ALLAH'IN KILICI HALİD B. VELİD 3
| |
HALİD
B. VELİD IRAK TOPRAKLARINDA
Fetihlerin
başarı sebepleri arasında, İslam dininin, bir başka ifade ile fatihlerin
akidesinin doğruluğundan, sağlamlığından, bu dinin en son ve gerçek tek din
olduğundan, dünya ve ahiret hayatlarında insanlara, huzur ve saadet
bahşeylediğinden bahsedilir. Bu, çok doğrudur. Ancak, akidenin zafere ulaşması
için, insanların bu akideye yalnızca inanmış olmaları kafi değildir. Akideleri
ile zafere ulaşmak isteyenlerin, maharet ve kudret sahibi kimseler olarak, hem
dinlerine inanmaları hem de düşmana nasıl galip geleceklerini çok iyi bilmeleri
ve bunu uygulayabilmeleri gerekir. Nitekim tarihte de günümüzde de aynı kaide
geçer- lidir. Esasen bu akideye sahip olan herkes, her yerde ve her zaman
zafere ulaşamamıştır. İslam akide ve imanı, zafere ulaşmak için, kendi
insanlarının ve himayedarlarının faziletinden, kabiliyetinden, dirayet ve
ehliyetinden müstağni değildir.
İslam imanı, Ashab nesli içerisinde, çok kudretli ve kıymetli hamiler bulmuştur. Halid b. Velid, bunların en önde gelenlerindedir. İslam devletinin kuzey ve kuzey-doğu hududlarında büyük bir tehlike arzeden Sasani ve Bizans imparatorluklarına karşı başlatılan yeni mücadelede, hiçbir kumandana nasib olmayan bir vazife, Halid b. Velid'e tevdi edilmiştir. O, hem Sasaniler' e, hem de Bizans imparatorluğuna karşı İslam ordularının başkumandanlığını yapmıştır. Onun şöhreti, yalnızca Arap yarımadasında değil, bu iki devletin topraklarında da yayılmıştır ve Seyfullah Halid, düşmanlarıyla, kılıcıyla savaşmadan önce, bu şöhret ve heybetiyle savaşmaya başlayarak onların kalbine korku düşürüp sarstıktan sonra kendilerini savaş meydanlarında mağlup etmiştir. Onun düşmanlarına korku salan bu şahsiyeti yanında, emrindeki askerlerin gönüllerinde tevlid ettiği güven ve emniyet ile itibarını da kendisinin fazilet ve muvaffakiyet hanesine şüphesiz kaydetmek gerekir.
İslam
dinini insanlara tebliğ etmek, ilay-ı kelimetullahı gerçekleştirmek ve bu yüce
hedeflere mani olanları cezalandırmak hususunda Hz. Peygamber'in başlattığı
stratejiyi devam ettirmekte kararlı olan Halife Hz. Ebu Bekir'in, Halid b.
Velid gibi dirayetli bir kumandana sahip olması gerçekten büyük bir lütuftu.
Halife, onun askeri dehasına itimad ve itibar ediyordu. Hz. Peygamber'in ona
"Seyfullah" demesinin bir delaleti olduğuna inanıyordu. Halid de
esasen bunu, Hz. Peygamber'in hayatındaki başarıları yanında; ridde
savaşlarında ve bilhassa, İslam devletinin güçlü ve kudretli olduğunu ve onun
hakimiyeti altına girmenin çok yerinde olacağını bütün Araplar'a gösterdiği
Yemame'deki Akraba savaşında isbat etmişti. Halife onu, ne zaman ihtiyatlı, ne
zaman çok sert ve karşı konulmaz bir saldırı yapılması lazım geldiğini en iyi
şekilde tayin eden bir kumandan olmasından dolayı da takdir ediyordu.
Hz.
Ebu Bekir'in ona karşı tavrı gayet açık ve kesindi. Malik b. Nuveyre'nin
öldürülmesi ve Halid'in onun karısı ile evlenmesi gibi küçük hadiseler, hatta
bu hususta, bize göre pek de doğru olmayan ve kaynakların çok mübalağalı
ifadelerle tespit ettikleri Hz. Ömer'in muhalefeti ile Halid'in kendi başına
hareket edip kararlar vermesine kesin bir şekilde karşı çıkması gibi hususlar,
Halife'nin onu vazifesinden almasına sebep olmadı. Tam tersi ona yeni vazifeler
tevdi etti. Onu, önce Yemame'ye Müseylime'ye karşı gönderdi. Yemame'den sonra
Halid'in yeni bir izdivacı meselesi de Halife ile bu büyük kumandan arasındaki
varolan güven ve itimadı sarsmadı ve değiştirmedi. Arabistan'daki isyanların
bastırılması, onun askeri kabiliyeti ve dehasıyla sağlanmıştı. Onun askeri
başarıları, mütereddid kabileler üzerinde de büyük bir tesir icra etmişti.
Binaenaleyh, ridde savaşlarının kahramanı, başkumandan Halid'in yeni ve daha
büyük vazife ve mesuliyetler yüklenmeye hazır olduğu aşikardı. Halife de,
müslümanlar da, onun böyle bir vazifeyi hakkı ile yerine getireceğine itimad
ediyorlardı. Artık hedef, Arap yarımadasının dışında, Sasani ve Bizans
imparatorlukları idi.
Bizans
imparatorluğu ile mücadele, fiili ve askeri olarak Hz. Peygamber zamanında
başlamıştı. Mlite savaşı, bunun ilk tezahürü idi. Arkasından Tebük seferi,
otuzbin kişilik bir ordu ile yine bu devlete karşı bizzat Hz. Peygamber'in
devam ettirdiği mücadelenin ikinci merhalesiydi. Üsame ordusu da bu stratejinin
bir devamı olarak düşünülüp kararlaştırılmış; ancak, gönderilmesi Hz. Ebu
Bekir'e nasib olmuştu. Bu savaşların hedefi, bölgenin emniyetini sağlamak,
oradaki insanların maruz kaldıkları zulüm ve haksızlığa son vermek, Suriye
yolunu ve hududunu emniyete almaktı. Tebük seferi öncesinde Rasfilullah,
Bizans'ın hududlarına asker yığdığını haber aldığı için bu seferi hazırlamıştı.
Yine aynı devletin, kuzeydeki birçok hıristiyan-Arap kabilesini müslümanlar
aleyhine tahrik etmesi, takip edegeldiği düşmanca bir politika idi;
Gassaniler'den gelebilecek tehlikelerden Medine, hep korku, endişe ve
huzursuzluk duymuştur.
Hz.
Ebu Bekir'in Bizans'a karşı başlattığı askeri mücadeleyi, bundan sonraki
bölümde ele alacağız.
Sasani
imparatorluğu ile hesaplaşma, birden fazla sebebe dayanıyordu. Ancak, Rasulullah
(salla'llâhü aleyhi ve sellem) bu devlet ile silahlı bir mücadeleye fiilen
başlayamadan bu alemden ayrılmıştı.
Rasûlüllah
ve müslümanların maşeri vicdanı,
ateşperest İranlıları ve onların devleti Sasani imparatorluğunu daima mahkum
etmiştir. Bu husustaki en mühim gelişme, Bizans-Sasani devletleri arasındaki
savaşta galip gelen İranlıların yanında yer alan Kureyşli müşriklere mukabil,
Hz. Peygamber ve müslümanların ehl-i kitap olan Rumlar'ın mağlubiyetine
üzülmeleri üzerine ortaya çıkmıştır. Yüce İrade, Sevgilisi Muhammed'in ve onun
bağlıları müslümanların mahzun olmasına rıza göstermemiş; Rumlar'ın birkaç yıl
içerisinde üstün getirileceğini ilan etmiştir. Bu Kur'an mucizesinin, o günkü
bütün müslümanların ve onları tanıyan diğer insanların gözleri önünde
gerçekleşeceği dokuz yıl esnasında, Rasulullah ve müslümanlar, hep ateşe tapan
Sasaniler'in mağlubiyeti için gönülden Yüce Rabblerine niyazda bulunmuşlardır.
Ateşperest ve gerçekten çok zalim bir idareye sahip olan Sasaniler'e karşı
müslümanların siyaseti, hep bu anlayış etrafında gelişmiş ve kisraların
saltanatına son vermeye kadar devam etmiştir.4H
Rasulullah'ın
hayatında, Sasaniler'le alakalı diğer bir menfi gelişme, Hudeybiye
musalahasından sonra vuku bulmuştur. Bilindiği üzere Hz. Peygamber, 7 /628 yılı
Muharrem ayında Hayber üzerine yürümeden önce, altı elçisini, İslam'a davet mektuplarıyla birlikte
çeşitli devlet başkanlarına göndermişti. Bu elçilerden birisi de Abdullah b.
Huzafe es-Sehmi olup Sasani Kisrasına gitmişti. Kisra, kendi adının Hz.
Peygamber'in isminden sonra yazıldığını görünce kızmış ve mektubu yırtmıştır.
Ayrıca Yemen'deki valisi Bazan'a bir mektup yazarak, onu yakalayıp kendisine
göndermesini emretmiştir. San'a'daki vali de iki adamını Medine'ye göndererek
Hz. Peygamber hakkında kendisine bilgi getirmelerini istemiştir. Hz.
Peygamber, Bazan'ın adamlarına, o gece Kisra'nın öldürüldüğünü haber vermiş ve
eğer müslüman olmayı kabul ederse, Bazan'ı vali olarak bırakacağını
söylemiştir. Bazan, bu davet üzerine müslüman olmuş ve Hz. Peygamber zamanında,
Sasaniler'e bağlı olan Yemen bölgesi, İslam devleti hakimiyetine girmiştir.412
Hz.
Ebu Bekir'in Halid b. Velid'i Irak'a göndermek suretiyle Sasaniler'e karşı
askeri harekatı niçin ve nasıl başlattığını tespit maksadıyla üzerinde
durduğumuz bu hadisede bizi alakadar eden bir diğer husus, Kisra hakkında Hz.
Peygamber'in bedduasıdır. Kisra tarafından mektubunun yırtıldığını ve İslam
davetinin reddedildiğini öğrenen Rasulullah: "Ey Allahım! Sen de onun
mülkünü parçala!" diye beddua etmiştir.413
Böylece
Kisra, yalnızca Kainatın Efendisinin bedduasına muhatap olmak suretiyle tecziye
edilebilmiş; ayrıca Yemen'deki valisinin hidayete ermesiyle de, kendisine bağlı
uzak bir bölge bu imparatorluktan koparılmış ve İslamlaştırılmıştır.
Burada
tarihi bir vakaya da işaret etmek uygun olacaktır. Rasulullah'ın mektubunu
yırtan Kisra, oğlu tarafından öldürülmek suretiyle cezasını çekmiştir. Ancak,
Sasani saltanatının son
yılları ve akıbeti ise, bu cezadan çok daha ağır olmuştur. Miladi 628 yılından
Halid'in Sasaniler'in üzerine yürüdüğü 633 yılına kadar ki altı yıl içinde, o
sırada iktidarda bulunan son İran Kisra- sı III. Y ezdicerd hariç, tam dokuz
kisra saltanatı ele geçirmiş; sonra da, Rasûlüllah 'ın bedduasının hazin bir
tecellisi olmak üzere, hepsi sıra ile kendi ailelerinden iktidarı ele geçirmek
isteyen bir başkası tarafından öldürülmüştür.
Rasûlüllah
'ın mektubunu yırtanın dünya başına yıkılmalıydı; ama yalnızca Kisra değil,
onun mecusi imparatorluğu da cezalandırılmalıydı. İşte, Sasaniler'le Rasûlüllah
'ın zamanından kalan bu hesaplaşmanın zamanı şimdi gelmişti.
Bahreyn
ve Fırat nehrinin güney taraflarındaki, Sasani hakimiyetine boyun eğmiş bazı
Arap kabileleri, müslümanların arazilerine hücum ediyorlar, baskınlar
düzenliyorlardı. Müslü- manlar da onlara karşı koyuyorlar, kendilerini geri
püskürtüyorlar, onlardan intikam almaya çalışıyorlardı. Esasen bu mücadele,
bölgedeki Bekr b. Vail kabilesinin bazı kolları ile Sasaniler ve onlara bağlı
Araplar arasında, eskiden beri devam ediyordu ve Rasûlüllah 'a vahiy gelmeye
başladığı sıralarda vuku bulan Zu- Kar savaşı ile de farklı bir gelişme
göstermişti.
Bu
savaş, Sasaniler ile Arap yarımadasının kuzey-doğu bölgesinde yaşayan Bekr b.
Vail kabilesi arasında vuku bulmuş olmasına rağmen, hem bütün Arapları, hem de
başta Rasûlüllah olmak üzere bütün
müslümanları yakından ilgilendirmiştir. Hatta Hz. Ebu Bekir tarafından
başlatılan Irak, daha sonra devam eden İran fetihlerinin de bu savaşla alakası
vardır.
Hz.
İbrahim'in yaşadığı Ur şehri ile bugünkü Klıfe arasında kurulu Hire şehrinde,
Lahmi Arap kabile reisleri, Sasanilere bağlı olarak iktidarlarını devam ettiriyorlardı.
Kisra Perviz, Hire emiri Numan b. Münzir'den kızını kendisine göndermesini
istemişti. Numan, kisranın bu haksız isteğini reddedince, onu Medain'e hesap
vermek üzere çağırmıştı. Numan, başına gelecek felaketi anladığı için,
ailesini, hazine ve silahlarını, Bekr b. Vail kabilesinin bir büyük kolu olan
Şeybaniler'e teslim ettikten sonra kisra- nın yanına Medain'e gitmişti. Kisra,
onu önce hapsetmiş; sonra da öldürtmüştü (M. 605). Kisra bundan sonra,
Hire'deki Lahmi idaresine son vermiş; buraya Tayy kabilesinden İyas b.
Kabisa'yı vali tayin etmiş; yanına da, oradaki gelişmeleri kendisine haber
verecek İranlı bir merzubanı koymuştu. Yeni vali İyas'ın, Nu- man'ın ailesini,
hazine ve silahlarını Şeybanilerden istemesi üzerine savaş patlak vermişti.
Çünkü İyas'ın bu isteği, insan şeref ve haysiyetini rencide eden bir husustu.
Şeybanileri cezalandırmak üzere bir Sasani ordusu, Hire'deki bu devlete tabi
Araplarla birlikte, Hire yakınında bir su toplama yeri olan Zu-Kar adlı yerde
Bekr b. Vail kabileleriyle karşılaştılar.
Bazı
rivayetlerde, o sırada henüz müslüman olmadıkları halde, Bekr b. Vail
kabilesinin savaş esnasında "Ya Muham- med" diye aralarında Hz.
Peygamber'in adını parola olarak kullandıkları haber verilmiştir. Diğer
taraftan Mes'udi, Bekr b. Vail kabilesinden bir gurup insanın hac için Mekke'ye
geldiklerinde, Hz. Peygamber'in yanında bulunan Hz. Ebu Bekir ile birlikte
onları müslüman olmaya davet ettiğini; bunun üzerine onların da, "Allah
bize, İranlılara karşı zafer verirse senin dinine girmeyi ve nübüvvetini tasdik
etmeyi vaad ediyoruz" dediklerini; bunun üzerine Hz. Peygamber'in onlara,
hayır dua ettiğini haber vermektedir.
Yapılan
şiddetli savaştan sonra Sasaniler mağlup oldular ve birçok kayıp vererek geri
çekildiler. Bu savaş, Araplar arasında büyük bir zafer olarak sevinç ve neşe
ile karşılandı; büyük yankı uyandırdı. Birçok şair, Zu-Kar zaferi üzerine şiir
inşad ettiler. Hz. Peygamber bu savaşın sonucunu öğrenince:
"İşte
bu, Arapların acemlerden intikam aldıkları ve benimle zafere ulaştıkları ilk
gündür!" buyurdu.
Zu-Kar
savaşının hangi tarihte vuku bulduğu kesin değildir. Ancak M. 611 yılından
sonra olduğu kesindir. Bazı kaynaklarda bu savaşın, Bedir savaşı ile aynı
tarihte yapıldığı (624) da rivayet edilmiştir.414
Bu
savaşın en mühim tarafı, Araplar'ın, çok kuvvetli ve karşı konulmaz gibi
gördükleri Sasani ordusunun da yenilebileceğini anlamalarıdır. Sasaniler'e
karşı asırlardan beri hissedilen korku bu savaşla ortadan kalktı. Ama bu
savaşın İslam fetihlerini ve Halid b. Velid'i ilgilendiren tarafı oldukça
fazladır. Çünkü Bekr b. Vail kabilesinin birkaç kolu, başta Şeybaniler ve
onların reisi Müsenna b. Harise, Hz. Ebu Bekir'den izin alarak müslüman
olduktan sonra da Sasanilerle savaşmaya Ubülle (Basra şehrinin kurulduğu yer)
liman şehri ile Hire arasındaki Fırat'ın aşağı tarafındaki çok geniş
bölgelerdeki Sasani topraklarına akınlar düzenlemeye devam ettiler.
Halid
b. Velid'in Akraba savaşından sonra Irak'a, Sasani imparatorluğunun
topraklarına gönderilmesini ele almaya başlarken, kaynaklarımızla ilgili bir
hususa dikkati çekmek istiyoruz. Onun Yemame'den hareket etmesinden, yaptığı
savaşların yerleri, sayısı ve adları dahil olmak üzere vefatına kadarki
hayatı, çok farklı ve değişik rivayetlerle bize nakledilmiştir. Bu hususta birkaç
örnek zikredersek, ne demek istediğimizi daha iyi ifade etmiş oluruz. Mesela
onun Irak'a, Yemame'den veya Medine'den veya Bahreyn'den hareket ettiği; buraya
giderken, Feyd ve Sa'lebiyye yolunu takib ederek Hire'ye veya Nibac yolunu
takibederek Basra körfezindeki liman şehri Ubülle'ye gittiği; Hire'den önce
hiç savaş yapmadığı veya bir, iki veya daha fazla savaş yaptığı; Irak'tan
Suriye'ye giderken hangi güzergahı takip ettiği hususunda birden fazla
rivayetin bulunduğuna şahid oluyoruz. Önce Ecnadeyn'de mi yoksa Yermlık'te mı
savaştığı; Hz. Ömer'in onu ne zaman ve hangi sebep veya sebeplerden azlettiği;
Hıms'da mı yoksa Medine'de mi vefat ettiği gibi konular da aynı şekildedir.
Birkaç
örnek vermek suretiyle dikkatinizi çekmek istediğimiz bütün bu farklı
rivayetleri, ayrı ayrı ele alıp tartışmak ve teker teker değerlendirmek
istemiyoruz. Ancak burada, ridde savaşlarına başlarken de ifade ettiğimiz gibi,
Taberi'nin (310/922) eserindeki Seyf b. Ömer'in (öl. 180 veya 200/796 veya 816)
rivayetlerine hemen hiç yer vermek istemediğimizi tekrar etmekle yetinip Irak
fetihlerine başlayacağız.
Zu-Kar
savaşından sonraki yıllarda Bekr b. Vail kabilesinin bazı kolları, bunlar
arasında Şeybani'ler, Sevad bölgesinde Sasaniler'le savaşıyorlar, onların
topraklarına baskınlar düzenliyorlardı. Bunlar arasında Müsenna b. Harise
eş-Şeybani'nin büyük bir yeri vardı. Hz. Ebu Bekir onun yaptıklarını öğrenince
kendisi hakkında bilgi toplamaya başladı. Kays b. Asim el- Minkari onun
hakkında Halife'ye şunları söyledi:
Daha
sonra Müsenna Medine'ye geldi; Hz. Ebu Bekir ile görüştü ve ondan kendisini,
topraklarına yakın yerlerde oturan İranlılarla (Fars) savaşması için
kabilesinin başına tayin etmesini istedi; ayrıca o bölgeyi halife adına koruyabileceğini
bildirdi. Hz. Ebu Bekir, onun bu teklifini kabul etti ve kendisine bir de ahid-
name verdi.415 Müsenna Irak'a döndü ve Sasanilerle mücadeleye başladı; bir yıl
kadar, kendisi Hire çevresindeki; amcasının oğlu Süveyd b. Kutbe ise Basra
körfezi ile Ubülle ve çevresindeki
Sasani
topraklarına akınlar düzenlediler. Bir müddet sonra, Mü- senna b. Harise
kardeşi Mes'ud b. Harise'yi Medine'ye göndererek yardım istedi. Ayrıca, eğer
Halife'nin kendisine yardım ettiğini öğrenirlerse, Araplar'ın çok çabuk bir
şekilde ordusuna iltihak edeceklerini bildirdi ve bu arada, Acemlerin
kendilerinden korktuğunu da haber verdi.
Hz.
Ebu Bekir'in bu hususu sahabilerle istişare ettiği anlaşılmaktadır. Çünkü Hz.
Ömer'in Halife'ye o sıralarda Akraba savaşını tamamlamış olan Halid b. Velid'in
Müsenna'nın yardımına gönderilmesini tavsiye ettiğini öğreniyoruz. Hz. Ömer
ayrıca, Halid'in Suriye'de savaşan müslümanlara böylece yakın olacağını;
ordusuna ihtiyaçları olmadığı müddetçe, Allah'ın kendisine zafer ve
muvaffakiyetler ihsan etmesine kadar orada savaşabileceğine Hz. Ebu Bekir'in
dikkatini çekmiştir.
Halife'nin
Halid'e bu husustaki emrini İbnü'l-Kelbi aynen şu ifadelerle nakletmektedir:
"Ebu
Bekir, Yemame'de bulunan Halid b. Velid'e, Şam'a (Suriye) gitmesini; ancak daha
önce Irak'tan başlamasını; önce oraya uğrayıp fetihler yapmasını emreden bir
mektup yazdı. Halid de Yemame'den ayrıldı ve Nibac'a indi. "
Böylece
Halife Hz. Ebu Bekir'in; Vakıdi'nin Hz. Ömer'in, İbnü'l-Kelbi'nin ise bizzat
Halife'nin ağzından, ihtiyaç hissedildiği takdirde Suriye cephesine
gönderilmek üzere Irak cephesine Halid b. Velid'i başkumandan tayin ettiği
anlaşılmaktadır.416
Hz.
Ömer'in, Irak'a gönderilmesi hususunda Halid b. Velid'i Halife'ye tavsiye ve
teklif etmesi ve gerekçesi üzerinde, bir iki . 128 vd. noktaya işaret etmek
istiyoruz. Sasaniler'e karşı Medine'den ilk defa ordu gönderilmesine karar
verilirken Hz. Ömer, çekinmeden Halid b. Velid'i düşünebilmekte ve teklif
etmektedir. Böylece onunla Halid arasındaki sert tartışmalara işaret eden
rivayetlerin çok mübalağalı ve doğru olmadığı anlaşılmaktadır.
Diğer
taraftan, Hicri 12 yılı başlarında (Mart 633) müslümanların, Suriye'ye,
Bizans'a karşı yeniden savaşmayı da planladıkları ortaya çıkmaktadır. Hatta
Sasanilerle savaşa gönderilen Halid'e ihtiyaç olduğu takdirde, hemen bu
cepheden Suriye cephesine gönderilebileceği göz önüne alınarak bu tayinin
yapılmasına karar verildiği; İbnü'l-Kelbi'nin rivayetinden ise, Suriye'ye
Irak'tan geçmesinin kararlaştırıldığı ifade edilmektedir. Gerçekten de Hz. Ebu
Bekir, bir yıl kadar sonra, verdiği emir ile, Sasani cephesindeki başkumandan
Halid'i, Suriye'ye Bizans imparatorluğu ile yapılacak savaşlara göndermiştir.
Bazı kaynaklarda yer alan, Halid'in, bu tayini üzerine Hz. Ömer'i itham
ettiğine dair rivayetlerin doğru olmadığını, bu vesile ile şimdiden hatırlatmak
isteriz.
İslamiyet'in
bütün dinlere üstün geleceğine dair imanı yanında; Sasani imparatorluğuna karşı
fiili olarak askeri bir mücadeleye Medine'den gönderilecek bir ordu ile
başlamaya karar verirken Hz. Ebu Bekir, bir taraftan Bekr b. Vail kabile topluluklarının
devam ettirmekte oldukları savaşları ve onların askeri güçlerinin varlığını;
diğer taraftan da Zu-Kar savaşının sonucunu göz önüne aldığında şüphe yoktur.
Sasaniler büyük bir imparatorluk olmasına, devlet idaresi ve askeri güç bakımından
Araplar'dan üstün bulunmasına rağmen, Zu-Kar'da yenilebilmişti. Şimdi ise
müslümanlar, Zu-Kar'da zafer kazanan Araplar'dan hem daha güçlü ve kuvvetli;
hem de bu savaşı kazananlarla birlikte idiler. Bütün bu hususları göz önüne
alan Halife Hz. Ebu Bekir, ihlas ve samimiyetle, sabır ve metanet gösterip
savaşırlarsa müslümanların üstün geleceklerine ve zafere ulaşacaklarına
inanıyordu.
İbnü'l-Kelbi'nin
yukarıdaki rivayeti hakkında, Sasani ve Bizans imparatorluklarına karşı Irak ve
Suriye'deki fetihlerin başlangıcı esnasında, aralarındaki irtibatı en güzel bir
şekilde gösterdiğine işaret eden, Halife'nin Bizans üzerine yürümeyi kafasına
koymuş olduğuna telmihte bulunan, daha Irak'a gitmezden önce Bizans'a karşı
yapılacak muharebeye Halid'in iştirak etmesinin kararlaştırılmış olduğuna
dikkati çeken Cae- tani'nin, fetihlerin Medine'den planlanmadığını, yalnızca baskın
yaparak ganimet elde etmenin düşünüldüğünü bu değerlendirmelerinden sonra
nasıl söyleyebildiğine şaştığımızı bu vesile ile zikretmek istiyoruz.417 Halid
b. Velid'in Yemame'deki Akraba savaşını hangi tarihte tamamlayıp Irak'a ne
zaman ulaştığı; Halife Hz. Ebu Bekir'in Sasaniler'e karşı savaşmakta olan
Müsenna b. Harise'ye yardım ve destek olmak üzere başkumandanlığa tayin emrini
nerede bulunduğu sırada aldığı; hangi yolu takip ederek Irak'a vardığı ve
Irak'ta Hire'ye mi yoksa Basra körfezine mi gittiği hususunda kaynaklarda değişik
rivayetler bulunmaktadır.
Akraba savaşının 12 yılı başlarında
sona erdiği hususunda rivayetler arasında hemen hemen ittifak vardır.418 Ancak
bazı rivayetlerde 12 yılı Muharrem ayında;419 diğer bazılarında ise 12 yılı
Rebiulevvel ayında savaşın sona erdiği şeklinde420 ay tasrih edilerek haber
verilmiştir.
Halid
b. Velid'in tayin emrini nerede bulunduğu sırada aldığı hususunda üç ayrı
rivayet bulunmaktadır. Belazuri'nin iki ayrı yerde naklettiğine göre,
Bahreyn'deki irtidad hareketini bastırmakta olan el-Ala b. el-Hadrami, Hz. Ebu
Bekir'e mektup yazıp yardım istedi. Bunun üzerine Halife, Halid b. Velid'e
mektup yazıp Yemame'den çok çabuk onun yardımına gitmesini emretti. Halid onun
yanına geldiğinde, el-Ala, el-Hutam'ı öldürmüştü. Halid onunla beraber
el-Hatt'ı kuşattı. Daha sonra Halid'e, Irak'a gitmesini emreden Ebu Bekir'in
mektubu geldi; o da Bahreyn'den oraya gitti.
Belazuri
bu haberi verdikten sonra Vakıdi'nin, Halid'in önce Medine'ye geldiğini; sonra
da oradan Irak'a gittiğini belirten rivayetini zikretmektedir.
Vakıdi,
Halid b. Velid'in Yemame'den Medine'ye geldiği hususunda ısrarlı bir tarihçi
olarak karşımıza çıkmaktadır. O, Halid b. Velid'in Akraba savaşından sonra
Medine'ye döndüğünü ve oradan Irak'a hareket ettiğini haber verir. Ancak onun
bu hususu zikreden Taberi'nin eserindeki şu ifadesi, Halid'in Yemame'den
Medine'ye döndüğünü kabul etmememiz için kafi bir sebep teşkil etmektedir:
"Halid'in
bu seferine ait rivayetlerde ihtilaf edilmiştir. Bazıları, onun Yemame'den
doğruca Irak'a geçmiş olduğunu söylerler. Diğerleri ise, Yemame'den Medine'ye
döndüğünü; sonra Medine'den Irak'a, Kufe yolunu takip ederek Hire'ye ulaştığını
söylerler. 11422
Biz,
Halid b. Velid'in Yemame'den Medine'ye dönmediğini; doğrudan doğruya oradan
Irak'a hareket ettiğini haber veren rivayetleri423 kabul ediyor ve Halife'nin
emrinin kendisine mektupla ulaştırıldığını tasrih eden haberleri doğru
buluyoruz.
Diğer
taraftan, Belazuri'nin, Halid'in Bahreyn'e gitmesi ve tayin emrini orada iken
alması haberi ile Yemame'de bulunduğu sırada aldığını haber veren rivayetleri
de, birbirini destekler mahiyette buluyoruz. Çok mümkündür ki Halid b. Velid,
askeri bir sır olan tayin emrini, Yemame'de almış olmasına rağmen açıklamamış;
Irak'a giderken uğradığı Bahreyn'den sonra, istikameti belli olunca
açıklamıştır.
Vakıdi'nin
rivayetinde, üzerinde durulması gereken esas mesele, Halid b. Velid'in Irak'a
giderken takip ettiği yol ile; gerçekten onun doğruca Hire'ye mi gittiği
hususudur.
Bu
hususta, kaynaklarımızda yer alan rivayetler, esas itibariyle iki kısma
ayrılmaktadır. Bunlardan ilki, Vakıdi ve kısmen de İbn İshak'ın rivayetleri
olup Halid b. Velid'in Medine'den Irak'a, doğruca Hire'ye gittiğini haber
vermektedir. İkinci rivayet ise, eş-Şa'bi, Medaini, İbnü'l-Kelbi ve
Belazuri'nin rivayetleri olup Halid'in Yemame'den Irak'a Basra körfezine Ubülle
liman şehri civarına gittiğini haber vermektedir. Bu iki ayrı rivayetin
birleştikleri nokta, Hire şehrinin fethindedir. Buna göre, bu rivayetlerin
incelenmesi, Halid b. Velid'in, Hire'nin fethinden önceki faaliyetlerinin
tespiti demektir.
Halid
b. Velid'in Irak fetihlerine nereden başladığını tespit edebilmek için, onun
tayin emrini aldığı yer ile Irak'a giderken takip ettiği yolun bilinmesinde
zaruret vardır. Çünkü Medine'de tayin emrini almış ise, Medine'den Klife'ye
giden yolu takib ederek doğruca Hire'ye gitmiş ve ilk fetih hareketlerine,
Vakıdi'nin iddiasına göre, önce bu şehrin fethiyle; İbn İshak'ın rivayetine göre
ise, bu şehrin çevresindeki bazı yerleri ele geçirmekle başlamıştır.
Eğer
Yemame'de tayin emrini almış ise, Yemame'den Basra körfezine giden yolu takip
ederek doğruca Basra körfezindeki liman şehri Ubülle'ye gitmiş ve ilk fetih
hareketlerine bu bölgeden başlamış ve Fırat nehrinin güney sahilini batıya
doğru takib ederek yolda bazı savaşlar yapıp Hire'ye gelmiştir.
Biz,
onun tayin emrini Yemame'de bulunduğu sırada almış olduğunu kabul etmek
suretiyle, tercihimizi baştan yapmış olduğumuzu hatırlatarak, bu meseleye ait
rivayetleri incelemeye başlamak istiyoruz.
Belazuri'nin
naklettiğine göre Vakıdi, bu hususta şunları söylemektedir:
"Hicaz
halkından olan arkadaşlarımız, Halid'in Yemame'den Medine'ye geldiği ve oradan
da Feyd ve Sa'lebiyye üzerinden lrak'a çıktığı; sonra Hire'ye geldiği
görüşündedirler. "424
Yakut
el-Hamevi meşhur coğrafya eserinde tıpkı Belazuri gibi Halid'in fetihlerine
Basra körfezi tarafından başladığını anlattıktan sonra, şunları söylemektedir:
"...
Vakıdi ise, Halid'in Basra'ya uğradığını reddeder ve şöyle derdi: O Yemame ve
Bahreyn işlerini tamamlayınca Medine'ye döndü. Sonra da Feyd ve Sa'lebiyye
yoluyla lrak'a gitti. 11425
İbn
İshak ise, Hz. Ebu Bekir'in Halid'e mektup yazıp Irak'a gitmesini emrettiğini;
onun Irak'a hareket ettiğini; Hire'den önce, Sevad'ın köylerinden olan Banıkya,
Barusma ve Ulleys'e indiğini; buranın halkı ile sulh yapıp Hire'ye gittiğini
haber vermektedir.
Yukarıda
Halid b. Velid'in Irak'a Medine'den gittiğini rivayet eden müellifler arasında
adını zikretmediğimiz Ebu Yusuf ise, "İbn İshak ile, fetihler ve siyer
hakkında vukuf sahibi diğer alimlerin, birbirlerinden farklı rivayetleri
olmakla birlikte zaman zaman bana şunları anlattılar" şeklinde bir ifade
ile Ha- lid'in Medine'den Irak'a doğru yola çıktığını anlatmaya başlamakta;
arkasından da onun Muğisa, Uzeyb, Kadisiyye, Necef ve Ulleys'i fethettiğine
temas ettikten sonra Hire'ye ulaştığını zikretmektedir. 427
Bu
üç müellifin rivayetlerine göre Halid b. Velid, Medine'den doğruca Hire'ye
hareket etti; Vakıdi'ye göre, Irak'ta ilk önce Hire'yi; İbn İshak'a göre,
Banıkya, Barusma ve Ulleys'i; Ebu Yusufa göre ise, yukarıda adını zikrettiğimiz
yerleri ele geçirdikten sonra Hire'yi fethetti.
Halid
b. Velid'in Irak fetihlerine Basra civarından başlayarak Fırat nehri
sahillerini takip edip Hire'ye ulaştığını haber veren rivayetleri ise şöylece
sıralayabiliriz:
1)
İbnü'l-Kelbi'nin
rivayetinde Hz. Ebu Bekir, Yemame'de bulunan Halid b. Velid'e Şam'a gitmesini;
ama önce Irak'tan geçmesini emretti. Halid Irak'a doğru hareket etti ve
Nibac'a indi. O sıra da Müsenna b. Harise, Haffan'daki ordugahında bulunuyordu.
Halid b. Velid ona bir mektup yazarak yanına gelmesini emretti; o bu mektubu
ile Hz. Ebu Bekir'in Müsenncl'ya yazdığı ve Halid'in emri altına girmesini
emrettiği ahid-nameyi de kendisine gönderdi. Müsenna, Halid'in mektubunu alır
almaz atına binip onun yanına geldi. İbnü'l-Kelbi, Ebu Mıhnef ten naklettiği bu
rivayetinde daha sonra Halid'in yoluna devam ettiğini; Ulleys halkı ile sulh
yaptığını; Hire'ye yaklaşırken, Kis- ra'nın, kendisiyle Araplar arasındaki
sınırları koruyan süvari birliği kumandanı Azadbih'in askerleriyle ırmakların
birleştiği yerde karşılaştığını; onların üzerine Müsenna'yı gönderdiğini
anlatmaktadır. 28
2)
Belazuri'nin
naklettiği bir rivayette ise, Hz. Ebu Bekir, yazdığı bir mektupla Halid'in
Irak'a gitmesini emretti. Halife ayrıca, Müsenna b. Harise'ye de bir mektup
göndererek Halid'e itaat etmesini, onu dinlemesini ve kendisiyle birleşmesini
emretmiştir. Halid Nibac'a indiğinde, Müsenna orada kendisiyle buluşmuştu.
Halid yoluna devam etti ve Basra'ya geldi.429
3)
Belazuri'nin
eserinde yer alan diğer rivayetlerde ise, Ha- lid b. Velid'in Basra'ya geldiği
ve Hire'den önce, Ubülle, Hu- reybe, Mezar, Zendeverd, Düma ve çevresi ile
Ulleys ve Hür- müzcerd gibi yerleri fethettiği anlatılmaktadır. 430
4)
Halife b.
Hayyat ise, Hz. Ebu Bekir'in Halid b. Velid'i Basra toprağına gönderdiğini;
buraya Arzu'l-Hind (Hind toprağı) denildiğini haber vermek suretiyle, açıkça
Halid'in Basra'ya gittiğini belirtmektedir. O ayrıca, Hire'den önce,
Ubülle'nin, Nehru'l-Murre'nin, Meysan'ın; Hürmüzcerd, Nehru'l-melik ve
Barusma'nın, Kesker'in, Zendeverd'in ve Ulleys'in fethedildiğini de haber
vermektedir.
Diğer
taraftan Halife b. Hayyat, Ulleys'in fetih tarihine dair iki ayrı rivayeti
nakletmek suretiyle, Halid'in Irak fetihlerinin tarihini tespite yardım etmiş
bulunmaktadır.431
5)
Şa'bi'nin bir
rivayetine göre, Hz. Ebu Bekir, Yemame'de bulunan Halid b. Velid'e yazdığı
mektupta Irak'a gitmesini ve Hind sınırlarından yani Ubülle'den fethe
başlamasını; orada bulunan Faris (İranlı) halkı ile onların idaresi altındaki
diğer kavimlere iyi davranmasını emretmiştir.432
6)
Vakıdi'nin
Kitabu'r-Ridde'sinde ise, Halid b. Velid'in Yemame'den Basra'ya gittiği ve
Nibac'da Müsenna ile buluştukları uzun uzun anlatılmaktadır. Bu eser, İbn
A'sem el-Kufı'nin rivayeti olarak nakledilmiştir. Bu bakımdan biz, eserin Va-
kıdi'nin rivayetleri yanında, başka rivayetleri de içine aldığını düşünerek,
Vakıdi'nin de Halid'in Yemame'den Nibac yoluyla Basra'ya gittiğini kabul
ettiğini söyleyemiyoruz ve yukarıda, Belazuri'nin naklettiği ona ait haberleri
doğru kabul .ediyoruz.
