Cevizin Sırrı
| |
Tarikatı “sâliki hakikate götüren yol” şeklinde tanımlayan
sûfîler, dinin zâhirî ve şeklî kısmı olan şeriatın kurallarına uyulmadan
tarikatla hakikate ulaşılamayacağını vurgulamıştır. Bunu ifade etmek için
meselâ şeriatı gemiye, tarikatı denize, hakikati inciye; şeriatı cevizin dış
kabuğuna, tarikatı iç kabuğuna, hakikati meyvesine; şeriatı çembere, tarikatı
çemberden merkeze giden yarıçaplara, hakikati merkeze; şeriatı meşaleye,
tarikatı bu meşale ile yol almaya, hakikati maksada ulaşmaya; şeriatı bakırı
altın yapmaya yarayan simya ilmine, tarikatı bu ilmin kullanılmasına, hakikati
altının elde edilmesine benzetmişlerdir.
çıktım erik dalına anda yedim üzümü
bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu
Erik dalına çıktım, orada üzüm
yedim; bostan sahibi kızarak “cevizimi neden yersin” dedi. (ıs:
sahip. kakımak:
kızmak, azarlamak, itiraz etmek. koz: ceviz.)
Bu beyitteki anahtar kelimeler erik, üzüm ve cevizdir; bunlar
aynı mananın farklı nesnelerle ifadesidir. Erik ekşidir, güneşi görür,
sabreder, bekler ve tatlı yani üzüm olur. Ceviz de onun çekirdeğidir. İnsan
önce ekşidir, cahildir; ama sabrederek ilim irfan öğrenir ve eğitimli bir insan
olur. Öğrendikleri çekirdektir, onlarla insanlara yararlı olacak işler yapar,
bilgilerini kendisinden sonra gelenlere öğretir. Ceviz, her şeyiyle ibrete
şayan bir ağaçtır. Gövdesinden elde edilen kereste, çok değerlidir. Yaprakları
şifalıdır. Ham halindeki dış kabuğu, doğal boyadır. Dış ve iç kabuğu da
şifalıdır, kaynatılarak içilir. İçinde gümüş iyonu olan tek besindir.
Cevizin kendisi dimağa (beyne) benzer. Dimağ da nefsin merkezidir, onun
gibi sert bir kabuğun içindedir, terbiyesi insanı en çok zorlayan iç
keyfiyettir. Beytin manalarından biri de cevizin bu hususiyetleriyle ilgili
olduğu düşünülebilir.
Erik ağacına çıkmak zordur. (Hatta erik, ağaca çıkılarak değil
dallar sarsılarak toplanır.) Ağaca çıkmak isteyenlerin her tarafı yara bere
olur. Lakin bir meyve yemek isteyenler zahmete katlanmalıdır. Ağaca çıkmayan ve
eriğin ekşisine sabredemeyenlerse üzüm yiyemezler, güzel nimetlere
kavuşamazlar. Büyüklerimiz “Sabır acıdır, meyvesi tatlıdır” demişlerdir.
Eğitimli bir insan olmak çok güzeldir, bilgili görgülü insanlar itibar ve
hürmet görürler, lakin onlar senelerce dirsek çürütmüş ve uykusuz kalmışlardır
yani erik ağacına çıkmışlardır. Namaza başlamak zordur, namaz kılmak da; hatta
namazın ilmini öğrenmek de zordur, lakin sabredip kılanlar manevi ve maddi nice
güzelliklere kavuşurlar. Bir ay oruç tutarız; yazda sıcağa, kışta soğuğa rağmen
aç ve susuz kalırız ama sonunda bayram yapar, şenleniriz yani üzüm yeriz. Ceviz
olmak içinse öğrenip yaptıklarımızı devamlı hâle getirmekle mümkün olur. Bu da
yetmez, bilen öğretmekle yükümlüdür. Bostan sahibi yani öğretmen bunun için
kızıyor. Çünkü çekirdek başka ağaçların yetişmesi içindir, o yenmez ekilir.
