karargahını orada kurdu. Böylece Halid b. Velid, şehre sığınan askerlerle kuzeyden gelen ve şehrin muhasarasına mani olmak isteyen Bizans yar­dımcı birliklerinin birleşmesine mani oldu.

Halid b. Velid'in başkumandan olmadığını gösteren bu ifade­leri naklettikten sonra Belazuri, bazı kimseler ise, Halid'in bu sıra­da başkumandan olduğunu ve bu vazifeden azledildiğini bildiren emrin, müslümanların Dimeşk'ı muhasaraları sırasında geldiğini söylerler, diyerek tıpkı İbn İshak'ın rivayeti gibi, Halid'in bu şeh­rin fethi sırasında hala başkumandan olduğunu anlatır.544

Bu arada Belazuri, Dimeşk fethi esnasında, Halid'in yerine başkumandanın Ebu Ubeyde olduğunu ifade eden bir başka rivayeti de eserine almıştır. Buna göre, Dimeşk fethedilince, baş­kumandan Ebu Ubeyde idi; ancak andlaşmayı Halid yapmış, o da bunu tasdik etmiştir.545

Halid b. Velid, şehrin doğu kapısında bulunan bir manastı­rın yanına indi; bundan dolayı daha sonraları bu manastıra "Ha- lid Manastırı" (Deyru Halid) adı verildi. Halid, bu manastırda yaşayanların, şehrin surlarına çıkılması için kendisine merdiven vermiş olduklarından dolayı, onlarla yaptığı andlaşmada, vergi­lerinin azaltılmasını şart koşmuştu. Ebu Ubeyde de, bu şartları kabul edip uygulamıştır.546

Halid b. Velid dışındaki kumandanlar ise şu şekilde vazife taksimi yapmışlardır. Amr b. el-As, Turna kapısına; Şürahbil b. Hasene, el-Feradis kapısına; Yezid b. Ebu Süfyan, Keysan diye bilinen küçük kapıya inmişler ve oralarda karargah kurmuşlar­dır. Ebu'd-Derda Uveymir b. Amir el-Hazreci ise, Ba'lbek yolu üzerindeki bir kalede bulunan silahlıkta vazifelendirilmiş ve aynı zamanda Bizans'ın durumuyla alakalı istihbarat vazifesi görmüştür.

Halid b. Velid'i ilk zamanlarda misafir eden şehrin başpapa- sı, hazan surun üzerine çıkar; Halid de onu yanına çağırırdı; yanına geldiğinde de ona selam verir ve kendisiyle konuşurdu. Başpapas birgün Halid'e: "Ey Ebu Süleyman! Durumunuz iyidir; bana söz vermiştin; bu şehir için benimle andlaş" dedi. Bunun üzerine Halid b. Velid, kalem ve kağıt istedi ve aşağıdaki andlaşmayı yazdı:

"Rahman ve Rahim olan Allah 'ın adıyla.

Bu, Halid b. Velid'in şehre girdiği zaman Dimeşk halkına verdiği ahidnamedir. O, canları, malları, kiliseleri, şehirlerinin surları ve evlerinin yıkılmayacağı ve iskan edilmeyeceğine dair kendilerine eman vermiştir. Onlar bu şartlarla, Allah'ın ahdi ve O'nun Elçisinin (salla'llâhü aleyhi ve sellem), halifelerinin ve müminlerin zimmetinde- dir/er. Eğer cizyelerini öderlerse, onlara yalnızca iyilikle muamele yapılacaktır. '1547

Başpapasın adamlarından bazıları, bir gece Halid'e geldiler, o gece şehir halkının bayramı olduğunu; onların meşgul oldukla­rını; doğu kapısının taşlarla kapatılıp terkedildiğini haber verdi­ler. Ayrıca ona, merdiven bulmasını tavsiye ettiler. Halid'in or­dugahı yanındaki manastırdan bazıları, ona iki merdiven getirdi­ler. Müslümanlar, bu merdivenle surun üstüne çıktılar ve kapı­nın yanına indiler. Kapıda bulunan bir iki nöbetçiyi tesirsiz hale getirip güneş doğarken surun kapısını açtılar.

Bu sıralarda Ebu Ubeyde de, el-Cabiye kapısını açmak için mücadele ediyor; askerlerini surun duvarı üzerine çıkartıyordu. Rum askerleri bunu farkedince çok şiddetli bir çatışma oldu; sonunda Rum askerleri yenilip geri çekildiler; Ebu Ubeyde bu çarpışmalardan sonra el-Cabiye kapısından şehre girmeye mu­vaffak oldu, Halid b. Velid ile Ebu Ubeyde, Dimeşk şehrinin ortasında, el-Meksallat adlı yerde birleştiler. Burası şehrin bakır­cılar çarşısı idi.

Belazuri şehrin fethini bu şekilde anlattıktan sonra, başka bir rivayeti daha eserine almıştır. Buna göre, rumlar bir gece, el- Cabiye kapısından bir cenaze çıkarmışlar, cenazenin etrafını, silahlı askerler sarmıştı. Bazı askerler de, müslümanların surun kapısını açıp içeri girmelerine mani olmak ve cenazeyi defnettik­ten sonra giden askerleri içeri almak üzere «kapının yanında durmuşlardı. Müslümanlar, ani bir hücum ile onların üzerine yürüdüler ve yapılan savaştan sonra kapıyı açıp şehre girmeye muvaffak oldular.

Şehrin başpapası, Ebu Ubeyde'nin şehre girmekte olduğunu görünce, süratle Halid b. Velid'in yanına gitti; metnini verdiği­miz andlaşmayı yaptı; doğu kapısını Halid'e açtı. Daha sonra da, Halid ile birlikte ve yapılan andlaşmayı da herkese göstererek şehre girdi. O sırada bazı müslümanlar, "Halid başkumandan değildir, bundan dolayı onun yaptığı andlaşma nasıl olur?" dedi­ler. Buna karşılık Ebu Ubeyde: "Müslümanların en aşağı derece­de olanı bile, himaye hakkı verebilir" dedi ve onun yaptığı and- laşmayı kabul ve tasdik etti. Böylece Dimeşk şehrinin, anveten, yani savaşla fethedildiği görüşüne itibar edilmemiş ve şehrin tamamının sulhla ele geçtiği kabul edilmiştir.

Ebu Ubeyde bu gelişmeleri Hz. Ömer'e yazdı; şehrin kapıları, bütün müslüman askerlere açıldı.548

Belazuri, şehrin fetih şartları hakkında da bilgiler verir ve bilhassa kiliselerin ve evlerin durumuyla alakalı hususlarda ken­disine ulaşan haberleri zikreder. el-Heysem b. Adiyy'in aşağıdaki rivayeti ve Vakıdi'nin buradaki görüşlere cevabı, birçok bakım­dan dikkatimizi çekmektedir:

el-Heysem b. Adiyy, Dimeşk halkının, evlerinin ve kilisele­rinin yarısı karşılığında andlaşma yaptıklarını iddia etmiştir. Bu ve benzeri iddialar üzerine Vakıdi şunları söylemiştir:

"Halid b. Velid'in Dimeşk halkına yazdığı eman-nameyi (ki- tab) gördüm; orada, evlerin ve kiliselerin yarısı diye bir şey gör­medim. Böyle bir haber rivayet edilmiştir; fakat bunun nereden geldiğini ve kimin rivayet ettiğini bilmiyorum. Fakat Dimeşk şehri fethedilince, halkından pekçok kimse, Antakya 'da bulunan He- raklius'un yanına gitmişti. Bundan dolayı boş evler çoğalmıştı ve müslümanlar da bu evlere yerleşmişlerdi. " Vakıdi, şehrin fetih tarihiyle Halid'in yazdığı eman-namenin tarihleri hakkında da şunları anlatmaktadır:

"Dimeşk şehrininfethi, 14 yılı Receb ayındadır; Halid'in and- laşmasının tarihi ise 15 yılı Rebiulahir ayıdır. Bunun sebebi şu­dur: Halid andlaşmayı tarihsiz yazmıştı; çünkü müslümanlar, Yermuk'ta kendilerine karşı toplananların üzerine yürümek için bir araya geldiklerinde, başpapas Halid'e gelmiş; andlaşmayı yeni­lemesini ve Ebu Ubeyde ile müslümanları da şahid göstermesini istemişti. Halid bunu kabul etmiş ve andlaşmaya, Ebu Ubeyde, Yezfd b. Ebu Süfyan, Şürahbil b. Hasene ve başkalarını da şahid göstermişti. Halid, andlaşmayı yenilediğinde bu tarihi (Rebiulahir 15) yazmıştı. '1549

Vakıdi'nin bu rivayetindeki bazı noktaları açıklığa kavuş­turmak istiyoruz. Şöyle ki, onun rivayetinde Dimeşk'ın fethi, tıpkı İbn İshak'ın haberindeki gibi 14 yılı Receb ayındadır. An­cak Vakıdi'nin, bizzat gördüğünü söylediği sulh-namedeki yazılı tarih ise 15 yılı Rebiulahir ayıdır. Vakıdi bunun sebebini, Ha- lid'in andlaşmayı tarihsiz yazmış olduğuna; daha sonra Yermlik muharebesi öncesinde, şehrin başpapasının talebi üzerine, and- laşmayı yenilerken bu tarihi ilave etmiş olduğuna işaret etmek­tedir. Burada bir noktayı hemen belirtelim ki, Vakıdi'nin Ha- lid'in bu tarihi yazdığını belirten ifadelerini doğru bulmuyoruz; çünkü, 15 yılında müslümanlar, henüz hicri tarihi kullanmıyor­lardı ve bu takvimi Hz. Ömer henüz ihdas etmemişti. Yani Halid b. Velid Hazretleri, Dimeşk'ı fethettiğinde veya bir yıl sonra

Yermuk muharebesini kazandığında, bunların 14 yılında ve 15 yılında vuku bulduklarını söylemiyordu; o yılların ismi ve sırası yoktu; yalnızca ayları ve günleri kullanıyorlar, buna mukabil her yıla bir rakam henüz vermemiş bulunuyorlardı.

Şayet Vakıdi, yalnızca ay yazılmış olduğuna işaret etseydi, bu açıklaması belki kolayca kabul edilebilirdi. Bizi burada asıl alakadar eden husus, Vakıdi'nin gördüğünü söylediği "15 Rebiu- lahir" tarihinin, yermuk muharebesinden üç ay önceki bir tarih olmasıdır; Yermlik savaşı, Receb 15 tarihindedir. Buna göre Di- meşk şehrinin başpapası, acaba andlaşmayı yenilemeyi Halid b. Velid'den niçin istemiştir ve Halid o sırada yine başkumandan mıydı? Andlaşmanın yenilenmesi talebi, müslümanların Yermuk savaşından önce, aşağıda göreceğimiz üzere Hınıs şehri gibi Di- meşk şehrini de, Bizans ile yapacakları büyük ve nihai savaşta, bu şehirleri himaye edemeyeceklerinden terketmek mecburiyetinde kalmış olmalarının tabii bir sonucu olabilir. Nitekim bu şehrin, 15 yılında ve Yermuk savaşının yapıldığı Receb ayından sonra yeniden fethedildiği bilinmektedir.

Bu hususta müsteşrik De Goeje, yukarıdaki İbn İshak ve Vakıdi'nin, Halid b. Velid'in Dimeşk'ın fethi sırasında azledildi- ğini haber veren rivayetlerine istinaden, Halid b. Velid'in Di- meşk'ın ikinci defa fethi esnasında azledilmiş olduğunu isbat etmeye çalışmıştır. 550

Dimeşk'ın fethiyle alakalı olmak üzere İslam Ansiklopedi- si'ndeki "Şam" maddesinden aşağıya aldığımız paragraflar, ça­lışmalarını bizzat göremediğimiz Caetani'nin de, De Goeje'nin görüşlerini paylaştığını bize göstermektedir.

"Şehrin zaptına dair birbirini tutmayan bir yığın münferit ri­vayet vardır. Burada ancak en mühimleri zikredilecektir. İbn

Asakir tarafından şarkta, A. von Kremer tarafından da garpta yayılmış olan rivayete göre, Halid b. Velid, Bab el-Şarki'den itiba­ren şehrin şark kısmını silah kuvvetiyle ele geçirmiş, Ebu Ubeyde ise, Bab el-Cabiye'de şehri teslim almıştır. Ordu kumandanları eski Johannes kilisesinin ortasında buluşmuş ve böylece bu kapı­nın şark kısmı, şehrin şark yarısıyla birlikte müslümanlar tara­fından işgal edilmiş, garp kısmı ise hıristiyanlara terkedilmiştir. Daha sağlam olan eski rivayetlerle tezat halinde bulunan bu mu­ahhar hikayenin esassız olduğu, çoktan beri bilinmektedir. Belazuri'nin verdiği malumat, daha şayan-ı itimad görünüyor. Ona göre Ebu Ubeyde, Bab el-Cabiye 'yi silah kuvvetiyle almış ve hıyanet veya teslim yoluyla şark kapısından giren Halid ile Mek- sallat kilisesinin yanında karşılaşmıştır.

Caetani, tafsilatlı bir şekilde verdiği izahat ile gerçekte Ebu Ubeyde'nin H. 14 senesinde henüz Suriye'de bulunmadığını gös­termiştir. Şehir Halid'e teslim edilmiştir... Ebu Ubeyde'nin yeri­ne, yaygın olan rivayete göre, Ebu Ubeyde'nin yanında Bab es- Sağir'den giren Yezid b. Ebu Süfyan'ı koyamadığımız takdirde, an'anede iki kumandanın şehrin ortasında buluştuklarına dair rivayet değerini kaybetmektedir. Şehrin hele bilhassa Johannes kilisesinin taksimi ise, gerçekte bahis konusu olamaz. Daha ziya­de hıristiyanların malları, evleri ve kiliseleri teminat altına alınmış ve onlar sadece haraç (cizye) vermekle mükellef tu­tulmuşlardı.

Araplar kışı Dimeşk'ta geçirdiler. Fakat Heraklius ordusu­nun, kardeşi Thaodoros'un idaresinde yaklaşması üzerine H. 15 (636) baharında şehri yeniden tahliye etmek mecburiyetinde kal­dılar. Bu suretle Yermuk'ta 12 Receb 15 (20 Ağustos 636)'te yapı­lan nihai savaştan sonra Dimeşk ikinci defa olarak muhasara edilmiş ve burada kumandayı Ebu Ubeyde ele almıştır... Ne olur-

sa olsun Zilkade 15 (kanun I. 636) 'te şehir ikinci defa olarak belki daha ağır şartlar altında teslim oldu: Muhtemelen ilk defa olarak o zaman şehirde hıristiyanlara terkedilen kiliselerin sayısı 15 ola­rak tespit edildi. 11551

Hz. Ömer tarafından daha sonra değiştirilmiş olmasına rağmen, Halid b. Velid'in belirlediği Dimeşk halkının ödeyeceği cizye miktarını da burada kısaca zikretmek uygun olacaktır. Belazuri'nin rivayetine göre, her erkekten bir dinar cizye ile müs- lümanlara yiyecek olarak bir cerib buğday, sirke ve zeytin yağı vermek şartıyla bu andlaşma yapılmıştır.552

Halid b. Velid'in başkumandan olup olmadığına bakılmaksı­zın bile, bu şehrin fethindeki onun tesiri ve en aktif rolü oynadığı gayet açık bir şekilde kendisini göstermektedir. Seyfullah'a "Şam Fatihi" unvanını da kazandıran bu fetih ile müslümanlar, yalnızca Bizans'ın, Suriye'nin bu en büyük ve en güzel şehrindeki, ta Roma imparatorluğuna uzanan bin yıllık hakimiyetine son vermemişler, aynı zamanda, Anadolu'da, Filistin'de, Akdeniz adaları ve sahille­rinde, Mısır ve Kuzey Afrika'daki fetihlerini idare edebilecekleri çok mühim bir merkezi ele geçirmişlerdir. Mamafih, Bizans'ın Suriye hakimiyetine nihai darbeyi vurmak için, bir yıl sonra yapı­lacak Yermlik meydan muharebesini beklemek icap etmiştir.

Hıms ve Diğer Bazı Şehirlerin Fethi

Dimeşk gibi Hınıs (Humus) şehri de, Yermuk savaşından önce ve sonra olmak üzere iki defa fethedilmiştir. Hıms'ın fet­hinden sonra da, diğer bazı şehirlerin fethedilmiş olduğunu gö­rüyoruz. Mesela Ba'lbek ve Hıms'ın Yermuk savaşından önce; diğerlerinin ise bu savaştan ve Hıms'ın ikinci fethinden sonra fethedildikleri anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, rivayetlerde açık bir ifade yer almamakta ve ekseriyetinde de tarih zikredil­memektedir. Bu bakımdan biz, Yermlık savaşından önce veya sonra vuku bulmuş olduğuna bakmaksızın, bu şehirlerin fetihle­rini beraberce tespit etmeye çalışacağız.