Ancak,
Vakıdi'nin adı ile neşredilen bu eseri de İbn A'sem el- Kufı'nin el-Fütuh'unu
da, Halid'in takip ettiği güzergahı tespit ve onun Hire'den önce Basra'ya
gittiğini isbat için zikretmek gerektiğine inanıyoruz. 433
Halid
b. Velid'in Irak'a, Sasani topraklarına gönderilirken, tayin emrini nerede
aldığı ve hangi yolu takip ettiği meselesi üzerinde bu kadar fazla duruşumuzun
iki esas sebebi bulunmaktadır. Bunlardan ilki, Vakıdi ve kısmen de İbn
İshak'ın, Halid'in doğruca Hire'ye gittiğini haber veren rivayetlerini kabul
etmediğimizi göstermek ve onun Yemame'den Basra körfezine geçtiğini ve
fetihlerine oradan başlayarak Fırat sahillerini takip edip Hire'ye ulaştığını
tespit etmek içindir. Muahhar kaynaklara ve Seyf b. Ömer'in rivayetlerine
başvurmadan bu hususu ortaya koymuş bulunuyoruz. Bu rivayetlerin bir kısmına
göre, Halid'in Nibac'da konakladığı; Hz. Ebu Bekir'den yardım isteyen Mü- senna
b. Harise'nin orada İslam devleti ordusu ile birleştiği anlaşılmaktadır. Bu
rivayetlerin ihtilaflı tarafı ise, Basra körfezi ile Hire arasında fethedilen
yerlerin hangileri olduğu ve nasıl fethe- dildiğidir. Bunları birazdan ele
alacağız.
İkinci
sebep ise, müsteşrik Caetani'nin, İbn İshak ve Va- kıdi'nin rivayetlerini esas
aldığını ifade ile, Basra-Hire arasındaki yerlerin, Halid b. Velid tarafından
fethedilmemiş olduğunu iddia etmesidir. O, Halid'in kuzeydoğu istikametinden
geldiğini ileri sürerek, Basra-Hire arasındaki fetihlere yer veren diğer bütün
rivayetleri, Seyf b. Ömer'i de ileri sürerek reddeder. Bu eserimizde,
Caetani'nin bu ve zikretmediğimiz diğer iddialarının hepsine ayrı ayrı cevap
vermek imkanına sahip değiliz. Şu kadarını ifade edelim ki, Seyf b. Ömer'den
hiçbir rivayet almaksızın, Halid b. Velid'in fetihlerine, Basra körfezi
istikametinden başlamış olduğunu göstermeye çalıştık. Diğer taraftan,
Caetani'nin, bu fetihlerde geçen bazı mahallerin coğrafi yerlerini eksik ve
yanlış tespit etmiş olmasından dolayı bazı hatalı sonuçlara ulaştığı anlaşılmaktadır.
Bu hususta, bir örnek vermekle yetineceğiz.434
Ebu
Mıhnef, İbnü'l-Kelbi ve Belazuri'nin rivayetlerinde, Ha- lid b. Velid'in
Yemame'den Basra körfezi istikametine giderken Nibac'da konakladığını ve
Müsenna'nın orada kendisine iltihak ettiğini yukarıda gördük. Bu üç rivayeti de
eserine alan Caetani, bakınız neler söylüyor:
"İran
'ı istila etmek üzere müslüman kuvvetlerin tahaşşüd (toplanma) noktası olarak
Nibac'dan bahsedilmesi, bizim mev- zumuz için, haiz-i ehemmiyettir. Nibac küçük
bir köydü. Mekke ile Irak arasında yarı yolda kaindi ve büyük bir ehemmiyeti
vardı. Çünkü beş büyük yolun ayrıldığı nokta idi..." Caetani bu sözlerinden
sonra bu Nibac'dan ulaşılan beş yerin isimlerini sıralar. Nibac'dan Yemame'ye
gidildiğini ifade eder. Daha sonra da "...Son yolun bizce bir ehemmiyet-i
mahsusası vardır. Demek ki Nibac öyle bir nokta idi ki Yemame'den İran'a (herhalde
Irak olacak, Türkçe baskıdaki matbaa hatası olmalıdır) doğru oradan hareket
eden bir adam garbi Arabistan'dan İran'a giden yola iltihak ederdi. Birçok
sarih haberler buna şahittir. "
"Binaenaleyh,
Halid, Irak'a gitmeden evvel Nibac'da tevakkuf ettiyse, Yemen'den değil (herhalde
Medine'den olacak) mutlaka Yemame'den gelmiş olması iktiza eder. Yemame'den
gelen birinin, hareketten evvel Halife'den en çabuk talimat alabileceği nokta orası
idi. Çünkü Medine'den Basra'ya giderken Nibac'dan geçiliyordu. Yukarıda
dercettiğimiz İbnu'l-Kelbi'nin bir hadisi de bunu teyid eder; Halid, Nibac'dan
doğruca Feyd ve Sa'lebiyye tarikiyle Hire'ye gitti. En iyi bir menba-ı
tarihimiz olan Vakıdi de böyle söyleniyor.. " Daha sonra Nibac hakkında
bazı bilgiler daha veren Caetani, " ... Müslümanların Nibac'da
toplandıkları.. "nın kati olduğunu beyan etmektedir.435
Bizim
yukarıda ele aldığımız Belazuri'nin rivayeti üzerine bu görüşleri ortaya atan
Caetani'ye göre Halid b. Velid'in Yemame'den hareket ettiği kesindir. Halbuki o,
Vakıdi'yi esas aldığını ısrarla belirtmektedir; buna rağmen, doğru olarak,
Yemame'yi kabul etmektedir. Yine ona göre, müslüman ordusu Nibac'da konaklamış
ve Müsenna ile birleşmiştir ve bu bakımdan da bu yer çok mühimdir. Caetani'nin
bu görüşleri de, Va- kıdi'ye muhalif olmasına rağmen doğrudur ve bizim de
yukarıda ele aldığımız rivayetlerden çıkardığımız netice ile aynilik
arzetmektedir.
Ancak
Caetani ile ayrıldığımız nokta, Nibac'ın yeri husu- sundadır. O, Nibac'ın
Mekke-Irak arasında olduğunu söylemektedir. Evet, Mekke-Medine ve Irak
arasında meşhur hac yolu üzerinde bu Nibac'ın olduğu bilinmektedir. Fakat,
Halid b. Ve- lid'in ordusuyla konakladığı ve Müsenna ile buluştuğu Nibac,
Caetani'nin anlattığı bu Nibac değildir.
Caetani'nin
başvurduğu coğrafya kitaplarında, başta Yakut'un eseri olmak üzere, iki tane
Nibac'ın olduğunu görüyoruz. Bunlardan birisi, Caetani'nin anlattığı ve çok
meşhur olan Nibac olup Hire Medine-Mekke yolundadır. İkinci ve Halid b.
Velid'in konakladığı Nibac ise, Yemame-Basra Körfezi yolundadır ve kuzeydoğu
istikametindedir, diğer Nibac gibi kuzey-batı tarafında değildir. Yemame'den
Irak'a gidecek birisi, kuzey-doğu istikametinde Bahreyn-Kuveyt-Basra körfezi
yolu üzerinde bulunan, Halid b. Velid'in konakladığı bu ikinci Nibac'dan
geçmeye mecburdur ve bu istikamette başka bir yola da sahip değildir.436
Yukarıda, Halid'in Bahreyn'e uğradığına dair Belazuri'nin rivayetine ve onun,
Halife'nin emrini Bahreyn'de bulunduğu sırada almış olduğuna işaret etmiştik.
Yemame'de bulunan Halid'in, çok daha kısa olan ve Caetani'nin hiç fark etmediği
veya nazar-ı itibare almadığı bu ikinci Nibac yoluyla Basra körfezine gittiği
gayet açık bir şekilde anlaşılmaktadır.437
Nibac
ile alakalı bu yanlışından sonra Caetani, Vakıdi'nin rivayetiyle, onunla hiç
alakası olmayan ve Nibac'ı zikreden diğer rivayetlerdeki haberi, kolayca
birleştirerek, Halid'in Nibac'dan sonra, Feyd ve Sa'lebiyye yolunu takip ederek
Hire'ye ulaştığını ısrarla ileri sürmek suretiyle hata etmiştir.438
Halid
b. Velid Nibac'da bir müddet kaldı. Kendisine iltihak eden Müsenna b.
Harise'den, Sasaniler hakkında bilgi aldı; Basra körfezi çevresindeki durumu
öğrendi. Hire ile Basra körfezi arasındaki Irak topraklarının Fırat nehrine
yakın kısımları Sasanilerin; Arap yarımadasının içine, çöle doğru olan
kısımları ise Bekr b. Vail'in kollarına mensup kabilelerin hakimiyeti altında
idi. Müsenna'nın kabilesinin askeri üssü de Hire-Basra körfezi arasındaki
bölgede, Haffan'da idi. Hire-Suriye arasındaki topraklara ise, müslümanlara
düşman olan Beni Tağlib kabilesi hakimdi. Bölgenin bu durumu dahi, Halid'in
fetihlere Basra körfezinden başlayarak, batıya doğru ilerlemesinin daha doğru
olacağını göstermekte idi.
Müsenna
b. Harise'nin kabilesi Beni Şeyban başta olmak üzere, diğer Bekr b. Vail
mensupları, Zu-Kar savaşından beri bu bölgelerde yaptıkları mücadeleler
sonucunda, birçok bakımdan tecrübe sahibi olmuşlardı. Gerçi onlar, bölgedeki
Sasani hakimiyetine son verememişlerdi. Ama onların bölgedeki varlıkları,
Başkumandan Halid b. Velid idaresindeki İslam ordusunun başarısında çok
yardımcı olmuştu.
Esasen
bu kabile mensupları, çoğunu Ensar'ın teşkil ettiği Halid'in başında bulunduğu
iki bin kişilik çekirdek kuvvetin sayısını, beş bine ulaştırmışlardı. 439
Sasaniler,
başşehirleri Medain'de, yukarıda da belirttiğimiz üzere, saltanat ve iktidar
mücadelesiyle meşgul bulunuyorlardı ve devlet büyük bir zaaf içerisindeydi.
Halid'in fethettiği Irak Sevad'ı da denilen bölgedeki halkın ekseriyetini,
hıristiyanlaşmış
Araplar
ile eski Babilonyalılar (Nabatlılar) teşkil ediyorlardı. İranlı dihkanlar
(toprak sahipleri) ile Sasanilerin hudud muhafızları, bölgedeki İran askeri
gücünü meydana getiriyordu.
BASRA
KÖRFEZİNDEN HİRE'YE FETİHLER
Ubülle:
Halid b. Velid, Nibac'dan ordusuyla hareket etti ve Basra körfezine geldi.
Orada, Bekr b. Vail kabilesinden Kutbe b. Katade ez-Zühli ile buluştu.44°
Kutbe, Müsenna b. Harise'nin Hire şehri çevresindeki faaliyetleri gibi, bu
bölgedeki Sasani nüfuzunu ortadan kaldırmak için akınlar yapıyordu. Halid ile
buluşan Kutbe, Ubülle, halkının kendisi aleyhine olduklarını; kendisinden hiç
çekinmediklerini haber verdi. Arkasından da Halid'in böyle bir ordu ile
gelmesinden dolayı korktuklarını bildirdi.
Halid
b. Velid, Kutbe'nin verdiği bilgiler üzerine, kendisine planını şöylece
açıkladı:
-
Öyle ise,
gündüz ben Basra 'dan ayrılayım, sonra geceleyin gizlice geri dönüp askerlerimi
senin ordugahına yerleştireyim, onlar sabahleyin sana saldırırlarsa,
kendileriyle hep beraber savaşırız.
Halid'in
bu planı tatbik edildi. O ve askerleri, herkesin göreceği bir şekilde Hire
tarafına doğru hareket etti; fakat geceleyin gizlice geri döndü ve Kutbe'nin
ordugahına saklandı.
Halid'in
Ubülle'den ayrılmış olduğunu zanneden Ubülle halkı, ertesi gün Kutbe'nin
üzerine yürüdüler. Ancak onun ordugahındaki kalabalığı görünce şaşırdılar;
pişman oldular. Halid onların bu şekilde ortaya çıktıklarını görünce
askerlerine şu emri verdi:
Başkumandanın
bu emri üzerine müslümanlar, onlara hücum ettiler; bir kısmını öldürdüler, bir
kısmını da savaş meydanından kovaladılar.
Ubülle,
Basra körfezinde, denize çok yakın bir mesafede, Fırat ile Dicle nehirlerinin
birleştikleri mecra üzerindeki kanal bölgesinde kurulmuş; Hind ve Sind ile İran
arasındaki deniz ticaretinin gerçekleştiği mühim bir liman şehri idi. Ubülle, o
sırada henüz kurulmamış bulunan Basra şehrinin yerine çok yakın, dört fersahlık
bir uzaklıkta idi.
Halid
b. Velid, Nibac'da kendisine iltihak eden Müsenna b. Harise'den sonra, yine
Bekr b. Vail'in diğer bir kolu olan Zühl kabilesi reisi ile de burada birleşmek
ve onlarla birlikte savaşmak suretiyle, Sasani devletinin buradaki muhafız
birliği ve onlara iştirak eden Ubülle şehir halkını mağlup etti. Fakat bu liman
şehri, Hz. Ömer zamanında yeniden fethedilecektir.441
Hureybe:
Halid
b. Velid Ubülle'den sonra Hureybe üzerine yürüdü; Sasani devletinin
muhafızlarını katlettikten; bazı kimseleri de esir aldıktan sonra burayı
fethetti. Beni Sa'd b. Bekr kabilesinden Şureyh b. Amiri buraya vekil bıraktı.
Hureybe, Hz. Ömer zamanında Basra şehrinin kurulduğu yerde bulunan ve çok
mühim bir Sasani muhafız birliğinin beklediği yerdi. Müsenna b. Harise, burayı
harabe'ye çevirdiği için ''Hureybe" adı verilmişti.442
Nehru
'l-Murre (Nehru 'l-Mer'e):
Halid
b. Velid daha sonra, Halife b. Hayyat'ın (240/854) eserinde Nehru'l-murre,
Belazuri'nin eserinde ise Nehru'l-Mer'e diye bilinen ırmağın yanındaki büyük
kaleyi fethetti. Buranın sahibi, Nersi kızı Kamindar adlı bir kadındı. Bu
kadının amcası Nuşecan, yeğeninin adına Halid b. Velid ile bir andlaşma yaptı.
Halife'nin eserinde, on iki bin dirhem; Yakut'un rivayetinde ise on bin dirhem
yıllık cizye ödemeleri şart koşuldu.
Halid
b. Velid, bütün bu bölgenin idaresini, Kutbe b. Katade'ye bıraktı ve kendisine:
-
Bölgedeki şu
acemleri öyle perişan ettik ki, artık sana boyun eğdiler, dedi.443
Halife
b. Hayyat eserinde, "bölge" yerine açık bir şekilde "Basra"
ifadesini kullanmıştır. Kaynaklarda yer alan bu gibi ifadeleri, o tarihte,
mesela Basra şehri henüz kurulmadığı için ten- kid konusu yapan Caetani, bu
hususu, rivayetlerin doğru olup olmaması bakımından değerlendirmeye tabi
tutabilmiştir. 444 Halbuki aynı müellifler, Basra'nın da, Kılfe'nin de sonradan
kurulmuş olduklarını bildikleri ve bu tarihi gelişmeyi aynı eserlerinde
anlattıkları halde okuyucuların kolayca hadiseleri takip edebilmeleri için bu
yolu tercih etmişlerdir. Binaenaleyh biz, bu hususun tenkid edilmesini doğru
bulmuyoruz.
Zendeverd-Dürtd
ve Hürmüzcerd:
Kesker'e
bağlı bu üç yerleşim bölgesi de müslümanların eline
geçti. Zendeverd halkı, bir müddet ok atmak suretiyle savaşa teşebbüs etmişse
de sonunda teslim olmayı kabul etti. Dürta ve çevresi ile Hürmüzcerd halkı ise
savaşsız teslim oldular ve kendilerine eman verildi.
Gerek
Halife b. Hayyat'ın, gerekse Belazuri'nin eserlerinde "Dürta" yerine,
"Düma" yazılıdır ancak Yakut, bu ismin "Dürta" olduğunu
açık bir şekilde gösterdiğinden, biz de bir nokta hatasından dolayı, iki
kaynağımızın tahkikindeki noksanlığı göz önüne alarak "Dürta" diye
almayı tercih ettik.445
Ulleys:
Halid
b. Velid ordusuyla Hire'ye doğru ilerlerken Ulleys'e446 ulaştı. Sasani
kumandanı Caban (Hire merzubanı) bir ordu ile karşı koydu. Bunun üzerine Halid
b. Velid, onun üzerine Mü- senna b. Harise'yi gönderdi. Müsenna, sonradan
Nehru'd-Dem adı verilecek olan nehrin yanında onu mağlup etti.
Ulleys
halkı ise, İranlılara karşı müslümanların ajanları, ihtiyaç
halinde yol göstericileri ve yardımcıları olmayı kabul ettiler ve
yıllık bin dinar ödemeleri şartıyla bir andlaşma yaptılar
Halife
b. Hayyat, Ulleys halkıyla yapılan bu andlaşmaıun 3 Receb 12 (13 Eylül 633) tarihinde
gerçekleştiğini zikretmektedir.
Bu
tarih, bizim faydalandığımız eski kaynaklarda yer alan rivayetler arasında,
Halid b. Velid'in Irak fetihlerine ait, ay ve gün olarak tasrih edilen ilk
rivayettir.
Ulleys'ten
sonra Halid b. Velid yoluna devam ederken, bu defa bir başka Sasani hudud
muhafız birliği ile karşılaştı. Nehirlerin birleştiği bir yerde,
kumandanlığını Azadbih'in yaptığı bu Sasani askerleriyle savaşan Halid, onları
mağlup etti. İbnü'l- Kelbi'nin Ebu Mıhneften naklettiği rivayete göre ise,
Halid, Azadbih'in de üzerine Müsenna'yı göndermiştir.
Halid
b. Velid'in bundan sonra Hire'ye gittiğini görüyoruz. Ancak, Belazuri'nin
zikrettiğine göre, Halid b. Velid'in, Hire'ye gitmeden önce, Hire'ye güney
istikametinde bulunan Müsenna b. Hari- se'nin ordugahı Haffan'a uğradığını
ileri sürenler de olmuştur.447
Hire'nin
Fethi
Hire
halkı, Azadbih'in mağlubiyetini öğrenince, önce kalelerine çekildiler. Yüksek
surlarla çevrili şehirde, el-Kasru'l-Ebyad (Beyaz Saray), Kasru İbn Bukayle ve
Kasru'l-Adesiyyin adlı üç tane kaleye sığınmışlardı. İslam ordusunun
süvarileri, şehrin çevresinde atlarını koşturunca, şehir halkı, Sasani tahtında
oturan III. Yezdicerd'den yardım geleceğini ümid etmediklerinden ve muhafız birlikleri
de mağlup olduğundan teslim olmaya karar verdiler.
Adı
Bukayle olan ve İbn Bukayle diye bilinen Abdülmesih adlı yaşlı bir papas ile
Sasanilerin Hire valisi Iyas b. Kabisa et- Tai'yi konuşmak üzere Halid b.
Velid'e gönderdiler. Halid b. Velid:
-
Senin vücudunun en uzak izi nereden gelmiştir. Ey ihtiyar?
Abdulmesih:
Babamın sulbünden.
Halid:
Nereden çıktın?
Abdulmesih:
Annemin karnından!
Halid:
Yazıklar olsun sana! Neyin içindesin?
Abdulmesih:
Elbisemin içindeyim!
Halid:
Neyin üzerindesin?
O:
Toprak üzerinde!
Halid:
Düşünüyor musun?
O:
Evet, tespit de ediyorum.
Halid:
Yazıklar olsun sana! Seninle ancak, halkla konuştuğum şekilde konuşayım.
O:
Ben de sana, ancak halka verdiğim cevap şeklinde cevap vereyim.
Halid:
Sen, sulh mü istiyorsun harp mi?
O:
Tabii ki sulh.
Halid:
Öyle ise bu kaleler nedir?
O:
Bu kaleleri, iyi kimse gelinceye kadar, kötü kimselerden korunmak için yaptık
...
Bu
nükteli konuşmalardan sonra Halid b. Velid onlara şöyle dedi:
-
Sizi Allah 'a ve İslam 'a davet ediyorum. Eğer bu davetimi kabul eder de
müslüman olursanız, müslümanların sahip oldukları haklara sahip olursunuz;
onların mükellefiyetlerini de aynen yüklenmiş olursunuz. Eğer bunu kabul
etmezseniz cizye veriniz. Eğer bunu da kabul etmezseniz, şunu iyi biliniz ki,
ben sizinle savaşmak için sizin hayata karşı olan hırsınızdan daha fazla ölmeye
karşı hırslı olan bir ordu ile geldim!
Halid
b. Velid bu konuşmayı yaparken, İbn Bukayle'nin elinde bir şey olduğunu
farketti ve:
-Bu
nedir? diye sordu. İbn Bukayle:
-
Bu zehirdir;
eğer sen, istediklerimi kabul edersen ne ala; aksi takdirde onu içeceğim. Ben,
arzu etmedikleri bir andlaşma ile kavmimin yanına dönmek istemem! dedi. Halid,
zehiri onun elinden aldı; "Yerde ve gökte ismiyle hiçbir şeyin zarar
vermediği Allah adıyla " dedikten sonra zehiri yuttu.
İbn
Bukayle kaleye kavminin yanına döndü ve onlara:
-
Ben,
kendilerine zehir tesir etmeyen bir kavmin yanından geliyorum! dedi.
Yapılan
istişareden sonra Halid'in yanına gelen İbn Bukayle, müslüman olmayı kabul
etmediklerini şöylece açıkladı:
-
Sizinle harp
etmek istemediğimiz gibi, dininize de girmek istemeyiz. Kendi dinimizde kalıp
size cizye veririz!
Bunun
üzerine Hire halkı ile bir andlaşma yapıldı; yıllık cizye miktarı yanında,
onların yerine getirmekle mükellef oldukları birçok husus, bu andlaşma metninde
yer aldı. Önce cizye miktarı hakkındaki, kaynaklarda yer alan farklı
rivayetleri görelim:
Ebu
Yusufun bizim kullandığımız şerhli baskısında önce 90 bin, anlaşma metninde 70 bin
dirhem görülmektedir. Şarih er-Rahbi ise, bu iki miktarın, ayrıca bazılarının
naklettiği 80 bin rakamının da doğru olmadığını, Hire için kararlaştırılan
cizye miktarının 60 bin dirhem olduğunu belirtir. Esasen el-Harac'ın Timuriyye
baskısı ve Türkçe tercümesinde de bu sonuncu miktar yer almıştır. Kaynağımız,
Halid b. Velid'in ağzından, Hire halkının erkeklerinin sayısının 7 bin,
bunların bininin cizye ödemekten aciz oldukları için, mevcuttan çıkarıldığını,
geriye kalan mükellef sayısının 6 bin olduğunu ve bunlara 70 bin (Şarih 60 bin
olarak düzeltir) dirhem cizye olarak belirlendiğini ve bunun doğudan gelen ilk
cizye olduğunu yazmaktadır. Ebu Yusufun diğer baskılarını ve 6 bin rakamını
esas alırsak, şahıs başına 1O dirhem olmak üzere 60 bin dirhem miktar ortaya
çıkmaktadır.
Ebu
Yusufun verdiği bu miktarı el-Belazuri de nakletmektedir. Yahya b. Adem'den
nakledilen bu habere göre, Hire'de 6 bin erkek vardı, herkese 14 dirhem (beş
vezinli) yükletildi ki bunun toplamı 84 bin dirhemdi. Bu miktar, "yedili
vezin"liden 60 bin dirhem eder. Görülüyor ki el-Belazuri, bu rivayetinde, 60
bin dirheme ulaşmak için dirhem ayarlamalarından faydalanmış ve şahıs başına 14
dirhem miktarı kabul etmiştir. Ebu Yusufun rivayetinde ise, adam başına 10 dirhem
şeklinde bir hesap yapılmıştır. Hz. Ömer zamanında, 14 dirhem cizye miktarının
çok kullanıldığı bilinmektedir. Ancak bu miktarın, Hz. Ebu Bekir zamanında
kullanıldığını, başka rivayetlerle desteklemek imkanı bulamadık. Esasen 14 dirhemlik
miktar yalnız başına hiç kullanılmamıştır.
Diğer
taraftan yine el-Belzazuri, Hire'nin cizye miktarıyla ilgili olarak, 100 bin
dirhem veya 80 bin dirhem rakamlarını da vermektedir. et-Taberi'de ise, Seyfin
ve İbnü'l Kebi'nin rivayeti 190 bin, İbn İshak'ınki ise 90 bin dirhemdir.
el-Yakubi ise, 70 bin ve 100 bin dirhem miktarlarını rivayet eder. Yukarıda el-
Belazuri'nin kendisinden bir rivayet naklettiği Yahya b. Adem ise, eserinde çok
az bir miktar, bin dirhem ve bir semer vermektedir. Görüldüğü gibi, rivayetler
muhtelif ve birleştirilmesi de oldukça zordur. Bize göre, bu farklı miktarların
kaynaklarda yer almasının en önemli sebebi, belirlenen cizye miktarının,
"şahıs başı cizye" şeklinde gösterilmek istenmesindendir. Halbuki Hire
anlaşması, "müşterek cizye" şeklinde belirlenmiştir. Bu miktarlardan
birisi, Halid b. Velid'in anlaşma esnasında kararlaştırdığıdır. Ancak bir
miktar tercihi yapamıyoruz. Yalnız el-Belazuri'nin gösterdiği miktarlardan 100 bin
dirhem tercih edilebilir.
Bize
öyle geliyor ki, Hire'de, şahıs başı olarak tespit edilmeyen cizye miktarı,
zamanla müslüman olanların artması üzerine,
Hire
halkına belki de fazla gelmeye başladığından, miktar düşürücü haberlerle asıl
anlaşma miktarı karıştırılmıştır.
Hire'de,
Halid b. Velid'in yaptığı anlaşmanın Müşterek Cizye olduğunu tercihimizin
sebebi ise, Yahya b. Adem'in şu rivayetidir "Hire halkı, aralarında
bölüşecekleri bir şey üzerine anlaşmışlardır; adamların başına bir şey yoktur.
" Esasen, adam başına belirli miktarda cizye tespit edilmiş olsaydı,
kaynaklarımız bunu kolayca bize intikal ettirirlerdi.
Şimdi
de bu anlaşmayı en geniş şekliyle bize ulaştıran Ebu Yusufun rivayetlerine
dayanarak, cizye dışındaki diğer şartların neler olduğunu görelim:
-
Anlaşma
şartlarına muhalefette bulunmayacaklardır.
-
Müslümanlara
karşı hiçbir kafire yardım etmeyeceklerdir.
-
Müslümanların
askeri sırlarını düşmanlara ifşa etmeyeceklerdir.
-
Ahid/erini
bozarlarsa, en şiddetli şekilde cezalandırılacaklar ve kendilerinden zimme
kaldırılacakdır.
-
Ahidlerini
tutar, cizyelerini öderlerse, zimme hakkına sahip olacaklar, iç ve dış
düşmanlara karşı can ve malları savunulacaktır.
Hastalık,
sakatlık veya bir musibet dolayısıyla fakir düşen, kendi dindaşlarının
yardımına muhtaç olan kimsenin cizyesi düşürülecektir. Medine'de veya diğer
İslam memleketlerinde oturdukları sürece, kendilerine ve bakmakla yükümlü
oldukları aile fertlerine Beytu 'l-Mal'den yardım yapılacak; İslam beldesi
dışındakilere bu yardım yapılmayacaktır.
-
Onların
kölelerinden biri müslüman olursa, müslümanların pazarında bu köle en yüksek
fiyatla satılacak ve kıymeti sahibine verilecektir.
-
Harp elbisesi
hariç, müslümanlara benzememek şartıyla her çeşit elbiseyi giyebileceklerdir.
Yukarıya
özetleyerek çıkardığımız anlaşma metninin çok detaylı olması dikkatimizi
çekmektedir. Anlaşma metninden önce zikredilen diğer bazı şartların da üzerinde
durmak istiyoruz. Bunlar:
-
Kiliseleri,
havraları, sarayları yıkılmayacaktır.
-
Çan
çalmalarına; bayram günlerinde haç çıkarmalarına mani olunmayacaktır.
-
Hiç kimseyi
isyana teşvik etmeyeceklerdir.
-
Kendilerine
uğrayan müslümanlara, helal olmayan yemek ve içkilerle ziyafet
vermeyeceklerdir.
Ebu
Yusufun geniş bir şekilde naklettiği bu haberlerin bir kısmı, diğer kaynaklarda
da yer almaktadır. Mesela el-Belazuri, fitne ve bozgunculukla uğraşıp
müslümanların başlarına iş açmamalarını, müslümanlara ajanlık edip İranlıların
durumunu haber vermelerini, Halid b. Velid'in bir şart olarak ileri sürdüğünü
kaydeder.
Halid
b. Velid, Hire'den alınan bir taylesan ile bin dirhemi Halife Hz. Ebu Bekir'e
hediye göndermiştir, Halife de onun bu hediyesini, Hz. Peygamber'in torunu ve
Hz. Ali-Hz. Fatıma'nın oğulları Hz. Hüseyin'e hediye etmiştir.
Hire
şehri, Kufe'nin üç mil kadar güneyinde, Necefin güneydoğusunda; bugünkü
Kerbela'nın 75 km. kadar güney-doğu istikametinde; ekseriyetini nesturi
hıristiyanların teşkil ettiği mühim bir merkezdi. Halid b. Velid, Arap
yarımadasındaki bu Sasani merkezini, hem de sulh yoluyla İslam devleti
hududlarına katmak suretiyle hem Fırat nehri boyunca kedisinin gerçekleştir-
diği
ve gerçekleştireceği fetihleri taçlandırdı; hem de daha sonra Sasanilere karşı
Hz. Ömer zamanında devam edecek olan bir çok askeri harekata kolaylık sağlamış;
önce Sevad'ın (Mezopotamya) sonra da bütün İran ve Cezire'nin kapılarını
İslam'a açmış oldu.448
Diğer
taraftan Halid b. Velid Hire'nin fethinden sonra, Sasanilerin başşehri
Medain'de bulunan merzubanlara, yani toprak sahipleri ile hudud muhafızlarına
aşağıdaki mektubu yazarak onları rehin göndermeye, cizyelerini ödemeye davet
etti; bu şartları yerine getirmedikleri takdirde onları savaş ile tehdit etti.
Öyle anlaşılmaktadır ki Halid bu mektubu, topraklarını ele geçirdiği halde orada
bulunmayan kimselere yazmıştır. Mektubun metni şöyledir:
"Bismillahirrahmanirrahim.
Halid
b. Velid'den Rüstem, Mihran ve Acem reislerine!
Selam
hidayete erenlere olsun. Ben, sizinle beraber, Tek olan Allah'a hamd ederim.
Muhammed O'nun kulu ve Rasulü'dür. "Çalışmalarınızı dağıtan, topluluğunuzu
parçalayan, sözlerinizde sizi ihtilafa düşüren, kuvvetinizi zayıflatan, mülk ve
hakimiyetinizi elinizden alan Allah'a hamd olsun.
Bu
mektubum size ulaşınca, bana rehin gönderiniz! Benim himayeye riayet etmekte olduğuma
inanınız! Cizyeleri toplayıp bana gönderiniz. Eğer dediklerimi yapmazsanız, eşi
ve naziri olmayan Allah hakkı için, öyle bir milletle size geleceğim ki, onlar,
sizin hayatı sevdiğiniz gibi ölmeye can atarlar.
Selam,
hidayete erenlerin üzerine olsun!"'
Banıkya
Barusma:
Halid
b. Velid Hire'nin fethinden sonra, bir müddet orada kaldı. Hire çevresinde,
hatta Fırat'ı geçerek Sevad bölgesinde bulunan yerlere akınlar düzenledi. Bu
akınlara zaman zaman kendisi de katıldı. O, Beşir b. Sa'd el-Ensari'yi,
Hire'nin kuzeyinde, Fırat'ın sağ tarafında bulunan Banıkya üzerine gönderdi.
Başlarında Ferruhcündaz adlı acemin kumandan olarak bulunduğu bir Sasani
süvari birliği ona rastladı. Onlar, Beşir ve yanındakileri oka tuttular.
Yapılan savaşta Beşir, Ferruhcündaz'ı öldürdü; ancak kendisi de yaralandı;
ileride ele alacağımız Aynu't- Temr'in fethi esnasında orada yarası açıldı ve
şehid oldu. Bazı rivayetlerde ise, Banıkya üzerine Halid'in yürüdüğü; Beşir'in
onunla birlikte olduğu da zikredilmiştir.
Bu
çarpışmadan sonra, Banıkya ve onun karşısında Fırat'ın sol tarafında bulunan
Barusma'nın sahibi İbn Saluba, Halid b. Velid'in yanına geldi; yapılan
çarpışmadan dolayı ondan özür diledi ve cizye ödemek üzere andlaşma yapmak
istediğini bildirdi. İbn İshak'ın rivayetine göre, Hire'nin fethinden önce, İbnü'l-
Kelbi ve Belazuri'nin rivayetinde ise Hire'den sonra kaleme alınan andlaşma
metni şöyledir:
"Bismillahirrahmanirrahim.
Bu,
Halid b. Velid tarafından, Sevad'da, Fırat sahilinde oturan İbn Salubaya
verilen ahid-namedir. Sen Allah 'ın emanı altında, emniyettesin; çünkü sen,
hem kendi hesabına, hem de adamlarının ve adada oturan insanların, Banıkya ve
Barusma köylerinde yaşayanların adına, cizye ödemek suretiyle kanının
dökülmesini yasaklamış bulunuyorsun. Yanımda bulunan müslümanların rızası
üzerine, ben de bunu kabul ettim. Böylece sen, Allah 'ın himayesine (zimmesi),
Muhammed ve müslümanların himayesine hak kazandın. Hişam b. Velid şahid oldu.
"
Metnini
İbn İshak'ın rivayetinden aynen verdiğimiz bu and- laşmanın 12 yılında
yapıldığı da tasrih edilmiştir.
Banıkya'nın
fethine dair çok değişik bir rivayet daha bulunmaktadır. Ebu Yusufun eserinde
yer alan bu rivayette, Halid b. Velid'in, içinde silah deposu bulunan bu
köydeki bir kaleyi çok şiddetli bir savaştan sonra fethettiği; mukavemet
edenleri öldürdüğü; kadın ve çocukları esir aldığı; sonra da buranın halkı
adına sulh talep eden Hani b. Cabir et-Tai ile yıllık seksen bin dirhem cizye
ödemek şartıyla andlaşma yaptığı anlatılmaktadır. Aynı rivayette, Barusma halkı
ile tekrar bir gece savaş yapıldığı zikredildikten sonra, Hz. Ömer zamanında
Irak fetihlerine iştirak ettiğini bildiğimiz Cerir b. Abdullah el-Beceli'nin
faaliyetlerine yer verildiğini görüyoruz. Biz bu haberlerin Halid b. Velid ile
alakası olmadığını düşünüyoruz.450
Anbar:
Fırat
nehrinin sol sahilinde, bugünkü Bağdad'a 70 km. mesafede, yakınından Fırat'ı
Dicle'ye bağlayan iki büyük kanalın geçmesi hasebiyle büyük bir ehemmiyeti olan
Anbar şehri, Sasani imparatorluğunun mühim bir erzak ve silah ambarı idi. Hire
ile Anbar arası da 180 km. idi. Burada Sasani askerleri yanında, bilhassa
İslam düşmanlığı ile bilinen Beni Tağlib kabilesi bulunuyordu.
Halid
b. Velid, Hire'de bulunduğu sırada, Anbar ile Aynu't- Temr'i fethetmeyi
kararlaştırdı ve ordusu ile harekete geçti. An- bar yakınlarına ulaşınca, bir
adam kendisine gelip Serat nehrinin ucunda bulunan ve bazı Arap kabileleriyle
bilhassa Faris ve Eh- vaz tüccarlarının geldiği, ayda bir defa kurulan Suku
Bağdad'ın (Bağdad Panayırı) yerini haber verdi. Halid b. Velid, bu panayıra
Müsenna'yı gönderdi. Yapılan baskında ele geçirilen ganimet ile dönen Müsenna
ve askerleri, Anbar'ın fethine yetiştiler.
Anbar
halkı Halid'i ordusuyla birlikte görünce, kalelerine sığındılar, teslim olmayı
kabul etmediler. Muhasaranın bir netice vermeyeceğini gören Halid, şerhin
etrafındaki bazı yerlerin yakılıp yıkılması emrini verince, Anbar halkı teslim
olmaya karar verdiler ve Halid'in şartlarını kabul ederek bir andlaşma
yaptılar.451
Aynu't-Temr:
Fırat
nehrinin batı tarafında Anbar'a çok uzak olmayan ve Suriye-Arabistan çölünün
birleştiği yerde bulunan Aynu't-Temr, ticaret kervanlarının uğradığı çok mühim
bir menzildi. Halid b. Velid, Anbar'ın fethinden sonra buraya doğru hareket
etti. Sasaniler'in büyük bir muhafız birliğinin bulunduğu Aynu't- Temr'de çok
şiddetli bir savaş oldu. Buranın halkı meydana çıkıp müslümanlarla akşama kadar
savaştılar. Sonra kalelerine çekilmek zorunda kaldılar. Halid, onların çok
şiddetli bir şekilde muhasara edilmelerini emretti. Çok zor durumda kalan
Aynu't- Temr halkı, eman isteyip teslim olmayı teklif ettilerse de Halid kabul
etmedi ve kendilerine eman vermedi. Bazılarını esir aldı; bazılarını da
öldürdü; bu arada kiliseye sığınmış birçok kimseyi de esirler arasına koydu.
Aynu't-Temr savaşında esir alınanlar arasında, sonradan müslüman olup meşhur
olan birçok şahsiyet vardı. Bunlar arasında, Sirin Ebu Muhammed b. Sirin ile
Yahya b. Sirin, Enes b. Sirin ve Ma'bed b. Sirin kardeşler de vardı; onların
hepsi de Enes b. Malik Hazretlerinin azadlılarından olup hadis ve fıkıh ilmiyle
meşgul olmuşlardır. Mağrib'deki fetihleriyle tanınan Musa b. Nusayr da Aynu't-Temr
esirlerindendi.
Halid
b. Velid, şartsız teslim olan Aynu't-Temr halkı ile bir andlaşma yaptı; bunu
Hz. Ebu Bekir'e yazdı; Halife de yapılan bu andlaşmayı tasdik etti.
Halid
b. Velid, Aynu't-Temr çevresindeki bazı bedevi zümreleri üzerine akınlar
yaptı; birlikler gönderdi ve onları tenkil etti. Bunlar arasında Hilal b. Akka
pek meşhurdur. Hilal, Halid b. Velid ile savaşmak üzere bir birlik toplayıp
meydana çıktı; yapılan savaştan sonra esir alındı. Halid b. Velid, onu, ibret
olsun diye Aynu't-Temr'de astırdı.