“bu baş gözü değil ol can gözüdür
kimin canı var ise onu görür” (Risâletü-n-Nushiyye’den)
Bir başka bakış açısıyla erik ile ten yani nefs, üzüm ile akıl,
ceviz ile ruh kastedilmektedir. Nefs, sürekli ekşiyi, kötülüğü arzu eder. Akıl,
tatlı ile acı olanın yani iyiyle kötünün ölçüsünü verir. Kalb yani Ruh ise
cevizdir; ruh Allah’tandır, “nefahtü (üfledim)” sırrıyla insana hediye
edilmiştir. (“İmdi O’nun yaradılışını tamamladığım ve içerisine ruhumdan
üfürdüğüm zaman hemen onun için secde ediciler olarak yere kapanın. (Sad
suresi, 72. ayet; Ömer Nasuhi Bilmen meali); (“Ve yâd et o zamanı ki, Rabbin
meleklere demişti ki: “Ben kuru bir çamurdan, bir suretlenmiş balçıktan bir
insan yaratıcıyım. / Artık Ben onu tesviye ettiğim ve ona ruhumdan üflediğim
zaman siz hemen onun için secde ediciler olarak yere kapanın.” Hicr suresi, 28,
29. ayet; Ömer Nasuhi Bilmen meali). Beyitte onun için “ne yersin kozumu” diye
bir azarlama söz konusudur. Çünkü ruh “elestü bi-rabbikum (Rabbiniz değil
miyim)” hitabına mahzar olmuş ve bu soruya verdiği “bela (evet)” cevabını
verebilmiştir. “(Ve o zaman ki, Rabbin ademoğullarından, onların sırtlarından
zürriyetlerini aldı. Ve onları kendi nefisleri üzerine şahit tuttu. “Ben sizin
Rabbiniz değil miyim?” dedi, (onlar da) “Evet. Şahidiz” dediler. (Bu da)
Kıyamet günü, “Biz bundan muhakkak ki gâfiller idik” demeyesiniz içindir.”
A’râf suresi, 172. ayet; Ömer Nasuhi Bilmen meali) Mademki ruh O’ndandır ve
mademki “evet” diyerek şereflenmiştir, bu büyük şerefe nail olmaya
çalışmalıdır. Aksi takdirde azarlanma ve cezalandırılmayla karşı karşıya
gelecektir.
“gerek sen pasını kalbin yuyasın
lâyıkı neyise onu koyasın” (Risâletü-n-Nushiyye’den)
Büyüklerimiz erik ile şeriatın, üzüm ile tarikatın, ceviz ile
hakikatin kastedildiğini söylemişlerdir. Evet, şeriat ekşidir yani zordur,
emirlere uymak ve yasaklardan kaçınmak başlangıçta zordur; bunları öğrenmek ve
uygulamak kolay değildir. Bir sonraki aşama yani tarikat bunları tatlılıkla
yani aşkla yaptırır insana. Ancak muhabbet sahibi insan, uzun bir yolculuğa
çıkar. Hakikat ise yolculuktan dönenlerin getirdiği tadılmış yani yaşanmış,
denenmiş yani sağlam meyvelerdir.
Aslında hepsi şeriattır ki ağacın tohumu da, gövdesi de, meyvesi
de kendisidir. Yolculuğun merhalelerine verilen farklı isimlerdir. İbadetler,
iç içe kalelerle korunur Farzlar; vaciplerle, sünnetlerle, müstehap, menduplar
ve edeplerle korunur ve ceviz gibi sağlam olurlar. Mekruhlardan kaçınmayan
harama kolay düşer. Büyüklerimiz “Bir harama düşeriz korkusuyla bin mubahı terk
ettik” demiştir.
İman çekirdektir; ibadetle, edep ve güzel ahlakla süslenir ve
korunur. İman her şeyin başıdır. “La” demek yani her şeyden vazgeçmek ekşidir,
zordur, “illa” tatlıdır çünkü büyük gerçeğe adım atılmıştır, “Muhammedün
resulullah” ise la ve illa’nın sağlam kapısıdır. Bu kapıya büyük hürmet
lazımdır çünkü hakikat yolculuğunun başı ve devamı buradadır. Sonu görenler ise
bir şey söylemezler çünkü susmak edeptir. Çünkü Efendimiz sallallahu aleyhi ve
selem hazretleri, miraca çıkıp hakikatin en yüce, derin ve geniş halini gördüğü
halde, dönüşte normal bir insan gibi hayatına devam etmiştir.
Erik kapısından geçip de üzüm kapısına gelenler, sevmekten ve
sevilmekten ötürü türlü haller yaşarlar. Üzüm tatlıdır ve sarhoşluk verir. Onun
için bazı yolculardan değişik sözler çıkar. Kolay değildir, ateşe girip de
yanmamak, yanınca âh dememek. O zaman bostan sahibi “cevizimi neden yersin
der”. Bostan sahibi, hakikat yolcusunun mertebesine göre değişir. Mürid için
şeyh, şeyh için Peygamber aleyhisselamdır; hepsi Rabbimizin terbiyesi
altındadır. Ceviz ise sırdır, sır ifşa edilmez, kat kat kabuklar içinde saklanır
ve ancak ehline verilir ya da öyle söylenir ki ancak gayret edenler nasipleri
kadar anlar.
“ger râzımı söyler isem kimse
dilim bilmez benim
eğer sabır eyler isem gönlüm karar kılmaz benim (râz:
sır.)”
Ya Hazret! Ne kadar derin, ne kadar ince, ne kadar dakik
söylemişsin. Bizse cevizin değil eriğin bile ipincecik dış kabuğundan içeri
giremedik. Lakin öğreniciyiz, dış kapıda bırakma bizi.
« Prev Post
Next Post »