Diğer taraftan, Hınıs dahil olmak üzere, bütün bu şehirlerin fethi esnasında, Halife Hz. Ömer tarafından başkumandanlıktan alınan Halid b. Velid'in, yerine tayin edilmiş olan Ebu Ubey- de'nin emri altında bulunduğuna bilhassa işaret etmek istiyoruz. Ecnadeyn ve Fihl savaşlarında, Halid b. Velid'in başkumandan olduğu kesindir. Buna mukabil, Dimeşk'ın fethi ile aşağıda ele alacağımız Yermuk savaşında, onun başkumandan olup olmadı­ğı ihtilaflıdır. Dimeşk ile alakalı rivayetleri daha önce gördük; bu husustaki diğer haberleri de, onun Hz. Ömer tarafından azledili- şini ele alırken inceleyeceğiz. Ancak, burada şu hususu açıkça belirtelim ki, Hınıs ve bilhassa bundan sonraki şehirlerin fetihle­ri esnasında, Halid b. Velid'in artık başkumandan olmadığı ke­sindir. Bu husus, kahramanımız Halid b. Velid'in hangi şehirle­rin fethine fiilen iştirak etmiş olduğunun tespit edilmesinde bü­yük bir güçlük meydana getirmektedir. Çünkü, bu şehirlerin fetihleriyle alakalı rivayetlerde, onun adının, hazan açıkça zikre- dildiğini görürken, hazan da yalnızca, emrinde bulunduğu Ebu Ubeyde'nin adı yer almaktadır. Bu bakımdan biz, Ebu Ubey- de'nin bu dönemdeki fetihlerinin hemen hepsinde, Halid b. Ve- lid'in de fiilen savaştığını ve fetihlere katıldığını kabul etmekte­yiz. Ebu Ubeyde, 18 (639) yılında, Amvas veba salgınında Suri­ye'de vefat etti.553 Halid b. Velid ise, ileride ele alacağımız üzere, savaşlarına 17 (638) yılında son verdi. Buna göre onun, bu şehir­lerin fethine iştirak ettiği yıllar, 14-17 tarihleri arasıdır ve bunla­rın başında da, Hınıs şehrinin fethi gelmektedir.

Hıms'ın fethine ait değişik rivayetlere Belazuri'nin eserinde yer verilmiştir. Bunlardan birisi şöyledir:

"Ebu Ubeyde, Dimeşk şehrinin işini bitirince Hıms üzerine yürüdü; Ba'lbek'e uğradı; oranın halkı, eman ve sulh istedi. Ebu Ubeyde, onların canlarının, mallarının ve kiliselerinin emniyette bulunması şartları üzerine kendileriyle andlaştı ve onlara şu ahidnameyi yazdı:

"Rahman ve Rahim olan Allah 'ın adıyla.

"Bu, filan oğlufilanın, Ba'lbek halkından, rum, iranlı ve Arap olanlar için eman vesikasıdır. Onların canları, malları, şehrin içindeki ve dışındaki kiliseleri ve manastırları ve değirmenleri emniyettedir. Rumlar, kendileriyle on beş mil mesafedeki toprak­larda, davarlarını otlatabilirler; ancak, ekilmiş köylere inmeyecek­lerdir; rebi ve cemadiyelula ayları geçtikten sonra istedikleri yerle­re gidebilirler. Onlardan birisi müslüman olursa, müslümanın lehine olan onun da lehine; aleyhine olan onun da aleyhinedir. Tüccarları ise kendileriyle andlaşma yaptığımız memleketlerden istediklerine gidebilirler. Topraklarında kalanlar, cizye ve haraç ödeyeceklerdir.

Allah şahiddir ve Allah 'ın şahidliği kafidir. "554

Görüldüğü üzere Halid b. Velid'in ismi zikredilmeyen bu ri­vayette, tarih verilmeksizin Hıms'dan önce Ba'lbek'in sulh yoluy­la fethedildiği ve yapılan andlaşmanın esaslarının zikredildiğini görüyoruz. Dimeşk şehri 14 yılında fethedildiğine göre, bu fethin de aynı yıl olması gerekir. Verilen eman-namede mühim olan iki noktaya dikkati çekmek gerekiyor. Bunlardan birisi, mer'a mese­lesidir; bahar ayları zikredilmek suretiyle ekili tarlalara hayvanla­rın gönderilmemesi şart koşulmuştur. Diğeri ise, ticaret için

Ba'lbek dışına çıkılmasına, yalnızca andlaşma yapılmış olan memleketler için izin verilmiştir. Bunun dışındaki can, mal ve mabet güvencesi ile, kendi dinlerinde kalacakların cizye ve haraç ödemeleri; ayrıca bir kimsenin müslüman olması halinde, daha önce müslüman olanlarla aynı hak ve mükellefiyetlere sahip olacağının tasrih edilmesi gibi hususlar ise, müslümanların he­men her yerde tatbik ettikleri değişmez temel esaslardır.

Ebu Mıhnef yoluyla nakledilen rivayette ise, doğrudan doğ­ruya Hıms'ın fethi anlatılmaktadır, rivayet şöyledir:

"Ebu Ubeyde b. el-Cerrah, Dimeşk işini tamamladıktan son­ra, Halid b. Velid ile Milhan b. Zeyyar et-Tai'yi önden gönderdi; sonra kendisi de onları takip etti. Hıms'a geldiklerinde, oranın halkı kendileriyle savaştılar; sonra şehre sığındılar; arkasından da eman ve sulh istediler; yüz yetmiş bin dinar karşılığında onunla andlaştılar. '1555

Bu rivayette Hınıs halkının, Halid b. Velid'in öncü birliği kumandanı olduğu İslam ordusuyla savaştıktan sonra mağlup oldukları; sonra da tayin edilen vergiyi (cizye) ödemeyi kabul ettikleri anlaşılmaktadır.

Hıms'ın fethiyle alakalı olmak üzere Belazuri'nin eserine al­dığı Vakıdi'nin rivayeti ise daha değişiktir:

"Müslümanlar Dimeşk şehrinin kapılarının önündeyken, çok sayıda düşman süvarileri geldiler; bunun üzerine müslümanlar- dan bir bölük onlara karşı çıktı ve onlarla Beyt Lehya ile es- Seniyye arasında karşılaştılar; düşman askerleri yenilerek Kara yoluyla Hıms'a doğru kaçmaya başladılar. Müslümanlar onları, Hıms'a varıncaya kadar takip ettiler; oraya varınca, düşman askerlerinin şehirden ayrılıp gittiklerini gördüler. O sırada Hıms- lılar, Heraklius 'un kendilerini bırakıp kaçmasından korkmuşlar ve müslümanların savaşlardaki üstünlüklerini, kahramanlıklarını ve başarılarını öğrenmişlerdi; onlara elleriyle işaret edip eman talebinde bulunduklarını bildirdiler. Müslümanlar da onlara eman verdiler ve ellerini onlardan çektiler. Hımslılar, müslüman- lara yiyecek, hayvanlarına yem çıkardılar. Müslümanlar, el- Üründ (Asi) nehri kenarında durdular. Bu nehir, Antakya 'ya gelir, oranın sahilinden denize dökülür. Müslümanların başında, es-Sımt b. el-Esved el-Kindi bulunuyordu.

Ebu Ubeyde Dimeşk'ın işini tamamladıktan sonra, orada Yezid b. Ebu Süfyan 'ı yerine vekil bıraktı; sonra Ba'lbek yoluyla Hıms'a geldi; Resten kapısına indi. Hıms halkı, canları, malları, şehirlerinin surları, kiliseleri ve değirmenlerinin emniyette bu­lunmaları karşılığında onunla andlaştılar. Ebu Ubeyde, Yuhan- na kilisesinin dörtte birini, cami yapılmak üzere bu şartların dışında bıraktı. Ayrıca orada kalacakların haraç ödemesini de şart koştu.

Bazı ravilerin dediklerine göre, es-Sımt b. el-Esved el-Kindi, Hıms halkıyla andlaştı; Ebu Ubeyde oraya gelince bu andlaşmayı imzaladı. es-Sımt, şehre insinler diye müslümanlar arasında Hıms 'ı belirli parçalara ayırdı; sahipleri tarafından terkedilen veya boş bulunan yerlere müslümanları yerleştirdi.

Bu rivayette, Dimeşk'ın müslümanlar tarafından fethedilme- sine mani olmak isteyen bir Bizans ordusunun takip edilmesin­den sonra Hıms'ın fethedildiği anlatılmakta; ayrıca bu fethi, es- Sımt b. el-Esved'in gerçekleştirdiği ve Ebu Ubeyde'nin daha son­ra Hıms'a geldiği tasrih edilmektedir. Cami olarak kullanılmak üzere Yuhanna kilisesinin bir kısmına el konulması dışında, yapılan andlaşmayla alakalı haberler, yukarıdakilerin hemen hemen aynısıdır.

Taberi'nin eserinde yer alan bir rivayette ise, Ebu Ubeyde b. el-Cerrah'ın 14 yılında, Hanzala b. et-Tufeyl es-Sülemi'yi Hıms'a gönderdiği ve bu şehrin fethinin onun eliyle gerçekleştiği haber verilmiştir.557

Bu haberin ravisi pek anlaşılamamaktadır; rivayet, İbn İs- hak'ın uzun bir rivayetinden sonra, sanki doğrudan Taberi tara­fından nakledilmişe benzemektedir.

Şimdiye kadar ele aldığımız rivayetlerden, Hıms'ın 14 yılın­da birinci defa fethedildiğini anlıyoruz. Ebu Mıhnefin rivayeti dışında, bu fetihte Halid b. Velid'in ismi zikredilmemektedir. Ancak Suriye umumi valisi ve İslam ordusunun başkumandanı olan Ebu Ubeyde'nin Hıms'a gittiği anlaşılmaktadır; Halid b. Velid'in de onunla birlikte bulunduğunda ise şüphe yoktur. Aşa­ğıda ele alacağımız rivayetlerde, Ba'lbek ile Hıms'ın yanında, fethedilmiş olan diğer şehirlere ait haberler bulunmaktadır. Bu haberler arasında, Hıms'ın ikinci defa fethedildiğini gösteren rivayetler yanında, Halid b. Velid'in adının daha çok zikredildi- ğine şahid olmaktayız.

Hınıs yanında, fethedilen diğer şehirlere de işaret eden deği­şik bir rivayet de şöyledir:

"Ebu Ubeyde b. el-Cerrah Dimeşk'ı fethedince, Yezid b. Ebu Süfyan'ı Dimeşk'a, Amr b. el-As'ı Filistin 'e, Şürahbil'i Ürdün 'e vekil bıraktı; Hıms 'a geldi ve oranın halkıyla, Ba '[bek andlaşma- sına benzer bir şekilde andlaşma yaptı. Sonra Hıms'a, Ubade b. es-Samit el-Ensari'yi vekil bıraktı. Daha sonra Hama'ya yürüdü. Hama halkı ona itaat etti; o da, kendileriyle, başları için cizye, toprakları için de haraç ödemeleri şartıyla andlaşma yaptı. Bun­dan sonra Şeyzer'e gitti; oranın halkı, yanlarında tef çalanlarla birlikte itaat ettiklerini gösterir hareketler yaparak onu karşıladıZar ve Hama halkının kabul ettiği şartların aynısına razı oldular. Ebu Ubeyde'nin süvarileri, ez-Zerra'a ve el-Kastal'a ulaştılar. Ebu Ubeyde, Ma'arratu'n-Nu'man'a uğradı; buranın halkı, onun önünde tef çalıp oynadılar. Ebu Ubeyde, daha sonra Famiye'ye geldi; oranın halkı da aynı şekilde hareket ettiler; cizye ve haraç ödemeyi kabul ettiler. Böylece Hıms'ın işi tamamlandı; Hıms ile Kınnesrin, aynı şeydir. .. " Rivayetin devamında Hıms'ın; Filistin, Dimeşk ve Ürdün gibi bir cünd, yani ordugah şehir olduğu ifade edilmekte; arkasından da Kınnesrin ve ilçelerinin bu şehre tabi olduğu zikredilınektedir.558

Görüldüğü üzere bu rivayette, bizzat Ebu Ubeyde'nin, başta Hınıs olmak üzere, Hama, Şeyzer, Zerra'a, el-Kastal, Ma'arratu'n- Nu'man, Famiyye ve Kınnesrin'i fethettiği anlatılmaktadır. Halid b. Velid, bir vazife ile başka bir yere gönderilmediğinde, daima Ebu Ubeyde ile beraber bu fetihlerde hazır bulunmuştur. Hıms'dan sonraki bu fetihler, Ebu Ubeyde'nin Yermuk savaşın­dan sonraki faaliyetlerine delalet etmektedir. Burada dikkatimizi çeken bir diğer husus da, ilk fetihten sonra, es-Sımt b. el-Esved'in adı Hınıs valisi olarak zikredilirken, ikinci fetihten sonra Ubade b. es-Samit'in adı geçmektedir. Bu husus, Hıms'ın ikinci fethine delalet etmektedir.559

Yermllk savaşı dolayısıyla müslümanların Hınıs şehrini bı­rakmak mecburiyetinde kaldıklarını ve şehrin ilk fethinin 14 yılında, ikinci fethinin ise 15 yılında olduğunu gösteren; ayrıca ikinci fetih esnasında, Hınıs ve Kınnesrin fetihlerine Halid b.

Velid'in aktif bir şekilde iştirak ettiğini bildiren iki ayrı rivayet bulunmaktadır. Bunlardan ilki şöyledir:

"Müslümanlar, Heraklius'un kendilerine karşı asker topladı­ğını ve bir ordunun Yermuk üzerine yürümekte olduğunu öğren­diklerinde, Hıms halkından daha önce almış oldukları cizye vergi­sini iade ettiler ve kendilerine şunları söylediler:

"Bu savaş dolayısıyla meşgul olduğumuzdan, sizlere yardım edemeyeceğiz ve sizleri koruyamayacağız; emniyetiniz kendinize aittir. "

"Müslümanların bu sözlerine karşı Hıms halkı şunları söyledi:

"Sizlerin idaresi ve adaleti, daha önce içinde bulunduğumuz zulüm ve zorbalıktan, bizim için daha iyidir. Bizler, Heraklius'un ordusunu, valinizle birlikte şehirden kovacağız!" Oradaki yahudi- ler de ayağa kalktılar ve:

"Tevrat üzerine yemin ederiz ki, Heraklius'un kumandanı, bizi mağlup ve yok etmeden Hıms şehrine giremeyecektir!" dediler; sonra da şehrin kapısını kapadılar ve orayı muhafaza ettiler.

"Müslümanlarla andlaşma yapmış olan diğer şehirlerin hıris- tiyanları ve yahudileri de aynı şekilde hareket ettiler ve kendi kendilerine şöyle dediler:

"Eğer Rumlar (Bizans) ve onlara bağlı olanlar, müslümanla- ra üstün gelirlerse, bizler daha önceki (kötü) halimize döneriz; yoksa biz, müslümanlardan bir kişi de kalsa, onlara verdiğimiz söze bağlı kalacağız. "

"Allah, kafirleri hezimete uğratıp müslümanları üstün getir­diğinde, bu insanlar şehirlerinin kapılarını açtılar; davul ve zur­naları çıkarıp oynadılar ve cizye vergisini ödediler. Ebu Ubeyde, Kınnesrin ve Antakya ordugahına gitti ve buraları fethetti."560

Yermllk savaşından sonra Ebu Ubeyde'nin Hıms'a tekrar geldiğini haber veren ikinci rivayet de şöyledir:

"Ebu Ubeyde b. el-Cerrah, Yermuk toprağındaki işlerini bi­tirdikten sonra Hıms'a geldi ve oranın işini bitirdi. Sonra, öncü kuvvetinin başında Halid b. Velid olduğu halde, Kınnesrin'e var­dı. Şehir halkı onunla savaştı; sonra kalelerine sığınmaya ve barış istemeye mecbur oldular. Ebu Ubeyde, Hıms andlaşmasına benzer şekilde, onlarla andlaştı. Böylece müslümanlar, bu şehrin toprak­larını ele geçirdiler. .. '1561

Bu iki rivayetten, 15 yılı Recep ayında vuku bulan Y ermuk meydan muharebesi dolayısıyla, müslümanların, Dimeşk ve Hınıs gibi fethetmiş oldukları şehirleri, savaşa gitmek üzere ter- ketmek mecburiyetinde kaldıkları; sonra da tekrar ele geçirdikle­ri anlaşılmaktadır. İlk rivayette yer alan Hınıs halkının sözleri, ilk İslam fetihleri esnasında müslümanların, gayr-i müslimlere nasıl davrandıklarını, idare ettikleri insanların onları nasıl takdir ettiklerini gösteren, tarihi ve unutulması mümkün olmayan ifa­delerdir. Aynı dinden olmalarına rağmen, daha önceki Bizans idaresinden nefret ettiklerini de gösteren hıristiyan Hınıs halkı­nın bu anlayışı, İslam fetihlerinin; beşer tarihinin görüp geçirdiği birçok istila hareketinin aksine, saman alevi gibi gelip geçici ol­madığının; tam tersi, asırlarca ve hfila devam edebilmesinin ger­çek sebebini ortaya koymaktadır. İslam prensiplerine bağlı kalan müslümanların, başka din mensuplarınca bu şekilde takdir edilmesi, aynı zamanda, bu yeni ve son dinin, insanlar tarafın­dan kolayca benimsenmesi ve kütleler halinde ihtida hareketle­rinin başlaması sırrını da açıklamaktadır.