Halid,
Aynu't-Temr'in çevresine baskınlar düzenlemek üzere en-Nüseyr b. Deysem'i
vazifelendirdi. Nüseyr, Beni Tağlib kabilesinin bir su yerine geceleyin baskın
düzenledi; birkaç kişiyi öldürdükten ve esir aldıktan sonra ta Tekrit'e kadar
ilerledi. Uk- bera ve Beredan halkına eman verdi; bazı kalelere baskın düzenledikten
sonra Halid'in yanına döndü.452
Aynu't-Temr'in
ele geçirilmesi ile birlikte Halid b. Velid'in Irak'taki fetihleri tamamlandı.
Esasen Aynu't-Temr ve çevresi, Arap yarımadası tarafındaki Fırat nehri
sahillerinin sağında, ku- zey-batı istikametindeki Sasani devletinin hakimiyet
sahasına giren en son topraklardı. Böylece o, Halife Hz. Ebu Bekir'in emirlerini
yerine getirmiş ve askeri hedeflerini gerçekleştirmiş oldu.
Halid
b. Velid'in başkumandanlığı altında, Basra körfezinden Hire'ye, oradan
Aynu't-Temr'e kadarki Fırat nehri boyunca uzanan çok geniş ve aynı zamanda
sulak ve münbit toprakların
İslam
devleti hududları dahiline alınması büyük bir muvaffakiyettir. Müslümanların
dünyaya açılmasına, İslam imanının insanlara sunulmasına, müslümanların
iktisadi bakımdan gelişmesine vesile olan bu fetihlerin, o sıralarda
dünyamızın en büyük iki devletinden biri olan Sasaniler'e karşı, başarılmış
olmasının ayrı bir ehemmiyeti vardır. Burada şu noktayı bilhassa tebarüz
ettirmeliyiz ki, Sasaniler'e karşı İslam'dan önce bu bölgelerde yaşayan
Araplar'ın, asırlarca devam ettirdikleri, ancak bir iman etrafında birleşemeyen
ve ilay-ı kelimetullah gibi yüce bir hedefi istihdaf etmeyen mücadeleleri,
ciddi hiçbir netice vermemişti.
Bu
hususun gayet açık bir şekilde görülmesi ve bilinmesi gerektiği halde, bazı
müsteşrıkların, Irak'taki bu fetihlerin şerefini, müslümanlara değil de İslam
öncesi Arapların başlattıkları mücadelelere atfetmeleri şayan-ı hayret bir
iddiadır.
Ele
aldığımız fetihlerden anlaşıldığına göre, Sasani devleti, merkezden hiçbir
ciddi ordu gönderememiş ve Halid'in bu fetihlerini yalnızca bölgelerde ve
hududlarda bulunan muhafız birlikleriyle onlara destek olan bazı
hıristiyan-Arap ve arami zümrelerle önlemek istemiştir. Ancak, onların İslam
ordusu karşısındaki çabaları, Seyfullah Halid b. Velid'in dehay-ı aske-
riyesine mukavemet cüretini gösterenlerin akıbetine uğramıştır. Yine bu
devlet, asırlardır tanıdıkları Araplar'ın çölden bir fırtına hızıyla
topraklarına saldırıp baskınlar yaptıktan ve ganimet ele geçirdikten sonra
hemen çöle geri döndükleri gibi, müslümanların da öyle yapacaklarını zannetmek
suretiyle büyük bir hataya düşmüştür.
Halid'in
başkumandanlığı altındaki müslümanların birbiri arkasından gelen fetihleri,
zulüm ve şiddet üzerine bina edilmiş idaresini devam ettirebilecek gücü kalmamış
bu mecusi devletinin ortadan kaldırılmasını hazır hale getirdiği için, gerek
İslam tarihi gerek dünya tarihi bakımından fevkalade değerli, kıymetli ve
bereketli olmuştur.
SEYFULLAH HALİD B. VELİD'İN SURİYE
FETİHLERİ
Halid
b. Velid Hazretlerinin Bizans imparatorluğuna karşı Suriye'deki askeri
faaliyetlerini ele almaya başlarken, karşılaştığımız bazı zorluklara işaret
etmek istiyoruz. Halife Hz. Ebu Bekir'in emri üzerine Irak'taki fetihlerini
durduran Halid'in, Sasani cephesini terkederek Suriye'ye Bizans cephesine
intikal ettiğini görüyoruz. Onun bu intikal emrini nerede ve hangi tarihte aldığından
başlayarak, Suriye'ye başkumandan olarak mı yoksa yardımcı kuvvet kumandanı
olarak mı gönderildiği; hangi güzergahı takip ettiği; kaç askerle birlikte
yola çıktığı; yol boyunca ve Suriye'de nereleri fethettiği; orada bulunan diğer
İslam ordularıyla nerede ve ne zaman buluştuğu; yaptığı savaşların sayısı,
tarihleri, sırası, hangi şehirleri fethettiği ve azledilmesi gibi çok mühim
hadiseler hakkında, kaynaklarda birbirinden çok farklı ve uzlaştırılması
oldukça zor haber ve rivayetlerle karşı karşıya bulunuyoruz.
Mesela,
Halid'in askeri hayatında olduğu gibi, başta Hz. Ebu Bekir zamanındaki ve dünya
tarihindeki savaş ve fetihler arasında da onun Irak'tan Suriye'ye intikali
esnasında, askeriyle birlikte çölü geçmesi gerçekten çok mühim bir hadisedir.
Ancak bu kadar meşhur bir hadise esnasında, onun takip ettiği güzergahın hala
kesin bir şekilde tespit edilememiş olduğuna şahit oluyoruz. Kaynaklarda yer
alan bu husustaki rivayetler ile yapılan çalışmalar, müstakil bir inceleme
konusu olacak vüsatte malzeme ihtiva etmektedir. Bu bakımdan biz bu
çalışmamızda, bütün bu haber ve rivayetleri, yapılan çalışmaları, ayrı ayrı ele
alıp değerlendirmeye ve tercih ettiklerimizi, gerekçeleriyle birlikte ortaya
koyma imkanına sahip değiliz. İrtidad savaşlarında ve Irak fetihlerinde olduğu
gibi, Suriye fetihlerinde de bütün bu karışık ve uzlaştırılması bazen çok zor
rivayetleri, belirli ölçülere riayet ederek bir tercihe tabi tutmak
mecburiyetinde kaldık. Bu arada, zaten karışık olan bu rivayetleri, ayrıca alt
üst eden Seyf b. Ömer'in, geniş bir şekilde Taberi'nin tarihinde yer alan
rivayetlerine de hemen hiç yer vermedik.453
Halid
b. Velid'in Irak'tan Suriye'ye geçişini ve orada Bizans'a karşı yaptığı
savaşları ele almadan önce, İslam devletinin, bu imparatorluğa karşı daha önce
başlatmış olduğu silahlı mücadeleler hakkında bir giriş yapmaya da gerek
duymuyoruz. Çünkü bu mücadele, Hz. Peygamber tarafından başlatılmıştı ve kahramanımız
Halid b. Velid bu mücadelelerin en mühim safhalarına fiilen iştirak etmişti.
Nitekim Mlıte savaşı, Tebllk seferi ve bu sefer esnasındaki onun
Dumetu'l-Cendel seriyyesi, hep Suriye fetihleriyle alakalı ve Bizans'a karşı
tertip edilmiş askeri faaliyetlerdir. Hz. Ebu Bekir'in hilafetini ve irtidad
savaşlarını ele alırken, Hz. Peygamber'in hazırlayıp da gönderemediği;
vefatları üzerine, Halife'nin gönderilmesi hususundaki ısrarlı ve kararlı .
tutumuna
temas ettiğimiz Üsame ordusunun da Bizans'a karşı tertip edilmiş olduğunu
hatırlatmakla yetinmek ve doğrudan doğruya Hz. Ebu Bekir'in Suriye'ye
müteveccih olarak başlattığı yeni fetih faaliyetlerine geçmek istiyoruz.
Halife
Hz. Ebu Bekir'in, irtidad savaşlarının sona ermesinden ve Halid b. Velid'i
Irak'a göndermesinden sonra, 12 yılında, belki de bu yılın ikinci yansında,
Suriye fetihlerine başlamaya karar verdiği anlaşılmaktadır. Medine'den
Suriye'ye ordular sevkedilmesine ne zaman başlanıldığı kati olarak belli
değildir. Bu hususta, aynı raviden bile iki ayrı tarih zikredilmiş olduğuna
dikkati çekmek istiyoruz. Taberi'nin eserine aldığı İbn İshak'ın iki ayrı
rivayetinden birisinde, Suriye'ye 12 yılında ordu gönderildiğinin
zikredilmesine mukabil; aynı ravinin bir diğer haberinde, Hz. Ebu Bekir'in 12 yılında
hacdan döndükten sonra, ordular hazırlayarak Suriye'ye gönderdiği rivayet
edilmekte- dir.454 İbn İshak'ın bu ikinci rivayetinden, hac senenin son ayında
olduğuna göre, 13 yılı başında bu orduların gönderilmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Taberi'nin eserinde yer alan Medaini'nin İbn Şebbe yoluyla nakledilen bir
rivayetinde de, Hz. Ebu Bekir'in 13 yılı başında (Mart 634), Suriye'ye ordular
gönderdiği nakledilmiştir.455
Belazuri'nin
eserinde yer alan rivayette ise, Hz. Ebu Bekir'in 13 yılı Safer ayının başında
Perşembe günü (7 Nisan 634), Medine'deki Cürf mevkiinden Suriye'ye ordular
göndermiş olduğu tasrih edilmektedir.456
Suriye
fetihlerine başlayan orduların gönderiliş tarihi üzerinde durmamızın sebebi,
Halid b. Velid'in Irak'tan Suriye'ye hangi tarihte gittiğinin daha doğru bir
şekilde tespit edilmesine yardım edeceğindendir. Bilindiği üzere Halid b. Velid
13 yılı başında, Irak cephesini bırakıp Suriye'ye gitmesi için Halife Hz. Ebu
Bekir'den emir almıştı. Çünkü, Suriye'deki ordu kumandanları, Halife'den
yardım istemişlerdi. Buna göre, Suriye'ye gönderilmiş olan orduların, 13 yılından
önce hareket etmiş olduklarını kabul etmemiz doğru olacaktır.
Veya,
Irak fetihlerine başlarken yukarıda ele aldığımız İb- nü'l-Kelbi'nin
rivayetinde açıkça ifade edildiği üzere, Halid'in ta Yemame'den Irak'a
gönderilirken "... Şam'a git; ancak önce Irak'tan başla. .. "457
şeklinde ifade edilmiş olan ve önceden Suriye fetihlerinin kararlaştırılmış
olduğunu gösteren planlı bir hareketle karşı karşıya bulunduğumuzu düşünmek
gerekecektir.458
Bizim
kanaatimiz şudur: Hz. Ebu Bekir, 12 yılı içinde, aşağıda isimlerini ele
alacağımız kumandanları, Suriye'ye, ayrı ayrı cephelere göndermiştir. 13 yılı
başında ise, bu cephedeki ordularına, takviye birlikleri göndermiş ve bunlar
arasında, Irak cephesinde bulunan Halid b. Velid de yer almıştır.
Hz.
Ebu Bekir Suriye'ye ordu göndermeye karar verince, Ashab ile bu meseleyi
istişare etmiş; onların desteğini almış ve kendilerinden teşvik görmüştür. Bu
arada, Mekke, Taif, Yemen, Necid ve Hicaz'daki müslümanlara mektup yazıp onları
cihada teşvik ve ilay-ı kelimetullah için mücadeleye davet etmiştir. Birçok
gönüllü, cihada iştirak etmek üzere Medine'de Cürfte toplanmıştır. Bunun
üzerine Hz. Ebu Bekir, üçer bin kişilik, üç ayrı ordunun başında olmak üzere,
Amr b. el-As'ı, Yezid b. Ebu Süy- fan'ı459 ve Şürahbil b. Hasene'yi kumandan
tayin etmiştir.
Hz.
Ebu Bekir'in tayin ettiği bu kumandanlar arasında, aşere- i mübeşşereden Ebu
Ubeyde b. el-Cerrah'ın da bulunduğuna işaret eden rivayetler yanında;460
Belazuri'nin eserindeki bir rivayette:
"...
Ebu Bekir, Ebu Ubeyde'ye de sancak dikmek istemişse de o bu vazifeden
affedilmesini istedi. Bazı kimseler, Ebu Bekir'in ona da sancak diktiğini
rivayet etmişlerse de bu doğru değildir. Ancak Ömer halife olunca, onu Şam
(Suriye) bölgesinin tamamına vali tayin etti. .. "461 şeklinde açık bir
ifade kullanılarak onun Suriye'ye Hz. Ebu Bekir zamanında hiç gönderilmediği
haber verilmektedir.
Ancak
bu habere rağmen, Suriye'ye gönderilen kumandanlar arasında, Ebu Ubeyde'nin
adının daima zikredildiğine şahid oluyoruz. O kadar ki, mesela Ebu Mıhnefin bir
rivayetine göre: "Ebu Bekir komutanlara şöyle dedi: 'Sizler savaşmak üzere
bir araya toplandığınızda, Ebu Ubeyde Amir b. Abdullah el-Cerrah el-Fihrf
başkumandanınızdır; o bulunmadığı takdirde Yezid b. Ebu Süfyan 'dır. Amr b.
el-As ise, yalnızca müslümanlara yardımcı kuvvetlerle kendisine iltihak
edenlerin kumandanı idi. "462
Görüldüğü
üzere Ebu Mıhnefin bu rivayetinde, Ebu Ubey- de'nin Suriye'ye gönderilen
kumandanlar arasında yer aldığına işaret edilmekle kalınmamış; onun aynı
zamanda, ayrı ayrı istikametlere gönderilen bu orduların bir araya gelmeleri
söz konusu olursa, başkumandan tayin edilmiş olduğuna da işaret edilmiştir.
Suriye'ye
Halid b. Velid'in gönderilmesinden önce, bu üç ayrı kumandanın bir araya
gelmeleri ve beraberce savaşmaları durumunda, kimin başkumandan olacağı
hakkında iki ayrı rivayet daha bulunmaktadır. Bu rivayetlerden birine göre Hz.
Ebu Bekir'in, orduların bir araya gelmesi halinde, askere namazı Amr'ın
kıldırmasını ayrıldıklarında ise her kumandanın kendi askerlerine namaz
kıldırmasını şifahen emrettiği haber verilmek- tedir.463 Vakıdi'nin rivayet
ettiği diğer bir habere göre ise: "Ebu Bekir, Amr'ı Filistin'e, Şürahbil'i
Ürdün'e ve Yezid'i de Şam'a (Dimeşk) vali tayin etti ve kendilerine: 'Eğer hep
birlikte savaşırsanız, savaşın olduğu bölgenin valisi, kumandanınızdır'
dedi."464
Bu
ikinci rivayette, kimin bölgesinde bir araya gelinirse onun başkumandan olacağı
tasrih edilirken, Ebu Ubeyde b. el- Cerrah'ın adının yer almadığına dikkat
etmek gerekir.
Henüz
Halid b. Velid Hazretlerinin Suriye'ye gelmesinden önce Hz. Ebu Bekir'in
Medine'den gönderdiği bu üç; veya Ebu Ubeyde'ninki ile dört ayrı ordunun bir
araya gelmeleri halinde, kimin başkumandan olacağı ve dolayısıyla da askere
kimin namaz kıldıracağı hususu, Halid'in Suriye'deki durumuyla çok yakından
ilgilidir. Çünkü onun, Suriye'ye yardımcı birlik kumandanı olarak mı yoksa
başkumandan olarak mı ve kimin yerine gönderildiğinin anlaşılmasına; ayrıca,
Hz. Ömer'in Halid'i azledip yerine Ebu Ubeyde Hazretlerini başkumandan tayin
etmesinin ne şekilde ve ne zaman gerçekleştiğinin daha iyi anlaşılmasına ışık
tutacaktır.
Hz.
Ebu Bekir, Filistin'in fethiyle vazifelendirdiği Amr b. el- As'a sahil yolunu
takip ederek Eyle'ye, oradan Filistin'e gitmesini; buna mukabil Yezid b. Ebu
Süyfan ile Şürahbil b. Hasane'ye
ise, Teblık yolunu takip ederek Şam'a gitmelerini emretti. Bazı rivayetlerde,
Amr'ın Filistin'e, Şürahbil'in Ürdün'e, Yezid'in ise Dimeşk'a vali tayin
edildikleri de zikredilmiştir. Bu rivayetlerden biz, Halife'nin
kumandanlarından, tayin edildikleri bölgeleri fethetmelerini istediğini
anlamaktayız.465
Diğer
taraftan Hz. Ebu Bekir, başlangıçta üç biner kişilik bu üç orduyu, Medine'den
gönderdiği askerlerle takviyeye devam etmiş; Halid b. Velid Suriye'ye ulaştığı
sırada, her üç kumandanın emrinde, ayrı ayrı 7.500 kişilik sayıya
ulaşılmıştır.466
İbn
İshak'ın bir rivayetinden ise, Hz. Ebu Bekir' in, Yezid ve Şürahbil'den sonra,
ordunun dörtte bir asker sayısının başında olduğu halde, Ebu Ubeyde b.
el-Cerrah'ı, o ikisine destek olarak gönderdiği anlaşılmaktadır.467
Halid
b. Velid'in Irak cephesini bırakıp Suriye'ye intikal etmesini icap ettiren
gelişmeleri de şöylece hülasa edebiliriz:
Teblık
yoluyla Bizans topraklarına giren Yezid b. Ebu Süf- yan, Ölü Deniz'in
(Bahru'l-meyyit) güneyindeki, Ürdün ovasının bir devamı olan Arabe vadisine
ulaşınca, Filistinli bir asilzade olan Sergius komutası altındaki Bizans
ordusuyla karşılaştı. Yezid bu ordu üzerine Ebu Ümame el-Bahili kumandasında
bir ordu sevk etti; Bizans ordusu bozguna uğratılarak Dasin'e çekilmeye mecbur
bırakıldı. Ebu Ümame, onları burada da mağlup etti ve onların patriğini
öldürdü. Arabe'deki bu savaşın, Üsame ordusundan sonraki yapılan ilk savaş
olduğu rivayet edilmiştir. Bu arada Ebu Ubeyde'nin de, Belka'nın bir köyü olan
Maab'dan
geçerken buranın halkı ile savaştığı ve sonunda onların müslümanlarla sulh yapmaya
mecbur kaldıkları da rivayet edilmiştir.468
İbn
İshak'ın rivayetine göre Amr b. el-As Gamrul-Arabat'a indi; o sırada yetmiş bin
kişilik bir Bizans ordusu da yukarı Filistin'deki Cıllık ovasına ulaştı. Bu
ordunun kumandanı, Herak- lius'un ana-baba bir kardeşi Tezarik idi. Bunun
üzerine Amr b. el-As, bu şekilde büyük bir düşman ordusunun hazırlanmış olduğunu
Halife Hz. Ebu Bekir'e yazdığı mektupla haber verdi ve ondan yardım istedi.469
Belazuri'nin
eserinde yer alan bir rivayette ise, "Amr b. el-As Filistin hududuna
gelince Ebu Bekir'e mektup yazdı; düşmanın sayısının ve silahlarının çokluğunu,
topraklarının genişliğini ve askerlerinin bahadırlığını ona bildirdi. Bunun
üzerine Ebu Bekir, Irak'ta bulunan Halid b. Velid b. Muğire el-Mahzumf'ye
mektup yazarak Şam 'a (Suriye) gitmesini emretti. "470
Bu
arada el-Ezdi, Cabiye'de bulunan Ebu Ubeyde'nin de bir mektup yazıp Rumlar ile
hıristiyan-Araplar ve bölge halkının müslümanlarla savaşmak üzere
toplandıklarını Halife'ye bildirdiğini ve ondan yardım ve destek istediğini
zikretmektedir.471 Hatta Ebu Yusuf eserinde, Hz. Ebu Bekir'in Halid b. Velid'e
yazdığı mektupta, "Ebu Ubeyde'ye iltihak et" şeklinde emir verdiğini
ifade etmiştir.472
Böylece
Medine'de bulunan Halife Hz. Ebu Bekir, Suriye'ye sevk ettiği orduların büyük
bir Bizans ordusuyla karşı karşıya gelmelerinin kaçınılmaz olacağını haber
alınca, Irak'ta bulunan Halid b. Velid'i bu cepheye göndermeye karar verdi.
Halid
b. Velid Suriye Yolunda
Halid
b. Velid'i Irak'ta, Aynu't-Temr ve çevresindeki fetihlerde bırakmıştık. Halife
Hz. Ebu Bekir, Suriye'deki ordularına yardımcı olması için Halid'in Irak
cephesinden ayrılıp Suriye'ye intikal etmesini kararlaştırdı. O, Halife'nin
intikal emrini, bazı rivayetlere göre Aynu't-Temr'de; diğer bazı haberlerde ise,
Hire'de bulunduğu sırada aldı.473 İbn İshak'ın rivayetinde, Ha- lid'in
Suriye'ye intikal emrini Hire'de bulunduğu sırada aldığını; sonra da
Aynu't-Temr'i fethe gittiğini öğreniyoruz. Buna göre, acaba Hz. Ebu Bekir,
Hire'nin fethinden sonra, Halid'in önce Aynu't-Temr'i; arkasından da aşağıda
göreceğimiz üzere Dfıme- tu'l-Cendel'i fethetmesini ve bu arada Suriye'ye
hareket etmek üzere ikinci bir emrini orada beklemesini istemiş olabilir mi?
İbn
İshak'ın rivayetine göre Halid b. Velid, Fırat nehri kenarındaki fetihlere ara
vermek mecburiyetinde kaldığı için üzgündür ve bu intikal emrinde, kendisinin
Irak'ın fethini gerçekleştirmesini kıskanan Hz. Ömer'in rolü ve tesiri
olduğuna kanidir.474 Biz, bu ve benzeri rivayetlerin doğru olmadığı kanaatindeyiz.
İleride göreceğimiz üzere, Hz. Ömer'in Halid'i azletmesinden dolayı, tıpkı
irtidad savaşlarındaki gibi, bu şekildeki bir anlayışın ona ve Hz. Ömer'e isnad
edildiğini düşünüyoruz ve kaynaklarda, benzeri ifadelerin bu şekilde yer
almasını şüphe ile karşılıyoruz.
Karar
verilmesi çok zor olan bir diğer mühim mesele de Ha- lid'in Suriye'ye,
başkumandan olarak mı yoksa yardımcı birlik kumandanı olarak mı gönderildiği
hususudur. Suriye'ye gönderilen ordu kumandanlarının bir araya geldiklerinde
hangisinin başkumandan olacağına dair ihtilafı daha önce görmüştük. Aynı
ihtilaf, Halid için de söz konusudur.
Onun
Halife tarafından başkumandan olarak vazifelendiril- diğini tasrih eden
rivayetler yanında; yalnızca emrindeki ordunun kumandanı olduğunu haber veren
rivayetler de bulunmaktadır.475
Belazuri'
de yer alan değişik bir rivayette ise, Halid b. Velid, yalnızca emrindeki askerlerin
kumandanı idi; ancak müslüman- lar, bir savaş için bir araya toplandıklarında,
yiğitliği, savaş hilesini iyi bilmesi ve kumandanlığındaki uğuru dolayısıyla
Halid'i başlarına geçirirlerdi.476
Mesela,
Ecnadeyn gibi büyük bir meydan muharebesinde, hemen kesin bir şekilde Halid'in
başkumandan olduğu anlaşılırken, Dimeşk'ın fethi ve bilhassa Yermfrk
muharebesinde, onun başkumandan olup olmadığını tespit etmek oldukça zordur.
Bu hususta, onun başkumandanlıktan ne zaman azledildiğinin kolayca ve kesin bir
şekilde ortaya konulamayışının da büyük tesiri vardır.
Halid
b. Velid'in hareket tarihini ve hangi güzergahı takip ettiğini ele almadan
önce, Irak'tan kaç kişi ile Suriye'ye intikal ettiğini görelim, İbn İshak'ın
rivayetine göre Hz. Ebu Bekir, Ha- lid'e yazdığı mektupta, Irak'ta kendisiyle
birlikte bulunan askerler arasından, kuvvetlilerini seçmesini emretmiştir.
Bunun üzerine başkumandan, güçlü kuvvetli askerlerini yanına aldı; zayıflan,
hasta ve kadınları ise, başlarına Ensar'dan Umeyr b. Sa'd'ı tayin ederek
Medine'ye gönderdi. Ayrıca Irak'ta kalan orduların başına da, Müsenna b. Harise
eş-Şeybani'yi bıraktı ve kendisine:
İbn
İshak'ın yukarıdaki haberinde, Halid b. Velid'in yanında kaç askerle Suriye'ye
gittiği zikredilmemektedir. Buna mukabil onun, Suriye'ye giderken yanına aldığı
askerlerin, daha önce Medine'den hareket ettiği sırada emrine giren ve ekseriyetini
Medineli Ensar'ın teşkil ettiği kimseler olduğu anlaşılmaktadır. Onun
ordusundaki çekirdek kuvveti teşkil eden ve hepsi de süvari olan bu
insanların, en iyi savaşçılardan müteşekkil elit bir zümre olduklarında şüphe
yoktur.
Halid
ile birlikte Suriye'ye hareket eden bu askerlerin sayısı hakkında, Medaini, beş
yüz veya sekiz yüz;478 Belazuri ise, sekiz- yüz, altı yüz veya beş yüz
rakamlarını vermektedir.479 Biz bu ordunun, sekiz yüz kişi olduğunu kabul
edebiliriz. Yermllk savaşından sonra, Irak'tan gelen bu askerlerin büyük bir
kısmı ile bazı gönüllülerin Sa'd b. Ebu Vakkas'ın Hz. Ömer'den yardım istemesi
üzerine, Kays b. Mekşuh el-Muradi kumandası altında, yedi yüz kişi olarak
Suriye'den Irak'a dönmelerini de göz önüne alarak bu sonuca ulaşabiliyoruz.480
Burada, çok iyi ata binen ve kılıç kullanan, mızrak ve ok atmakta büyük
kabiliyet sahibi olan bu askerlerin sayısını dokuz bin olarak gösteren Seyf b.
Ömer'in rivayetinin doğru olamayacağını da ifade etmemiz gerekiyor.
Halid
b. Velid'in Suriye'ye intikali, Medine'den gönderilen diğer takviye
kuvvetlerinden farklı olarak, Irak-Suriye arasındaki yollardan birisi
kullanılmak suretiyle gerçekleştirilmiştir. Kaynaklarda yer alan rivayetlerin
incelenmesinden anlaşılmıştır ki, bu intikal esnasında onun, hangi güzergahı
takip ettiğinde ihtilaf vardır. Bu ihtilaf, yalnızca takip edilen güzergaha ait
olmakla kalmamış; intikal esnasında vuku bulan hadiseleri de içine almıştır.
Onun Suriye seferinden önce Irak'taki bazı fetihleri, sanki bu yolculuk
esnasında gerçekleştirmiş gibi gösterilmek suretiyle, hadiseler birbirine
karıştırılmıştır.
Halid
b. Velid'in Irak'tan Suriye'ye intikalini, daha çok İbn İshak ve Vakıdi'nin
rivayetlerine istinad ederek ele alacağız. Ancak, İbn İshak'ın çok kısa ve
kıymetli bilgiler ihtiva eden rivayetine mukabil, Vakıdi'nin bazı
rivayetlerinin, oldukça karışık hale getirilmiş olduğunu zannediyoruz. Bu
noktada, bir hususa bilhassa şimdiden işaret etmek istiyoruz: Vakıdi'nin
Katibi diye meşhur İbn Sa'd'ın Tabakat'ında yer alan onun bir rivayeti, bu
güzergahın tespitinde ve bazı zorlukların halledilmesinde bize çok yardım
etmiştir. Ayrıca, Halid'in güzergahını ele alıp inceleyenlerin muttali
olabildiğimiz çalışmalarında, onun bu rivayetini hiç kullanmadıkları da
dikkatimizi çekmiştir. Bu hususta, Taha el-Haşimi'nin adını bilhassa zikretmek
istiyoruz. Çünkü Iraklı bir asker olan bu araştırmacı, gerçekten pek çok
istifade ettiğimiz makalesinde, şayet bu rivayeti görmüş olsaydı, öyJe
zannediyoruz ki bizim ulaştığımız sonucu elde edecekti.
Haşimi
bu makalesinde, kaynaklarda yer alan Irak- Suriye arasındaki yolların hemen
tamamını tespit etmiş; bunların değerlendirmesini yapmış ve bilhassa, Çek
asıllı müsteşrik A. Musil'in,482 bizim maalesef göremediğimiz çalışmalarına
istinad ederek, başta De Goeje ve Caetani483 olmak üzere, Halid b. Velid'in
Hire'nin kuzeyinden Fırat nehrinin kuzeybatı istikametini takip ederek Suriye'ye
ulaştığını ısrarla müdafaa eden görüşlerini tenkid etmiştir.484
Tarihçiler,
Halid b. Velid'in Irak'tan Suriye'ye intikali esnasında, onun beş gün devam
eden ve çok çetin şartlar altında geçen Kurakır ile Süva arasından çölü geçmiş
olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Buna mukabil, bu iki yerin nerede
bulunduğu hususunda ise ihtilafa düşmüşlerdir. Coğrafya kitapları, bu iki
yerin, hangi kabileye ait su yeri olduğunu zikretmekten öteye, sarih bir yer
tespitine medar olacak bilgi vermemektedir. Bundan dolayı, bazı
araştırmacılar, bunlar arasında mesela Caetani ve De Goeje, bu iki yerin Fırat
kenarında bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Caetani, Süva'yı, Fırat ile Cezire
bölgesindeki Rusafe şehri arasında kabul etmiştir. Bunun tabii sonucu olarak da
Halid b. Velid'in Fırat sahili boyunca, kuzey-batı istikametine doğru Rusafe'ye;
oradan da Erek, Tedmur, Karyeteyn ve Huvvarin yolu ile Şam'a intikal ettiğini
ileri sürmüştür.485
Halid
b. Velid'in Hire'nin kuzeyinden Suriye'ye intikal ettiğini kabul edenlerin en
büyük delilleri, Belazuri'nin eserinde yer alan Vakıdi'nin rivayetidir.486 Bize
göre Vakıdi'nin bu rivayeti, çeşitli kaynaklardan alınan haberlerle
karıştırılmışa benzemektedir. Çünkü bu habere göre Halid b. Velid, kuzey-batı
istikametinden Suriye'ye giderken, tam ters istikamete, güneye doğru da
yöneltilmiş ve Dumetu'l-Cendel'e uğratılmış bulunmaktadır.
Nitekim
bu husus, Halid'in Irak'tan Suriye'ye intikalinin, bize göre yanlış olarak
Hire'nin kuzeyindeki yoldan, Fırat nehri kenarındaki güzergahtan olduğunu
iddia eden De Goeje'nin de dikkatini çekmiş; derhal Suriye'ye gitmesi için
kendisine emir verildikten sonra, Halid'in Dumetu'l-Cendel'e sefer yapmasını
imkansız kabul etmiştir. De Goeje, eserinin ilk baskısında, Belazuri'nin
eserinde yer alan iki ayrı rivayete dayanarak487 Halid b. Velid'in, bu intikali
esnasında Dumetu'l-Cendel'i değil de Ukeydir ve kardeşlerinin Hire'de
kurdukları Dumetu'l-Hire'yi fethetmiş olduğunu ileri sürmüştü. Ancak De Goeje,
bu görüşünü; Dumetu'l- Hire'nin, Hire'nin alınmasıyla birlikte fethedilmiş
sayılacağını ileri sürerek Halid'in Dumetu'l-Cendel'e bir sefer düzenlediğini
kabul eden Wellhausen'ın reddetmesi üzerine, başka bir çıkış yolu bulmaya
teşebbüs etmiştir. Eserinin ikinci baskısında o, bu sefer Dimeşk yakınında
bulunan sanki bir diğer Dume'nin fethedilmiş olduğunu ileri sürerek yine
Halid'in Dumetu'l-Cendel'i fethetmiş olduğunu kabul etmek istememiştir.488 De
Goeje'nin bu hususta istinad ettiği rivayet, yine Belazuri'nin eserinde yer
alan Vakıdi'nin bir haberidir, rivayet aynen şöyledir:
"Halid
Irak'tan ayrılıp Şam'a gitmek üzere hareket etti ve Dumetu'l-Cendel'e uğradı;
orayı fethetti ve esirler aldı. Onun aldığı esirler arasında, el-Cu 'di
el-Gassani'nin kızı Leyla da bulunuyordu. Bir başka rivayete göre ise Halid b.
Velid'in süvarileri, Leylayı Cassaniler'in topraklarında esir almışlardı. el-Cu
'di'nin bu kızına, Abdurrahman b. Ebu Bekir es-Sıddik aşık olmuştu ...
"489
Bu
rivayet, Halid b. Velid'in Dumetu'l-Cendel'e uğramadığını göstermez; yalnızca
esir alınan Leyla'nın, Dumetu'l- Cendel'de değil de Gassaniler'in yurdunda
yapılan savaştan sonra ele geçirildiğini ifade eder.
Aslında
De Goeje haklıdı; Fırat kenarlarından Suriye'ye gitmekte olan Halid'in
Dumetu'l-Cendel'e de gitmesi, imkansız denilecek kadar zordur. Ancak De
Goeje'nin haksız olduğu cihet, Ha- lid'in kuzey istikametinden Suriye'ye gitmiş
olduğunda ısrar etme sidir. Halid'in Dumetu'l-Cendel'e gitmediğini tespit etmek
için değil; tam tersi, onun Fırat kenarından kuzey-batı istikametini takip
etmiş olduğu iddiasını reddetmek için delil aramak gerekir. Biz, Halid b.
Velid'in güney istikametinden, Dumetu'l-Cendel'e uğradıktan sonra Suriye'ye
gittiğini kabul ediyor ve bununla ilgili delillerimizi de tespit etmiş
bulunuyoruz. Ancak bunları ele almadan önce, Halid'in güzergahının, Hire'nin
kuzeybatı istikameti olmadığı hususunda bir iki noktaya işaret etmek istiyoruz.
Hire
veya Aynu't-Temr'den Suriye'ye intikali düşünen Halid b. Velid'in önünde, üç
ana istikametten geçen yollar bulunuyordu. Bunlardan birisi, De Goeje ve
Caetani'nin, Vakıdi'nin rivayetine istinad ederek kabul ettikleri kuzey-batı
cihetidir. Diğeri, doğrudan doğruya, şarktan garba giden posta yollarıdır.
Ötekisi de, Hire'nin güney-batı istikametinden Dumetu'l-Cendel yoluyla,
kuzey-batı cihetidir. Bu sonuncusu, bizim tercih ettiğimiz istikamettir.
Halid
b. Velid'in posta yollarıyla bu intikali gerçekleştirmiş olmasını doğru kabul
etmemize imkan yoktur. Çünkü bu yollarda, su çok az olup sekiz yüz kişilik
büyük bir kafilenin su ihtiyacını karşılamaya uygun değildir.
Hire'nin
kuzey-batı istikametine gelince, bu yol çok tehlikelidir; çünkü çöl hudutları boyunca,
Bizans muhafız birlikleri yanında, sağlam Tedmur kalesi bulunuyordu. Ayrıca bu
yol, İslam düşmanı ve hıristiyan Beni Tağlib kabilelerinin yaşadıkları
bölgelerden geçmekte idi. Daha da mühimi, bütün ravilerin ittifak halinde
zikrettikleri ve Halid b. Velid'in çölü geçtiği Kurakır ile Süva adlı iki
menzilin, bu kuzey-batı istikametinde bulunmamasıdır. Zira Çek asıllı
müsteşrik A. Musil, Birinci Dünya Harbi esnasındaki seyahatlarında, Kurakır ile
Süva'nın bugünkü Cevf vadisinde, yani Dumetu'l-Cendel'in kuzeyinde yer aldıklarını
tespit etmiş bulunmaktadır.
H J N
OKVAHUSU |
A.
Musil'in bu tespitinden sonra, Halid b. Velid'in Suriye'ye intikalinin
güney-batı istikametinden, Dumetu'l-Cendel üzerinden gerçekleştirildiği görüşü
taraftar kazanmıştır. Bu görüşü benimseyenlerden birisi de Taha
el-Haşimi'dir.491 A. Musil'in görüşlerini aynen benimsediğini uzun makalesinden
anladığımız el-Haşimi'ye göre Halid b. Velid, Irak'tan Suriye'ye giderken
Dumetu'l-Cendel'den geçmiştir. Bir başka ifade ile o, Hire'nin kuzeyinden veya
doğrudan doğruya, doğu-batı istikametindeki posta yollarından değil de,
güneyden, Arabistan'ın ortasında yer alan Dumetu'l-Cendel'den gitmiştir.492
Burada
bir noktanın tebarüz ettirilmesi gerekir; şöyle ki, A. Musil'in Kura.kır ile
Süva'nın yerlerini tespit etmesi sonucunda, Halid b. Velid'in güzergahı tayin
edilmiş değildir. Onun Hire'den Dumetu'l-Cendel'e gittiği ve burayı yeniden
fethettiğine dair birçok rivayet bulunmaktadır. Bu rivayetleri birazdan göreceğiz.
Şimdi, Dumetu'l-Cendel'in ikinci defa fethi meselesini ve bu fethin, Halid'in
Suriye'ye intikali esnasında mı yoksa daha önce mi vuku bulduğunu görelim.
Dumetu'l-Cendel'in
Yeniden Fethi
Dimeşk'a
yedi gün, Medine-i Münevvere'ye onbeş gün uzaklıkta ve Arabistan'ın ortasında
bulunan Dumetu'l-Cendel, ticari bakımdan olduğu kadar stratejik bakımdan da
mühim bir geçiş ve Suriye'nin giriş kapılarından birisi idi. Halife Hz. Ebu
Bekir, Dumetu'l-Cendel'e hakim olmadan önce, Halid b. Velid'in Suri- .
ye'ye
intikalini doğru bulmadığı gibi daha önce, Hz. Peygamber zamanında burayı İslam
devletine bağlayan Seyfullah'ın bu bölgeyi yakından tanımasını da en iyi
şekilde değerlendirdi.
Teblik
seferi esnasında fethedilmiş olan Dumetu'l- Cendel'in bu defa da Hz. Ebu
Bekir'in, Irak'ta bulunan Halid b. Velid'e bir mektup yazıp Ukeydir'in üzerine
yürümesini emretmesi sonucunda ikinci defa fethedildiğini görüyoruz. Biz bu
emrin, Halid'in Suriye'ye hareket etmesi için verilen emir ile birlikte
gönderildiğini kabul ediyor ve bu husustaki en mühim delilin de Vakıdi'nin
aşağıdaki rivayeti olduğunu tespit etmiş bulunuyoruz.