Hıms'ın bu ikinci fethi esnasında, Ebu Ubeyde'nin başku­mandan olduğu ve Halid b. V elid'in de, onun emrinde, bu fetih hareketlerinde, diğer müslüman askerler gibi savaştığı anlaşıl­maktadır. Bu husus, başkumandanlıktan azledildikten sonra da Halid b. Velid'in ilay-ı kelimetullah için cihada ve savaşa devam ettiğini göstermektedir. O, Ebu Ubeyde'nin emrinde bulunmak­tan da huzursuz ve rahatsız değildir; kendisini daima takdir et­miş ve bilhassa onun, Hz. Peygamber nezdindeki itibarını hiç unutmamıştır. İmam Buhari'nin rivayet ettiği aşağıdaki hadis-i şerif, onun Ebu Ubeyde Hazretleriyle münasebetinin hangi sevi­yede olduğunu açıkça göstermektedir:

Dimeşk şehrinin muhasarası esnasında, Halid b. Velid'in or­dusunda bulunan Cabir'in anlattığına göre, Ebu Ubeyde Halid'e:

-   İnsanlara namazı kıldır; sen buna layıksın; çünkü bana yardım için geldin, dedi. Onun bu teklifi üzerine Halid b. Velid:

-  Kendisi hakkında Rasulullah'ın (salla'llâhü aleyhi ve sellem), "Her ümmetin bir emini vardır; bu ümmetin emini ise Ebu Ubeyde'dir" buyurduğu bir insanın önüne geçip de namaz kıldırmam! diye cevap verdi.562

Dimeşk'ın fethi esnasında, ister başkumandan olsun ister olmasın, Halid b. Velid Hazretlerinin Ebu Ubeyde Hazretlerine bu cevabı, gerçekten büyük bir zerafet örneğidir. Aynı şekilde Ebu Ubeyde de, hem bu teklifi ile hem de Ecnadeyn'den itibaren yapılan savaşlarda, asker ve kumandan olarak Halid b. Velid'in kabiliyetini, deha ve üstünlüğünü takdir, görüşlerine daima iti­bar etmiştir. Bu fetihler esnasında onu yanından ayırmamış; öncü birlikleri kumandanı olarak kendisinden faydalanmıştır. Yermllk muharebesinde de onun tayin ve tespit ettiği strateji uygulanmıştır.

Hınıs ve Kınnesrin'in bir cünd olduğuna yukarıda işaret et­miştik. Burada, Seyf b. Ömer'in bir rivayeti üzerinde durmak istiyoruz. Hz. Ömer' in Halid b. Velid'i azlediş sebebi üzerinde dururken de belki yeniden ele almaya mecbur olacağımız bu rivayete göre, Ebu Ubeyde Hınıs valisi; Halid b. Velid ise ona bağlı olarak Kınnesrin valisidir.563 Ebu Ubeyde'nin valiliği üze­rinde duracak değiliz; Halid'in Kınnesrin valisi olduğunu diğer rivayetlerle teyid edemedik. Ancak, Halid b. Velid'in Kın- nesrin'in fethine iştirak etmesi veya doğrudan doğruya Ebu Ubeyde tarafından vazifelendirilmiş olması, onun aynı zamanda vali olduğunu da ifade edebilir.

Hınıs ile alakalı olmak üzere sözlerimizi, Halid b. Velid'in ahir ömrünü burada geçirmiş olduğunu; orada vefat ettiğini ve kabri­nin de orada bulunduğunu hatırlatarak tamamlamak istiyoruz.

Ebu Ubeyde, Kınnesrin'den sonra önce Haleb'i sonra da An­takya'yı fethetmiştir, Haleb üzerine es-Sımt b. el-Esved'i; Antak­ya üzerine de 1 yad b. Ganm'ı öncü birliği kumandanı olarak vazifelendirdiğinden dolayı, bu şehirlerin fetihlerine daha fazla yer vermek istemiyoruz.564

Maraş

Belazuri'nin eserinde yer alan bir rivayete göre, Suriye'deki fetihlerine devam eden Ebu Ubeyde Hazretleri, Menbic'de bu­lunduğu sırada, Halid b. Velid'i Maraş'a gönderdi. Şehrin kalesi­ni muhasara eden Halid b. Velid, halkın kaleyi terketmesi şartıy­la şehri fethetti; sonra da kaleyi yıktırdı.565 Hiç şüphe yok ki bu şehrin fethi, Yermlık savaşından sonra Antakya'yı terkederek

istanbul'a dönmek mecburiyetinde kalan Bizans imparatoru Heraklius'un, bu bölgelerde kalan askeri üslerine müteveccih sindirme ve fethedilen yerlerin çevresini emniyete alma hareka­tının tabii bir neticesiydi. Bu hedefleri gerçekleştirebilecek en iyi kumandan da, hiç şüphe yok ki Seyfullah Halid b. Velid idi.

Halid b. Velid Hazretlerinin el-Cezire bölgesinin fetihle­rine iştirak etmiş olduğuna dair de bazı rivayetlerin kaynak­larda yer aldığını görüyoruz. Belazuri, bu rivayetlerden ikisine eserinde yer vermiş; her ikisini de Vakıdi rivayet etmiştir. An­cak bu rivayetleri nakleden Vakıdi, arkasından da, her ikisinin de doğru olmadığını açıkça tasrih etmiştir. Bu rivayetlerden birincisi şöyledir:

"Jyad b. Ganm konusunda işittiklerimi şöylece tespit ediyo­rum (Vakıdi). Ebu Ubeyde, Amvas vebasında 18 yılında öldü ve lyad'ı yerine bıraktı. Bundan sonra Ömer'in onu Hıms, Kınnesrin ve el-Cezireye vali tayin ettiğini bildiren mektubu geldi. Bunun üzerine lyad, 18 yılı Şaban ayının ortasında Perşembe günü, beş bin kişiyle el-Cezireye gitti. Öncü kuvvetlerine Meysere b. Mesruk el-Absi, sağ kanadına Said b. Amir b. Hızyem el-Cumahi, sol kanadına Safvan b. Muattal es-Sülemi kumanda ediyordu. Halid b. Velid de sol kanadındaydı. "

Vakıdi sözlerine şöyle devam etmektedir:

"Bir başka rivayete göre, Halid, Ebu Ubeyde'den sonra, başka kimsenin bayrağı altında savaşmadı; 21 yılında vefat edinceye kadar Hıms'da kaldı; mallarını Ömer'e vasiyet etti. Bazıları da onun Medine'de öldüğünü iddia ederler. En doğrusu onun Hıms'ta öldüğüdür. '1566

Bu rivayeti nakleden Vakıdi'nin de açıkça beyan ettiği üzere Halid b. Velid, hem Ebu Ubeyde'den sonra başka bir başkuman-

danın emrinde savaşmamıştır, hem de el-Cezire fetihlerine işti­rak etmemiştir. Rivayette yer alan vefat tarihi ve yeri üzerinde ileride bilgi verilecektir.

Vakıdi'nin ikinci rivayeti de şöyledir:

"Bazı kimselerin rivayet ettiklerine göre Halid b. Velid, el- Cezire'nin bazı yerlerini Ömer adına idare etti. Ancak o, Amid veya bir başka yerde, hamamda içinde şarap bulunan bir şeyi süründü­ğünden dolayı Ömer onu azletti. Fakat bu haber doğru değildir. '567

Vakıdi'nin bu rivayeti üzerinde durmadan önce, benzer bir haberi de ele almak gerekiyor. Yakubi'nin eserindeki bu haber şöyledir:

"Ömer, Halid b. Velid'i, Ruha (Urfa) Harran, Tell-Muzin ve Amid'e vali tayin etti. Halid orada bir sene kaldıktan sonra istifa etti; Ömer de onun istifasını kabul etti. Halid Medine'ye geldi; orada birkaç gün kaldıktan sonra Medine'de vefat etti. Buna mu­kabil Vakıdi şunları söyledi: Halid b. Velid Hıms'ta vefat etti ve Ömer'i vasi tayin etti. Onun vefat haberi kendisine ulaşınca, Haf- sa (Hz. Ömer'in kızı ve Hz. Peygamberin hanımı) ve Ömer'in ailesinin diğerfertleri ağlaştılar; onların ağlaması Ömer'e çok tesir etti ve şöyle dedi: Onların Ebu Süleyman için ağlamaları doğru­dur. Ömer, kendisi de onun vefatı dolayısıyla üzüntüsünü izhar etti. " 568 Yakubi bu haberini, hicretin 23 yılı hadiseleri arasında zikretmiştir.

Görüldüğü üzere hem Belazuri ve hem de Yakubi, Halid b. Velid'in el-Cezire'de bulunduğuna dair rivayetleri eserlerine alırlarken, her ikisi de Vakıdi'nin bu rivayetleri kabul etmediğini zikretmek zaruretini duymuşlardır. Vakıdi, Belazuri'nin eserinde yer alan rivayette, Halid b. Velid'in el-Cezire'de bulunmadığını, onun azli için gösterilen, bize göre de uydurma olan hamamda şaraplı bir madde ile vücudunu oğdurduğuna dair haberi red­detmek suretiyle açıklamaktadır.

Yakubi'nin eserindeki rivayette ise Vakıdi, bu defa, Halid b. Velid'in Medine'de değil de Hıms'ta vefat etmiş olduğunu gerek­çe göstererek, onun el-Cezire'de bulunmadığını ve oradan Me­dine'ye dönmediğini ifade etmektedir. Esasen Yakubi, 23 yılı hadiselerini anlatırken bu rivayete yer vermektedir. Halbuki Halid b. Velid'in 21 yılında vefat ettiği hemen hemen kesindir. 23 yılı, Hz. Ömer'in şehid edildiği tarihtir. Bu bakımdan da bu rivayetin doğru olmadığını görüyoruz.

Bize göre bütün bu rivayetlerin ortaya çıkmasında, Seyf b. Ömer­'in veya onun istinad ettiği ravilerin dahli vardır ve Halid b. Velid Hazretlerinin el-Cezire fetihlerine iştirak ettiği doğru değildir.5 9

YERMÜK MEYDAN MUHAREBESİ

Bizans imparatoru Heraklius, Ecnadeyn meydan muharebe­sinden sonra, Hıms'dan Antakya'ya çekilmek mecburiyetinde kalmıştı. İslam orduları ise kuzeye doğru ilerlemeye devam etti­ler, önce Fihl'i, sonra da Dimeşk'ı fethettiler. Müslümanlar, bu fetihler sırasında, şehirlerde bulunan Bizans birlikleri ile yerli halkın teşkil ettiği mukavemet güçleriyle karşılaşıyorlardı. Bu arada Heraklius, Dimeşk'ın muhasarasından önce ve sonra, bazı birlikleri de müslümanların üzerine gönderiyordu. Taberi'nin, oldukça geniş bir şekilde anlattığı ve 15 yılı başında cereyan etti­ğini haber verdiği Mercu'r-Rum savaşı bunlardan birisidir. Bu savaş ile Heraklius'un, Hıms'ın fethine mani olmayı düşündüğü anlaşılmaktadır. Ayrıca bu savaşın, doğrudan doğruya Fihl'den Hıms'a doğru hareket eden Ebu Ubeyde ile Halid b. Velid'in kumandaları altında, sanki Dimeşk şehrine uğramadan cereyan ettiği de görülmektedir. Mercu'r-Rum savaşına ait Taberi'nin senedsiz rivayeti özetle şöyledir:

Ebu Ubeyde, Halid b. Velid ile birlikte, Fihl'den Hıms'a doğ­ru ilerledi; kendilerine yermuk'tan ayrılanlar da iltihak etti;570 hep birlikte Zu'l-Kela'a uğradılar. Heraklius onların ilerlemekte olduklarını haber alınca, Patrik Theodor'u (Tuzara) onların üze­rine gönderdi; Theodor, Mercu Dimeşk'a ve şehrin batısına ka­dar ilerledi ve ordugahını kurdu. Ebu Ubeyde de Mercu'r-Rum'a gelip askerleriyle orada ordugahını kurdu. Ebu Ubeyde'nin bu­raya geldiği aynı günde, Bizans ordusuna yardım etmek ve Hınıs halkını desteklemek üzere Şenes adlı yeni bir Bizans komutanı geldi; onun emrinde de, Theodor'un emrindeki kadar süvari vardı. Bu iki ayrı Bizans ordusu, ayrı ayrı yerlerde ordugah kur­du; meydanı Thfodor'un atları doldurmuştu. Ebu Ubeyde, Şe- nes'in birlikleri karşısında; Halid b. Velid ise Theodor'un birlik­leri karşısında yer aldılar.

İki ordunun bu şekilde savaş meydanında yer almasından sonra, Halid b. Velid, Theodor'un Dimeşk üzerine hareket etti­ğini öğrendi. Bunun üzerine Halid, Ebu Ubeyde ile anlaştıktan sonra, savaş meydanından ayrılarak Thfodor'u takip etmeye başladı. Yezid b. Ebu Süfyan da Theodor'un üzerine gelmekte olduğunu öğrenmiş ve Dimeşk şehrinden ayrılarak onu karşıla­maya çıkmıştı. Yezid ile Theodor'un askerleri çarpışmaya başla­dıktan sonra Halid de onlara yetişti ve Bizans ordusuna arkadan saldırmaya başladı. Böylece Bizans ordusu, iki taraftan gelen saldırıların sonucunda hezimete uğradı ve çok azı hariç, düşman

askerlerinin hepsi öldürüldü. Müslümanlar, düşman askerlerin­den pekçok ganimet ele geçirdiler; Yezid ve Halid'in askerleri arasında taksim ettiler. Yezid Dimeşk'a, Halid b. Velid ise Ebu Ubeyde'nin yanına döndüler.

Ebu Ubeyde de Mercu'r-Rum'da, Şenes'in emrindeki Bizans ordusuyla çarpıştı ve onları hezimete uğrattı; Şenes dahil birçok düşman askeri öldürüldü; kaçanları ise Hıms'a kadar takip etti.571

İşte Halid b. Velid'in Irak'tan Suriye'ye gelişi üzerinden he­nüz iki yıl bile geçmeden, müslümanların birbirini takip eden bu büyük ve gerçekten herkesi şaşırtan askeri muvaffakiyetleri, He- raklius'un yeni ve daha büyük bir ordu ile onların üzerine yürü­meyi kararlaştırmasına sebep olmuştur. Cahiliye çağında, gani­met elde etmek maksadıyla Araplar'ın yaptıkları vur-kaç şeklin­deki baskınlara hiç de benzemeyen müslümanların bu yeni fetih hamleleri, Bizans imparatorunun huzurunu iyice kaçırmış; bir­kaç yıl önce Sasani'lere karşı büyük bir zafer elde ederek Suriye ve Filistin'de yeniden tesis ettiği hakimiyetinin artık temelden sarsıldığını idrak etmeye başlamıştı. Ona göre, artık son ve nihai teşebbüse girişmenin zamanı gelmişti. Hatta bu hususta Belazuri, müslümanlarla savaşmaya karar veren Heraklius'un, askerleri galip gelirse ne ala; yoksa Diyar-ı Rum'a yani Anadolu'ya çekil­meyi ve İstanbul'da oturmayı kararlaştırmış olduğunu haber vermektedir.572

Bu maksatla Heraklius, her imkanını kullanarak büyük bir or­du hazırlamaya Antakya'da başladı. O, Kuda'a ve Gassan hıristiyan Arap kabileleri yanında, ermenilerden de birçok asker topladı. Ordusunun kumandanlığına en yakın adamlarından Sakalar'ı getirdi; on iki bin kişilik ermeni kuvvetlerinin başına Cerece'yi; yine on iki bin kişilik hıristiyan Araplar'ın başına da Cebele b. el-Eyhem el-Gassani'yi tayin etti. Belazuri, Heraklius'un bu hıristiyan Arap- lar'ın teşkil ettikleri orduyu, öncü birliğine tayin etmiş olduğunu bildirir. İbn İshak'ın rivayetine göre, yüz bin kişilik bu Bizans or­dusunun geri kalanı ise rum askerlerinden müteşekkildi.573

Bizans ordusu, Antakya'dan, Ürdün'ün doğusuna açılan yermuk vadisine doğru hareket etti.

Müslümanlar, Heraklius'un böyle büyük bir orduyu Üzerle­rine gönderdiğini öğrendiklerinde, yukarıda Hıms'ın fethini ele alırken de gördüğümüz gibi fethettikleri yerleri bırakarak Yermuk'ta toplanmaya karar verdiler. Bu arada, cizyelerini öde­miş olan gayr-i müslimleri, bu savaş dolayısıyla artık himaye edemeyeceklerini anladıklarından, toplanan vergileri kendilerine iade etmeyi de ihmal etmediler.574

İbn İshak'ın rivayetine göre, Ebu Ubeyde'nin kumandası al­tındaki yirmi dört bin kişilik İslam ordusu, Yermlık'ta toplandı­lar. Belazuri, Ebu Ubeyde'nin, Habib b. Mesleme el-Fihri'yi öncü birliğinin başına getirdiğini zikreder.

Yermuk'teki büyük meydan muharebesi, 12 Recep 15/20 Ağustos 636 tarihinde cereyan etti. Bizans ordusunda, savaş es­nasında firarın önlenmesi için bazı askerlerin birbirlerine zincir­le bağlandıkları zikredilmiştir.

Yermuk meydan muharebesi gibi sonuçları itibariyle ger­çekten çok büyük bir savaşın kaynaklardaki ciddi rivayetlerde çok az yer aldığını görmek bizi şaşırtmaktadır. Bu büyük mey­dan muharebesinde, müslümanların başkumandanının kim olduğunun; İbn İshak ve Belazuri'nin rivayetlerinde, adeta do­laylı olarak zikredildiğini görmüş bulunuyoruz. Kahramanımız Halid b. Velid'in ismi ise henüz hiç geçmemiştir. Bu iki müellifin rivayetlerinde, daha sonra da geçmemektedir. Belazuri gibi ger­çekten büyük bir tarihçi, Yermlık muharebesini, bir başlık altın­da eserine almış olmasına rağmen, bir hıristiyan Arap olan ve Bizans ordusunda bulunan Cebele b. el-Eyhem hakkında verdiği bilgileri, kahramanımız Halid b. Velid'den adeta esirgemiştir. Taberi ise, Seyf b. Ömer'in rivayetlerinde fani olmuş; eserine aldığı İbn İshak'ın rivayeti ise, gerçekten çok muhtasar ve Halid b. Velid'e karşı da çok cimricedir. Belazuri ve Taberi, Vakıdi'nin bu savaşla alakalı rivayetlerine ise hemen hiç yer vermemişlerdir.

Buna mukabil, bizim hiç kullanmadığımız ve kullanılmasını da doğru bulmadığımız Vakıdi'ye nisbet edilen ve fakat gerçekte onun olmayan Fütuhu'ş-Şam kitabı gibi, el-Ezdi'nin Fütuhu 'ş- Şam 'ı ile İbn A'sem el-Kufi'nin Ki tabu 'l-Fütuh'unda ise, durum çok farklıdır. Maalesef halk için hikayeleştirilmiş rivayetlerle dolu olan bu iki eski kaynakta, hem Yermuk muharebesi hem de Halid b. Velid'in bu savaştaki büyük mevkii gayet geniş bir tarz­da bize intikal ettirilmiştir. Biz bu noktada, bu iki kaynakta yer alan ve Halid b. Velid'in bu savaştaki rolünü gösteren bir kaç noktaya işaret etmek mecburiyetindeyiz.

Bu iki kaynakta da Yermuk muharebesinin başkumandanı Ebu Ubeyde olarak gösterilmekle birlikte; savaşın gerçek kahra­manı, Halid b. Velid olarak anlatılmaktadır. Bu rivayetlerden birkaçına işaret etmek istiyoruz.

Müslüman Araplar'ın daha önce bilmedikleri bir savaş ni­zamını, bu muharebede ilk defa Halid b. Velid tatbik etmiştir. Çok sayıdaki Bizans ordusunun savaş nizamını gören Halid b. Velid, benzeri bir nizamı uygulamaya koymuş; askerleri küçük birliklere (keradis) ayırarak, ordunun bir arada bulunması tehli­kesini izale etmiştir. O bu görüşünü, savaştan önce kumandan­larla yapılan toplantıda ortaya atmış; düşman askerlerinin bölük­lere ayrılmış olduğunu; İslam ordusunun da aynı şekilde savaş nizamına sokulması gerektiğini belirtmiş ve bu görüşünü kabul ettirdikten sonra da gerekli düzenlemeyi yapmıştır.

Birlik kumandanlarının tayininde söz sahibi olmuş; ordu­nun savaş nizamına sokulması sırasında, Ebu Ubeyde'ye, emrin­de iki yüz veya üç yüz askerle Said b. Zeyd'in ordusunun arka tarafında destek ve emniyeti sağlamak üzere beklemesini teklif etmiş; Ebu Ubeyde tarafından kabul edilen bu görüş uygulamaya konulmak suretiyle ordunun ihtiyat birliği ihtiyacı giderilmiştir.

Başında bulunduğu süvari birliğinin ikiye ayrılması suretiy­le, çok sayıdaki düşman askerlerine karşı değişik bir strateji takip edilmesi gerektiğini keşfetmiş ve bu görüşünü Ebu Ubeyde'ye kabul ettirmiştir. İkiye ayırdığı süvari birliğinin birinin başında kendisi kalmış; diğerlerinin başına da Kays b. Hübeyre'yi getir­miştir. Sonra da bu iki süvari birliğinden birisini, ordunun sağ cenahında diğerini de sol cenahında bulunan birliklerin arka tarafına adeta saklı bir şekilde yerleştirmiştir. Muharebenin ge­lişmesine göre de bunların harekete geçmesini sağlayacak tedbir­leri almıştır.

İslam ordusunun teşci ve teşvik edilmesinde vazife almış; yaptığı müessir konuşmalarla askerleri heyecanlandırmıştır.

YermUk meydan muharebesi çok şiddetli bir şekilde başladı. İlk saldırıya başlayan Bizans birlikleri, İslam ordusunun ka­rargahına kadar ilerlemeyi başardı. İslam ordusunda bulunan

Lalını ve Cüzam kabilelerine mensup bazı askerler, savaşın şid­detini ve ciddiyetini görünce kaçmaya ve yakında bulunan köy­lere sığınmaya başladılar. Bu askerler, Yermuk savaşına hazırlık yapıldığı sırada İslam ordusuna katılmışlardı. Onların bu şekilde hareket etmeleri, müslümanları çok zor bir vaziyete düşürmüştü.

İslam ordusunda kadınlar da bulunuyordu. İslam ordusu­nun arka tarafında bir tepe üzerinde bulunan bu kadınların da kılıç kullanmak suretiyle savaşa iştirak etmek mecburiyetinde kaldıkları, hatta bu hususta erkeklerle yarıştıkları haber veril­mektedir. Bu kadınlar arasında, Ümmü Hakim binti'l-Haris ile Muaviye b. Ebu Süfyan'ın annesi Hind bint Utbe'nin adları geç­mektedir. Askerleri savaşa teşvik için Hind,in: "Kılıçlarınızla sünnetsizleri kesiniz!" diye bağırdığı haber verilmektedir.576

Başlarında ilahi okuyan ve haçlarını taşıyan papasları oldu­ğu halde çok şiddetli bir şekilde hücuma geçen bu Bizans asker­lerinin ilerlemesini, buna mukabil müslümanların kaçmaya baş­ladıklarını gören Halid b. Velid, ordunun arkasındaki tepede bulunan bu kadınlara:

"Ey müslümanların kadınları! Mağlup olup size doğru kaçan her adamı öldürünüz!" diyerek gerekli tedbirleri almaya çalışmış; bu arada, savaşın kaderini değiştirecek olan süvarilerinin hücu­ma geçecekleri vakti, savaşın nabzını elinde tutarak kollamaya devam etmiştir.

Bizanslı askerlerin bu ilk başarılı saldırılarını karşılamaya muvaffak olan müslümanlar, başta Halid b. Velid ve onun süva­rilerinin, düşman askerlerinin üzerine atılmalarından ve çok şiddetli ve kanlı bir savaştan sonra zafere ulaşmışlardır.

Halid b. Velid, bu büyük muharebedeki kahramanlığı, as­keri kabiliyet ve dehası sayesinde, Bizans ordusunun bozulup

dağılmasını sağlamış; "Seyfullah"ın yanına, bir de "Suriye Fatihi" unvanı almayı haketmiştir. Böylece o, yalnızca müslümanların sayıp sevdikleri büyük bir kahraman olmakla kalmamış, gerçek­ten "Allah'ın Kılıcı" olduğuna inanmaya başlamış olan düşman­ları da dahil olmak üzere, bütün dünyanın, her yerde ve her za­man takdir ettiği büyük bir kumandan olmuştur.577

Yermllk muharebesindeki Halid b. Velid'in bu çok aktif rolü dolayısıyladır ki De Goeje, belki de haklı olarak, onun bu savaşta başkumandan olduğunda ısrar eder; kendisinin, bu savaştan sonra Dimeşk'ın ikinci defa fethi esnasında, Hz. Ömer tarafın­dan başkumandanlıktan alındığını isbata çalışır.578

İbn İshak, Heraklius'un hezimete uğrayan ordusundan yet­miş bin kişinin öldürüldüğünü, belki biraz mübalağalı da olsa zikrederken, ölüler arasında, Bizans ordusunun başkumandanı ile Heraklius'un onunla birlikte gönderdiği Bahan'ın da bulun­duklarını haber verir. Ayrıca Ebu Ubeyde, kaçan Bizans ordusu­nu takip etmek üzere Iyad b. Ganm'ı vazifelendirdi; o da kendile­rini Malatya'ya kadar takip etti. Şehir halkı ile cizye ödemeleri karşılığında anlaştı, sonra da geri döndü. Bu gelişmeleri öğrenen Heraklius, Malatya'ya asker gönderip şehri yaktırdı. Bu arada Bizanslı askerlerin bir kısmı da, Filistin'e, Antakya'ya, el-Cezire ve İrminiyye'ye kaçtılar.579

Yermuk meydan muharebesinin neticesini öğrenen Herak- lius, 15 yılı Şaban ayında (Eylül 636), Antakya'yı terketmek mecburiyetinde kaldı ve İstanbul'a (Kostantiniyye) döndü. Belazuri, onun Antakya'dan İstanbul'a kaçtığını ifade eder ve sınırı geçince de:

"Ey Suriye! Sana selam olsun! Burası düşman için ne güzel bir ülkedir!" dediğini nakleder, arkasından da onun bu sözleri, Suriye'nin çok fazla otlağı bulunduğu için söylediğini belirtir.

Yermuk meydan muharebesinin sonucunun, Suriye'de ya­şayan gayr-i müslim halk tarafından büyük bir memnuniyetle karşılandığı anlaşılmaktadır. Bu hususta, Belazuri'nin şu rivayeti calib-i dikkattir:

"Allah kafirleri bozguna uğratıp müslümanları üstün getir­diğinde, bu insanlar, şehirlerinin kapılarını açtılar, davul ve zurnalarını çıkarıp oynadılar ve cizyelerini de (müslümanlara) ödediler. 11580

Yermlık meydan muharebesinden sonra, artık Suriye'nin mukadderatı belli oldu; vilayetleri çok kolay bir şekilde İslam'a açıldı. Bu şehirlerin fetihleriyle alakalı gelişmeleri anlatan Belazuri'nin, zaman zaman kullandığı "kolay fetih" (Fethun Yesir)581 ifadesinden de anlaşılacağı üzere İslam orduları artık ciddi bir mukavemetle karşılaşmadı. Müslümanlar, bu zafer ile Suriye'deki Bizans hakimiyetine son verip bölgeyi İslam Devleti hakimiyeti altına aldılar. Böylece Halid b. Velid'in Irak'tan Suri­ye'ye intikali, en başarılı şekilde hedefine ulaştı; müslümanlar, onun Suriye'ye gelmesiyle birlikte, büyük savaşlar yapabilecekle­rini ve dünyaya açılabileceklerini de göstermiş oldular

ALTINCI BÖLÜM

HALİD B. VELİD'İN

BAŞKUMANDANLIKTAN ALINMASI

Halid b. Velid'in Suriye'de gerçekleştirdiği fetihleri ve Bizans ordusuna karşı kazandığı büyük zaferleri ele almış bulunuyoruz. Şimdi onun Suriye'deki İslam orduları başkumandanlığından alınmasını incelemeye başlayacağız. İlay-ı kelimetullah aşkı ile İslam dininin yayılmasına kılıcı ile hizmet eden ve bu hizmeti en iyi şekilde yerine getiren Suriye Ffıtihi'nin Hz. Ömer tarafından bu vazifesinden alınması, üzerinde durulması çok müşkil bir mesele­dir. Bu güçlüğün birçok sebebi vardır; bunların başında da, kay­naklarda yer alan rivayetlerin arzettiği karışıklıklar gelmektedir.

Hz. Ömer tarafından, mesela Sa'd b. Ebu Vakkas, Ebu Musa el-Eş'ari, Muğire b. Şu'be, Ziyad b. Ebu Süyfan gibi birçok meş­hur şahsiyet vazifelerinden alınmıştır. Fakat, onların azilleri hu­susunda fazla bir şey rivayet edilmemiş; yeri gelince, işaret edil­mekle iktifa edilmiştir. Buna mukabil, Halid b. Velid'in azledil­mesi, çok büyütülmüş; bu hususta, birbiriyle alakası olan veya olmayan birçok haber kaynaklarda yer almıştır. Çok sayıdaki bu haberlere rağmen biz, onun niçin ve ne zaman azledildiğini açık bir şekilde öğrenmekte güçlük çekmekteyiz. Bu hususta, İbn İshak'ın iki ayrı rivayetini ele alarak, hem bu tespitimizin ne kadar doğru olduğunu ortaya koymak; hem de pekçok olan riva­yetlerin incelenmesine böylece başlamak istiyoruz. İbn İshak'ın ele alacağımız ilk rivayeti şöyledir:

"İbn İshak, Halid'in durumu ve Ömer'in onu azletmesi husu­sunda, Muhammed b. Humeyd ve Seleme yoluyla nakledilen şu hususları söylemiştir: Ravilerin iddia ettiklerine göre Ömer, Ha- lid'in kendisi hakkında söylemiş olduğu bir sözden dolayı onu azletmiştir. Ömer, Ebu Bekir'in hilafeti zamanından beri ona dargın bulunuyor; o devirdeki bütün işlerini, Malik b. Nüveyre 'yi öldürmesini, savaşlarda yaptıklarını beğenmiyordu. Ömer halife olur olmaz, onu azletti ve kendisi hakkında: 'O, benim hilafetim sırasında hiçbir vazifede bulunmayacaktır', dedi ve Ebu Ubey- de'ye şu mektubu yazdı:

"Eğer Halid kendisini yalanlarsa, eskisi gibi kumandandır; eğer kendisini yalanlamazsa onun yerine sen kumandan olacaksın. Başından sarığını çıkart ve malını ikiye bölüp yarısına el koy!"

"Ebu Ubeyde, halifenin bu emrini Halid'e haber verdi; bunun üzerine o, bu durumu kız kardeşiyle istişare etmek üzere Ebu Ubeyde'den izin istedi. Yeni vali onun bu arzusunu kabul edince Halid, o sırada Haris b. Hişam ile evli olan kız kardeşi Fatıma 'nın yanına gitti ve bu meseleyi ona anlattı. Fatıma ona: Vallahi Ömer seni hiç sevmez! O, yalnızca senin kendini yalanlamanı istiyor; sonra seni yine azledecektirf' dedi. Halid, kız kardeşinin başını öptü ve kendisine: Vallahi doğru söyledin!' dedi ve kendisini ya­lanlamayı reddetti. Bunun üzerine Ebu Bekir'in azadlısı Bilal, Ebu Ubeyde'nin yanına geldi ve ona: 'Halid hakkında sana ne emredildi?' diye sordu. O da: 'başından sarığını çıkarmam ve ma­lını ikiye taksim etmem bana emredildi' diye cevap verdi. Sonra da, ayağındaki bir çift ayakkabıya varıncaya kadar onun malla­rını ikiye ayırdı; arkasından pabucunun da taksim edilmesi gerek­tiğini söyleyince Halid: Tabii, istediğini yap, ben müminlerin emi- rine karşı gelecek değilim' diye cevap verdi. Bunun üzerine Ebu Ubeyde, onun pabucunun tekini aldı; diğer tekini ise ona bıraktı. Halid azledilince, Ömer'in yanına gitti. "582

Taberi bu rivayetten sonra, Hz. Ömer'in Halid'i Medine'de nasıl hesaba çektiğine dair yine İbn İshak'ın şu rivayetini de ese­rine almıştır:

"Ömer, Halid'in yanına uğradığında: Ey Halid! Allah malı­nı sakladığın yerden çıkart!' derdi; Halid de ona: Vallahi bende mal yoktur' diye cevap verirdi. Halife bu sözleri ona sık sık söyle­yince Halid kendisine şöyle dedi: 'Ey Müminlerin Emiri! Senin iktidarın esnasında benim sahip olduğum malın kıymeti 40 bin dirhemdir!' Halid'in bu sözü üzerine Hz. Ömer: 'ben senin mal­larını 40 bin dirheme aldım' dedi; ona bu parayı verdi. Halid de bunu aldı. Halid'in elinde, yalnızca silahları ve köleleri vardı; bunların değeri hesap edildi ve 80 bin dirhem olduğu görüldü. Ömer bu parayı ikiye taksim etti; ona 40 bin dirhem verdi; mal­ları kendisi aldı. Bazıları ona: 'Ey Müminlerin Emiri! Halid'in mallarını versen iyi olur!' dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer: 'Hayır! Vallahi ben müslümanların taciriyim; bu malları ona asla vermeyeceğim!' dedi. Bu yaptığından sonra Ömer'in Halid hususunda rahatladığı görülüyordu. "583

Halid b. Velid'in başkumandanlıktan azil tarihi ve sebebi hakkındaki İbn İshak'ın bu rivayetini, birçok sebepten dolayı doğru kabul etmeye imkan yoktur. Halid'in Hz. Ömer hakkında söylemiş olduğu iddia edilen bir sözün, bu azlin sebebi olduğu ileri sürülmektedir. Ancak bu sözün, ne olduğu belirtilmemekte­dir. Ayrıca Hz. Ömer ile Hz. Halid'in, Hz. Ebu Bekir'in hilafeti zamanından beri birbirine dargın olduklarına temas edilen riva­yette, Malik b. Nüveyre'nin haksız bir şekilde öldürülmüş olma­sına işaret edilmekte; bu arada Hz. Ömer'in, onun savaşlardaki bazı hareketlerini beğenmediğine dikkat çekilmektedir. Diğer taraftan, Hz. Ömer'in halife olur olmaz Halid'i azlettiği tasrih

edilmekte; "o, benim halifeliğim esnasında hiçbir memuriyette bulunmayacaktır" şeklinde bir ifadesine yer verilmektedir. Hz Ömer'in Ebu Ubeyde'ye yazdığı mektupta ise, Halid'in kendini yalanlaması istenmekte; ancak bu hususun ne ile alakalı olduğu­na işaret edilmemektedir. Halid'in kız kardeşine danışması ile de meseleye farklı bir şekil verilmektedir. Mallarına el konulması da gayet tuhaf bir şekilde anlatılmaktadır.