Dumetu'l-Cendel'in
fethini ele alanlarca da, Halid'in Suriye'ye intikali esnasında takip ettiği
güzergahı inceleyenlerce de ele alınıp değerlendirilmemiş olan Vakıdi'nin
rivayeti aynen şöyledir:
"...
Sonra Ebu Bekir es-Sıddik, Allah ona rahmet eylesin, Ha- lid'e yazdığı
mektupta, Şam 'a (Suriye'ye) gitmesini emretti; mektubunda ona şöyle yazdı:
'Seni,
askerinin başına komutan tayin ettim; okuyup gereğini yerine getirmen için de
sana bir ahid-name yazdım! Şam'a (Suriye ye) hemen hareket et; benim mektubum
sana ulaşacaktır.'
"Halife'nin
bu mektubunu alan Halid, 'Bu Ömer b. Hattab'ın işidir; Irak'ın benim elimle
fethedilmesini çekemedi' dedi; sonra, Müsenna b. Harise eş-Şeybaniyi yerine
vekil bıraktı; yanına aldığı kılavuzlarla yola çıktı ve Dumetu 'l-Cendel'e
indi. Şerik b. Abde el-Aclanf'nin getirdiği, Ebu Bekir'in mektubu ve
ahid-namesi orada kendisine ulaştı. Halid, Ebu Bekir'in hilafeti sırasında, Şam
kumandanlarından birisiydi ve orada birçok yerifethetti... "493
Bu
rivayette, Halid b. Velid'in takip ettiği güzergahı açıkça gösteren bir ifade
yer almaktadır. Buna göre, onun Hire'nin kuzeyinden Suriye'ye gitmediği; tam
aksi istikameti takip ederek Hire'den güneybatıya doğru Dumetu'l-Cendel'e
ulaştığı anlaşıl-
maktadır.
Caetani ve De Goeje'nin istinad ettikleri ve bizim başka rivayetlerle
karıştırıldığını yukarıda ifade etmiş olduğumuz Vakıdi'nin o rivayetiyle bu
rivayetinin farklı olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.
Bu
rivayette dikkatimizi çeken ikinci mühim husus, Hz. Ebu Bekir'in Suriye'ye
intikal etmesi için Halid'e yazdığı mektup ve emir-namelerin, bir tane değil
iki tane olduğudur ve rivayette ayrı ayrı yazıldığı tasrih edilen ikinci mektup
ve ahid-namenin, Dumetu'l-Cendel'de iken Halid'e ulaşmasıdır. Bu husus, aşağıda
ele alacağımız Halid'in Irak'tan Suriye'ye ne zaman intikal ettiğini haber
veren rivayetlerin, farklı farklı tarihler zikretmesinin sebebini de bize
açıklamaktadır. Halife Hz. Ebu Bekir'in bu mektuplarının tarihleri, maalesef
rivayette zikredilmemiştir. Ancak biz Halife'nin, H. 12 yılı sonlarında
Suriye'ye asker sevkine karar verir vermez Halid'e de yola çıkmasını emretmiş
ve yanında bulunan Medineli bazı askerler ile onların ailelerini, Dumetu'l-
Cendel'e kadar getirmesini; orayı yeniden fethetmesini emretmiş; bu arada
Suriye'den gelen acele yardım talebi üzerine de, ikinci bir mektup ve ahid-name
ile süratlice Dumetu'l- Cendel'den Suriye'ye intikalini kararlaştırmış olduğunu
anlıyor; Vakıdi'nin rivayetinden bu neticeyi çıkarıyoruz.
Halid
b. Velid'in Irak'tan önce Dumetu'l-Cendel'e geldiğini; burayı yeniden
fethettikten sonra da Kurakır ve Süva yolunu takip ederek Suriye'ye gittiğini
nakleden haber ve rivayetler, yalnızca Vakıdi'nin bu rivayetinden ibaret
değildir. Bu hususta başka rivayetlere de sahip bulunmaktayız. Ancak bu
rivayetleri ele almadan önce, Dumetu'l-Cendel'in yeniden fethini gerektiren
sebebin ne olduğunu görelim:
İbnü'l-Kelbi'nin
bir rivayetine göre, Ukeydir, Hz. Peygam- ber'in vefatından sonra zekat
verilmesine mani olmak suretiyle yapılan andlaşmayı ihlal etmiş; Dumetu'l-Cendel'den
ayrılıp
Hire'ye
gitmiştir. Biz bu haberin doğru olmadığını düşünüyoruz. Çünkü Ukeydir'in
müslüman olduğuna dair rivayetlerin pek kabul edilmediğini yukarda
belirtmiştik.494
Avane
b. el-Hakem'in rivayetine göre ise Okeydir, Raslılul- lah'ın (salla'llâhü
aleyhi ve sellem) vefatından sonra oradan ayrılmış; daha sonra da geri
dönmüştü. Buna göre Hz. Ebu Bekir, Hz. Peygamber ile yapmış olduğu andlaşmayı
ihlal ettiğinden dolayı Halid b. Ve- lid'e onun üzerine yürümesi için emir
vermiştir. O da, Ukey- dir'in üzerine yürüdü ve onu öldürdükten sonra
Dfımetu'l- Cendel'i yeniden fethetti; daha sonra da Şam'a gitti.495
Halid
b. Velid'in Irak'tan Dumetu'l-Cendel'e gitmesini çok farklı bir sebebe bağlayan
Seyf b. Ömer'in rivayetine de burada işaret etmek mecburiyetindeyiz. Ona göre
Halid b. Velid Hazretleri, kendisiyle birlikte Irak'ta buluşmak üzere yola
çıkan ve Dumetu'l-Cendel'i hala fethedememiş bulunan Iyad b. Ganm'ın zor
durumda kaldığını bildiren ve yardım isteyen mektubu üzerine oraya gitmiş ve
orayı fethettikten sonra da tekrar Hire'ye dönmüştür. Seyften başka hiçbir
ravi, Iyad b. Ganm'ın Dfıme- tu'l-Cendel'e gittiğine ve orayı yeniden fethe
muvaffak olamadığına temas etmemiştir. Esasen biz, Seyfin bu rivayetini,
Halid'in Dfımetu'l-Cendel'e niçin gittiğini tespit etmek için değil; buranın
fethinden sonra tekrar Hire'ye döndüğü iddiasını reddetmek için zikretmiş
bulunuyoruz.496 Çünkü bir başka ravi, Medfüni de, Halid'in Dumetu'l-Cendel'i
ikinci defa fethettikten sonra tekrar Hire'ye döndüğünü ileri sürmektedir. Buna
göre Halid, Irak'tan Demetu'l-Cendel'e gitti; Ukeydir'i öldürdü; el-Cu'di'nin
kızını esir aldı; Hire'ye döndü. Medaini, bu rivayetinde, seferin sebebini
zikretmez. 497
Halid
b. Velid'in Iyad'a yardım maksadıyla Dfımetu'l- Cendel'e gittiğini ve orayı 12 yılı
Rebiulahir veya Cemaziyelevvel ayı başında fethettiğini Seyfin rivayetine
dayanarak ileri süren el-Haşimi, Halid'in oradan tekrar Hire'ye döndüğünü de
aynen kabul etmektedir.498
Seyfin
rivayetlerini ele almanın çok zor ve diğer rivayetlerle onunkileri
uzlaştırmanın zaman zaman imkansız olduğunu gördüğümüzden dolayı, onun
rivayetlerini bu çalışmamızda ter- ketmek mecburiyetinde kaldığımızı yukarıda
birkaç vesileyle ifade etmiştik. Onun rivayetine ve el-Haşimi'nin iddiasına
göre Halid, burayı fethettikten sonra Hire'ye dönmüştür, fethin tarihi de
zikredilmiştir. Halbuki bu tarihte, henüz Hire fethedilmemiş- tir. Çünkü Halid
b. Velid, Hire'den önce 3 Receb 12 (13 Eylül 633) tarihinde henüz Ulleys'i
fethetmişti.499 Binaenaleyh Dfıme- tu'l-Cendel'den Hire'ye dönmesi, bize göre
Seyfin hayalinden ibarettir. Kaldı ki Haşimi, Halid'in Dfımetu'l-Cendel'e gidiş
ve dönüşünün, Irak fethi tamamlandıktan yani Aynu't-Temr'in fethinden sonra
vuku bulduğunu kabul eder. Aynı Seyfce, Halid b. Velid, 12 yılında, herkesten
ve bu arada o yıl hacca iştirak etmiş olan Halife Hz. Ebu Bekir'den de
habersiz, Mekke'ye hacca da gönderilmiş; birkaç arkadaşıyla gittiği Mekke'den )'.İne
herkesten habersiz Hire'ye döndürülmüştür. 500 Aynı
Seyf, Suriye'ye giderken de Halid b. Velid'in Dumetu'l-Cendel'den geçtiğini
kabul etmektedir.501
Hire
ile Dumetu'l-Cendel arası, 850 km.'dir. Seyfe göre Ha- lid b. Velid, bir defa
Dumetu'l-Cendel'in fethi için Irak'tan Hire'ye gidip geri dönmüş; sonra hac
için ta Mekke'ye gidip gelmiş; sonra da Suriye'ye gitmek için yeniden Hire'den
Dumetu'l- Cendel'e gitmiş olmaktadır. Tabii Dumetu'l-Cendel'den de Suriye'ye
gidecektir. Halid b. Velid'in bir yıl kadar kaldığı Irak'ta, nerede ise
fetihlere hiç vaktinin kalmadığını düşünmemiz gerekecektir.
İşte
Haşimi'den ayrıldığımız en mühim nokta budur. Bundan dolayı biz, yukarıda ele
aldığımız Vakıdi'nin rivayetini daha doğru buluyor; Halid b. Velid'in, Hz. Ebu
Bekir'in Hire'den Suriye'ye intikali emri ile Dumetu'l-Cendel'in yeniden fethi
emrini birlikte aldığını, ikinci bir emir ile de Dumetu'l-Cendel'den Suriye'ye
hareket etmiş olduğunu kabul ediyoruz. Vakıdi'nin gayet açık bir şekilde ifade
ettiği, iki ayrı mektup ile iki ayrı ahid- namenin varlığı, bizi böyle anlamaya
mecbur ediyor.
Bu
nokta, De Goeje'nin, "derhal Suriye'ye gitmesi için emir aldıktan sonra
Halid'in Dumetu 'l-Cendel'e uğramasını" imkansız gören iddiasını da
geçersiz kılar. Zira Halid b. Velid, Dumetu'l- Cendel'i fethettikten sonra,
Halife'den gelecek ikinci emri beklemektedir ve bu bakımdan gecikmesi diye bir
husus söz konusu değildir.
İbn
Sa'd'ın naklettiği Vakıdi'nin bu haberini ve bizim ulaştığımız neticeyi teyid
eden başka rivayetlere de sahip bulunmaktayız. Bunlardan birisi, yine
Vakıdi'nin bir başka rivayetidir; Belazuri'nin naklettiği bu rivayet aynen
şöyledir:
soı
Taberi, Tarih, I, 2112, 2114
"Halid,
Irak'tan ayrılıp Şam'a gitmek üzere hareket etti ve Dumetu 'l-Cendel'e uğradı;
orayı fethetti ve esirler aldı ... "
Yine
Belazuri'nin eserine aldığı bir başka rivayet de Avane b. el-Hakem'indir; haber
aynen şöyledir:
"Ebu
Bekir, Aynu't-Temr'de bulunan Halid b. Velid'e mektup yazıp Ukeydir'in üzerine
yürümesini emretti. Halid, onun üzerine yürüdü, kendisini öldürdü ve Dume'yi
fethetti. Ukeydir, Rasulul- lah 'ın (salla'llâhü aleyhi ve sellem) vefatından
sonra oradan ayrılmış daha sonra da geri dönmüştü. Halid, onu öldürdükten sonra
Şam 'a geçti. '1503
Hem
Vakıdi'den hem de Avane b. el-Hakem'den daha önce yaşamış iki ayrı raviden, iki
ayrı rivayete daha burada dikkati çekmek istiyoruz. Onlardan birisi Urve b.
Zübeyr;504 diğeri ise Musa b. Ukbe'dir.505 Her iki raviden gelen haberde de,
Halid b. Velid'in Irak'tan Dumetu'l-Cendel'e gittiği; orada savaştığı zikredildikten
sonra, doğruca Şam'a yani Suriye'ye gittiği açık bir şekilde ifade edilmiş
bulunmaktadır.
Bu
arada, Halid b. Velid'in Irak'tan Suriye'ye intikal ederken, Semave çölünü
geçerek Kurakır'a ulaştığını haber veren rivayetleri de biz, onun güney-batı
yolunu takip etmiş olduğunu gösteren deliller arasında sayıyoruz.506
Böylece
Halid b. Velid Hazretleri, Irak'tan Suriye'ye intikalinin ilk safhasında,
Hire'den Dumetu'l-Cendel'e geldi; burayı fethetti; Halife Hz. Ebu Bekir'in
yoluna devam etmesini bildiren ikinci bir mektup ile ahid-namesini orada
bulunduğu sırada aldı.
Bunun
üzerine askerleriyle birlikte Dumetu'l-Cendel'den hemen ayrıldı ve 70 mil
uzaklıkta ve kuzeybatı istikametinde bulunan Kelb kabilesinin suyu olan
Kurakır'a gitti.
Halid
b. Velid'in Kurakır ile Süva Arasındaki Çölü
Geçmesi
Halid
b. Velid, Hire'den Dumetu'l-Cendel'e gelirken, bilinen ve kullanılan bir yolu
takip etmişti. Bundan dolayı kaynaklarda, bu yol hakkında bilgi verilmesi
cihetine gidilmemiştir. Buna mukabil, Dumetu'l-Cendel ile Suriye, daha sarih
bir ifade ile, bu intikalin ikinci safhasını teşkil eden Kurakır ile Süva
arasındaki çöl yolculuğu hakkında ise, bilhassa İbn İshak'ın oldukça detaylı
denilebilecek haberlerinin bize intikal etmiş olduğuna şahid oluyoruz.
Halid
b. Velid, Dumetu'l-Cendel'den Suriye'ye, bilinen ve kullanılan kervan yolunu
takip ederek gitmeyi tercih etmemiştir. Bu yol, Dumetu'l-Cendel'den Suriye'nin
kapısı olan Busra'ya giden ve eski adı Batnu's-Sirr, şimdiki ismi Vadi's-Sirhan
olan hat üzerinde bulunuyordu. Çünkü bu yol üzerinde, tehlikeli olabilecek bazı
müstahkem mevkiler bulunması yanında; Halid, Suriye'ye intikalini düşmandan
habersiz bir şekilde gerçekleştirmek istiyordu. Böylece de müslümanların
maneviyatını yükseltmek, düşmana da korku salmak istiyordu.
Dumetu'l-Cendel'den
Kurakır'a gelen Halid b. Velid, beş gün devam edecek olan ve hiç su bulunmayan
çölü geçerek Sü- va'ya ulaşmayı kararlaştırdı. Bu yolu bilmediği için bir
kılavuz aradı. Kendisine, Tayy kabilesinden Rafı' b. Amire'yi tavsiye ettiler.
Halid, Rafi'e şu emri verdi:
-
Askerlerle
birlikte yola çık! Rafi' ona şu cevabı verdi:
Kılavuz
Ra.fı'in bu sözlerine kızan Halid b. Velid:
y Yazıklar olsun sana!
Allah'a yemin ederim ki bu çölü geçmek mecburiyetindeyim; bu hususta, Emir'den
kesin talimat geldi! Sen, ne lazımsa onu yap! dedi.
Halid'in
bu kesin ve kararlı tavrı karşısında Rafi':
Öyle
ise çokça su alınız; ayrıca herkes, susamaması için devesinin kulağını sarıp
bağlasın; çünkü bu çöl, Allah 'ın muhafaza ettikleri hariç, herkesi mahveder.
Ayrıca bana, semiz ve büyük gövdeli yirmi tane deve bulup getirin,
dedi.
Halid,
istenen develeri getirtti; Rafı', bu develeri iyice susa- yıncaya kadar susuz
bıraktı; sonra onları suyun başına getirdi; develer, kanıncaya kadar su
içtiler. Daha sonra Rafı', geviş getirip susamasınlar diye develerin
dudaklarını kesti ve ağızlarını bağladı; arka taraflarını serbest bıraktı;
sonra da Halid'e:
Haydi hareket edelim,
dedi.
Halid
b. Velid, atları ve ağırlıklarıyla birlikte, askerlerin hareket etmesini emretti.
Bir gün sonra ilk menzile ulaşıldığında, bu yirmi deveden dört tanesi
boğazlanarak karınlarındaki sular alındı ve ordudaki atlar bu suyla sulandı;
askerler de yanlarına aldıkları suları içtiler. Dört gün boyunca yola bu şeMde
devam edildi.
Çölün
geçileceği son günde, Halid b. Velid askerlerinin hayatından endişe etmeye
başlayıp korkunca, gözleri şişip iltihaplanmış olan kılavuza:
-
Ey Rafi',
yazıklar olsun sana! Ne oldu? diye sordu. Bunun üzerine Rafı':
-
İnşaallah,
suya kavuştuk! diye cevap verdi ve kendisince bilinen iki işarete yaklaşınca,
askerlere:
-
Çömelmiş
insana benzeyen küçük bir avsec ağacı görüyor musunuz? diye sordu. Avsec, bazı
yerlerde sincan dikeni veya Musa ağacı denilen küçük bir çöl ağacıdır. Onun bu
sorusunu askerler:
-
Hayır! Öyle
bir ağaç görmüyoruz! diye cevap verdiler. Bunun üzerine Rafı':
-
"İnna
lillahi ve inna ileyhi raciun!" (Biz Allah 'tan geldik ve O'na döneceğiz;
ayetini okuyup) Vallahi, öyle ise siz de helak oldunuz ben de helak oldum! Ne
olur iyi bakın! dedi.
Askerler,
tarif edilen ağacı araştırmaya başladılar ve sonunda da, bir kısmı kesilmiş
bir halde onu buldular. Askerler ağacı görünce tekbir getirdiler, Rafı' de
onlarla birlikte tekbir getirdi; sonra da:
-
Ağacın dibini
kazınız! dedi. Askerler ağacın dibini kazdılar ve pınarı buldular, kanıncaya
kadar su içtiler. Böylece yola devam etmek mümkün oldu. Suyun bulunmasından
sonra Rafı':
-
Vallahi ben,
bu suyun başına, çok küçük yaşta iken babamla birlikte yalnızca bir defa
gelmiştim, dedi.
Halid
b. Velid'in kumandası altında, çok zor ve tehlikeli, beş gün devam eden bu çöl
yolculuğundan sonra İslam ordusunun Süva'ya ulaşması hakkında, şairlerden
birisi şu beyitleri inşad etmiştir.
''Allah
için söyleyiniz! Susuz çöllerde yol göstererek Kurakır'dan Süva ya bizi
ulaştıran Rafı 'in iki gözü ne kadar keskin! Bu çölü geçerken askerler,
korkudan ağlamış/ardır; senden önce bu çölü geçen bir insan görülmüş
değildir!"
Tanyeri
ağarmadan Süva'ya ulaşan Halid b. Velid, burada yaşayan Behra kabilesi
mensuplarına bir baskın düzenledi. Bu kabileden birkaç kişi, bir şarkıcının,
"Ey iki arkadaş! Ebu Bekir'in ordusu gelmeden önce beni eğlendiriniz; ne
biliyoruz; belki de ölümlerimiz yakındır... " şeklinde söylediği şarkıyı
dinleyerek şarap içiyorlardı. Baskın esnasında şarkıcı öldürüldü ve Süva'dan
ayrılıp batı istikametine doğru Mercü Rahıt'a hareket edildi.508
Biz,
Halid b. Velid'in Süva'dan sonra doğruca Mercii Rahıt'a gittiğini haber veren
İbn İshak'ın yukarıdaki rivayetini esas alıyoruz. Buna göre, gerek
Belazuri'nin eserine aldığı Vakıdi'ye nisbet edilen rivayetlerde yer alan,
gerekse Medani'nin zikrettiği, Kevasil, Karkısya, Erek, Kusam, Tedmur,
Huvvarin, Karyeteyn gibi yerlerin, Halid b. Velid tarafından bu sefer
esnasında fethedilmiş olduğunu kabul etmiyoruz ve onun, Suriye ve Filistin'de
bulunan ve yardım istemiş olan kumandanlarla birleşmek üzere doğruca Mercii
Rahıt'a oradan da Busra'ya gittiğini düşünüyoruz.509
Halid
b. Velid'in Suriye'nin giriş kapılarından birisi olan Sü- va'dan Mercü Rahıt'a
gitmesi ve ondan sonraki gelişmeleri ele almadan önce, Kurakır ile Süva
arasındaki çöl yolculuğu esnasında, yirmi devenin içtikleri suyun, daha sonra
her menzilde dörder tanesi kesilerek karınlarından alınıp atlara içirilmesi üzerinde
kısaca durmak istiyoruz. Pakistanlı araştırmacı İbrahim Ekrem, kaynaklarda yer
alan bu haberi, "efsane" olarak kabul etmekte ve bunun sonucu olarak
da bu hadiseyi doğru kabul etmeyip reddetmektedir. Ona göre, devenin vücudunda
su depo etmesi bir efsaneden ibarettir ve ne tuhaftır ki insanlar, bugün bile
bu efsaneyi doğru kabul etmektedirler. İbrahim Ekrem'e göre deve, vücudunun
herhangi bir yerinde su depo etmez; ancak, diğer hayvanlardan farklı olarak,
dokularında çok miktarda suyu muhafaza eder ve bundan dolayı da, başka hiçbir
hayvanda görülmeyen bir şekilde, uzun müddet su içmeden yaşayabilir.510
Biz,
bu hususu tahkik için bir veteriner hekime müracaat ettik; bize tavsiye edilen
bir kitaptan bu hususu öğrenmeye çalıştık. Buna göre, devenin midesinde, su
için ikinci bir göz bulunmaktadır, bu ikinci midede, diğer geviş getiren
hayvanlardan farklı olarak iç cidarlarını örten mukoza hücrelerinin, suyun
nüfuzuna karşı mukavim olması ve diğer bazı hususiyetleri yüzünden deve, içtiği
suyu uzun müddet muhafaza edebilmekte ve bu yüzden susuzluğa dayanabilmektedir.
Ayrıca deve midesinin bu ikinci gözü, suyu dört beş gün, olduğu gibi muhafaza
etmektedir. Midenin iç cidarındaki hücreler, bu özelliğe sahiptirler.511
Vücudundaki
su depolamaya yarayan bu gözler sayesinde deve, ağırlığının üçte biri kadar su
içebilmekte, sonra da bir hafta kadar suya yanaşmamaktadır. Çöl insanı,
"çöl gemisi" diye meşhur olan deveyi çok iyi tanımaktadır. Halid b.
Velid'in kılavuzu Rafi', bu tecrübesini tatbikata koymak suretiyle, Kura.kır
ile Süva arasındaki susuz çölü geçmeye muvaffak olmuştur. İslam kaynaklarında
yer alan bu haberin, "efsane" olmadığı da böylece açıklık kazanmış
bulunmaktadır. Halid b. Velid, Kura.kır ile Süva arasında beş gün devam eden
zorlu ve çetin yolculuğunda, askerlerin
su ihtiyaçlarını tulumlarla; atların su ihtiyacını ise, develerin vücudunda
muhafaza ettikleri su ile karşılamıştır. İhtiyaç duyulan su, aynı zamanda
yiyecek et ihtiyacını da karşılamak üzere hergün kesilen dört devenin
karınlarından alınarak atlara verilmiştir.
Sonuç
olarak biz, Halid b. Velid'in, Dumetu'l-Cendel'den Süva'ya; bir günü
Dûmetu'l-Cendel-Kurâkır, beş günü de Kurakır-Süva arası olmak üzere, altı günde
ulaştığını hesap ediyoruz. Bazıları, Halid'in Hire'den hareket edip doğruca
Dume- tu'l-Cendel; orada da hiç beklemeksizin Kurakır'a, oradan da Süva'ya
gittiğini göz önüne alarak, İslam ordusunun, on sekiz günlük cebri bir
yürüyüşten sonra Dimeşk yakınlarına ulaştığını hesap ederler.512 Biz,
Hire-Dumetu'l-Cendel arasındaki on iki gün devam eden yolculuktan sonra,
Halid'in Dumetu'l-Cendel'i fethettiğini ve orada, Halife Hz. Ebu Bekir'den
Suriye'ye hareket etmesi için ikinci bir talimatın gelmesini beklediğini esas
aldığımızdan, Halid'in çöldeki yıldırım harekatının, sadece Dumetu'l-
Cendel-Süva arasındaki mesafe için, yalnızca altı gün devam ettiğini hesap
ediyoruz.
Mercü
Rahıt:
Uzun
ve yorucu bir çöl yolculuğundan sonra Halid b. Velid, Süva'dan Dimeşk (Şam)
şehri yakınlarına ulaştı. Böylece o, daha güneyde bulunan Bizans ordusunun arka
tarafına sarkmış oldu ve oradan itibaren de akınlara başladı. Hıristiyan
Gassaniler'in Dimeşk'ın 25 km. kadar yakınında bulunan Azra köyündeki Mercü
Rabıt askeri karargahına, onların Paskalya (Paque) gününde saldırdı ve
kendilerini mağlup etti. Sonra da yoluna, güney istikametine doğru devam
ederek Busra'ya ulaştı.513
Bu
arada Halid b. Velid, Dimeşk-Hıms yolu üzerinde bulunan ve Seniyyetü'l-Ukab
diye bilinen es-Seniyye'ye ulaşınca, orada sancağını dikerek bir müddet durdu.
Bu sancak, siyah renkli olup Rasûlüllah 'a (salla'llâhü aleyhi ve sellem) ait
idi. Bundan dolayı bu yere daha sonra "Seniyyetü'l-Ukab" adı verildi.
Belazuri, buraya "Ukab" denilmesinin sebebini, sancağın üzerine bir
kuş konmuş olduğuna bağlayanların bulunduğunu zikrettikten sonra, yukarıdaki
ihtimalin daha doğru olduğunu ifade eder.s14
Diğer
taraftan Belazuri, Halid b. Velid'in Dimeşk'ın Gfıta'sı- na (şehrin
çevresindeki bağlar, bahçeler), askerlerinden Büsr b. Ebu Ertat ile Habib b.
Mesleme el-Fihri'yi gönderdiğini; onların da bazı köylere baskın düzenlediklerini
nakleder.sıs
Yine
Belazuri'nin eserine aldığı bir diğer rivayette, Halid b. Velid'in Dimeşk'ın
doğu kapısına veya güneydeki Cabiye kapısına indiği; orada Ebu Ubeyde b.
el-Cerrah ve onun emrindeki askerlerle buluştuğu; ayrıca Dimeşk şehrinin
başpapası ile de görüştüğü anlaşılmaktadır.s16 İbn İshak'a göre ise Halid b.
Velid, Ebu Ubeyde de dahil diğer kumandan ve askerlerle Busra'da buluşmuştu.
Halid
b. Velid'in Busra'daki faaliyetlerine geçmeden önce, Irak'tan ne zaman
ayrıldığı ve Mercii Rahıt'a ne zaman ulaştığı üzerinde de kısaca durmak
istiyoruz. Halid'in Suriye'ye intikali ile alakalı tarih tespitine esas olmak
üzere, elimizde Mercii Rahıt üzerine yapılan baskın tarihi bulunmaktadır.
Belazuri ve Medaini'nin rivayetlerine göre, bu akın ve zafer, Paskalya yortusunda
vuku bulmuştur, bu da o yıl için 24 Nisan 634 tarihinde olup 18 Safer 13 hicri
tarihine tekabül etmektedir.
Buna
göre, Halid b. Velid'in Irak'tan ayrılış tarihi, en geç 13 yılı başında olmak
gerekir; tabii 12 yılı sonu da olabilir. Onun Irak'tan ayrılış tarihini, 13
yılı Rebiulahir veya Rebiulevvel aylarında diye zikreden rivayetlerin, bu
duruma göre doğru olmaması gerekir.518 Esasen bir başka kesin tarihi olan ve
ileride ele alacağımız Ecnadeyn savaşının, 28 Cemaziyelevvel 13/30 Temmuz 634
tarihinde vuku bulmuş olması da bu tespitimizi doğrular mahiyettedir. 519
Busra
'nın Fethi
Halid
b. Velid yoluna devam edip Kanatu Busra'ya indi; Ebu Ubeyde b. el-Cerrah,
Şürahbil b. Hasene ve Yezid b. Ebu Süfyan orada bulunuyorlardı. Böylece Halid
b. Velid, Amr b. el-As ve onun emrindeki ordu hariç, Hz. Ebu Bekir tarafından
daha önce Suriye'ye gönderilmiş olan kumandanlar ve onların emrindeki ordularla
birleşmiş oldu ve şehri kuşatmayı kararlaştırdı.
İbn
İshak'ın rivayetinde açıkça bildirilmemekle beraber, Ha- lid b. Velid'in
Busra'da kumandayı ele aldığı anlaşılmaktadır. Belazuri ise, Busra şehrinin
muhasarası esnasında, diğer kumandanların Halid b. Velid'i başkumandan tayin
ettiklerini açıkça belirtir. Aynı müellif, savaş esnasında, Yezid b. Ebu Süfyan'ın
başkumandan olduğuna dair bir rivayeti de zikreder. Buna göre Yezid, hem bu
savaşın kumandanı hem de bu şehrin valisi idi; çünkü burası Dimeşk'a aitti. Bu
ifadelerden anlaşılıyor ki, Yezid henüz fethedilmemiş bir yere Hz. Ebu Bekir
tarafından vali tayin edilmiştir. Biz bunun doğru olmadığını düşünüypr ve Suriye'deki
müslümanların, Busra şehrinin muhasarasından başlayıp azledilmesine kadar,
Halid b. Velid'i hep başkumandan tayin etmiş olduklarını kabul ediyoruz. Hatta,
Halid b. Velid'in Suriye'ye, Hz. Ebu Bekir tarafından başkumandan olarak tayin
edilmiş olduğuna dair yukarıda zikretmiş olduğumuz rivayetlerin de, buradan
kaynaklandığını düşünüyoruz.
Busra'nın
muhasarası çok kısa devam etti. Halid b. Velid'in kumandası altındaki birleşik
İslam ordusu; şehrin patriği (valisi) ve askerleriyle yaptığı savaşı kazandı;
düşmanı, şehre sığınmaya ve teslim şartlarını konuşmaya mecbur etti.
Yapılan
andlaşmaya göre, Busra halkından ergenlik çağına gelen herkes, bir dinar ve bir
cerib buğdayı cizye olarak ödemeyi kabul etti. Müslümanlar da onların
canlarını, mallarını ve çocuklarını himayeleri altına almayı tekeffül ettiler.
Böylece Busra şehrinin de içinde bulunduğu Havran bölgesinin bütün toprakları
fethedilmiş oldu.
Kaynaklarda,
Hz. Ebu Bekir'in hilafeti esnasında, Suriye şehirlerinden ilk önce Busra'nın
felhedildiği ifade edilmektedir. Bu husus, Halid b. Velid'in askeri dehası
yanında, onun Suriye'ye gelmesiyle birlikte, müslümanların maneviyatını da
yükselttiğini; Bizans'a karşı Suriye'deki ilk İslam fetihlerinde kendisinin ne
derece müessir olduğunu açıkça gösterir. Esasen onun gücü ve tesiri, yalnızca
Suriye şehirlerinin fetihlerine inhisar etmemiş; İslam orduları, onun
başkumandanlığı altında, Mute'yi saymazsak, Bizans'a karşı büyük meydan
muharebelerini de kazanmış ve Bizans'ın Suriye hakimiyetine ebediyyen son
vermiştir.
Seyfullah
Halid b. Velid'in Irak'tan Suriye'ye gelişi, hiç şüphe yok ki, hem müslümanlar
hem de düşman üzerinde, sanki büyük bir ordunun yardıma gelmesi tesirini icra
etmiş; müslümanları zaferlere ulaştırmış; düşmanları da hezimetlere duçar
eylemiştir.
ECNADEYN
MEYDAN MUHAREBESİ
Halid
b. Velid, Amr b. el-As ile buluşmak üzere güney Filistin'e doğru ilerlemeye
devam etti. Suriye fetihlerine başlarken, Halid b. Velid'in Irak'tan Suriye'ye
intikalini icap ettiren gelişmeleri ele almış; Amr b. el-As'ın
Gamru'l-Arabat'ta bulunduğu sırada, Bizans imparatoru Heraklius'un, ana-baba
bir kardeşi Tezarik (The'odore) kumandası altında, büyük bir Bizans ordusunu
Filistin'e gönderdiğini; bu ordunun Cıllık ovasında kamp kurduğunu; bunun
üzerine Amr'ın Halife Hz. Ebu Bekir'den yardım istediğini; Halife'nin de
Irak'ta bulunan Halid'i Suriye cephesine göndermeye karar verdiğini görmüştük.
Başta
İliya (Kudüs) olmak üzere belli başlı Filistin şehirlerini, müslümanlara karşı
müdafaa etmek üzere, o sırada Hıms'ta bulunan Heraklius tarafından hazırlanıp
gönderilmiş olan bu ordunun sayısı, yetmiş bin veya yüz binden fazla idi.521
Bizans
ordusu kumandanı Tezarik, Halid b. Velid kumandası altındaki İslam ordusunun
ilerlemekte olduğunu haber alınca, kamp kurduğu Cıllık'tan ayrılıp Ecnadeyn'e
doğru harekete geçmeye karar verdi ve ordugahını orada kurdu. Halid b. Velid
de, onun bu harekatını öğrenince Ecnadeyn'e yöneldi. Amr b. el- As, kendisine
yardıma gelen birliklerin bu harekatını öğrenince, kamp kurduğu
Gamru'l-Arabat'tan ayrılıp Ecnadeyn'e ulaştı; Halid b. Velid ile buluştu ve hep
beraber orada ordugahlarını kurdular.522 İslam ordusunun sayısı, yirmi dört bin
idi.523 Böylece Halid b. Velid, Mlıte'den sonra ilk defa, böyle büyük bir
Bizans ordusuyla karşı karşıya gelmiş oldu.
Ecnadeyn
meydan muharebesinin tarihi ve savaşın cereyan ettiği yer hakkında, pekçok
münakaşanın yapılmış olduğunu görüyoruz. İbn İshak, Birleşik İslam ordusuyla
Bizans ordusunun, 28 Cemaziyelevvel 13 (30 Temmuz 634) tarihinde, Remle ile
Beyt-i Cibrin arasındaki yerde, Ecnadeyn'de karşılaştıklarını haber verir.524
Bu muharebe, müslümanlarla Bizanslılar'ın Suriye'deki ilk büyük savaşıdır ve
13 yılında vuku bulduğu hususunda, bizim tespitimize göre ittifak vardır.
Şöyle ki, Taberi'ye ka- darki tarihçilerin haber ve rivayetlerinde, Seyf b.
Ömer'inkiler hariç, muharebenin 13 yılında vuku bulduğunda hiçbir ihtilaf
yoktur. Ancak Seyf b. Ömer'in rivayetleri, Ecnadeyn muharebesinin, hicri 15 yılında
vuku bulduğunu; buna mukabil, şimdi ele almakta olduğumuz muharebenin ise,
Yermılk savaşı olduğunu iddia eder.525 Merhum Taberi, irtidad savaşları ile
Irak ve Suriye fetihlerinde, Seyf b. Ömer' in rivayetlerine eserinde çok geniş
bir şekilde yer vermiş olduğundan; İbnü'l-Esir gibi bu devir için eserleri
muahhar kabul edilen çok değerli bazı tarihçiler onun bu konulardaki
rivayetlerini mebzul bir şekilde kitaplarına almışlardır. Böylece Seyfin bu
rivayetlerini yaymışlardır.526
İbn
İshak gibi Ecnadeyn muharebesinin 28 Cemaziyelevvel 13 Cumartesi günü vuku
bulduğunu açıkça zikreden tarihçiler ise şunlardır: Medaini, Halife b. Hayyat,
Ezdi, Yakubi; bunun yanında, ay ve gün zikretmeksizin, yalnızca bu savaşın 13
yılında vuku bulduğunu eserinin birkaç yerinde zikreden İbn Sa'd gibi
müellifler yanında; fetihler hakkında çok değerli haberleri bize ulaştıran
büyük tarihçi Belazuri, Ecnadeyn muharebesi için 18 Cemaziyelevvel 13 Pazartesi
günü, 2 Cemaziyelahir 13, 28 Ce- maziyelahir 13 şeklinde üç ayrı tarih vermektedir.
Görüldüğü
gibi, her üç rivayette de 13 yılı zikredilmiştir. Ay ve gün tespitindeki
farklılık ise, büyük bir ihtimalle, ravi veya Belazuri, belki de müstensih
tarafından vuku bulan bir zühulden kaynaklanmaktadır. Çünkü bu tarihlerin
hiçbirisi, İbn İshak ve diğerlerinin naklettikleri ile aynı değildir, fakat
onlara çok yakındır, belki de sonuncusu "Cemaziyelahir" değil,
"Cemaziyelev- vel" olacaktı. 527
Seyf
b. Ömer'i teyid eden bir tek müellif veya ravi bulunmamasına rağmen, bilhassa
müsteşrıklar, büyük bir istekle bu muharebenin tarihini tespite gayret etmişler
ve sonunda hemen hepsi de İbn İshak'ın rivayetinin doğru olduğunda karar kılmışlar
ve Ecnadeyn meydan muharebesinin 13 yılında ve Yermuk muharebesinden önce vuku
bulduğunu kabul etmişlerdir. Hiç şüphe yok ki onların bu çalışmaları, başta
İbnu'l-Esir olmak üzere birçok muahhar tarihçinin, çok zengin ve renkli bir
muhtevaya sahip olan Seyfin rivayetlerine geniş çapta yer vermiş olmalarından
dolayı yaygın bir hale gelen yanlışlıkları izale etmiştir.
Diğer
taraftan, yine bu müsteşrıkların, Ecnadeyn muharebesinin cereyan ettiği yerin
teshilinde de gerçekten çok değerli çalışmalar yapmış olduklarını görüyoruz.
Bu hususta da onlar, İbn İshak'ın verdiği tarife uygun olarak Ecnadeyn'in Remle
ile Beyt-i Cibrin arasında bulunduğunu tespit ve tahkik etmişlerdir.528
Halid
b. Velid, başkumandan olarak bu muharebede, Ebu Ubeyde'yi merkezde bıraktı; sağ
kol kumandanlığına Muaz b. Cebel'i; sol kola Said b. Amir'i; süvari birliğinin
başına da Said b. Zeyd'i tayin etti; kendisi de belirli bir yerde kalmadı;
askerlerinin arasında dolaştı; onları teftiş etti; kendilerini Allah yolunda
cihada teşvik eden konuşmalar yaptı. "Ben düşmana yüklendiğimde, siz de
yükleniniz" şeklinde talimatını verdi. Ayrıca, orduda bulunan kadınların
da, askerlerin arka tarafında yer almalarını, Allah'a yalvarıp dua etmelerini
istedi. Bu arada kadınlara, savaş esnasında kaçıp yanlarına gelen bir müslüman
asker olursa, çocuklarını ona gösterip "çocuklarınız ve kadınlarınız için
savaşınız" diyerek savaş meydanına göndermelerini tenbih etti.
Ecnadeyn
muharebesi öncesinde, Hz. Peygamber'in alim sahabisi Muaz b. Cebel Hazretleri
de, müslümanları teşvik eden ve heyecanlandıran ateşli konuşmalar yaptı; o,
İslam ordusunun askerlerine şöyle hitap ediyordu:
"Ey
cemaat-i müslimin! Bugün, kendinizi Allah'a adayınız! Eğer bugün düşmanlarınızı
hezimete uğratırsanız, bu ülke, ebediyen İslam ülkesi olarak sizin olacaktır;
ayrıca Allah 'ın rızası ve O'nun en büyük sevabı da sizin olacaktır!"
Başkumandan
Halid b. Velid, Hz. Peygamber'in sünnetine uygun olarak, muharebeyi öğle namazı
vaktinde süratlendirmeyi ve kesin darbeyi vurmayı düşünüyordu. Fakat düşman
askerleri, İslam ordusunun sağ ve sol cenahına aynı anda saldırıya geçtiler.
Bunun üzerine Halid b. Velid, süvarilerinin başına geçti; askerlerine:
"Allah
'ın ismiyle saldırınız!" deyip hücuma başladı; askerleri de onun
arkasından harekete geçtiler. Çok şiddetli ve kanlı bir muharebeden sonra,
hıristiyan Bizans ordusunda çözülme ve dağılma baş gösterdi; askerler,
canlarını kurtarmak için kaçmaya başladılar.
Bu
muharebede Bizans ordusunun başkumandanının Tezarik olduğunu yukarıda
zikretmiştik. Ancak bu kumandan yanında, yine İbn İshak, Kubuklar
(Cubicularius) adlı bir diğer şahsın Bizans ordusu kumandanı olduğuna dair bir
rivayet nakleder ve onun hakkında, aşağıdaki hadiseyi anlatır:
Kubuklar,
iki ordu karşı karşıya gelince, Arap asıllı birisini ajan olarak müslümanların
arasına göndermeyi kararlaştırıp kendisine: "İslam ordusunun arasına karış;
aralarında bir gün bir gece kal ve onlar hakkında bana haber getir" diye
talimat verdi. İbn Hezarif adlı Kuda'a kabilesinden olan bu ajan, Arap olduğu
için hiç zorluk çekmeden müslümanların arasına sızdı ve onlarla birlikte bir
gün geçirdikten sonra Kubuklar'ın yanına döndü. Gördüklerini ve bildiklerini
soran efendisine şunları söyledi:
İbn
Hezarifin sözlerini dikkatlice dinleyen Kubuklar, şunları söyledi:
-
Eğer şu
söylediklerin doğruysa; yerin altına girmek, üstünde onlarla karşılaşmaktan
daha hayırlıdır! Allah 'tan en büyük niyazım, benimle onların arasını
uzaklaştırması; ne bana karşı onlara ne de onlara karşı bana yardım etmesidir.
Kubuklar'ın
bu dua ve temennisine rağmen, iki ordu karşı karşıya gelip savaş başladı.
Kubuklar, müslümanların nasıl savaştıklarını görünce, yanındakilere:
-
Başımı
birşeylerle örtünüz! diye emir verdi. Kendisine, niçin diye sorduklarında da:
-
Dehşetli bir
gün! Ben bu günü görmeyi istemiyorum! Hayatımda, bugünden daha şiddetli ve
korkunç bir gün görmedim! diye cevap verdi.
Müslümanlar,
başı örtülü olduğu halde onun boynunu vurdular.530
Müslümanların
kesin zaferi ile sonuçlanan Ecnadeyn meydan muharebesinde, üç bin kadar düşman
askeri öldürüldü, birçoğu da esir alındı. Bozulup kaçan Bizanslı askerler,
İliya (Kudüs), Kaysariyye, Dimeşk ve Hınıs şehirlerine sığındılar. Bazıları da
kuzeye doğru geri çekildiler. Bunların bir kısmı önce Beysan'da, sonra da
Fihl'de toplandılar. Müslümanlar da onları takip ettiler.
Bizans'a
karşı Suriye'deki bu büyük meydan muharebesinde, başkumandan Halid b. Velid çok
büyük kahramanlılar gösterdi; müslümanların verdikleri şehid sayısı on
dört idi. Bu muharebede şehid olanların Kureyş'ten olduğu ve Ensar'dan hiç
kayıp verilmediği bildirilmiştir.
Halid
b. Velid muharebenin neticesini bildiren bir mektubu Abdurrahman b. el-Cühami
ile Medine'deki Halife Hz. Ebu Be-
kir'e
gönderdi. Hz. Ebu Bekir, mektubu okuyunca çok memnun ve mütehassis oldu;
Allah'a hamdetti.531
Buna
mukabil, Ecnadeyn muharebesinin neticesini; çok büyük ve hazırlıklı ordusunun
hezimetini öğrenen Bizans imparatoru Heraklius ise çok korktu; ne yapacağını
şaşırdı, endişeye kapıldı. Bazı raviler, bu korkunun, müslümanlar Dimeşk'a geldiklerinde,
onun, Hıms'tan Antakya'ya kaçmasına sebep olduğunu söylemişlerdir.532
Hz.
Ebu Bekir, Ecnadeyn muharebesinin neticesini öğrendikten sonra, 22
Cemaziyelahir 13/23 Ağustos 634 tarihinde vefat etti.533
Ecnadeyn
muharebesini tamamlarken, Receb 13/Eylül 634 tarihinde, Ya.kusa veya Yermlik
adlı bir savaştan da kısaca bahsetmek gerekir. Şöyle ki, gerek Medaini ve
gerekse Belazuri, Ecnadeyn muharebesinin 13 yılında, ileride ele alacağımız
Yermuk meydan muharebesinin de 15 yılında vuku bulduklarını rivayet
etmişlerdir. Bu ikisinin Ecnadeyn'i öne almalarına rağmen, bu muharebeden
hemen sonra, Receb 13 tarihinde, İslam ordusunun Bizans ordusu ile bir başka
savaş daha yaptığını zikrederler. Bu husustaki Belazuri'nin rivayeti aynen
şöyledir:
"Daha
sonra (yani Ecnadeyn 'den sonra) Rumlar (Bizanslılar), el-Yakusa'da asker
topladılar; el-Yakusa bir vadi olup ağzında el-Fevvare bölgesi bulunur.
Müslümanlar, burada onlarla karşılaştılar; onları bulup bozguna uğrattılar;
birçoğunu öldürdüler. Kılıçtan kurtulanlar, Şam (Suriye) şehirlerine
dağıldılar. Ebu Bekir (r. a.), 13 yılı Cemaziyelahir ayında vefat etti;
müslümanlar el-Yakusa'da iken, onun ölüm haberi geldi. ''534
Aynı
savaş hakkında Medaini'nin rivayeti, çok daha kısa olmakla birlikte, bazı
mühim farkları ihtiva etmektedir:
"...
Ecnadeyn 'de Allah, müşrikleri hezimete uğrattı; Herak- lius 'un naibi
öldürüldü; müslümanlardan da birkaç kişi şehld oldu. Sonra Heraklius geri dönüp
Vakusa'da müslümanlarla karşılaştı. Rumlar ve müslümanlar birbirleriyle
savaşırlarken, Ebu Bekir'in ölüm haberi ve Ebu Ubeyde'nin valilik, yani
başkumandanlık emri geldi; bu vak'a Receb ayında vuku buldu. ''535
Medaini'nin
rivayeti, üç noktada, Belazuri'nin rivayetinden ayrılmaktadır. Belazuri'deki
Ya.kusa, burada Vakusa'dır; bu, mühim olmayan bir farklılıktır ve doğrusu
Yakusa'dır. İkinci fark, Heraklius'un bu savaşa iştirak ettiğidir. Bu hususu
ileri süren Medfüni'nin rivayeti doğru değildir. Üçüncü ve bizi çok yakından
alakadar eden fark ise, rivayette açıkça zikredilmemekle birlikte, Halid b.
Velid'in Hz. Ömer tarafından başkumandanlıktan alındığı ve yerine, rivayetteki
ifadesi ile Ebu Ubeyde'nin tayin edildiğidir. Belazuri bu hususta, yalnızca Hz.
Ebu Bekir'in vefat haberinin, Yakusa'da ve Receb ayında, Ecnadeyn savaşını kazanmış
olan müslümanlara ulaştığını zikretmekle yetinmiş; buna mukabil, Medaini ise,
Halid'in azledildiğini dolaylı bir şekilde zikretmiştir.
Küçük
bir ırmak olan Yakusa, Yermuk nehrine ctluyordu ve suyu yazın çekiliyordu. Bu
küçük çaplı savaş, hazan ırmağın adı ile hazan da nehrin adı ile
zikredildiğinden, başta Seyf olmak üzere bazı ravilerin, asıl büyyük y ermûk
ile bunu karıştırdıkları düşünülerek, Ecnadeyn ile Yermlık'un tarihlerinin
karıştırılış sebebi bulunmaya gayret edilmiştir.536 Ancak, bizi asıl alakadar
eden husus, Receb 13/Eylül 634 tarihinde, bir başka ifade ile Hz. Ömer'in
halife olur olmaz Halid b. Velid Hazretlerini başkumandanlıktan azletmesi
haberidir. Biz, bu ve benzer rivayetleri, ileride kısaca değerlendirip Halid
b. Velid'in başkumandanlıktan ne zaman azledildiği meselesini ele alacağız.
Burada şu kadarını söyleyelim ki, Ecnadeyn'den sonraki gelişmelerde, bilhassa
Dimeşk (Şam) şehrinin muhasarasında, kahramanımızı yine başkumandan olarak
göreceğiz. Bu bakımdan, yalnızca Medaini tarafından değil, başta İbn İshak da
olmak üzere, birçok ravi tarafından sık sık zikredilen, "Hz. Ömer, halife
olur olmaz Halid b. Velid'i başkumandanlıktan azletti" haberini, şüphe ile
karşılıyoruz. Diğer taraftan, Yermlık muharebesi öncesinde vuku bulduğunu
haber veren bu rivayetten hareketle, Yakusa-Yermlık diye bir savaşın olmadığını
düşünerek, bu azil tarihinin 15 yılı, yani Yermuk savaşından sonra ve Dimeşk
şehrinin ikinci defa muhasarası esnasında olduğunu düşünenler de
bulunmaktadır.537
Fihl
Savaşı
Ecnadeyn
meydan muharebesinde yenilen Bizanslı askerler, komutanlarını savaş meydanında
terkedip kuzeye doğru, Ürdün toprağında bulunan Fihl'e çekildiler ve orada
toplanmaya başladılar. Buna mukabil müslümanlar ise, önlerinde kumandanları
Halid b. Velid olduğu halde,538 onları takip etmeye başladılar.
Bizanslı
askerler Beysan'a ulaştıklarında, oradaki ırmağın (Şeria nehri) bendlerini
yıkarak ovayı bataklık haline getirdiler ve müslümanların oradan geçmelerine
ve kendilerini takip etmelerine mani olmak istediler. Sonra da Fihl'e ve
Beysan'a indiler. Beysan, Filistin ile Ürdün arasında bulunuyordu.
Düşman
askerlerinin yaptıklarından habersiz olan müslü- manlar, bataklık haline gelmiş
bu yerlerden geçmek için büyük bir meşakkete katlanmak mecburiyetinde kaldılar,
atları, çamur ve bataklıklara saplandı. Buna rağmen ilerlemeye ve oradan geçip
düşman üzerine yürümeye muvaffak oldular. Bundan dolayı Beysan'a,
"Bataklıklar yeri" adı verildi.
Müslümanlar
oradan geçtikten sonra, Şeria nehrinin doğu tarafında Fihl civarında toplanmış
olan düşman üzerine yürüdüler ve onlarla savaştılar. Bizans ordusu tekrar
bozuldu; askerleri Dimeşk'a doğru çekilmeye ve kaçmaya başladılar. İslam ordusu
Fihl'e girdi. Fihl savaşı, 13 yılı Zilkade ayında (Aralık-Ocak 634635) vuku
buldu.539
Belazuri,
İbn İshak'ın rivayetinden biraz farklı bir şekilde gelişmeleri anlatır. Ona
göre Fihl savaşı, Hz. Ömer'in hilafetinin beşinci ayında, 28 Zilkade 13/23 Ocak
635 tarihinde vuku bulmuştur. Görüldüğü üzere bu iki rivayet arasında ay farkı
yoktur; Belazuri, savaşın gününü de haber verir.
Diğer
taraftan Belazuri, bu savaşta, İslam ordusunun başkumandanı olarak açık bir
şekilde Ebu Ubeyde'nin adını verir ve onun, Hz. Ömer tarafından Şam valiliğine
tayin edilmiş olduğunu ve tayin emrinin, Sa'd b. Ebu Vakkas'ın kardeşi Amir b.
Ebu Vakkas tarafından getirilmiş olduğunu zikreder. Ancak Belazuri, ravilerin
adını zikretmediği yukarıdaki rivayeti naklettikten hemen sonra; "Ebu
Ubeyde'nin Şam valiliğine tayini, müslümanların Dimeşk'ı muhasara ettikleri
sırada gelmiştir. Ebu Ubeyde bu tayini, günlerce Halid'den saklamıştır; çünkü
Halid bu savaşta kumandandı. Halid, tayin emrini tebliğ etmekte acele etmemiş
olan Ebu Ubeyde'ye: 'Allah sana rahmetiyle muamele eylesin! Seni böyle
davranmaya zorlayan nedir?'diye sordu. Ebu Ubeyde de ona: 'Seni kırmak ve işini
zaafa uğratmak istemedim; çünkü sen, düşmanın önünde bulunuyordun!' diye cevap
verdi " şeklinde, bir başka rivayete eserinde yer vermiştir.
Böylece
o, Halid b. Velid'in, başkumandanlıktan ne zaman azledildiğinin ihtilaflı
olduğunu açıkça göstermiş; İbn İshak'ın rivayetinin, yani Fihl savaşında Halid
b. Velid'in başkumandan olduğunun kabul edilebileceğini ortaya koymuştur.
Belazuri,
Fihl savaşıyla alakalı olmak üzere, İbn İshak'ın rivayetinde yer almayan çok
değerli başka bilgileri de eserine almıştır, onun bu haberlerini aynen vermek
istiyoruz:
"Bu
savaşın sebebi şudur: Heraklius Antakya 'ya gelince, Rumlar'ı ve el-Cezire halkını
seferber etti; onların başında, kendisinin en yakın ve güvendiği bir adamı
gönderdi. Onlar, Ürdün'ün Fihl mevkiinde müslümanlarla karşılaştılar; çok
şiddetli bir şekilde savaştılar; Allah, onların üzerine galebe çaldı;
patrikleri ve on bin civarında rum öldürüldü; kalanları da Şam (Suriye)
şehirlerine dağıldılar; bir kısmı da Heraklius'un yanına gitti. Fihl halkı
kalelerine sığındı; müslümanlar onları muhasara etti. Sonunda, adam başı cizye
ve topraklarından da haraç ödemeleri karşılığında eman istediler. Müslümanlar
da, onların canlarını ve mallarını koruyacaklarına, duvarlarını
yıkmayacaklarına söz verdiler. Bu andlaşmayı Ebu Ubeyde; bir başka rivayete
göre Şürahbil b. Hasene yapmıştır. '1540
Görüldüğü
üzere bu andlaşmayı yapanın adı, Ebu Ubeyde veya Şürahbil olarak
zikredilmektedir. Bu da tabiidir, çünkü Belazuri, Fihl savaşına başlarken
Halid'in azlini ve Ebu Ubey- de'nin tayinini zikretmiş; arkasından da, bunun
doğru olmadığını haber veren diğer rivayete yer vermiştir. Eserine aldığı bu
son kısımda ise, ilk rivayetin devamını zikretmiştir. Rivayette Şürah- bil'in
adının geçmesi ise, onun Hz. Ebu Bekir tarafından Ürdün'ün fethi ile
vazifelendirilmiş olmasındandır.541
HALİD
B. VELİD'İN DİMEŞK FETHİ
Biz
Türklerin Şam adını verdiğimiz Dimeşk şehrinin fethi ve bu fetih esnasında
Halid b. Velid'in faaliyetlerini 'ele alırken, rivayetlerin yine karışık
olduğunu ifade ederek sözlerimize başlamak istiyoruz. İbn İshak, Vakıdi,
Belazuri ve Taberi'nin rivayetlerine dayanarak bu şehrin fethini anlatmaya çalışacağız.
Fihl
savaşına ait haberlerinden sonra İbn İshak, rivayetine şöylece devam
etmektedir:
Halid
b. Velid yine ordunun önünde olduğu halde müslü- manlar, Dimeşk'a doğru
ilerlediler ve Fihl bozgunundan kaçan düşman askerlerini takip ettiler. Rumlar,
kendi aralarında Bahan isimli birisinin kumandası altında Dimeşk'ta
toplanmışlardı. O sıralarda Hz. Ömer, Halid b. Velid'i azletmiş ve yerine Ebu
Ubeyde'yi Suriye'deki bütün müslümanlara başkumandan tayin etmişti.
Müslümanlarla
rumlar, Dimeşk şehri etrafında karşılaştılar ve çok şiddetli bir şekilde
savaştılar. Sonunda Yüce Allah, Rum- lar'ı hezimete duçar eyledi; müslümanlar,
onlardan bir kısmını öldürdüler. Rumlar savaş meydanını terkedip Dimeşk'a
sığındılar ve şehrin kapılarını kapattılar.542
Müslümanlar,
fethedilinceye kadar şehrin etrafını kuşattılar, rumlar, cizye ödemeyi kabul
edip teslim oldular. O sıralarda, Halid'in azlini ve Ebu Ubeyde'nin tayin
emrini ihtiva eden Hz.Ömer'in ahid-namesi, Ebu Ubeyde'ye ulaşmıştı. Ancak Ebu
Ubeyde, Dimeşk şehri fethedilinceye kadar, bu ahid-nameyi okumaya haya etti.
Bundan dolayı, Dimeşk halkı ile yapılan and- laşma, Halid b. Velid adına tanzim
edildi ve onun adı yazıldı.
Rumlar'ın
kumandanı, şehir teslim olunca, Heraklius'un yanına gitti. Dimeşk şehrinin
fethi, 14 yılı Receb ayındadır (Eylül 635). Ebu Ubeyde, şehrin teslim
olmasından sonra, kendisinin başkumandan tayin edildiğini ve Halid b. Velid'in
azledildiğini ilan etti.543
İbn
İshak'ın gayet kısa olan bu rivayetine mukabil Belazuri, çok daha geniş
bilgileri eserine almıştır. Ona göre müslümanlar, Dimeşk şehrini 16 Muharrem
14/12 Mart 635 tarihinde muhasara etmeye başladılar. Önce şehrin çevresindeki
(Guta) bağları, bahçeleri ve kiliseleri savaştıktan sonra ele geçirdiler,
Rumlar, şehre kapandılar.
Bunun
üzerine Halid b. Velid, Ebu Ubeyde'nin emrine verdiği beş binden fazla
askerle, kuzey-doğuya doğru ilerledi ve şehrin doğu kapısına (babu'ş-şarki)
indi ve karargahını orada kurdu. Böylece Halid b. Velid, şehre sığınan
askerlerle kuzeyden gelen ve şehrin muhasarasına mani olmak isteyen Bizans yardımcı
birliklerinin birleşmesine mani oldu.
Halid
b. Velid'in başkumandan olmadığını gösteren bu ifadeleri naklettikten sonra
Belazuri, bazı kimseler ise, Halid'in bu sırada başkumandan olduğunu ve bu
vazifeden azledildiğini bildiren emrin, müslümanların Dimeşk'ı muhasaraları
sırasında geldiğini söylerler, diyerek tıpkı İbn İshak'ın rivayeti gibi,
Halid'in bu şehrin fethi sırasında hala başkumandan olduğunu anlatır.544
Bu
arada Belazuri, Dimeşk fethi esnasında, Halid'in yerine başkumandanın Ebu
Ubeyde olduğunu ifade eden bir başka rivayeti de eserine almıştır. Buna göre,
Dimeşk fethedilince, başkumandan Ebu Ubeyde idi; ancak andlaşmayı Halid
yapmış, o da bunu tasdik etmiştir.545
Halid
b. Velid, şehrin doğu kapısında bulunan bir manastırın yanına indi; bundan
dolayı daha sonraları bu manastıra "Ha- lid Manastırı" (Deyru Halid)
adı verildi. Halid, bu manastırda yaşayanların, şehrin surlarına çıkılması için
kendisine merdiven vermiş olduklarından dolayı, onlarla yaptığı andlaşmada,
vergilerinin azaltılmasını şart koşmuştu. Ebu Ubeyde de, bu şartları kabul
edip uygulamıştır.546
Halid
b. Velid dışındaki kumandanlar ise şu şekilde vazife taksimi yapmışlardır. Amr
b. el-As, Turna kapısına; Şürahbil b. Hasene, el-Feradis kapısına; Yezid b. Ebu
Süfyan, Keysan diye bilinen küçük kapıya inmişler ve oralarda karargah
kurmuşlardır. Ebu'd-Derda Uveymir b. Amir el-Hazreci ise, Ba'lbek yolu
üzerindeki bir kalede bulunan silahlıkta vazifelendirilmiş ve aynı zamanda
Bizans'ın durumuyla alakalı istihbarat vazifesi görmüştür.
Halid
b. Velid'i ilk zamanlarda misafir eden şehrin başpapa- sı, hazan surun üzerine
çıkar; Halid de onu yanına çağırırdı; yanına geldiğinde de ona selam verir ve
kendisiyle konuşurdu. Başpapas birgün Halid'e: "Ey Ebu Süleyman! Durumunuz
iyidir; bana söz vermiştin; bu şehir için benimle andlaş" dedi. Bunun
üzerine Halid b. Velid, kalem ve kağıt istedi ve aşağıdaki andlaşmayı yazdı:
"Rahman
ve Rahim olan Allah 'ın adıyla.
Bu,
Halid b. Velid'in şehre girdiği zaman Dimeşk halkına verdiği ahidnamedir. O,
canları, malları, kiliseleri, şehirlerinin surları ve evlerinin yıkılmayacağı
ve iskan edilmeyeceğine dair kendilerine eman vermiştir. Onlar bu şartlarla,
Allah'ın ahdi ve O'nun Elçisinin (salla'llâhü aleyhi ve sellem), halifelerinin
ve müminlerin zimmetinde- dir/er. Eğer cizyelerini öderlerse, onlara yalnızca
iyilikle muamele yapılacaktır. '1547
Başpapasın
adamlarından bazıları, bir gece Halid'e geldiler, o gece şehir halkının bayramı
olduğunu; onların meşgul olduklarını; doğu kapısının taşlarla kapatılıp
terkedildiğini haber verdiler. Ayrıca ona, merdiven bulmasını tavsiye ettiler.
Halid'in ordugahı yanındaki manastırdan bazıları, ona iki merdiven getirdiler.
Müslümanlar, bu merdivenle surun üstüne çıktılar ve kapının yanına indiler.
Kapıda bulunan bir iki nöbetçiyi tesirsiz hale getirip güneş doğarken surun
kapısını açtılar.
Bu
sıralarda Ebu Ubeyde de, el-Cabiye kapısını açmak için mücadele ediyor;
askerlerini surun duvarı üzerine çıkartıyordu. Rum askerleri bunu farkedince
çok şiddetli bir çatışma oldu; sonunda Rum askerleri yenilip geri çekildiler;
Ebu Ubeyde bu çarpışmalardan sonra el-Cabiye kapısından şehre girmeye muvaffak
oldu, Halid b. Velid ile Ebu Ubeyde, Dimeşk şehrinin ortasında, el-Meksallat
adlı yerde birleştiler. Burası şehrin bakırcılar çarşısı idi.
Belazuri
şehrin fethini bu şekilde anlattıktan sonra, başka bir rivayeti daha eserine
almıştır. Buna göre, rumlar bir gece, el- Cabiye kapısından bir cenaze
çıkarmışlar, cenazenin etrafını, silahlı askerler sarmıştı. Bazı askerler de,
müslümanların surun kapısını açıp içeri girmelerine mani olmak ve cenazeyi
defnettikten sonra giden askerleri içeri almak üzere «kapının yanında
durmuşlardı. Müslümanlar, ani bir hücum ile onların üzerine yürüdüler ve
yapılan savaştan sonra kapıyı açıp şehre girmeye muvaffak oldular.
Şehrin
başpapası, Ebu Ubeyde'nin şehre girmekte olduğunu görünce, süratle Halid b.
Velid'in yanına gitti; metnini verdiğimiz andlaşmayı yaptı; doğu kapısını
Halid'e açtı. Daha sonra da, Halid ile birlikte ve yapılan andlaşmayı da
herkese göstererek şehre girdi. O sırada bazı müslümanlar, "Halid
başkumandan değildir, bundan dolayı onun yaptığı andlaşma nasıl olur?"
dediler. Buna karşılık Ebu Ubeyde: "Müslümanların en aşağı derecede
olanı bile, himaye hakkı verebilir" dedi ve onun yaptığı and- laşmayı
kabul ve tasdik etti. Böylece Dimeşk şehrinin, anveten, yani savaşla
fethedildiği görüşüne itibar edilmemiş ve şehrin tamamının sulhla ele geçtiği
kabul edilmiştir.
Ebu
Ubeyde bu gelişmeleri Hz. Ömer'e yazdı; şehrin kapıları, bütün müslüman
askerlere açıldı.548
Belazuri,
şehrin fetih şartları hakkında da bilgiler verir ve bilhassa kiliselerin ve
evlerin durumuyla alakalı hususlarda kendisine ulaşan haberleri zikreder.
el-Heysem b. Adiyy'in aşağıdaki rivayeti ve Vakıdi'nin buradaki görüşlere
cevabı, birçok bakımdan dikkatimizi çekmektedir:
el-Heysem
b. Adiyy, Dimeşk halkının, evlerinin ve kiliselerinin yarısı karşılığında
andlaşma yaptıklarını iddia etmiştir. Bu ve benzeri iddialar üzerine Vakıdi
şunları söylemiştir:
"Halid
b. Velid'in Dimeşk halkına yazdığı eman-nameyi (ki- tab) gördüm; orada, evlerin
ve kiliselerin yarısı diye bir şey görmedim. Böyle bir haber rivayet
edilmiştir; fakat bunun nereden geldiğini ve kimin
rivayet ettiğini bilmiyorum. Fakat Dimeşk şehri fethedilince, halkından pekçok
kimse, Antakya 'da bulunan He- raklius'un yanına gitmişti. Bundan dolayı boş
evler çoğalmıştı ve müslümanlar da bu evlere yerleşmişlerdi. " Vakıdi,
şehrin fetih tarihiyle Halid'in yazdığı eman-namenin tarihleri hakkında da
şunları anlatmaktadır:
"Dimeşk
şehrininfethi, 14 yılı Receb ayındadır; Halid'in and- laşmasının tarihi ise 15
yılı Rebiulahir ayıdır. Bunun sebebi şudur: Halid andlaşmayı tarihsiz
yazmıştı; çünkü müslümanlar, Yermuk'ta kendilerine karşı toplananların üzerine
yürümek için bir araya geldiklerinde, başpapas Halid'e gelmiş; andlaşmayı yenilemesini
ve Ebu Ubeyde ile müslümanları da şahid göstermesini istemişti. Halid bunu
kabul etmiş ve andlaşmaya, Ebu Ubeyde, Yezfd b. Ebu Süfyan, Şürahbil b. Hasene
ve başkalarını da şahid göstermişti. Halid, andlaşmayı yenilediğinde bu tarihi
(Rebiulahir 15) yazmıştı. '1549
Vakıdi'nin
bu rivayetindeki bazı noktaları açıklığa kavuşturmak istiyoruz. Şöyle ki, onun
rivayetinde Dimeşk'ın fethi, tıpkı İbn İshak'ın haberindeki gibi 14 yılı Receb
ayındadır. Ancak Vakıdi'nin, bizzat gördüğünü söylediği sulh-namedeki yazılı
tarih ise 15 yılı Rebiulahir ayıdır. Vakıdi bunun sebebini, Ha- lid'in
andlaşmayı tarihsiz yazmış olduğuna; daha sonra Yermlik muharebesi öncesinde,
şehrin başpapasının talebi üzerine, and- laşmayı yenilerken bu tarihi ilave
etmiş olduğuna işaret etmektedir. Burada bir noktayı hemen belirtelim ki,
Vakıdi'nin Ha- lid'in bu tarihi yazdığını belirten ifadelerini doğru
bulmuyoruz; çünkü, 15 yılında müslümanlar, henüz hicri tarihi kullanmıyorlardı
ve bu takvimi Hz. Ömer henüz ihdas etmemişti. Yani Halid b. Velid Hazretleri,
Dimeşk'ı fethettiğinde veya bir yıl sonra
Yermuk
muharebesini kazandığında, bunların 14 yılında ve 15 yılında vuku bulduklarını
söylemiyordu; o yılların ismi ve sırası yoktu; yalnızca ayları ve günleri
kullanıyorlar, buna mukabil her yıla bir rakam henüz vermemiş bulunuyorlardı.
Şayet
Vakıdi, yalnızca ay yazılmış olduğuna işaret etseydi, bu açıklaması belki
kolayca kabul edilebilirdi. Bizi burada asıl alakadar eden husus, Vakıdi'nin
gördüğünü söylediği "15 Rebiu- lahir" tarihinin, yermuk
muharebesinden üç ay önceki bir tarih olmasıdır; Yermlik savaşı, Receb 15 tarihindedir.
Buna göre Di- meşk şehrinin başpapası, acaba andlaşmayı yenilemeyi
Halid b. Velid'den niçin istemiştir ve Halid o sırada yine başkumandan mıydı?
Andlaşmanın yenilenmesi talebi, müslümanların Yermuk savaşından önce, aşağıda
göreceğimiz üzere Hınıs şehri gibi Di- meşk şehrini de, Bizans ile yapacakları
büyük ve nihai savaşta, bu şehirleri himaye edemeyeceklerinden terketmek
mecburiyetinde kalmış olmalarının tabii bir sonucu olabilir. Nitekim bu şehrin,
15 yılında ve Yermuk savaşının yapıldığı Receb ayından sonra yeniden
fethedildiği bilinmektedir.
Bu
hususta müsteşrik De Goeje, yukarıdaki İbn İshak ve Vakıdi'nin, Halid b.
Velid'in Dimeşk'ın fethi sırasında azledildi- ğini haber veren rivayetlerine
istinaden, Halid b. Velid'in Di- meşk'ın ikinci defa fethi esnasında azledilmiş
olduğunu isbat etmeye çalışmıştır. 550
Dimeşk'ın
fethiyle alakalı olmak üzere İslam Ansiklopedi- si'ndeki "Şam"
maddesinden aşağıya aldığımız paragraflar, çalışmalarını bizzat göremediğimiz
Caetani'nin de, De Goeje'nin görüşlerini paylaştığını bize göstermektedir.
Asakir
tarafından şarkta, A. von Kremer tarafından da garpta yayılmış olan rivayete
göre, Halid b. Velid, Bab el-Şarki'den itibaren şehrin şark kısmını silah
kuvvetiyle ele geçirmiş, Ebu Ubeyde ise, Bab el-Cabiye'de şehri teslim
almıştır. Ordu kumandanları eski Johannes kilisesinin ortasında buluşmuş ve
böylece bu kapının şark kısmı, şehrin şark yarısıyla birlikte müslümanlar tarafından
işgal edilmiş, garp kısmı ise hıristiyanlara terkedilmiştir. Daha sağlam olan
eski rivayetlerle tezat halinde bulunan bu muahhar hikayenin esassız olduğu,
çoktan beri bilinmektedir. Belazuri'nin verdiği malumat, daha şayan-ı itimad
görünüyor. Ona göre Ebu Ubeyde, Bab el-Cabiye 'yi silah kuvvetiyle almış ve
hıyanet veya teslim yoluyla şark kapısından giren Halid ile Mek- sallat
kilisesinin yanında karşılaşmıştır.
Caetani,
tafsilatlı bir şekilde verdiği izahat ile gerçekte Ebu Ubeyde'nin H. 14
senesinde henüz Suriye'de bulunmadığını göstermiştir. Şehir Halid'e teslim
edilmiştir... Ebu Ubeyde'nin yerine, yaygın olan rivayete göre, Ebu Ubeyde'nin
yanında Bab es- Sağir'den giren Yezid b. Ebu Süfyan'ı koyamadığımız takdirde,
an'anede iki kumandanın şehrin ortasında buluştuklarına dair rivayet değerini
kaybetmektedir. Şehrin hele bilhassa Johannes kilisesinin taksimi ise, gerçekte
bahis konusu olamaz. Daha ziyade hıristiyanların malları, evleri ve kiliseleri
teminat altına alınmış ve onlar sadece haraç (cizye) vermekle mükellef tutulmuşlardı.
Araplar
kışı Dimeşk'ta geçirdiler. Fakat Heraklius ordusunun, kardeşi Thaodoros'un
idaresinde yaklaşması üzerine H. 15 (636) baharında şehri yeniden tahliye etmek
mecburiyetinde kaldılar. Bu suretle Yermuk'ta 12 Receb 15 (20 Ağustos 636)'te
yapılan nihai savaştan sonra Dimeşk ikinci defa olarak muhasara edilmiş ve
burada kumandayı Ebu Ubeyde ele almıştır... Ne olur-
sa
olsun Zilkade 15 (kanun I. 636) 'te şehir ikinci defa olarak belki daha ağır
şartlar altında teslim oldu: Muhtemelen ilk defa olarak o zaman şehirde
hıristiyanlara terkedilen kiliselerin sayısı 15 olarak tespit edildi. 11551
Hz.
Ömer tarafından daha sonra değiştirilmiş olmasına rağmen, Halid b. Velid'in
belirlediği Dimeşk halkının ödeyeceği cizye miktarını da burada kısaca
zikretmek uygun olacaktır. Belazuri'nin rivayetine göre, her erkekten bir dinar
cizye ile müs- lümanlara yiyecek olarak bir cerib buğday, sirke ve zeytin yağı
vermek şartıyla bu andlaşma yapılmıştır.552
Halid
b. Velid'in başkumandan olup olmadığına bakılmaksızın bile, bu şehrin
fethindeki onun tesiri ve en aktif rolü oynadığı gayet açık bir şekilde
kendisini göstermektedir. Seyfullah'a "Şam Fatihi" unvanını da
kazandıran bu fetih ile müslümanlar, yalnızca Bizans'ın, Suriye'nin bu en büyük
ve en güzel şehrindeki, ta Roma imparatorluğuna uzanan bin yıllık hakimiyetine
son vermemişler, aynı zamanda, Anadolu'da, Filistin'de, Akdeniz adaları ve
sahillerinde, Mısır ve Kuzey Afrika'daki fetihlerini idare edebilecekleri çok
mühim bir merkezi ele geçirmişlerdir. Mamafih, Bizans'ın Suriye hakimiyetine
nihai darbeyi vurmak için, bir yıl sonra yapılacak Yermlik meydan muharebesini
beklemek icap etmiştir.
Hıms
ve Diğer Bazı Şehirlerin Fethi
Dimeşk
gibi Hınıs (Humus) şehri de, Yermuk savaşından önce ve sonra olmak üzere iki
defa fethedilmiştir. Hıms'ın fethinden sonra da, diğer bazı şehirlerin
fethedilmiş olduğunu görüyoruz. Mesela Ba'lbek ve Hıms'ın Yermuk savaşından
önce; diğerlerinin ise bu savaştan ve Hıms'ın ikinci fethinden sonra
fethedildikleri anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, rivayetlerde açık bir ifade
yer almamakta ve ekseriyetinde de tarih zikredilmemektedir. Bu bakımdan biz,
Yermlık savaşından önce veya sonra vuku bulmuş olduğuna bakmaksızın, bu
şehirlerin fetihlerini beraberce tespit etmeye çalışacağız.
Diğer
taraftan, Hınıs dahil olmak üzere, bütün bu şehirlerin fethi esnasında, Halife
Hz. Ömer tarafından başkumandanlıktan alınan Halid b. Velid'in, yerine tayin
edilmiş olan Ebu Ubey- de'nin emri altında bulunduğuna bilhassa işaret etmek
istiyoruz. Ecnadeyn ve Fihl savaşlarında, Halid b. Velid'in başkumandan olduğu
kesindir. Buna mukabil, Dimeşk'ın fethi ile aşağıda ele alacağımız Yermuk
savaşında, onun başkumandan olup olmadığı ihtilaflıdır. Dimeşk ile alakalı
rivayetleri daha önce gördük; bu husustaki diğer haberleri de, onun Hz. Ömer
tarafından azledili- şini ele alırken inceleyeceğiz. Ancak, burada şu hususu
açıkça belirtelim ki, Hınıs ve bilhassa bundan sonraki şehirlerin fetihleri
esnasında, Halid b. Velid'in artık başkumandan olmadığı kesindir. Bu husus,
kahramanımız Halid b. Velid'in hangi şehirlerin fethine fiilen iştirak etmiş
olduğunun tespit edilmesinde büyük bir güçlük meydana getirmektedir. Çünkü, bu
şehirlerin fetihleriyle alakalı rivayetlerde, onun adının, hazan açıkça zikre-
dildiğini görürken, hazan da yalnızca, emrinde bulunduğu Ebu Ubeyde'nin adı yer
almaktadır. Bu bakımdan biz, Ebu Ubey- de'nin bu dönemdeki fetihlerinin hemen
hepsinde, Halid b. Ve- lid'in de fiilen savaştığını ve fetihlere katıldığını
kabul etmekteyiz. Ebu Ubeyde, 18 (639) yılında, Amvas veba salgınında Suriye'de
vefat etti.553 Halid b. Velid ise, ileride ele alacağımız üzere, savaşlarına 17
(638) yılında son verdi. Buna göre onun, bu şehirlerin fethine iştirak ettiği
yıllar, 14-17 tarihleri arasıdır ve bunların başında da, Hınıs şehrinin fethi
gelmektedir.
Hıms'ın
fethine ait değişik rivayetlere Belazuri'nin eserinde yer verilmiştir.
Bunlardan birisi şöyledir:
"Ebu
Ubeyde, Dimeşk şehrinin işini bitirince Hıms üzerine yürüdü; Ba'lbek'e uğradı;
oranın halkı, eman ve sulh istedi. Ebu Ubeyde, onların canlarının, mallarının
ve kiliselerinin emniyette bulunması şartları üzerine kendileriyle andlaştı ve
onlara şu ahidnameyi yazdı:
"Rahman
ve Rahim olan Allah 'ın adıyla.
"Bu,
filan oğlufilanın, Ba'lbek halkından, rum, iranlı ve Arap olanlar için eman
vesikasıdır. Onların canları, malları, şehrin içindeki ve dışındaki kiliseleri
ve manastırları ve değirmenleri emniyettedir. Rumlar, kendileriyle on beş mil
mesafedeki topraklarda, davarlarını otlatabilirler; ancak, ekilmiş köylere
inmeyeceklerdir; rebi ve cemadiyelula ayları geçtikten sonra istedikleri yerlere
gidebilirler. Onlardan birisi müslüman olursa, müslümanın lehine olan onun da
lehine; aleyhine olan onun da aleyhinedir. Tüccarları ise kendileriyle andlaşma
yaptığımız memleketlerden istediklerine gidebilirler. Topraklarında kalanlar,
cizye ve haraç ödeyeceklerdir.
Allah
şahiddir ve Allah 'ın şahidliği kafidir. "554
Görüldüğü
üzere Halid b. Velid'in ismi zikredilmeyen bu rivayette, tarih verilmeksizin
Hıms'dan önce Ba'lbek'in sulh yoluyla fethedildiği ve yapılan andlaşmanın
esaslarının zikredildiğini görüyoruz. Dimeşk şehri 14 yılında fethedildiğine
göre, bu fethin de aynı yıl olması gerekir. Verilen eman-namede mühim olan iki
noktaya dikkati çekmek gerekiyor. Bunlardan birisi, mer'a meselesidir; bahar
ayları zikredilmek suretiyle ekili tarlalara hayvanların gönderilmemesi şart
koşulmuştur. Diğeri ise, ticaret için
Ba'lbek
dışına çıkılmasına, yalnızca andlaşma yapılmış olan memleketler için izin
verilmiştir. Bunun dışındaki can, mal ve mabet güvencesi ile, kendi dinlerinde
kalacakların cizye ve haraç ödemeleri; ayrıca bir kimsenin müslüman olması
halinde, daha önce müslüman olanlarla aynı hak ve mükellefiyetlere sahip
olacağının tasrih edilmesi gibi hususlar ise, müslümanların hemen her yerde
tatbik ettikleri değişmez temel esaslardır.
Ebu
Mıhnef yoluyla nakledilen rivayette ise, doğrudan doğruya Hıms'ın fethi
anlatılmaktadır, rivayet şöyledir:
"Ebu
Ubeyde b. el-Cerrah, Dimeşk işini tamamladıktan sonra, Halid b. Velid ile
Milhan b. Zeyyar et-Tai'yi önden gönderdi; sonra kendisi de onları takip etti.
Hıms'a geldiklerinde, oranın halkı kendileriyle savaştılar; sonra şehre
sığındılar; arkasından da eman ve sulh istediler; yüz yetmiş bin dinar
karşılığında onunla andlaştılar. '1555
Bu
rivayette Hınıs halkının, Halid b. Velid'in öncü birliği kumandanı olduğu İslam
ordusuyla savaştıktan sonra mağlup oldukları; sonra da tayin edilen vergiyi
(cizye) ödemeyi kabul ettikleri anlaşılmaktadır.
Hıms'ın
fethiyle alakalı olmak üzere Belazuri'nin eserine aldığı Vakıdi'nin rivayeti
ise daha değişiktir:
"Müslümanlar
Dimeşk şehrinin kapılarının önündeyken, çok sayıda düşman süvarileri geldiler;
bunun üzerine müslümanlar- dan bir bölük onlara karşı çıktı ve onlarla Beyt
Lehya ile es- Seniyye arasında karşılaştılar; düşman askerleri yenilerek Kara
yoluyla Hıms'a doğru kaçmaya başladılar. Müslümanlar onları, Hıms'a varıncaya
kadar takip ettiler; oraya varınca, düşman askerlerinin şehirden ayrılıp
gittiklerini gördüler. O sırada Hıms- lılar, Heraklius 'un kendilerini bırakıp
kaçmasından korkmuşlar ve müslümanların savaşlardaki üstünlüklerini,
kahramanlıklarını ve başarılarını öğrenmişlerdi; onlara elleriyle işaret edip
eman talebinde bulunduklarını bildirdiler. Müslümanlar da onlara eman verdiler
ve ellerini onlardan çektiler. Hımslılar, müslüman- lara yiyecek, hayvanlarına
yem çıkardılar. Müslümanlar, el- Üründ (Asi) nehri kenarında durdular. Bu
nehir, Antakya 'ya gelir, oranın sahilinden denize dökülür. Müslümanların
başında, es-Sımt b. el-Esved el-Kindi bulunuyordu.
Ebu
Ubeyde Dimeşk'ın işini tamamladıktan sonra, orada Yezid b. Ebu Süfyan 'ı yerine
vekil bıraktı; sonra Ba'lbek yoluyla Hıms'a geldi; Resten kapısına indi. Hıms
halkı, canları, malları, şehirlerinin surları, kiliseleri ve değirmenlerinin
emniyette bulunmaları karşılığında onunla andlaştılar. Ebu Ubeyde, Yuhan- na
kilisesinin dörtte birini, cami yapılmak üzere bu şartların dışında bıraktı.
Ayrıca orada kalacakların haraç ödemesini de şart koştu.
Bazı
ravilerin dediklerine göre, es-Sımt b. el-Esved el-Kindi, Hıms halkıyla
andlaştı; Ebu Ubeyde oraya gelince bu andlaşmayı imzaladı. es-Sımt, şehre
insinler diye müslümanlar arasında Hıms 'ı belirli parçalara ayırdı; sahipleri
tarafından terkedilen veya boş bulunan yerlere müslümanları yerleştirdi.
Bu
rivayette, Dimeşk'ın müslümanlar tarafından fethedilme- sine mani olmak isteyen
bir Bizans ordusunun takip edilmesinden sonra Hıms'ın fethedildiği
anlatılmakta; ayrıca bu fethi, es- Sımt b. el-Esved'in gerçekleştirdiği ve Ebu
Ubeyde'nin daha sonra Hıms'a geldiği tasrih edilmektedir. Cami olarak
kullanılmak üzere Yuhanna kilisesinin bir kısmına el konulması dışında, yapılan
andlaşmayla alakalı haberler, yukarıdakilerin hemen hemen aynısıdır.
Taberi'nin
eserinde yer alan bir rivayette ise, Ebu Ubeyde b. el-Cerrah'ın 14 yılında, Hanzala
b. et-Tufeyl es-Sülemi'yi Hıms'a gönderdiği ve bu şehrin fethinin onun eliyle
gerçekleştiği haber verilmiştir.557
Bu
haberin ravisi pek anlaşılamamaktadır; rivayet, İbn İs- hak'ın uzun bir
rivayetinden sonra, sanki doğrudan Taberi tarafından nakledilmişe
benzemektedir.
Şimdiye
kadar ele aldığımız rivayetlerden, Hıms'ın 14 yılında birinci defa
fethedildiğini anlıyoruz. Ebu Mıhnefin rivayeti dışında, bu fetihte Halid b.
Velid'in ismi zikredilmemektedir. Ancak Suriye umumi valisi ve İslam ordusunun
başkumandanı olan Ebu Ubeyde'nin Hıms'a gittiği anlaşılmaktadır; Halid b.
Velid'in de onunla birlikte bulunduğunda ise şüphe yoktur. Aşağıda ele
alacağımız rivayetlerde, Ba'lbek ile Hıms'ın yanında, fethedilmiş olan diğer
şehirlere ait haberler bulunmaktadır. Bu haberler arasında, Hıms'ın ikinci defa
fethedildiğini gösteren rivayetler yanında, Halid b. Velid'in adının daha çok
zikredildi- ğine şahid olmaktayız.
Hınıs
yanında, fethedilen diğer şehirlere de işaret eden değişik bir rivayet de
şöyledir:
"Ebu
Ubeyde b. el-Cerrah Dimeşk'ı fethedince, Yezid b. Ebu Süfyan'ı Dimeşk'a, Amr b.
el-As'ı Filistin 'e, Şürahbil'i Ürdün 'e vekil bıraktı; Hıms 'a geldi ve oranın
halkıyla, Ba '[bek andlaşma- sına benzer bir şekilde andlaşma yaptı. Sonra
Hıms'a, Ubade b. es-Samit el-Ensari'yi vekil bıraktı. Daha sonra Hama'ya
yürüdü. Hama halkı ona itaat etti; o da, kendileriyle, başları için cizye,
toprakları için de haraç ödemeleri şartıyla andlaşma yaptı. Bundan sonra
Şeyzer'e gitti; oranın halkı, yanlarında tef çalanlarla birlikte itaat
ettiklerini gösterir hareketler yaparak onu karşıladıZar ve Hama halkının
kabul ettiği şartların aynısına razı oldular. Ebu Ubeyde'nin süvarileri,
ez-Zerra'a ve el-Kastal'a ulaştılar. Ebu Ubeyde, Ma'arratu'n-Nu'man'a uğradı;
buranın halkı, onun önünde tef çalıp oynadılar. Ebu Ubeyde, daha sonra
Famiye'ye geldi; oranın halkı da aynı şekilde hareket ettiler; cizye ve haraç
ödemeyi kabul ettiler. Böylece Hıms'ın işi tamamlandı; Hıms ile Kınnesrin, aynı
şeydir. .. " Rivayetin devamında Hıms'ın; Filistin, Dimeşk ve Ürdün gibi
bir cünd, yani ordugah şehir olduğu ifade edilmekte; arkasından da Kınnesrin ve
ilçelerinin bu şehre tabi olduğu zikredilınektedir.558
Görüldüğü
üzere bu rivayette, bizzat Ebu Ubeyde'nin, başta Hınıs olmak üzere, Hama,
Şeyzer, Zerra'a, el-Kastal, Ma'arratu'n- Nu'man, Famiyye ve Kınnesrin'i
fethettiği anlatılmaktadır. Halid b. Velid, bir vazife ile başka bir yere
gönderilmediğinde, daima Ebu Ubeyde ile beraber bu fetihlerde hazır
bulunmuştur. Hıms'dan sonraki bu fetihler, Ebu Ubeyde'nin Yermuk savaşından
sonraki faaliyetlerine delalet etmektedir. Burada dikkatimizi çeken bir diğer
husus da, ilk fetihten sonra, es-Sımt b. el-Esved'in adı Hınıs valisi olarak
zikredilirken, ikinci fetihten sonra Ubade b. es-Samit'in adı geçmektedir. Bu
husus, Hıms'ın ikinci fethine delalet etmektedir.559
Yermllk
savaşı dolayısıyla müslümanların Hınıs şehrini bırakmak mecburiyetinde
kaldıklarını ve şehrin ilk fethinin 14 yılında, ikinci fethinin ise 15 yılında
olduğunu gösteren; ayrıca ikinci fetih esnasında, Hınıs ve Kınnesrin
fetihlerine Halid b.
Velid'in
aktif bir şekilde iştirak ettiğini bildiren iki ayrı rivayet bulunmaktadır.
Bunlardan ilki şöyledir:
"Müslümanlar,
Heraklius'un kendilerine karşı asker topladığını ve bir ordunun Yermuk üzerine
yürümekte olduğunu öğrendiklerinde, Hıms halkından daha önce almış oldukları
cizye vergisini iade ettiler ve kendilerine şunları söylediler:
"Bu
savaş dolayısıyla meşgul olduğumuzdan, sizlere yardım edemeyeceğiz ve sizleri
koruyamayacağız; emniyetiniz kendinize aittir. "
"Müslümanların
bu sözlerine karşı Hıms halkı şunları söyledi:
"Sizlerin
idaresi ve adaleti, daha önce içinde bulunduğumuz zulüm ve zorbalıktan, bizim
için daha iyidir. Bizler, Heraklius'un ordusunu, valinizle birlikte şehirden
kovacağız!" Oradaki yahudi- ler de ayağa kalktılar ve:
"Tevrat
üzerine yemin ederiz ki, Heraklius'un kumandanı, bizi mağlup ve yok etmeden
Hıms şehrine giremeyecektir!" dediler; sonra da şehrin kapısını kapadılar
ve orayı muhafaza ettiler.
"Müslümanlarla
andlaşma yapmış olan diğer şehirlerin hıris- tiyanları ve yahudileri de aynı
şekilde hareket ettiler ve kendi kendilerine şöyle dediler:
"Eğer
Rumlar (Bizans) ve onlara bağlı olanlar, müslümanla- ra üstün gelirlerse,
bizler daha önceki (kötü) halimize döneriz; yoksa biz, müslümanlardan bir
kişi de kalsa, onlara verdiğimiz söze bağlı kalacağız. "
"Allah,
kafirleri hezimete uğratıp müslümanları üstün getirdiğinde, bu insanlar
şehirlerinin kapılarını açtılar; davul ve zurnaları çıkarıp oynadılar ve cizye
vergisini ödediler. Ebu Ubeyde, Kınnesrin ve Antakya ordugahına gitti ve
buraları fethetti."560
Yermllk
savaşından sonra Ebu Ubeyde'nin Hıms'a tekrar geldiğini haber veren ikinci
rivayet de şöyledir:
"Ebu
Ubeyde b. el-Cerrah, Yermuk toprağındaki işlerini bitirdikten sonra Hıms'a
geldi ve oranın işini bitirdi. Sonra, öncü kuvvetinin başında Halid b. Velid
olduğu halde, Kınnesrin'e vardı. Şehir halkı onunla savaştı; sonra kalelerine
sığınmaya ve barış istemeye mecbur oldular. Ebu Ubeyde, Hıms andlaşmasına
benzer şekilde, onlarla andlaştı. Böylece müslümanlar, bu şehrin topraklarını
ele geçirdiler. .. '1561
Bu
iki rivayetten, 15 yılı Recep ayında vuku bulan Y ermuk meydan muharebesi
dolayısıyla, müslümanların, Dimeşk ve Hınıs gibi fethetmiş oldukları şehirleri,
savaşa gitmek üzere ter- ketmek mecburiyetinde kaldıkları; sonra da tekrar ele
geçirdikleri anlaşılmaktadır. İlk rivayette yer alan Hınıs halkının sözleri,
ilk İslam fetihleri esnasında müslümanların, gayr-i müslimlere nasıl
davrandıklarını, idare ettikleri insanların onları nasıl takdir ettiklerini
gösteren, tarihi ve unutulması mümkün olmayan ifadelerdir. Aynı dinden
olmalarına rağmen, daha önceki Bizans idaresinden nefret ettiklerini de
gösteren hıristiyan Hınıs halkının bu anlayışı, İslam fetihlerinin; beşer
tarihinin görüp geçirdiği birçok istila hareketinin aksine, saman alevi gibi
gelip geçici olmadığının; tam tersi, asırlarca ve hfila devam edebilmesinin
gerçek sebebini ortaya koymaktadır. İslam prensiplerine bağlı kalan
müslümanların, başka din mensuplarınca bu şekilde takdir edilmesi, aynı
zamanda, bu yeni ve son dinin, insanlar tarafından kolayca benimsenmesi ve
kütleler halinde ihtida hareketlerinin başlaması sırrını da açıklamaktadır.
Hıms'ın
bu ikinci fethi esnasında, Ebu Ubeyde'nin başkumandan olduğu ve Halid b. V
elid'in de, onun emrinde, bu fetih hareketlerinde, diğer müslüman askerler gibi
savaştığı anlaşılmaktadır. Bu husus, başkumandanlıktan azledildikten sonra da
Halid b. Velid'in ilay-ı kelimetullah için cihada ve savaşa devam ettiğini
göstermektedir. O, Ebu Ubeyde'nin emrinde bulunmaktan da huzursuz ve rahatsız
değildir; kendisini daima takdir etmiş ve bilhassa onun, Hz. Peygamber
nezdindeki itibarını hiç unutmamıştır. İmam Buhari'nin rivayet ettiği aşağıdaki
hadis-i şerif, onun Ebu Ubeyde Hazretleriyle münasebetinin hangi seviyede
olduğunu açıkça göstermektedir:
Dimeşk
şehrinin muhasarası esnasında, Halid b. Velid'in ordusunda bulunan Cabir'in
anlattığına göre, Ebu Ubeyde Halid'e:
Dimeşk'ın
fethi esnasında, ister başkumandan olsun ister olmasın, Halid b. Velid
Hazretlerinin Ebu Ubeyde Hazretlerine bu cevabı, gerçekten büyük bir zerafet
örneğidir. Aynı şekilde Ebu Ubeyde de, hem bu teklifi ile hem de Ecnadeyn'den
itibaren yapılan savaşlarda, asker ve kumandan olarak Halid b. Velid'in
kabiliyetini, deha ve üstünlüğünü takdir, görüşlerine daima itibar etmiştir.
Bu fetihler esnasında onu yanından ayırmamış; öncü birlikleri kumandanı olarak
kendisinden faydalanmıştır. Yermllk muharebesinde de onun tayin ve tespit
ettiği strateji uygulanmıştır.
Hınıs
ve Kınnesrin'in bir cünd olduğuna yukarıda işaret etmiştik. Burada, Seyf b.
Ömer'in bir rivayeti üzerinde durmak istiyoruz. Hz. Ömer' in Halid b. Velid'i
azlediş sebebi üzerinde dururken de belki yeniden ele almaya mecbur olacağımız
bu rivayete göre, Ebu Ubeyde Hınıs valisi; Halid b. Velid ise ona bağlı olarak
Kınnesrin valisidir.563 Ebu Ubeyde'nin valiliği üzerinde duracak değiliz;
Halid'in Kınnesrin valisi olduğunu diğer rivayetlerle teyid edemedik. Ancak,
Halid b. Velid'in Kın- nesrin'in fethine iştirak etmesi veya doğrudan doğruya
Ebu Ubeyde tarafından vazifelendirilmiş olması, onun aynı zamanda vali olduğunu
da ifade edebilir.
Hınıs
ile alakalı olmak üzere sözlerimizi, Halid b. Velid'in ahir ömrünü burada
geçirmiş olduğunu; orada vefat ettiğini ve kabrinin de orada bulunduğunu
hatırlatarak tamamlamak istiyoruz.
Ebu
Ubeyde, Kınnesrin'den sonra önce Haleb'i sonra da Antakya'yı fethetmiştir,
Haleb üzerine es-Sımt b. el-Esved'i; Antakya üzerine de 1 yad b. Ganm'ı öncü
birliği kumandanı olarak vazifelendirdiğinden dolayı, bu şehirlerin fetihlerine
daha fazla yer vermek istemiyoruz.564
Maraş
Belazuri'nin
eserinde yer alan bir rivayete göre, Suriye'deki fetihlerine devam eden Ebu
Ubeyde Hazretleri, Menbic'de bulunduğu sırada, Halid b. Velid'i Maraş'a
gönderdi. Şehrin kalesini muhasara eden Halid b. Velid, halkın kaleyi
terketmesi şartıyla şehri fethetti; sonra da kaleyi yıktırdı.565 Hiç şüphe yok
ki bu şehrin fethi, Yermlık savaşından sonra Antakya'yı terkederek
istanbul'a
dönmek mecburiyetinde kalan Bizans imparatoru Heraklius'un, bu bölgelerde kalan
askeri üslerine müteveccih sindirme ve fethedilen yerlerin çevresini emniyete
alma harekatının tabii bir neticesiydi. Bu hedefleri gerçekleştirebilecek en iyi
kumandan da, hiç şüphe yok ki Seyfullah Halid b. Velid idi.
Halid
b. Velid Hazretlerinin el-Cezire bölgesinin fetihlerine iştirak etmiş olduğuna
dair de bazı rivayetlerin kaynaklarda yer aldığını görüyoruz. Belazuri, bu
rivayetlerden ikisine eserinde yer vermiş; her ikisini de Vakıdi rivayet
etmiştir. Ancak bu rivayetleri nakleden Vakıdi, arkasından da, her ikisinin de
doğru olmadığını açıkça tasrih etmiştir. Bu rivayetlerden birincisi şöyledir:
"Jyad
b. Ganm konusunda işittiklerimi şöylece tespit ediyorum (Vakıdi). Ebu Ubeyde,
Amvas vebasında 18 yılında öldü ve lyad'ı yerine bıraktı. Bundan sonra Ömer'in
onu Hıms, Kınnesrin ve el-Cezireye vali tayin ettiğini bildiren mektubu geldi.
Bunun üzerine lyad, 18 yılı Şaban ayının ortasında Perşembe günü, beş bin
kişiyle el-Cezireye gitti. Öncü kuvvetlerine Meysere b. Mesruk el-Absi, sağ
kanadına Said b. Amir b. Hızyem el-Cumahi, sol kanadına Safvan b. Muattal
es-Sülemi kumanda ediyordu. Halid b. Velid de sol kanadındaydı. "
Vakıdi
sözlerine şöyle devam etmektedir:
"Bir
başka rivayete göre, Halid, Ebu Ubeyde'den sonra, başka kimsenin bayrağı
altında savaşmadı; 21 yılında vefat edinceye kadar Hıms'da kaldı; mallarını
Ömer'e vasiyet etti. Bazıları da onun Medine'de öldüğünü iddia ederler. En
doğrusu onun Hıms'ta öldüğüdür. '1566
Bu
rivayeti nakleden Vakıdi'nin de açıkça beyan ettiği üzere Halid b. Velid, hem
Ebu Ubeyde'den sonra başka bir başkuman-
danın
emrinde savaşmamıştır, hem de el-Cezire fetihlerine iştirak etmemiştir.
Rivayette yer alan vefat tarihi ve yeri üzerinde ileride bilgi verilecektir.
Vakıdi'nin
ikinci rivayeti de şöyledir:
"Bazı
kimselerin rivayet ettiklerine göre Halid b. Velid, el- Cezire'nin bazı
yerlerini Ömer adına idare etti. Ancak o, Amid veya bir başka yerde, hamamda
içinde şarap bulunan bir şeyi süründüğünden dolayı Ömer onu azletti. Fakat bu
haber doğru değildir. '567
Vakıdi'nin
bu rivayeti üzerinde durmadan önce, benzer bir haberi de ele almak gerekiyor.
Yakubi'nin eserindeki bu haber şöyledir:
"Ömer,
Halid b. Velid'i, Ruha (Urfa) Harran, Tell-Muzin ve Amid'e vali tayin etti.
Halid orada bir sene kaldıktan sonra istifa etti; Ömer de onun istifasını kabul
etti. Halid Medine'ye geldi; orada birkaç gün kaldıktan sonra Medine'de vefat
etti. Buna mukabil Vakıdi şunları söyledi: Halid b. Velid Hıms'ta vefat etti
ve Ömer'i vasi tayin etti. Onun vefat haberi kendisine ulaşınca, Haf- sa (Hz.
Ömer'in kızı ve Hz. Peygamberin hanımı) ve Ömer'in ailesinin diğerfertleri
ağlaştılar; onların ağlaması Ömer'e çok tesir etti ve şöyle dedi: Onların Ebu Süleyman
için ağlamaları doğrudur. Ömer, kendisi de onun vefatı dolayısıyla üzüntüsünü
izhar etti. " 568 Yakubi bu haberini, hicretin 23 yılı hadiseleri arasında
zikretmiştir.
Görüldüğü
üzere hem Belazuri ve hem de Yakubi, Halid b. Velid'in el-Cezire'de bulunduğuna
dair rivayetleri eserlerine alırlarken, her ikisi de Vakıdi'nin bu rivayetleri
kabul etmediğini zikretmek zaruretini duymuşlardır. Vakıdi, Belazuri'nin
eserinde yer alan rivayette, Halid b. Velid'in el-Cezire'de bulunmadığını, onun
azli için gösterilen, bize göre de uydurma olan hamamda şaraplı bir madde ile
vücudunu oğdurduğuna dair haberi reddetmek suretiyle açıklamaktadır.
Yakubi'nin
eserindeki rivayette ise Vakıdi, bu defa, Halid b. Velid'in Medine'de değil de
Hıms'ta vefat etmiş olduğunu gerekçe göstererek, onun el-Cezire'de
bulunmadığını ve oradan Medine'ye dönmediğini ifade etmektedir. Esasen Yakubi,
23 yılı hadiselerini anlatırken bu rivayete yer vermektedir. Halbuki Halid b.
Velid'in 21 yılında vefat ettiği hemen hemen kesindir. 23 yılı, Hz. Ömer'in
şehid edildiği tarihtir. Bu bakımdan da bu rivayetin doğru olmadığını
görüyoruz.
Bize
göre bütün bu rivayetlerin ortaya çıkmasında, Seyf b. Ömer'in veya onun
istinad ettiği ravilerin dahli vardır ve Halid b. Velid Hazretlerinin el-Cezire
fetihlerine iştirak ettiği doğru değildir.5 9
YERMÜK
MEYDAN MUHAREBESİ
Bizans
imparatoru Heraklius, Ecnadeyn meydan muharebesinden sonra, Hıms'dan
Antakya'ya çekilmek mecburiyetinde kalmıştı. İslam orduları ise kuzeye doğru
ilerlemeye devam ettiler, önce Fihl'i, sonra da Dimeşk'ı fethettiler.
Müslümanlar, bu fetihler sırasında, şehirlerde bulunan Bizans birlikleri ile
yerli halkın teşkil ettiği mukavemet güçleriyle karşılaşıyorlardı. Bu arada
Heraklius, Dimeşk'ın muhasarasından önce ve sonra, bazı birlikleri de
müslümanların üzerine gönderiyordu. Taberi'nin, oldukça geniş bir şekilde
anlattığı ve 15 yılı başında cereyan ettiğini haber verdiği Mercu'r-Rum savaşı
bunlardan birisidir. Bu savaş ile Heraklius'un, Hıms'ın fethine mani olmayı
düşündüğü anlaşılmaktadır. Ayrıca bu savaşın, doğrudan doğruya Fihl'den Hıms'a
doğru hareket eden Ebu Ubeyde ile Halid b. Velid'in kumandaları altında, sanki
Dimeşk şehrine uğramadan cereyan ettiği de görülmektedir. Mercu'r-Rum savaşına
ait Taberi'nin senedsiz rivayeti özetle şöyledir:
Ebu
Ubeyde, Halid b. Velid ile birlikte, Fihl'den Hıms'a doğru ilerledi;
kendilerine yermuk'tan ayrılanlar da iltihak etti;570 hep birlikte Zu'l-Kela'a
uğradılar. Heraklius onların ilerlemekte olduklarını haber alınca, Patrik
Theodor'u (Tuzara) onların üzerine gönderdi; Theodor, Mercu Dimeşk'a ve şehrin
batısına kadar ilerledi ve ordugahını kurdu. Ebu Ubeyde de Mercu'r-Rum'a gelip
askerleriyle orada ordugahını kurdu. Ebu Ubeyde'nin buraya geldiği aynı günde,
Bizans ordusuna yardım etmek ve Hınıs halkını desteklemek üzere Şenes adlı yeni
bir Bizans komutanı geldi; onun emrinde de, Theodor'un emrindeki kadar süvari
vardı. Bu iki ayrı Bizans ordusu, ayrı ayrı yerlerde ordugah kurdu; meydanı
Thfodor'un atları doldurmuştu. Ebu Ubeyde, Şe- nes'in birlikleri karşısında;
Halid b. Velid ise Theodor'un birlikleri karşısında yer aldılar.
İki
ordunun bu şekilde savaş meydanında yer almasından sonra, Halid b. Velid,
Theodor'un Dimeşk üzerine hareket ettiğini öğrendi. Bunun üzerine Halid, Ebu
Ubeyde ile anlaştıktan sonra, savaş meydanından ayrılarak Thfodor'u takip
etmeye başladı. Yezid b. Ebu Süfyan da Theodor'un üzerine gelmekte olduğunu
öğrenmiş ve Dimeşk şehrinden ayrılarak onu karşılamaya çıkmıştı. Yezid ile
Theodor'un askerleri çarpışmaya başladıktan sonra Halid de onlara yetişti ve
Bizans ordusuna arkadan saldırmaya başladı. Böylece Bizans ordusu, iki taraftan
gelen saldırıların sonucunda hezimete uğradı ve çok azı hariç, düşman
askerlerinin
hepsi öldürüldü. Müslümanlar, düşman askerlerinden pekçok ganimet ele
geçirdiler; Yezid ve Halid'in askerleri arasında taksim ettiler. Yezid
Dimeşk'a, Halid b. Velid ise Ebu Ubeyde'nin yanına döndüler.
Ebu
Ubeyde de Mercu'r-Rum'da, Şenes'in emrindeki Bizans ordusuyla çarpıştı ve
onları hezimete uğrattı; Şenes dahil birçok düşman askeri öldürüldü; kaçanları
ise Hıms'a kadar takip etti.571
İşte
Halid b. Velid'in Irak'tan Suriye'ye gelişi üzerinden henüz iki yıl bile
geçmeden, müslümanların birbirini takip eden bu büyük ve gerçekten herkesi
şaşırtan askeri muvaffakiyetleri, He- raklius'un yeni ve daha büyük bir ordu
ile onların üzerine yürümeyi kararlaştırmasına sebep olmuştur. Cahiliye
çağında, ganimet elde etmek maksadıyla Araplar'ın yaptıkları vur-kaç şeklindeki
baskınlara hiç de benzemeyen müslümanların bu yeni fetih hamleleri, Bizans
imparatorunun huzurunu iyice kaçırmış; birkaç yıl önce Sasani'lere karşı büyük
bir zafer elde ederek Suriye ve Filistin'de yeniden tesis ettiği hakimiyetinin
artık temelden sarsıldığını idrak etmeye başlamıştı. Ona göre, artık son ve
nihai teşebbüse girişmenin zamanı gelmişti. Hatta bu hususta Belazuri,
müslümanlarla savaşmaya karar veren Heraklius'un, askerleri galip gelirse ne
ala; yoksa Diyar-ı Rum'a yani Anadolu'ya çekilmeyi ve İstanbul'da oturmayı
kararlaştırmış olduğunu haber vermektedir.572
Bu
maksatla Heraklius, her imkanını kullanarak büyük bir ordu hazırlamaya
Antakya'da başladı. O, Kuda'a ve Gassan hıristiyan Arap kabileleri yanında,
ermenilerden de birçok asker topladı. Ordusunun kumandanlığına en yakın
adamlarından Sakalar'ı getirdi; on iki bin kişilik ermeni kuvvetlerinin başına
Cerece'yi; yine on iki bin kişilik hıristiyan Araplar'ın başına da Cebele b.
el-Eyhem el-Gassani'yi tayin etti. Belazuri, Heraklius'un bu hıristiyan Arap-
lar'ın teşkil ettikleri orduyu, öncü birliğine tayin etmiş olduğunu bildirir.
İbn İshak'ın rivayetine göre, yüz bin kişilik bu Bizans ordusunun geri kalanı
ise rum askerlerinden müteşekkildi.573
Bizans
ordusu, Antakya'dan, Ürdün'ün doğusuna açılan yermuk vadisine doğru hareket
etti.
Müslümanlar,
Heraklius'un böyle büyük bir orduyu Üzerlerine gönderdiğini öğrendiklerinde,
yukarıda Hıms'ın fethini ele alırken de gördüğümüz gibi fethettikleri yerleri
bırakarak Yermuk'ta toplanmaya karar verdiler. Bu arada, cizyelerini ödemiş
olan gayr-i müslimleri, bu savaş dolayısıyla artık himaye edemeyeceklerini
anladıklarından, toplanan vergileri kendilerine iade etmeyi de ihmal
etmediler.574
İbn
İshak'ın rivayetine göre, Ebu Ubeyde'nin kumandası altındaki yirmi dört bin
kişilik İslam ordusu, Yermlık'ta toplandılar. Belazuri, Ebu Ubeyde'nin, Habib
b. Mesleme el-Fihri'yi öncü birliğinin başına getirdiğini zikreder.
Yermuk'teki
büyük meydan muharebesi, 12 Recep 15/20 Ağustos 636 tarihinde cereyan etti.
Bizans ordusunda, savaş esnasında firarın önlenmesi için bazı askerlerin
birbirlerine zincirle bağlandıkları zikredilmiştir.
Yermuk
meydan muharebesi gibi sonuçları itibariyle gerçekten çok büyük bir savaşın
kaynaklardaki ciddi rivayetlerde çok az yer aldığını görmek bizi
şaşırtmaktadır. Bu büyük meydan muharebesinde, müslümanların başkumandanının
kim olduğunun; İbn İshak ve Belazuri'nin rivayetlerinde, adeta dolaylı olarak
zikredildiğini görmüş bulunuyoruz. Kahramanımız Halid b. Velid'in ismi ise
henüz hiç geçmemiştir. Bu iki müellifin rivayetlerinde, daha sonra da
geçmemektedir. Belazuri gibi gerçekten büyük bir tarihçi, Yermlık
muharebesini, bir başlık altında eserine almış olmasına rağmen, bir hıristiyan
Arap olan ve Bizans ordusunda bulunan Cebele b. el-Eyhem hakkında verdiği
bilgileri, kahramanımız Halid b. Velid'den adeta esirgemiştir. Taberi ise, Seyf
b. Ömer'in rivayetlerinde fani olmuş; eserine aldığı İbn İshak'ın rivayeti ise,
gerçekten çok muhtasar ve Halid b. Velid'e karşı da çok cimricedir. Belazuri ve
Taberi, Vakıdi'nin bu savaşla alakalı rivayetlerine ise hemen hiç yer
vermemişlerdir.
Buna
mukabil, bizim hiç kullanmadığımız ve kullanılmasını da doğru bulmadığımız
Vakıdi'ye nisbet edilen ve fakat gerçekte onun olmayan Fütuhu'ş-Şam kitabı
gibi, el-Ezdi'nin Fütuhu 'ş- Şam 'ı ile İbn A'sem el-Kufi'nin Ki tabu
'l-Fütuh'unda ise, durum çok farklıdır. Maalesef halk için hikayeleştirilmiş
rivayetlerle dolu olan bu iki eski kaynakta, hem Yermuk muharebesi hem de Halid
b. Velid'in bu savaştaki büyük mevkii gayet geniş bir tarzda bize intikal
ettirilmiştir. Biz bu noktada, bu iki kaynakta yer alan ve Halid b. Velid'in bu
savaştaki rolünü gösteren bir kaç noktaya işaret etmek mecburiyetindeyiz.
Bu
iki kaynakta da Yermuk muharebesinin başkumandanı Ebu Ubeyde olarak
gösterilmekle birlikte; savaşın gerçek kahramanı, Halid b. Velid olarak
anlatılmaktadır. Bu rivayetlerden birkaçına işaret etmek istiyoruz.
Müslüman
Araplar'ın daha önce bilmedikleri bir savaş nizamını, bu muharebede ilk defa
Halid b. Velid tatbik etmiştir. Çok sayıdaki Bizans ordusunun savaş nizamını
gören Halid b. Velid, benzeri bir nizamı uygulamaya koymuş; askerleri küçük
birliklere (keradis) ayırarak, ordunun bir arada bulunması tehlikesini izale
etmiştir. O bu görüşünü, savaştan önce kumandanlarla yapılan toplantıda ortaya
atmış; düşman askerlerinin bölüklere ayrılmış olduğunu; İslam ordusunun da
aynı şekilde savaş nizamına sokulması gerektiğini belirtmiş ve bu görüşünü
kabul ettirdikten sonra da gerekli düzenlemeyi yapmıştır.
Birlik
kumandanlarının tayininde söz sahibi olmuş; ordunun savaş nizamına sokulması
sırasında, Ebu Ubeyde'ye, emrinde iki yüz veya üç yüz askerle Said b. Zeyd'in
ordusunun arka tarafında destek ve emniyeti sağlamak üzere beklemesini teklif
etmiş; Ebu Ubeyde tarafından kabul edilen bu görüş uygulamaya konulmak suretiyle
ordunun ihtiyat birliği ihtiyacı giderilmiştir.
Başında
bulunduğu süvari birliğinin ikiye ayrılması suretiyle, çok sayıdaki düşman
askerlerine karşı değişik bir strateji takip edilmesi gerektiğini keşfetmiş ve
bu görüşünü Ebu Ubeyde'ye kabul ettirmiştir. İkiye ayırdığı süvari birliğinin
birinin başında kendisi kalmış; diğerlerinin başına da Kays b. Hübeyre'yi getirmiştir.
Sonra da bu iki süvari birliğinden birisini, ordunun sağ cenahında diğerini de
sol cenahında bulunan birliklerin arka tarafına adeta saklı bir şekilde
yerleştirmiştir. Muharebenin gelişmesine göre de bunların harekete geçmesini
sağlayacak tedbirleri almıştır.
İslam
ordusunun teşci ve teşvik edilmesinde vazife almış; yaptığı müessir
konuşmalarla askerleri heyecanlandırmıştır.
YermUk
meydan muharebesi çok şiddetli bir şekilde başladı. İlk saldırıya başlayan
Bizans birlikleri, İslam ordusunun karargahına kadar ilerlemeyi başardı. İslam
ordusunda bulunan
Lalını
ve Cüzam kabilelerine mensup bazı askerler, savaşın şiddetini ve ciddiyetini
görünce kaçmaya ve yakında bulunan köylere sığınmaya başladılar. Bu askerler,
Yermuk savaşına hazırlık yapıldığı sırada İslam ordusuna katılmışlardı. Onların
bu şekilde hareket etmeleri, müslümanları çok zor bir vaziyete düşürmüştü.
İslam
ordusunda kadınlar da bulunuyordu. İslam ordusunun arka tarafında bir tepe
üzerinde bulunan bu kadınların da kılıç kullanmak suretiyle savaşa iştirak
etmek mecburiyetinde kaldıkları, hatta bu hususta erkeklerle yarıştıkları haber
verilmektedir. Bu kadınlar arasında, Ümmü Hakim binti'l-Haris ile Muaviye b.
Ebu Süfyan'ın annesi Hind bint Utbe'nin adları geçmektedir. Askerleri savaşa
teşvik için Hind,in: "Kılıçlarınızla sünnetsizleri kesiniz!" diye
bağırdığı haber verilmektedir.576
Başlarında
ilahi okuyan ve haçlarını taşıyan papasları olduğu halde çok şiddetli bir
şekilde hücuma geçen bu Bizans askerlerinin ilerlemesini, buna mukabil
müslümanların kaçmaya başladıklarını gören Halid b. Velid, ordunun arkasındaki
tepede bulunan bu kadınlara:
"Ey
müslümanların kadınları! Mağlup olup size doğru kaçan her adamı
öldürünüz!" diyerek gerekli tedbirleri almaya çalışmış; bu arada, savaşın
kaderini değiştirecek olan süvarilerinin hücuma geçecekleri vakti, savaşın
nabzını elinde tutarak kollamaya devam etmiştir.
Bizanslı
askerlerin bu ilk başarılı saldırılarını karşılamaya muvaffak olan müslümanlar,
başta Halid b. Velid ve onun süvarilerinin, düşman askerlerinin üzerine
atılmalarından ve çok şiddetli ve kanlı bir savaştan sonra zafere
ulaşmışlardır.
Halid
b. Velid, bu büyük muharebedeki kahramanlığı, askeri kabiliyet ve dehası
sayesinde, Bizans ordusunun bozulup
dağılmasını
sağlamış; "Seyfullah"ın yanına, bir de "Suriye Fatihi"
unvanı almayı haketmiştir. Böylece o, yalnızca müslümanların sayıp sevdikleri
büyük bir kahraman olmakla kalmamış, gerçekten "Allah'ın Kılıcı"
olduğuna inanmaya başlamış olan düşmanları da dahil olmak üzere, bütün
dünyanın, her yerde ve her zaman takdir ettiği büyük bir kumandan olmuştur.577
Yermllk
muharebesindeki Halid b. Velid'in bu çok aktif rolü dolayısıyladır ki De Goeje,
belki de haklı olarak, onun bu savaşta başkumandan olduğunda ısrar eder;
kendisinin, bu savaştan sonra Dimeşk'ın ikinci defa fethi esnasında, Hz. Ömer
tarafından başkumandanlıktan alındığını isbata çalışır.578
İbn
İshak, Heraklius'un hezimete uğrayan ordusundan yetmiş bin kişinin
öldürüldüğünü, belki biraz mübalağalı da olsa zikrederken, ölüler arasında,
Bizans ordusunun başkumandanı ile Heraklius'un onunla birlikte gönderdiği
Bahan'ın da bulunduklarını haber verir. Ayrıca Ebu Ubeyde, kaçan Bizans ordusunu
takip etmek üzere Iyad b. Ganm'ı vazifelendirdi; o da kendilerini Malatya'ya
kadar takip etti. Şehir halkı ile cizye ödemeleri karşılığında anlaştı, sonra
da geri döndü. Bu gelişmeleri öğrenen Heraklius, Malatya'ya asker gönderip
şehri yaktırdı. Bu arada Bizanslı askerlerin bir kısmı da, Filistin'e,
Antakya'ya, el-Cezire ve İrminiyye'ye kaçtılar.579
Yermuk
meydan muharebesinin neticesini öğrenen Herak- lius, 15 yılı Şaban ayında
(Eylül 636), Antakya'yı terketmek mecburiyetinde kaldı ve İstanbul'a
(Kostantiniyye) döndü. Belazuri, onun Antakya'dan İstanbul'a kaçtığını ifade
eder ve sınırı geçince de:
"Ey
Suriye! Sana selam olsun! Burası düşman için ne güzel bir ülkedir!"
dediğini nakleder, arkasından da onun bu sözleri, Suriye'nin çok fazla otlağı
bulunduğu için söylediğini belirtir.
Yermuk
meydan muharebesinin sonucunun, Suriye'de yaşayan gayr-i müslim halk
tarafından büyük bir memnuniyetle karşılandığı anlaşılmaktadır. Bu hususta,
Belazuri'nin şu rivayeti calib-i dikkattir:
"Allah
kafirleri bozguna uğratıp müslümanları üstün getirdiğinde, bu insanlar,
şehirlerinin kapılarını açtılar, davul ve zurnalarını çıkarıp oynadılar ve
cizyelerini de (müslümanlara) ödediler. 11580
Yermlık
meydan muharebesinden sonra, artık Suriye'nin mukadderatı belli oldu;
vilayetleri çok kolay bir şekilde İslam'a açıldı. Bu şehirlerin fetihleriyle
alakalı gelişmeleri anlatan Belazuri'nin, zaman zaman kullandığı "kolay
fetih" (Fethun Yesir)581 ifadesinden de anlaşılacağı üzere İslam orduları
artık ciddi bir mukavemetle karşılaşmadı. Müslümanlar, bu zafer ile Suriye'deki
Bizans hakimiyetine son verip bölgeyi İslam Devleti hakimiyeti altına aldılar.
Böylece Halid b. Velid'in Irak'tan Suriye'ye intikali, en başarılı şekilde
hedefine ulaştı; müslümanlar, onun Suriye'ye gelmesiyle birlikte, büyük
savaşlar yapabileceklerini ve dünyaya açılabileceklerini de göstermiş oldular
BAŞKUMANDANLIKTAN
ALINMASI
Halid
b. Velid'in Suriye'de gerçekleştirdiği fetihleri ve Bizans ordusuna karşı kazandığı
büyük zaferleri ele almış bulunuyoruz. Şimdi onun Suriye'deki İslam orduları
başkumandanlığından alınmasını incelemeye başlayacağız. İlay-ı kelimetullah
aşkı ile İslam dininin yayılmasına kılıcı ile hizmet eden ve bu hizmeti en iyi
şekilde yerine getiren Suriye Ffıtihi'nin Hz. Ömer tarafından bu vazifesinden
alınması, üzerinde durulması çok müşkil bir meseledir. Bu güçlüğün birçok
sebebi vardır; bunların başında da, kaynaklarda yer alan rivayetlerin
arzettiği karışıklıklar gelmektedir.
Hz.
Ömer tarafından, mesela Sa'd b. Ebu Vakkas, Ebu Musa el-Eş'ari, Muğire b.
Şu'be, Ziyad b. Ebu Süyfan gibi birçok meşhur şahsiyet vazifelerinden
alınmıştır. Fakat, onların azilleri hususunda fazla bir şey rivayet edilmemiş;
yeri gelince, işaret edilmekle iktifa edilmiştir. Buna mukabil, Halid b.
Velid'in azledilmesi, çok büyütülmüş; bu hususta, birbiriyle alakası olan veya
olmayan birçok haber kaynaklarda yer almıştır. Çok sayıdaki bu haberlere rağmen
biz, onun niçin ve ne zaman azledildiğini açık bir şekilde öğrenmekte güçlük
çekmekteyiz. Bu hususta, İbn İshak'ın iki ayrı rivayetini ele alarak, hem bu
tespitimizin ne kadar doğru olduğunu ortaya koymak; hem de pekçok olan rivayetlerin
incelenmesine böylece başlamak istiyoruz. İbn İshak'ın ele alacağımız ilk rivayeti
şöyledir:
"İbn
İshak, Halid'in durumu ve Ömer'in onu azletmesi hususunda, Muhammed b. Humeyd
ve Seleme yoluyla nakledilen şu hususları söylemiştir: Ravilerin iddia
ettiklerine göre Ömer, Ha- lid'in kendisi hakkında söylemiş olduğu bir sözden
dolayı onu azletmiştir. Ömer, Ebu Bekir'in hilafeti zamanından beri ona dargın
bulunuyor; o devirdeki bütün işlerini, Malik b. Nüveyre 'yi öldürmesini,
savaşlarda yaptıklarını beğenmiyordu. Ömer halife olur olmaz, onu azletti ve
kendisi hakkında: 'O, benim hilafetim sırasında hiçbir vazifede
bulunmayacaktır', dedi ve Ebu Ubey- de'ye şu mektubu yazdı:
"Eğer
Halid kendisini yalanlarsa, eskisi gibi kumandandır; eğer kendisini
yalanlamazsa onun yerine sen kumandan olacaksın. Başından sarığını çıkart ve
malını ikiye bölüp yarısına el koy!"
"Ebu
Ubeyde, halifenin bu emrini Halid'e haber verdi; bunun üzerine o, bu durumu kız
kardeşiyle istişare etmek üzere Ebu Ubeyde'den izin istedi. Yeni vali onun bu
arzusunu kabul edince Halid, o sırada Haris b. Hişam ile evli olan kız kardeşi
Fatıma 'nın yanına gitti ve bu meseleyi ona anlattı. Fatıma ona: Vallahi Ömer
seni hiç sevmez! O, yalnızca senin kendini yalanlamanı istiyor; sonra seni yine
azledecektirf' dedi. Halid, kız kardeşinin başını öptü ve kendisine: Vallahi
doğru söyledin!' dedi ve kendisini yalanlamayı reddetti. Bunun üzerine Ebu
Bekir'in azadlısı Bilal, Ebu Ubeyde'nin yanına geldi ve ona: 'Halid hakkında
sana ne emredildi?' diye sordu. O da: 'başından sarığını çıkarmam ve malını
ikiye taksim etmem bana emredildi' diye cevap verdi. Sonra da, ayağındaki bir
çift ayakkabıya varıncaya kadar onun mallarını ikiye ayırdı; arkasından
pabucunun da taksim edilmesi gerektiğini söyleyince Halid: Tabii, istediğini
yap, ben müminlerin emi- rine karşı gelecek değilim' diye cevap verdi. Bunun
üzerine Ebu Ubeyde, onun pabucunun tekini aldı; diğer tekini ise ona bıraktı.
Halid azledilince, Ömer'in yanına gitti. "582
Taberi
bu rivayetten sonra, Hz. Ömer'in Halid'i Medine'de nasıl hesaba çektiğine dair
yine İbn İshak'ın şu rivayetini de eserine almıştır:
"Ömer,
Halid'in yanına uğradığında: Ey Halid! Allah malını sakladığın yerden çıkart!'
derdi; Halid de ona: Vallahi bende mal yoktur' diye cevap verirdi. Halife bu
sözleri ona sık sık söyleyince Halid kendisine şöyle dedi: 'Ey Müminlerin
Emiri! Senin iktidarın esnasında benim sahip olduğum malın kıymeti 40 bin
dirhemdir!' Halid'in bu sözü üzerine Hz. Ömer: 'ben senin mallarını 40 bin
dirheme aldım' dedi; ona bu parayı verdi. Halid de bunu aldı. Halid'in elinde,
yalnızca silahları ve köleleri vardı; bunların değeri hesap edildi ve 80 bin
dirhem olduğu görüldü. Ömer bu parayı ikiye taksim etti; ona 40 bin dirhem
verdi; malları kendisi aldı. Bazıları ona: 'Ey Müminlerin Emiri! Halid'in
mallarını versen iyi olur!' dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer: 'Hayır! Vallahi
ben müslümanların taciriyim; bu malları ona asla vermeyeceğim!' dedi. Bu
yaptığından sonra Ömer'in Halid hususunda rahatladığı görülüyordu. "583
Halid
b. Velid'in başkumandanlıktan azil tarihi ve sebebi hakkındaki İbn İshak'ın bu
rivayetini, birçok sebepten dolayı doğru kabul etmeye imkan yoktur. Halid'in
Hz. Ömer hakkında söylemiş olduğu iddia edilen bir sözün, bu azlin sebebi
olduğu ileri sürülmektedir. Ancak bu sözün, ne olduğu belirtilmemektedir.
Ayrıca Hz. Ömer ile Hz. Halid'in, Hz. Ebu Bekir'in hilafeti zamanından beri
birbirine dargın olduklarına temas edilen rivayette, Malik b. Nüveyre'nin
haksız bir şekilde öldürülmüş olmasına işaret edilmekte; bu arada Hz. Ömer'in,
onun savaşlardaki bazı hareketlerini beğenmediğine dikkat çekilmektedir. Diğer
taraftan, Hz. Ömer'in halife olur olmaz Halid'i azlettiği tasrih
edilmekte;
"o, benim halifeliğim esnasında hiçbir memuriyette bulunmayacaktır"
şeklinde bir ifadesine yer verilmektedir. Hz Ömer'in Ebu Ubeyde'ye yazdığı
mektupta ise, Halid'in kendini yalanlaması istenmekte; ancak bu hususun ne ile
alakalı olduğuna işaret edilmemektedir. Halid'in kız kardeşine danışması ile
de meseleye farklı bir şekil verilmektedir. Mallarına el konulması da gayet
tuhaf bir şekilde anlatılmaktadır.
Bu
rivayette üzerinde durulması gereken esas mesele ise, Halid'in azledildikten
sonra Medine'ye döndüğünün iddia edilmesidir. Halbuki biz, Halid'in Ecnadeyn
muharebesinden sonra, bozulan düşman ordularını takip ettiğini yukarıda görmüş
bulunuyoruz. Hz. Ebu Bekir'in vefatı ve Hz. Ömer'in hilafet makamına geçtiği
haberleri, bu ve diğer bazı rivayetlerin iddiasına göre, aynı zamanda, 13 yılı
Recep ayında Suriye'ye ulaşmıştır. Mesela Medaini'nin bu husustaki rivayetinde,
Hz. Ebu Bekir'in vefat haberi, Recep ayında Yakusa savaşı esnasında Suriye'ye
ulaştı. Tabii bu rivayette, adı geçen savaşın 13 yılında vuku bulduğu da iddia
edilmektedir. Biz, bu rivayetlerin doğru olmadığını yukarıda Ecnadeyn savaşını
ele alırken değerlendirip belirtmiştik. 584 Halid b. Velid, Ecnadeyn savaşından
sonra, Suriye'deki savaşlarına devam ve kaçan düşman askerlerini takip
etmiştir. Bu bakımdan İbn İshak'ın bu rivayeti doğru değildir. Nitekim İbnü'l-
Esir, ravisini zikretmeksizin Taberi'nin eserinden özetleyerek aldığı bu
rivayetin sonunda, "... Halid'in Şam 'da (Suriye'de) müslümanlarla
birlikte kaldığı da söylenmiştir ve doğru olan da bu- dur... " diyerek
İbn İshak'ın bu rivayetini haklı olarak tenkit etmekte ve Halid b. Velid'in,
Hz. Ömer halife olur olmaz azledildi- gi ve Medine'ye gittiği iddiasını kabul
etmemektedir.585
Diğer
taraftan, bu hususta aynı ravinin bir diğer haberi de bizi teyid etmekte ve Hz.
Ömer'in halife olur olmaz Halid'i azletmiş olduğu haberinin doğru olmadığını
açıkça ortaya çıkarmaktadır. Esasen Halid b. Velid'in Hz. Ömer halife olur
olmaz azledilmesi, onun yalnızca Ecnadeyn muharebesi için Suriye'ye gelmiş
olması gibi bir neticeye müncer olacağından dolayı da doğru değildir. Onun bir
tek savaş için Irak'tan Suriye'ye gelmiş olduğunu kabul etmek imkansızdır. İbn
İshak'ın üzerinde durmak istediğimiz ikinci rivayeti aynen şöyledir:
"Müslümanlar
Ecnadeyn savaşından sonra, Ürdün toprağında bulunan Fihl üzerine yürüdüler,
kaçan rum askerleri orada toplanmışlardı. Müslümanlar ise başlarında
kumandanları, önlerinde Halid olduğu halde oraya geldiler. .. " Rivayetin
devamında, yukarıda ele aldığımız Fihl savaşından sonraki gelişmeler de şöylece
anlatılmaktadır:
"...Kaçan
Rum askerleri Dimeşk'a çekildiler... Müslümanlar Dimeşk üzerine yürüdüler;
başlarında Halid bulunuyordu ... O sıralarda Ömer, Halid'i azletti ve Ebu
Ubeydeyi askerlerin tamamına kumandan tayin etti. Müslümanlarla Rumlar, Dimeşk
şehri çevresinde karşılaştılar ve çok şiddetli bir şekilde savaştılar. Sonunda
Allah, Rumlar'ı bozguna uğrattı.. " Rivayetin devamında, Rum- lar'ın
Dimeşk şehrine sığındıkları; şehrin fethedilmesine kadar orada kaldıkları,
sonunda da cizye ödemek şartı ile teslim oldukları anlatıldıktan sonra,
Halid'in azli hakında şu bilgilerin anlatıldığını görüyoruz: "Ömer'in
Halid'i azlettiğini kendisini kumandan tayin ettiğini bildiren mektubu Ebu
Ubeyde'ye daha önce gelmiş olmasına rağmen, Ebu Ubeyde bu mektubu Halid'e
okumaktan utandı; şehrin fethini bekledi; sulh, Halid'in adına yapıldı ve and-
laşma onun ismine yazıldı.. Bundan sonra Ebu Ubeyde, kendisinin kumandanlığını
ve Halid'in azledildiğini ilan etti. '1586
İbn
İshak'ın bu rivayetinde, gayet açık bir şekilde, Halid b. Velid'in düşman
askerlerini takip ettiği; Fihl savaşının Hz. Ömer'in hilafetinden altı ay sonra
13 yılı Zilkade ayında (Ocak 635) vuku bulduğu ve bu savaşta onun başkumandan
olduğu haber verilmektedir. Fihl savaşından sonra Halid'in Dimeşk üzerine
yürüdüğü ve şehri musahara ettiği anlatılmakta; Halid'in azil tarihini tespit
bakımından bizim için daha mühim olan tarafı ise, bu muhasara esnasında, Hz.
Ömer'in Halid'i başkumandanlıktan azledip yerine Ebu Ubeyde'yi tayin ettiğini
bildiren emrinin yeni valiye bu sırada ulaşması; onun da şehrin fethi sonuna
kadar, halifenin bu emrini açıklamaktan utandığının tasrih edilmesidir. Dimeşk
şehrinin ilk fethi, 14 yılı Recep (Eylül 635) ayındadır, yani Hz. Ömer'in
halife olmasından on üç ay sonradır. İkinci fethi ise, 15 yılı Recep ayında
vuku bulan Yermûk savaşını müteakiptir.
Netice
itibariyle İbn İshak'ın bu rivayeti, daha önceki rivayette yer alan birçok
hususu, bunlar arasında Hz. Ömer'in halife olur olmaz Halid'in azledildiğini;
hilafeti esnasında ona hiç vazife vermeyeceğini; Malik b. Nüveyre'nin haksız
bir şekilde öldürüldüğü ittihamını;587 savaşlardaki bazı davranışlarını
beğenmediğini ifade eden onun azli ile ilgili bütün gerekçelerin hepsini
cerhetmekte; bunların tamamının uydurma olduğunu ortaya koymaktadır.
Esasen
Hz. Ömer'in halife olur olmaz Halid'i azlettiğine dair bu rivayet ile ileride
göreceğimiz 17 yılındaki azline ait diğer rivayetlerde hep benzer tafsilatın
yer alması da, bu ilk azil rivayetinin doğru olmadığını göstermektedir. Diğer
taraftan Wellhau- sen, Halid b. Velid'in azli ile, Hz. Ömer' in sebep olduğu
Halid b. Said b. el-As'ın azlinin karıştırılmış olabileceğini bir ihtimal olarak
ileri sürmekte ve onun daha sonra, yani Dimeşk şehrinin fethi esnasında
azledildiğini kabul etmektedir.588
İbn
İshak'ın ilk rivayetinde yer alan azil sebeplerini, aynı ravinin diğer bir
haberine istinad ederek reddetmiş bulunuyoruz. Bu arada, İbn İshak'ın ikinci
rivayetinde, Halid'in başkumandanlıktan azlediliş sebebi hakkında herhangi bir
hususun zikredilmediğini görüyoruz. Kaynaklarda yer alan ve bizim kabul
etmediğimiz bazı azil sebeplerine de, yeri gelmişken burada kısaca temas etmek
istiyoruz.
Çok
yaygın olmamakla birlikte, eş-Şa'bi'nin bir rivayeti, Hz. Ömer'in Halid'i
başkumandanlıktan azil sebebi olarak gösterilmektedir. Buna göre, yaşdaş olan
Ömer ile Halid, çocukluklarında güreşe tutuşurlar. Halid, rakibini kaldırıp
yere atar, onu yendiği gibi bacağını da kırar. Bu hadise, onların arasındaki
düşmanlığın sebebi olur ve Hz. Ömer halife olunca onu azleder.589
Bedir
gazvesinden sonra Kureyşli müşrik esirlerin, hem de en yakın akrabaları
tarafından öldürülmelerini Hz. Peygam- ber'den ısrarla isteyen Hz. Ömer'in,
çocukluğundaki bu hadisenin intikamını alacak kadar küçülebileceğini tasavvur
bile etmek abesle iştigaldir. Onun Halid'i azletmesinin, ona karşı hissettiği
böyle bir şahsi antipatiden ileri gelebileceğini düşünmek bile gülünç bir
şeydir, insanın böyle bir şeye inanması mümkün değildir. Bu şekildeki basit
sebepler karşısında Hz. Ömer, kendisini aşmış bir yücelikte ve büyüklükte idi.
Onun böyle bir sebepten dolayı Halid'i azletmesi doğru değildir ve tamamen
uydurmadır.
Halid
b. Velid'in azli ile alakalı olmak üzere anlatılan diğer bir hikaye ise, onun
Amid'de hamamda yıkanırken vücudunu şaraplı bir madde ile ovdurduğuna dair
rivayettir.
Biz
bu rivayetin doğru olmadığını, Halid'in el-Cezire fetihlerine iştirak
etmediğini yukarıda gördük. Vakıdi tarafından da kabul edilmeyen bu rivayetin
üzerinde bile durmak gereksizdir. Ancak Halid'in azli dolayısıyla bazı
kaynaklarda zikredildiğinden ele almaya mecbur olduk.
Diğer
taraftan, bu hikaye ile alakalı olmak üzere bir noktaya dikkat etmek gerekir.
Şöyle ki, uydurma olmakla birlikte bu hadise, Suriye başkumandanlığına tayin
edilmiş olan Ebu Ubeyde Hazretlerinin 18 yılında Amevas veba salgınında vefat
etmesinden sonra vuku bulmuştur. Yani bu hikaye, Halid b. Velid'in
başkumandanlıktan alınması hakkında değil, daha sonraki azli ile ilgili olarak
nakledilmiştir. Çünkü bu rivayetin iddiasına göre o sırada Halid, Iyad b.
Ganm'ın emri altında bulunuyordu.590
Bu
hikaye, değişik bir şekilde Seyf b. Ömer tarafından da rivayet edilmiş ve
Taberi'nin eserinde de yer almıştır. Ancak Seyfin rivayetinde, Hz. Ömer
Halid'in hamamda şaraplı bir madde ile vücudunu ovdurduğunu öğrenince,
kendisine bir mektup yazmış; Allah'ın şarabı içmekten menettiği gibi kullanılmasını
da yasakladığını ve sirke haline getirilmeden şaraba dokunulmasının da Allah
tarafından yasaklandığını hatırlatmış, bir daha böyle yapmamasını tenbih
etmiştir. Halid halifeye verdiği cevapta, maddenin şaraplık hususiyetinin sona
erdikten sonra kullanıldığını ve bunun su gibi birşey haline geldiğini
yazmıştır. Onun bu cevabı üzerine Hz. Ömer, Muğire ailesinin katı kalblilik
belasına uğradıklarını söyleyen ve Allah'ın bu haldeyken onların ruhunu
almamasını temenni eden bir mektup daha yazmıştır.591
Seyfin
bu rivayetinde, hikayenin Halid'in azli ile alakasına hiç işaret edilmemesine
mukabil, İbnü'l-Esir, Taberi'nin eserinden aldığı bu rivayeti, "Halid b.
Velid'in Görevden Alınması" başlığı altında vermek suretiyle, onun 17 yılındaki
ikinci azlinin sebepleri arasına bunu da idhal etmiştir.592
Hz.
Ömer'in Halid b. Velid'i başkumandanlıktan azledişinin sebebi olarak değişik
bir haberi, başta Ebu Yusuf olmak üzere bazı müelliflerin rivayet ettiklerine
şahid oluyoruz. Buna göre, Hz. Ömer halife olunca kumandan Halid'i Şam'daki
kumandanlığından azletti; yerine Ebu Ubeyde'yi kumandan tayin etti. Bunun
üzerine Halid kalktı, insanlara hitaben konuştu; Allah'a hamd ve sena ettikten
sonra:
"Müminlerin
emiri beni Şam 'a vali ve kumandan tayin etti. Ben orayı yağ ve bal haline getirince,
yani ülkeyi fethedip asayişi temin edince, beni azletti ve başkasını bana
tercih etti ... " der demez, dinleyicilerden birisi aya kalkarak:
-
Ey Emir!
Sabırlı ol; bu birfitnedir, dedi. Bu söz üzerine Halid:
-
Ömer b. Hattab
sağ olduğu müddetçe fitne yoktur, olamaz
diye
cevap verdi.
Halid'in
bu konuşmasını öğrenen Hz. Ömer:
-
Halid
bilmelidir ki, İslam 'a yardım eden, müslümanları muzaffer eyleyen Halid değil,
Allah 'tır; onu, bunu bilmesi için azlettim, dedi.593
Bize
göre Halid b. Velid'in Hz. Ömer tarafından azledilişi- nin yorumu mahiyetindeki
bu ifadeler, diğer bazı kaynaklarda da farklı şekillerde yer almıştır. Mesela
Belazuri, bu rivayeti şu şekilde nakletmektedir:
Hz.
Ömer halife olunca: "Vallahi Halid'i ve Müsenna'yı azledeceğim; ta ki o
ikisi, dinine yardım edenin Allah olduğunu, yoksa o ikisi olmadığını
bilsinler!" dedi; sonra da onları azletti.594
Benzer
iki ayrı rivayetin, Seyf tarafından da rivayet edildiğini görüyoruz. Bu
rivayetlerden ilki şöyledir:
"Ömer,
memleketin her tarafına mektuplar yazıp şu hususu ilan etti: Ben Halid'i, ona
kızdığımdan veya ihanetinden dolayı azletmiş değilim. Fakat insanlar, onun
yüzünden fitneye duçar oldular; ben onların Halid'e güvenmelerinden ve onun
yüzünden hesaba çekileceklerinden korktum. İstedim ki onlar, her şeyi yapanın
Allah olduğunu bilsinler ve böylece fitneye maruz kalmasınlar!"595
Seyfin
ikinci rivayeti ise Kınnesrin fethi ile alakalıdır. Ebu Ubeyde, Hıms'ın
fethinden sonra Halid'i Kınnesrin üzerine göndermişti. Halid büyük bir zafer
kazanmış ve şehri fethetmişti. Bu neticeyi öğrenen Halife Hz. Ömer:
-
Halid nefsine
hakim olmuştur! Allah Ebu Bekir'e rahmet eylesin, o, insanları benden daha iyi
tanıyordu, dedi. Ö sıralarda Hz. Ömer Halid'i ve Müsenna'yı azletmiş
bulunuyordu. Yukarıdaki sözlerinden sonra konuşmasına şöyle devam etti:
Bu
iki rivayette de, Hz. Ömer'in Halid'i azlediş sebebi olarak, insanların onun
güç ve kuvvetini, savaşlardaki kahramanlığını büyütmelerinin ortaya çıkardığı
fitneden bahsedilmektedir. İlk rivayette, yalnızca Halid'in adının
zikredilmesine mukabil; ikinci rivayette, onunla birlikte Müsenna'nın da adı
geçmekte ve ikisinin de aynı sebepten azledilmiş olduklarına işaret
edilmektedir.
İlk
rivayette, Hz. Ömer'in Halid'i niçin vazifesinden aldığını, yazdığı mektuplarla
çeşitli bölgelere bildirdiği zikredilirken, ikinci rivayette, böyle bir
mektuptan bahsedilmemektedir.
Diğer
taraftan Hz. Ömer, Suriye başkumandanlığından azlettiği Halid b. Velid'in, Ebu
Ubeyde'nin emri altında Kınnesrin'i fethetmesinden dolayı çok memnun olduğunu
ve onu "Halid nefsine hakim oldu" diyerek medhettiğini görüyoruz. Bu
husus, Halid b. Velid'in başkumandanlıktan ayrıldıktan sonra da, Allah yolunda
cihada devam ettiğini göstermesi yanında, Halife Hz. Ömer'in de onu takdir
ettiğini ortaya koymaktadır.
Nitekim
İbn Sa'd'ın eserine aldığı Vakıdi'nin bir rivayetinde, Halid'in Suriye'deki
kumandanlardan birisi olduğu, yani başkumandan olmadığı zikredildikten sonra,
onun Suriye'de gerçekleştirdiği fetihlere işaret edilmekte; arkasından da Hz.
Ebu Bekir vefat edince ve Hz. Ömer halife olunca onun vazifesinden azle-
dildiği ve Ebu Ubeyde'nin emri altında, askerleriyle birlikte ölünceye kadar
savaşmaya devam ettiği haber verilmektedir. Vakıdi'nin bu rivayetinde, Halid'in
azil tarihi ve sebebi zikredil- memiştir.
Biz
İbn İshak'ın yukarıda da ele aldığımız ikinci rivayetini esas alarak,598
Yermılk muharebesinden sonra (Recep 15), Di- meşk şehrinin ikinci fethi
esnasında, Hz. Ömer'in Ebu Ubeyde b. el-Cerrah'ı Suriye vali ve başkumandanı
tayin etmesi üzerine Halid b. Velid'in başkumandanlıktan alınmış olduğunu ve
Hali- fe'nin bu kararının şehrin fethinden sonra ilan edilerek yürürlüğe
konulduğunu kabul ediyoruz. Nitekim İbn Kesir, Halid b. Velid'in azil emrinin
Dimeşk muhasarası esnasında geldiği meşhurdur diyerek ulaştığımız bu neticeyi
teyid etmektedir.599 Ancak bu noktada biz, bir hususa dikkat çekmek istiyoruz.
Şöyle ki, Halid'in Dimeşk fethi esnasında azledildiğini haber veren rivayetlerde
kastedilen husus, 14 yılındaki birinci Dimeşk fethidir. Nitekim İbnü'l-Esir,
bunun 14 yılında vuku bulmuş olduğunu açık bir şekilde tasrih etmektedir.600
Ancak biz, bir taraftan Halid b. v elid'in yermuk muharebesinde başkumandanlık
vazifesini deruhte etmesini; diğer taraftan Vakıdi'nin, Dimeşk şehrinin
fethinden sonra yapılan andlaşmayı Halid'in 15 yılında imza etmiş olduğunu
bildiren haberini601 göz önüne alıyoruz.
Diğer
taraftan, bir başka gelişme de bu hususta bizi teyid etmektedir; Hz. Ömer,
Yermlık muharebesinden sonra, Irak cephesinde bulunan Sa'd b. Ebu Vakkas'ın
yardım talebini karşılamak üzere, Halid b. Velid ile Irak'tan Suriye'ye gelen
bin kadar askerin Suriye'den Irak'a gönderilmesini Ebu Ubeyde'ye emretmiştir.
İşte Halife Hz. Ömer'in bu emri ile Halid'in azil emrinin aynı anda Suriye'ye
ulaştığını düşünüyoruz. O sırada müslüman- lar, Yermuk muharebesini kazanmışlar
ve Dimeşk şehrini yeniden
fethetmeye çalışıyorlardı. Kumandanlıktan azledilen Halid b. Velid Irak'a
gitmemiş; yardım birliği Kays b. Mekşuh el- Muradi komutasında, Suriye'den
Irak'a gitmiştir.602 İbn İshak'ın rivayetinde, Dimeşk şehrinin iki defa
fethedildiğine işaret edilmemektedir. Buna mukabil, şehrin birinci fethinin
altı ay devam etmiş olduğunu yukarıda görmüştük. Halid'in azil emrinin fetihten
sonra ilan edildiğini zikrederken ravi, Ebu Ubeyde'nin Hali- fe'nin emrini altı
ay beklettiğine hiçbir işarette bulunmaması da, bu azil emrinin ikinci Dimeşk
fethi sırasında gelmiş olduğunu düşünmemize imkan vermistir.
Bu
noktada, Halid b. Velid'in azil tarihine ışık tutan değişik bir rivayete daha
sahip bulunmaktayız. Fesevi'nin eserinde yer alan bu rivayete göre, Şam'ın
(Suriye) fethi tamamlanınca Halife Hz. Ömer, Halid b. Velid'in Hind ülkesine
yani Basra'ya gitmesini emretmişti. Halife'nin bu kararı üzerine Halid:
-Hayır!
Ömer sağ olduğu müddetçe bu mümkün değildir, dedim. 03
Bu
rivayet ile yukarıdakini birleştirmek mümkündür ve Hz. Ömer'in Halid'i
azletmesi değil Irak'a geri göndermesi söz konusudur ve tabii olarak da onun
yerine bir başkası tayin edilecektir. Bundan dolayı İbn İshak, rivayetinde azil
için herhangi bir sebep zikretmemiştir.
Diğer
taraftan, Halife'nin Halid'in Suriye'den Irak'a gitmesi emri, Suriye'nin
fethinden, bir başka ifade ile, bu bölgenin müslümanların eline geçmesinden
sonra verilmiştir. Bu husus, tespit ettiğimiz diğer rivayetlere uygun
düşmektedir.
Bu
arada, Buhari'nin rivayet ettiği bir habere göre, Hz. Ömer Cabiye'ye gelince
Halid b. Velid'i azletmiş ve Ebu Ubeyde b. el-Cerrah'ı kumandan tayin
etmiştir.604 Halife'nin Cabiye'ye ne zaman ve kaç defa gittiği çok ihtilaflı
bir konudur. Ancak onun, 15 yılından önce Suriye'ye gittiği hiç rivayet
edilmemiştir.605
Hz.
Ömer'in Ebu Ubeyde'yi Suriye'ye yeni vali ve başkumandan tayin etmesinin iki
mühim sebebi olduğunu düşünüyoruz. Birincisi, Halife'nin haklı ve geçerli
sebeplere dayanarak, kendisine son derece güvendiği ve itimad ettiği; hatta
halife seçiminde aday gösterdiği, aşere-i mübeşşere'den bir şahsiyetin,
başkasının emri altında bulunmasını doğru bulmamasıdır. İkincisi ise, Ecnadeyn
ve Yermlık gibi iki büyük meydan muharebesinin kazanılması ve Suriye'deki
birçok şehrin fethedilmesi ve oradaki Bizans hakimiyetine son verilmesi
üzerine, müslümanların oraya yerleşmesini, yapılan andlaşmaların takbik
edilmesini, en mühimi de yerli gayr-i müslim halka İslam'ın öğretilmesini
sağlayacak bir insana duyulan ihtiyaçtır. Hiç şüphe yok ki, böyle bir zamanda,
Halid b. Velid gibi bir kumandandan daha çok, Ebu Ubeyde gibi bir şahsiyetin
hizmet yapması daha uygun olacaktı. Hz. Ömer onu vali ve kumandan tayin etti.
Halife'nin bu. kararında, Halid'in azli değil, Ebu Ubeyde'nin tayini
ön plandadır. Bu bakımdan İbn İshak'ın rivayetinde, onun azli için herhangi
bir sebep zikredilmemiş; Hz. Ömer'in bu icraatı tabii karşılanmıştır.
Ulaştığımız
bu netice, Halid b. Velid'in Irak'tan Suriye'ye intikali esnasında,
başkumandan olarak tayin edilip edilmediği hakkındaki, yukarıda geniş bir
şekilde ele aldığımız üç ayrı habere de uygun düşmektedir. Böylece biz, Hz.
Ömer'in 15 yılında, Ebu Ubeyde'yi Suriye'ye vali tayin etmesi üzerine Halid b.
Velid'i azletmesini tabii bir gelişme olarak kabul ediyoruz; buna mukabil,
Halife'nin ona karşı herhangi bir sebepten dolayı hissetttiği şahsi bir
antipatiden dolayı azletmiş olduğunu ise reddediyoruz.
Halid
ile Ebu Ubeyde'nin münasebetlerine ışık tutacak olan Buhari'nin bir rivayetini
burada ele almak istiyoruz. Dimeşk şehrinin muhasarası sırasında Halid b.
Velid'in ordusunda bulunan Cabir'in anlattığına göre Ebu Ubeyde, Halid'e:
-
İnsanlara
namaz kıldır; sen buna layıksın; çünkü bana yardım etmek için geldin, dedi.
Onun bu teklifi üzerine Halid b. Velid:
-
Kendisi
hakkında Rasulullah 'ın (salla'llâhü aleyhi ve sellem): "Her ümmetin bir
emini vardır; bu ümmetin emini ise Ebu Ubeyde'dir " buyurduğu bir insanın
önüne geçip de namaz kıldıramam, demiştir.606
Halid
b. Velid, 15 yılında başkumandanlıktan ayrıldıktan sonra, yeni vali ve
başkumandan Ebu Ubeyde'nin emri altında, Wellhausen'in haklı bir şekilde
belirttiği üzere "askeri teşebbüslerin ruhu olarak" kalmaya devam
etti; bazı fetihlere katıldığı gibi Ebu Ubeyde'nin müsteşarlığını da yaptı.607
Halid
b. Velid'in daha sonraki faaliyetleriyle alakalı olmak üzere iki ayrı haber ile
karşı karşıya bulunmaktayız. Bu rivayetlerden birisine göre Halid, 18
yılındaki Amevas vebasında vefat etmesine kadar Ebu Ubeyde'nin emri altında
fetih faaliyetlerine devam etmiştir. Onun vefatından sonra da, başka birisinin
emri altında savaşmamış ve 21 yılındaki vefatına kadar, Hıms'ta hayatını
geçirmiştir.608
Diğer
haberde ise, Hz. Ömer onu, 17 yılında, ordudaki bütün vazifelerinden azletmiş;
o da hayatının sonuna kadar, Hıms'ta yaşamıştır.609 Halid b. Velid'in ikinci
defa azledilmesi meselesi üzerinde de burada kısaca durmak istiyoruz. Esasen bu
bölümde, onun azli hakkındaki hemen bütün rivayetlere yukarıda temas ettik;
bunların bir kısmının, onun başkumandanlıktan alınmasıyla; diğer bir kısmının
ise, şimdi ele alacağımız ikinci defaki azli ile ilgili olduğunu; ancak bu
rivayetlerin çeşitli sebeplerle doğru olmadıklarını göstermiş bulunuyoruz.
Şimdi ele alacağımız haberler ise, onun bu ikinci azli hususundadır.
Halife
Hz. Ömer, vali ve kumandanları başta olmak üzere kendisine vazife verdiği
herkesi murakabe ve kontrol ederdi; onların yaptığı işlerin hepsini bilir ve
yakından takip ederdi. O, amillerinin bilhassa mali hususlarda çok dikkat
etmelerini ister, kendisinden habersiz ve emri dışında tasarrufta bulunmalarına
rıza göstermezdi. Ayrıca O, çok mütevazi bir hayat yaşar, amillerinin
de kendisi gibi olmalarını isterdi. Hak ve adalete pek düşkündü; her şeyde
Hakkın rızasını gözetir, müslümanların maslahat ve menfaatini göz önüne
alırdı.
Halid
b. Velid ise farklı bir şahsiyete sahipti. Kumandan olarak kendisinin bazı
hürriyet ve tercih haklarının olduğuna inanır, savaşlarda kendi görüşüne göre
hareket etmeyi uygun bulur, halifenin emirlerini beklemeyi gerekli görmeden
önüne çıkan
doğru olmadıklarını göstermiştik. Burada
tekrar bu konuya temas edilmeyecektir.
imkan
ve fırsatları değerlendirir ve kendi başına karar verip uygulardı. Dinin
hududlarına bağlı kalmak şartı ile nimet ve refah içerisinde yaşamayı da
severdi. Ayrıca bir asker ve kumandan olarak çok sert ve şiddetli bir şahsiyete
sahipti. Kendisinin devamlı hedefi, düşmanına karşı galebe çalmak ve zafere
ulaşmaktı. O, bu hedefine ulaşmak için her vesileyi meşru sayardı.
Halife
ile ordu kumandanının bu farklı şahsiyetleri, zaman zaman çatışıyordu. Benzer
gelişmeler, Hz. Ebu Bekir zamanında da yaşanmıştı. Halid, savaşta elde edilen
ganimetleri, kendi istediği gibi dağıtıyordu. Bu hususta Hz. Ömer, Halife Hz.
Ebu Bekir'i ikaz ederdi. Yine bir gün ona şunları söyledi:
-
Halid'e yaz
da, yalnızca senin emrinle mal versin! Halife bu hususu Halid'e yazdı; o da
kendisine şu cevabı verdi:
-
Ya beni işimle
haşhaşa bırakırsın; ya da işte işin, kendin bilirsin!
Halid
b. Velid'in bu şekildeki sert ve kesin cevabı üzerine Hz. Ömer, onu azletmesini
Halife'ye tavsiye etti. Hz. Ebu Bekir ona:
-
Peki, Halid'in
yaptıklarını kim yapacak? diye sorunca Hz. Ömer, onun vazifesini kendisinin
yapabileceğini belirterek savaşa gitmek üzere hazırlıklara başladı. Bu
gelişmeleri öğrenen bazı sahabiler, Halife Hz. Ebu Bekir'e gelip kendisinin
Ömer'e ihtiyacı olduğunu; Halid'in de savaşmak için ona kafi geldiğini
söylediler ve bu kararından vazgeçmesini istediler. Bunun üzerine Hz. Ebu
Bekir, Ömer'i göndermekten ve Halid'i de azletmekten vazgeçti.
Hz.
Ömer kendisi halife olunca Halid'e bir mektup yazdı ve ona, emri olmaksızın ne
bir deveyi, ne de bir koyunu kimseye vermemesini istedi. Halid, ona da tıpkı
Hz. Ebu Bekir'e yazdığı gibi cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer:
-
Hz. Ebu
Bekir'e tavsiye ettiğim şeyi eğer kendim yerine getirmezsem Allah 'ı tasdik
etmiş olmam, dedi ve Halid'i azletti.
Yukarıdaki
haberi rivayet eden Malik b. Enes, sonradan Hz. Ömer'in Halid'i vazifeye davet
ettiğini; Halid'in ise serbest bir şekilde hareket etmesini şart koştuğunu;
Ömer'in de bunu kabul etmediğini ilave eder.
Hz.
Ömer, Cabiye'de halka hitap ederken muhtelif meselelere temas etmiş; bu arada
Halid'in azli konusunda da şunları söylemiştir:
-
Halid b.
Velid'in azli hususunda sizlerden özür dilerim; ben kendisine, bu malları fakir
Muhacirler için saklamasını emretmiştim; halbuki o, zengin, şerefli ve güzel
söz söyleyenlere verdi; ben de kendisini azlettim ve Ebu Ubeydeyi emir tayin
ettim.
Hz.
Ömer'in bu sözlerini dinleyenler arasında yer alan Ebu Ömer b. Hafs b.
el-Muğire ayağa kalkıp şunları söyledi:
-
Vallahi Ey
Ömer! Böyle söylemekle sen özür dilemiş olmadın; Rasulullah'ın (salla'llâhü
aleyhi ve sellem) kumandan tayin etmiş olduğu bir genci azlettin; Rasulullah'ın
(salla'llâhü aleyhi ve sellem) çektiği bir kılıcı kınına koydun; Rasulullah 'ın
(salla'llâhü aleyhi ve sellem) diktiği bir sancağı indirdin; ayrıca akrabalık
bağını da kopardın ve amcanın oğlunu kıskandın!
Onun
bu sözleri üzerine Hz. Ömer şunları söyledi:
-
Sen, onun çok
yakın bir akrabası oluyorsun; ayrıca yaşın çok genç olduğu için de amcanın
oğluna kızıyorsunf611
Vakıdi'nin
bir rivayetine göre Hz. Ömer, Kuba mescidinde namaz kılan hacıların Hıms'tan
geldiklerini öğrenince yanlarına gitti; memleketlerinden haberler sordu.
Hınıslılar, Halid b. Ve- lid'in vefat ettiğini haber verdiler. Bunun üzerine
Hz. Ömer, onu medheden sözler söyledi. Kendisini dinleyenler arasında yer alan
Hz. Ali:
-
Öyle ise onu
niçin azlettin? diye sordu. Hz. Ömer bu soruya cevaben:
-
Şan ve şeref
sahibi, güzel konuşan kimselere çok mal dağıtmasından dolayı, dedi.612
Yukarıya
aldığımız rivayetlerden anlaşıldığına göre, Hz. Ömer, ele geçirdiği ganimet
mallarından bir kısmını, şan ve şeref sahibi, güzel konuşan kimselere
verdiğinden dolayı Halid b. Ve- lid'i 17/638 yılında azletmiştir. Seyf b. Ömer'in
rivayetine göre, Halid'in fazlaca para verdiği bu kimse, Eş'as b. Kays
el-Kindi'dir. Halid ona, on bin dirhem ihsan etmiştir.613 Diğer kaynaklarda,
Eş'as'ın ismi ve para miktarı zikredilmemektedir.
Hz.
Ömer'in amillerini nasıl teftiş ettiğini de gösteren iki ayrı rivayeti daha
burada zikretmek ve Halife ile Halid'in arasında geçen para ile alakalı
hususları ve azlini böylece tamamlamak istiyoruz.
Hz.
Ömer Suriye'ye gidince, Bilfil-i Habeşi ile birlikte, oradaki amillerin
evlerine ayrı ayrı giderek mal ve varlıklarını gözden geçirmiştir. O, önce Ebu
Ubeyde'nin evine gitti; orayı kontrol ettikten sonra, Bilal ile birlikte Halid
b. Velid'in evine geldi. Bilfil kapıyı vurup yanındakiyle birlikte içeriye
girmek için izin istedi; o da izin verdi. Halife Hz. Ömer ile Bilfil onun evine
girdiler, o sırada Halid, oku ile meşgul oluyordu. Ömer orada bir sandık gördü
ve içinde para olduğunu zannetti; gidip sandığı açınca demirden zırhları gördü;
sonra da oradan çıkıp Amr b. el- As'ın evine gittiler.614
Diğer
rivayette ise, yine Hz. Ömer ile Bilal'in teftiş maksadıyla Halid'in evine
gittikleri anlatılmaktadır. Hz. Ömer onun evine girer ve para olup olmadığını
araştırır, ancak bir gazinin ihtiyacı olan silahlardan başka birşey bulamaz. Bu
şekildeki teftişe çok kızan Halid b. Velid:
Halid
b. Velid azledildikten sonra Medine'ye geldi; umre yapmak üzere Mekke'ye de
gitti, sonra Hıms'a döndü ve hayatının geri kalan kısmını orada geçirdi.616
VEFATI
Halid
b. Velid'in H. 17 yılındaki azlinden sonraki hayatı hakkında hemen hiçbir
bilgiye rastlanmamaktadır. Meşhur olan rivayetlere göre, 21/642 yılında,
Suriye'de Hınıs şehrine bir mil uzaklıktaki bir köyde vefat etti. Bugün de
kabri orada bulunmaktadır ve türbesinin yanında bir de cami vardır. Timurlenk
onun kabrini ziyaret etmiştir.617
Belazuri,
onun 20/641 yılında, Hıms'ta vefat etmiş olduğunu da rivayet eder.618 Bazı
rivayetlerde, onun 23/644 yılında vefat ettiği de zikredilir. Ancak kabul
edilen tarih, 21/642 yılıdır.
Halid
b. Velid vefat etmeden önce Hz. Ömer'i kendisine vasi tayin etti. At, silah ve
kölesinden başka geriye birşey bırakmadı. Onun Medine'deki evini Eyylıb b. Seleme
satın aldı.
Cenazesini
yıkayanlar, vücudunun birçok yerinde yara izine rastlamışlardır.
Halid
b. Velid'in Medine'de vefat ettiğini ileri sürenler de olmuştur. Buhari'nin
rivayet ettiği bir hadis dolayısıyla bu görüş ileri sürülmüştür. Buna göre Hz.
Ömer, Halid b. Velid'in vefatı üzerine, Beni Muğire kadınlarının ağlamasına
mani olmadığı haber verilmiştir. Bu hususta Buhari'nin ta'likan rivayet
ettiğine göre, Halid b. Velid vefat edince Beni Muğire kadınları toplanıp
ağlamaya başlamışlardı. Orada bulunanlar Hz. Ömer'e:
-
Bir haber
gönderseniz de şu kadınları ağlamaktan men etseniz, demişlerdi. Ömer de
onlara:
-
O kadınları
bırakınız, varsın Ebu Süleyman'a ağlasınlar. Başlarına toprak dökmedikçe, avaz
avaz bağırışıp çağrışmadıkça yalnızca göz yaşı dökmek bu kadınlar aleyhinde bir
hüküm ifade etmez, demiştir.
Bu
hadisten Halid b. Velid'in Medine'de vefat etmiş olduğu anlaşılmaz. Nitekim
Kamil Miras, bu hadisi tercüme ve şerh ettikten sonra, "Şu halde hadiste
bildirilen Beni Muğire kadınlarının ağlama hadisesi ve Hz. Ömer'in bunları
ağlamaktan men etmemesi Hıms'tan Halid b. Velid'in vefatı haberi Medine'ye gelmesi
üzerine vaki olmuştur, diyeceğiz " ifadeleriyle bu hususa açıklık
getirmiştir.619
Halid
b. Velid'in hanımları ve çocukları hakkında çok az bilgiye sahibiz.
Çocuklarının sayısının kırka ulaştığı rivayet edilmiştir. Ancak onların hemen
tamamı, Suriye'deki veba salgınında vefat etmiş ve Halid b. Velid'in nesli
devam etmemiştir.
Onun
ilk çocuğunun adı Süleyman idi. Bundan dolayı "Ebu Süleyman"
künyesini almıştır. Halid'in künyesinin "Ebü'l-Velid" olduğu da
zikredilmiştir. Halid b. Velid'in bu ilk çocuğu, Kebşe bint Hevze adlı ilk
karısından dünyaya gelmiştir.
Onun
çocuklarının en meşhuru, Abdurrahman b. Ha- lid'dir. Abdurrahman, iyi bir
kumandan olarak bazı fetihlere katılmış ve pek çok kahramanlıklar göstermiştir
O, Muaviye'nin iktidar mücadelesine de iştirak etmiş ve Sıffın'de onun safında
yer almıştır.
Abdurrahman
ile diğer iki kardeşi Muhacir ve Abdullah'ın anneleri, Enes b. Malik
el-Has'ami'nin kızı Esma idi.
Halid
b. Velid'in bir diğer karısının adı ise Fadda idi. Fadda, Hıms'ta kocası
Halid'in kabrinin yanında medfundur.
Abdurrahman
b. Halid, Muaviye'nin hilafeti sırasında, 46/666 yılında vefat etmiştir. Kabri,
babasının türbesindedir. Kardeşi Muhacir'in oğlu Halid, amcası Abdurrahman'ı
Muavi- ye'nin doktoru İbn Üsale'ye zehirletmekle itham etmiş ve sonra da bu
doktoru öldürmüştür. Emevi'lere cephe alan Halid b. Muhacir, Yezid'e biat
etmeyerek Abdullah b. Zübeyr'in yanında yer almıştı. Aynı zamanda şair olan
Halid b. Muhacir, Hz. Hüseyin'in Kerbela'daki şehadeti üzerine onun lehine,
Emevilerin aleyhine şiirler söylemiştir.
Halid
b. Velid'in diğer oğlu Muhacir ise, Sıffın'de Hz. Ali'nin safında yer almış ve
bu savaşta gözünü kaybetmiştir; onun Sıf- fın'de şehid olduğu da rivayet
edilmiştir.
Halid
b. Velid Hazretleri, Hz. Peygamber'den yalnızca 18 hadis rivayet etmiştir.
Ondan hadis rivayet edenle.r arasında, teyzesinin oğlu Abdullah b.
Abbas, Kays b. Ebu Hazim, Mıkda'd b. Ma'dikerib, Cübeyr b. Nüfeyr, Şakik b.
Seleme ve başkaları yer almıştır. Hz. Halid, verdiği birkaç fetva ile de Hz.
Peygamber zamanında fetva veren sahabiler arasında yer almıştır.621
Halid
b. Velid'in atının adı el-Iyar idi. Yemame savaşında bu atın üzerinde, akın
yapacak süvarilere yol göstermiştir.622
Halid
b. Velid'in kılıçlarından yalnızca üçünün adı zikredilmiştir, Zu'l-Kurt adı da
verilen el-Mirseb, el-Edlak ve el- Kurtubi bunlardandır.623 Bugün Topkapı
Sarayı'nda, Halid b. Velid'e nisbet edilen bu üç kılıç da bulunmaktadır.
621
Zehebi, 1, 368; İbn Hazın, Cevami'u's-Sfre, s. 321
622
İbn Habib, Munammak, s. 516
Habib,
Munammak, s. 523-525
Şirkin
fikir babası Velid'in oğlu Halid, Allah'ın lütuf ve inanetiyle hidayete
erişmemiş bir halde kalıp müşrik olarak nefsi emmaresinin arzusuna ram olarak
şerrin ve küfrün hizmetinde bir ömür geçirseydi ne kadar yazık olurdu!
Müslümanlara ne çok zararı dokunurdu?! Ama öyle olmadı; İslam'ın ve Kur'an'ın
nuru, Rasfrlullah'ın dua ve irşadı ile Allah'ın hidayeti onu
"Seyfullah" mertebesine çıkarttı; müslüman olmasından itibaren ona
İslam'ı yüceltmek, şirki ve küfrü, cehli ve zulmü zelil kılmak yolunda
kılıcıyla hizmet etmeyi nasip eyledi. Böylece o, mesud ve bahtiyar bir insan
olarak bu alemden ayrıldı.
Karşısındaki
insanı bir sözü veya davranışı ile hemen ilk nazarda tanıyıp teşhis eden bu
büyük kahraman, gerçek manası ile bir askerdi. Harbin inceliklerini ve
hilelerini çok iyi bilen; casuslar, yolcular ve esirler vasıtasıyla düşman
hakkında bilgi toplamayı hiç ihmal etmeyen; kendi ordu ve askerlerinin
sırlarını saklamaya itina eden; savaş yerlerini yakından inceleyip tanımaya
büyük ehemmiyet veren; muharebe esnasında saldıracağı hedefleri çok iyi seçen;
kaçan düşman askerlerini takip etmekte mahir ve onların bir daha hücum
etmelerine mani olmak hususunda çok tedbirli; stratejik ve taktik
kabiliyetleriyle daima temayüz eden; sert mizaçlı, azimli ve kararlı bir
kumandandı.
Allah
yolunda cihadı çok seven, hatta bu yolda savaşmayı, sevdiği bir gelinle
geçireceği zifaf gecesine bile tercih eden Halid b. Velid Hazretleri,
emrindeki askerlere iyi davranmasını ve onları en iyi bir şekilde sevk ve idare
etmesini bilen; "sabır yüceliktir, izzettir; mağlubiyet ise acizliktir;
zafer, sabır ile kazanılır" sözleriyle savaş meydanlarında onları daima
savaşa teşvik ve teşçi eden; kendilerinin, Kur'an'daki "Şüphesiz Allah,
kendi yolunda, kenetlenmiş bir halde saf bağlayarak savaşanları sever"
(Saff 61/4) ayetinde ifadesini bulan askeri nizama uygun hareket etmelerini ve
savaşmalarını sağlayan gerçek bir başkumandan idi.
Onun
askeri kabiliyet ve dehasını yakından görmüş ve takdir etmiş olan Hz.
Peygamber: "Halid b. Velid, Allah'ın ne güzel bir kuludur; o, Allah'ın
kılıçlarından bir kılıçtır" buyurmuştur.
Hilafeti
esnasında büyük zaferler kazanmış olan bu eşsiz kumandanı için Hz. Ebu Bekir
"Kadınlar, Halid gibi birisini doğurmaktan acizdirler" demek
suretiyle onun kahramanlığını ve askeri dehasını takdir etmiştir.
ABDURRAUF
AVN: el-Fennu'l-Harbifı-Sadri'l-İslam, Kahire 1961 AHMED B. HANBEL (241/855): Müsned,
I-XV, Kahire (trz.) AKKAD, Abbas Mahmud: el-Abkariyyatu'l-İslamiyye, Beyrut
1968 AKKAD, Abbas Mahmud: Hz. Ebu Bekir'in Şahsiyet ve Dehası, tere. Ali Özek,
İstanbul, 1974
ALÜSİ,
Mahmud Şükri el-Bağdadi: Bulugu'l-Ereb fi-Ma'rifeti Ahvali'l-Arab, I-III, Mısır
1924-5
EL-AMİRİ,
İmadüddin Yahya b. Ebi Bekr (993/1488): Behcetü'l- Mehafil ve Buğyetü'l-Emasil,
I-II, Medine 1331
ARCÜN,
Sadık İbrahim: Halid b. el-Velid, Kahire 1967
ASKERİ,
Ebu Hilal (395/1005'den sonra): el-Evail, tah. V. Kassab- M.el-Mısri, I-II,
Riyad 1981
EL-ASELİ,
Bessam: Halid b. el-Velid, Beyrut 1986
EL-A'ZAMİ,
Muhammed Mustafa: Küttabu'n-Nebiyy, Riyad 1981 BATU, Selahattin: Özel Zootekni,
Ankara 1951
EL-BEKRİ, Abdullah b. Abdilaziz (487/1094): Mu'cem
Mesta'cem,
thk. Mustafa es-Sakka, I-IV, Kahire 1945-9
EL-BELAZURİ,
Ahmed b. Yahya b. Cabir (279/892): Fütuhu'l- Buldan, thk. S. el-Müneccid,
Kahire 1956
EL-BELAZURİ,
Ahmed b. Yahya b. Cabir (279/892): Ensabu'l- Eşraf, thk. M. Hamidullah, 1, Kahire
1959
EL-BEYHAKİ,
Ebu Bekir Ahmed b. el-Hüseyin (458/1066): Delailu'n-Nübüvve, thk. Abdülmu'ti
Kalacı, Beyrut trz.
BİLMEN,
Ömer Naslıhi: Tefsir Tarihi, I, Ankara 1955
EL-BUHARİ, Muhammed b. İsmail (256/870):
el-Camiu's-Sahih, I- VIII, İstanbul 1981.
EL-BUHARİ, Muhammed b. İsmail (256/870):
el-Edebu'l-Müfred, ter. A. Fikri Yavuz, I- II, İstanbul 1974-5
EL-BUHARİ, Muhammed b. İsmail (256/870)
et-Tarihu's-Sağir, thk. M. İbrahim Zayid, MI, Beyrut 1986
CAETANİ, Leoni: İslam Tarihi,
ter. Hüseyin Cahid, I-X, İstanbul 1924-7
CANARD, Maurius: "L'expansion arabe:
le probleme militaire", L'expansion araba Islamiaue et ses
repercussions, Landon 1974, s. 37-63
EL-CEHŞİYARİ, Ebu Abdullah Muhammed b.
Abdus (331/943): Kitabu'l- Vüzera ve'l-Küttab, thk. Mustafa es-Sakka- İ.
el-Ebyari-A. Şelebi, Kahire 1938
CERRAHOGLU,
İsmail: Tefsir Usulü, Ankara 1976
CEVAD ALİ: el-Mufassal
fi-Tarihi'l-Arab Kable'l-İslam, I-JX, Beyrut 1968-72
EL-CÜNDİ,
Ali: Seyfullah Halid b. el-Velid, Kahire 1968.
ÇAGATAY, Neşet: İslam Öncesi Arap
Tarihi ve Cahiliye Çağı, Ankara 1982
ÇAGATAY,
Neşet: "Velid b. Mugire" İslam Ansiklopedisi
DÎYÂRBEKRÎ, Hüseyin b. Muhammed b.
Hasan (990/1582): Tari- hu'l-Hamisfi-Ahvali Enfesi Nefis, I-II, Kahire 1302
EBU DAVUD, Süleyman b.el-Eş'as
es-Sicistani (275/888): Sünen, thk. M. M. Abdülhamid, I-IV, İstanbul trz.
EBU'L-FİDA, İmaduddin İsmail (732/1332):
el-Muhtasar fi Ahva- li'l-Beşer, I-IV, Kahire 1325
EBU
UBEYD, el-Kasım b. Sellam (224/839): Kitabu'l-Emval, thk.
M.M.
Heras, Kahire 1968
EBU YUSUF, Yakub b. İbrahim (182/798):
Kitabu'l-Harac, talı. A.A. el-Kubeysi, (Şerhi ile) I-II, Bağdad 1973-5
(trk.ter. Ali Özek, İstanbul 1970)
ELMALILI, Muhammed Hamdi Yazır: Hak
Dini Kur'an Dili, I-IX, İstanbul 1935-8
ESED, Rüstem: er-Rum ve Sılatuhüm
bi'l-Arab, I-II, Beyrut 195556
EL-EZDİ, Muhammed b, Abdillah
(231/846): Fütuhu'ş-Şam, thk. Abdülmunim Abdullah Amir, Kahire 1970
EL-EZRAKİ, Ebu'l-Velid Muhammed b.
Abdillah b. Ahmed (250/864'e doğru): Ahbaru Mekke, thk. Rüşdi Salih Melhas,
I-II, Beyrut 1969
FASI, Takıyyuddin Muhammed b. Ahmed
(832/1429): el-Ikdu's- Semin fi-Tarihi'l-Beledi'l-Emin, thk: Fuad Seyyid ve arkadaşları
I-VIII, Beyrut 1986
FAYDA, Mustafa: İslamiyetin Güney
Arabistan'a Yayılışı, Ankara 1982
FAYDA, Mustafa: Hz. Ömer Zamanında
Gayr-i Müslimler. İstanbul 1989
FAYDA, Mustafa: "Hz. Ömer ve
Ticaret Malları Vergisi veya Uşur", A.Ü. İlahiyat Fakültesi Der. XXV,
ss.169-178; XXVI, s. 327-334, Ankara 1981, 1983
FESEVİ, Ebu Yusuf Yakub b. Süfyan
(277/890) Kitabu'l-Marife ve't-Tarih, thk. Ekrem Ziya el-Ömeri, I-III, Bağdad
1974-1976
DE
GOEJE, M.J.: Memoire sur la Conquete de la Syrie, Leiden 1900
HALİFE B. HAYYAT (240/854):
Kitabu't-Tabakat, thk. Süheyl Zekkar, I-II, Dımeşk 1966
HALİFE B. HAYYAT (240/854): Tarih,
thk. Süheyl Zekkar, I-II, Dımeşk 1967-1968
HAMİDULLAH, Muhammed:
Mecmuatu'l-Vesaiki's-Siyasiyye li'l- Ahdi'n-Nebevive'l-hilafeti'r-Raşide,
Beyrut 1969
HAMİDULLAH, Muhammed: İslam
Peygamberi, ter. Salih Tuğ, 111, İstanbul 1980
HAMİDULLAH, Muhammed: Hz.
Peygamberin Savaşları, ter. Salih Tuğ, İstanbul 1962
EL-HAŞİMİ, Taha: "Ma'reketu
Ecnadin" Mecelletu'l-Mecmai'l- İlmi'l-Iraki, Bağdad 1952, il, s.
69-102
EL-HAŞİMİ, Taha: "Seferu Halid b.
el-Velid mine'l-Irak ila'ş-Şam", Mecelletu'l-Mecmai'l-İlmi'l-Arabi,
Dımeşk 1952, Sayı 3, s. 394-407; sayı 4, s. 542-558
EL-HAŞİMİ, Taha: "Halid b.
el-Velid fı'l-Irak" Mecelletu'l- Mecmai'l-Iraki, Bağdad 1954, III,
sayı 1, s. 57-90; iV, sayı 1, s. 46-83, Bağdad 1956
HATTAB,
Mahmud Şit: Kadetu Fethi Biladi Faris, Beyrut 1965
HATTAB,
Mahmud Şit: Kadetu Fethi'ş-Şam ve Mısır, Beyrut 1965
HİTTİ, Philip: Siyasi ve Kültürel
İslam Tarihi, ter. Salih Tuğ, 1-IV, İstanbul 1980-1
ISFAHANI,
el-Hasen b. Abdullah (310/923): Biladü'l-Arab, thk.
Hamed
Casir, Riyad 1968
IŞILTAN, Fikret: Urfa Bölgesi
Tarihi, İstanbul 1960
İBN ABDİLBERR, Ebu Ömer Yusuf b.
Abdillah (463/1071): ed- Durer fi-İhtisari'l-Meğazi ve's-Siyer, thk.
Şeyki Dayf, Kahire 1966
İBN ABDİLBERR, Ebu Ömer Yusuf b.
Abdillah b. Muhammed (463/1071): el-İstiab fi-ma'rifeti'l-Ashab, thk:
Ali Mu- hammed el-Becavi, 1-IV, Kahire tarihsiz.
İBN ABDİRABBİH, Ahmed b. Muhammed
el-Endelusi (327/939): el-lkdu'!-Ferid, 1-IX, Beyrut 1983
İBN ASAKİR (571/1175): Tarihu
Medineti Dımeşk, 1, Dımeşk 1371.
İBN A'SEM EL-KÜFİ, Ebu Muhammed Ahmed
(314/926): Kitabu'l- Fütuh, 1-11, Haydarabad 1968-9
İBN MANZUR, Muhtasar, thk. Memun
es-Sagırci, VIII, Dımeşk 1985
İBNU'L-CEVZİ, Ebu'l-Ferec Abdurrahman
b. Ali (597/1201): Sıfa- tu's-Safve, thk. M. Fahuri-M. Kalaci, 1-IV, Haleb 13891393
İBNU'L-CEVZİ, Ebu'l-Ferec Abdurrahman
b. Ali (597/1201): Tel- kihu Fuhumi Ehli's- Eser fi-Uyuni't-Tarih ve's-Siyer,
Kahire 1975
İBNU'L-CEVZİ, Ebu'l-Ferec Abdurrahman
b. Ali (597/1201): el- Vefa bi-Ahvali'l-Mustafa, thk. Mustafa Abdulvahid, in,
Kahire
1966
İBNU'D-DEYBA', eş-Şeybani (944/1537):
Hadaiku'l-Envar ve Matalıu'l-Esrar fi Sireti'n-Nebiyyi'l-Muhtar, tah. A. İbrahim
el-Ensari, 1-11, Dımeşk trz.
İBN DUREYD, Ebu Bekir Muhammed b.
Hasan (321/933): el-İşti- kak, thk. A.M. Harun, Kahire 1958
İBNU'L-ESİR, İzzuddin Ebu'l-Hasan Ali b. Muhammed
(630/1232): el-Kamil fi't-Tarih, ter.
A. Ağırakça-A. Özaydın-B. Eryarsoy, 1-XII, İstanbul 1985-7
İBNU'L-ESİR, İzzuddin Ebu'l-Hasen Ali
b. Muhammed (630/1232): Üsdü'l-Gabe fi-Marifeti's-Sahabe, 1-VI, Tahran 1280
İBN HABİB, Muhammed (245/859):
Kitabu'l-Muhabber, thk. 1, Lichten-stadter, Haydarabad 1942
İBN HABİB, Muhammed (245/859):
Kitabu'l-Munammak, thk. Hurşid Ahmed Fank, Haydarabad 1964
İBN HACER, Ahmed b. Ali (852/1448):
el-İsabe fi-Temyizi's- sahabe, thk. Ali Muhammed el-Becavi, 1-VIII, Kahire 1972
İBN HAZM, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed b.
Said (456/1064): Cemheretu Ensabi'l-Arab, thk. Abdüsselam Hanın, Kahire 1962
İBN HAZM, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed b.
Said (456/1064): Cevamiu's-Sire, thk. İhsan Abbas ve arkadaşları, Kahire
trz.
İBN HİŞAM, Ebu Muhammed Abdülmelik
(218/833): es-Siretu'n- Nebeviyye, thk. Mustafa es-Sakka ve arkadaşları,
I-II, Kahire 1955
İBN HUBEYŞ, Ebu'l-Kasım Abdurrahman b.
Muhammed el- Ensari (584/1188): Kitabu'l-Gazavat, Bedin Ktb. No: 9689
İBN İSHAK, Muhammed b. İshak b. Yesar
(151/768): Siretu İbn İshak, thk. M. Hamidullah, Rabat 1976
İBN KAYYIM, Şemseddin Ebu Abdillah
Muhammed b. Ebi Bekr el-Cevziyye (751/1350): Ahkamu Ehli'z-Zimme, thk.
Subhi Salih, III, Dımeşk 1961
İBN KAYYIM, Şemseddin Ebu Abdillah
Muhammed b. Ebi Bekr el-Cevziyye (751/1350): Zadu'l-Mead fi-Hedyi Hayri'l-
İbad, I-IV, Kahire 1950
İBNU'L-KELBİ, Hişam b. Muhammed
(204/820): Kitabu'l-Asnam (Putlar Kitabı), ter. Beyza Düşüngen, Ankara
1969
İBN KESİR, Ebu'l-Fida (774/1372): el-Bidaye
ve'n-Nihaye, I-XIV, Beyrut 1966
İBN KUTEYBE, Ebu Muhammed b. Müslim
(276/889): el-Maarif, thk. Servet Ukkaşe, Kahire 1960
İBN KUTEYBE, Ebu Muhammed Abdullah b.
Müslim (276/889): Uyunu'l-Ahbar, I-IV, Kahire 1963
İBN SA'D, Ebu Abdillah Muhammed
(230/844): et-Tabakatu'l- Kübra, I-VIII, Beyrut 1957-60
İBN SA'İD el- Endelusi: Neşvetu't-Tarab
fi-Tarihi Cahiliyyeti'l- Arab, I-II, Amman 1982
İBN SELLAM, Muhammed b. Sellam
el-Cumahi (231/846): Taba- katu'ş-Şuara, Beyrut 1982
İBN SEYYİDİ'N-NAS (734/1334): UyCınu'l-Eserfi-FunCmi'l-Meğazi
ve'ş-Şemail ve's-Siyer, I-II, Kahire 1356
İBN
ŞEBBE, Ebu Zeyd Ömer el-Basri (262/876): Tarihu'l-Medineti'l-
Münevvere,
thk. Fehim M. Şeltut, I-IV, Cidde 1979
İBN ZENCEVEYH, Humeyd (251/865): Kitabu'l-Emval,
thk. Şakir Zib Feyyad, I-III, Kahire 1986
İBRAHİM EKREM, Ağa: Halid b.
el-Velid, Arap. ter. İsmail Keşmiri, Kahire 1974
KARAÇAM, İsmail: Kur'an-ı Kerim 'in
Nüzulü ve Kıraati, Konya 1974
KARAÇAM,
İsmail: Sonsuz Mucize Kur'an, İstanbul 1987 KEHHALE, Ömer Rıza: Seyfullah
Halid b. el-Velid, Dımeşk 1959 KESKİOGLU, Osman: Kur'an Tarihi,
İstanbul 1953
KETTANİ, Muhammed Abdülhayy: Kitabu't-Teratibi'l-İdariyye,
III, Rahat 1346
KÖKSAL, Asım: İslam Tarihi, Mekke
Dönemi, I-VII, İstanbul 1987; Medine Dönemi, I-XI, İstanbul
1969-1980
EL-KÜLA'İ, Ebu'r-Rebi Süleyman b. Musa
(634/1237): el- Hılafetu'r-Raşide ve'l-Butuletu'l-Halide fi-Hurubi'r- Ridde,
thk. Ahmed Ganim, Kahire 1979
KUDAME
B. CA'FER, Ebu'l-Ferec (310/922): Kitabu'l-Harac, thk.
M.
Hüseyin ez-Zebidi, Bağdad 1981
LAMMENS,
H.: "Mahzlım" İslam Ansiklopedisi
LAMMENS,
H.: "Mekke" İslam Ansiklopedisi
EL-MAKRIZİ,
Takıyyuddin Ahmed b. Ali (845/1444): İmtau'l-
Esma,
I, Kahire 1941
EL-MES'ÜDİ, Ebul-Hasen Ali b.
el-Hüseyn b. Ali (346/957): MurCıcu'z-Zeheb ve Meadinu'l-Cevher, I-IV,
Beyrut 1965-6
EL-MES'UDİ, Ebu'l-Hasen Ali b.
el-Hüseyn b. Ali (346/957): et- Tenbih ve'l-İşraf, Beyrut 1968
MÜSLİM, Ebu'l-Hüseyn Müslim b.
el-Haccac el-Kuşeyri en- Nisaburi (261/875): el-Camiu's-Sahih, ter. M.
Sofuoğlu, 1-VIII, İstanbul 1967-1970
OSTROGORSKY, G.: Bizans Devleti
Tarihi, ter. Fikret lşıltan, Ankara 1981
ES-SAATİ, Ahmed Abdurrahman el-Benna: el-Fethu'r-Rabbani
li- Tertibi Müsnedi'l-İmam Ahmed b. Hanbel eş-Şeybani, Kahire trz.
SAİD EL-EFGANİ: Esvaku'l-Arab
fi'l-Cahiliyye ve'l-İslam, Dımeşk 1960
SEMHUDİ, Ali Nureddin b. Abdillah
(911/1506): Vefau'l-Vefa bi- Ahbarı Darı '[-Mustafa, 1-II, Mısır 1326
SEYYİD KUTUB: FizılaI-il Kur'an,
ter. E.Saraç-İ.H. Şengüler- B. Karlıağa, 1-XVl, İstanbul trz.
ES-SÜLİ, Ebu Bekr Muhammed b. Yahya
(335/946): Edebu'l- Küttab, thk. M.B. el-Eseri, Kahire 1341
ES-SÜHEYLİ, Abdurrahman (581/1185): er-Ravdu'l-Unuf,
tah. Abdurrahman el-Vekil, 1-VII, Kahire 1970
EŞ-ŞAMi, Muhammed b. Yusuf b. Ali
(942/1555): Sübülü'l-Hüda ve'r-Reşad fi-Sireti Hayri'l-Ibad, thk. F.M.
Şeltlıt-C.A. Hilal, V, Kahire 1983
ŞELEBl (ÇELEBİ), Ebu Zeyd: Seyfullah
Halid b. el-Velid, Kahire 1952
EŞ-ŞEYBANİ, Muhammed b. el-Hasen
(189/804): Şerhu Kitabi's- Siyeri'l-Kebir, thk. S. el-Müneccid-A. Ahmed,
1-V, Kahire 1971-2
ŞİBLİ, Mevlana: Asr-ı Saadet,
ter. Ömer Rıza, 1-X, İstanbul 19281935
ŞÜKRİ, Faysal: Hareketu
'l-Fethi'l-İslami fı '1-Karni'l-Evvel, Kahire 1952
ŞÜKRİ, Faysal: el-Müctemaatu'l-İslamiyye
fi'l-Karni'l-Evvel, Kahire 1952
ET-TABERİ, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir
(310/922): Camiu'l- Beyan fi-Tefsiri'l-Kur'an, I-XXX, Mısır 1321
ET-TABERİ, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir
(310/922): Tarihu'r- Rusul ve'l-Muluk, thk. M. de Goeje, I-XV, Leiden 18791881
URVE B. ZüBEYR (93/712): Meğazi
Rasulillah (salla'llâhü aleyhi ve sellem), thk. M. M. el-A'zami, Riyad 1981
ÜÇOK, Bahriye: İslam'dan Dönenler ve
Yalancı Peygamberler, Ankara 1967
EL-VAKIDİ, Muhammed b. Ömer (207/822):
Kitabu'l-Meğazi, thk. M.Jones, I-III, Kahire 1964-6
EL-VAKIDİ, Muhammed b. Ömer (207/822):
Kitabu'r-Ridde ve Nebzetun min-Futuhi'l-Irak, thk. M. Hamidullah, Pa-
ris-Beyrut 1989
VASILLIEV, A.A.: Bizans İmparatorluğu
Tarihi, ter. A. M. Mansel, Ankara 1943
WATT, Montgomery: Hz. Muhammed
Mekke'de, ter. R. Ayas- A. Yüksel, Ankara 1986
WELLHAUSEN, Julius: İslam'ın En Eski
Tarihine Giriş, ter. F. Işıl- tan, İstanbul 1960
WELLHAUSEN, Julius: Arap Devleti ve
Sükutu, ter. F. Işıltan, Ankara 1963
EL-YA'KUBİ, Ahmed b. Ebi Yakub b.
Cafer (İbn Vazıh) (294/897): Tarihu'l-Ya'kubi, I-III, Necef 1358
YAKUT EL-HAMEVİ, Ebu Abdillah b.
Abdillah (626/1229): Mu'cemu'l-Buldan, I-V, Beyrut 1957-68
YAKUT EL-HAMEVİ, Ebu Abdillah b.
Abdillah (626/1229): el- Müsterik Vad'an ve'l-Müfterik Sak'an, tah. F. Wüsten-
feld, Göttingen 1846
YASİN
SÜVEYD: Maariku Halid b. el-Velid, Beyrut 1975
EZ-ZEBİDİ, Zeynüddin Ahmed b. Ahmed: Sahih-i
Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, ter. Ahmed Naim-Kamil Miras,
I-XII, Ankara 1980; 1971-2
ZEHEBİ, Şemseddin Muhammed b. Ahmed b.
Osman (748/1374) Siyeru a'lami'n-nubela, tahkik: Şuayb Arnavud-Hüse-
yin Esed, I-XXIII, Beyrut 1981 -5
ZETTERSTEEN,
K.V.: "Halid b. al-Valid" İslam Ansiklopedisi
EZ-ZÜBEYDİ, Muhammed Hüseyn: el-Hayatu'l
İctimaiyye ve'l- İktisadiyye fl'l-Kufe fı'l-Karni'l-Evveli'l-Hicri, 1970
EZ-ZÜBEYR B. BEKKAR (256/870): el-Ahbaru'l-Muvaffakıyyat,
thk. Sami Mekki el-Ani, Bağdad 1972
EZ-ZÜBEYRİ, Ebu Abdillah el-Mus'ab b.
Abdillah b. el-Mus'ab (236/850), Kitabu Nesebi Kureyş, thk. E. Levi-
Provençal, Kahire 1953
« Prev Post
Next Post »