Bu rivayette üzerinde durulması gereken esas mesele ise, Halid'in azledildikten sonra Medine'ye döndüğünün iddia edil­mesidir. Halbuki biz, Halid'in Ecnadeyn muharebesinden sonra, bozulan düşman ordularını takip ettiğini yukarıda görmüş bulu­nuyoruz. Hz. Ebu Bekir'in vefatı ve Hz. Ömer'in hilafet makamı­na geçtiği haberleri, bu ve diğer bazı rivayetlerin iddiasına göre, aynı zamanda, 13 yılı Recep ayında Suriye'ye ulaşmıştır. Mesela Medaini'nin bu husustaki rivayetinde, Hz. Ebu Bekir'in vefat haberi, Recep ayında Yakusa savaşı esnasında Suriye'ye ulaştı. Tabii bu rivayette, adı geçen savaşın 13 yılında vuku bulduğu da iddia edilmektedir. Biz, bu rivayetlerin doğru olmadığını yukarı­da Ecnadeyn savaşını ele alırken değerlendirip belirtmiştik. 584 Halid b. Velid, Ecnadeyn savaşından sonra, Suriye'deki savaşla­rına devam ve kaçan düşman askerlerini takip etmiştir. Bu ba­kımdan İbn İshak'ın bu rivayeti doğru değildir. Nitekim İbnü'l- Esir, ravisini zikretmeksizin Taberi'nin eserinden özetleyerek aldığı bu rivayetin sonunda, "... Halid'in Şam 'da (Suriye'de) müs­lümanlarla birlikte kaldığı da söylenmiştir ve doğru olan da bu- dur... " diyerek İbn İshak'ın bu rivayetini haklı olarak tenkit et­mekte ve Halid b. Velid'in, Hz. Ömer halife olur olmaz azledildi- gi ve Medine'ye gittiği iddiasını kabul etmemektedir.585

Diğer taraftan, bu hususta aynı ravinin bir diğer haberi de bizi teyid etmekte ve Hz. Ömer'in halife olur olmaz Halid'i az­letmiş olduğu haberinin doğru olmadığını açıkça ortaya çıkar­maktadır. Esasen Halid b. Velid'in Hz. Ömer halife olur olmaz azledilmesi, onun yalnızca Ecnadeyn muharebesi için Suriye'ye gelmiş olması gibi bir neticeye müncer olacağından dolayı da doğru değildir. Onun bir tek savaş için Irak'tan Suriye'ye gelmiş olduğunu kabul etmek imkansızdır. İbn İshak'ın üzerinde dur­mak istediğimiz ikinci rivayeti aynen şöyledir:

"Müslümanlar Ecnadeyn savaşından sonra, Ürdün toprağın­da bulunan Fihl üzerine yürüdüler, kaçan rum askerleri orada toplanmışlardı. Müslümanlar ise başlarında kumandanları, önle­rinde Halid olduğu halde oraya geldiler. .. " Rivayetin devamında, yukarıda ele aldığımız Fihl savaşından sonraki gelişmeler de şöylece anlatılmaktadır:

"...Kaçan Rum askerleri Dimeşk'a çekildiler... Müslümanlar Dimeşk üzerine yürüdüler; başlarında Halid bulunuyordu ... O sıra­larda Ömer, Halid'i azletti ve Ebu Ubeydeyi askerlerin tamamına kumandan tayin etti. Müslümanlarla Rumlar, Dimeşk şehri çevre­sinde karşılaştılar ve çok şiddetli bir şekilde savaştılar. Sonunda Allah, Rumlar'ı bozguna uğrattı.. " Rivayetin devamında, Rum- lar'ın Dimeşk şehrine sığındıkları; şehrin fethedilmesine kadar orada kaldıkları, sonunda da cizye ödemek şartı ile teslim oldukla­rı anlatıldıktan sonra, Halid'in azli hakında şu bilgilerin anlatıldı­ğını görüyoruz: "Ömer'in Halid'i azlettiğini kendisini kumandan tayin ettiğini bildiren mektubu Ebu Ubeyde'ye daha önce gelmiş olmasına rağmen, Ebu Ubeyde bu mektubu Halid'e okumaktan utandı; şehrin fethini bekledi; sulh, Halid'in adına yapıldı ve and- laşma onun ismine yazıldı.. Bundan sonra Ebu Ubeyde, kendisinin kumandanlığını ve Halid'in azledildiğini ilan etti. '1586

İbn İshak'ın bu rivayetinde, gayet açık bir şekilde, Halid b. Velid'in düşman askerlerini takip ettiği; Fihl savaşının Hz. Ömer'in hilafetinden altı ay sonra 13 yılı Zilkade ayında (Ocak 635) vuku bulduğu ve bu savaşta onun başkumandan olduğu haber verilmektedir. Fihl savaşından sonra Halid'in Dimeşk üze­rine yürüdüğü ve şehri musahara ettiği anlatılmakta; Halid'in azil tarihini tespit bakımından bizim için daha mühim olan tara­fı ise, bu muhasara esnasında, Hz. Ömer'in Halid'i başkuman­danlıktan azledip yerine Ebu Ubeyde'yi tayin ettiğini bildiren emrinin yeni valiye bu sırada ulaşması; onun da şehrin fethi sonuna kadar, halifenin bu emrini açıklamaktan utandığının tasrih edilmesidir. Dimeşk şehrinin ilk fethi, 14 yılı Recep (Eylül 635) ayındadır, yani Hz. Ömer'in halife olmasından on üç ay sonradır. İkinci fethi ise, 15 yılı Recep ayında vuku bulan Yermûk savaşını müteakiptir.

Netice itibariyle İbn İshak'ın bu rivayeti, daha önceki riva­yette yer alan birçok hususu, bunlar arasında Hz. Ömer'in halife olur olmaz Halid'in azledildiğini; hilafeti esnasında ona hiç vazi­fe vermeyeceğini; Malik b. Nüveyre'nin haksız bir şekilde öldü­rüldüğü ittihamını;587 savaşlardaki bazı davranışlarını beğenme­diğini ifade eden onun azli ile ilgili bütün gerekçelerin hepsini cerhetmekte; bunların tamamının uydurma olduğunu ortaya koymaktadır.

Esasen Hz. Ömer'in halife olur olmaz Halid'i azlettiğine dair bu rivayet ile ileride göreceğimiz 17 yılındaki azline ait diğer rivayetlerde hep benzer tafsilatın yer alması da, bu ilk azil rivaye­tinin doğru olmadığını göstermektedir. Diğer taraftan Wellhau- sen, Halid b. Velid'in azli ile, Hz. Ömer' in sebep olduğu Halid b. Said b. el-As'ın azlinin karıştırılmış olabileceğini bir ihtimal ola­rak ileri sürmekte ve onun daha sonra, yani Dimeşk şehrinin fethi esnasında azledildiğini kabul etmektedir.588

İbn İshak'ın ilk rivayetinde yer alan azil sebeplerini, aynı ravinin diğer bir haberine istinad ederek reddetmiş bulunuyo­ruz. Bu arada, İbn İshak'ın ikinci rivayetinde, Halid'in başku­mandanlıktan azlediliş sebebi hakkında herhangi bir hususun zikredilmediğini görüyoruz. Kaynaklarda yer alan ve bizim kabul etmediğimiz bazı azil sebeplerine de, yeri gelmişken burada kısa­ca temas etmek istiyoruz.

Çok yaygın olmamakla birlikte, eş-Şa'bi'nin bir rivayeti, Hz. Ömer'in Halid'i başkumandanlıktan azil sebebi olarak gösteril­mektedir. Buna göre, yaşdaş olan Ömer ile Halid, çocuklukların­da güreşe tutuşurlar. Halid, rakibini kaldırıp yere atar, onu yen­diği gibi bacağını da kırar. Bu hadise, onların arasındaki düş­manlığın sebebi olur ve Hz. Ömer halife olunca onu azleder.589

Bedir gazvesinden sonra Kureyşli müşrik esirlerin, hem de en yakın akrabaları tarafından öldürülmelerini Hz. Peygam- ber'den ısrarla isteyen Hz. Ömer'in, çocukluğundaki bu hadise­nin intikamını alacak kadar küçülebileceğini tasavvur bile etmek abesle iştigaldir. Onun Halid'i azletmesinin, ona karşı hissettiği böyle bir şahsi antipatiden ileri gelebileceğini düşünmek bile gülünç bir şeydir, insanın böyle bir şeye inanması mümkün de­ğildir. Bu şekildeki basit sebepler karşısında Hz. Ömer, kendisini aşmış bir yücelikte ve büyüklükte idi. Onun böyle bir sebepten dolayı Halid'i azletmesi doğru değildir ve tamamen uydurmadır.

Halid b. Velid'in azli ile alakalı olmak üzere anlatılan diğer bir hikaye ise, onun Amid'de hamamda yıkanırken vücudunu şaraplı bir madde ile ovdurduğuna dair rivayettir.

Biz bu rivayetin doğru olmadığını, Halid'in el-Cezire fetihle­rine iştirak etmediğini yukarıda gördük. Vakıdi tarafından da kabul edilmeyen bu rivayetin üzerinde bile durmak gereksizdir. Ancak Halid'in azli dolayısıyla bazı kaynaklarda zikredildiğinden ele almaya mecbur olduk.

Diğer taraftan, bu hikaye ile alakalı olmak üzere bir noktaya dikkat etmek gerekir. Şöyle ki, uydurma olmakla birlikte bu ha­dise, Suriye başkumandanlığına tayin edilmiş olan Ebu Ubeyde Hazretlerinin 18 yılında Amevas veba salgınında vefat etmesin­den sonra vuku bulmuştur. Yani bu hikaye, Halid b. Velid'in başkumandanlıktan alınması hakkında değil, daha sonraki azli ile ilgili olarak nakledilmiştir. Çünkü bu rivayetin iddiasına göre o sırada Halid, Iyad b. Ganm'ın emri altında bulunuyordu.590

Bu hikaye, değişik bir şekilde Seyf b. Ömer tarafından da ri­vayet edilmiş ve Taberi'nin eserinde de yer almıştır. Ancak Seyfin rivayetinde, Hz. Ömer Halid'in hamamda şaraplı bir madde ile vücudunu ovdurduğunu öğrenince, kendisine bir mektup yazmış; Allah'ın şarabı içmekten menettiği gibi kulla­nılmasını da yasakladığını ve sirke haline getirilmeden şaraba dokunulmasının da Allah tarafından yasaklandığını hatırlatmış, bir daha böyle yapmamasını tenbih etmiştir. Halid halifeye ver­diği cevapta, maddenin şaraplık hususiyetinin sona erdikten sonra kullanıldığını ve bunun su gibi birşey haline geldiğini yazmıştır. Onun bu cevabı üzerine Hz. Ömer, Muğire ailesinin katı kalblilik belasına uğradıklarını söyleyen ve Allah'ın bu hal­deyken onların ruhunu almamasını temenni eden bir mektup daha yazmıştır.591

Seyfin bu rivayetinde, hikayenin Halid'in azli ile alakasına hiç işaret edilmemesine mukabil, İbnü'l-Esir, Taberi'nin eserin­den aldığı bu rivayeti, "Halid b. Velid'in Görevden Alınması" başlığı altında vermek suretiyle, onun 17 yılındaki ikinci azlinin sebepleri arasına bunu da idhal etmiştir.592

Hz. Ömer'in Halid b. Velid'i başkumandanlıktan azledişinin sebebi olarak değişik bir haberi, başta Ebu Yusuf olmak üzere bazı müelliflerin rivayet ettiklerine şahid oluyoruz. Buna göre, Hz. Ömer halife olunca kumandan Halid'i Şam'daki kumandan­lığından azletti; yerine Ebu Ubeyde'yi kumandan tayin etti. Bu­nun üzerine Halid kalktı, insanlara hitaben konuştu; Allah'a hamd ve sena ettikten sonra:

"Müminlerin emiri beni Şam 'a vali ve kumandan tayin etti. Ben orayı yağ ve bal haline getirince, yani ülkeyi fethedip asayişi temin edince, beni azletti ve başkasını bana tercih etti ... " der de­mez, dinleyicilerden birisi aya kalkarak:

-    Ey Emir! Sabırlı ol; bu birfitnedir, dedi. Bu söz üzerine Halid:

-    Ömer b. Hattab sağ olduğu müddetçe fitne yoktur, olamaz

diye cevap verdi.

Halid'in bu konuşmasını öğrenen Hz. Ömer:

-   Halid bilmelidir ki, İslam 'a yardım eden, müslümanları muzaffer eyleyen Halid değil, Allah 'tır; onu, bunu bilmesi için azlettim, dedi.593

Bize göre Halid b. Velid'in Hz. Ömer tarafından azledilişi- nin yorumu mahiyetindeki bu ifadeler, diğer bazı kaynaklarda da farklı şekillerde yer almıştır. Mesela Belazuri, bu rivayeti şu şe­kilde nakletmektedir:

Hz. Ömer halife olunca: "Vallahi Halid'i ve Müsenna'yı az­ledeceğim; ta ki o ikisi, dinine yardım edenin Allah olduğunu, yoksa o ikisi olmadığını bilsinler!" dedi; sonra da onları azletti.594

Benzer iki ayrı rivayetin, Seyf tarafından da rivayet edildiği­ni görüyoruz. Bu rivayetlerden ilki şöyledir:

"Ömer, memleketin her tarafına mektuplar yazıp şu hususu ilan etti: Ben Halid'i, ona kızdığımdan veya ihanetinden dolayı azletmiş değilim. Fakat insanlar, onun yüzünden fitneye duçar oldular; ben onların Halid'e güvenmelerinden ve onun yüzünden hesaba çekile­ceklerinden korktum. İstedim ki onlar, her şeyi yapanın Allah oldu­ğunu bilsinler ve böylece fitneye maruz kalmasınlar!"595

Seyfin ikinci rivayeti ise Kınnesrin fethi ile alakalıdır. Ebu Ubeyde, Hıms'ın fethinden sonra Halid'i Kınnesrin üzerine gön­dermişti. Halid büyük bir zafer kazanmış ve şehri fethetmişti. Bu neticeyi öğrenen Halife Hz. Ömer:

-   Halid nefsine hakim olmuştur! Allah Ebu Bekir'e rahmet ey­lesin, o, insanları benden daha iyi tanıyordu, dedi. Ö sıralarda Hz. Ömer Halid'i ve Müsenna'yı azletmiş bulunuyordu. Yukarı­daki sözlerinden sonra konuşmasına şöyle devam etti:

-   Ben o ikisini, başka bir korkudan dolayı azletmiş değilim; fakat insanlar o ikisini çok büyüttüler; ben de onların her şeyi o ikisinin yaptığına inanmalarından korktum! dedi. 596

Bu iki rivayette de, Hz. Ömer'in Halid'i azlediş sebebi olarak, insanların onun güç ve kuvvetini, savaşlardaki kahramanlığını büyütmelerinin ortaya çıkardığı fitneden bahsedilmektedir. İlk rivayette, yalnızca Halid'in adının zikredilmesine mukabil; ikinci rivayette, onunla birlikte Müsenna'nın da adı geçmekte ve ikisi­nin de aynı sebepten azledilmiş olduklarına işaret edilmektedir.

İlk rivayette, Hz. Ömer'in Halid'i niçin vazifesinden aldığını, yazdığı mektuplarla çeşitli bölgelere bildirdiği zikredilirken, ikinci rivayette, böyle bir mektuptan bahsedilmemektedir.

Diğer taraftan Hz. Ömer, Suriye başkumandanlığından az­lettiği Halid b. Velid'in, Ebu Ubeyde'nin emri altında Kınnesrin'i fethetmesinden dolayı çok memnun olduğunu ve onu "Halid nefsine hakim oldu" diyerek medhettiğini görüyoruz. Bu husus, Halid b. Velid'in başkumandanlıktan ayrıldıktan sonra da, Allah yolunda cihada devam ettiğini göstermesi yanında, Halife Hz. Ömer'in de onu takdir ettiğini ortaya koymaktadır.

Nitekim İbn Sa'd'ın eserine aldığı Vakıdi'nin bir rivayetinde, Halid'in Suriye'deki kumandanlardan birisi olduğu, yani başku­mandan olmadığı zikredildikten sonra, onun Suriye'de gerçek­leştirdiği fetihlere işaret edilmekte; arkasından da Hz. Ebu Bekir vefat edince ve Hz. Ömer halife olunca onun vazifesinden azle- dildiği ve Ebu Ubeyde'nin emri altında, askerleriyle birlikte ölünceye kadar savaşmaya devam ettiği haber verilmektedir. Vakıdi'nin bu rivayetinde, Halid'in azil tarihi ve sebebi zikredil- memiştir.

Biz İbn İshak'ın yukarıda da ele aldığımız ikinci rivayetini esas alarak,598 Yermılk muharebesinden sonra (Recep 15), Di- meşk şehrinin ikinci fethi esnasında, Hz. Ömer'in Ebu Ubeyde b. el-Cerrah'ı Suriye vali ve başkumandanı tayin etmesi üzerine Halid b. Velid'in başkumandanlıktan alınmış olduğunu ve Hali- fe'nin bu kararının şehrin fethinden sonra ilan edilerek yürürlü­ğe konulduğunu kabul ediyoruz. Nitekim İbn Kesir, Halid b. Velid'in azil emrinin Dimeşk muhasarası esnasında geldiği meş­hurdur diyerek ulaştığımız bu neticeyi teyid etmektedir.599 Ancak bu noktada biz, bir hususa dikkat çekmek istiyoruz. Şöyle ki, Halid'in Dimeşk fethi esnasında azledildiğini haber veren riva­yetlerde kastedilen husus, 14 yılındaki birinci Dimeşk fethidir. Nitekim İbnü'l-Esir, bunun 14 yılında vuku bulmuş olduğunu açık bir şekilde tasrih etmektedir.600 Ancak biz, bir taraftan Halid b. v elid'in yermuk muharebesinde başkumandanlık vazifesini deruhte etmesini; diğer taraftan Vakıdi'nin, Dimeşk şehrinin fethinden sonra yapılan andlaşmayı Halid'in 15 yılında imza etmiş olduğunu bildiren haberini601 göz önüne alıyoruz.

Diğer taraftan, bir başka gelişme de bu hususta bizi teyid etmektedir; Hz. Ömer, Yermlık muharebesinden sonra, Irak cephesinde bulunan Sa'd b. Ebu Vakkas'ın yardım talebini karşı­lamak üzere, Halid b. Velid ile Irak'tan Suriye'ye gelen bin kadar askerin Suriye'den Irak'a gönderilmesini Ebu Ubeyde'ye emret­miştir. İşte Halife Hz. Ömer'in bu emri ile Halid'in azil emrinin aynı anda Suriye'ye ulaştığını düşünüyoruz. O sırada müslüman- lar, Yermuk muharebesini kazanmışlar ve Dimeşk şehrini yeniden fethetmeye çalışıyorlardı. Kumandanlıktan azledilen Halid b. Velid Irak'a gitmemiş; yardım birliği Kays b. Mekşuh el- Muradi komutasında, Suriye'den Irak'a gitmiştir.602 İbn İshak'ın rivayetinde, Dimeşk şehrinin iki defa fethedildiğine işaret edil­memektedir. Buna mukabil, şehrin birinci fethinin altı ay devam etmiş olduğunu yukarıda görmüştük. Halid'in azil emrinin fetih­ten sonra ilan edildiğini zikrederken ravi, Ebu Ubeyde'nin Hali- fe'nin emrini altı ay beklettiğine hiçbir işarette bulunmaması da, bu azil emrinin ikinci Dimeşk fethi sırasında gelmiş olduğunu düşünmemize imkan vermistir.

Bu noktada, Halid b. Velid'in azil tarihine ışık tutan değişik bir rivayete daha sahip bulunmaktayız. Fesevi'nin eserinde yer alan bu rivayete göre, Şam'ın (Suriye) fethi tamamlanınca Halife Hz. Ömer, Halid b. Velid'in Hind ülkesine yani Basra'ya gitme­sini emretmişti. Halife'nin bu kararı üzerine Halid:

- Ben bu emri iyi karşılamamıştım; bir adam bana: "Ey Ebu Süleyman! Allah 'tan kork; fitne çıkmıştır" dedi. Bunun üzerine ben de kendisine:

-Hayır! Ömer sağ olduğu müddetçe bu mümkün değildir, dedim. 03

Bu rivayet ile yukarıdakini birleştirmek mümkündür ve Hz. Ömer'in Halid'i azletmesi değil Irak'a geri göndermesi söz konu­sudur ve tabii olarak da onun yerine bir başkası tayin edilecektir. Bundan dolayı İbn İshak, rivayetinde azil için herhangi bir sebep zikretmemiştir.

Diğer taraftan, Halife'nin Halid'in Suriye'den Irak'a gitmesi emri, Suriye'nin fethinden, bir başka ifade ile, bu bölgenin müs­lümanların eline geçmesinden sonra verilmiştir. Bu husus, tespit ettiğimiz diğer rivayetlere uygun düşmektedir.

Bu arada, Buhari'nin rivayet ettiği bir habere göre, Hz. Ömer Cabiye'ye gelince Halid b. Velid'i azletmiş ve Ebu Ubeyde b. el-Cerrah'ı kumandan tayin etmiştir.604 Halife'nin Cabiye'ye ne zaman ve kaç defa gittiği çok ihtilaflı bir konudur. Ancak onun, 15 yılından önce Suriye'ye gittiği hiç rivayet edilmemiştir.605

Hz. Ömer'in Ebu Ubeyde'yi Suriye'ye yeni vali ve başkuman­dan tayin etmesinin iki mühim sebebi olduğunu düşünüyoruz. Birincisi, Halife'nin haklı ve geçerli sebeplere dayanarak, kendisi­ne son derece güvendiği ve itimad ettiği; hatta halife seçiminde aday gösterdiği, aşere-i mübeşşere'den bir şahsiyetin, başkasının emri altında bulunmasını doğru bulmamasıdır. İkincisi ise, Ecnadeyn ve Yermlık gibi iki büyük meydan muharebesinin ka­zanılması ve Suriye'deki birçok şehrin fethedilmesi ve oradaki Bizans hakimiyetine son verilmesi üzerine, müslümanların oraya yerleşmesini, yapılan andlaşmaların takbik edilmesini, en mühi­mi de yerli gayr-i müslim halka İslam'ın öğretilmesini sağlayacak bir insana duyulan ihtiyaçtır. Hiç şüphe yok ki, böyle bir zaman­da, Halid b. Velid gibi bir kumandandan daha çok, Ebu Ubeyde gibi bir şahsiyetin hizmet yapması daha uygun olacaktı. Hz. Ömer onu vali ve kumandan tayin etti. Halife'nin bu. kararında, Halid'in azli değil, Ebu Ubeyde'nin tayini ön plandadır. Bu ba­kımdan İbn İshak'ın rivayetinde, onun azli için herhangi bir se­bep zikredilmemiş; Hz. Ömer'in bu icraatı tabii karşılanmıştır.

Ulaştığımız bu netice, Halid b. Velid'in Irak'tan Suriye'ye in­tikali esnasında, başkumandan olarak tayin edilip edilmediği hakkındaki, yukarıda geniş bir şekilde ele aldığımız üç ayrı habe­re de uygun düşmektedir. Böylece biz, Hz. Ömer'in 15 yılında, Ebu Ubeyde'yi Suriye'ye vali tayin etmesi üzerine Halid b. Velid'i azletmesini tabii bir gelişme olarak kabul ediyoruz; buna muka­bil, Halife'nin ona karşı herhangi bir sebepten dolayı hissetttiği şahsi bir antipatiden dolayı azletmiş olduğunu ise reddediyoruz.

Halid ile Ebu Ubeyde'nin münasebetlerine ışık tutacak olan Buhari'nin bir rivayetini burada ele almak istiyoruz. Dimeşk şehrinin muhasarası sırasında Halid b. Velid'in ordusunda bulu­nan Cabir'in anlattığına göre Ebu Ubeyde, Halid'e:

-  İnsanlara namaz kıldır; sen buna layıksın; çünkü bana yar­dım etmek için geldin, dedi. Onun bu teklifi üzerine Halid b. Velid:

-  Kendisi hakkında Rasulullah 'ın (salla'llâhü aleyhi ve sellem): "Her ümmetin bir emini vardır; bu ümmetin emini ise Ebu Ubeyde'dir " buyurduğu bir insanın önüne geçip de namaz kıldıramam, demiştir.606

Halid b. Velid, 15 yılında başkumandanlıktan ayrıldıktan sonra, yeni vali ve başkumandan Ebu Ubeyde'nin emri altında, Wellhausen'in haklı bir şekilde belirttiği üzere "askeri teşebbüsle­rin ruhu olarak" kalmaya devam etti; bazı fetihlere katıldığı gibi Ebu Ubeyde'nin müsteşarlığını da yaptı.607

Halid b. Velid'in daha sonraki faaliyetleriyle alakalı olmak üzere iki ayrı haber ile karşı karşıya bulunmaktayız. Bu rivayet­lerden birisine göre Halid, 18 yılındaki Amevas vebasında vefat etmesine kadar Ebu Ubeyde'nin emri altında fetih faaliyetlerine devam etmiştir. Onun vefatından sonra da, başka birisinin emri altında savaşmamış ve 21 yılındaki vefatına kadar, Hıms'ta haya­tını geçirmiştir.608

Diğer haberde ise, Hz. Ömer onu, 17 yılında, ordudaki bü­tün vazifelerinden azletmiş; o da hayatının sonuna kadar, Hıms'ta yaşamıştır.609 Halid b. Velid'in ikinci defa azledilmesi meselesi üzerinde de burada kısaca durmak istiyoruz. Esasen bu bölümde, onun azli hakkındaki hemen bütün rivayetlere yukarı­da temas ettik; bunların bir kısmının, onun başkumandanlıktan alınmasıyla; diğer bir kısmının ise, şimdi ele alacağımız ikinci defaki azli ile ilgili olduğunu; ancak bu rivayetlerin çeşitli sebep­lerle doğru olmadıklarını göstermiş bulunuyoruz. Şimdi ele ala­cağımız haberler ise, onun bu ikinci azli hususundadır.

Halife Hz. Ömer, vali ve kumandanları başta olmak üzere kendisine vazife verdiği herkesi murakabe ve kontrol ederdi; onların yaptığı işlerin hepsini bilir ve yakından takip ederdi. O, amillerinin bilhassa mali hususlarda çok dikkat etmelerini ister, kendisinden habersiz ve emri dışında tasarrufta bulunmalarına rıza göstermezdi. Ayrıca O, çok mütevazi bir hayat yaşar, amille­rinin de kendisi gibi olmalarını isterdi. Hak ve adalete pek düş­kündü; her şeyde Hakkın rızasını gözetir, müslümanların masla­hat ve menfaatini göz önüne alırdı.

Halid b. Velid ise farklı bir şahsiyete sahipti. Kumandan ola­rak kendisinin bazı hürriyet ve tercih haklarının olduğuna ina­nır, savaşlarda kendi görüşüne göre hareket etmeyi uygun bulur, halifenin emirlerini beklemeyi gerekli görmeden önüne çıkan

 doğru olmadıklarını göstermiştik. Burada tekrar bu konuya temas edilmeyecektir.

imkan ve fırsatları değerlendirir ve kendi başına karar verip uy­gulardı. Dinin hududlarına bağlı kalmak şartı ile nimet ve refah içerisinde yaşamayı da severdi. Ayrıca bir asker ve kumandan olarak çok sert ve şiddetli bir şahsiyete sahipti. Kendisinin de­vamlı hedefi, düşmanına karşı galebe çalmak ve zafere ulaşmaktı. O, bu hedefine ulaşmak için her vesileyi meşru sayardı.

Halife ile ordu kumandanının bu farklı şahsiyetleri, zaman zaman çatışıyordu. Benzer gelişmeler, Hz. Ebu Bekir zamanında da yaşanmıştı. Halid, savaşta elde edilen ganimetleri, kendi iste­diği gibi dağıtıyordu. Bu hususta Hz. Ömer, Halife Hz. Ebu Be­kir'i ikaz ederdi. Yine bir gün ona şunları söyledi:

-  Halid'e yaz da, yalnızca senin emrinle mal versin! Halife bu hususu Halid'e yazdı; o da kendisine şu cevabı verdi:

-  Ya beni işimle haşhaşa bırakırsın; ya da işte işin, kendin bilirsin!

Halid b. Velid'in bu şekildeki sert ve kesin cevabı üzerine Hz. Ömer, onu azletmesini Halife'ye tavsiye etti. Hz. Ebu Bekir ona:

-   Peki, Halid'in yaptıklarını kim yapacak? diye sorunca Hz. Ömer, onun vazifesini kendisinin yapabileceğini belirterek sava­şa gitmek üzere hazırlıklara başladı. Bu gelişmeleri öğrenen bazı sahabiler, Halife Hz. Ebu Bekir'e gelip kendisinin Ömer'e ihtiyacı olduğunu; Halid'in de savaşmak için ona kafi geldiğini söylediler ve bu kararından vazgeçmesini istediler. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir, Ömer'i göndermekten ve Halid'i de azletmekten vazgeçti.

Hz. Ömer kendisi halife olunca Halid'e bir mektup yazdı ve ona, emri olmaksızın ne bir deveyi, ne de bir koyunu kimseye vermemesini istedi. Halid, ona da tıpkı Hz. Ebu Bekir'e yazdığı gibi cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer:

-   Hz. Ebu Bekir'e tavsiye ettiğim şeyi eğer kendim yerine ge­tirmezsem Allah 'ı tasdik etmiş olmam, dedi ve Halid'i azletti.

Yukarıdaki haberi rivayet eden Malik b. Enes, sonradan Hz. Ömer'in Halid'i vazifeye davet ettiğini; Halid'in ise serbest bir şekilde hareket etmesini şart koştuğunu; Ömer'in de bunu kabul etmediğini ilave eder.  

Hz. Ömer, Cabiye'de halka hitap ederken muhtelif meselelere temas etmiş; bu arada Halid'in azli konusunda da şunları söylemiştir:

-   Halid b. Velid'in azli hususunda sizlerden özür dilerim; ben kendisine, bu malları fakir Muhacirler için saklamasını emretmiş­tim; halbuki o, zengin, şerefli ve güzel söz söyleyenlere verdi; ben de kendisini azlettim ve Ebu Ubeydeyi emir tayin ettim.

Hz. Ömer'in bu sözlerini dinleyenler arasında yer alan Ebu Ömer b. Hafs b. el-Muğire ayağa kalkıp şunları söyledi:

-   Vallahi Ey Ömer! Böyle söylemekle sen özür dilemiş olma­dın; Rasulullah'ın (salla'llâhü aleyhi ve sellem) kumandan tayin etmiş olduğu bir genci azlettin; Rasulullah'ın (salla'llâhü aleyhi ve sellem) çektiği bir kılıcı kınına koydun; Rasulullah 'ın (salla'llâhü aleyhi ve sellem) diktiği bir sancağı indirdin; ayrıca akrabalık bağını da kopardın ve amcanın oğlunu kıskandın!

Onun bu sözleri üzerine Hz. Ömer şunları söyledi:

-   Sen, onun çok yakın bir akrabası oluyorsun; ayrıca yaşın çok genç olduğu için de amcanın oğluna kızıyorsunf611

Vakıdi'nin bir rivayetine göre Hz. Ömer, Kuba mescidinde namaz kılan hacıların Hıms'tan geldiklerini öğrenince yanlarına gitti; memleketlerinden haberler sordu. Hınıslılar, Halid b. Ve- lid'in vefat ettiğini haber verdiler. Bunun üzerine Hz. Ömer, onu medheden sözler söyledi. Kendisini dinleyenler arasında yer alan Hz. Ali:

-   Öyle ise onu niçin azlettin? diye sordu. Hz. Ömer bu soruya cevaben:

-   Şan ve şeref sahibi, güzel konuşan kimselere çok mal dağıt­masından dolayı, dedi.612

Yukarıya aldığımız rivayetlerden anlaşıldığına göre, Hz. Ömer, ele geçirdiği ganimet mallarından bir kısmını, şan ve şeref sahibi, güzel konuşan kimselere verdiğinden dolayı Halid b. Ve- lid'i 17/638 yılında azletmiştir. Seyf b. Ömer'in rivayetine göre, Halid'in fazlaca para verdiği bu kimse, Eş'as b. Kays el-Kindi'dir. Halid ona, on bin dirhem ihsan etmiştir.613 Diğer kaynaklarda, Eş'as'ın ismi ve para miktarı zikredilmemektedir.

Hz. Ömer'in amillerini nasıl teftiş ettiğini de gösteren iki ay­rı rivayeti daha burada zikretmek ve Halife ile Halid'in arasında geçen para ile alakalı hususları ve azlini böylece tamamlamak istiyoruz.

Hz. Ömer Suriye'ye gidince, Bilfil-i Habeşi ile birlikte, ora­daki amillerin evlerine ayrı ayrı giderek mal ve varlıklarını göz­den geçirmiştir. O, önce Ebu Ubeyde'nin evine gitti; orayı kont­rol ettikten sonra, Bilal ile birlikte Halid b. Velid'in evine geldi. Bilfil kapıyı vurup yanındakiyle birlikte içeriye girmek için izin istedi; o da izin verdi. Halife Hz. Ömer ile Bilfil onun evine girdi­ler, o sırada Halid, oku ile meşgul oluyordu. Ömer orada bir sandık gördü ve içinde para olduğunu zannetti; gidip sandığı açınca demirden zırhları gördü; sonra da oradan çıkıp Amr b. el- As'ın evine gittiler.614

Diğer rivayette ise, yine Hz. Ömer ile Bilal'in teftiş maksa­dıyla Halid'in evine gittikleri anlatılmaktadır. Hz. Ömer onun evine girer ve para olup olmadığını araştırır, ancak bir gazinin ihtiyacı olan silahlardan başka birşey bulamaz. Bu şekildeki tefti­şe çok kızan Halid b. Velid:

- Bak! Allah'a yemin ediyorum ki, eğer Allah'a ve İslam 'a iman etmemiş olsaydım, benden sonra başka bir adamın evini teftiş edemezdin! dedi.615

Halid b. Velid azledildikten sonra Medine'ye geldi; umre yapmak üzere Mekke'ye de gitti, sonra Hıms'a döndü ve hayatı­nın geri kalan kısmını orada geçirdi.616

VEFATI

Halid b. Velid'in H. 17 yılındaki azlinden sonraki hayatı hakkında hemen hiçbir bilgiye rastlanmamaktadır. Meşhur olan rivayetlere göre, 21/642 yılında, Suriye'de Hınıs şehrine bir mil uzaklıktaki bir köyde vefat etti. Bugün de kabri orada bulunmak­tadır ve türbesinin yanında bir de cami vardır. Timurlenk onun kabrini ziyaret etmiştir.617

Belazuri, onun 20/641 yılında, Hıms'ta vefat etmiş olduğunu da rivayet eder.618 Bazı rivayetlerde, onun 23/644 yılında vefat ettiği de zikredilir. Ancak kabul edilen tarih, 21/642 yılıdır.

Halid b. Velid vefat etmeden önce Hz. Ömer'i kendisine vasi tayin etti. At, silah ve kölesinden başka geriye birşey bırakmadı. Onun Medine'deki evini Eyylıb b. Seleme satın aldı.

Cenazesini yıkayanlar, vücudunun birçok yerinde yara izine rastlamışlardır.

Halid b. Velid'in Medine'de vefat ettiğini ileri sürenler de olmuştur. Buhari'nin rivayet ettiği bir hadis dolayısıyla bu görüş ileri sürülmüştür. Buna göre Hz. Ömer, Halid b. Velid'in vefatı üzerine, Beni Muğire kadınlarının ağlamasına mani olmadığı haber verilmiştir. Bu hususta Buhari'nin ta'likan rivayet ettiğine göre, Halid b. Velid vefat edince Beni Muğire kadınları toplanıp ağlamaya başlamışlardı. Orada bulunanlar Hz. Ömer'e:

-   Bir haber gönderseniz de şu kadınları ağlamaktan men et­seniz, demişlerdi. Ömer de onlara:

-    O kadınları bırakınız, varsın Ebu Süleyman'a ağlasınlar. Başlarına toprak dökmedikçe, avaz avaz bağırışıp çağrışmadıkça yalnızca göz yaşı dökmek bu kadınlar aleyhinde bir hüküm ifade etmez, demiştir.

Bu hadisten Halid b. Velid'in Medine'de vefat etmiş olduğu anlaşılmaz. Nitekim Kamil Miras, bu hadisi tercüme ve şerh ettikten sonra, "Şu halde hadiste bildirilen Beni Muğire kadınla­rının ağlama hadisesi ve Hz. Ömer'in bunları ağlamaktan men etmemesi Hıms'tan Halid b. Velid'in vefatı haberi Medine'ye gel­mesi üzerine vaki olmuştur, diyeceğiz " ifadeleriyle bu hususa açıklık getirmiştir.619

Halid b. Velid'in hanımları ve çocukları hakkında çok az bilgiye sahibiz. Çocuklarının sayısının kırka ulaştığı rivayet edilmiştir. Ancak onların hemen tamamı, Suriye'deki veba salgı­nında vefat etmiş ve Halid b. Velid'in nesli devam etmemiştir.

Onun ilk çocuğunun adı Süleyman idi. Bundan dolayı "Ebu Süleyman" künyesini almıştır. Halid'in künyesinin "Ebü'l-Velid" olduğu da zikredilmiştir. Halid b. Velid'in bu ilk çocuğu, Kebşe bint Hevze adlı ilk karısından dünyaya gelmiştir.

Onun çocuklarının en meşhuru, Abdurrahman b. Ha- lid'dir. Abdurrahman, iyi bir kumandan olarak bazı fetihlere katılmış ve pek çok kahramanlıklar göstermiştir O, Muaviye'nin iktidar mücadelesine de iştirak etmiş ve Sıffın'de onun safında yer almıştır.

Abdurrahman ile diğer iki kardeşi Muhacir ve Abdullah'ın anneleri, Enes b. Malik el-Has'ami'nin kızı Esma idi.

Halid b. Velid'in bir diğer karısının adı ise Fadda idi. Fadda, Hıms'ta kocası Halid'in kabrinin yanında medfundur.

Abdurrahman b. Halid, Muaviye'nin hilafeti sırasında, 46/666 yılında vefat etmiştir. Kabri, babasının türbesindedir. Kardeşi Muhacir'in oğlu Halid, amcası Abdurrahman'ı Muavi- ye'nin doktoru İbn Üsale'ye zehirletmekle itham etmiş ve sonra da bu doktoru öldürmüştür. Emevi'lere cephe alan Halid b. Mu­hacir, Yezid'e biat etmeyerek Abdullah b. Zübeyr'in yanında yer almıştı. Aynı zamanda şair olan Halid b. Muhacir, Hz. Hüse­yin'in Kerbela'daki şehadeti üzerine onun lehine, Emevilerin aleyhine şiirler söylemiştir.

Halid b. Velid'in diğer oğlu Muhacir ise, Sıffın'de Hz. Ali'nin safında yer almış ve bu savaşta gözünü kaybetmiştir; onun Sıf- fın'de şehid olduğu da rivayet edilmiştir.  

Halid b. Velid Hazretleri, Hz. Peygamber'den yalnızca 18 hadis rivayet etmiştir. Ondan hadis rivayet edenle.r arasında, teyzesinin oğlu Abdullah b. Abbas, Kays b. Ebu Hazim, Mıkda'd b. Ma'dikerib, Cübeyr b. Nüfeyr, Şakik b. Seleme ve başkaları yer almıştır. Hz. Halid, verdiği birkaç fetva ile de Hz. Peygamber zamanında fetva veren sahabiler arasında yer almıştır.621

Halid b. Velid'in atının adı el-Iyar idi. Yemame savaşında bu atın üzerinde, akın yapacak süvarilere yol göstermiştir.622

Halid b. Velid'in kılıçlarından yalnızca üçünün adı zikre­dilmiştir, Zu'l-Kurt adı da verilen el-Mirseb, el-Edlak ve el- Kurtubi bunlardandır.623 Bugün Topkapı Sarayı'nda, Halid b. Velid'e nisbet edilen bu üç kılıç da bulunmaktadır.

621 Zehebi, 1, 368; İbn Hazın, Cevami'u's-Sfre, s. 321

622 İbn Habib, Munammak, s. 516

Habib, Munammak, s. 523-525

SONUÇ

Şirkin fikir babası Velid'in oğlu Halid, Allah'ın lütuf ve inanetiyle hidayete erişmemiş bir halde kalıp müşrik olarak nefs­i emmaresinin arzusuna ram olarak şerrin ve küfrün hizmetinde bir ömür geçirseydi ne kadar yazık olurdu! Müslümanlara ne çok zararı dokunurdu?! Ama öyle olmadı; İslam'ın ve Kur'an'ın nuru, Rasfrlullah'ın dua ve irşadı ile Allah'ın hidayeti onu "Seyfullah" mertebesine çıkarttı; müslüman olmasından itibaren ona İslam'ı yüceltmek, şirki ve küfrü, cehli ve zulmü zelil kılmak yolunda kılıcıyla hizmet etmeyi nasip eyledi. Böylece o, mesud ve bahti­yar bir insan olarak bu alemden ayrıldı.

Karşısındaki insanı bir sözü veya davranışı ile hemen ilk na­zarda tanıyıp teşhis eden bu büyük kahraman, gerçek manası ile bir askerdi. Harbin inceliklerini ve hilelerini çok iyi bilen; casus­lar, yolcular ve esirler vasıtasıyla düşman hakkında bilgi topla­mayı hiç ihmal etmeyen; kendi ordu ve askerlerinin sırlarını saklamaya itina eden; savaş yerlerini yakından inceleyip tanıma­ya büyük ehemmiyet veren; muharebe esnasında saldıracağı hedefleri çok iyi seçen; kaçan düşman askerlerini takip etmekte mahir ve onların bir daha hücum etmelerine mani olmak husu­sunda çok tedbirli; stratejik ve taktik kabiliyetleriyle daima te­mayüz eden; sert mizaçlı, azimli ve kararlı bir kumandandı.

Allah yolunda cihadı çok seven, hatta bu yolda savaşmayı, sevdiği bir gelinle geçireceği zifaf gecesine bile tercih eden Halid b. Velid Hazretleri, emrindeki askerlere iyi davranmasını ve onları en iyi bir şekilde sevk ve idare etmesini bilen; "sabır yü­celiktir, izzettir; mağlubiyet ise acizliktir; zafer, sabır ile kazanı­lır" sözleriyle savaş meydanlarında onları daima savaşa teşvik ve teşçi eden; kendilerinin, Kur'an'daki "Şüphesiz Allah, kendi yolunda, kenetlenmiş bir halde saf bağlayarak savaşanları se­ver" (Saff 61/4) ayetinde ifadesini bulan askeri nizama uygun hareket etmelerini ve savaşmalarını sağlayan gerçek bir baş­kumandan idi.

Onun askeri kabiliyet ve dehasını yakından görmüş ve tak­dir etmiş olan Hz. Peygamber: "Halid b. Velid, Allah'ın ne güzel bir kuludur; o, Allah'ın kılıçlarından bir kılıçtır" buyurmuştur.

Hilafeti esnasında büyük zaferler kazanmış olan bu eşsiz kumandanı için Hz. Ebu Bekir "Kadınlar, Halid gibi birisini do­ğurmaktan acizdirler" demek suretiyle onun kahramanlığını ve askeri dehasını takdir etmiştir.


BİBLİYOGRAFYA

ABDURRAUF AVN: el-Fennu'l-Harbifı-Sadri'l-İslam, Kahire 1961 AHMED B. HANBEL (241/855): Müsned, I-XV, Kahire (trz.) AKKAD, Abbas Mahmud: el-Abkariyyatu'l-İslamiyye, Beyrut 1968 AKKAD, Abbas Mahmud: Hz. Ebu Bekir'in Şahsiyet ve Dehası, tere. Ali Özek, İstanbul, 1974

ALÜSİ, Mahmud Şükri el-Bağdadi: Bulugu'l-Ereb fi-Ma'rifeti Ahvali'l-Arab, I-III, Mısır 1924-5

EL-AMİRİ, İmadüddin Yahya b. Ebi Bekr (993/1488): Behcetü'l- Mehafil ve Buğyetü'l-Emasil, I-II, Medine 1331

ARCÜN, Sadık İbrahim: Halid b. el-Velid, Kahire 1967

ASKERİ, Ebu Hilal (395/1005'den sonra): el-Evail, tah. V. Kassab- M.el-Mısri, I-II, Riyad 1981

EL-ASELİ, Bessam: Halid b. el-Velid, Beyrut 1986

EL-A'ZAMİ, Muhammed Mustafa: Küttabu'n-Nebiyy, Riyad 1981 BATU, Selahattin: Özel Zootekni, Ankara 1951

EL-BEKRİ, Abdullah b. Abdilaziz (487/1094): Mu'cem Mesta'cem,
thk. Mustafa es-Sakka, I-IV, Kahire 1945-9

EL-BELAZURİ, Ahmed b. Yahya b. Cabir (279/892): Fütuhu'l- Buldan, thk. S. el-Müneccid, Kahire 1956

EL-BELAZURİ, Ahmed b. Yahya b. Cabir (279/892): Ensabu'l- Eşraf, thk. M. Hamidullah, 1, Kahire 1959

EL-BEYHAKİ, Ebu Bekir Ahmed b. el-Hüseyin (458/1066): Delailu'n-Nübüvve, thk. Abdülmu'ti Kalacı, Beyrut trz.

BİLMEN, Ömer Naslıhi: Tefsir Tarihi, I, Ankara 1955

EL-BUHARİ, Muhammed b. İsmail (256/870): el-Camiu's-Sahih, I- VIII, İstanbul 1981.

EL-BUHARİ, Muhammed b. İsmail (256/870): el-Edebu'l-Müfred, ter. A. Fikri Yavuz, I- II, İstanbul 1974-5

EL-BUHARİ, Muhammed b. İsmail (256/870) et-Tarihu's-Sağir, thk. M. İbrahim Zayid, MI, Beyrut 1986

CAETANİ, Leoni: İslam Tarihi, ter. Hüseyin Cahid, I-X, İstanbul 1924-7

CANARD, Maurius: "L'expansion arabe: le probleme militaire", L'expansion araba Islamiaue et ses repercussions, Lan­don 1974, s. 37-63

EL-CEHŞİYARİ, Ebu Abdullah Muhammed b. Abdus (331/943): Kitabu'l- Vüzera ve'l-Küttab, thk. Mustafa es-Sakka- İ. el-Ebyari-A. Şelebi, Kahire 1938

CERRAHOGLU, İsmail: Tefsir Usulü, Ankara 1976

CEVAD ALİ: el-Mufassal fi-Tarihi'l-Arab Kable'l-İslam, I-JX, Bey­rut 1968-72

EL-CÜNDİ, Ali: Seyfullah Halid b. el-Velid, Kahire 1968.

ÇAGATAY, Neşet: İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, An­kara 1982

ÇAGATAY, Neşet: "Velid b. Mugire" İslam Ansiklopedisi

DÎYÂRBEKRÎ, Hüseyin b. Muhammed b. Hasan (990/1582): Tari- hu'l-Hamisfi-Ahvali Enfesi Nefis, I-II, Kahire 1302

EBU DAVUD, Süleyman b.el-Eş'as es-Sicistani (275/888): Sünen, thk. M. M. Abdülhamid, I-IV, İstanbul trz.

EBU'L-FİDA, İmaduddin İsmail (732/1332): el-Muhtasar fi Ahva- li'l-Beşer, I-IV, Kahire 1325

EBU UBEYD, el-Kasım b. Sellam (224/839): Kitabu'l-Emval, thk.

M.M. Heras, Kahire 1968

EBU YUSUF, Yakub b. İbrahim (182/798): Kitabu'l-Harac, talı. A.A. el-Kubeysi, (Şerhi ile) I-II, Bağdad 1973-5 (trk.ter. Ali Özek, İstanbul 1970)

ELMALILI, Muhammed Hamdi Yazır: Hak Dini Kur'an Dili, I-IX, İstanbul 1935-8

ESED, Rüstem: er-Rum ve Sılatuhüm bi'l-Arab, I-II, Beyrut 1955­56

EL-EZDİ, Muhammed b, Abdillah (231/846): Fütuhu'ş-Şam, thk. Abdülmunim Abdullah Amir, Kahire 1970

EL-EZRAKİ, Ebu'l-Velid Muhammed b. Abdillah b. Ahmed (250/864'e doğru): Ahbaru Mekke, thk. Rüşdi Salih Melhas, I-II, Beyrut 1969

FASI, Takıyyuddin Muhammed b. Ahmed (832/1429): el-Ikdu's- Semin fi-Tarihi'l-Beledi'l-Emin, thk: Fuad Seyyid ve ar­kadaşları I-VIII, Beyrut 1986

FAYDA, Mustafa: İslamiyetin Güney Arabistan'a Yayılışı, Ankara 1982

FAYDA, Mustafa: Hz. Ömer Zamanında Gayr-i Müslimler. İstanbul 1989

FAYDA, Mustafa: "Hz. Ömer ve Ticaret Malları Vergisi veya Uşur", A.Ü. İlahiyat Fakültesi Der. XXV, ss.169-178; XXVI, s. 327-334, Ankara 1981, 1983

FESEVİ, Ebu Yusuf Yakub b. Süfyan (277/890) Kitabu'l-Marife ve't-Tarih, thk. Ekrem Ziya el-Ömeri, I-III, Bağdad 1974-1976

DE GOEJE, M.J.: Memoire sur la Conquete de la Syrie, Leiden 1900

HALİFE B. HAYYAT (240/854): Kitabu't-Tabakat, thk. Süheyl Zekkar, I-II, Dımeşk 1966

HALİFE B. HAYYAT (240/854): Tarih, thk. Süheyl Zekkar, I-II, Dımeşk 1967-1968

HAMİDULLAH, Muhammed: Mecmuatu'l-Vesaiki's-Siyasiyye li'l- Ahdi'n-Nebevive'l-hilafeti'r-Raşide, Beyrut 1969

HAMİDULLAH, Muhammed: İslam Peygamberi, ter. Salih Tuğ, 1­11, İstanbul 1980

HAMİDULLAH, Muhammed: Hz. Peygamberin Savaşları, ter. Sa­lih Tuğ, İstanbul 1962

EL-HAŞİMİ, Taha: "Ma'reketu Ecnadin" Mecelletu'l-Mecmai'l- İlmi'l-Iraki, Bağdad 1952, il, s. 69-102

EL-HAŞİMİ, Taha: "Seferu Halid b. el-Velid mine'l-Irak ila'ş-Şam", Mecelletu'l-Mecmai'l-İlmi'l-Arabi, Dımeşk 1952, Sayı 3, s. 394-407; sayı 4, s. 542-558

EL-HAŞİMİ, Taha: "Halid b. el-Velid fı'l-Irak" Mecelletu'l- Mecmai'l-Iraki, Bağdad 1954, III, sayı 1, s. 57-90; iV, sayı 1, s. 46-83, Bağdad 1956

HATTAB, Mahmud Şit: Kadetu Fethi Biladi Faris, Beyrut 1965

HATTAB, Mahmud Şit: Kadetu Fethi'ş-Şam ve Mısır, Beyrut 1965

HİTTİ, Philip: Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, ter. Salih Tuğ, 1-IV, İstanbul 1980-1

ISFAHANI, el-Hasen b. Abdullah (310/923): Biladü'l-Arab, thk.

Hamed Casir, Riyad 1968

IŞILTAN, Fikret: Urfa Bölgesi Tarihi, İstanbul 1960

İBN ABDİLBERR, Ebu Ömer Yusuf b. Abdillah (463/1071): ed- Durer fi-İhtisari'l-Meğazi ve's-Siyer, thk. Şeyki Dayf, Kahire 1966

İBN ABDİLBERR, Ebu Ömer Yusuf b. Abdillah b. Muhammed (463/1071): el-İstiab fi-ma'rifeti'l-Ashab, thk: Ali Mu- hammed el-Becavi, 1-IV, Kahire tarihsiz.

İBN ABDİRABBİH, Ahmed b. Muhammed el-Endelusi (327/939): el-lkdu'!-Ferid, 1-IX, Beyrut 1983

İBN ASAKİR (571/1175): Tarihu Medineti Dımeşk, 1, Dımeşk 1371.

İBN A'SEM EL-KÜFİ, Ebu Muhammed Ahmed (314/926): Kitabu'l- Fütuh, 1-11, Haydarabad 1968-9

İBN MANZUR, Muhtasar, thk. Memun es-Sagırci, VIII, Dımeşk 1985

İBNU'L-CEVZİ, Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Ali (597/1201): Sıfa- tu's-Safve, thk. M. Fahuri-M. Kalaci, 1-IV, Haleb 1389­1393

İBNU'L-CEVZİ, Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Ali (597/1201): Tel- kihu Fuhumi Ehli's- Eser fi-Uyuni't-Tarih ve's-Siyer, Kahire 1975

İBNU'L-CEVZİ, Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Ali (597/1201): el- Vefa bi-Ahvali'l-Mustafa, thk. Mustafa Abdulvahid, i­n, Kahire 1966

İBNU'D-DEYBA', eş-Şeybani (944/1537): Hadaiku'l-Envar ve Matalıu'l-Esrar fi Sireti'n-Nebiyyi'l-Muhtar, tah. A. İb­rahim el-Ensari, 1-11, Dımeşk trz.

İBN DUREYD, Ebu Bekir Muhammed b. Hasan (321/933): el-İşti- kak, thk. A.M. Harun, Kahire 1958

İBNU'L-ESİR,        İzzuddin Ebu'l-Hasan Ali b. Muhammed

(630/1232): el-Kamil fi't-Tarih, ter. A. Ağırakça-A. Özaydın-B. Eryarsoy, 1-XII, İstanbul 1985-7

İBNU'L-ESİR, İzzuddin Ebu'l-Hasen Ali b. Muhammed (630/1232): Üsdü'l-Gabe fi-Marifeti's-Sahabe, 1-VI, Tahran 1280

İBN HABİB, Muhammed (245/859): Kitabu'l-Muhabber, thk. 1, Lichten-stadter, Haydarabad 1942

İBN HABİB, Muhammed (245/859): Kitabu'l-Munammak, thk. Hurşid Ahmed Fank, Haydarabad 1964

İBN HACER, Ahmed b. Ali (852/1448): el-İsabe fi-Temyizi's- sahabe, thk. Ali Muhammed el-Becavi, 1-VIII, Kahire 1972

İBN HAZM, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed b. Said (456/1064): Cemheretu Ensabi'l-Arab, thk. Abdüsselam Hanın, Kahire 1962

İBN HAZM, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed b. Said (456/1064): Cevamiu's-Sire, thk. İhsan Abbas ve arkadaşları, Kahire trz.

İBN HİŞAM, Ebu Muhammed Abdülmelik (218/833): es-Siretu'n- Nebeviyye, thk. Mustafa es-Sakka ve arkadaşları, I-II, Kahire 1955

İBN HUBEYŞ, Ebu'l-Kasım Abdurrahman b. Muhammed el- Ensari (584/1188): Kitabu'l-Gazavat, Bedin Ktb. No: 9689

İBN İSHAK, Muhammed b. İshak b. Yesar (151/768): Siretu İbn İshak, thk. M. Hamidullah, Rabat 1976

İBN KAYYIM, Şemseddin Ebu Abdillah Muhammed b. Ebi Bekr el-Cevziyye (751/1350): Ahkamu Ehli'z-Zimme, thk. Subhi Salih, III, Dımeşk 1961

İBN KAYYIM, Şemseddin Ebu Abdillah Muhammed b. Ebi Bekr el-Cevziyye (751/1350): Zadu'l-Mead fi-Hedyi Hayri'l- İbad, I-IV, Kahire 1950

İBNU'L-KELBİ, Hişam b. Muhammed (204/820): Kitabu'l-Asnam (Putlar Kitabı), ter. Beyza Düşüngen, Ankara 1969

İBN KESİR, Ebu'l-Fida (774/1372): el-Bidaye ve'n-Nihaye, I-XIV, Beyrut 1966

İBN KUTEYBE, Ebu Muhammed b. Müslim (276/889): el-Maarif, thk. Servet Ukkaşe, Kahire 1960

İBN KUTEYBE, Ebu Muhammed Abdullah b. Müslim (276/889): Uyunu'l-Ahbar, I-IV, Kahire 1963

İBN SA'D, Ebu Abdillah Muhammed (230/844): et-Tabakatu'l- Kübra, I-VIII, Beyrut 1957-60

İBN SA'İD el- Endelusi: Neşvetu't-Tarab fi-Tarihi Cahiliyyeti'l- Arab, I-II, Amman 1982

İBN SELLAM, Muhammed b. Sellam el-Cumahi (231/846): Taba- katu'ş-Şuara, Beyrut 1982

İBN SEYYİDİ'N-NAS (734/1334): UyCınu'l-Eserfi-FunCmi'l-Meğazi ve'ş-Şemail ve's-Siyer, I-II, Kahire 1356

İBN ŞEBBE, Ebu Zeyd Ömer el-Basri (262/876): Tarihu'l-Medineti'l-

Münevvere, thk. Fehim M. Şeltut, I-IV, Cidde 1979

İBN ZENCEVEYH, Humeyd (251/865): Kitabu'l-Emval, thk. Şakir Zib Feyyad, I-III, Kahire 1986

İBRAHİM EKREM, Ağa: Halid b. el-Velid, Arap. ter. İsmail Keşmiri, Kahire 1974

KARAÇAM, İsmail: Kur'an-ı Kerim 'in Nüzulü ve Kıraati, Konya 1974

KARAÇAM, İsmail: Sonsuz Mucize Kur'an, İstanbul 1987 KEHHALE, Ömer Rıza: Seyfullah Halid b. el-Velid, Dımeşk 1959 KESKİOGLU, Osman: Kur'an Tarihi, İstanbul 1953

KETTANİ, Muhammed Abdülhayy: Kitabu't-Teratibi'l-İdariyye, I­II, Rahat 1346

KÖKSAL, Asım: İslam Tarihi, Mekke Dönemi, I-VII, İstanbul 1987; Medine Dönemi, I-XI, İstanbul 1969-1980

EL-KÜLA'İ, Ebu'r-Rebi Süleyman b. Musa (634/1237): el- Hılafetu'r-Raşide ve'l-Butuletu'l-Halide fi-Hurubi'r- Ridde, thk. Ahmed Ganim, Kahire 1979

KUDAME B. CA'FER, Ebu'l-Ferec (310/922): Kitabu'l-Harac, thk.

M. Hüseyin ez-Zebidi, Bağdad 1981

LAMMENS, H.: "Mahzlım" İslam Ansiklopedisi

LAMMENS, H.: "Mekke" İslam Ansiklopedisi

EL-MAKRIZİ, Takıyyuddin Ahmed b. Ali (845/1444): İmtau'l-

Esma, I, Kahire 1941

EL-MES'ÜDİ, Ebul-Hasen Ali b. el-Hüseyn b. Ali (346/957): MurCıcu'z-Zeheb ve Meadinu'l-Cevher, I-IV, Beyrut 1965-6

EL-MES'UDİ, Ebu'l-Hasen Ali b. el-Hüseyn b. Ali (346/957): et- Tenbih ve'l-İşraf, Beyrut 1968

MÜSLİM, Ebu'l-Hüseyn Müslim b. el-Haccac el-Kuşeyri en- Nisaburi (261/875): el-Camiu's-Sahih, ter. M. Sofuoğlu, 1-VIII, İstanbul 1967-1970

OSTROGORSKY, G.: Bizans Devleti Tarihi, ter. Fikret lşıltan, Ankara 1981

ES-SAATİ, Ahmed Abdurrahman el-Benna: el-Fethu'r-Rabbani li- Tertibi Müsnedi'l-İmam Ahmed b. Hanbel eş-Şeybani, Kahire trz.

SAİD EL-EFGANİ: Esvaku'l-Arab fi'l-Cahiliyye ve'l-İslam, Dımeşk 1960

SEMHUDİ, Ali Nureddin b. Abdillah (911/1506): Vefau'l-Vefa bi- Ahbarı Darı '[-Mustafa, 1-II, Mısır 1326

SEYYİD KUTUB: FizılaI-il Kur'an, ter. E.Saraç-İ.H. Şengüler- B. Karlıağa, 1-XVl, İstanbul trz.

ES-SÜLİ, Ebu Bekr Muhammed b. Yahya (335/946): Edebu'l- Küttab, thk. M.B. el-Eseri, Kahire 1341

ES-SÜHEYLİ, Abdurrahman (581/1185): er-Ravdu'l-Unuf, tah. Abdurrahman el-Vekil, 1-VII, Kahire 1970

EŞ-ŞAMi, Muhammed b. Yusuf b. Ali (942/1555): Sübülü'l-Hüda ve'r-Reşad fi-Sireti Hayri'l-Ibad, thk. F.M. Şeltlıt-C.A. Hilal, V, Kahire 1983

ŞELEBl (ÇELEBİ), Ebu Zeyd: Seyfullah Halid b. el-Velid, Kahire 1952

EŞ-ŞEYBANİ, Muhammed b. el-Hasen (189/804): Şerhu Kitabi's- Siyeri'l-Kebir, thk. S. el-Müneccid-A. Ahmed, 1-V, Kahire 1971-2

ŞİBLİ, Mevlana: Asr-ı Saadet, ter. Ömer Rıza, 1-X, İstanbul 1928­1935

ŞÜKRİ, Faysal: Hareketu 'l-Fethi'l-İslami fı '1-Karni'l-Evvel, Kahire 1952

ŞÜKRİ, Faysal: el-Müctemaatu'l-İslamiyye fi'l-Karni'l-Evvel, Kahire 1952

ET-TABERİ, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir (310/922): Camiu'l- Beyan fi-Tefsiri'l-Kur'an, I-XXX, Mısır 1321

ET-TABERİ, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir (310/922): Tarihu'r- Rusul ve'l-Muluk, thk. M. de Goeje, I-XV, Leiden 1879­1881

URVE B. ZüBEYR (93/712): Meğazi Rasulillah (salla'llâhü aleyhi ve sellem), thk. M. M. el-A'zami, Riyad 1981

ÜÇOK, Bahriye: İslam'dan Dönenler ve Yalancı Peygamberler, An­kara 1967

EL-VAKIDİ, Muhammed b. Ömer (207/822): Kitabu'l-Meğazi, thk. M.Jones, I-III, Kahire 1964-6

EL-VAKIDİ, Muhammed b. Ömer (207/822): Kitabu'r-Ridde ve Nebzetun min-Futuhi'l-Irak, thk. M. Hamidullah, Pa- ris-Beyrut 1989

VASILLIEV, A.A.: Bizans İmparatorluğu Tarihi, ter. A. M. Mansel, Ankara 1943

WATT, Montgomery: Hz. Muhammed Mekke'de, ter. R. Ayas- A. Yüksel, Ankara 1986

WELLHAUSEN, Julius: İslam'ın En Eski Tarihine Giriş, ter. F. Işıl- tan, İstanbul 1960

WELLHAUSEN, Julius: Arap Devleti ve Sükutu, ter. F. Işıltan, An­kara 1963

EL-YA'KUBİ, Ahmed b. Ebi Yakub b. Cafer (İbn Vazıh) (294/897): Tarihu'l-Ya'kubi, I-III, Necef 1358

YAKUT EL-HAMEVİ, Ebu Abdillah b. Abdillah (626/1229): Mu'cemu'l-Buldan, I-V, Beyrut 1957-68

YAKUT EL-HAMEVİ, Ebu Abdillah b. Abdillah (626/1229): el- Müsterik Vad'an ve'l-Müfterik Sak'an, tah. F. Wüsten- feld, Göttingen 1846

YASİN SÜVEYD: Maariku Halid b. el-Velid, Beyrut 1975

EZ-ZEBİDİ, Zeynüddin Ahmed b. Ahmed: Sahih-i Buhari Muhta­sarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, ter. Ahmed Naim-Kamil Miras, I-XII, Ankara 1980; 1971-2

ZEHEBİ, Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman (748/1374) Siyeru a'lami'n-nubela, tahkik: Şuayb Arnavud-Hüse- yin Esed, I-XXIII, Beyrut 1981 -5

ZETTERSTEEN, K.V.: "Halid b. al-Valid" İslam Ansiklopedisi

EZ-ZÜBEYDİ, Muhammed Hüseyn: el-Hayatu'l İctimaiyye ve'l- İktisadiyye fl'l-Kufe fı'l-Karni'l-Evveli'l-Hicri, 1970

EZ-ZÜBEYR B. BEKKAR (256/870): el-Ahbaru'l-Muvaffakıyyat, thk. Sami Mekki el-Ani, Bağdad 1972

EZ-ZÜBEYRİ, Ebu Abdillah el-Mus'ab b. Abdillah b. el-Mus'ab (236/850), Kitabu Nesebi Kureyş, thk. E. Levi- Provençal, Kahire 1953

 

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar