LAZLARIN TARİHİ
| |
Yazanlar:
Muhammed
VANÎLÎŞÎ-Ali TANDÎLAVA
Gürcüce'den Çeviri:
Hayri
HAYRİOĞLU
Kitabın
Gürcüstan'da basımı: 1964
Özgün
Adı: Lazistan (Tarih, Coğrafya, Etnografya araştırmaları) Çevirmenin kısa biyografisi
HAYRI HAYRIOĞLU
1936 yılında İnegöl'ün Hayriye köyünde
doğdıı. ilkokuldan sonra Bursa Erkek Sanat Enstitüsüne bağlı yapıcılık kursunu
bitirdi. 1960da İstanbul Yıldız Polis Okulu'na girdi. 1982 yılında emekli
oldu.. '
Hayrioğlu,
1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sonucu yurtlarını terkedip Osmanlı ülkesine,
İnegöl'ün Hayriye köyüne gelip yerleşmek zorunda kalan Gürcüstan'm Acara
bölgesi insanlarının üçüncü kuşak torunlarındandır. Gürcü dilini aile arasında öğrendi. Çocuk yaşta
Gürcü halk deyişlerini, manilerini kaleme atmaya çalıştı. 1951 yılında bu
dilin kendine özgü bir ABC'si olduğunu raslantı sonucu öğrendi. Kısa zamanda bu
alfabeyi kendi kendine söküp, okuma yazmayı geliştirdi. Bundan sonra Kafkas
halklarının geçmişi ve bu gününe ilgi duymaya başladı. Bu dillerle yayınlanmış
Kafkas literatürünü araştırıp inceledi. Zamanİabilgisi akademik düzeye çıktı.
Yurt içinde ve dışında çeşitli yazıları yayınlandı. Gürcü Çocuk Masalları adlı
iki kitabı Milli Eğitim Gençlik Ve Spor Bakanlığı'nca'tüm ilkokullara' tavsiye
edildi.
Hayrioğlu'nun
başarılı çalışmaları Gürcüstan kültür çevrelerinin ilgisini çekti. Gürcüstan'a
üç kez davet edilip kendisine araştırma inceleme olanağı sağlandı. Ulusal edebiyat
sempozyumuna, İllia Çavçavadze, Akaki Tsereteli jübilelerine konuşmacı olarak
katıldı. Kültür Bakanlığınca kendisine Yunus Emreden seçmeler yapıp
Gürcüce'ye çevirme görevi verildi. Gürcücü'den Türkçe'ye kazandırdığı Köprü
adlı tiyatro oyunu Trabzon Devlet Tiyatrosu tarafından sahneye kondu.
Hayrioğlu'nunyayına
hazır bir kaç eseri vardır.
ÎÇÎNDEKÎLER
ÖNSÖZ Prof.
Sergi MAKALATÎA 7
LAZİSTAN TARİHİ 10
LAZÎKA KRALLIĞI 32
LAZÎSTAN BÎZANS
İDARESİNDE 35
LAZİSTAN
OSMANLI YÖNETİMİNDE..... 42
LAZİSTAN
ETNOGRAFYASI 75
LAZLARDA MADDİ
KÜLTÜR 111
ŞARKILAR,
ŞİİRLER 145
OYUNLAR,
DANSLAR 146
LAZLARDA BATIL
İNANÇLAR 151
BİLMECELER 163
LAZİSTAN TARİHÎ
VE ETNOGRAFİSİ ÖZETİ
Önsöz
Değerli M. Vanilişi
ve A. Tandilava’nın “Lazistan” adlı tarih ve etnografya
incelemeleri okuyucularına Laz Ulusunun taııhi ve etnografyasının ana hatları
hakkında az çok bilgi vermeyi amaçlamaktadır. Bu eser Gürcü literatüründe Laz
ulusuna yönelik çalışmaların ufak ve anlamlı bir örneğini teşkil eder. Bu
eserin önemli özelliklerinden biri yazarlarının Laz oluşlarıdır. Bunun anlamını
açıklamak çok kolay. Artık Lazistan evlatları kendi tarihi yurt ve uluslarının
yüzyıllar boyunca terkedilmişliğine son verip maddi ve manevi değerlerine
sahip çıkmaktadırlar.
Her iki yazar da
Sarp köyündendir. îkisi de bugün Gürcüstan devlet idari organlarında yüksek
düzeyde bilim ve saygınlık kazanmış olmalarıyla ünlüdürler.
Bu tarihi araştırma
eserinde Laz ulusunun geçmişte gösterdiği güçlü devlet olma yeteneği, başarılı
politik yaşamı, kahramanlık ve yurtseverlikleri dile getirilmektedir.
Bu
eserin Etnografya bölümünde dikkati çeken diğer bir husus da şu: Yüzyıllardır
işgalci yabancıların bölücü entrikaları nedeniyle her konuda ayrı düşürülmüş
kardeş Laz ve Megrel kabilelelerin ahşkı ve geleneklerindeki güçlü benzerlikler
açıkça ortaya konmaktadır. '
Eserde
Laz halk deyişlerinden, folklöründen verilen örneklerin karşılarında Gürcüce
açıklamalar bulunmaktadır. Bu durum, bu bilgilerden daha yaygın çevrelerin
yararlanmasını sağlıyacaktır. -
Kutlu olsun...
Prof. Sergi Makalatia
LaZİSTAN TARİHİ
YAZARLARINDAN OKUYUCUYA
Gürcüstan tarihi,
yaşanmış kahramanlık hikayeleriyle doludur. Gürcü yurdunun korunması için
toplaşan savaşçı yurtseverler arasında daima Lazlar da seçkin yerlerini
almışlar, özgürlük ve bağımsızlık uğruna seve seve canlarını vermişlerdir.
Gürcü yurdunu her fırsatta ateş ve kana boğan düşmanlar bir iki ya da üçden
ibaret değildi. Çok çeşitli idi. Ancak bunlar arasında en zalimi Osmanlı idi.
O, Küçük Asya’da yurt tutup yerleştikten sonra Gürcüstan’ın bir çok yerlerini
parça parça bölüp yutmaya ve halkını zorla Müslümanlaştırıp asimile etmeye
çalıştı.
Ne yazık ki bugüne
kadar Laz olmayan yazarlar bize Lazlar hakkında sağlam bilgi vermekten yoksun
kaldılar. Çünkü onlar Laz ulusunun dilini, geleneğini, yöresel kaynaklardan
saptayacak kertede bilgi sahibi olamamışlardı. Bu yüzden bize bıraktıkları
bilgiler uydurma ve hatalıdır.
Biz Laz yazarlar bu
eserde sunduğumuz kendi tarihimizi ve hayat-mematımızı araştırmaya çalışırken
Gürcüstan’ın başka bölgelerinde de bize yakından ilgilendiren ilginç belgelere
rasItjdık. Bu belgeler özellikle Samegrelo bölgesindeki Zugdidi, Tshakaia, Gali
ve başka bölgelerinde yaşıyan Megrel halkının bugün bile Laz diyeleğine tıpatıp
benzer dil konuştuklarını ortaya koydu. Okuyucu bu benzerlikleri eserin
sonlarındaki karşılaştırmalarda görecektir.
Redaksiyon işinde
bize büyük yardımları dokunan değerli Profesör Sergi Makalatia’ya şükranlarımızı
sunarız.
Ayrıca ellerindeki
değerli kaynaklardan yararlanmamızı sağlayan Acara A.S.S.C. çevre inceleme
enstitüsü direktörü merhum A.O. Halvaş’ı da burada rahmetle anarız.
Muhammed VANİLİŞİ Ali TANDİLAVA
Lazistan
tarihî
LAZİSTAN
KRALLIĞININ KURULUŞU:
Laz
ya da Tçani kavminin tarihi eski Kolheti kavmi ile yakından ilişkilidir.
Bilindiği gibi Kolheti Krallığının nüfusunu esas Gürcü boylarından olan
LAZ-TÇANLAR ile MANRALMEGRELLER (Egrisliler) teşkil ediyordu. Bunların
kullandığı lisanın ortak adı ZANCA idi. x
Tçtınlar Gürcü ırk
gurubunun bir üyesidir. Tçani adı zamanla LAZ deyimi ile yer değiştirdi ancak
günümüze kadar hiçbir zaman tümüyle unutulup kaybolmadı. Gürcü yazar Simon
Canaşia bu konuda derki:
“Gürcü literatürü
bu orijinal adı hiçbir zaman dilinden düşürmeyip sürekli kullandı. Bu kavme
daima TÇANÎ, ülkelerine de TÇANETÎ diye hitap etti.” der...
Helenistik çağda
(M.Ö. V.-I. yy.) Lazlar ve onların akrabaları Megreller Trabzon ile Abazgi
(Abhazya) arasındaki Karadeniz sahil şeridini ellerinde bulunduruyorlardı. Dil
benzerliğine rağmen Lazlar ve Megreller iki ayrı özerk bölgeye bölünmüşlerdi.
Lazlar Çoruh vadisini, Megreller ise Rion vadisini kapsıyorlardı. Bu iki
kardeş kavmi birbirinden ayıran sınır bugünkü Guria sırtlarından geçmekte idi.
. Manral-Megreller
kardeşleri Lazlar’ a nazaran başlangıçtan beri daha büyük gelişme gösterdiler.
Güçlü bir krallık kurdular. Elenler ve Romalılar bu krallığa KOLHÎDA adı
veriyorlardı.
Eski Kolhida
Krallığının sınırı batıda Trabzon’a kadar dayanıyordu. Bu noktaya kadar olan
sahadaki tüm Lazlar bu krallığın uyruğunda bulunuyordu. Ancak ülkenin kralları
ve diğer yöneticileri daima Manral-Megrel bölgesinden seçilmekte idi.
Kolheti krallığı
M.Ö. I. yüzyıldaki Roma işgallerine kadar yaşadı. Bu talihten sonra ülke Roma
hegemonyasına girip yönetim Romalılarca Megreller’den alındı, Lazlar’a
verildi. Roma hegemonyası süresince Laz kral ve yöneticileri çok başarılı politika
izleyip ülkeyi geliştirmeye, kalkındırmaya çalıştılar.
Yönetimin
Megreller’den Lazlar’a geçişi ülkenin ulusal adına da değişiklik getirdi. Bu
tarihten sonra tarihi Kolheti’ye Romalılarca LAZİKA veya LAZÎKE denmeye
başlandı.
Lazika Krallığının
yönetim merkezi ARKEOPOLÎS kenti idi. Bu kent, Tehuri vadisinde, bugünkü
Tshakaia Bölgesinin Ahalsenaki yakınında NAKALAKEVİ noktasında bulunuyordu.
Arkeopolis kenti çok mükemmel kale ve surlarla tahkim edilmiş bulunuyordu.
Romalı tarihçi Prokopi Kesariel bu kent hakkında şöyle yazar:
“Arkeopolis kenti
Lazika’da en yüksek kültür, sanat ve ticaret olanaklarna ulaşmış kalabalık
nüfuslu bir şirin kenttir.” der.
Lazika kralları
Monarşik krallar değillerdi, seçimle iş başına getirilirlerdi. Ancak bu
kralların nişan ve mühürleri Bizans imparatorları (Keizarlar)ın onayıyla
sahiplerine verilirdi. Buradaki BİZANS sözünün anlamı o tarihte Romahlar'ın
bazende BİZANS adıyla anılmalarındandır. Lazika kralları Bizans’a ne vergi, ne
de asker verirdi. Bizans’a karşı o bir tek görev üstlenmişti o da: Sınır
bekçiliği yapıp Bizans’a kuzeyden saldıracak olan barbar kavimlerin önüne
geçmekti.
Lazika kralları
Bizans’la olan politik ilişkilerini sağlamlaştırmak maksadıyla onlarla kız
alış verişi yapıyorlardı. Özellikle Keizar kızlan Laz kralları ile
evlendiriliyorlardı. Tarihçi profesör Kesariel bu konuda da şunları
yazmaktadır.
“Laz kralları
Bizans’a elçi gönderip saraydan kız istetiyor, onlarla akrabalık kurmaya
çalışıyorlardı” diyor. Bu konuda Bizans tarihinde epeyce kabarık bilgi
bulunmaktadır.
Lazika Krallığının
elinde bulunan toprakların çok büyük bir stratejik önemi vardı. Bunun yanı sıra
Avrupa’yı Îberya-Albanya (Gürcüstan-Azerbaycan) üzerinden îran ve Hindistan’a
bağlayan karayolu da bu topraklardan geçmekte idi. Lazika sınırlarını tehdit
eden pek çok düşmanlar vardı. Bunlar Doğu Roma uyruğundaki Bunlar ile bir çok
kuzeyli kavimler ve Persler idi. Persler bu düşmanların en aman vermezi, en
tehlikelisi idiler. Zira bu ulus Roıııalılar’ın Kafkaslar’daki nüfuzunu hazmedemiyor,
Küçükasya’da onların varlığına tahammül edemiyordu. Lazlar İran tehlikesine
karşı Doğu Roma sınırlarını tahkim maksadıyla bir çok kale ve surlar inşa
ettiler. Çağdaş tarihçi Prokopi Kesariel Laz kale ve surları hakkında da
şunları yazmaktadır;
“Laz kralı
Justinyen hiçbir zaman meşktin bulunmayan bir sahada çok mamur PETRA kenti ile
kalesini inşa etti” diyor. Batumi yakınında bulunan bu kentin yerinde bugün
TSİHİSDZİRÎ kent kalıntıları ile kale bulunmaktadır.
Sasaniler’in
Persler’in boyunduruğuna düşmelerinden sonra Romalılarda Persler’in arası
açıldı. O sırada ilk Dinasti şahı bulunan Ardeşir ülkesinde büyük reformlar
yapmakla meşguldü. örneğin, güçlü bir savunma sistemi kurdu, ticaret yaşamını
geliştirdi v.s. Güçlenen Pers Krallığı Küçükasya’da ve Kafkasya’da insiyatifı
elinde bulunduran Romalılarla aktif bir politika sürdürmeye başladı. Bu sırada
Sasani kralları da Lazika’da Roma varlığına son verip Karadeniz sahiline
sarkmaya gayret ediyor, bu maksatla Roma ile daha aktif mücadele yollarını
araştırıyordu.
Lazların Perslerle
olan politik mücadelelerine sonradan bir yenisi daha eklendi. Bu, din ve mezhep
mücadelesi idi. Lazika Krallığı sahasında Persiya çıkışlı Mazdeizm ile
Hıristiyanlık akımları kıyasıya çarpışmaya başladılar. Bu defa da Persler
Lazika’yı din inancı yoluyla elde etmeye çalışıyorlardı. Persler’in başarısı
ancak Lazika’da Mazdeizmin yayılması oryantasyonu ölçüsüne bağlı idi.
Buna karşın Roma
diğer adıyla Bizanslılar Lazika ve îberya’da Hıristiyanlığın iyice yerleşmesi
için gayret sarfediyorlardı. Zira o batıl Mazdeizme karşı güçlü bir kitaplı
göksel dine gereksinme duyuluyordu. Bu mücadeleyi Romalılar kazandı. M.S. 337
yılında îberya’da Hıristiyanlık dini devlet dini olarak kabul ve ilan edildi.
Bu durum Romalıların îberya ve Lazika’daki politik başarılarına işaretti.
Persler îberya ve
Lazika’da îsa dininin engellenip Mazdeizmin yayılması için türlü yollar
araştırmaya başladılar. Romahlarca onaylanan yerel kralların tahttan indirilip
kendilerin seçeceği krallam) yönetimi ele almalarını çarelerden biri olarak
görüyordu. Fakat bu arzulan bir türlü yerine gelmiyordu.
Son çare olarak
Persler bu iş için kuvvete başvurmaya karar verdiler. Zamanın Pers Şahı
Yezdigerd II. (438-457) büyük bir ordu ile saldırıp önce Ermenistan’ı zaptetti.
Sonrada îberya Kralı Vahtang Gorgasalı (446-499) yenilgiye uğratıp îberya’yı da
işgal etti.
Bu tarihten sonra
Pers Şahları Lazika krallarının kendileri ile ittifak kurmaları için çeşitli
fesatlıklara fırsat buldular. Lazlarla gizli görüşmeler yaparak Romalılara
karşı başkaldırıp onların otoritesini yıkıp yurttan atmak, Mazdeizmi
benimsemek vb. gibi tavsiye ve kışkırtmalarda bulundular. Zamanla Persler’in
propagandaları meyve vermeye başladı. O sırada Pers kralı olan Kovadi (488-531)
Roma baskısı altında Lazika’mn yönetim yetkileri konusunda mücadeleye girişti.
Ortaya çıkan bu problemin çözümü için Roma-Persiya görüşmelerine olanak doğdu.
Tarihçi Porokopi Kesariel’e göre bu görüşmeler sırasında Pers diplomatı Seos
Romalılara:
“Yeni adı Lazika
olan eski Kolheti Krallığı eskiden beri îran’a bağlı bulunuyordu. Romalılar
O'nu haksız olarak işgal edip ellerinde tutuyorlar.” dedi. Persiyalı diplomatın
bu gülünç sözlerini Lazlar ve Romalılar hayretle dinliyorlardı.
Lazika toprakları
V. yüzyıl içinde böylece yoğun politik oyunlara sahne oldu. Perslerle Romalılar
gibi iki saldırgan, sömürücü düşman karşısında Laz krallarının çok dikkatli,
ileri görüşlü, cesur politika izlemeleri zorunlu idi. Laz kralları daima bunun
bilincinde olarak etkinliklerini kanıtlamaya çalıştılar.
Lazlarla son
müttefikleri Persler’in anlaşmalarına göre: Ölen ya da herhangi bir nedenle
tahttan indirilen Laz kralının yerine geçecek olan yeni kral mutlaka Persler’in
onayı ile taç giyebilecekti. Laz Kralı Damnaze ölüp tahtı boş kaldığında oğlu
Tsate bu anlaşmaya uymayarak hemen tahta çıktı, kendini kral ilan etti. Ne var
ki bunu Persler’in tepki ile karşılayacaklarını bildiğinden 515 yılında
Bizans’a giderek Keizar Justinyen’den himaye, ve krallığının onaylanması
dileğinde bulundu. Buna karşılık da Hıristiyanlığı kabul edeceğini açıkladı. Bu
tarihlerde Pers tahtında Kovadi hüküm sürüyordu ve Lazika yönetiminde söz
sahibi bulunuyordu. Keizar Justinyen Tsate’nin dileklerini memnüniyetle kabul
edip yeni dinini kutsadı (takdis etti), Roma nişanlan ile donatılmış taç
giydirdi. înci, yakut, zümrüt, altın gibi ziynetlerle süslü ince, beyaz ipekli
kumaşlarla bezeyip Romalı Patrik Nomen’in güzel kızı Valeriane ile de
evlendirip oğlu ile birlikte onu Lazika tahtına uğurladı.
Yohanne Malala’ya
göre:
“Laz kralı Tsate I
geçmişteki krallar gibi, koruyucu rolündeki iki can düşmanı ülkeye karşı esnek
bir politika izlemeye başladı. Kâh birine, kâh diğerine meyledip hiç bir
tarafa sadakatle bağlanmadı. Sonuçta Perslerle arayı bozup Romalılarla
anlaştı. 515 yılında tacını Keizar Justinyen’e onaylattı, ülkesine döndü”...
Ne var ki Tsate I
barbar Perslerden çekindiği için bazı geleneksel Pers direktif ve isteklerine
de uyup onları kızdırmamaya, gururlarını incitmemeye özen göstermek zorunda
kaldı.
Pers hükümdarı
Kovadi Justinyen’in, Laz krallarını çeşitli' hilelerle elde ettiğini iddia
ederek ağır suçlamalara başladı. Justinyen bu suçlamalara karşı Kovadi’ye elçi
göndererek şu yanıtı verdi:
“Biz sizin hiçbir
tebanızı görmüş, kandırıp sizden uzaklaştırmış değiliz. Ancak sarayımıza Tsate
adlı bir Laz başvurarak Hıristiyan olmak istediğini bildirdi. İsteği üzerine
onu takdis edip yurduna gönderdik”, dedi.İki ülke arasında bundan sonra yoğun
diplomatik görüşmeler sürüp gitti. Pers diplomatları Romalılar’a “Tarihi İran
tebası Lazika’yı kaba kuvvetle elde tutmakla” suçluyorlardı. Bu suçlama eski
ağızların tıpatıp aynısı idi. Romalılar isebunun tam aksine “Lazika’nın eskiden
beri Bizans uyluğunda bulunduğunu” iddia ediyorlardı.
Görüşme yoluyla
çözüm sağlayamayan Persler 520 yılında güçlü bir ordu ile Lazika’ya saldırıp
Tsate I’i düşürmeye ve cezalandırmaya giriştiler. Bizanslılar vakit
kaybetmeden Tsate’nin imdadına koşup İranlılarla savaşa giriştiler. Kısa zaman
içinde Birleşik Roma-Laz orduları Persleri püskürtüp yenilgiye
uğrattılar.
531 yılında Pers
Hükümdarı Kovadi öldü. Yerine geçen Hüsrev I (531-539) ile Keizar Justinyen
Lazika konusunu anlaşma yoluyla çözümlemeyi yeniden denediler. Ve nihayet 532
yılında tarihi anlaşla imza edildi.
Bu anlaşmaya göre:
Lazika Romalılara, İberya da Perslere bırakıldı. İlk iş olarak İranlılar tarihi
İberya krallığını lağvedip doğu Gürcüstan’ı doğrudan doğruya Pers topraklarına
kattılar. Sınırlarını da pekiştirmeyi ihmal etmediler. Romalılar Lazika’da Laz
kalelerini kendi askerleriyle doldurdular. Lazika sınırları boyunca kendi arzularınca
önlemler aldılar. Bu durumdan Kral Tsate çok tedirgin oldu. Yakın gelecekte
krallığının tümüyle ortadan kaldırılacağından endişeye düştü. Kısa zaman sonra
Romalı asker ve subaylar Laz halkı üzerinde çekilmez zulümlere başladılar.
Bitmez, tükenmez angarya ve isteklerle halkı huzursuz edip bezdirdiler.
Bu zalim
subaylardan biri halka yaptığı çeşitli hakaretlerle pek ünlü oldu. Adı Yohanne
Tsibe olan bu eşkiya general hakkında çağdaş Romalı tarihçi Prokopi Kesariel
şöyle yazmaktadır:
“Justinyen Lazika’ya
bir çok yönetici rütbeli asker göndermişti. Bunlar arasında asaletsiz, avamdan
bir Yohanne Tsibe vardı ki Laz halkını soyup çıkar sağlamak için akıl almaz
düzenbazlıklardan başka bir yaptığı yoktu. Bu adam giderek Romalılarla
Lazlar’ın aralarının gerginleşmesine, tüm işlerin altüst olmasına neden oldu.
Tüccarlar Kolhida’dan dışarıya ticaret eşyalarını çıkaramaz oldular, tuz ve
diğer eşyaları ülkeye getiremez oldular. Yohannes Tsibe bütün bu işleri kendi
monopolüne (tekeline) alıp soygunculuğu sürdürdü. Her çeşit eşyayı Kolhida’ya
kendisi sokar, istediği fiyata satar, her çeşit eşyayı Kolhida’dan çıkarır
batıya görderirdi...”
Bu sırada Lazika
tahtına çok yürekli ve sağlam kişiliği bulunan Laz, Gubaz oturtulmuştu.
Ne var ki şımarık Romalı Komutan Yohanne’nin baskılan nedeniyle Gubaz’ın
krallığı sadece Unvandan ibaret kalıyordu. Yohanne gidere Lazika’nın her türlü
iç ve dış işlerine de el atmaya başladı. Prokopi Kesariel’e göre:
“Krallık
görevlerinin dışında Yohanne Pazisi, Biçvinta (Pitunti), Sevastopoli ve başka
önemli ticaret merkezlerini de eline geçirip ölçüsüz servet sahibi olmak için
gayretler sarfediyordu. Her çeşit malı kendisi ahyor, tüccarlara birkaç misli
fiyatla satı-
yor,
tüccarlar da bu fahiş fiyata kendi kar payını ekleyip halka satmak zorunda
kalıyorlardı. Yohanne bu türlü kontrolsüz, kanunsuz davranışlarla zenain olup Lazika’nın
mutlak hakimi kesildi.”... "
Romalılar’m kan
emici, çekilmez davranışları halkın canına tak dedi. Dayanma gücünü yok etti.
Yeni kral Gubaz Yohanne’yi bir çok defalar Keizara şikayet ettiyse de hiçbir
olumlu sonuç elde edemedi. Aksine daha da kuduran Yohanne zulüm rezaletini
daha da şiddetlendirdi. Dolaylı baskılar had sayfasına vardığı halde, Lazlar
için Doğu Roma gibi sayılı asker gücüne sahip bir devlete başkaldırmak ya da
halk ayaklanmasına girişmek sonucu karanlık büyük rizikoyu göze almak demekti.
Roma’ya kıyasla küçücük bir ülke olan Lazika’nın böyle bir sorumluluk altına
girmesi gözü kapalı ölüme gitmek olacaktı. Bu olanaksızlıklar karşısında Lazika’nın
Roma düşmanı Persiya ile anlaşmaya girmesi, Romalılar’ı bu şekilde yurttan
çıkarması zorunlu oldu. Kral Gubaz îran Hükümdarı Hüsrev’e elçi göndererek bu
konuda gizlice görüşüp anlaşmak istediğini bildirdi. Prokopi Kesariel’e göre:
Hüsrev’in huzuruna çıkan Laz elçiler şunları anlattılar:
“Kolhlar’ın
Perslerle tarihi dostlukları vardır. îki ülkenin birbirine karşı sayısız
hizmetleri olmuştur. Elimizde buna ait bir hayli belge vardır. Elbette sizin
elinizde de buna dair belgeler vardır. Ne var ki geçmişte gerek bizim
krallığımızın isabetsiz görüşleri ve gerekse sizin başarısız politikanız
Kolhlar’ın Romalılarla ilişki kurmasına zemin hazırlamıştır. Şimdi kralımız ve
halkımız îranlılarla kardeşçe, dostça anlaşarak yaklaşmak arzusundadırlar.
Romalılar kralımızın yetkilerini gaspettiler. Sadece üzerindeki üniformasısını
bıraktılar. Yakında bunu da çıkarıp köle durumuna getireceklerinden korkarız.
Ülkemize sayısız “Romalı asker soktular. Laz halkının karşısına diktiler. Bunun
adına da “Lazika’yı dış düşmandan korumak” dediler. Bizim dış düşmanlarımız
yoktur. Tek düşmanımız Romalılar’dır. Onların tek düşüncesi yurdumuzu korumak
değil soygunculuk yapmaktır. Laz zenginliklerini güvenlik içinde Roma’ya
aktarmaktır. Şu örneğe bakıp baskının derecesini anlayınız: Laz halkının
günlük ihtiyacı olan her türlü maddeyi ellerinden yok pahasına, zorla
alıyorlar, halkın istemediği bir takım eşyayı da onlara zorla bir kaç misli
fiyatla satıyorlar. Halkın elindeki altın, gümüş ve başka kıymetli eşyaları
zorla satın alıyorlar. Bu işe de “Ticaretin incelikleri” adını veriyorlar. Ülkemizde
her türlü iş tutma hakkı öncelikle Romalılar’ındır. Lazlar’ın tek serbest
uğraşılan çobanlıktır.
Lazlarla
anlaşmaktan ne karımız olacak, diye düşünürseniz buna bir kaç örnek verebiliriz.
Gücünüze bir dost ülkenin, Lazika’nın gücünü de katmış olursunuz, egemenlik
çerçeveniz genişlemiş olur, Lazika sayesinde Karadeniz’e iner batıya açılma
fırsatı bulabilirsiniz. Karadeniz’de gemi inşa eder deniz ticaretinizi
geliştirebilirsiniz, Bizans’ı kolayca sindirme gücüne kavuşursunuz. En
önemlisi ise Lazika’nın Kafkas silsilesi önünde bekçilik edip sizi kuzeyli
saldırganlardan koruması hizmeti olacaktır. Bütün bunlara karşı arzumuz zorba
Romalılar’ın yurdumuzdan çıkarılıp cezalandırılmasında bize yardımcı olmanızdır..”... ‘
.
Laz elçilerinin bu sözlerinden kolayca anlaşılacağı gibi ülke Romalılar elinde
can çekişme durumuna getirilmişti. Bu sözlerden yine kolayca anlaşılıryor ki,
Laz toprakları îranlılar için paha biçilmez stratejik-politik öneme haizdi.
Zira Karadeniz’e inecek olan îranlılar batıya doğru tüm sahil şeridini kolayca
elde etmeye olanak bulabileceklerdi. ,
Pers hükümdarı
Lazlar’ın önerilerini zevkle dinledi, hiç tereddüt etmeden memnuniyetle onlara
yardım sözü verdi. Elçiler hükümdara:
“Yol güvenliğini
merak ekmeyiniz. Biz önlemler alır, ordunuza rehberlik ederiz. Onları en
kestirme yoldan, esenlikle Lazika’ya ulaştırırız”., diye açıklamalarda
bulundular.
Hüsrev Laz
elçilerinden ricada bulunup:
“Bu anlaşmamız
gizli tutulmalı, ne dost, ne düşman duymamalıdır.” diye tembihte bulundu.
Hüsrev yedek askerlerini hizmete çağırdı, ordusunu güçlendirmeye başladı. Bir
yandan da:
“Kartli’de (Doğu
Gürcüstan’da)işler karışık, orayı düzeltip döneceğiz” diye uydurma haberler
yaydı. .
542 yılında
Hüsrev’in ordusu sefere çıktı. Kartli yolu ile Lazika-’ya doğru harekete
geçti. Laz elçileri de Pers ordularına rehberlik ediyorlardı. Çetin ve yorucu
yolculuktan sonra Hüsrev Lazika’ya indiğinde Kral Gubaz tarafından merasimle
karşılandı.
Pers kuvvetleri
önce önemli bir kale-şehir olan Petra’yı çember içine aldılar. Romalılar
şiddetle karşı koydularsa da büyük can kaybı ile şehir Persler tarafından elde
edildi. Bu kalede komutan olan Romalı zalim Yohanne Tsibe yaralanıp öldürüldü.
Kaleye girmek için dıştan tünel kazılmaya başlandı. Komutansız kalan kaledeki
Roma kuvvetleri Hüsrev’den barış istediler. Hüsrev bu öneriyi kabul ederek
Romalılar’a can ve mal güvenliklerinin korunacağına söz verdi. Kale kapıları
açıldı, Hüsrev kuvvetleri Yohanne’nin bütün hâzinelerini ele geçirdi.
Petra kalesi
zaferinden dolayı Hüsrev çok sevinçliydi. Altık batıdan gelecek her türlü
tehlikelerin önüne geçilmiş oluyordu. Tüm sahil boylarını Romalılar’dan koparma
olanağı doğmuştu. Ticaret güçlenecekti, Avrupa ile kısa yoldan ilişki kurması
kolaylaşacaktı. En önemlisi de Lazika’nın işgali ile Doğu Gürcistan (Kartli)
çember içine alınmış oluyordu. Orada meydana gelecek ayaklanmaların önüne
geçmek kolaylaşacaktı. Zira Lazika toprakları öteden beri asi Kartililer’in
ilk sığınak yeri durumunda idi. Üstelik her fırsatta Lazlar kardeş îberya’nın
yardımına bu yönden koşmakta idiler. Doğrusunu
söylemek gerekirse bu davetli Pers işgali Lazlar’a çok pahalıya mal olmuştu.
Ülkeye çok zararlar açmakta idi. Örneğin: Ülkenin bağımsızlığını tehlikeye
düşürmüş, ticaret hayatını kısırlaştırmış Lazika-İberya hattı üzerinden geçmekte
olan Hindistan transit ticaret yolunu Lazlar’a kapamıştı.
Lazika’nın ekonomik
hayatı büyük oranda ticarete dayalı bulunuyordu. Bu unsurun zayıflaması Lazlar
için son demekti. Bunun yanı sıra işler umulduğu gibi çıkmadı. Persler’in
Lazlar’a karşı tutumları Roma mezalimini gölgede bırakmaya başladı. Persler
de Kral Gubaz’m iç işlerine el atıyorlar, Laz halkının sırtına ağır vergi yükü
yüklüyorlar, kale kuvvetleri halkın içine dalıp günlük yiyeceklerini bile
ellerinden zorla alıyorlar, Hıristiyan Lazları Mazdeizme zorluyorlardı. Kısacası
Hıristiyan Laz halkı Mazdeist İranlıların baskısı altında inim inim inlemeye
başladı. Velhasıl Lazlar’ın Persler’in yardımı ile huzura kavuşma ümidi
hüsrana uğradı. Kral Gubaz’ın yeni endişesi artık çilekeş ülkesini şu İranlı
hırsızlardan kurtarma çarelerini aramaya dönüştü.
Hüsrev bütün
bunları pekala biliyordu. Bu nedenle Kral Gubaz’ı ihtiyatla karşılıyordu. Ve
karar verdi: Lazika Krallığını kaldırıp ülkeyi İran’a katacak, iç ayaklanmalara
fırsat vermeyip kanla-ateşle bastıracaktı. Bunun için de hemen Gubaz’ı
öldürtmesi, Laz halkının ileri gelenlerini İran’a sürmesi, İran’dan getirilecek
Persler’i de Lazika’ya yerleştirmesi gerekti. Bu konudaki satırları yine
Prokopi Kesariel’den dinleyelim:
“Persler’in batıya
karşı varlıklarını koruyabilmeleri ve sahil boyunca yayılmaları ancak Lazika’yı
İran toprağına katmakla mümkün olabilirdi. Çünkü Laz toprağı Bizans’a
karşı hem karadan, hem denizden çok önemli saldın hattı durumundaydı.
Romalıların bu ülkeyi terketmeleriyle İran’ın burada ayağını pekiştirmesi
başanlamadı. Lazlar’a karşı güvensizlik ve her an için isyan olasılığı
mevcuttu. Zira Laz halkı eskiye kıyasla daha da kötü sosyo-ekonomik uçurumun
başına getirilmişti. Koydukları kaideler özgürlüksever Lazlarca çekilesi
değildi. İki müttefik ülke arasındaki din ve dünya görüşü birbirinden çok
farklıydı. îranlılar putperest Mazdeist, Lazlar ise kitaplı din sahibi
Hıristiyandılar.
Lazika’da
tuz ve tahıl üretimi yeterli değildi. Bu maddeler Romalılar’ca batıdan
getirilip satılırdı. Karşılığında paradan çok deri, esir ve başka türlü takas
eşyaları alınırdı. Bu olanakları yitiren halk sıkıntılara düştü. Hüsrev bu
durumun ayaklanmalara neden olacağından endişe duyuyordu. Bunu önlemenin ilk
şartı Gubaz’ın öldürülmesi, Lazların İran’a sürülmesi, Laz topraklarının başka
göçmenlerle ve İranlılarla doldurulması idi...” ’
Hüsrev, bu
düşüncesini güvenilir adamlarından Fevriz’e açtı. Kendisine 3000 savaşçı
vererek Lazika’ya gönderdi. Fevriz Lazika’ya varınca orada Gubaz’ın
muhaliflerini de toplayıp birleştirdi. Onlara Gubaz’ın kellesini almak
gerektiğini anlattı. Bunu işiten Gubaz ve Laz büyükleri infial durumuna
geldiler.
Ülke bağımsızlığını
yitirmekten başka milli nüfusunu, halkını da yitirme tehlikesi ile karşı
karşıya bulunuyordu. Kurtuluş için gerçekten büyük gayret gerekti. Ama nasıl?
Bu küçücük ülke zayıf gücü ile güçlü düşmanına nasıl başedebilirdi? Gubaz bu
kötü durumdan kurtulmak için yine eski duruma dönmek gerektiğini, eski durumun
daha ehvenişer olduğunu düşünüp Romalılarla barış görüşmelerine karar verdi.
Jüstinyen’in sarayına giden Laz elçileri îran mezalimini bir bir anlatıp
“Romalılar'a karşı düştükleri hataların bağışlanmasını, Lazika’ya yardım eli
uzatılmasını” rica ettiler. Perslerden kurtuluşun ancak bu şekilde mümkün
olabileceğini söylediler.
Vatan sevgisi, ulus
sevgisi çaresiz Laz Kralı Gubaz’ı böyle namerde bile boyun eğdirmek zorunda
bırakmıştı.
Keizar Justinyen
zaten işin buraya varacağını tahmin et mişti.
Müsait fırsat kollayıp Lazika’dan işgalci İranlılar’ı kovmayı tasarlamakta
idi. İşte beklediği fırsat ayağına gelmişti. Derhal 7.000 kadar Romalı ve 1.000
kadar da Laz askeri kuvveti hazırlayıp Komutan Dagiste yönetiminde
Lazika üzerine gönderdi. Bunu işiten Hüsrev yardımcı güç olarak acele bir miktar
asker toplayıp Mermerose komutasında cepheye şevketti. İki taraf
çarpışmaya girdiler. Laz toprağı ateşe-kana boyandı. Yoğun çarpışmalar
özellikle kale şehri Petra çevresinde toplanıyordu. 549 yılında
sonuçlanan savaş Romalılar’ın zaferiyle bitti. Pers kuvvetleri Lazika’dan
çıkarılmış oldu.
İran şahı bu
yenilgiyi bir türlü hazmedemeyip silahlan elinden bırakmıyordu. 550 yılinda Huriane
komutasında güçlü bir ordu toplayarak Lazika üzerine gönderdi. Ordu “Tshenistskali”
suyu başına gelip karargâh kurdu. Burada girişilen çarpışmalarda İranlılar
tekrar yenilgiye uğrayıp dağıldılar. Karargâhları Lazlar’la bağlaşıkları
Romalılar’ın eline geçti.
Bu son savaşta
Romalı komutan Dagiste’nin tutumunu beğenmeyen Lazlar Keizara adam göndererek
şikayette bulundular ve:
“Komutanınız
Dagiste’yi İranlılar satın aldı. O Persler’;n çıkarına çalışıyor.
Ordumuzu büyük kayıplara uğrattı...” dediler.
Keizar Degiste’yi derhal Konstantinepolis’e getirerek zindana attırdı. Onun
yerine komutan Besa’yı gönderdi.
Lazika’nın îranh
güçlerden tamamen arındırılması için kale şehir Petra’ya tekrar hakim olan
düşmandan kurtarılması gerekiyordu. 551 yılında Komutan Besa Petra’yı sardı.
Fakat kendilerine çok pahalıya mal olan bu kaleyi İranlılar kolay kolay
terketmiyorlardı. Yoğun çarpışmalar sonunda Petra Besa tarafından kurtarıldı.
Kale duvarları yerle bir edildi.
Bu kötü haberi
işiten Pers Komutanı Mermerose çok daha güçlü bir ordu ile başkent Arkeopolis’e
(Nakalakevi) yüklendi. Fakat kısa zaman sonra püskürtüldü. Çareyi kaçıp Kutaisci
varındaki Muhurisi’ye sığınmakta buldu.
Bir kısım Laz halkı
ve idarecileri kısa zaman sonra Romalılar’dan yine dert yanmaya başladılar.
Hiçbir müttefik Laz halkının yararına değil de kendi çıkarına çalışıyordu. Güya
bağlaşık olan Romalılar yine eskisi gibi halkı bizar edip soygunlara
girişiyorlar, ağır vergilerle onları eziyorlardı. Bundan dolayı Laz ileri
gelenleri Kutais’teki İranlılarla gizli ilişkiler sürdürüp bir gece çok önemli
stratejik değeri olan Lazika’ya ait Ukimeriano kalesinin anahtarlarını
Persler’e teslim ettiler.
Kral Gubaz bu
düşüncedeki yurttaşlarına karşı çıkıyordu. O, Romalılarla iyi ilişkiler içinde
olmaktan başka çıkar yol göremiyordu. Yöredeki İranlılar’ın tamamen temizlenip
sınırların sağlamlaştırılmasına gayret ediyordu.
551 yılı
ilkbaharında İran-Roma çarpışmaları yine patlak verdi.
Arkeopolis’de daha
bir kaç cephede İranlılar başarı sağladılar. Mermerose bir kaç Bizans
karargâhını ele geçirdi. Kurtardığı kalelere kendi askerini yerleştirdi. Bu
tarihten kısa bir zaman sonra 554 yılında Mermerose öldü. Yerine Nahoregan adlı
komutan tayin edildi.
Kral Gubaz, son
durumu değerlendirerek bu başarısızlığı Bizans komutanlarının gönülsüz
çalışmalarına ve ehliyetsizliklerine yorumladı. Komutanlar Martine, Besa ve
Rustike’nin Lazika’nın korunmasına gereği kadar önem vermedikleri kanısına
vardı. Bu nedenle artık bu komutanlara güveni kalmadığını açıkça söyleyip
Keizar Justinyen’e şu haberi gönderdi.
“Komutanlarınız
işleri halletmeye değil, daha da kötüleştirmeye gayret ediyorlar..” dedi. Bu
şikayete önem veren Keizar derhal Besa’ yı geri çağırdı, diğer iki komutanı da
çeşitli cezalarla cezalandırdı. Romalı yazar Agatia Skolastikos bu konuda
şunları yazmaktadır:
“İranlılar’a karşı
yenilgiye uğrayan Romalılar şahsi eşyalarını bile toparlıyamadan cepheden
kaçtılar. Bu utanç verici durumdan endişelenen Laz Kralı Gubaz bunun ardından
daha da çirkin olayların meydana gelmesinden çekiniyordu. Gubaz Romalı stratejistlerin
bilgisiz kişiler ve komutanlar Besa, Martine ve Rustike’nin de hain kişiler
olduğunu söyledi..” demektedir.
Bu suçlamalar
Bizanslı komutanları çileden çıkardı. Gubaz’ı ortadan kaldırmak için fırsat
gözlemeye başladılar. Bir yandan da Keizara şikayetçi göndererek:
“Gubaz’ın İranlılarla
gizli anlaşmaları var. Keizarımıza ihanet içindedir.” iddiasını ileri sürdüler.
Komutan Rustike’nin kardeşi Yohanne’yi Konstantinopolis’e gönderip Keizarı
inandırmaya çalıştılar. Gubaz’ın öldürülmesi için ferman dilediler. Agatia
Skolastikos ifadesine göre:
“Yohanne Keizarın
huzuruna çıkıp saygılar sundu ve Gubaz’ın kusurlarını saymaya başladı. Gubaz
Roma ordularına engeller çıkarıyor, îranlılar’a rehberlik edip yol gösteriyor,
yardımlarda bulunuyor, işgali kolaylaştırıyor. Yakında ülkeyi tamamen düşmana
teslim edebilir. Bunun önüne geçilmezse kendi ülkemiz de tehlikeye girebilir.”
dedi. Keizar bu inanılmaz haberlere hayret edip emretti:
“Öyleyse Gubaz’ı
acele İstanbul’a getirmenin çaresine bakınız” dedi. Yohanne kendi
beceriksizliklerinin ortaya çıkmasından korkup bu tekliften hoşlanmadı.
Keizara:
“Güç kullanarak
Gubaz’ı İstanbul’a getirmek çok zordur Keizarım.”
“O teb’amız
sayılır, gücünüzü kullanın, yakalayın bana getirin” diye çıkıştı Keizar.
Yohanne lafı Keizardan kaparak:
“Kuvvete başvururuz
ancak karşı koyması halinde ne yapmamızı önerirsiniz” dedi. Keizar da:
“Bir şey yapmanız
gerekmez. O ağır biçimde cezalandırılacak, ihanetinin cezasını canıyla
ödeyecek.”
“Onu öldürmek
zorunda kalırsak vicdan azabı çekmemeliyiz desenize.”
“Evet. Emirlerime
uymaz, karşı koyarsa onu bir düşman gibi öldürünüz.” dedi Keizar. Zaten
Keizann ağzından bu lafı koparmaya çalışan komutanlar artık Gubaz’ı rahatlıkla
öldürmenin yollarını araştırmaya başladılar. Gubaz bu hain komutanların
kendisi için düşündüklerini pekala hissediyordu, ancak korkunun ecele faydası
olmadığını düşünerek pısırıklık, çekingenlik etmeyi gururuna yediremiyordu.
Hain komutanlar Onoguri’den İran kuvvetlerini atmak bahanesiyle Gubaz’ı karargâha
davet ettiler. Maksatları onu orada öldürmekti. Gubaz tek başına ve üstelik
silahsız olarak bunu kabul etti ve komutanları Hobistskali yakınında
karşıladı. Taraflar süvari idiler. Söze Rustike girdi:
“Buyurun sayın
Gubaz, Persler’i Onoguri’den kovmaya gidiyoruz, sizde kuvvetinizi alıp bize
katılınız.”
ben: “Bu görev
anlaşmalara göre Laz askerinin değil sizlerin görevidir. Sizin baştan beri
tutumunuz bu derecede gevşek olmasaydı, işe canıgönülden sarılsaydınız
önümüzde bugün bu Pers belası kalmayacaktı. Bu kaleler düşmanla dolu olmayıp
siz de insan içinde yüzü kara dolaşmayacağınız. Eşyalarınızı bile düşmana
hediye edip maskara olmayacaktınız. Eğer rütbelerinizin şerefini kurtarmak
istiyorsanız hatalarınızı düzeltmelisiniz. Ben askerimle size kanlamam, alt üst
ettiğiniz tüm işleri yoluna koyamam dedi. Gubaz sözünü bitirir bitirmez
hainlerin elçisi bulunan Yohanne gizlice hançerini kınından sıyırıp var gücü
ile Gubaz’ın kalbine sapladı. At üstünde bağdaş kurmuş olan Gubaz soluksuz
yere yıkıldı. Yerde bir ara ayağa kalkmak için çabalarken Rustike can alıcı
darbeyi indirdi, silahsız Gubaz’ı oracıkta öldürdüler.
Zavallı ülkesinin
bağımsızlığı için çırpınan kahraman Kral Gubaz’ın öldürülmesi Lazika’da çok
şiddetli tepkilere yol açtı. Her an için ülkede kanlı olayların başlaması artık
işten değildi.
Agatia
Skolastikosun ifadesine göre: '
“Bu olay Laz
ordularında şiddetli üzüntü ve tepkilere yol açtı. Laz askerleri karar verip
bundan sonra Romalılarda askeri dayanışma yapılmayacağı gibi Romalı istekleri
doğrultusunda savaşa girmeyeceklerdi. Gubaz’m cenazesi gömüldükten sonra ülkede
yas ilan edilip savaş durduruldu.”
Bundan sonra Lazlar
vakit kaybetmeden Romalılar’dan hain katilleri teslim etmelerini istediler.
Yargılayacaklarını bildirdiler. Aksi halde intikam alınacağını ve çok kanlı
olaylar meydana geleceğini haber verdiler. Laz halkının bir kısmı derhal
Romalılarda dostluğu bozup İran tarafına geçmeyi, katilleri saklayan
Romalılar’dan intikam almayi. onları ülkeden kovmayı ve tüm bu olaylardan da
Keizan sorumlu tutmayı savundular. Bu fikri savunan gurubun başına bilgi ve
becerisiyle ün yapmış Laz kahramanı Ayet geçmişti. Agatia Skolastikos’
un eserinde genişçe yer verilen Ayet’in sözlerinden bazılarını burada
açıklayalım:
“Ölümü ile bizi
eleme boğan kahraman Gubaz’unızın ruhuna burada hep birlikte dua edelim. Onu
rahmetle, saygıyla analım. Ne yazık ki Kolhida’da Lazlar’ın güneşi bugün söndü.
Eski itibarımızı yeniden kazanmamız artık güç. Başkalarını kendimize özendirmek
olanaksız oldu. Kafa kafaya verip düşünelim: Dostumuz kim, düşmanımız kim?
Toprağımızda dolaşmakta olan'bu adamlar dostumuz mu? Bağrımıza hançer sokan
eller dost eli mi? Şunu bilmeliyiz ki Bizanslılar’ın hakaret ve zararları bu
kadarlıkla bitmecektir. Keizar denilen adam eşi bulunmayan sinsilerdendir.
Ülkemizdeki karışıklıklardan o çıkar hesaplamaktadır. Yaptıkları ihanetlerin,
işledikleri cinayetlerin adına “Kardeşlik, koruyuculuk” diyorlar. Persler hiç
bir zaman böyle davranmadılar, buna tenezzül etmediler. Onlar dosta dost,
düşmana düşmanca davranmayı bilirler. Oynak karakterli değiller. Benim
düşüncem şu: İranlılarTa birleşelim. Kaderimizi onların eline terkedelim.
İranlılar iyi niyetli ve dost için özverili insanlardır...”
Ayet’in sözleri
dinleyicilerce coşku ile karşılandı. Ancak bu konuşmadan hemen sonra ayağa
kalkan başka bir lider Partaze, Ayet’in düşüncelerine
katılamayacaklarını açıklayarak halka şöyle seslendi:
“Sevgili
yurttaşlar. Öyle bir gün yaşıyoruz ki duygularımızı kontrolden aciziz. Akılla,
izanla hareket etmek elimizden gelmiyor. Bizi kedere garkeden bu alçakça
cinayetten Keizar Jüstinyen’i sorumlu tutmak haksızlık olur. Justinyen’den önce
açıklama isteyelim. 'S
yargılayalım.
Herhalde o buna hayır diyemez. Uğursuz canileri koruyup saklayamaz. Ama bu
işten dolayı Romalılar’a sırt çevirip îranlılar’la birleşmek bence doğru
değildir. îranlılar bencil insanlardır. Hıristiyanlıktan bizi soyutlayıp
başımıza Mazdeizmi, putperestliği dolarlar. Elbette bizim için bundan büyük
felaket düşünülemez. Canımız alındıktan sonra, kendi benliğimizi kaybettikten
sonra tüm Persiya’yı bize bağıslasalar ne kazanırız? Aksine, Persler’in bizden
alınacak intikamları vardır. Bu teslimiyetten ne umulur? Açık düşmandan
korunmak dost kisveli düşmandan korunnraktan kolaydır. Roma Keizan suçluları
teslim edip bize reva görüleni telin ederse anlaşmaları bozmaya gerek
görmüyorum..” dedi.'...
Uzun süre Sürüp
giden bu karşılıklı münakaşalarda Parteze’nin düşüncesi başarılı oldu. Lazlar
bir elçiler heyeti oluşturarak Konstaıitinepolis’e Justinyen’e gönderdiler.
Elçiler Keizardan, suçluların cezalandırılmasını, Lazika Krallığına da Gubaz’in
kardeşi Tsate Il’nin getirilmesini istediler. Keizar bu istekleri
ikiletmeden kabul edip yerine getirdi. Tsate Il’ye Krallık nişanlan taktı, paha
biçilmez hediyelerle tahtına gönderdi. Tsate Il’ye Romalı senatör Atanase'yi
de katarak cinayet olayını araştırmaya memur etti. Atanase, Yohanne ve
Rustike’yi suçlu bulup ölümle cezalandırdı. İnfaz Lazika başkenti Arkeopolis’de
Laz büyüklerinin gözü önünde yerine getirildi. Duruşma olayını da detayıyla
kaleme alan Agatia Skolastikos’un satırlarından bir kısmını burada veriyoruz:
“Rustike ile
Yohanne hücreden çıkartılıp duruşma salonununu suçlulara ait sol kısmına
dikildiler. Sağ tarafta da Laz savcılar oturdular. Savcılara iddiaları soruldu.
Onlar uzun uzun suçlamaları okuyup deliller gösterdikten sonra dedilerki: Biz
burada her şeyi tam tamına anlatabilmiş değiliz. Anlattıklarımız bu suçluların
ölüm cezaları giymelerine yeterlidir, dediler. Senatör Atanase bu iddia ve
delilleri yeterli görüp her iki suçluyu ölümle cezalandırdı.”
Ülkede durum
sakinleşip elverişli ortam yaratıldığında Kral Tsate II Romalılarla birlikte
İran’a karşı yeni savunma hazırlıklarına başladı. Bir kaç gün içinde de savaş
başlatıldı. İlk anlarda İranlılar Pazisi (Poti) ve Arkeopolis yakınlarında iki
önemli noktada yenilgiye uğradılar. Az sonra da Rodopolis’i (Vardtsihe)
mıntıkasını terke zorunlu kaldılar. İran Hükümdarı Hüsrev Lazika’daki savaşı
kaybettiğini kabul ederek anlaşma isteğinde bulunmak zorunda kaldı. Bu kötü
yenilgiye neden olan öğeleri de:
1.
Savaş bölgesinin İran’dan uzak olması.
2.
Yolların kötü, elverişsiz olması.
3.
îberya ile Lazika’yı ayıran Surami boğazının kolay
geçit vermemesi.
4.
Vahşi, ulu ormanlık alanların ordunun yürüyüşüne
engel olması.
5.
Köprü yokluğu ve inşaat meşakkatinin ağır olması.
_
6.
Orduya erzak yetiştirme zorlusu vb. gibi nedenler
gösterildi. - - -
. 562 yılında
Lazika’da savaşa son verilip 50 yıl süreli barış anlaşması imzalandı. Anlaşma
gereğince Hüsrev, güçleri Lazika’yı boşalttılar, ülke özgürlüğüne kavuştu. Ne
var ki bu anlaşma taraftan Transkafkasya’nın diğer bölgelerindeki ve Anadolu’nun
bir çok bölgelerindeki karşı güçlere saldırmama konusunda bağlayıcı değildi.
Bu boşluktan yararlanmak isteyen Bizanslılar İran nüfuzu altında bulunan
Hıristiyan dindaşlan İberya (Doğu Gürcüstan) krallığına saldırıp elde etme
işini planlıyorlardı. Esasen İberya devlet büyükleri de bunu arzulayıp kardeş
Lazika’nın Roma nüfuzuna girmiş olmasını kendileri için batıya yaklaşma yolu
olarak göi'üyorlardı. Çünkü ülke Mazdeist İranlılar’ın çok ağır din, kültür,
sosyal ve politik baskılan altında ezilmekte idi.
572 yılında İberya
İran’a karşı ayaklanarak tüm ilişkilerini kesti. Bizanslılarla birleşti. Bu
ayaklanmayı yeni Roma Keizan Herakle memnuniyetle karşılayıp kendi.askeri
güçleriyle İberya’nın yardımına koştu. İran karşı saldırıya geçti. Herakle’nin
güçlerini Lazlar, Abasgiler (Abhazlar), ve bir kısım İberyalılar takviye
ediyorlardı. Bundan başka yine Herakle’nin çağnsı üzerine başlarında bizzat
Hakanlan Cibgu olduğu halde Hazarlarda Bizans’ın yardımına koştular. Herakle
kuvvetleri İran kuvvetleriyle donatılmış bulunan İberya başkenti Tbilisi
çembere aldı. 626 yılına değin süren bu muhasara başarıya ulaştı. Tbilisi’den
ve tüm İberya’dan İranlılar çıkarılıp temizlendi.
Lazika böylece
Roma (Bizans) ile Pers (İran) gibi iki büyük düşman arasında 7. yüzyıla kadar
çekişme sahası oldu. Bu
çekişme Romalılar’ın zaferi ile son erdi. Bu kadersiz savaşlarda Laz halkı ve
ülkesi sayısız çileler çekti, hesapsız zararlar gördü. İki düşman, çıkarcı
ülkenin iki yönden saldırması felaketini Laz halkı daima acılarla sinesine
çekmek zorunda bırakıldı. Ülkelerini savunmak için, cennet yurtlarını korumak
için halk elinden geleni esirgemedi. Ancak iki büyük canavara yetecek gücü
kendinde bulamadı. İşte onun içindir ki Laz liderleri sürekli ikili, esnek
politika izlemek zorunda kaldılar. Tutumlarını, davranışlarını düşman gücüne
bakarak yönlendirmek zorunda kaldılar. Bu nedenle Roma Keizarlan ile Pers Şahları
LazlarTn samimiyetine güvenemez oldular. Lazlarla yaptıktan anlaşmaları mümkün
mertebe sağlama bağlamak için yeni bir hileli, bağlayıcı yol buldular. Her
anlaşmanın sonunda imzanın yanısıra Laz sarayından, kral ailesinden bazı
kişileri güvence olarak alıp ülkelerine götürdüler. Onlara kendi ülkelerinin
kültürlerini aşılamaya çalıştılar. Her iki düşman ikinci zorlayıcı unsur
olarak da dini kullandı. Anlaşmaların sonlarında İranlılar Mazdeizmi, Romalılar
Hıristiyanlığı ülke çapında yaymak hakkı kopardılar. Buna rağmen Lazlar kültür
ve coğrafi konum itibarlarıyla Romalılar’a daha yakın bulunuyorlardı. İran
ülkesi ise uzak ve ters düşüyordu. Bunun sonucu olarak Lazika’da
Hıristiyanlık akımı daha revaç buldu, daha etkin oldu.
Lazika din işleri
görevlileri kendi ülke sınırlan dışında kalan Lazların da din uluları
sayılırlardı. Onların her türlü din eğitim ve problemleri Laz ulularının
görevleri arasına girerdi. Prokopi Kesariel’in verdiği bilgiye göre:
“Ne Roma ve ne
de Laz tebası olmayan sınır dışındaki Lazlar dini bağlarla Lazika’ya bağlı
bulunurlardı. Din eğitimini Laz papazlardan alır, kilise organizasyonları Lazika
Patrikliğince yürütülürdü.”...
Başlangıçtan beri
Laz ulusal sınırları dışında, birçok ülkede de Laz kilise ve kültür evleri inşa
edilmişti. Bunlardan en ünlüsü Filistin’de Jerusalem’de bulunuyordu.
Lazlar, ana dillerinden başka Elenice’yi de iyi bilir, konuşurlardı. Agatia
Skolastikos’un yazdığına göre:
“Kolhlar(Lazlar)
Elen lisanını öğrenmeye çok erken çağlarda merak sarmışlardı. Çünkü bu lisan
hem din hem ticaret hayatında önemli yer tutmakta idi..”
Bu iddiayı
doğrulayan Elen yazarı Temist (317-338) de şöyle yazmaktadır:
“Kolheti’de Elen
kültürü çok yaygındı. Kolhlar tüm Elen bayramlanna, dini günlerine, ayinlere
katılır sempati gösterir-
lerdi.
Bir çok Kolh’un bayramlarda iyi, güzel söz söyleme (hitabet) yeteneğini
kanıtlamış, ayinlerdeki rolleriyle kendilerini sevdirmişlerdir..” ‘
Bu
sözlerden anlıyoruz ki IV. yüzyıl ortalarında Kolheti’de(Lazika) Poti
yakınlarında mükemmel bir RİTORİKİ (Din kültür merkezi) faaliyette
bulunuyordu. Bu okulda bazlardan başka Bizansh öğrenciler de ders
görüyorlardı. Yazar Tsemist’in de bu okulda okuduğu şu satırlarından anlaşılmaktadır: >
“Şairlerimizin
dizelerinden okuyup öğrendiğimiz gibi, Teselya’dan çıkan Argon gemisinin gelip
yanaştığı o yerde.... Pa• zisi yakınındaki o büyük okulda ben de din öğrenimi
gördüm, feyz aldım...”
Lazların Elen
kültürü ilişkileri yanısıra kuşkusuz kardeş İberya (Kartlİ) küültürü ile de çok
sıkı ilişkileri vardı. Özellikle Lazlar’ın Hıristiyanlaşmasından sonra
soydaşlan Gürcü boyunun kullandığı “Kartça” diyeleğinin önemi bir kaç kat daha
büyüdü. Giderek bu diyelek tüm Gürcü boyları için biricik ulusal diyelek
halini almaya başladı. Çünkü bu diyeleğin herkesçe öğrenilip okunması-yazılması
diğer diyeleklere bakınca daha kolay idi. Kart diyeleği zenginleşip
yaygınlaştıkça tüm kardeş Gürcü boyları arasında yakınlaşma, kaynaşma, birleşme
olanağı doğdu. Ortak edebiyatın meydana getirilmesi kolaylaştı. Bu ortak
kültür evreninde Laz din ve düşün adamları Gürcü kültür ve kilisesine, bilimine
paha biçilmez yapıtlar kazandırdılar.
Gürcü bilim adamı
N. Mar’ın ifadesine göre:
“Lazlar çağdaş Elen
kültüründen Gürcü kültürüne çok değerli yapıtları çeviri yoluyla kazandırdılar.
Bunun tanığı olarak eski Gürcüce metinlerde çok sıkı raslanan Lazca kelimeler
gösterilebilir. Biz bunu “Tçanizm” adıyla adlandırabiliriz..”
Prokopi Kesariele
göre ise:
“Laz kralları her nevi diplomatik yazışmalarla önemli diğer
belgelerin kopyalarını daima saklarlardı. Örneğin: Kral Gubaz’ın elçileri İran
sarayına gittiklerinde çok eski Laz-îran anlaşma belgelerini yanlarına götürüp
ortaya koydular, iki ülke arasındaki politik ilişkileri gözler önüne serdiler.”
V.-VI. yüzyıllarda Lazika’da yönetim biçimi krallıktı.
Krallık hiyerarşisi babadan oğula değil, ailenin içindeki kraldan sonra en
yaşlı kişiye geçerdi. Örneğin: Kraİ Tsate I’den sonra yönetim oğlu’Gubaz’a
verilmeyip Tsate’nin küçük kardeşi Opsite’ye verilmişti.
Bizans egemenliği yıllarında Laz krallarına Bizans nişanlan
takılıp Keizar onayıyla tahta çıkmalarına rağmen yönetim işlerinde bu krallar
tamamen özgürdüler....
LAZİKA
KRALLIĞININ YIKILIŞI
Tiflis’in
kurtarılması ve Lazika-İberya topraklarından Persler’in çıkarılmasından sonra
Keizar Herakle her iki ülkeyi kesin olarak ele geçirme planları düşünmeye
koyuldu. Bu sıralarda güneyden başlayan güçlü Arap akınlan karşısında bu önlemi
almakta yarar görüyordu. Arap akıncıları Güney Kafkasya sınırlarına
yaklaşmakta, tehlike büyümekteydi. Bu durumda tek çıkar yol Kartli ve Lazika
sınırlarını güçlendirip tehlikeye karşı direnç kurulmalıydı. Bunun yanısıra
Bizans hesapları Lazika toprak bütünlüğünü parçalayıp minik idari bölgelere
ayırmak, Laz milli gücünü daha kolay zapturapt altında tutmayı kolaylaştırmaktı.
Zira bizzat Herakle Laz krallarının ve Laz ulusunun aktif savunma azmini
tecrübeleriyle görmüş, öğrenmişti. Ayrıca Laz krallarını kendi milli topraklan
dışında, Bizans yaranna savaşmaya da yanaşmıyorlar, Keizar Herakle’ yi bu konuda
reddediyordu. Bizanslı tarihçi Teofane’nin kayıtlarına göre: “Bir yıl sonra
Keizar Herakle Persiya’ya saldırmak istedi. Ancak Gürcü ordusu ve özellikle
Lazlar buna karşı çıktılar ve cepheyi terkedip evlerine döndüler. “Bu türlü
nedenler Keizarın Lazika Krallığını tümüyle ortadan kaldırıp İberya’daki gibi
ülkeyi küçük beyliklere bölmeye bahane hazırlıyordu. Sonunda iş oraya kadar
dayandı. Lazika krallığı ortadan kaldırıldı. Ancak buna ait kesin bulgi
materyaline henüz sahip değiliz. Şurası bir gerçekki tarihçi Teofane’ye göre: Tarih
689’u gösterdiği yıl artık Lazika Krallığı ortada görünmüyordu. Ülke Laz
patriği Eristav Serğe Bamukisdze eliyle yönetiliyordi. Fakat Patrik Serge de
Bizans’a bağlılığını göstermeyip kısa süre sonra ayaklandı. Ülkeyi araplara
teslim etti. Keizar meşum planlarını 7. yüzyılın sonunda ancak gerçekleştirmeye
muvaffak oldu. Tekrar Lazika toprağına hakim olup ülkeyi Eristavlıklara
(Beylikler) böldü. Serge Banukisdzeye ise Bizans Patrikliğinin Lazika
temsilcisi Unvanı verildi.
Bunca çarpışmalar,
savunma savaşları Lazika Krallığının tüm güç kaynaklarını tüketmişti.
Kapıya dayalı Arap
işgalcilerinin yarattığı buhran ve bazı dış problemler ülkenin yenilgisinde
yegane etken oldu. 643 yılında Doğu Gürcüstan Arap işgaline uğradı. Lazika’ya
saldırı fikri bundan sonra daha da güç kazandı. Araplar güya bu yolla
Lazika’da, Karadeniz sahil boyunda ve hatta tüm Güney Kafkasya’da Bizans
politik ve ekonomik etkinliğine gem vurmayı düşünüyorlardı. Bizans Keizarı
Araplar’ın kendisi için ne türlü tehlikeler planladıklarını pek iyi anlıyordu.
730 yılında Murvan komutasındaki Arap güçleri tekrar Gürcüstan’a karşı
saldırıya geçti. Önce Kartli işgal edildi. Ardından 735’de Samtshe..
Samtshe’den hareketle Murvan orduları Lazika’ya (Eğrisi) sarktı.
Murvan Lazika
ülkesinin sahil şeridinin tamamına yakın bölümünü işgal altına aldı. Bu durum
Lazlar için çok büyük politik dikkat ve beceri gerektiyordu. Lazika ve Samshe
sınırlarında güvenilir önlemler almaktan başka Laz Eristavhklanna iyi niyetli
Bizans temsilcilerininde yerleştirilmeleri gerekiyordu. Kuşkusuz Bizans
açısından iplerin Patrik Serge Barnukisdze’nin elinde kalması asla elverişli
bir iş olamazdı. Zira o geçmişte ülkeyi Bizans aleyhinde Araplar’a teslime
kalkışmıştı. Bu nedenle de gözden düşmüştü. Eristavlıklarda gözlemci
bulundurmakla hedefe ulaşılamayacağı aşikardı Keizar için. Laz Eristavlanna
karşı tavrını göstermekte gecikmedi. Bu kez çareyi Abhâzya Eristavını ön safha
geçirmekte aradı. Bu Eristav Bizans’a karşı bir dereceye kadar bağlılık hissi
veriyordu. Bu kişi Abhazya Eristavı Leon I idi. Leon I’in ülkesi Kelasur’dan
başlıyor Küçük Hazareti suyuna kadar uzanıyordu. Fakat kuşkusuz Bizans
arzusuna göre Leon I kısa zamanda Lazika topraklarına kadar genişleyecek,
insiyatifi elde etmeye çalışacaktı. Böylece hem Laz birliği dağıtılmış olacak,
hem de Laz-Abhaz birleşik güç oluşturulmuş olacaktı. Bu düşüncenin yanısıra
Abhazya’da Araplara karşı güçlü savunma tesisleri, kaleler, surlar inşa
edilmeye hız verildi. Abhazlar yaratılmış olan bu fırsattan yararlanmayı
bildiler. Bizans-Abhaz yardımlaşması ile Laz topraklan kolayca kontrol altına
alındı. Zamanla Lazistan (Eğrisi) coğrafi ve politik sahası Abhazya coğrafya
ve politik sahası kapsamına girmiş oldu. Laz bağımsızlığına son verilmesi ancak
VII.-VIII. yüzyıllar içerisinde gerçekleştirilebildi. VIII. yüzyıl sonunda
artık bu topraklarda Lazika yok, Abhazya vardı.
Bağımsızlığın elden
gitmesiyle birlikte Lazika’da ülke bütünlüğü bozuldu. Toprak ikiye ayrıldı.
Güneybatı kesimi Güneyli Gürcü kökenli Tçan-Lazlann yaşama sahası, Kuzeybatı
kesimi ise Kuzeyli Gürcü kökenli Megreller’in yaşama sahası olarak belirdi. Bu
iki Laz toprağının ortasındaki Çoruh ve Rion vadilerine zamanla Gürcücenin ana
lehçesi (Kartça) ile konuşan unsur hakim oldu.
Gürcülerin ana kolu
olan Kartlar’ın Lazika’ya sarkıp ülkenin orta kesimlerine yerleşmelerine
kuşkusuz Arap işgalcileri neden oldu. Araplar ele geçirdikleri Gürcü(Kartli)
ülkesine çekilmez zulümler yapıyorlar, halkı ekonomik, özgürlük ve inanç
(ruhani) baskısı altında inletiyorlardı.
Abbasi soyunun
halifeliği döneminde çok şiddetli İslami kaideler yüklendi Hıristiyan
Gürcüler’in sırtına. Gürcü halkının İslama zorlanması Arap geleceğinin
güvencesi açısından zorunlu görülüyordu. İslama girmiyenleri güdüm altına
alıyorlar, onları türlü sıkıntılara, müşküllere düşürüyorlardı. Zenginlerin
malları, mülkleri ellerinden alınıyor rütbelilerin rütbeleri, Unvanlıların
Unvanları gaspediliyordu. Daha bitmez tükenmez işkence ve haksızlıklarla Gürcü
halkı Araplar’ ca bizar edildi. Gürcü halkının yaşama şansı İslamlığa bağlı
gözüküyordu. Arap güdümü ve tazyiki altındaki halk kurtuluşu Lazika’ya kaçmakta
arıyordu. Fırsat buldukça gruplar halinde Lazika’ya (Eğrisi) sığınıyor,
nisbeten hafif olan Bizans boyunduruğunu Arap boyunduruğuna tercih ediyordu.
Örneğin Kartlı Eristavı Nerse Lazika’ya sığındığında beraberinde 300 kadar
asker, asillerden bir çok aile, kendi ailesi ve saray erkanını da götürmüştü.
Ardından diğer Kartlı Eristavları Arçil, Yoanne, Cuanşer ve daha bir
çoklarında sığınmaları izledi Nerseyi.
Lazika’da Rion havzasının
güney kesimi V-VI. yüzyıllarda sürekli İran-Roma savaşları nedeniyle nüfusunun
tamamına yakınını yitirmişti. Bu yüzden bu arazi Kartliden sığınanlar için
yerleşime ideal bir saha idi.
LAZİSTAN BİZANS
İDARESİNDE
Bizanslılar, ikiye
böldükleri Lazika’nın Tçan-Laz bölümünü Gürcüstan’dan tümüyle koparıp kendi
topraklarına katmakta gecikmediler. Bu bölüm Çoruh'vadisinden başlıyor Trabzon
sınırlarına kadar uzanıyordu. Bu da küçümsenemeyecek kadar geniş bir arazi
parçası sayılırdı. Lazika’nın küçük bir bölümü (Viçe, Hopa, Gonio) ise
Gürcüstan sınırları içinde Samsthe Eristavhğıha bağlı kalmıştı. Dikkat
edildiğinde kolayca anlaşılacağı gibi Gürcü milli topraklarından kopanlamayan
bu küçücük mıntıka ahalisi ana dillerini, milli karakter ve değerlerini koruyabilmiş,
günümüze kadar yaşayabilmiştir. Lazika’nın Trabzon’u da içine alan batı sahası
halkı ise zamanla yabancı unsurlar içinde eritilip orijinal milli yapılan
değişime uğratılmıştır.
Karadeniz’in
Lazlar’a ait sahil şeridinin çok önemli stratejik ve ekonomik önemi vardı.
Bunu göz önünde bulunduran Bizans Keizarı bu toprakları kendirie mal etmeye ve
üzerinde yaşayan yerli Tçan-Laz Gürcülerinin yurtlanyla ilişkilerini kesmeye,
onları asimile etmeye gayret gösteriyordu. Bunu başarabilmek için de mıntıkayı
çok sıkı kontrol altında tutmaya, Laz Gürcüleri arasında Yunan lisanını
yaygınlaştırmaya özen gösteriyordu.
IX.-X. yüzyıllar
içerisinde bölük pörçük Gürcü ülkesinin derlenip toparlanması, birleştirilip,
güçlendirilmesi konusunda tüm Eristavlıklarının gösterdiği çaba ve mücadele
arasında Laz Gürcüleri yer alamamıştı. Bundan başka, artık Laz Gürcülerinin ana
Gürcüstanla politik ve kültürel ilişkileri de kesilmişti. Bizanslılar buna
asla izin vermiyorlardı. Bu nedenle X.-XII. yüzyıllarının feodal Gürcüstan’ında
girişilen büyük kültürel reformlar, bayındırlık işleri vb. gibi olumlu
sonuçlardan Laz Gürcüleri mahrum kalmış oluyordu. Giderek Laz yöresi Gürcü
kültür merkezleriyle ilişkilerini kaybetti. Ağır bir Bizans kültür baskısı
altına sokulmuş oldu.
Büyük Gürcü kültür
adamımız Profesör Niko Maar’ın ifadesine göre “Artık Laz Gürcülerinin
kiliselerinde ibadetler Yunan geleneğine göre yapılmaya başlannnştı.’’ Diğer
Gürcü tarihçi P. Acaria’nın ifadesine göre “Lazlar arasında, artık Laz
lisanını terkedip Yunancayı benimseyen, kendilerini de Yunan olarak tanıtan bir
zümre türemişti. Bu zümre kendi dini merkezleri olarak da İstanbul Rum
Ortodoks Patrikliğini tanımıştı. Buna rağmen bu zümrenin Yunanlı olmadığı konuşmalarındaki
aksan farklılığı ile kolayca anlaşılmakta idi. Bu zümrenin işgal ettiği saha, Trabzon’dan
batıya doğru Platana’ya kadar, güneye doğru Gümüşhane’ye kadar genişliyordu. Bu
saha içerisinde tasladığımız büyük yerleşim birimleri ise üç adetti Trabzon,
Platana ve Gümüşhane.
Bizans boyunduruğu
altına düşen Laz-Tçanlar milliyet, lisan ve diğer özelliklerini Rumca’ya karşı
koruma gücünü bir türlü kendilerinde bulamıyorlardı. Dışarıdan böyle bir gücün
kendilerine ulaştırılması da olanaksızdı. Aslında bu şartlarda Lazların kuzeyli
kardeşleri Megreller de savaş ve işgaller nedeniyle çok güçsüz düşmüş, Laz
kardeşlerine yardun ulaştıracak kudretleri kalmamıştı. Diğer Gürcü
Eristavlıkları da kendi aralarındaki çekişmelerden fırsat bulup ilgilerini Laz
problemleri üzerine çevirememekte idiler. Üstelik Abhazya ve Tao-Klarçeti
(Erzurum-Artvin) yöneticileri Bizans egemenliği altında bulunuyorlar, merkezi
Gürcüstanla Lazlar arasındaki her türlü ilişkiye engel teşkil ediyorlardı.
Bizans ise Gürcü feodallannın birleşip tek güç halini almalarına mani oluyor, güney
Gürcüstan’ı kesinkes kendi toprağına katmaya gayret gösteriyordu. Bu toprağı
korumak uğrunda müttefik Gürcü kralları Bagrat III Giorgi I ve özellikle Bagrat
IV (1027-1072)’in Bizans’a karşı uzun ve zorlu savunma savaşları verme zor
unluğu doğmuştu. Bu şartlarda Laz-Tçan yurdunu kurtarmak, Ana Gürcüstan’a
kavuşturmak Gürcü Kralları için pek zor görüyordu. Beklemekten ve olumlu
fırsat kollamaktan başka yapılacak bir iş görünmüyordu şimdilik.
Gürcü Kraliçesi
Tamara iktidan işte
bu döneme rastlar. Gürcüstan’a feodal monarşi sistemi Tamara döneminde epey bir
ilerleme gösterdi. Bu dönemde Gürcü etki alanı Karadeniz’den Hazar denizine
kadar genişledi. Artık bunca güce ulaşan bir Tamara döneminde hayati önemi olan
yatan parçası Lazistan’ın milli sınırlar dışında, yabancı işgalinde kalması
düşünülemezdi.
Tamara, haçlı
seferleri ve Bizans sarayındaki iktidar kavgaları kargaşasından yararlanmakta
gecikmedi.
Tamara tarafından
bazı Gürcü din adamlarına dağıtılan Altın ve diğer ihsanlara Bizans Keizarınca
el konması olayı bahane edinilerek Keizarın hak ettiği cezaya çarptırılması
kararlaştırıldı. 1204 tarihli Gürcü vakainamesi kayıtlarına göre: Tamara
Bizans üzerine Lih ötesi kesimi kuvvetlerinden bir kısmını şevketti. Bu
kuvvetler Lazika, Trabzon, Liman, Samsun, Sinop, Giresun, Kotiora (Ordu),
Amastria, Eraklia ve tüm Pontusu kısa zamanda ele geçirdi. Bu saha üzerinde
bağımsız bir Trabzon Krallığı kurulup tahtına da Gürcü sarayında büyütülüp
yetiştirilen Tamara’ nın yakın akrabası, güvenilir Rum prensi David Komnenon
oturtuldu. Gürcü vakanüvistinin bu kaydını Bizans vakanüvisti Miheil
Panaret de doğrulamaktadır. Panaret’e göre: 6 Nisan 1204 günü haçlı orduları
İstanbul’u muhasaraya aldıklarında Komnenosların büyüğü Aleksi, teyzesi Tamara’dan
yardım temin ederek Gürcü ordusunun desteğiyle Trabzon’u işgal etti. Küçük
kardeşi David de yine Laz ve Gürcü kuvvetlerinin yardımıyla Bitinia’yı ele
geçirdi.
Böylece Tamara
Bizans’tan kurtardığı Laz-Tçan yurdunu Trabzon Krallığı adıyla himayesi altında
almış oldu. Bu konuda bir başka tarihçi akademisyen Uspenski ise.
şunları yazmaktadır: Karadeniz sahillerinde Komnenosların zafere ulaşmaları
kuşkusuz Kraliçe Tamara’nın hazırladığı bir pozisyondu. Bu durumda Aleksinin
ancak Tamara himayesinde hüküm sürmesi mümkün olabilirdi. Doğu Karadeniz
sahillerinde Gürcü-Bizans mücadelelerinin sonucu Komnenos Krallığının
kurulmasına zemin oluşturdu.”
Tamara’ya ait
menkibelerde onun Trabzon Komnenos ülkesinde oynadığı emsalsiz rol üzerine
Lazlar arasına da yaygın tarihi öykülere bolca raslamak mümkündür. Bucaklı Laz
Mehmet Ali Çeboğlu’nun anlattığı öykü şöyle: “Lazlar’ın eski asilleri
Megrel’miş. Megreller Trabzon’a kadar uzanan sahada Gürcü Kraliçesi Tamara’nın
yönetiminde yaşarlarmış. Bucakta bir pınara “Mapa Tskari” diyorlar. Bu, Kraliçe
Pınarı demektir. Tamara’ya izafe edilmektedir. Bundan başka, Atina’dan ilerde,
deniz içinde kocaman kaya üstünde iki katlı, dört cepheli bir kale vardır. Bu
yapının adına “Kız Kulesi” diyorlar. İşte bu kuleyi yapan da Tamara olduğu için
bu isim verilmiş. “Başka bir Laz halk deyişi de şöyle: “Lazistan’da birçok
tarihi yapılar varmış. Bunlardan birinin tamiri gerekmiş. Lazlara para
yetiştirememişlerbunu, dertlerini Tamara’ya iletmişler Tamara saçından bir tel
koparıp Lazlara vermiş. Bu saç teli sayesinde Lazlar hazine ya da altın madeni
keşfetmişler. Zengin olup yıkık binayı tamir etmişler. Onarılan yapılan gören
Tamara pek beğenmiş, sevinmiş. Lazların becerikliliğini takdis etmiş. İşte o
günden bu yana Lazlar yapıcılıklarıyla ün salmışlar yöreye.”
“Tamara’nın duası o
kadar yaramış ki Lazlar’a her evden birkaç sanatkar yetişmiş. Gürcü ülkesini
Laz ustalar doldurmuş. Evler, köprüler, köşkler, surlar, kiliseler vb. hep Laz
ustalann eseri olarak yükselmiş.”
Trabzon Krallığı
üzerindeki Gürcü etkinliği ve Lazların Bizans boyunduruğundan kurtanhnası
olayını Bizanshlar asla hazmedemiyorlardı. Özellikle yönetici kadrolardaki
aristokratlar mücadeleye hazır bekliyorlardı. Bu durum Trabzon Krallığı için
yönetim aleyhtarı bir hizbin oluşmasına neden oldu. Gürcüstan taraftan Laz
grubu ile Bizans sempatizmanı Laz olmayan diğer gruptu bu. Bu iki karşıt grup
kendi politik düşünce paralelinde bir kişiyi yönetime getirmek için mücadeleye
girdi. Gürcü Krallığının güçlü dönemi boyunca Trabzon tahtınde sürekli
Gürcüstan sempatizmanı krallar iktidarda tutuldu, Laz çabalanyla. Bu krallar
Gürcüstan sarayınım prensesleriyle evlendiriliyor, iki ülke arasında sıkı ve
sıcak bağlar tesise çalışılıyordu. Ancak ne vakit ki Gürcüstan’da Moğol
istilaları başlayıp ülke savaş nedeniyle zayıf düştü, işte o vakit Bizans
taraflısı grup Gürcü taraftarı Lazlar’a karşı aktif harekete başladılar. Bu
saldırgan grubun telkin ve zorlamasıyla Kral İoane II BizanslI bir prensesle
evlenip Bizans Keizarlığı koruyuculuğunu kabul ettiğini açıkladı. Bu demekti ki
Doğu Karadeniz’deki Milli Laz ülkesi Gürcü etki alanından koparılıp tekrar
Bizansın boyunduruğuna girecekti. Bu gelişmelere tabi ki Gürcüstan seyirci
kalamazdı. Laz Gürcülerinin bu hayat-memat sorunlarına ilgisiz kalınamazdı. Bu
düşünceden hareketle 1282 yılı Nisan ayında Gürcüstan Kralı David VI (Narin)
Trabzon’a karşı saldırıya geçti. Ancak bu seferden olumlu sonuç alamadan
dönmek zorunda kaldı.
Gürcüstan’da evli
olan Trabzon Kralı İoane H’nin kızkardeşi Teodara 1285 yılında birleşik Laz-Gürcü
ordusuyla Trabzon’a saldırarak ülkeyi ele geçirdi. Kardeşi Kral İoane’yi (11)
tahttan indirerek kendisi oturdu. Bunun anlamı ise Gürcüstan yanlısı Laz
grubunun zafere ulaşması demekti. Gürcü tarihçi İvane Cavahişvili’ye göre:
Gürcüstan XIII. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak kendi emekleriyle kurulan
ve nüfusunun çoğunluğu Gürcü soyundan Lazlarla meskun olan bu ülkeyi daha bir
büyük ilgiyle izleyip gözetim altında tutmaya gayret etti. Zira soydaşları
Lazların gelecekteki mukadderatıyla birinci derecede ilgilenmek onun tabii hak
ve göreviydi. Laz Gürcülerinin bu başarıları pek doğal olarak Bizanshlar’ı
tedirgin ediyordu. Buna karşın Gürcü kesimi de hiçbir özveriden kaçınmayıp ülke
mukadderatındaki rolünü terke yanaşmıyordu.
Gün olup Trabzon
tahtına Aleksi II oturduğunda Gürcü devlet adamları ne edip ettiler, Aleksi’yi
Meshet feodali Beka’nın prenses kızı ile başgöze muvaffak oldular. Gürcü vakai'
namesindeki bilgiye göre de: Rum Kralı Kir Mihail Komnenos Gürcü Atabeği
Beka’ya, prenses kızına karşılık ülkesi Lazistan’ı tümüyle bağışladı. Bu kayda
bakılırsa Atabeg Beka Lazistanı damadı Aleksi H’den teslim almış gözükmektedir.
Diğer bir anlamda da, Trabzon yönetiminde Gürcü yanlısı Laz grubu tekrar
etkinlik kazandı. Bu son gelişmeler Bizans sarayını çileden çıkarmaya yetti.
Ancak Bizanslılar Kral Aleksi II hayatta kaldığı sürece hiçbir olumlu sonuca
ulaşamadılar. 1330 yılında Aleksi’nin ölümünden sonra tahta oturan kardeşi
Vasil, aceleden Bizans Keizarının kızı Prenses İrine ile başgöz edildi. Bu
durum Keizar yanlılarına güç kazandırdı ve bunlar çok şiddetli saldırılarla Laz
Gürcülerini boğazlamaya başladılar. Laz Gürcüleri bu boğuşmada yenik düştüler.
Rum kesimi Laz kesiminin çok değerli iki liderini ölümle cezalandırdı.
Öldürülen Laz liderlerden biri Dukaleki Tçantçidze, diğeri Caba Domestikos’tu.
Bunlardan Dukaleki Tçantçidze ayrılıkçı Laz güçleri lideri, Caba Domestikos
ise Trabzon ordusu başkomutanı icd. Bu yenilgi Laz hareketlerini sindirmeye
yetmedi. Lazlar güçlerini toparlamaya çalışıyorlar, yeni mücadelelere
hazırlanıyorlardı. Bu sıralarda Bizans’ın keyfini kaçıran olaylar gelişmeye
başladı. Osmanlı Türkleri Başkent Konstantinople kapılarına dayanmıştı. Osmanlılar
tüm Küçükasya beyliklerini elde etmişler, ordularını artık Bizansın başkenti
üzerine yöneltmişlerdi. İşte bu tehdit Bizans’ı çok tedirgin etmişti. Bu
dönemde Gürcüstan tahtında güçlü Kral Giorgi V (Parlak) hüküm
sürmekteydi. (1314-1346) Giorgi V (Parlak) Trabzon Laz Gürcülerinin de askeri
ve siyasi lideri durumundaydı.
1341 yılında Türkler
Trabzon Krallığını talan edip ateşe verdiler. Bu durumdan yararlanan Lazlar
Kral Vasil l’in kızkardeşi Anna (Anna Kutlu) ile anlaşarak ona
kraliçelik önerisinde bulundular. Türklerin ülkeden çekilmesinden sonra Anna,
Laz ordusunun gayretiyle BizanslI prensesi kraliçelik makamından atıp kendisi
oturdu. BizanslI İrine’nin tahtan indirilmesi ve Anna Kutlunun tahta
çıkması olayında Gürcü ordusu da büyük rol oynamıştı.
Bizans Keizan bu
son duruma çok öfkelendi. Aynı yılın 30 Temmuzunda üç gemi dolusu askerle
Trabzon limanına dayandı. Askerle birlikte Komnenon Prenslerinden Miheil de
getirilmişti, Konstantinepol’den. Niyet bu prensi Trabzon tahtına oturtmaktı.
Lazlar ve Gürcü ordusu ilk zamanlarda taktik gereği ilgisiz ve hareketsiz gibi
kaldılar. Fırsatı kaçmnayan Bizanslılar Komnenon Prensi Mihail’i saraya sokup
tahta oturtulan Miheil bir gün sarayda sabahladıktan sonra ertesi sabah Lazlar
tarafından yakalanıp kapıdışarı edildi. Bunun heyecanıyla coşan Laz kuvvetleri
limanda bekleyen Bizans askerlerine saldırıp onları perişan ettiler.
Gemilerini de ellerinden aldılar. Prens Miheil’i ve sabık kraliçe trine’yi
ülkeden çıkarıp Konstantinepol’e gönderdiler. Böylece Trabzon da yine Laz
başarılarıyla tekrar Gürcü sempatizanı idare kurulmuş oluyordu.
Laz Gürcülerinin
Rumlarla sürekli mücadelesi 1453 yılında artık son buldu. Bu tarihte Osmanlılaı
Konstantinepol’u işgal edip Bizans’a son vermişlerdi. Kenti de kendi
topraklarına katmışlardı.
“ Kısa süre sonra
Osmanlılar Trabzon’u işgal ettiler. Son Kral David Gürcüstan’dan imdat istedi.
Fakat tüm istek ve sızlanmaları sonuçsuz kaldı. 1461 yılında Sultan Mehmet
II (Fatih) güçlü ordusuyla Trabzon kıyılarına dayandı. David bu orduya
karşı koyma cesareti gösteremedi. Nihayet ülkeyi savaşsız olarak Osmanlıya teslim
etmek zorunda kaldı. Sultan Mehmet n, David ve 8 oğlunu boğdurup ortadan
kaldırmakta gecikmedi.
LAZİSTAN OSMANLI
YÖNETİMİNDE
Yukarıda
belirtildiği gibi 1461 yılında Osmanlılar’ın Trabzon’u işgalinden sonra Lazlar
arasında yeni bir tedirginlik baş gösterdi. Ergeç Osmanlılar Lazlar’a karşı
baskı ve terör uygulayabilirlerdi. Gürcü tarihi kayıtlarından anlaşıldığına
göre bu dönemde Lazistan’ın bir bölümü, Viçe-Hopa ile Gonio arasındaki yerler
Gürcü.feodali Kahaber Gurieli’nin elinde bulunuyordu. Bu bölge Samsthe Gürcü
Atabegliğine bağlı bulunduğu sıralar Atabeg Kvarkvare tarafından Kahaber
Gurieli’ye hediye edilmişti. Bunun nedeni ise Samsthe Atabeği Kvarkvare Kartli
Kralı Giorgi VIII (1446-1469) ile mücadeleye giriştiğinde Kahaber Gurieli’yi
kendi safında tutma gayretinden idi. işte bunu temin için Lazistan’m bu
kesimini Kahabere hediye edip onu hoşnut etmişti. Gürcü tarihi bu hususta
şunları yazmaktadır: “Kvarkvare Atabeg Gior’i VIII ile savaşa giriştiğinde
Gurieli Khaber’in Giorgi’yi desteklemesinden çekindi. Onu kendi tarafında
tutmak için ona Acara’yı, Tçaneti bağışladı. Kahaber bundan memnun olup
Kvarkvare’ye dostluk yemini verdi.”
1465 yılında
vukubulan bu olayın öyküsü Lazlar arasında “Khaber’in Osmanlıya karşı
gösterdiği kahramanhklar”la birlikte günümüze kadar ulaşabilmiştir. Ayrıca
Mamia Gurieli tarafından sonraları Tsitsianov’a verilen Guria sınırları
hakkındaki yazılı bilgide bu konuyada değinilmektedir. Bu konuya aşağıda tekrar
değinilecektir.
Osmanlılar
çok geçmeden Bizanslılar’ın yaptıklarından farksız olarak Lazlar’ı tehdide
başladılar. Bizanslılarla OsmanlIların Lazlar karşısındaki farkı sadece şuydu:
Bizanslılar Lazlar’ın dindaşları (Hıristiyan), Osmanlılar ise başka bir dinden
(İslam) bulunuyorlardı. Bu din ayrılığı Lazlar’ın durumunu daha da
güçleştiriyordu. .
Lazlar’ın Bizanslılara
karşı verdikleri mücadele milli karakterlerini, dil ve kültürlerini koruma
noktasında iken bu defa Osmanlılar’la yapmak zorunda kalacakları mücadele daha
çok cepheli olacaktı. Zira aralarındaki din farkı yanısıra daha acımasız,
kültürel yönden geri kalmış bir toplum görünümdeydi Osmanlılar.
Lazlar’ın korktukları çok geçmeden başlarına gelmeye başlamıştı. Türkler
Lazlar’ı, onların soydaşları Gürcüler’den tümüyle koparmaya, Hıristiyan dininin
kökünü kazıyıp İslamın yerleştirilmesi çabalarına girişmişlerdi. Bu işe
girişildiği dönem Sultan Selim II (1512-1520) yıllarına raslar. Sultan Selim II
acımasız ve fanatik bir karaktere sahipti. İslâmî yayma hususunda telkin ve
ikna yolu yerine kaba güç kullanma düşüncesindeydi. 1503-1516 Samsthe
Atabegliğine Mzeçabuki (Güneş Çocuk) geldiğinde Gurieli elinde bulunan
Lazistan’ın kuzey bölümü problem olmaya başladı. Mzeçabuki’nin endişesine
göre: Lazistan sahilleri Msheta Atabegliğinin dışa açılan deniz kapısı iken bu
kapı Kvarkvare tarafından Gurieli’ye hediye edilmekte kapanmış oluyordu. Bu
mıntıkanın Gurieli’den geri alınması gerekiyordu. Çok geçmeden bu fırsat
doğmuştu. Osmanlılar Gurieli’nin ülkesinin kuzey kesimi olan Guria’ya
saldırdılar. Bunu fırsat bilen Mzeçabuki Osmanlılar’la Gurieli’ye karşı
anlaşarak Lazistanın bu bölümünü işgal etti. Gürcü tarihi kayıtlarına göre:
“Mzeçabuki Osmanlılar’la dostluk anlaşması yaparak Gurieli’nin topraklarına
saldırdı. Savaş sonunda Acara ile Tçaneti’yi işgal etti.” Bu dostluk
anlaşmasına göre Mze-Çabuki Osmanlılar tmereti Gürcü topraklarını işgale
kalktıklarında ordusuna erzak yetiştirmeyi ve yol gösterici rehberler vermeyi
kabul etmişti. Bu yüzden tmereti Kralı Bagrat III (1510-1548) Samsthe Atabeği
Mze-Çabuki’ye karşı düşmanlık duyuyordu, tranlılar’ın Samsthe’ye saldırmasını
fırsat bilen Bagrat III.Dadiani feodali Gurieli’yle de anlaşarak Samthe’ye
saldırdı. Savaş alanı Murcahet arazisiydi. Bu savaşta Mze-Çabuki (1516-1535)
yi tutsak'düşürdüler, ülkesini işgal ettiler.
Bagrat III sözünde
durarak Mze-Çabuki’den geri aldığı Acara, Tçaneti’yi Gurieli’ye iade etti.
Samsthe’yi de kendisi ilhak etti. Selim II’nin saldırıları bu kezde kuzeydeki
Gurieli Lazistanı üzerine yöneldi. İslam dininin Gürcüstan Lazlarına empoze
edilme işine girişilmeye başlandı. Gürcü tarihine göre: Sultan Selim (Süleyman)
m bu saldırısı şu sözlerle ifade edilmektedir: Osmanlı orduları yine
Gürcüstan’a saldırıp Kral Bagrat’m ülkesinde Spalıları, Gurieli’nin ülkesinden
Tçaneti’yi ele geçirdiler. Batum’da kale inşaatına giriştiler. Gurieli bu
duruma komşu Gürcü feodalları Levan Dadiani ile Bagrat’a bildirdi. Dedi ki:
Osmanlılar benim işimi bitirdikten sonra sıra size gelecektir. Böyle olmasını
istemiyorsanız bana yardım ediniz.” Gurieli komşularından yardım beklemekle
yetinmedi, tüm gücüyle Osmanlılarla savunma savaşlarına girişti. Karada geçen
çarpışmalarda Osmanlı ordusu büyük zayiata uğradı. Osmanlılar Çoruh suyu
ötelerine çekilmek zorunda kaldılar. Kayıklara doluşup nehri geçtiler. Nehir
bu mevsimde çok azgın olduğu için Gurieli’nin askerleri düşmanın peşinden
gidemediler. Nehrin karşı yakasındaki Gonio’da Osmanlılar kale inşaatına
başladılar. Gurieli boş ümitlerle yardım beklerken İmereti Kralı Bagrat III
yardım şöyle dursun aksine Dadiani ile Gurieli’yi birbirine takıştırma
çabalarına girişti. Bu şartlarda Gurieli çok zayıf düştüğünden ülkesini
Osmanlılar’a karşı koruyamazdı. Kısa zaman içinde Tçaneti Osmanlı istilasına
uğramış oldu.
Yine Gürcü tarihi
kayıtlarına göre: “Dadiani Çoruh ötesinde üslenen (Gonioda) Osmanlı
kuvvetlerine kayıklarla saldırıp düşmanı oradan söküp atma gücünü gösteremedi.
OsmanlılarGonio kalesini inşa ettikten sonra kolayca Tçaneti ve Acara’ya
akınlar düzenleyip Gurieli’nin topraklarını ve tüm zenginleri ellerine
geçirdiler.” Osmanlılar böylece XVI. yüzyıl içinde İmereti Kralı Bagrat III
ile Mamia Gurieli arasındaki çekişmelerden yararlanıp tüm Tçaneti’yi ellerine
geçirmiş oldular.
Gürcü halk
deyişlerine göre bu Osmanlı-Gürcü savaşı sırasında Laz ordusuna komutanlık eden
Kahaber Gurieli çok büyük kahramanlıklar gösterdi. Kahaber birçok kez düşman ordularını
Laz topraklarında yenilgiye uğratıp geri çekilmelerine mecbur etmişti. Ancak
saldırganlar çok üstün kuvvetlerle Kahaberi mağlup edip öldürdükten sonra
Lazistan’ı ele geçirmeye muvaffak olabilmişlerdi. Kahaberin öldürülmesinden
sonra Laz halkı bu kahramanları için destanlar, menkibeler söylemeye başladı.
Bu tür övgü sözlerini Osmanlılar şiddetle izleyip söyleyenleri cezalandırdılar.
Fakat bugüne değin Kahaber yine de unutulmuş değildir. Onun hakkı ndaki
kahramanlık öyküleri dillerden düşmüş değildir. Kahaberi için söylenenlerin
birçoğu atasözü niteliği kazanmıştır Gürcüstan’da. Örneğin bunlardan birisi: “Her
yiğidin adı yiğittir, Kahaber’in ki ise babayiğittir.”
Selim’in Lazistan
seferleri üzerine söylenmiş önemli öyküler Lazlar arasında günümüze kadar
söylenegelmiştir. Örneğin: “Padişah askerleriyle birlikte Trabzon’dan hareketle
Melo’ya dayandı. Melo’dan savaşa savaşa Gonio kalesine indi. Kaleye üslenmekle
Arhavi, Viçe, Atina, Hopa, Gonio, Batum, Çhala, Beğlevan, Noğedi (Makriali)
Sarp kent ve köylerini abluka altına aldı. Savaş üç ay aralıksız sürdü.
Lazların erzakı tükendi. Askerlerinin yüzde yetmişbeşi kırıldı. Nihayet Osmanlılar,
Lazlarla barış görüşmelerine oturdular. Lazların temsilcisi Petros söze
başladı: “Savaşacak askerimiz kalmadı, yiyecek erzakımız tükendi.” dedi.
Osmanlı temsilcisi (Paşa) da: “Size yiyecek verelim ama ölen askerlerinizin
geri getirilmesi olanaksız. Erkek çocuklarınız on yıl içinde birer asker
olarak yetişir. Endişe etmeyiniz. Size bir önerimiz var. Sakın bizi
reddemeyiniz.”
“Nedir öneriniz”
diye sordu Petros.
“Müslümanlığı kabul
ediniz.” dedi Paşa.
“Bizler
Hıristiyanız. Bizi böylece kabul ediyorsanız ediniz, asla Müslüman olamayız.” dedi Petros da.
“Peki -dedi
Paşaistediğiniz gibi olsun”
Petros Osmanlı
paşasına bir kağıt uzattı. Üzerindeki istek şuydu
“Ülkemiz
Lazistan’da sığırlarımıza, davarlarımıza, tavuklarımıza ve neyimiz varsa
hiçbir şeye el uzatılmasın, zarar verilmesin.”
Üç yıl boyunca
Laz halkının yaşamında hiçbir değişiklik olmadı. Kiliselerinde serbest ibadet
edebiliyorlar, okullarında kendi dillerini rahatça okuyabiliyorlardı. Ama bu
uzun sürmedi. Üç yıl sonra Laz papazlar birer birer yakalanıp ikişer, üçer yıl
süreyle hapse atılmaya başlandılar. Ülkede papazların sayısı azaldı. Bunların
yerine 45 kişilik hoca grubu getirilerek Lazistan’da görevlendirildi. Türkçe
medreseler açıldı. Her aileden çocuklarını bu okula göndermesi istendi. Çocuğu
olanlar medreselere getirilip yazdırmak zorunda bırakıldı.
Sultan Selim’in bu
işgal olayı üzerinden bir asır kadar zaman geçtiğinde, 1615 yılında misyoner
Lui Grancerios tarafından kaleme alınan bilgilere göre: “Rize nahiyesi Trabzon’la
Gürcüstan arasındaki sahil boyunca uzanmaktadır. Bu nahiyenin Trabzon’a yakın
kesimindeki ahali Yunanca, Gürcüstan’a yakın olan kesimindeki ahali de Megrelce
konuşmaktadır. Rize kenti Lazların kentidir. Lazlar Megrel ulusundandır.
Zamanla İslama geçişler olmaktadır. İslâmî kabul etmeyenlere ağır vergiler
yüklenmekte, ekonomik ve moral baskısı yapılmaktadır. Bu baskılar Lazlar’ın
Türklüğe boyun eğmelerinde büyük rol oynamaktadır. Bazı aileler yeni doğmuş
erkek çocuklarını öldürüp yok etmektedirler. Zira böyle yapmakla evlatlarını
ağır yaşam şartlarından ve İslama zorlanmaktan kurtarmış sayıyorlar. Yetişkin
kızlarını Yeniçerilerle evlendirmeye özen gösteriyorlar. Bu yolla bir dereceye
kadar rahat yaşama şansı elde etmeye çalışıyorlar. Lazlann isimlerinde
değişiklik yapılmaktadır. Hıristiyan isimleri müslüman isimleriyle
değiştiriliyor. Çok az miktarda Laz, geleneksel Hıristiyan ve milli ad ve
soyadlarını koruyabilmiştir.’’
Lui Grancerios’un
bize ulaşan bu bilgilerinden anlıyoruz ki, Osmanlılar çok ağır şartlarla Laz
halkını İslama ve itaate sokmaya çalışmışlardır.
Osmanlılar,
Lazlar’ı Türkleştirme ve İslâmlaştırma çabalarına sonraki yıllarda da ara
vermiş değiller. XVII.-XVIII. yüzyıllarda Osmanlı vergi ve angaryalarına
tahammül edemeyen, diğer yandan Hıristiyanlık’tan da vazgeçemeyen bir çok insan
kurtuluşu Gürcüstan’a kaçmakta afadı. Bunu beceremeyen birçok insan da
nisbeten kolay bulduğu kurtuluş yolunu seçip batıya, Rum kesimine doğru
çekilmeye başladı. Bir kısım Laz halkı da Latin (Katolik) kiliselerine sığınıp
canını ve dinini korumaya çalıştı. Osmanlı baskıları nedeniyle dağılan Laz
halkında artık yavaş yavaş denasyonalizasyon görülmeye başlandı. Müslüman
olanlar Türkler arasında, Hıristiyan kalanlar Rumlar arasında erime felaketine
düçar oldular.
İslama giren
Lazları ana Gürcüstan’dan iyice koparabilmek için Osmanlı mollaları çok yoğun
propaganda yapıyorlardı. Sık sık Lazlar’a: Sîzler Gürcüler’e akraba
değilsiniz, ayrı bir milletsiniz. Bunun için alfabeniz Gürcü alfabesi
değil, Arap alfabesi olmalı, çünkü Müslümansınız.” diyorlardı. Böylece Lazlar
arasında Gürcülüğe ait ne varsa kovuyor, iki kardeş halkın arası iyice
açılıyordu. Güçlü Osmanlı ülkesi Gürcüstan’m kalan topraklarına da göz koyup
zaptetmekle tehdit ettiğinden artık Lazlar’a Gürcüstan’dan imdat yetişme ümidi
de sönmüştü. 1545 yılında Pasinler yakınındaki Sohoista’da çıkan çarpışmalarda
Osmanlılar Gürcü kuvvetleri yenilgiye uğrattılar. Bu savaşta tüm
Samsthe-Saatabago toprakları OsmanlI’nın eline geçti. Kaybedilen bu
topraklarda da Türkleştirme, İslâmlaştırma hareketleri başladı. Bu tarihten
sonra Türkler Gürcüstan’m bağrındaki topraklara da göz koymaya başladılar.
Kartl Kahetiyi, İmereti-Odişiyi tehdide başladılar. Osmanlılar öte yandan da
İranlılarla çarpışmalarını sürdürüyorlardı. Bu iki ülkenin çarpışmaları Güney
Kafkasya’yı elde etme yarışından başka bir şey değildi. Bu nedenle Gürcüstan
toprakları bu iki saldırgan komşu ülkenin savaş alanı haline gelmişti. İşte bu
kötü durum Lazlar’ın kurtuluş ümidini tümüyle söndürmekte idi. Artık bu durumda
Gürcüstan’ın kendilerine yardım ulaştırmasına olanak göremiyorlardı. Küçücük
Laz ülkesi güçlü Osmanlı pençesi altında büyük bir milli trajedi oynamakta, gelecek
günlere ümitsizce bakmaktan başka bir çare bulamamaktaydı.
Fakat, XVIII.
yüzyıl politik yaşama bazı değişiklikler getirdi. Osmanlılar karşısında güçlü
bir Rusya gölündü, sahnede. Rusya Kafkasya’da Osmanlı yayılmacılığına set çekip
gem vurmakta gecikmedi.
1723 yılında
Osmanlılar Tbilisi işgal ettiler. Sonrada tüm Kartli bölgesini ele geçirdiler.
Kartli yöneticiliğine İslâmî kabul etmiş Bagratlı ailesinden Prens İese’yi
(Mustafa Paşa) tayin ettiler. Kartli yönetimi prensip olarak Ahaltsihe
(Ahısha) paşası İsak’a bağlı hale getirildi. İsak Paşa Sultan tarafından
Kartli’de İslamın yaygınlaştırılmasıyla da görevlendirilmişti. Ahaltsihe
paşaları Lezgilere Kartl-Kaheti topraklarında soygunculuk ye esir ticareti gibi
kanunsuzlukları yapma için her türlü olanak sağlıyorlardı.
XVIII. yüzyılda
vukubulan bu türlü yüz kızartıcı olayları gemlemek için Kral Erekle II ile
İmereti Kralı Solomon I çareler düşünmeye başladılar. Ahaltsihe paşalığının
Gürcüstan’ın geleceği için ne komplolar hazırlamakta olduğu iyice aşikardı.
Gürcüstan’ın Samsthe, Şavset, Klarcet, Acara ve Lazistan mıntıkaları artık
İslamın çizdiği yola girmiş, yavaş yavaş milli benliğini yitirmeye yüz
tutmuştu. Bu felaketi hazırlayan Osmanlıların Ahalsiheden acele çıkarılması
gerekti. Erekle II bunu temin için 1768’de Rusya’dan yardım istedi. Bu sıralar
esasen yayılmacı politika.izleyen Rusya da Akdeniz’e inebilmek için dikkatini
Karadeniz’deki Bosfor-Dardanel üzerine çevirmişti. Marks’ın düşüncesine göre:
Bosforu-Dardaneli elinde bulunduran ülke Akdeniz’in anahtarına sahip demekti.
İşte şimdi buna olanak verecek şartlar doğmuştu. Ruslar Gürcüstan’ın Karadeniz
sahillerini ele geçirecekler, bu yolla Osmanlıları sıkıştırma fırsatı
bulacaklardı. 1768 yılında Osmanlı-Rus savaşı patlak verdi. Gürcü Kralı Erekle
II bunu fırsat bildi. Ahaltsihe paşalığını kurtarmak üzere Rus yardım
kuvvetlerinin başındaki General Totleben’le birlikte 1770 yılında Osmanlılar
karşı saldırıya geçti. Fakat Totleben’in yarattığı problemler nedeniyle Rus
yardım güçlerinden yararlanma olanağı bulunamadı. Erekle II bu savaşa tekbaşına
girmek zorunda bırakılmış oluyordu. İlk çarpışmalar 1770’de Aspinza yakınlarında
başladı. Bu çarpışmalarda Erekle başarı gösterdiyse de kuvvetlerinin yeterli
olmaması, onu geri çekilmeye zorunlu bıraktı. Silah zoruyla
başarıya
ulaşamayacağını anlayan Erekle, Katerina II’ ye müracaatla politik yardım ve
destek dileğinde bulundu. 1771 yılının 30 Aralık tarihli mektubunda Erekle
Katerina’ya şunları yazmaktadır: '
“Size mütevâzi
saygılarımı sunarak yardım dileyen şu mektubu yazıyorum. Tarihi Gürcü
topraklan olan ve sakinlerinin bir kısmı işgalcilerce müslümanlaştırılmış
bulunan fakat lisanlan hâlâ Gürcüce olan Ahaltsihe topraklarını bu yaz
kurtarmayı planladık. Osmanlı sultanı ile herhangi bir nedenle ya da barış akdi
maksadıyla bir araya geldiğinizde Ahaltsihe’nin durumunun da gözönünde
tutulmasını ve bu tarihi toprağımızın bize iadesinin sağlanmasını istirham
ederim.”
1773 yılının 27
Nisan tarihli mektubunda da Erekle Katerina H’ye şunları yazmaktadır:
“Atalarımın mirası
olan Ahaltsihe’nin daha fazla yabancı işgali altında kalmasına tahammül
edemeyiz. Zira yerli Hıristiyan Gürcü halkı gitgide İslam’a zorlanıp
sokulmaktadır. Türklerle anlaşma masasına oturulduğunda bu konunun da dile
getirilmesini ve mutlaka bu topraklarımızın Türklerden kurtarılmasının
sağlanmasını dilerim.”
Kral Erekle
Gürcüstan’ın bağımsızlığının korunabilmesi için Samsthe-Saatabago’nun ne derece
önemli politik ve stratejik konumu olduğunu pek iyi biliyordu. Fakat kral bu
hedefe ulaşamadan öldü. Bu hayati önemi olan görevi gelecek kuşaklara vasiyet
olarak bırakmak zorunda kaldı.
1801 yılında
Kartl-Kaheti’nin Rusya’yla birleşmesinden sonra ilk iş olarak ülkenin Karadeniz
sahil boyundan Osmanlıların kovulması işini ele almak geliyordu. Bu şunun için
önemliydi ki: İmereti Kralı Solomon n Rusya ile anlaşmaya yanaşmıyor,
muhtemelen Osmanlı dostluk ve desteğini Rusya’ya yeğ tutuyordu. Bunu önlemek
için önce Poti kalesini elde etmek ve Solomon’un Osmanlıya giden yolunu
kapatmak gerekiyordu.
1809 yılının 24
Kasım günü Rus ordusu Poti kalesini kuşatıp Osmanlıları oradan uzaklaştırdı.
Ardından 1810 yılında da Solomon’un ülkesi olan îmreti’yi de ele geçirmeyi
başardı. Son îmreti Kralı Solomon II saray erkanı ile birlikte Lazistan’a
çekilmek zorunda kaldı. Müslümanlaşmış Gürcüler burada Solomon ve adamlarına
büyük sempati ile karşıladılar. O kadar ki, Selim Paşa Himşiaşvili İmeretinin
Ruslardan kurtarılıp Solomon’un yeniden tahtına kavuşturulması hususunda
yardım sözü bile verildi.
Solomon, ülkesinin
kurtarılacağı ümidiyle Trabzon’da beş yıl bekledi. 1815 yılında orada hayata
veda etti. Solomon’un cenazesi Aziz Grigol Kilisesi zeminindeki yerinde
toprağa verildi. Mezarı bugüne kadar muhafaza edilmiştir. SolomonTa birlikte
Trabzon’a gelen maiyetinin torunları bugün Trabzon’da “tverpulolar” adıyla
anılmaktadırlar. Trabzon kenti o sıralar yurdundan kaçmak zorunda bırakılan
sayısız Gürcü’nün sığınma yeri haline gelmişti.
Lazistan’da
Osmanlı idaresinin kurulmasından sonra ülke onbir idari bölgeye ayrıldı. Onbir bölgenin her biri ayrı
derebeyi tarafından yönetiliyordu. Osmanlı kanunlarına göre iş yürüten bu Laz
derebeyleri padişaha asker ve vergi vermek gibi hizmetlerle yükümlü tutulmuştu.
Bunun dışında kendilerine özgü, yarı bağımsız statülerini sürdürüyorlardı.
Baştan ayağa silahla donanmış bu beyler arkalarında adamları ile vatandaşa
diledikleri gibi davranmakta yetkili bulunuyorlardı. Halk bu beyler önünde
birer köleden farklı değildi.
Lazistan
derebeyleri daha geniş idari alana yayılabilmek için bazen birbirleriyle itişip
kakışmaktan çekinmiyorlardı. Bu itişmenin faturası ise köylünün, çiftçinin
sırtına yükleniyordu. Duruma uzun süre seyirci kalamayan saray, bu kargaşaya
bir son verme gereğini duymuştu. 1820 yılında derebeylikleri ortadan
kaldırarak idareye doğrudan el koydu. Laz beylerinin cesaret ve enerjisini iyi
bilen padişah Lazistan’daki davranışlarında çok dikkatli olmalıydı. Teyakkuzu
asla elden bırakmamalıydı.
Korkulanın başa
gelmesi gecikmedi. Sabık beyler arasında acımasız boğuşmalar baş gösterdi.
Trabzon Paşası Osman bu • kargaşadan yararlanıp kendi idaresi altındaki diğer
beyleri de ortadan kaldırmayı düşündü. Fakat bunu başarabilmesi için gerekli
askeri gücü saraydan temin edemeyeceğini anlayınca Acara Beyi Ahmet Beg
Himşiaşvili’ne yardım için başvurdu. Ahmet Beg Himşiaşvili topladığı Acara
askerleri ile Lazistan’a hücum etti. Bu saldırıda gerekli barut, kurşun ve
erzak Osman Paşa’dan yetiştiriliyordu. Ahmet Beg Himşiaşvili kuvvetleri ile
Osman Paşa kuvvetleri arasında, iki ateş arasında sıkışan Lazlar Kapistro
civarında direnç göstermek istedilerse de tutunamadılar, çoğunluğu kadınlardan
oluşan direnişçi Lazlar kısa zamanda itaate alınmış oldu. Ahmet Beg
Himşiaşvili kuvvetleri altı ay süresince Lazistan’dan ayrılmadı. Padişahın
direktiflerini harfi harfine yerine getirip Lazlar arasında Osmanlı nizamının
yerleşmesine hizmet etti.
Ahmet Beg
Himşiaşvili Acara ve Posof civarlarında çok büyük saygınlık kazanmıştı. Böyle
bir kişinin cezbedilmesi Ahaltsihe’yi kurtarmaya çalışan Ruslar için paha
biçilmez bir kazanç olacaktı. Rus Generali Bebutov Himşiaşvili ile diyaloga
oturdu. Önceleri onu elde etmeyi başarır gibi olduysa da sonra Himşiaşvili
böyle bir dostluğa yanaşmıyacağını Ruslara bildirdi.
1828-1829
yıllarında Ruslar Ahaltsihe’ye saldırma hazırlığına başladılar. Ahaltsihe’nin
savunma işinde Osmanlılar Laz savaşçılarını kullanmayı yeğlediler. Zira Lazlar
gözünü budaktan sakınmayan savaşçılar olarak ün yapmışlardı. General
Paskeviç’e gelen raporlardan anlaşıldığına göre Lazlar gerçekten söylendiği
gibi emsalsiz birer kahramanlık örneği göstermekteydiler.
Müslümanlığa girmiş
olan Lazların Hıristiyan Gürcü soydaşları üzerine savaşa gönderilmesi pek
kolay olmuyordu doğrusu. Kuşkusuz fanatik Osmanlı molla ve hocaları Lazlar’a
telkinle: Karşılarında Gürcüler, değil Rıislar bulunduğunu, Rusların
kendilerini Hıristiyan edeceğini inandırmaya gayret ediyorlardı. Aslında milli
duygularından ve hasletlerinden epey uzaklaşmış bulunan Müslüman Lazlar bu
sözlere inanmakta tereddüt göstermiyorlardı. Bu nedenle önce dinlerini,
sonra da Osmanlı çıkarlarım korumak için hiç çekinmeden kendilerini ateşe
atıyorlardı.
1828 yılının 15
Ağustos günkü çarpışmalarda General Paskeviç Ahaltsihe yakınlarındaki Klde köyü
civarında Osmanlılar’ı yenilgiye uğrattı. Böylece Ahaltsihe Paşalığı, ya da
tarihi Gürcüce adıyla Samtshe Saatabago toprakları işgalcilerden temizlenmeye
başlandı. 1829 yılında imzalanan Adrionopol anlaşması sonucu Osmanlılar
Ahaltsihe’yi Ruslar’a terketmeyi kabule mecbur kaldılar. Bu anlaşma olayı Marks
ve Engels’in kaleminden şu şekilde aktarılmaktadır:
“Rusya sebep
yaratarak Osmanlılarla 1828-1829 savaşına girişti. Bu savaş Adrianopol
anlaşmasıyla sonuçlandı. Bu anlaşma ile Ruslar Anapa ve Poti gibi önemli iki
Karadeniz liman kentini Osmanlılardan geri aldılar. Ahaltsihe’yi kalesiyle ve
Ahalkalaki (Ahilkelek) de kurtarmış oldular. Bu zafer, Osmanlı işgali altında bulunan
Güney Gürcüstan toprakları, Acara, Şavşet, Klarcet ve Lazistan’ın teker teker
kurtarılması olayının başlangıcı idi. Osmanlı-Rus savaşları sırasında, Kars
çarpışmalarında laz birlikleri Ruslara karşı kullanılmakta idi. Bu savaşta da
Lazların kahramanlıklarından Rus ordusu komutanı 1855 yılı 19 Ekimindeki
yazışmalarında şöyle söz etmekteydi. “Lazlar Kars’taki cephemizi yarma
girişiminde bulundular. Kazak askerlerine gözlerini kırpmadan şiddetle
saldırdılar. Bu yarma girişimi sırasında 23 Laz askerinin kahramanca can
verdiğini gördük.” Aynı general raporunun sonunda şu sözlere de yer vermiştir:
“Lazlar o derece yiğit insanlar ki Osmanlı askerleri kolay kolay Laz köylerine
girip icraat yapmaya cesaret gösteremez.”
Karadeniz
sahillerinde Rusya’nın güç kazanmış olması Avrupa ülkeleri arasındaki güç
dengesini bozmuştu. Bu nedenle İngiltere ve Fransa Osmanlılar’a yanaşarak
1854-1856 Kırım kampanyasını başlatmakta yarar gördüler.
Bu savaşta Ruslar
Batum’u ele geçirmeyi planlıyorlardı. Zira bunu elde etmekle Çoruh boyundan
Osmanhlar’ı çıkarıp Acara ve Lazistan’ı kurtarmak kolay olacaktı. Nikoloz I’in
Başkomutan Vorontsov’a yazdığı şu satırlara göz atalım: “Arzu ve ümid ediyorum
ki sadece Türkler’i Çoruh boyundan kovmakla kalmaz Kars üzerine ilerlemeye de
muvaffak olursunuz. Batum’u kurtarmak Kars’tan sonra daha kolay olacaktır.”
Batum’un
startejik önemi üzerindeki Kari Marks’ın düşüncesi şöyleydi: “Bu savaşta
Türkler açısından hayati önemi haiz nokta Erzurum, Ruslar açısından ise
Tbilisidir(Tiflis). Bu iki hayati noktayı elde tutabilmek için önce Batum’a
sahip olmak gereklidir. Bundan başka Batum’un öteden beri ticari hayatta
oynadığı önemli rol de unutulmamalıdır. îşte bu önemi iyi takdir eden Rus
Çarları daima Batum’u elde etme çarelerini düşünmüşlerdir.” '
Gerçekten Batum
Türkler için de çok önemli bir coğrafi konuma sahipti. Anadolu’ya sahil
yoluyla açılan kapının kilidi, tüm Türkiye pozisyonuna hakim bir nokta ve
Erzurum’u sırtından vurabilecek bir üstü. Batum’a hakim olabilecek tarafın
üstün deniz gücüne sahip olması gerekliydi.
1855 yılında Osmanlılar
İngiliz ve Fransızların desteğiyle Ruslara karşı, karşıya saldnya geçtiler.
Ordularını Sohum ve Zugdidi’ye indirdiler. Bu girişim Abhazya, Odişi ve
Samegreyo’yu ele geçirmeye yönelikti. Fakat bunda başarı sağlayamayarak
yenilgiye uğradılar. 1856 yılı Paris anlaşmasıyla Abhazya ve Odişi boşaltmak,
sınır olarak yine Çoroki’yi tanımak zorunda kaldılar. Osmanlıların Megrel
yurdu Odişi elde edip burayı da kardeş Lazistan gibi İslama sokma girişimleri
başarısızlıkla sonuçlanmış oldu.
Bu son
çarpışmalarda dikkat çeken bir husus da şu oldu: Osmanlıların Kars ve Bayburt
savaşlarında kullandıkları Laz birlikleri Odişi savaşında rol almamıştı.
Bundan da anlaşıyor ki Osmanlılar tarafından Laz-Megrel kardeşliği iyi bilinmekte,
bunun doğuracağı sakınca iyi anlaşılmaktaydı.
Rus işgali Laz
bölgelerine kadar genişleyip Laz-Megrel arasındaki engel ortadan kalktığında
Lazların kardeşleri Megrellere karşı ne derece sevgi ve yakınlık
hissettiklerini çeşitli şekillerde göstermişlerdi. Bunun farkında olan
Osmanlılar bu yakınlık hissinin ortadan kaldırılması için Lazlar arasında
korunabilmiş Gürcülüğe ait ne varsa yok etmeye, Laz lisanını köreltip
Osmanhca’nm hakim kılınmasına ve Lazlan dejenerasyona uğratmaya çaba göstermeyi
tek çıkar yol olarak görüyorlardı. Laz milli toprağına yabancı unsurların
getirilip yerleştirilmesiyle bu işe fiilen başlanmış oldu. Gonio ve Kahaberi
civarına Kürtler, Avşarlar, Hemşinliler (Müslüman Ermeniler) vb. halklar
yerleştirilmeye başlandı. Rize ve Mapavri (Mepuri) civarına Müslümanlaşmış
Rumlar vb. yerleştirildi. Buranın yerli Laz unsuru ise Anadolu’nun uzak
semtlerine sürülmeye başlandı. Laz topraklarında Gürcülük izleri bırakmamak
üzere ne bulurlarsa yıkıyor, kale, sur, kilise ve manastırları yerle bir
ediyorlardı. Bazı yapılar ise cami ve medreselere çevriliyordu. Gürcü emeğiyle
yapılan bu yapılarda Laz çocuklarına Gürcü düşmanlığı öğretilmeye başlanmıştı.
Lazların soydaşlan, kardeşleri olan Gürcüler “Gavurluk, dinsizlik” gibi
sıfatlarla karalanıyor, bu milletten uzak duran, nefret eden Müslüman Lazlar’a
cennet kapılannın açılacağı vaadediliyordu. İslam dinini paravan olarak
kullanan hoca ve mollalar aslında Lazlar’ın Türkleştirilmesi işine hizmet
etmekte idiler. Bu da Lazlar arasında kültürel yozlaşma ve yoksullaşmalara
yol açıyordu. Engels’in fikrine göre: İslam ihtilali ve tüm diğer dini
ihtilaller, eskiye dönüş (Gericilik) düşünce ve çabasından başka bir şey
değildi. Bu düşüncenin doğruluğunu Lazistan’da bütün çıplaklığıyla gözlemek mümkündü.
Yüksek kültürüyle ün yapmış eski Lazika İslamlık döneminde tarihi
hasletlerinden çok değer kaybetmiş olarak gözler önündeydi işte.
Berlin
anlaşmasından önce, XVIII. yüzyıl sonlarına doğru Rusya’nın eline geçen
Lazika’nın bir bölümünün sosyal ve ekonomik durumu bizlere çok ilginç bilgiler
vermektedir. Bu dönem Lazistan’ı hakkındaki bilgi kaynakları pek bol olmamakla
beraber bu kaynaklardan üçü bizim için çok önemlidir. Bu üç belgenin
müellifleri: Osmanbey, G. Kazbegi ve V. Palgrev’dir.
Osmanbey 1864 yılında
Lazistan’ı tetkike çıkmıştı. Gezi sonrası izlenimlerini bir kitapta toplayıp
bize Lazistan’ın doğası, havası, yolları, sosyal yapısı vb. gibi bir hayli
ilginç bilgi aktarmaktadır. Osmanbey’in kaleminden: Karadeniz kıyılarının
Anadolu ile Kafkasya arasında kalan bir kısım topraklara Lazistan adı
verilmektedir. Lazistan adı, üzerinde yaşayan Gürcü boylarından “Lazlar”a
izafe edildiği belirtilmektedir.-. Sınırları: Kuzeyde Karadeniz,
Kuzeybatıda ve doğuda Çoruh nehri, güney ve güneybatıda Samansu deresi ile
çevrilmiştir. Bu sınırlar içinde arazi 7.000 kilometrekare kadardır. En büyük
kenti Trabzon’dur.'Bu kent coğrafi önemi nedeniyle başkenttir. Trabzon
halkı karışık etnik gruplardan oluşmuştur. N üfusunun Müslüman kesimini Lazlar
ve Rum dönmeleri oluşturur. Burada yaşayan değişik milletlerden gelen
Müslüman nüfus din, ortak lisan ve ortak çıkar hesaplarıyla kaynaşmış,
bütünleşmiş görünmektedir.
Lazlar ayn bir
dile sahiptirler. Bu
dil Gürcü dilinin bir diyaleğidir. Lazlar fiziksel olarak da Gürcülerle tıpatıp
benzerlik gösteriyorlar. Lazlar çalışkanlıklarıyla tanınırlar. Hemen çoğunluğu
toprakla uğraşır. Yetiştirdikleri ürünler: Mısır, buğday, arpa, fındık ve
tütün. Bolca bal ve deri de üretmektedirler. Lazistanın keteni de ünlüdür.
Buranın keten dokumaları tüm doğu ülkelerinde tanınmıştır.
Lazlar toprak
işlemekte usta insanlardır. Onlar vahşi ormanlıkları bağlık bahçelik hale
çevirmekte maharet gösterirler. Denizcilikte ve ticarette bir çok uluslara
rakiptirler. Karadeniz’in her köşesinde onların gemileriyle karşılaşmak
olağandır. En büyük geçim kaynaklarını denizcilik ve ticaret oluuşturur. Lazlar
birer usta gemi inşaatçılarıdır. Osmanlı deniz askerlerinin dörtte üçünü
Lazlar oluşturur. Lazlar ayrıca yedi yıl süreyle hizmet görmek üzere orduya
usta denizciler göndermektedirler. Bakır ve pirinç kap kacak yapımında da usta
insanlardır bunlar. O kadar ki: Tüm Osmanlı ülkesinde bu sanat Lazların
tekelinde sayılabilir. Deri ticaretinde pazarları Kafkasya’dır. Dokuma
işlerinde Laz kadınlan söz sahibidirler. Lazlar arasında ticaret ve el
sanatlarının gelişmesi onlann kahramanlık ruhlarına olumsuz etki yaratmıştır.
40 yıl kadar önce feodal sistem Lazistan’da tamamen son bulmuştu. Bu sistemin
hüküm sürdüğü yıllarda, derebeyler arasında karada ve denizde sık sık
çarpışmalar oluyordu. Bu çarpışmalar halkı çok tedirgin ediyor, zarara
uğratıyordu. Derebeylerin saray ve kale kalıntılarına dağlarda ve sahillerde
bolca raslamak mümkün. Eski kabadayılık çağı kapanmakla beraber omuzunda
silahıyla gururlu gururlu dolaşan Lazlar’a bugün de raslamak olağandır. Lazlar’da
silahsız dolaşmak hemen hemen mümkün değildir. Savaş yıllarında Lazlar
daima ön safları yeğlerler. Adeta bayraktardırlar. Banş zamanlarında ise
üniformalı hizmetler onlara çok cazip gelmektedir. Bunu da bir çeşit savaş hali
gibi görüp son derece haz duyarlar.”
Osmanbey
yazılarının sonunda bize Lazlar’ın giyimleri hakkında da bilgiler vermektedir.
Bu bilgilerden anlaşılacağı gibi Laz kıyafetinin Acara ve Guria kıyafetlerinden
hiçbir farkı görülmemektedir:
“Laz giysilerinde
savaş kıyafeti özelliği ilk bakışta göze çarpmaktadır. Bacakları sıkı sıkıya
saran koyu renk, bir şalvar, aynı kumaştan kısa ve dar bir üstlük. Üstlüğün ön
kısmında, omuzlara yakın yerde iki fişeklik. Belde ipek bir kuşak. Başta kabalak.
Omuzda kundağı gümüş savatlı bir tüfek, belde sarkan bir kama (Çerkeş kaması
pozisyonunda).”
Lazistan hakkında
epeyce geniş bilgiler veren İngiliz Konsolosu V. Ciford Palgrev’in yazdıkları
da dikkate değer şeylerdir. Palgrev’e göre: “Trabzon Vilayeti sınırları
içerisinde yaşayanların toplam nüfusu 850.000 kadardır. Bu nüfusun 56.OÖO’ı
Hıristiyandır. Müslüman kısmını oluşturalı unsurun büyük bölümü Lazlardır.
Lazlar çok mütenasip insanlardır. Onlar usta birer toprak işleyicisi, anadan
doğma birer denizcidirler. Arhavi’deki 51 köyde yaşayan 19.551 kişi geçimini
balıkçılıkla sağlar. 19.551 kişiden 18.115 kişi Müslüman, 1.436 kişi Rumdur. Rum
diye isimlendirilen bu insanlar aslında Yunanlı değil, eski Hıristiyan
Lazlar’dır. Arhavi beldesi Türkiye için iyi bir sahil savunma hattıdır.
Arhavi’ye inen vadilerin girişleri sağlam kalelerle tahkim edilmiştir. Buranın
derebeyleri bir çok yönleriyle Ortaçağ İngiliz feodal lordlarını anımsatmaktadır.
Bunlardan bazıları gösterdikleri yararlılık karşılığında Sultandan geniş
mülkler edinebilmiştir. Çoğunun mülkü ise atalarından tevarüs etmiştir. Laz
derebeyleri çok geniş idari yargı yetkilerine sahiptirler. Te balarına toprak
ya da herhangi bir mülkü bağışlamakta serbesttirler. Bu derebeyler
Konstantinepol’e karşı iki esas görevle yükümlüdürler. Birincisi: Yıllık vergileri
halktan toplayıp hâzineye göndermek, ikincis1': Gerek duyulduğunda
ve istenildiğinde masrafları kendilerine ait olmak üzere savaşçı asker gücü
ulaştırmak. Bu savaşçıların komutanlığını derebeyi kendisi ya da en
yakınlarından biri, üslenmekteydi. Bu komutanları sultanların sık sık
ödüllendirdiği görülürdü. Bugün bu şartlar ortadan kalkmıştır. Derebeylerin
mülkleri devlet tarfından ya kamulaştırılmış, ya da satınahnmıştır.
Mülkiyetleriyle beraber bu kişiler Unvanlarını ve yetkilerini de
yitirmişlerdir. Artık bunların yerini paşalar almıştır.”
1870
Ti yıllarda askeri sıfatla Lazistan’ı ziyaret eden G. Kazbegi de aşağı yukarı
bu bilgilerin benzerlerini vermektedir. Kazbegi’nin izlenimlerine göre: “Lazistan
topraklan, Kemer deresi (Demir palo) ile Makriel arasındaki dar Karadeniz kıyı
şeridini kapsamaktadır. Bu ölçüler içerisindeki ülkenin pek geniş yer tuttuğu
söylenemez. Tabiat Lazları dar kıyı şeridi içine hapsetmiş. Bu nedenle
sakinlerinin dörtte biri geçimini teminde güçlüklere düşmüşler. Lazlar sonunda
tabiat koşullarını yenmeyi de başarmışlar. Şanslannı denizde aramaya
koyulmuşlar. Onların geçimleri ve bugünkü yaşantıları deniz dalgalarıyla içiçe,
kucak kucağadır. Ekmeklerini balıkçılık ve ticaret yoluyla kazanmaktadırlar. ; /
Laz lisanı,
yakın akrabası olan Megrel lisanı yanında az çok farklılıklar göstermektedir. Günümüzde Lazcamn üç ayn
şivesi vardır. Bunlar: Hopa, Arhavi ve Atina şiveleridir Hopa
ağzı, Megrelcenin tıpatıp bir benzeridir. Abuderesi ağzi; olan Arhavi ağzı
diğer iki ağzın ortak özelliklerini taşımaktadır^ Üçüncüsü olan Atina ağzı ise
artık ağır bir Yunancanın yç Türkçenin etkisiyle aslından epeyce uzaklaşmıştır.
G.
Kazbegi, Hopah Lazlar’ı şu şekilde tarif etmektedir:; “Bunlar asil insanlardır.
Lisanlarını bırakmamışlardır. Giysileri; Acara ve Guria benzeridir. Hepsi
Müslümanlaştınlmıştır. Hopa güzel bir beldedir. Özellikle Orta Hopa şirin bir
yer. Sakinleri güzellikleriyle, kibar giyinileriyle göze çarparlar. Hele sahil
boyu Lazlann güzellikleri insanı pek etkileyecek düzeydedir. Fizi-“ ki
yapıları düzgün, temiz bu insanların hafızalarının da çok< güçlü olduğu
görülüyor. Gözlemlerim beni şu kanaate götürdü ki: Sahil boyu Lazlarının
gelenek, görenek ve düşünce kapasiteleri Türkiye’de yaşayan Gürcülere nazaran
çok daha üst düzeydedir.” '
G. Kazbegi’nin Laz
kadınları için söyledikleri de şunlar: “Çarşıda dolaşan kadınlarla
karşılaşıyorduk. Alaca bayramlık giysileri içinde çok güzel görünüyorlardı.
Eşyalarını sepetlerle taşıyorlar, güzel gözlerini peçelerle saklamaya
çalışıyorlardı. Bazıları güya elinde olmayarak, kaza ile yüzünü hafifçe açıyordu.
Bir anlık da olsa başdöndürücü parlak tenli güzel yüzlerini görebiliyorduk.
Hemen hepsi, boylu boslu, düzgün vücutlu, sarışın, mavi gözlüydüler. Laz
kadınları görülmemiş eneıjileriyle, yüreklilikleriyle, sağlam seciyeleriyle
diğerlerinden gayet kolay ayırt edilebiliyordu..
Lazistan, beş idari
bölgeye ayrılmıştır: Hana, Gonio, Arhavi, Hemşin ve Atina. Lazistan önceleri
bir vilayet olarak idare edilmekteydi. Bu vilayet Trabzon Eyaletine bağlı
bulunuyordu. 1873 yılı istatistik kayıtlarına göre Lazistan'da 9.205
hane oturmakta idi. Genel nüfusu ise 55.350'ye ulaşıyordu.”
Uzun asırlar
Osmanlı idaresinde kalmış olmalarına rağmen dikkate değer husustur ki: Lazların
ileri gelen aydın kişileri kendi ülkelerinin tarihlerini, coğrafyalarını ve
Megrellerle olan dil ve soybirliğini hâlâ unutmamışlardır. Gürcü tarihçisi D.
Bakradze ile yakın dostluğu bulunan aydın Lazlardan Haşan Ağa Muradoğlu
bunlardan biri. D. Bakradze 1873 yılında arkeolojik araştırmalar maksadıyla
Guria ve Acara'ya gitmişti. 1860'dan bu yana dostu bulunun Haşan Ağa Muradoğlu
ile orada yine buluşmuştu. Haşan Ağa, D. Bakradze'ye bu karşılaşma sırasında
pek enterasan bilgiler aktarmış Lazistan üzerine. Bu konuda D. Bakradze şunları
yazmaktadır: “Haşan Ağa bana, özbeöz Laz ailesinden olduğunu, dedelerinin
Gürcüstan içlerinden Hopa'ya (Ortahopa) gelip yerleştiklerini, esas eski Gürcü
soyadlarının Mouravişvili olduğunu, ancak Osmanlılar'ın bu sözün fonetiğine
uygun Muratoğlu soyadını taktıklarını, bu soyadının da Lazistan'da itibarlı bir
soyadı olduğunu anlattı. Haşan Ağa iyi Gürcüce konuşabiliyordu. Lazlar'ın
geçmişini ve bugününü eni konu tetkik etmiş Lazistan sınırlarını bana şöyle tarif
etti: Çoruh suyundan çıkarsınız, dağ silsilesi yoluyla Rize-Trabzon arasındaki
Kemer bucağına inersiniz, işte bu çizginin denize bakan bölümü Lazistan
topraklarıdır. Kemer köyünde elle oyulmuş kaya mağaralar bulunurmuş, bu köy
eskiden Rum ülkesi ile Laz ülkesini birbirinden ayıran noktadaymış. Lazca, bu
noktada başlar, doğuya doğru uzanırmış. Lazistamn Kuzeydoğu ucundaki Gonio'da
Türkçe, batı ucunda da Rumca dilimizi baskı altında tutmaktadır. Laz lisanı
köylerde daha kolay özelliğini koruyabilmiştir. Kırsal kesim Lazcasının
Megrelcedeırpek farkı yok gibidir. Bu iki lehçe kırsal kesimde daha çok
yaklaşmaktadır birbirine. Eskilerimizin anlattığına göre: Lazlarla Megreller
aynı ulusmuş. Yani Gürcü ulusunun bir kolu. Gürcüler'in bu kolu bir zamanlar
Kemer köyünden başlar tüm sahil boyunca Biçvintaya (Abhazya) kadar uzanırmış.
Gürcü krallarından biri nedense Lazlara saldırmış, ülkeyi orta yerinden ikiye
ayırıp aralarına esas Gürcü boylarından aileler yerleştirmiş.
Sakın öğündüğümüzü
sanmayın, biz Lazlar bölgenin en kahraman insanlarıyız. Bizde herkes
silahlıdır. îyi nişan vururuz. Düşman ne kadar güçlü olursa olsun ona
sırtımızı dönmeyiz. Bu bizde kesinlikle ayıp ve yasaktır. Beylerimiz de ünlü
ve adildirler. Önceleri onlar her yönleriyle daha da güçlü idiler:? Toprakları
geniş, köleleri (köylü) sayısızdı. Her beyin idari bölgesi kalelerle, toplarla
donatılmıştı. Gemileriyle Karadeniz-; de korkusuzca dolaşıyor, etrafa korku
salıyorlardı. Çoğu zaman’ Batum ve Poti limanları bile bu beylerin etki alanı içinde’
kalmıştı. Padişah 30 yıl kadar önce bu beylerin mülklerini ellerinden alıp
devletleştirdi. Bu durum onları güçsüz düşürdü. Ünvanları ve yetkileri de geri
alınıp basit birer yurttaş haline getirildiler. Beylerimizin tümü Gürcüce
bilir, konuşurlar. Beylerimizin hanımları Gürcüceyi hem daha kibar konuşur,
hem de okuyup yazabilirler. Çünkü bu hanımların çoğu Çürüksu ve Samegrelo
soylularının akrabalarındandır.
Bugün Laz
beylerinin soyundan gelen aileler şunlardır: Makriola ve Liman köylerinde
yaşayan Zumbaia'lar ve Manelişvili'ler. Bucakta, Ortahopa'da, Dimitret'de,
Sundura'da. yaşayan Muradoğlu (Mouravişvililer), Sundura'da yaşayan Şaloğlu
(Şalikaşvililer), Kilse'de, Pernoni'de, Arhavi'de yaşayan Jordanialar,
Kapisar'da yaşayan Potiri'ler (Poturialar), Belev ve Atina dolaylarında yaşayan
Baltaşvililer.
Lazistan'da.sayısız
kilise ve manastırlar vardır. Bunlardan çoğu bugün yıkık durumda. Sarp
ormanlarında yontma taşlardan yapılmış ilginç bir kilise vardır. Makriali'de
Zumbaiaların evi yakınında iyi korunmuş kubbeli, büyük bir kilise, çevresi
surlarla çevrili bu kilisede yazılar ve resimler sökülmüş, dökülmüş.
Yanıbaşında iki katlı bir çan kulesi duruyor. Alt katı ahır olarak
kullanılıyor. Abuislah köyünün yüksekçe bir yerinde büyük bir kilise vardır. Lazca
buna “Ohvame” diyoruz. Bu söz “ibadethane” anlamındadır. Eskiden
kuraklık olduğu zamanlar Lazlar bu kilisenin önünde toplaşır, yağmur duası yaparlarmış.
Yakınında başka bir kilise daha vardı, yakın zamana kadar resimleri bile
duruyordu duvarlarında. Bu kilise bakkal dükkanı olarak kullanılıyordu. Şimdi
artık ortalarda görünmüyor bü kilisede. Peroniti köyünde Jordaniaların arsasında
kubbesi çökük bir kilise daha vardır. İçinde cinler, periler var diyorlar.
Kimse korkusundan yanına yaklaşamıyor. Lazların atalarından kalma kiliselerin
çoğunda üzüm şarabı çıkarmak için yalaklar vardır. Hepsinde de toprağa gömülü
çok iri şarap küpleri vardır. Bu kilise çevresinde geniş sahada yaygın
Hıristiyan mezarları vardır. Bu mezarlar son yıllarda definecilerin meraklannı
uyandırdı. Bir bir açılıp soyuldu. Para,, kap, kacak ne varsa çalınıp
götürüldü.”
Burada okuduğumuz:
Osmanbey, G. Kazbegi ve Haşan Ağa Muradoğlu'nun açıklamaları Lazların
geçmişteki sosyal, kültürel ve ekonomik durumlarını azda olsa anlatmaktadır.
1877 yılında
Osmanlı-Rus savaşı patlak vermişti. Bu savaşta Gürcü birlikleri olağanüstü
çaba ile Osmanlı elindeki Gürcü topraklarını kurtarmaya gayret etti. Batum
kenti savaş alanının önemli bir merkezi idi. Osmanlı işgal ordusu burada çok
sağlam bir şekilde üslenmiş durumdaydı. Çok çetin mücadele sonunda bu savaş
Rusların zaferi ile sonuçlandı. 1878 Berlin anlaşması ile barış imzalanmış
oldu. Anlaşmaya göre Ruslar Kars, Ardahan ve Batum’u Osmanlılar'dan geri
aldılar. Böylece Müslümanlaşmış Gürcüstan'ın önemli bir kısmı yeniden anayurda
katılmış oluyordu.
Bu anlaşma ile
Lazistan'ın küçük bir bölümünü de Ruslar kurtarmış oluyorlardı. Bu toprak
parçası Çoruh boyundaki Maradidi bucağının Çhala vadisiydi. Çhala vadisinde 16
köy bulunuyordu. Kıyıdaki Sarp köyü ile Kopmuş köyü (Liman) yakınlarına
kadarki sahada idi bu 16 köy. Ruslar Lazistan'ın tamamını elde etmeye muvaffak
olamadılar. Üstelik küçük bir bölümünü almakla Lazistan'ın etnik ve coğrafi
bütünlüğünü bozmuş oldular. Lazlar bu kez iki ayrı ülke topraklarında bölünmüş
oldular. Ne yazık ki Lazistan'ın Osmanlı kesiminde olduğu gibi çarlık Rusyası
kesiminde de Lazlar’ın kaderi üzerinde hiç bir olumlu çalışma göze
çarpmıyordu. Aksine her iki işgalcinin niyeti de aynı istikamette görülüyordu.
Tarihi Gürcü yurdu Lazistan'ın tümüyle ana yurttan koparılıp uzaklaştırılması
istikametiydi bu.
Bu tarihten sonra
Osmanlılar Rûs korkusu nedeniyle Lazistan 'ı Türkleştirme politikasına ağırlık
vermeye başladılar. Oysa Ruslar işgal ettikleri Laz topraklarının küçücük
bölümünde bile Türk lisanı ve gelenklerinin izlerini ortadan kaldırmayı
akıllarına getirmiyorlardı.
V. Lozoni'nin
ifadesine göre: Batum ve Artvin il sınırları içerisinde,. Türk sınırı boyunca
Türkler'in Ruslar'a karşı yürüttükleri gizli İslam ajitasyonuna Ruslar hiçbir
zaman kulak asmamaktaydılar, önem vermemekteydiler. Bu İslam ajitatörleri ise
çirkin buldukları “Gavurluk” alemini sınırdan mümkün mertebe daha uzaklara
kaydırmaya gayret gösteriyorlardı.
Ruslar'ın ikinci
hataları da Rus kesimindeki Lazistan halkına kendi öz lisanları Gürcüce ile
tedrisat göstermek yerine bunu yasaklayıp onları tamamen yabancı olan Rus
lisanıyla okutmalarıydı. Bundan başka Rus işgalindeki Lazistan kesiminde din
adamlarının halka Türkçe ile din dersi vermelerine
müsaade ediliyordu ki bu çok tehlikeli bir ileriyi
görmezlikti. Hocalar öğrencilerine herşeyden önce Rus nefreti duygusu
aşılıyordu. Bunun sonucu olarak ortaya çıkan görüntü şöyleydi. Bu bölgede Rus
lisanı asla tutunamamıştı. Gürcücenin etkisi gerileyip azalmıştı. Bozuk ve
hatalarla dolu bir Türkçe yerleşmeye başlamıştı. Bu dönemde Gürcü halkı ağır
bir Rus baskısı altında ölüm-kalım savaşı vermekte olduğundan fırsat bulup
kardeşleri Lazların biraz daha karışık problemlerine eğilemiyordu. Bu
şartlardaki Gürcüstan, Lazistan'ı kendi kaderine terkedilmişlik içinde,
İslam-Türk adabına göre yaşantısını sürdürmeye bırakıyordu.
Türkleştirme korkusuyla uzun yıllardır titreyen Gürcü
yurdunun bu Laz bölgesi bu kez de Ruslaştırma korkusu ile sarsılmaya
başlamıştı. Şu vardı ki anayurt
içine girmiş bulunan Lazlar’ın bu kesimi halkı artık Gürcüstan’ın iç kesimiyle
ilişki olanağına kavuşmuşlardı. Sanat ve ticaret ilişkileri kardeş Lazlarla
Gürcülerin birbirleriyle kaynaşmasına olanak sağlamıştı.
1890'11 yıllarda Gürcüstan'da yayınlanan Periyodik yayınlar
arasında Lazlar hakkında epey bilgilere, haberlere tesadüf ediliyordu. Bu
bilgiler: Lazların etnografyası, iş dünyaları, Lazistan'ın fiziki coğrafyası,
tabii zenginlikleri vs. gibi bilgilerdi. Bu tarihlerde Lazistan'ı ziyaret eden
Zakaria Tçiçinadze'nin verdiği bilgiler de şöyle.
“Lazistan ülkesi Trabzon paşalığına bağlı bir ülkedir.
Lazlar'ın tüm meselen bu kentte görüşülüp çözüm bulur. Onların çok az
meseleleri İstanbul'a ulaştırılır. Türkiye Lazistan'ı ile Gürcüstan
Lazistan'ının genel nüfusu 150.000 civarındadır. Laz lisanı kendi
toprağında yeterince korunmuştur. Halk evlerinde, aile arasında sürekli Lazca
konuşmaktadır, özellikle kadınlar daha arı bir dille konuşmaktadırlar. Rus
işgalindeki Lazistan Çhala vadisinden ibarettir. Buranın merkezi Livana yada
Maradidi buçağıdır. Buradaki Laz köyleri şunlardır: Dakvara, köyü, 15 hanelik
(Bu köy halkının büyük bölümü Rus işgali sırasında köylerini terkedip Osmanlı
Lazistan'ına çekilmişlerdir) Ohardia köyü, 20 hanelik, Kortaneti 25 hanelik,
Bağlevani 40 hanelik, Pançureti 25 hanelik, Sucuna 45 hanelik, Mamanati 30
hanelik, Skura 15 hanelik, Makrati 45 hanelik, Mağraveti 29 hanelik, Mtçati 20
hanelik, Gabriela 15 hanelik, Düzköy 60 hanelik, Şarpi 40 hanelik, Limani 30
hanelik, Makrialni (Noğedi) 80 hanelik ve nüfusu önemsiz düzeyde birkaç köy
daha, burada saymadığımız.
Çhala vadisi Osmanlı Lazistan'ına mükemmel yollarla bağlı
bulunmaktadır. Lazlar arasında bu yolla ticaret ilişkileri sürmektedir. Ticaret
metaı: Limon, portakal, zeytin, incir vb. dir. Artık Lazlarda Gürcüce ya da
Lazca soyadlarına Taslanmıyor. Bunların tümü Trükçeye çevrilmiş, öyle
kullanılmaktadır. Örneğin Kurdianiler (Kürdoğlu) yapılmış, Margianiler
(Margoğlu) haline sokulmuş. Mariamidzeler ise (Miroğlu) biçimine sokulmuş vb.
Lazlar'dan bazı yarı aydınlar kulaktan kulağa aktarma yoluyla
kendi tarih öykülerini iyi kötü bilmektedirler. Yaşlı Laz hocaların Zakaria'ya
Tçiçinadze'ye 1895'de anlattıkları şeyledir:
“Lazlarla Megreller tek ulusmuşuz. Bizim ulus Abhazya'dan başlar,
batıya doğru tüm sahil boyunun doğusunu kapsarmış. Bu topraklar üçe
bölünükmüş. Bu üç bölümün ayrı ayn isimleri bulunurmuş. Birincisine Lazistan,
İkincisine Tçaneti, üçüncüsüne de Samegrelo denirmiş. Bu üç bölgenin halkı tek
bir dille, Lazca ya da Megrelce konuşurlarmış. O çağlarda dilimizi Gürcüler
bile bilir, kullanırlarmış. Lazlarla onların komşuları İmereti ve Kartli
Gürcüleri anlaşmakta hiç zorluk çekmezlermiş. Sonra düşmanlar gelmiş,
birliğimizi, dirliğimizi bozmuşlar. Yabancı boyunduruğu altına düşmüşüz.
Aslımızdan, birbirimizden uzak kalmışız. Bu yüzden birbirimizin dilini
anlamakta güçlük çekmeye başlamışız.
Lazlar sanatkar insanlarmış. Dülgerlik, yapıcılık,
sarraflık, oymacılık, kabartmacılık vb., onların başarı gösterdikleri sanat
dalları imiş. Laz ustaları çalışmaya genellikle Gürcüstan'ın iç bölgelerine
giderlermiş. Samagrelo, İmereti, Guria, Acara, Mesheti-cevaheti vb. Lazlara sık
raslanan yerlerdi. Bu iş ilişkileri Lazlarla Gürcülerin birbirlerini
tanımalarına, Lazların aydınlanmalarına büyük katkılarda bulunuyormuş. Bunun
farkına varan Osm anlılar, Lazlar’ın Gürcüstanla olan ilişkilerini engellemeye
başlamışlar. Zakaria Tçiçinadze'nin ifadesine göre: Osmanlılar Lazlar’ın artık
Gürcüstan'a asla gitmemelerini, kendi ülkelerinde daha bol iş ve iyi kazanç
bulunduğunu anlatıp inandırmaya çalışmışlar. Bu öneriye uymak zorunda kalan Lazlar,
artık Anadolu'nun uzak bölgelerine doğru dağılmaya mecbur kalmışlar.
Böylelikle yurdundan uzaklaşan bir çok Laz, gurbette Türk kadınlarla evlenip yurduna
geri dönememiş. Atalarının toprağından tümüyle kopup asimileye uğramış.
İhtiyar Ahmet Efendinin (Halvaşi) sözleri bunun doğruluğunu kanıtlamaktadır.
“Lazlar’ın Gürcüstan'da iş tutmaları yasaklanınca ve
Gürcüler'in Acara ve Livana'ya gelip gitmeleri seyrekleşince bizler, yani
Lazlar Gürcü lisanını konuşmaktan mahrum kalmışız. Böylelikle de zamanla unutup
gitmişiz.”
Bundan başka, Laz denizcilerin, gemi yapımcılarının Anadolu'nun
uzak semtlerine dağılıp iş tutmaları ve oralarda yerleşip kalmaları onların
aslından uzaklaşmalarına etken olmuştur. Yine Zakaria Tçiçinadze'ye göre:
“Denizcilik sanatı Lazların yurtlarından uzaklaşmalarına
zemin hazırlıyordu. Ticaret işi de öyle. Lazların güzel fızikli ve iyi ahlaklı
insanlar olmaları, Osmanlıların Lazlarla akrabalık kurma hevesleri, hatta Laz
çocuklarını para ile satın almaya kadar işi ileriye götürmeleri Lazların
asimile edilme işini hızlandıran faktörlerdendir.”
Lazlar aynı zamanda iyi birer toprak işçisi olmalarına
rağmen bu vasıflarını Osmanh idaresi sırasında aşağı yukarı tümüyle
yitirmişlerdir.
Zakaria Tçiçinadze bu konuda da şunları yazmaktadır:
“Lazlar, bağcılık,
incircilik, zeytincilik dallarında pek başarılı idiler. Laz zeytinleri Artvin
zeytininden epeyce üstündür. Arıcılıkta hele Lazların emsali bulunmaz. Lazistan
balları sadece yurt içinde değil uzak ülkelerde de aranan metadır. Bu ülke çok
eskilerden beri Bal Ülkesi olarak tanınmıştır. Balmumu üretiminde
Lazistan hatırı sayılır bir ülkedir. Yunanistan, Gürcüstan, Rusya gibi ülkeler
Laz balmumunun başta gelen müşterileridir. Lazlar balmumunu rakı üretiminde
bile başarıyla kullanmışlardır. Guriahlar bu usulü Lazlardan öğrenmişlerdir.
Şarapçılık işinde de Lazların saygın yeri vardır. Lazistan'ın dağı taşı üzüm
bağlarıyla doludur. Burada şarabın beyazı da, kırmızısı da üretilmektedir. Laz
şaraplarının birinci müşterileri Yunanlılardır. ,
Müslümanlığın Lazistan'a yerleşmesiyle şarapçılık önemini
yitirmiş oldu. Osmanlı padişahının buyruğu ile tüm üzüm bağlan baltadan
geçirildi, şarap üretmek ve kullanmak şiddetli cezalarla yasaklandı.
Yine padişah buyruğuyla Laz lisanı devlet dairelerinde
olduğu gibi aile arasında da kullanılması yasaklandı. Lazlann her yerde ve
aile arasında Türkçe kullanmaları zorunlu hale getirildi. Böylece Lazlığın
sona erdirilip bu ulusun Türkleştirilmesi çabası en yoğun düzeye
çıkarılmış oldu. Bunca ağır OsmanlI baskısı altında artık Laz ana dili ve
kültürünü yaşatmak olanaksızdı. Geçmişteki parlak, şerefli Laz varlığı artık
hatıralarda kalmıştı. Başka hiç bir çıkar yol kalmamıştı.
Fakat, zaman Osmanlılar'ın Lazlar'a tarihlerini ve kültürlerini
unutturmanın pek kolay olmayacağını'göstermekte gecikmedi. Her şeye rağmen
bazı köklü Laz aileler direnç gösterip geleneksel ana dillerini terke
yanaşmıyorlardı. Zakaria Tçiçinadze'nin Grigol Gurieli'den aktardığı bilgiye
göre: “Trabzon Baytar okulunda okuyan Laz öğrencilere Türkçenin yanı sıra
Fransızca ve İngilizce de öğretiliyordu. Bu öğrencilerin eline her nasılsa iki
kitap geçmiş. Bu kitaplar Mari Brose'nin “Gürcüstan Tarihi” ve Vahuşti
Bagrationi'nin “Gürcüstan Coğrafyası” adlı eserlermiş. Bu kitapları inceleyen
Laz öğrenciler, Lazistan'ın Gürcüstan’ın bir bölgesi olduğunu, Laz ulusunun
da Gürcü ulusunun Megrel dalına bağlı bir aile olduğunu raslantı sonucu
öğrenmişlerdi. Bu bilgi onların ilgisini çok çekmiş. Bu tarihten sonra bu
öğrenciler Osmanlıların Lazistan’ı işgali ve Lazların Türkleştirilmeleri
gayretlerini etraflıca araştırmaya koyulmuşlar.
1892 yılında iyi Fransızca konuşan 3 Laz Batum'a gelmiş.
Mari Bnose'nin 1848 'de basılan “Gürcüstan Tarihi” ile Vahuştinin “Gürcüstan
Coğrafyası” adlı eserleri ısrarla aramışlar. Kobuletli Gulo Ağa Kaikatsişvili
gençleri Batum'da oturan Grigol Gurieli'ye göndermiş. Aradıkları bilgileri
ancak onda bulabileceklerini söylemiş. Grigol Gurieli'yi ziyaret eden gençler
onu heyecanla Fransızca selamlamışlar. Ardından da Türkçe sohbet olanağı olup
olmadığını sormuşlar. Gurieli bir yazısında bu karşılaşmayı şöyle
anlatmaktadır:
“Fransızcam yeterli değil dedim onlara. Lazcanında
yardımıyla Fransızca anlaşabiliriz belki dedim. Fransızca konuşmanız beni
sevindirdi dedim konuklara. Bu şunu gösteriyordu çünkü, asimilasyoncu Osmanlı
zihniyeti henüz Lazların geleneksel batıyla ilişkin kültür bağlarını kökünden
sökmeyi becerememiş. Sizler batı dilleriyle tarihi ülkeniz Lazistan'la, onun
ana parçası Gürcüstan hakkında epey bilgi edinebilirsiniz. Tarihinizi,
coğrafyanızı, edebiyatınızı, folklorunuzu tetkik edebilirsiniz, dedim Ben bu
sözleri söylerken gençlerden birinin gözleri yaşardı. Ağlamamaya gayret ederek
konuşmaya çalıştı. Dedi ki: Evet generalim bizim de arzumuz bu. Vereceğiniz
kitaplar, göstereceğiniz kaynaklar kendi milletimizin geçmişini tarafsız
kalemlerden öğretecek bize. Ne yazık ki Gürcüce okumamız yazmamız yok.
Türkiye'deki Gürcülerin ana dilleriyle okuyup yazma olanağr hazırlanmamış
devletçe. Biz, Lazlar'ın durumu daha da kötü. Türkler sürekli olarak bizim
ayn bir ulus değil de Türk kökenli bir kabile olduğumuzu, alfabemizin de Arap
alfabesi olduğunu telkin ediyorlar, bizi buna inandırmaya çalışıyorlar. Oysa
tetkik ettiğimiz Mari Brose'nin Fransızca Gürcüstan Tarihinde gördük ki biz Lazlann
Türklükle uzaktan yakından hiç bir ilişkimiz olmayıp Gürcü boyundan olduğumuz,
tarihi yurdumuz Lazistan'ın Türkiye'ye ait değil, Gürcüstan'a ait bir uzantı
olduğunu öğrendik. Yalvarırız generalim bize bu hususta Fransızca
kaynaklar temin ediniz. Bu iyiliği bizlerden esirgemeyiniz.”
Grigol Gurieli bu Laz gençlerine Brose'nin ve Vahişti'nin
eserlerini hediye etmiş. Buna pek memnun kalan Laz gençleri Gurieli'nin boynuna
dolanmışlar, teşekkür etmişler. Kendilerini de Lazistan hakkında kulaktan
dolma bildiklerini General Gurieli'ye aktarmaya çalışmışlar. Gençler: Bu günkü
Lazistan'ın genel durumunu, Laz lisanın hükümetçe nasıl yasaklanıp izlendiğini,
400.000'den fazla Laz'ın yurtlarından nasıl uzaklaştırıldığını vb.
anlatmışlar. Sözlerini şöyle sürdürmüşler: “1810 yılında tüm Lazistan nüfusu
600.000'den fazla iken bunun 400.000'i yurtlarından uzaklaştırılmış, kalan
200.000'i halen eski yerlerinde yaşamaktadır. Bu istatistiki bilgiler
Osmanlı devlet arşivinden alınmıştır. Sürgün nedeni Lazların daha kolay
Türkleştirilip siindirilmesiyle ilgilidir.” Bu sözleri sıralayan arkadaşına
dikkatle bakan diğer genç Laz artık dayanamamış, açıkça ağlamaya başlamış.
Sonra ikisi birden Gurieli'nin gözleri içine anlamlı anlamlı bakarak ondan
çare, yardım dilemişler. Bir kaç avutucu sözle teselli aramışlar.
îşte bu sohbet
sırasında birkez daha anlaşılmış ki Osmanlılar Lazların geleneksel soyadlarını
kaldırıp yerine uydurma Türk aile adları getirmişler.
Zakaria Tçiçinadze'nin Lazlarla sohbetlerinden anlaşılmaktadır
ki: Lazlar kendi tarihleriyle, milliyetleriyle pek yakından ilgilenmektedirler.
Tçiçinadze başka bir yazısında diyorki: “Batum'da bir çok Lazla karşılaştım.
Bunlardan biri gayet düzgün Gürcüce de konuşabiliyordu. Lazlar’ın Gürcülerle,
Megrellerle olan yakınlığından söz edildi. Laz konuklar bu yakınlıktan pek
sevinç duydular. Özellikle yalvardılar, dediler ki: Lazlar’ın Türklerle ve
Kürtlerle hiçbir ortak yanı bulunmadığını, onların Gürcü kökenli, Megrel
soyundan olduğunu Türkçe olarak kaleme alınız ve bunu Türkiye Lazları'nın okuyup
gerçekleri öğrenmelerine yardım ediniz. Bunun parasal yükünü bizler
üstlenebiliriz. Yeterki halkımız tarihi gerçekleri okuyup öğrensin,
aydınlansın. Osmanlıların bize anlattıkları gibi Türk olmadığımızı, dil ve
alfabemizin de Türkçe ve Arapça olmadığını anlayalım. Laz konuklar şu noktaya
ısrarla parmak bastılar: Dediler ki: Bize anlatın, kardeşlerimiz Megrellerle
aramız coğrafi yönden neden böyle açıldı? Acaba biz Lazlar mı Samegrelodan
batıya doğru kovulmuşuz, yoksa Megreller mi batıdan doğuya doğru kovulmuş? Bunu
çok merak ediyoruz. Bunu lütfen bize izah ediniz.
Laz lisanını Lazlar arasında konuşarak öğrenmek dileğinde
olan Gürcü bilim adamı Niko Maar 1910 yılında Osmanlı Lazistan'ına bir seyahat
yapmıştı. Niko Maar'la tanışan Lazlar ondan birçok dilekte bulunmuşlar. Israrla
istedikleri şey: Laz lisanına ait gramer. Aydın Lazlar buna pek ihtiyaç
duyduklarını söylemişler. Lazcanın grameri yabancı dillerde de olsa onu
Türkçeye çevirtebileceklerini ve yararlanma yoluna gideceklerini söylemişler.
Zakaria Tçiçinadze'ye göre: 1910'da Osmanlı Lazistan'ında
bir grup Laz aydını kanaatlerini açıklamışlar. “Lazlar Gürcü kökenlidir
ve alfabeleri Gürcü alfabesidir. Abu İslah köyünden Laz halkı bakanlığa
çok imzalı bir dilekçe göndererek “Bizim dilimiz Gürcücenin bir lehçesidir,
izin veriniz okullarımızda çocuklarımıza Gürcüce okutulsûn” demişler. Bu
grubun lideri Abdullah Aşık Hasanoğlu adında bir Laz'mış. Bakanlık Lazlar’ın
dileklerini kabul etmiş. Gürcüstah'dan öğretmenler çağrılacağı sırada 1914
savaşı patlak vermiş. Bu iş de unutulmuş gitmiş.
Niko Maar bir yazısında şöyle söylemektedir: Hopa'da Faik
Efendi adında bir zatla tanıştık. Bu zat Sultan Hamid döneminde bir Laz
alfabesi vücuda getirilmesi için girişimde bulunmuş bu isteği pek hoş
karşılamamışlar, yakalayıp zindana kapatmışlar. Evini, barkını didik didik
anmışlar. Ailesini başka illere sürmüşler, buldukları belgeleri de ateşe
vermişler.
İşte XIX. yüzyıl içersinde Lazlar'a ait bölük pörçük
bilgiler bunlardan ibaret. Burada ise XX. yüzyıla ait Laz kültürel, ekonomik
meselelerini ele alalım ve kısaca gözden geçirmeye çalışalım:
Bu yüzyılda Lazistan'da ana dil konusunda uyanan ilgi dikkatleri
çekecek düzeydedir. Politik ve kültürel önemi büyük’ olan bu sorun Lazların
milli camiasını tayinde biricik faktör olacaktı. îşte akademisyen Niko Maar'ın
1910 yılı Lazistan seyahati bu maksada dayalı bulunuyordu. Niko Maar'ın
Lazistan Coğrafya ve Etnografyası araştırmaları çok değerli belgeler olarak
elimizde muhafaza edilmektedir.
Niko Maar'ın Lazistan'da Gürcülerle dil, soy, coğrafi birlik
’ gibi konularda yaptığı araştırmalar Osmanlıları tedirgin etmişti. <
Osmanlı ajanları Maar'ın çalışma sahasını daraltmaya, işlerini güçleştirmeye,
teşkil ettiği belgeleri incelemeye, şahşi eşya-i larını da karıştırmaya
başladılar. Yazıların bir yerinde Niko' şöyle söylemektedir: “Benim
Lazistan'da bulunmam herkesin merakını çekmişti. Laz lisanını tetkik edip
bunuıt; Gürcüceyle olan akrabalığını ortaya koymaya çalıştığıma, bir türlü
inanmak istemiyorlardı. Benim özel bir askeri maksatla oraya gittiğimi
sanıyorlardı. Bazıları da benim Lazları isyana hazırlamak maksadıyla orada
bulunduğumu düşünüyorlardı”
Oysa bilim adamımız Niko Maar'ın gayesi bu değildi. Onun
çabalan mükemmel bir Laz Linguistik ve Etnografik tetkikler yapmak, bu
bulguları belgelere dökmekti. Niko düşündüğü gibi yaptı. Derlediği değerli
bilgileri mahallinde çektiği fotoğraflarla zenginleştirdi. Niko'nun bu
araştırmaları sırasında büyük yardımları dokunan Arhavili aydın Laz Fevzi Beyi
de burada anmak bir vicdan borcudur. Fevzi Beyin açıklamalarına göre: Tçan
milleti kendilerine Laz adı vermektedir. Konstantinepoli'deki halk Sinop 'un ötesindeki
Karadenizlilerin tümüne Laz adı vermektedir. Sinoplular'a, Samsunlularda,
Samsunlular Trabzonlular'a, Trabzonlular da Rizeliler'ebu adı mal etmektedirler.
Rizeliler ise bu adı Hopa'ya doğru kalan mıntıkadaki biz Tçanilere yükleyip
kendilerini bu isimden sıyırmaktadırlar. Tçanilerin güneyinde, dağ yamaçlarında
Müslümanlaştırılmış Ermeniler (Hemşinliler) oturmaktadır. Güneybatı ve batı
yönünde oturan Türkler'dir. Ancak bunların hakiki Türk olmayıp Türkleşmiş
Lazlar olduğu şüphesizdir. Doğu ve Güneydoğu yönünde yaşayanlar Müslüman
Gürcüler'dir. Bunlar arasında Gürcüleşmiş Lazlar da vardır. Türkiye Lazistan'ı
iki vilayetten ibarettir. Kemer'le Gurup arasındaki Atina ili, -Gurup'tan
Kopmuşa kadar uzanan Hopa ili. Bu iki vilayetin bağlı bulunduğu merkez ise
Trabzon'dur.
Atina (Pazar) ilinde Lazca konuşan köyler şunlardır:
Kukülati, Dudathevi, Meliati, Sürmene, Larosi, Kalencuki, Kemeri, Cabati,
Tordovati, Zeleki, Veneki, Hunari, Aranami, Cicivati, Kititi, Saçkuni,
Nohalopsu, Suleti, Noğadiha, Hilisa, Huzika, Talvati, Apso, Zağnati,
Başköy(Önceleri Petre-Nikolai idi), Bulepi, Hotri, İlastas, Papati, Sapu,
Papilati, Cigetura, Dadevati, Mamakivati, Tsukita, Kostanevati, Hako, Eski
Trapezoni, Kuençareri (Kua-Nçareri bir arada), Bakasi, Pilangivati, ToliKçeti,
Mekaliskiriti, Apimho, Komilo, Artaşeni, Sipati, Amgvani, Ti-msivati, Guanti,
Nana, Cibistas, Okordule, Tsiati, Salinkli, Yenivati, Şanguli, Dzğemi, Gere,
Oce, Ortaköy, Mutapi, Duthe. Bu köylerden başka Atina toprağında birçok köy
kalıntılarına Taşlanmaktadır. Bunlardan akla gelenler: Ğeba, Katoi,
Çaluğsirti, Velinairmaği, Deduvati, Kuakçe, Glohoni ve Kuaorontsinoni
sayılabilir. Viçe ilçesinde Lazca konuşan köylerde şunlar: Ğavra, Manasturi,
Tçurtçava, Pitshalasupla (Aşağı) Pitshalaulya(Yukarı), Tçanpeti, Hara,
Zebeleti, Paçva, Yeniköy, Andravati, Mzuğesupla(Aşağı), Mzuğesulya(Yukarı),
Abuskari vadisindeki Laz köyleri: Abuköysupla (Aşağı), Abuköyulya (Yukarı),
Sumle, Hazare, Trevendi. Hopa vadisi Laz köyleri: Zurpici, Tskaristi, Peroniti,
Kisa, Sundura, Kuledibi, Buçe, Ortahopa, Bucak, Mhigi, Azlağa. Hopa vadisinde
bulunan köy kalıntıları: Nadirati, Kilise, Limititi, Duliati, Mgpatskari. Bu
köylerin tümü Lazca konuşmakla beraber her köyün lisanında ağız farkları
görülmektedir. En temiz şive ise Arhavi vadisinde korunabilmiştir. Atina yöresi
Lazcası ise Osmanlı ca etkisi altında kalmıştır.
Niko Maar'ın Laz ekonomisine ait söyledikleri de şunlar:
“Lazlar yoksulluk görmüş halk değildir. Aralarında zenginler çoktur. Kadınları
mülklerindeki işleri çevirirlerken erkekleri de para kazanma peşindedirler.
Lazlar mısır ekimine çok önem vermektedirler. Ancak yetiştirdikleri mısır yine
de ihtiyaca yeterli değildir. Rusya'dan mısır satın alırlar. Laz pirincinin
kendine has esmer bir rengi ve hoş bir tadı vardır. Bu pirinç yüksek yerlerde
ve susuz arazide yetiştirilmektedir. Lazların ihraç ürünleri arasında meyve ve
fındık başta gelir. İhraç ettikleri işgücü ise taş yontucuları, inşaat
ustaları, dülgerler, demirci ustaları ve bunlara benzer sanat erbablarıdır.
Lazların ürettikleri bıçaklar pek ünlüdür. Bu bıçaklar her yerde aranan zarif
sanat eserleridir. Lazlarda balıkçılık da pek gelişmiş uğraşlar arasındadır. Bu
işte ünlüdürler. Donanımları iyidir. Elde ettikleri balık ürünü bereketlidir.
Laz erkekleri para kazanmak için gurbete giderler. Laz bıçkıcılar Rusya kıyı
boyunca da iyi tanınmaktadırlar. Atina (Pazar) Lazları genellikle fırıncılıkla
uğraşırlar. Güney Rusya'da öyle bir kent yoktur ki Laz ekmekçi ustalarına
Taslanmasın. Bu nedenle Pazar Lazları Rusça öğrenmişlerdir. Pazar sokaklarında
Rusça konuşanlarla karşılaşmak mümkündür. Viçe Lazları tütüncülüğe önem
vermektedirler. Sahilboyu kentlerinde tütün ticareti ile isim
yapmışlardır. Osmanii bürokrasisinde büyük yerleri olanların çoğu Viçelilerdir.
300 kadar Laz çeşitli memuriyet hizmetlerinde iş görmektedir. Okur yazar
Lazların çoğu adliye işlerinde ve posta-telgraf işlerinde yer almaktadır. Viçe
merkezi aydın insanların kenti sayılır. Bu kentten 50'den fazla öğrenci
Konstantinepol'de yüksek tahsilde bulunmaktadırlar. Bu gençler ileri bilgi düzeyinde
olmakla beraber kendi öz milli meselelerine değinemiyorlar. Zira Laz
patriotizmi (yurtseverlik) devletçe şiddetle izlenmektedir. Lazcayı kullanmanın
yanısıra Laz ulusundan da sözetmek yasak ve tehlikelidir. Müslüman
hocaların Lazlara anlattıkları uydurma hikayelerde: Lazların bu mıntıkalarda
görünmeleri üçyüz yıllık bir meseledir. Çevredeki Hıristiyanlık kalıntılarını
ise bu hocalar Lazlar'a değil, Megrellere mal eti inektedirler. Bu şartlarda
Laz halk edebiyatının korunup yaşatılması mümkün olmamıştır. Bundan dolayı
da Lazlar sözlü ve yazılı edebiyatta zengin görünmemektedirler.
Lazlarda yerel grup oyunları sözlüdür. Lazca bu şarkılı
oyunlara “Obiru” denmektedir. 5-6 kişilik iki grup oluşturulur. El ele tutuşmuş
oyuncular seri ayak hareketleriyle birbirlerine doğru yaklaşıp uzaklaşırlar.
Her grupta bir türkücü solist vardır. Bu kişi karşıki gruba türkülerle
dokunmaktadır. Bu sözlerle karşıdakini mat etmek önemlidir. Kadınlar bu grup
oyunlarında yer almazlar. Onlarda ayrı grup olarak oynamaktadırlar. Erkekler
kız oyunlarını ve atışmalarını uzaktan izleyebilrler. Bu atışmalarda söylenen
Lazca türküler birer edebi eser niteliğindedir. Niko Maar'a göre: “Lazlar
başlarında kabalak giymektedirler. Önceleri kabalaktan başka, bir çeşit Gürcü
şapkası da giyinirlerdi. Bunun Lazca adı Kudi'dir. Gürcüce'de de bu giysinin
adı kudidir. Lazlar önceleri ahşap evlerde yaşarlardı. Şimdilerde binalar
taştan yapılmaya başlanmıştır. Odaları çok zarif ağaç oyma ve kabartmalarla süslüdür.
Bu el sanatı Lazlara özgü bir iştir. Bu oymalar Gürcü oyma ornamentasyonuna çok
benzemektedir. Lazlar alçak ayaklı bir çeşit masalar kullanmaktadırlar. Buna
da “Tepuri” adı verilmektedir. Evlerindeki eşyalar arasında örme sepetlere çok
Taşlanmaktadır.
Lazistan etnografyasi Maalesef bugüne kadar Lazistan etnografyası araştırma ve
inceleme konusu olmamış. Akademisyen Niko Maar'ın “Coğrafya-Etnografya
Tetkikleri” ve Zakaria Tçiçinadze'nin “Rusya Lazları” adlı eser dışında bugüne
kadar Lazların yaşantıları, gelenek, görenekleri konusunda eksiksiz bilgi veren
olmamıştır. Lazların yaşantılarını, örf ve akidelerini tetkik ve tespit etmek
bize onların kardeşleri olan Megreİleri, îmeretlilerle, Kartilelerle,
Kahlılarla olan soy ve gelenek bağlarının mukayesesi ile öğrenmemize yardım
edecektir. Bilginlerimiz bu noktadan hareketle önce Lazca öğrenmek ve bu dilin
Gürcüce ile ortak yanlarını saptamak çalışmalarına giriştiler. Niko Maar,
Türkiye Lazistan'ına araştırma görevi ile giden ilk bilim adamımız olmuştur.
İlk Laz lisanı gramerini düzenleyen de odur. Bu çalışmalara katılan başka
bilim adamları da olmuştur sonraları. Profesör İ. Kipşidze, akademisyen Amold
Çikobava ve Profesör S. Jğenti bunlardan bazdandır. Bu çalışmalar, LazGürcü
yakınlığının tayininde çok büyük rol oynamıştır. Bu çalışmalar sonunda Laz
edebiyatına ait çok değerli metinler yayınlanmıştır. Bu belgeler henüz
Gürcüceye çevrilmemiştir. Bu bakımdan Lazca bilmeyen Gürcüler için bu
halleriyle yararlı olmayabilirler. Bu metinleri Gürcücç karşılıklarıyla
okuyucuya sunmak ilk görevimiz olacaktır. Laz ve Megrelce metinlerin
karşılaştırılması bu iki lehçenin tek dilin öğeleri olduğunu ortaya apaçık
koymuştur. Bu iki kardeş halkın ortak yurtlarında kan ve kültür bağlarının
araştırılması için yeterli gerekçe elde edilmiştir.
Laz ulusunun coğrafi yayılışı epeyce genişçe bir sahayı
kapsar. Sarp köyü ile Kemer köyü arasında kalan sahil şeridi, güneydeki dağ
silsilesi ve birçok vadiler bu sahanın kapsamı arasındadır. Vahuşti'ye göre bu
topraklar: Baiburt ile Borçka'nın güneyi, Tçaneti dağları ardına kadar olan
saha Tçaneti arazisidir. Artık bu sahaya Tçaneti değil, Lazistan diyorlar. Sahilden
ise: Goniodan Trabzon'a kadar uzanan kıyıboyunu içine alır. Bu sınırlar
içerisinde yaşayan halk Laz'dır, Lazca konuşur. Bazı yörelerde Osmanlı etkisi
ile üslup bozulmuştur. Niko Maar'ın ifadesine göre: Tüm bölgelerde en temiz
lisan kullananlar kadınlardır. Eski gelenekleri en güzel şekilde yaşatanlar da
yine Laz kadınlarıdır. Köylü kesimi kentliye nazaran daha arı Lazca
konuşmaktadır. Fortuna vadisinde konuşulan Lazca en bozulmamış Lazcadır. Atina
yöresine nazaran burada daha temiz Lazca kullanılmaktadır. Osmanlı Lisanı Lazca
üzerinde ağır bir etki yapmıştır. Bugün Lazcayı Türkçenin yardımı olmaksızın
konuşabilmek hemen hemen olanaksızdır. Türkçenin dışında Yunanca da Lazca
üzerine etki yapmıştır. Bu nedenle Laz lisanı birçok ağızlara bölünmüştür.
Yine bu nedenle Lazcanın edebi lehçesini tespitte güçlük çıkmaktadır. Lazlar’m
politik bağımsızlıktan yoksun olmaları edebi lehçe tespitinde başka bir
engelliyici problemdir.
Lazcayı iki farklı lehçeye indirgemek mümkündür. Bu iki
lehçe birbirinden o derece uzaklaşmıştır ki, neredeyse konuşanlar birbirlerini
anlayamaz duruma gelmişlerdir. Bu iki lehçenin coğrafi sınırları şöyledir:
Doğuda, Sarp, Hopa, Viçe, batıda, Viçe'den Kemer'e kadar olan saha ve Atina
batısı. Bu ağız farkları o derecede ayrılık göstermektedir ki bir ara Niko
Maar'ı bile yanlış kanaate götürmekteydi. Niko bir yazısında: “Megrelce ile
Lazca aynı kökene bağlı iki dil olmasına rağmen bu gün müstakil iki ayn dil
görünümü vermektedirler” demişti. Niko'dan sonra yapılan Laz-Megrel
dillerinin gramatik analizleri bizi kesin ve sağlam sonuca götürmüştür. Arnold
Çikobava'ya göre: Lazca ile Megrelcenin aynı kökenli dil olduğu konusunda
yeterli delil artık elde edilmiştir. Bu tek ulusun iki ayrı evladı tarihi
kaderleri nedeniyle birbirlerinden ayrı düşmüşler, dilleri de zamanla
başkalışıma uğramıştır. Onların başlangıç tarihlerine inildiğinde aynı ailenin
fertleri olduğu açıkça görülür. Zugdidi ve Gali dolaylarında yaşlı Laz ve
Megrellerle yapılan görüşmeler bizim bu düşüncemizi doğrulamıştır. “Arnold
Çikobava devamla Lazca ve Megrelce tek bir Zanca'nın iki ayrı lehçeleridir.
Öyleki farkları Gürcücedeki Gur, Hevsur, Lenteh ve Bal-kvemo ile Svan
lehçelerinin birbirieriyle olan farklar kadar bile değil. Gur ve Hevsur
lehçesinin Kartli ana lehçesiyle uzaklığı, Lenteh ve Beço lehçelerinin
birbirieriyle olan uzaklığı, Laz-Megrel uzaklığından daha fazladır. Fakat tüm
bu lehçeler tek bir Gürcücenin lehçeleridir.
BugünLaz-Megrel lehçelerinin tek bir lisan olan Zancanın iki
ayrı ağzı olduğu hususunda ihtilaf kalmamıştır. Zancanın da Gürcücenin ta
kendisi olduğunu söylemeye gerek olduğunu sanmıyoruz.
Burada karşılaştırmalı bir kaç sözcük örneği verelim:
Tkebi |
Tkebi |
Tkavi |
Deri(Gön) |
Otskertu |
Otskerdu |
Utskerda |
Bakıyordu |
Mtskiri |
Tskiri |
Rtskili |
Pire |
Kvari |
Kveri |
Kveri |
Çörek |
Kona |
Kvana |
Kana |
Tarla |
Gza |
Gza |
Gza |
Yol |
Kineri |
Kini |
Kinuli |
Dondurma |
Tçkoni |
Tçokoni |
Muha |
Meşe |
Kurdzeni |
Kurdzeni |
Kurdzeni |
Üzüm |
Mu
tku |
Mu
tku- |
Ra
tkva |
Ne dedi? |
Hoci |
Hoci |
Hari |
Öküz |
Kotumi |
Kotumi |
Katami |
Tavuk |
Puci |
Puci |
Puri |
Düve |
Cuma |
Cima |
Dzma |
Kardeş(Erkek) |
Dğa |
Dğa |
Dğe |
Gün |
Tçkinti |
Tçkinti |
Tçikinti |
Süt mısır,
fasülye |
Daha sayısız benzerlikler bulunan Laz ve Megrel sözcüklerinin
cümle içinde kullanılışları görmek için bir fıkranın bu iki dilden anlatılışını
gözden geçirelim burada.
Nanak
Mu Tku? (Lazca)
Ar dğas, nanakala konaşi mendaptit. Ek kai Lazuti çantu. Ma
Tçkintiş otohus kogevuçki do buliş kerkitenoşve tsantsas dolovobğabpi. Nanakti
kalatite tçinti lobia tsiluptu. Jur saatişkule çkimi çuta cuma Alioşa kapineri
şur dololaperi çkinda komohtu do mitsves:
-Pucik çereli geni kodorinuia.
-Hocii vana mozari? kithu nanak.
-Hocia.. utsu Alioşak,
-Pote kai dzira do pinpili dihaşa gegihtas. Mozari tukonna
kai tuia. Ma gomakvirdu do nanas bkithi:
-Moro dadis kulani-na aku muyeni pati gatsonuma?
Nanak
mu Tku? (Megrelcesi)
Arti dğas nanatskuma kvanaşa midabrdit. Tek eğiri laiti
çandu. Ma tçinkintişi tahuva kidipçki do buliş kerkit natsua kalats
dinmuvorğvandi. Nana kalatit tçkinti lebias tsilundu. Jiri saatiş ukuli çkimi
çize cima Alioşak nılat şuladirki çkinda kumortu. Mitsues, puciak tçangagini
kodabadua.
Hocire do pucire? kithu nanak,
-Hocire. utsu Alioşak
-İnmeri cgirik gağolu. Primuli dihaşah mordudas. Puci
koopendukan eğiri ikuapudu.
Ma gamakvira do nanas vkithi:
-Aba bitsos (dzğabik) aşuni, muşeni getskinu?
Titskuma mutku nanak?
Annem
Ne Dedi? (Türkçesi)
Bir gün annemle birlikte tarlaya gittik. Orada güzel
mısırlar vardı. Süt mısırları kırmaya başladım. Kiraz kabuklarından örülmüş
sepete doldurdum. Annemde eteğine taze (süt) fasulye dolduruyordu. İki saat
geçmişti. Küçük kardeşim Alioşa soluk soluğa koşarak yanımıza geldi:
-İneğimiz alaca buzağı doğurdu, dedi.
-Erkek mi dişi mi? sordu annem,
-Tosun, dedi Alioşa.
-Allah iyiliğini versin. Sakalın yerlere kadar uzansın. Ama
dişi olsaydı daha iyi olurdu.
Annemin bu sözüne hayret ettim. Sordum:
-Öyleyse yengem kız doğurduğunda niçin üzülmüştün?
Annem buna ne cevap verdi bilir misiniz? Lazcanın
üç lehçesi vardır: 1. Atinuri, 2. Vitsur-Arkabuli, 3. Hopuri. Atinuri lehçesi
de (Bulepuri) (Artaşanuli) olarak ikiye ayrılmaktadır. Hopuri lehçesinin
hareket noktası (Çhaluri)dir. Vitsur-Arkabuli lehçesinin oluşumu ise bu iki
bölgenin karışımından meydana gelmişir.
Şimdi burada bu üç değişik laz lehçesinin karşılaştırmasını
görelim:
Hopuri |
Vitsur-Arkabuli
Atinuri |
Türkçesi |
|
Tsakari |
Tsari |
Tsari |
Su |
Tkebi |
Tebi |
Tebi |
Deri(Gön) |
Kuci |
Uci |
Uci |
Kulak |
Çkoni |
Mçokoni |
Mçoni |
Meşe |
Matskunen |
Matskunen |
Matsunen |
Darılırım |
Tkobaşa |
Tkobaşa |
Tkobaşe |
Gizlice |
Kvaoci |
Uaoci |
Kvaoci |
Karga |
Kvali |
Kvali |
Kvali |
Peynir |
Bugün coğrafi ve politik engeller yüzünden Lazca ile Megrelce
gitgide birbirinden uzaklaşmaktadır. Megrelce Gürcücenin, Lazca ise Rumca ve
Türkçenin etkisi altında kalmaktadır. Bunun sadece Gürcücüye ilişkin yönüne
örnek olarak bakalım:
Lazca Megrelce Gürcüce
Türkçesi
Eskiden Bugün
Markvali Markvali Kvertshi Kvertshi Yumurta
Nana |
Nana |
Dida |
Deda |
Anne |
Noğa |
Noğa |
Kalaki |
Kalaki |
Kent |
Dzikva |
Dzikva |
Şarvali |
Şarvali |
Şalvar |
Bu günkü Türkiye Lazistan'ının nüfusu bir türlü 240.000'i
açamamaktadır. Bu nüfus içersinde Lazca konuşanların sayısı da 160.000
geçmemektedir. Bu durumu şu şekilde
açıklamak mümkündür: Kentsel yaşam koşullan Lazları ana dilde konuşma olanağı
tanımamaktadır. Kentteki tüm ilişkiler Türkçe üzerine kurulmuştur. Anadolu'nun
iç ve uzak kentlerine göçe zorunlu bırakılan Laz kesimi anadillerini kullanma
olanağından yoksundur. Lazcanın ayakta tutulduğu yerler ise: Türkçe konuşmakta
güçlük çeken kırsal kesim kadınlarının dünyasıdır.
Yukarıda belirtildiği gibi: Lazistan sahası, Çoruh vadisinden
Trabzon kentini içine alacak şekilde sınırlanmıştır. 1925 yılına gelene
değin bu bölge Türkiye haritalarında Lazistan olarak gösterilmekteydi. Buna
göre Karadeniz sahilboyunca Laz kentleri olarak kabul edebileceğimiz yerleşim
birimleri şunlardır: Trabzon(Lazcası Tramtra), Rize (Rizini), Mapavre
(Mepeuri), Pazar(Atina), Sürmene, Vitse, Hopa ve bunlara bağlı köyler. Tüm bu
yerleşim birimlerinin adlan yakın tarihe değin Lazca-Gürcüce olarak
kullanılmaktaydı.
Bugünkü Gürcüstan'da, Sarp köyü dışında daha bir hayli Laz
nüfusu yaşamaktadır. Bunlar: Batum kent merkezinde, Gonio bucağında, Thilnari,
Maho ve Simoneti köylerinde oturmaktadırlar.
Bunun dışında Abhazya'da da bir miktar Laz nüfusü bulunmaktadır.
Gudauta, Oçamçire, Sohum kentleri çevrelerinde dağınık olarak yaşayanların
dışında topluca bulundukları kesimler de vardır. Bu topluluk Gulripşi kenti
yakınındadır. Toplam nüfusu 2500'den fazladır. Son yılların getirdiği
tarımsal ve sınai gelişmeler paralelinde Lazlann sosyo-ekonomik güçleri diğer
bölgelerdeki Gürcülerle birlikte yükselmiştir. Gürcüstan'da en az lise tahsili
görmemiş Lazla karşılaşmak mümkün değildir. Türkiye bazlarının % 98'i okuma,
yazma bilmemektedir.
Lazlar işlek hafızaları ile tanınırlar. Türkiye devlet organlarında
çok sayıda aydın Laz hizmet görmektedir. Buna rağmen bunlar diğer Gürcülere
uygulanan kısıtlama metodu yüzünden sonuna değin yükselme olanağından yoksundurlar.
Tarımcılık
ve Kültür Çeşitleri
Çoruh vadisi ile Trabzon arasında uzanan Laz topraklarının
güney sınırı geniş yaylak ve ormanlarla çevrilidir. Bunlardan: Liman, Azlağa,
Hopa, Bucak ve Beğlevan-Cipoka arasındaki sıra dağlar pek güzel ve ünlüdürler.
Lazistan'ın çok güzel sahil şeridi, iğneyapraklı ormanları, sağlam doğa havası
ve buz gibi berrak sulan Gürcüstan’ın sayfiye yerlerini anımsatmaktadır.
Lazistan doğasının güzelliğineturunçgiller, portakal, limon,
mandalina, narenciye bitkileri de ayn bir güzellik katmaktadır. Buna incir,
fındık ve çay bitkilerini de katabilirsiniz. Doğasının bunca zengin ve
bereketli olmasına rağmen Lazistan, bu gün ekonomik yönden geri kalmış bir
bölge olarak görülmektedir.
Lazların baş uğraşı hâlâ balıkçılık ve sanatkarlıktır. Sarp
köyü arazisi dalgalı bir yerdedir. Bu köyde yaşayanlar arazilerini çapa
ile(Bergi) işlemek zorunda olduklarından yetiştirdikleri ürün yıl içinde
yeterli olmuyordu. Gürcüstan’da Cumhuriyet dönemine girildikten sonra Lazlar’ın
geleneksel uğraşlarına (Balıkçılık, deniz taşımacılığı, toprak işleyiciliği,
sanatkarlık) yeni boyutlar kazandırılmıştır. Bağcılık, bahçecilik uğraşıları
ise daha cazip hale getirilmiştir. Laz balıkçıların avlanma sahası: Çoruh
havzasından Liman önlerine değin uzanmaktadır.
Lazistan'da: Orça, Vitse, Talaketi ve daha birçok köy halkı
tümüyle el sanatlanyla ekmeğini kazanmaktadır. Azlağa, Ortahopa, Arhavi ve daha
birçok köy halkı ise ticaretle uğraşmayı yeğ tutmaktadır.
Laz balıkçılar (Peluki) dedikleri araçlarıyla kendi yörelerinden
çok uzaklara değin açılırlardı avlanmak için. Trabzon (Tamtra), Sinop, Poli
(Konstantinepol) vb. birçok uzak sahiller onların uğrak yeri olmuştu.
Gürcüstan'da Cuumhuriyet yönetimi kurulduktan sonra yeni olanaklarla Poti,
Anaklia, Sohum, Oçamçire ve hatta Kerç sahillerine değin uzanıp bereketli ürün
elde etmek daha kolaylaşmıştır.
Lazistan'da 15 Nisandan sonra pirinç ekimi başlar. Bu işin
baş emekçileri kadınlardır. Pirinç ekimi için toprak güzden hazırlanmaktadır.
Lazların başta gelen ekmeklik hububatları mısırdır. Mısıra Lazcada Lazuti denmektedir.
Bazı araştırmacılara göre: Anadolu'nun diğer bölgelerine
mısır bitkisi Lazistan'dan götürülüp tanıtılmıştır. Mısır ekmeğine Türkler
Laz ekmeği adı vermektedirler. Anadolu'da mısır ve diğer bazı tarımsal
ürünlerin geliştirilip yaygınlaştırılmasında Lazların çok büyük hizmet payı
vardır diyebiliriz.
Mayıs ayı başlarında mısır ekimi başlamaktadır. Bu mevsim
Laz gençliğinin iple çektiği mevsimdir. Bu mevsimde imeceler oluşturulur,
türlü çeşitli oyunlar oynanır, şarkılar söylenir hoşça günler yaşanır. Evlenme
çağındaki gençler gelecekteki eşlerini böyle günlerde beğenip seçerler. Laz
gençleri beğendikleri kimseye duygularını türkülerle anlatmaya çalışırlar. Bu
türkülerden bir örnek (1937 yılında Saıp köyünden 62 yaşındaki Bayramali
Hiraloğlu'ndan derlenmiştir): *
Yaz ekimlerine de Laz gençleri bu türlü şarkı ve
eğlencelerle giriyorlar. Önce toprağın yüzünü otlardan arındırıyorlar, sonra
beş santim kadar çukurlar açıyorlar. îçine tek tek mısır taneleri gömüyorlar.
Topraklarını bilimsel biçimde işleyip ürünün artırılmasını bilmiyorlar. Ürünün
artırmak için topraklarını 4-5 yıl kadar dinlenmeye bırakıyorlar. Bu
dinlendirme işini de sıra ile yapıyorlar. Bir kısım arazi dinlenmeye
bırakılırken diğer bir kısmı ekime ayrılıyor. Bu iş böylece sürüp gidiyor. 4-5
yıl boyunca dinlendirilen tarlaya Ağremi deniyor Lazcada. İki üç yıl süreyle
ekilip biçilen tarlaya da Moduli deniyor. Yukarıda da belirttiğimiz gibi pirinç
işçiliği kadınlara özeldir. Ağremi toprağında pirinç ekmek doğru değildir.
Önce iki yıl üst üste mısır ekmek gerek buraya. Üçüncü yıl pirinç ekimi için
elverişli duruma gelecektir artık. Nisan ayı pirinç ekimi ayıdır. Önce
erkekler toprağı temizlerler. Mayıs sonuna değin ekim işi bitirilmelidir. Ardından
mısır ekim zamanı gelmektedir. Bu işi de kadın erkek imece usulü ile
gerçekleştiriyorlar. Mısır ekimi tamamlanmış tarla tırmıkla düzeltilmektedir.
Mısır ekimi de bittikten sonra sıra pirinç tarlalarını
otlardan arındırmaya geliyor. Bu işi de kadınlar yapıyor. Ardından mısır
çapalama işi yetişiyor. Mısır ürünü (Psumari) denilen otuz okkalık ölçü
birimiyle ölçülüyor. Bu ölçüyü ekim sırasında da kuli lanıyorlar. Laf arasında
(Bu yıl yirmi psumarhk arazi ektim)’ derler.
Güz başlangıcında pirinç hasadı başlamaktadır. Saplar demet
yapılır. Demetler erkekler tarafından eve, tavan arasına taşınır. Eğer ürün bol
olmuşsa, bunlar yığınlar halinde bir yere toplanır, kurutulur. Sonra da
kelleleri sopalarla dövülür. Ürünün samandan ayrılması rüzgâra karşı yabalarla savurmakla
oluyor. Bu savurma işine de Lazca Ohintsu denmektedir. Bazen de bu demetleri
kış aylarında öküzlerle ya da beygirlerle düvenleyip ufalıyorlar.
Pirinç hasadından sonra iş sırası mısır toplamaya geliyor.
Toplanan koçanlar evlere taşınıyor, ayıklanıyor, Bagen denilen özel ambarlarda
muhafaza ediliyor. Mısır sapları ve koçanlardan çıkma kabuklar hayvan yaygisi
olarak, değerlendiriliyor.
Mısır koçanlarını ayıklama işi de çoğu kez imece işidir. Bu
işte çocuklarda büyük ölçüde yardımcı olurlar. Bagende kurutülmüş mısır
koçanlarının dövülmesi kalın topuzlu sopalarla yapılmaktadır. Üçbeş erkek
bagenin ızgaralı döşemesi üzerinde yığılı koçanları dövüyor, tanesi
ızgaralardan aşağıya dökülüyor, boş somaklarise orta yerde kalıyor. Mısırın un
haline getirilmesi genellikle köy yakınında, bir ırmak üzerinde kurulu Mskibu
denilen su değirmenlerinde olmaktadır. Aşağı yukarı Lazlarda her aile grubu
özel bir değirmene sahiptir. Bazen de bir kaç değişik aile ortak değirmen
kurmakta, sıra ile bundan yararlanmaktadır.
Darı da biçildikten sonra tavan arasında depolanıyor.
Başaklan kurutma işi Ovle adı verilen çubuk örme kaplarda, baca içinde
asılmakla yerine getiriliyor. Başaklar baca içinde iki günde ufalanmaya hazır
hale gelmektedir. Darının harmanlanması Onçamure'de pirinçte olduğu gibi
Onçhvare yapılmaktadır. Ürünün bol olduğu yıllar harmanlama işi için su ile
işleyen bir çeşit çarklı makine sisteminden de yararlanılmaktadır.
Toplumsal iş hayatında imecenin, karşılıklı yardımlaşmanın
pek önemli yeri vardır Lazistan'da. Geniş arazilerdeki ekim (Otasu) ya da
(Ohaçku), çapalama (Gomalu), ayıklama(Okinu) işleri hep bu tür dayanışmalarla
yürütülmektedir, küçük arazilerdeki sebze, meyve yetiştirme işlerinde imeceye
gerek duyulmamaktadır. Çalışma sırasında karşılıklı türküler söylemek, şiirler
okumak Laz iş hayatında önemli yer tutmaktadır. İş sırasında gençler iki gruba
ayrılmakta, karşılıklı iğneleyici şiirli, türkülü sözlerle atışmalar zincirini
sürdürüp götürmektedirler. Bu atışmah türküler sık sık balıkçı ağı ipliği
eğiren kızlar arasında da yapılmaktadır:
İmeceler sıra ile yapılmaktadır. Önce bir kaç imeceye gidilip
gün kazanılmakta, 15-20 işgünü kazanılınca da imece toplanmaktadır. Bazen de
önceden imece çağrılmakta, sonraki günler bunun karşılıkları ödenmektedir. Buna
adam kazanmak (Koçi mogaperi) ve adam borçlanmak (Koçiş gedvaleri) denir. İmece
de borç savma işine (Gedvaleri), gün kazanma işine de (Ugedvalu) denmektedir. .
İmece çeşitlerini de şöyle sayabiliriz: Ekme imecesi
(Ohaçkuşnoderi) Çapalama imecesi (Gomoluşnoderi), Mısır toplama imecesi
(Otahuşnoderi), Ayıklama imecesi (Okinuşuoderi), Devşirme imecesi
(Otsiluşnodeıi), vb. Bu imecelerde kadın erkek birlikte çalışılır.
Yeni kurulmakta olan bir evin ağaçlarının taşınmasında, yeni
inşa edilen bir deniz aracının suya indirilmesinde (Pelukaş gelançeşi), Ağ
ipliğinin eğrilmesinde (Masaş nokapeş othu) borçlandırmadan, karşılık
beklemeden imeceye katılmmaktadır. İnşaat araçlarının taşınması, av araçlannın
suya indirilmesi işi erkeklere, iplik eğirme işi de kadınlara aittir. Burada
kadın erkek işbirliği yoktur.
Bir köyde değişik birkaç imece aynı gün çağrılabilir. Bu
köyün büyüklüğüne, yapılacak işin önemine göre değişir.
İmece günü ve adam sayısı imece sahibince önceden belirlenir.
Ona göre yemek hazırlığına girişilecektir. Sabah erkenden imece sahibi köy
içinde yüksekçe bir yere çıkar, çevreye (Hayde, hayde) der, çalışma saatini
bildirir. Kimi zaman nişanlı kız ile (Noğami) nişanlı erkek karşılıksız olarak
birbirinin işine koşmaktadır.
Laz evleri genellikle meyilli arazide kurulduğundan temel
yeıini kazımak büyük işgücünü gerektirmektedir. Bu tür işte de karşılıksız
yardımlaşma görülmektedir. İmeceye katılanlar 8 saatten fazla işte
tutulmazlar. Şarkı, türkü, şiir okumada geçen süre de buna dahildir.
İş araç gereçleri:
Bugün Türkiye Lazistan'ında yaşayan.halk ekonomik ve
kültürel gerikalmışlık nedeniyle tarım araçlarını babadan, atadan kalma
biçimleriyle kullanmaktadır. Bunlar arasında karasapan (Hocikokari) örnek
gösterilebilir. Bu alet kambur bir ağaçtan yapılmakta, ucuna demir susta
takılmakta, çift öküz koşulup kullanılmaktadır. Mısır ekiminde kullanılan
araçlardan dar ağızlı (Çapabergi) ile geniş ağızlı (Palabergi) de hâlâ tarihi
karekteriyle yaşamını sürdürmektedir. Toprak kazıma işinde kullanılan araçlardan
biri de (Obelusbari) denilen bel'dir. Bu araç demirden yapılmış, iki dişli bir
nesnedir. Tezeklerin ufalanmasında kullanılan bir çeşit tırmık (Potshi) de
ilkel haliyle yaşamaktadır. Hasat işinde kullanılan bıçkı ise bildiğimiz el
orağıdır. Tüm bunlar, kuşaklar boyunca değişmemiş, geliştirilmemiştir.
Lazlar bahçecilikle de uğraşmaktadırlar. Yetiştirilen sebze
türleri: Lahana, fasulye, pırasa, soğan, salatalık, nane, maydanoz, reyhan,
domates, biber, patlıcan gibi ürünlerdir. Tavukların saldırısından
korunabilmesi için bahçeler en az 500 metre kadar köy dışında olmalıdır.
Patlıcan, taze fasulye salatalık, do7 mates gibi sebzeler kışa
saklanmak üzere konserve edilir.
Lazların uğraşıları arasında meyvecilikten de söz edebiliriz.
Şeftali, elma, armut, üzüm, erik, defne, fındık, nar,ayva, incir, dut, vb.
meyveleri Lazistan'da bolca raslanan meyvelerdir. Kış için, elma, armut, erik,
incir gibi meyveler güzden dilim lenip kurutulabilir. Üzümden pekmez, ekşimik
ve sirke (Cumori) yapılmaktadır. Üzüm pekmezi şöyle çıkarılmaktadır: Olgun
salkımlar devşirilip torbalara doldurulmakta, torbalar tahta sandıklara
yerleştirilmekte, sandıklar masa gibi yüksekçe ve temizce bir yere
oturtulmakta, sandığın altına geniş ağızlı bir kazan yerleştirilmekte, sabunla
iyice yıkanıp temizlenmiş ayaklarla sandık içindeki üzüm torbalan
çiğnenmektedir. Çıkan şıra kaynatılıp pekmez elde edilmektedir. Torbalarda
kalan cibre ise bazen üzerine, su, tuz, ekmek hamuru ve bir miktar da demir çivi
kaynatılarak sirke yapımında kullanılıyor. Demir çivinin .bu karışıma atılması
“Çivi gibi sert olsun” biçiminde yorumlanıyor. Tuz ilave edilmesinin anlamı da
kaynatılan şeyin “Şaraba” benzetilmemesi ve kullanılmasının helal olması
biçiminde açıklanıyor. Ekmek hamurunun karıştırılmasının anlamı da çıkacak
olan şeyin ekmekle ilişkili ve nimetten sayılmasındandır.
Kazanda biriken üzüm suyu sert ateşte kaynatılmaya
bırakılıyor. Kaynama sırasında, üzerine bir miktar “Kül” katılıyor. Külün
ekşiliği alacağı söylenir. Bu mayi koyulaşıp katılaşıncaya değin ateşten
indirilmiyor, sık sık karıştırılıyor. Kıvamı yeter dereceye geldiğinde de
ateşten indirilip soğumada bırakılıyor. Pekmez birkaç çeşit yemek yapımında
kullanılabilen bir maddedir. Bunlardan en ünlüsü ise Lazların özel yemeği olan
“Termoni”dir. Termoni yemeği, pekmeze bulgur ve fasulye karıştırılarak macun
haline getirilmekle elde edilmektedir. Pekmez uzun zaman korunması kolay olan
yiyeceklerdendir.
Mart başlarında Lazistan’da narenciye bahçelerinde temizlik
ve toprağı kabartma işi başlıyor. Bitkilerin kuru ve zayıf dalları ayıklanır,
çevrelerindeki parazit bitkiler ortadan kaldırılır, ağaç dipleri gübrelenir.
Seyrekte olsa kar yağdığı zamanlar narenciye ağaçlarının kar yüklü dallarını
silkelemek ihmal edilmez bir iştir Lazlar için. Kışların ağır geçtiği yıllar
taze narenciye fidanlarının sarılıp sarmalanması, soğuktan korunması gerekir.
Lazların portakal ağacı yetiştiriciliği ve aşı sistemi şöyledir:. Yaşlı
portakal ağacı üzerinde genç bir dal seçilir, bu dala “Pilisi” denir Lazcada. Pilisinin
dip kısmından 5 santim kadar genişlikte bir kabuk şeridi çizilip çıkarılır.
Soyulan bu kabuksuz kısım çakı ile iyice kazınır. O kadar ki bu kısımda
kabukaltı nemi, kayganlığı kalmamalı. Pilisiye kestane kabuklarından bir saksı
yapılır, çevresi ince ve kuvvetli toprakla doldurulur. Mayısta yapılan bu
operasyon, sonbaharda açılıp bakıldığında Pilisinin soyulan yerin üzerinden
saksı içinde kök saldığı görülür. Köklü pilisi ana ağaçtan kesilerek toprağa
dikilir. Bu sistem aşılara Lazcada “Dolukidu” denmektedir. Narenciyenin diğer
türleri, ise normal kalem ya da göz aşısı sistemiyle yapılmaktadır.
Lazlar’ın baş uğraşıları balıkçılık ya da sanatkarlık sının
çok geniştir. îş için evinden uzaklaşanlara “Gurbete gitti” denir. Gurbetçi
Lazlar arasında: Balıkçılar, gemi yapım ustaları, inşaat ustaları ilk sırayı
almaktadır. İkinci sırayı tutanlar ise sahilboyu, liman işçiliği yapanlardır.
Bunlar Poti'den başlayarak tüm Doğu Karadeniz yarımdairesi boyunca Kerç(Kırım)
boğazına kadar yayılmaktadır. Bu arada Lazların bulunmadığı bir kent
düşünülemez. Üçüncü sırayı alanlar, inşaat yapımcıları, dülgerler vb. dir.
Bunların çoğunluğu Gürcüstan’ın değişik yörelerinde, Acar'da, Gurya'da,
îmerite'de, Samegrelo'da iş tutmaktadırlar.
Yeni evli Laz gençlerinin ekmek parası peşinde gurbete gidip
yıllarca yuvalarına geri dönmedikleri bilinen bir gerçektir. Gurbete gidip aile
yaşamından yoksun kalan Lazların ağzından söylenmiş türkülere bu yüzden çokça
raslanır. Bunlardan işte bir örnek:
Türkçesi
Her zaman gurbetteyim
Kefal tutuyorum ben
Yarimi görebilecekmiyim diye
Falcıya fal baktırıyorum *
Hafiften bir yel esti
Aldı yarimi Potiden(Kocamı)
Nasıl aklım başımda olsun
Yarimi hatırladıkça ben(kocamı) *
Tsana mot var gulukter
Yıllar, bitmek bilmiyorsun
Canım boğazıma dayandı
Gelin evde şaşkın şaşkın dönüyor
Gözleri hep denizlere doğru
Ey yelkenli gemi (sandal)
Niçin bıı tarafa bakmıyorsun
Niçin sevgilimi getirmiyorsun
Yürekler ıztırapta...
Uzun zaman
evini dönemeyen Laz balıkçının eşi de ardından şunlan söylemektedir:
Türkçesi
Ey yelkenli gemi (sandal)
Gel beni de al götür
Gurbete gidiyorsan
Yarimi de al getir (kocamı)
Eğer orada evlenmişse
Onun ölüsünü al gel bana
İkisine de ip bağla
Onları sürükleyerek getir.
Yaz bitimi, güz başlangıcında Laz balıkçılar ağlarını gözden
geçirmektedirler. Gürcüstan Lazları Cumhuriyet döneminden önce köhnemiş
teknikle avlanmaktaydılar. 60 yıllık tecrübesiyle 75 yaşındaki Laz denizci Ali
Reis Numanişi bize şunları anlattı:
“On yaşımda balıkçılığa başladım. Kullandığımız araçlar
dededen kalma şeylerdi. Bugünkü modem teknik olanaklarımız yoktu. Sandallarımız
“Nuşi” denilen bir çeşit araçlardı. Bunlar kalın bir kütüğün yontulup kayık
biçimine sokulmuş ve içi oyulmuş ilkel şeylerdi. Ağlatımızda öyle.
“Suakişmosa” dediğimiz serpme ağlardan ibaretti. Bunun yanısıra olta da
kullanırdık. Her balıkçı evinde ağ örülebilirdi. Oltayı demirci ustalanndan
satın alırdık. Gürcüce Nuşi denilen kayıklar zamanla gelişti, biçim
değiştirdi. Yeni şekline de Tçimiği diyorduk. Daha da geliştirilen bu araçlara
bugün Peluki diyoruz işte. Oltalar bugüne dek modadan kalkmadı, hâlâ işe
yaramaktadırlar. Bugünkü oltalar eskilerine göre çok daha güzel ve kullanışlı.
Demircinin kaba elinde yapılanla fabrikada üretilen olta bir olur mu?
Bugünküler fabrikasyon oltalar. “Suakiş mosati” dediğimiz başka bir çeşit
çengel daha var. Buna da sadece “Suaki” dediğimiz balık türünü yakalamakta
kullanıyoruz. Bunların dört keskin çengellileri de var. Biz “Kamangi” diyoruz
buna. Bununla da “Sparo” adı verdiğimiz türden balıklar avlıyoruz. Sarp köyü
önünde deniz içinde kocaman kayalıklar var. Bunlardan birinin adı
“Kvamoahzi”dir. Kvamoahzinin bir kenarına denizden avladığımız “Mantai” yani
“Medüz”ü -bir tür sünger, bağlayıp balıkların buraya üşüşmesini beklerdik.
Elimizde çengelli mızraklar olduğu halde. Çok geçmeden balıklar medüzün
üzerine üşüşür emmeye başlarlardı. Bizde süratle elimizdeki çengelli
mızraklarla saldırır, şişleyebildiğimizi çıkarırdık. Bu mızraklara da Lazca
“Kamangi” diyorduk.
Bir tür aletimiz yine var. Bunu da Zargana balığı avında kullanıyoruz.
Üç metre sopadan oluşur, basit bir şey. Üç adet sopayı ucuca birbirine bağlar,
sargılarla sıkıca sarardık. Sopalar dipten uca doğru incelirdi. Bu aletin elde
tutulan ilk bölümüne “Tudeni”, ikinci, ortadaki bölüme “Şkaşi”, üçüncü uç
bölümüne de “Komurişi” diyorduk. Ucuna 12 metre kadar uzunlukta, renkli ipek
bir ip bağlanırdı. Bu ipek ipin hazırlanışı da şöyle olurdu: İpekböceği kozalan
kaynatılır, yumuşatılırdı. Sonrada bu şaplı suya yatırılırdı. Yaban elması
(ahlat) ağacı kabuklan bakır bir kapta iyice haşlanır, renkli suyu çıkarılırdı.
Sonra da ibrişim bu suya
yatırılırdı. Bundan açık kırmızı bir renk elde edilirdi. Bu renk iplikle
yapılan av sezonun başlarında mümkündü. Bir ay kadar sonra ise artık renk
değiştirilir, daha koyu sarıya boyanması gerekirdi. Koyu san rengi veren bir
başka bitki vardır. Buna Lazcada Tskipili diyoruz. Bu bitki ince ince
kıyılmakta, içine soğan kabukları karıştırılmaktaydı. Sonrada iyice
karıştırılıp kaynatmak gerekti. Bundan koyu san bir renk boya elde edilirdi.
İbrişimleri bunun içine yatırır boyarlardı. Bu iplikten hamsi benzeri taklit
yemlik balıklar örülürdü. Bunlar 12 metre kadar halatlara bağlanır suya
bırakılırdı. Halat çekilip sürüklendiğinde hamsi sürüsünü andıran aldatmaca
balıklar (Tkomili) zarganaların saldırısına uğrar. Bu yalancı hamsilerin
yüzeyi ipek iplikçiklerle örülü olduğundan zarganalann dişleri bu iplikçiklere
takılır, artık kurtulamazlardı. îyi bir av metodu olmasına rağmen bu usul
çoktan terkedilmişti. Ancak bazı deneyimsiz genç balıkçılar bunu seyrekde olsa
kullanmaktadırlar. Ciddi ve büyük çaptaki balıkçılık bugün modern
teknolojilerle donatılmış araçlarla yapılmaktadır.
Eskiden balıkçılık bugüne bakınca çok daha zordu. Bazen buz
tutan sahillerde biz yalınayak dolaşmak, çalışmak zorundaydık. Şimdiki
balıkçılık, balıkçılık değil, eğlence. Ayakta balıkçı çizmeleri, sutta özel
giysiler. Ne var böyle çalışmaya.” Ali Reis Numanişi sözlerini bitiriyor
böylece.
Eskiden elde edilen balık ürünün bölüşülmesi de bir başka
türlüydü: Örneğin: Tekne hakkı 2 pay, Ağ ve edevat hakkı 4 pay, bunların sahibi
olan kişiye 1 pay. Etti 7 pay. Kalan ürün de ava katılan kişi başına bir pay
olarak dağıtılırdı. Yani bu aşamada bir . kişiye düşen balık miktarının 7 misli
araç gereç sahibine verilirdi. Şimdiki sistemde biraz değişiklik
görülmektedir. Ava katı-, lan her kişiye aynı oranda pay verilmekte, bunlann
başında du ran, yönetici uzman kişilere
de biraz farklı pay çıkarılmaktadır.i Eskilerde Yunus avı için Çakmaklı
tüfeklerden yararlanılırdı.Ağır ağır seyreden tekne içinden saatte en çok beş
atış yapılabilirdi. Bundan 4'ü isabet alırdı. Şimdilerde süratli motorlu araç-1 larla
25 kadar atış yapılıyor, bunun 23'ü isabet ettiriliyor. Şimdiki tüfekler
eskiler gibi ağızdan dolma değil, modem, hartuçlu otomatik tüfeklerdir.
Lazistan'da dere balığı avcılığı da yapılır. Ancak bu tür
avcılıkta henüz bir gelişme görülmemiştir. Eski usullerle ve basit araç
gereçlerle bu iş sürdürülmektedir. Bu işte Kalati örme çubuk sepet ve Helehı
iki sopa arasında gerilmiş ağ geniş çapta kullanılmaktadır.
Lazcada Kopsia adı verilen hamsi balığı gırgır ve parapati
usulü ile avlanmaktadır. Parapati denen ağın diğerlerinden değişik yanı: 150
metre kadar uzunluktaki tarama ağın bir ucu teknede, diğer' ucu karada sabit
bir noktada bulunması, balıkların görüldüğü yönde tekne ile kovalanıp
çevrilmesi ve ağa doldurulmasıdır. Dört kişilik ekip tarafından yürütülen bu
tür avlanmada Çapala, Gorce, Portso, Kvaçhami, Labusi, Zargana, Gulari, Sparo,
Levreki, Köteği ve Maraşkil türü balıklar avlanmaktadır.
Muruna ve Zuthi diye adlandırılan balıklar da olta ile elde
edilmektedir. Yunuslara sıkılan gülle kurşun 12 milimetre çaplıdır. Tüfekle
yunus avı kolay iş değildir. Hareket halindeki araçtan, hareket halindeki
hedefe isabet kaydetmek ustalık isteyen iştir.
Yunus balıklan sık sık suyun yüzüne, çıkıp nefes alırlar.
Yavruları da su üstüne çıkarır soluklandırırlar. Yunus avcıları işte böyle
anlarda onlara kurşun sıkarlar. Yaralanan yavru yunussa anne yunus asla
yavrusunu bırakıp kaçmaz. Bu sırada anne yunusun da vurulması gayet kolay
olur. Yaralı bir yunus yavrusu tekneye alınıp karaya doğru hareket edildiğinde
anne yunus teknenin peşinden gelmekten asla çekinmez. Yaralı yavrunun anasını
da vurmak Lazlarca çok günah sayılmaktadır. Yunuslar aslında insan canlı
yaratıklardır. Bazı özellikleri de insanlarınkine benzer. Örneğin: Yarglı bir
yunus yüksek sesle ağlama sesleri çıkarır, gözyaşları döker. Onun iniltileri
insana ızdırap verir.
Lazistan sahillerinde Mutika diye bir balık vardır. Bu balık
da yunusgillerdendir. Mutikaların yunustan farkı gagalarının biraz daha kısa
oluşudur. Bu balık da yunus avlama sistemiyle avlanır. Ancak bunlar için
gülle(misket) kurşun yerine iki adet iri saçma yeterli gelmektedir. Bu balık yunustan
daha değerli tutulmaktadır. Mutikaların yağı yunuslannki kadar ağır
kokmamakta, kullanımı daha hoş olmaktadır.
Mutikaların ve yunusların derileri 5-6 santim kalınlığında
yağ tabakasıyla kaplıdır. Bunların derileri küçük küçük parçalar halinde
doğranmakta kazanlarda kaynatılıp yağı deriden ayrılmaktadır. Yağı alınmış deri
parçacıklarına Lazcada Thiçiki adı verilmektedir. Bunun dahi insan için yararlı
bir besin olduğuna inanılmaktadır. Birçok ailelerde sıcak sıcak yenmektedir.
Kara içlerinde yaşayan Lazlar sahilboyu Lazlarına Çihiki yemelerinden ötürü
türküler yakmışlardır. Örneğin:
“Sarpeli ar tanape ‘'Sarp köylünün her
biri
Çihikiş mçkomalepe ” Çihiki yiyicileri ”
Ya da
Yunus yağı bugün Türkiye'de yararlanıldığı gibi, eskiden
Gürcüstan'da da aydınlanma işinde kullanılırdı. Yağ kandilleri çok tehlikeli
aygıtlardır. Sık sık patlamakta, yangınlar çıkarmaktadır. Bugün Lazlar
arasında artık bunun kullanılmadığı görülmektedir.
Eskiden Laz balıkçıları arasında batıl inançlara pek taşlanırdı.
Örneğin: Av sezonunun açılmasını cumartesiye taşlatmakta uğur, hayır
umarlardı. Herkes teknesine bir muska yazdırmayı ihmal etmezdi. Bunu teknenin
bir kıyısında saklar, artık koruyucu güçlerin kendisine kayıracağına
inanılırdı. Birkaç gün avdan eli boş dönen avcı “Tüfeğim nazar olmuş” der onu
hocaya (Cinciye) okutmaya götürürdü. Tüfeklere okunmuş bezler, kömür parçaları
bağlanır bundan hayır umulurdu. Bugünkü Lazlarda artık bu tür çağdışı
inanışlara raslanmamaktadır.
Her Laz evinde daima tuzlanıp salamura yapılmış bolca balık
konservesi bulunur. Bu konservasyonu da şöyle yapıyorlar Lazlar: Kelleleri
alınmış, içleri temizlenmiş hamsileri tuzluyorlar. Bunları toprak içine gömülü
küplere basıyorlar. Üzerine yine bolca tuz ekiyorlar, kapağını sıkıca
kapatıyorlar. Zargana ve benzer balıklar da bu şekilde uzun süre
saklanabilmektedir. Sudak türü denilen bir çeşit balık da daha ilginç
yöntemlerle saklanmaktadır. Bunları temizleyip tuzladıktan sonra baca içinde
bir çengele asıyorlar. Kurutuyorlar. Bunun da uzun süre bozulmadan kaldığı
görülmektedir.
Sahilboyu Lazları arasında çulluk, turaç ve benzeri kuş
çeşitlerinin avlanması da pek yaygındır. Bu av sonbahara doğru olmaktadır:
Avlanma yöntemleri şöyle: 8-10 adet at kuyruğu kılı bükülüp kement yapılmakta,
bir metre kadar uzunluktaki çomak üzerine sıkıca bağlanmaktadır. Bu çomak
toprağa eğik biçimde çakılmakta, kementler arasında da canlı bir çekirge ya da
böcek bağlanmaktadır. Çekirge çomak üzerinde çırpındıkça üzerine çulluk, turaç
ve bu irilikteki başka kuşlar saldırmakta, ayakları kıl kementlere takılıp
yakalanmaktadırlar.
Şahin, atmaca ve buna benzer avcı kuşların elde edilip
eğitilmesi de Lazlar arasında bilinen bir iştir. Bu iş şöyle olmak tadır:
Açık bir arazide çalı çırpıdan bir kulübe yapılmaktadır. Kulübenin içinde
pusuda bekleyen kişi elindeki değnek ucuna bir ayağıyla bağlı bir kuş
tutmaktadır. Kulübenin üstü tor (ağ) la örtülmektedir. Uzaktan bu yabani avcı
kuşu görüldüğünde değnek ucunda bağlı kuş havada sallanmakta, avcı kuşun ilgisi
çekilmektedir. Avcı kuş hızla avına çullandığında da tor üzerine kapanıp
yakalanmaktadır. Tabii saldırgan yırtıcı kuşun avına çullanması sırasında
değnek ucundaki kuş kulübenin içine doğru çekilmektedir.
Yakalanan avcı
kuşların eğitilmesi:
Şahin türünden avcı
kuşların ayağına ipekliden bir ip bağlanır. Omuzda oturtulup et, yumurta gibi
yiyecekler verilir. Sonra kol üzerinde durması öğretilir. Bu arada kollar
keskin pençelere karşı korunmalıdır. Tuzlu ete ve yumurtaya dadanan şahin artık
sahibini kolay kolay terketmemektedir. Bunların avlanmakta kullanılması da
yavaş yavaş verimli olmaktadır. Önceleri 50 metre kadar uzunlukta bir ip
ayağına bağlanır. Havaların yağışlı gittiği üç gün süre ile hayvan aç
bırakılır. Sonra ava çıkarılır. Avlanacak kuşlar bazen köpekler tarafından
aranıp kaldırılmakta, bazen sopalarla çalı çırpı çırpıştırılıp ürkütülmektedir.
Havalanan kuş üzerine şahin bırakılmaktadır. Bazen emniyet ipi saldırı mesafesi
için yeterli olmamaktadır. Bu yüzden şahinin ardından koşturmak gerekmektedir.
Bu tür bir avlanmada 15-20 kilometrelik bir alan tarandığında 150-200 kadar
çulluk vb. elde edilebilmektedir. Bereketli bir av dönüşü “Şahine nazar değer”
korkusu ile köye gece girilmektedir. Şahine türlü çeşitli nazar boncukları da
bağlanmaktadır. îyi bir avcı şahinlerin değerini gözlerine bakarak, göğüs
yapısına ve rengine bakarak anhyabilir.
Bazı kuş avlama
yöntemleri:
Lazlarda kuş avlama
yöntemleri çok çeşitlidir, burada kısa kısa bir kaç çeşidinden söz edeceğiz.
Teferruata girmeyeceğiz. Sırasıyla bu yöntemler: 1. Neperi, 2. Okvinçe,
3. Ragi 4 Kap dara vb.
dir.
1.
Neperi: Bu
araç ağdan yapılmıştır. Ormanda, yeşillik, karanlıkça bir alanda yol biçiminde
bir şerit ağaçlardan temizlenir. Akşam karanlığında aydınlık veren bu geçit
yerini kuşlar uçuş yolu olarak kullanırlar. Bu geçidin iki yakasına ağ gerilir.
Hızla gelen kuşlar bunun farkına varamazlar. Hızla ağa çarparak üzerinde
kalırlar. Gün batınımdan gün doğumuna değin bu yolla 200 kadar kuş avlayan
avcılar görülmüştür.
2.
Okvinçe: Kış
aylannda, karlı havalarda evin avlusunda üçgen biçiminde bir kulübe yapılır. Bu
kulübeye bir kapı bir de pencere bırakılır. Pencereye dıştan torba gibi sarkan
fakat altına ağaç konmakla şişkin gibi tutulan bir ağ torbası bağlanır. Kulübeye
bırakılan zahireye üşüşen kuşlar kapı yönünden ürkütülüp pencereden dışarıya
kaçırılır. Pencere deliğine dalan kuşlar ağ torbanın içinde hapsolacaklardır.
3.
Ragi: Ragiler
genellikle ayı, çakal, domuz ve diğer dört ayaklı memeli hayvanların
avlanmasında kullanılır. Ancak seyrekte olsa kuş türü içinde kullanılmaktadır.
Burada kuş türü için kullanılan raginin sadece tarifini yapacağız. Karlı
havalarda, genişçe bir alana bir miktar yem dökülür. Yemin üzerine büyükçe bir
leğen kapatılır, leğenin bir kenarına 30 santim uzunluğunda bir çomak dikilir,
bu çomağa uzunca bir ip bağlanıp pusuya yatılır. Kuşlar leğenin altına
girdiğinde ip çekilir, kuşlar yakalanır. Memeli hayvanların avlanmasında
kullanılan Ragiler bu sistemin geliştirilmişi ve de büyük boyutlusudur.
4.
Kandara: At
kuyruğu kıllarından bükülmüş kementler yer yer kertilmiş bir sopa üzerine
bağlanır. Kış aylannda armut vb. gibi ağaçlarda görülen parazit, yemişli
bitkilerin arasına bu sopa yerleştirilir. Bu yemişleri yemeğe gelen kuşlar
sopadaki kementli kısımlara basmak zorunda kalacaklardır. Böylece de kementlere
takılıp yakalanacaklardır.
Bazı
hayvan ve bitki isimleri
Lazca(Hopa
ağzı) Lazca(Viçe-Arhavi
ağzı)Türkçesi
Lazlarda
Kıyafet:
Eskiden Laz yaşlı
erkekleri başlarına “Başlık” sararlardı. Gençler ise Papak (Kalpak)
kullanırlardı. 60-70 yıl kadar önce Lazlar arasında fes modası çıktı. Fakat bu
moda burada fazla tutunamayıp ortadan kalktı. .
Bugün Türkiye
Lazistan'ında geleneksel başlık ve kalpak kullanmak yasalarla yasaklanmıştır.
Gürcüstan sınırlan içerisindeki Lazlar ise başlık, kalpak ve kabalak gibi
başörtülerini kullanmakta serbestirler.
Lazlarda ayakkabı
(Tsuga) burunlan yukanya kalkık bir çeşit postalı andınrdı. Pantolon yerine bir
çeşit dar şalvar kullanılırdı. Adına da “Dzikvi” denirdi. Dzikvinin üst tarafı
kıvnşık, bolca bırakılır, alt tarafı, bacaklan kavrar derecede dar bırakılırdı.
Üst giysi ise bir çeşit yakasız montu andırırdı. Bu yakasız montun altına san
ya da kırmızı renkte gömlek giyilirdi. Kırmızı renkler siyah altında daha bir
çekici görünürdü. Siyah üst giysinin kol dirseklerine, yenlerine ve
omuzbaşlanna ve meşin parçalanna şeritler dikilirdi. Bunlar hem giysiye
güzellik katar hem de dayanıklılığını artırırdı. Belde, kalça üzerine kadar
inen yün kumaştan dolak dolanırdı. Kama ve zincir gibi şeyler de bu dolama
üzerine iliştirilirdi.
Laz kadın giysileri
daha bir zengin görünüşlüydü. Çeşitli renklerden rahat giysilerdi bunlar. Bele,
uçları aşağıya sarkıtılmış kumaştan bir bellik sarılırdı. İş zamanlan genellikle
atlastan dikilen bu giysilerin etekleri yukarıya doğru toplanır, bellemeye
iliştirilirdi. Bazen ibrişim bir kuşak da bele bağlandığı olurdu. Buna Lazcada
“ortkapu” kemer denirdi. Kadınlar günlük yaşamlannda bazen basma entariler de
giyerlerdi.
Boyun ve kulaklara
ilancuği ve boğa kisti denilen değerli takılar da takarlardı. Gümüş zincir
üzerine dizilmiş altın lira lardı
bunlar. Başlarına altın işlemeli bir tabla konur, ahn kısmına yine altın pullu
bir gobğapule sarkıtıhrdı.
Gürcüstan bölümünde yaşayan Lazların
giysilerini bugün artık Gürcüstan'ın diğer bölgelerinde yaşayan
soydaşlannkinden ayırtetmek güçtür. Türkiye kesimi Lazlan arasında bu eski tip
giysileri koruyup bugüne değin yaşatabilen kimselere raslamak mümkündür. Orça,
Çhala vb. köyler bunlar arasındadır, Gürcüstan'ın Sarp köyündeki Lazların
sosyo-kültürel gelişme, değişme evrimi yanısıra giysilerinde de çağdaşlaşma
kaçınılmaz olmuştu.
Lazlarda
El Sanatları
Coğrafi zorunluluk
nedeniyle Lazların baş uğraşıları denizle ilişkilidir. Karada gelişen el
sanatlarının büyük bölümü de denizle bağlantılı işlerdir. Büyük Gürcü
coğrafyacısı Vahuşti Bagrationi eserlerinde bunu açıkça belirtmiştir. Vahuştiye
göre: “Laz-Tçani ulusu ağaç işlemeciliğinde pek ileri düzeyde ustalığa
ulaşmıştır. İrili ufaklı gemi inşaatında bunlara rakip bulunmamaktadır.”
Gerçekten
gemi yapımcılığında Lazlarla boy ölçüşebilecek ulus azdır. Gemi yapımcılığında
iskelet(Ege) kurma işi çok önemli hesaplar gerektirmektedir. Kişi yaşamı da bu
hesaba bağlı olacaktır kuşkusuz. Yapımı tamamlanan gemi son kez gözden
geçirilir. Aralık, delik gibi yerler kendir lifleriyle doldurulur, kalafat
edilir. Aracın kendisi ve donanımı çeşitli renklerde boyanır. Aracın koruyucu
yan tahtaları (talazi), çapa (hope), çapa zinciri (skamemozi), dümen, vb.
boyananlar arasındadır. Gemi aksesuarlarından, yelken, halatlar, direk vb.
şeyler de Laz ustaların ellerinde biçimlenmektedir. '
Ağ
Örme sanatı:
Lazistan
denizlerinde çok çeşitli boyutlarda balık avı yapılmaktadır. Her balık türü
için değişik ağ ötmek gerekmektedir. Son yıllara değin Lazların ağ örmekte
izlediği yol eski, köhnemiş yoldu. Bu işe iplik eğirmekle başlanırdı. Bu da
imecelerle yapılan işlerdendi. Örme işi erkeklere özgü işti. Her balıkçı Laz
bunun ustası sayılırdı. Çünkü bununda ustalık gerektiren incelikleri vardı.
Ağın çevresinin sağlamlaştırılması için, daha canlı iple örülmüş eteklik
dikilirdi. Etekliğin üzerine de sıra ile kurşun ya da taş sarkaçlar
sıralanırdı. Üst eteğe de tahta ya da mantar takozlar bağlanır, ağın bir kenarının
batmaması sağlanırdı.
Laz ağ
çeşitlerinden bazıları şunlardır: Sviakişi, mezgitişi, sarganişi, molozma (Bu
ağ küçük ve karışık cins balıklar içindi), tritsaşi (küçük boy balıklar için),
apladi(Sahilboyu avlanmalar için), parapati, otkomiluşi, serpme vb...
Bunların dışında
Lazlar kuş avında kullanılan çeşitli ağlar daha örmektedirler. Örneğin:
Sipterişi, penerişi, torocişi, vb, gibi...
Mersinişi ve
murunaşi tülündeki balıklar için olta yapımı da Laz ustalarca başarılı el
sanatları arasında sayabiliriz.
Sepet Örmeciliği
(Hentskeli, Kalati, Gideli)
Laz ustalarının
elinden çıkmış sepetlerin zarafetini tarifte insan zorluk çeker. Bunların
güzelliği yanısıra çeşitleri gayet boldur. El sepetleri, sırt sepetleri olarak
önce iki gruba ayırmak mümkündür. Sepetler kullanılan malzeme (yontma
çubuk)lerin inceliği, kalınlığı açısından ve sıklığı, seyrekliği açısından
farklılık gösterirler. Ağır yük taşımacılığında kullanılan küfeler genellikle
yuvarlak yaş çubuklardan örülmektedir. Bu çubuklar, kestane, defne, fındık ve
sarmaşık gibi değişik bitkilerden seçilmektedir.
Yontma ya da
yuvarlak çubuklardan örülmüş çubuk sepetler dışında, kiraz kabuğu (tsantsa) ve
mısır koçanı kabuklarıyla örülmüş (hasır) sepet ve zembiller de vardır.
Erkek uğraşıları
arasında kütükten oyma hamur tekneleri, sofralar, kaşık çeşitleri ve
oturaklardanda (iskemle) söz etmeden geçmemeliyiz. Kadın el sanatları
arasında, iğneotu ve be; ızeri ot çeşitlerinden zarif ve değişik kap-kacak ve
kumaş örme işini de burada zikretmek gerekir.
Lazlarda genel
olarak toprak sanayii (Çanak, çömlek, ser. mik vb.) gelişmemiştir.
Lazlarda
Yapıcılık:
19. yüzyıl
başlangıcına kadar Laz yapıları genellikle yon tulmamış, yuvarlak kereste ile
yapılmıştır. Bina temeli taşla örülür (Dodvalu) toprak yüzeyinden gereği kadar
yükseltildikten sonra üzerine, temizlenip yuvarlatılmış kereste ile duvarlar
oluşturulurdu. Bu duvarlar üzerine, tam orta yerine boydan boya bir sağlam
kalas atılırdı. Çatı bu kalasın iki yakasında oluşturulurdu. Yapıların üstünün
örtülmesi sırasında konu komşunun yardımına başvurulurdu. El birlikle binanın
üstü kapatılır, yemekler yenilirdi. Yapı ustaları iş bittiğinde keserlerini
ağaçlara tıklatır bahşiş istediklerini sezdirirlerdi.
Yeni bitirilen bir
evin ocağını ilk tutuşturma işi büyük anlam ve önem taşırdı. İlk ateşi
tutuştüranın annesi babası sağ bir kız çocuğu olması uğurlu sayılırdı.
Bugünkü
Lazistan'daki kentsel yerleşim birimlerinde yapılar artık betondan, taştan
demirden yapılmaktadır. Köy ünitelerinde ise ağaç yapılara bugünde raslamak
mümkündür.
Laz konutlarının
boyutları: Yaklaşık olarak 42 karış uzunluk, 36 karış genişlik, 12 karış da
yüksekliktedir. Lazistan'a İslam dininin girmesiyle bazı değişik alışkılarda
girmiştir. Örneğin: Yeni yapılan yuvaya yerleşecek aile Mevlid okutmalı, dua
yaptırmalıdır. Bundan sonra oraya yerleşmelidir. Mevlid ve dua merasimi
sırasında bolca şerbetler içilir, tatlılar yenilir.
Laz evleri çpk
zarif, ince el oymacılığı örnekleriyle bezenirdi. Bunlar kabartma ve çukurtma
biçiminde olurdu. İşlenen motifler arasında üzüm çubuğu motifi çok tutulurdu.
Taşlar üzerine bile çeşitli bitki ve hayvan motifleri işlemek Lazlar arasında
binlerce yıllık gelenekti.
Laz ustalarınca bu
tür oryantal el sanatlarıyla bezenmiş yapılara Gürcüstan'ın diğer bölgelerinde
de raslamak güç değildir. Acara, Guria, Samegrelo, tmereti bu bölgeler
arasındadır. Laz ustalar yaptıkları binaların bir duvarına tarih düşmeyi unutmazlardı.
îmereti'de bir köyde raslanan Laz yapısı bir evde Gürcüce ve Türkçe kitabeye
Taşlanmıştır.
G. Çitaia (Laz
ornamenti hayat ağacı motifi) adlı yazısında, Hanis-Tsakali vadisinde ün
yapmış, Ömer, Ahmed ve Mustafa adlı üç Laz kardeşten söz etmektedir. Bunlar o
denli tanınmış kişilermiş ki bu vadide yerel Gürcü ustalar bile onlardan çok
şey bellemiş, yararlanmışlar. Sayısız ölümsüz eserlerin yapımında onların
yolundan sapmamışlardır.
Laz
Yemekleri
Lazlar genellikle
mısır ekmeği yerler. Buğday ekmeğini ise pek seyrek kullanırlar. Mısır
ekmeğinin pişirilmesi değişik bir yöntem gerektirmektedir. Ocak içinde, iki
terek arasında çatılmış birkaç odun tutuşturulur. Üzerine de*“Ketsi” denen
toprak güveç ya da Pileki konur, kızdırılır. Taze ypğurulmuş mısır unu hamuru
bu pilekinin içine konarak, üzeri sacla kapatılır, bir miktar köz konur. Az
sonra mısır ekmeği “Mçkidi” pişmiş olacaktır. ,
Çirbuli (Çılbır)
Laz usulü çirbuli 5
yumurta ile yapılmaktadır. “Muhlama” adı verilen iki kulplu tavada önce tuzla
yağ eritilir. Üzerine çalkalanmamış, tüm halinde beş yumurta kırılır. Üstü
sacla örtülüp köz konur. Yeteri kadar ateş üzerinde bekletildikten sonra üstü
açılır. Bir kez daha üzerine yağ dökülür. Çirbuli yenmeye hazır hale gelmiştir.
Pilai (Pilav)
İyice yıkanan
pirinç tencerede kaynatılır. Piştiğinde suyu giderilir. Üzerine tuzla yağ ilave
edilir, bir süre daha ateşte bekletilir. Ham koku böylelikle giderilmiş olur.
Bir yandan yağın da tüm zerrelere ulaşması sağlanmış olur. Konuklara pilav
ikram etmek Lazlarda kaçınılmaz bir adettir.
Makarina
(Makarna)
Buğday
unundan açılan yufkalar ince ince kıyılıp makama yapılır. Bu makarnalar
tencerede tuzlu suda pişirildikten sonra suyu süzgeçle süzülür. Sonra üzerine
yanık yağ gezdirilerek karıştırılır. Makama olmuştur. '
Kveli Kaimağoni
(Kaymaklı Peynir)
Laz yemekleri
arasında saygın bir yeri bulunan kaymaklı peynirin yapılışı gayet basittir. Bir
miktar peynir kaymak içine ufalanır, hamur haline getirilir. Bu yemek elle
yenir. Konuklara da ikram edilebilir. Düğünlerde davetlilere verildiği de olur.
Luku (Kara
Lahana)
İyice yıkanmış kara
lahana yapraklan sıcak suda haşlanır. İnce ince doğranır. Suyu değiştirilerek
kaynamaya bırakılır. Yeşil su salınca tekrar suyu değiştirilir. Pişme yeterli
hale gelince tahta kürekle bu lahanalar çiğnenir, macun haline getirilir.
Lahana macununun üzerine bir miktar kuyruk yağı, tuz, un lapası ilave edilerek
karıştınlır. Bir süre daha ateşte tutulur. Kuyruk yağı bulunmadığı takdirde
içyağı ve diğer yağlardan da yararlanılabilir. “Luku” yemeği tüm Gürcü kökenli
halklar için milli yemeklerden sayılır.
Ağani Lobio
(Yeşil Fasulye)
Taze fasulyeler
iyice yıkanıp temizlendikten sonra tencere içinde ateşe vurulur. Yeteri
derecede piştikten sonra üzerine tuz ve un ilave edilerek karıştırılır. Bazende
bu karışım yoğrulup macun durumuna getirilmektedir. En sonunda üzerine yağ
dökülür. Birkez daha karıştırılıp yağ her zerreye ulaştırılır. “Ağani Lobio”
yemeği hazırdır.
Kumhi Lobio
(Kuru Fasulye)
iyice yıkanmış kuru
fasulyeler tencerede pişirilir. Üzerine bir miktar pırasa doğranır. Yağ
dökülür. Tuz ilave edilir. Bu yiyecek kaşıkla yenmektedir.
Kotumeş Dolma
(Tavuk Dolması)
Temizlenmiş tavuğun
iç organları boşaltılır.
içine hafif
haşlanmış, terbiyeli pirinç doldurulur. Kaynamaya bırakılır. Yeterince
piştikten sonra ateşten indirilir, servis yapılır.
Bu yiyecek
özellikle kaynanaların damatlarını ziyaret sırasında yapılıp götürülür. Bazen
zengin düğün sofralarında da raslanır.
Brinconi (Pirinç
Kavurması)
Bir miktar
temizlenmiş, yıkanmış pirinç tavaya konup kavrulur. Üzerine su ilave edilerek
kaynatılır. Yeteri derecede piştikten sonra içine bir miktar pırasa ve haşlanmış
tavuk eti ilave edilir. Tavuk eti bulunmadığı takdirde diğer etler de kullanılabilir.
Tuz ve yağ da konarak karıştırılabilir. “Brinconi” yemeği olmuştur.
Papa (Kaçamak ya
da Mamalika)
Laz usulü “Papa” su
yerine sütle ya da pekmez şerbetiyle pişirilmektedir. Süt kaynatılır, içine
şeker karıştırılmış buğday unu azar
azar karıştırılarak kaşıkla açılır. Eriyik iyice koyulaşıncaya kadar ateşte
tutulur. Süt bulunmadığı hallerde şekerli şerbet, pekmez şerbeti ya da üzüm
şırası da bu işte kullanılabilir.
Bureği (Börek)
îyi kaliteli buğday
unundan hamur yapılır. Hamur çok ince şekilde oklava ile açılır. Bir tepsi
üzerine çaputla yağ sıvanır. Beş kadar ince yufka üst üste tepsi içine dizilir.
Üzerine yumurtalı lapa dökülür. “Bureğiş guri” Böreğin lezzeti yumurtanın
çokluğuna bağlıdır. Bu yumurtalı lapa üzerine beş kat daha yufka dizilir.
Tepsi ateşe vurulup pişirilir.
Baklava
Laz baklavası da
börek için hazırlandığı gibi kaliteli hamurdan yapılır. Yağlı bir bakır tepsi
üzerine 15 kadar yufka konur. Üzerine sıvı yağ dökülüp her tarafına
ulaştırılır. Bunun üzerine de “Hoşmeri” kavrulmuş un serpilir. “Hoşmeriy’ceviz
ezmesiyle birlikte serpilmelidir. Bu yufka kitlesi düzgün Biçimlerde bıçakla
kesilir, şekiller verdirilir. Baklava dilimlerine Lazcada “Daği” adı verilir.
Bu haliyle tepsi ateşe vurulur. Yeteri derecede pişince üzerine şerbet
dökülerek yumuşamay.â bırakılır.
Baklava
ve börek pişirme işi, genellikle yetişkin gelinlik kızların görevleri
arasındadır. Kız bulunmayan evlerde bu işi komşu ya da akraba kızları
yapmaktadır. Baklava ve börek çoğunlukla özel günlerde yani düğün, bayram,
davet ve gurbetten dönen Laz erkeklerinin ziyareti sırasında yapılıp yenir.
İkram edilir. -
Patlicani
Tağaneri (Patlıcan Kızartması)
Patlıcanlar iyice
yıkanıp temizlendikten sonra ortalarından yarılır üzerine çalkalanmış yumurta
lapası dökülerek tavada kızartılır. İşte “Patlicani Tağaneri” olmuştur.
Patlicaniş Dolma
(Patlıcan Dolması)
Yıkanıp temizlenmiş
patlıcanlar ortalarından bölünür. İçi oyulup çıkarılır, önceden hazırlanmış
kıymalı pirinç, pırasa, soğan karışımı içine doldurulur. Tencerenin içine açık
ağızlan yukanya gelecek şekilde dizilir. Kıymalı pirinç karışımına tuz ve yağda
ilave edilir. Yeteri kada'r pişirilir.
Mtkui Patlicaniş
Giai (Domates Yemeği)
Lazcada domatese
“Mtkui Patlicani” yabani patlıcan adı verilmektedir. Bu domatesler iki cinstir.
Bir çeşidi olgunlaşıp kızarmakta, diğeri ise sürekli gök kalmaktadır. Kırmızı
domatesler yemeklerde, gök olanlarda turşularda kullanılmaktadır.
“Mtkui patlicaniş
giai” yemeğini yapmak için: Pirinç, soğan, pırasa ve bazı baharat çeşitleri
doğranmış ya da rendelenmiş olarak birbirleriyle kanştınlır. Bu karışım önce
bir süre suda haşlanır. Sonra üzerine tuz, yağ ve kırmızı domatesler de ilave
edilerek pişmeye bırakılır. Yeteri derecede piştiğinde sıcak sıcak servis
yapılır.
Süt Ürünü
Yiyecekler
Lazlarda
hayvancılık yaygın değildir. Bu nedenle süt ürünleri burada bolca görülmez.
Bazı aileler bir iki sağımlı inek besleyebilirler. Azda olsa süt ürünlerinden
yararlanılmaktadır. Bu ürünler: Süt, yoğurt, ayran, lor, çökelek, peynir ve
tereyağından ibarettir. Lazlarda ayran mekanik usullerle değil, yayıklarda
yayılmaktadır. Mekanik yöntemle elde edilen ayrana itibar edilmemektedir.
Meyvecilik
Lazlarda
meyvecilik, tarım sektörünün ikinci önemli dalıdır. Laz bahçeciliğinde
yetiştrilen meyve türleri: Portakal, limon, mandalina, vb.'dir. Mandalina
kültürü Lazistan'a diğerlerine nazaran daha geç girmiştir. Buda 20. yüzyılın
ilk yarısına Taslamaktadır. Her aile
aşağı yukarı yılda 15-20 değişik türde meyve fidanı dikmektedir. Narenciye
ağaçları yılda iki kez gübrelenmektedir. Gübre türü hayvansal artıklardır.
LAZLARDA
MADDİ KÜLTÜR
Tarihi kaynakların
bize verdiği bilgilere göre: Lazistan'da Hıristiyanlık dininin yayılmasından
sonra (M.S. 320) yapıcılık alanında yeni bir tür gelişmeye başlamıştır. Bu,
kilise, manastır ve korunma tesisleridir. Bunlar arasında en ünlülerinden biri Trabzon
Sofia Manastırıdır. Bu yapı kompleksiTrabzon'un 10-15 kilometre kadar
yakınındadır. Bu manastırdan mezhebi görüş itibarıyla Konstantinepolis'deki
Ortodoks patrikhanesine bağlı bulunuyordu ve Ayasofya kilisesinin bir
şubesiydi. Bu yapı ibadethane görevinden başka iyi bir savunma objesiydide.
1463 Türk-Selçuklu
saldırıları sırasında bu yapı büyük zararlara uğratılmıştı. Bugün artık bunun
yıkık duvarlarından bir bölümü ayakta kalabilmiştir. Trabzon ve çevresi halkı
(Çoğunluğu Laz kadınlar) bugün bile her yılın ilkbaharında bu yıkık yapının
önünde toplaşır Tanrıya dua ederler. Hastalar için şifa, gelecek için iyi şans
ve bereket dilerler. Bu , Hıristiyanlık çağı geleneğinin bir uzantısından başka
bir şey değildir.
Sofia manastırı
dışında Lazistan'da daha sayısız bina yıkıntılarına taslanır. Bunların çoğunun
ibadethane olduğuna hiç kuşku yoktur.
Noğedi köyünde (Bu
köyün adı Osmanlılarca 17. yüzyılda Makriali olarak değiştirilmişti. Bugün ise
Kemalpaşa denmektedir) bulunan Laz Ortodoks Kilisesi ise Osmanlı
saldırılarından nisbeten az zararla kurtulan binalardan biridir. Bugün bile bu
yapının sadece kümbet kısmı çökük bulunmaktadır. İç duvarlarındaki azizlere
ait renkli resimler, freskler bugün sağlam
durmaktadır. 1931 yılında görüştüğümüz bu köy halkından 78 yaşındaki
Mustafa Papaskir (Papaoğlu) bize şunlan anlattı:
“Biz Lazlar
önceleri Megrelmişiz. (Hıristiyan Laz). Allah öyle buyurmuş, üzerimize Müslüman askerleri
göndermiş. Bu askerler bizi gavurluktan (dinsizlikten) kurtarmış. Bu kiliseyi
yıkmışlar, Kavakdibine cami yapmışlar. Bu hikayeyi babam kendi dedesinden
dinlemiş. Babamın dedesi bu kilisede ibadet eden Hıristiyan Lazmış önceleri.
Torununa bunu böyle anlatmış. Bu kilisenin formu tamamen sağlam kalmıştır. Çok
kalın ve sağlam duvarlarını müslümanların yıkmaya gücü yetmemiş. Birde bu
kilisenin yıkılışı sırasında köyün ileri gelen (Tavadi) beyi Zumbai buna engel
olmuş. Zumbaianın torunları bugün Noğedi'de yaşamaktadırlar. (Lazlar hiçbir
zaman Noğedi'nin değişik isimlerini kabul edip kullanmadılar.)
Azlağa köyü (Bu
köyün adı 17. yüzyılda Osmanlılarca Abuislah olarak değiştirilmiştir. Arapçada
‘Temiz su” anlamına gelen bu ismi Lazlar hiç bir zaman kabul etmediler) yukarılarında
bulunan kilisel kalıntıları da kaydetmeye değer materyallerdendir. Bu yapıya
Lazlar “Ohvame” adı vermektedirler. Laz kadınları her yılın baharında buraya
toplaşmakta, Tanrıdan hastalara şifa, yoksullara rızık, kazançlarına bereket
dilemektedirler.
Komşu köylerde
yaşayan Lazlar bazen Azlağalılara takılırlar: (Azlağuri ohvame, ar şiras uur
noğame) derler. Bunun anlamı (Azlağanın kilisesi, iki sevgilidir bir dulun
hissesi) dir.
Bu kiliselerin
aşağılarında, denize yakın “isina” mevkiinde kayalara işlenmiş insan figürleri
bulunmaktadır. Bunlar arasında iki adet kadın figürü vardır. Halk deyişine göre
bunlar azizelere aittir. Kadınlardan biri Hazreti Meyrem, diğeri Gürcüstan
Kraliçesi Tamar Dedopali'dir.
Laz halk deyişleri
arasında bir de “Kva Noğamisi” yani “Gelin Taşı, ya da “Taş Gelin” öyküsü
vardır. Derler ki: Uzak 112 bir köyden
Azlağaya gelin getiriliyormuş. Düğün alayı (isina) na yaklaştığında gelinkız
atının dizginlerini kasmış, durdurmuş. Kaynanası olacak kadına haber göndermiş:
Evimizin tüm anahtarlarını buraya, bana gönder. Bunu yapmazsan yar olmam, geri
dönerim demiş. Kaynana olacak kadın buna pek üzülmüş. Demiş ki: Daha evime
ayak basmadan evimin tüm anahtarlarını isteyen kızdan (gelinden) bana hayır
gelmez. Böylesi gelin evime geleceğine oracıkta taş kesilsin daha iyi, demiş.
Bu ilenme ile gelinkızla yanındakiler oracıkta taş kesilmişler. İşte bu kaya resimleri
onlarmış.
Ohvame’lere
Lazistan’da daha yaygın çevrelerde de raslamak mümkün. Hopa'da, Arhavi'de,
Mgihi’de, Sarp'ta vb.
Maddesel kültür
kalıntıları arasında Lazistan’da “Kii Hinci” yani Kemerli Köprü’den söz
etmeden geçemeyiz. Özellikle Noğedi'de, Koprici'de, Hendek’te ve daha başka
köylerde bunlar çok yaygın bulunmaktadır.
LAZ EVLERİ VE
KAPI BACA
Laz konutlarının
başkalarına benzemeyen farklı özellikleri vardır. Bu mimari tarz ancak
sahilboyu Gürcistan’ında görülebilir. Laz evlerinin eklentileri hem tarımsal
ürünlerin ve araç-gereçlerinin, hem de deniz ürünleriyle araç-gereçlerinin
saklanmasına elverişli biçimde yapılmışlardır. Bu yapıların ana batlarıyla
tarifi şöylece mümkündür:
Ohorşkaguri:
Toprak zeminli
mutfak odasıdır. Başlıca kısımları “Okrebule” ortayerde ateş yakılan yer. Kış
aylarında çevresinde toplaşılır, yarım daire biçiminde oturulur. Bitmez
tükenmez sürükleyici “Parameti” masallar burada anlatılır. “Odamçire” ocağın
orta yeridir. Yani odunların tutuşturulduğu nokta. Bunun yambaşında “Omtunale”
bulunur. Yanacak kalın kütükler bunun üzerine yaslatılmaktadır. Buna terek
diyebiliriz. “Okitse”, ocağın sol yansıdır. Mısır ekmeği (Mçkudi) pişirmek için
ısıtılan toprak kap, pileki ya da güveç buraya konup kızdırılmaktadır.
“Otskare” ya da
“Oçhale”: Suluk
Mutfağa giriş
yönünde sağ tarafa düşen kısım. Kapıdibi. Burada su güğümlerinin konması ve el
yüz, bulaşık yıkanması için özel yer vardır. “Otskare”nin sözcük anlamı da
suluk'dur.
“Haro” Un
Sandığı:
Bu un sandığı
“Ohorşkaguri”nin sol tarafına düşen kısma yerleştirilir. “Mçikidis Mkiri” yani
mısır unu bunun içine konmaktadır. Tahtadan yapılmıştır. Bazende bu sandığın
üzerinde, duvara tutturulmuş bir raf bulunmaktadır. Kap-kacak buraya dizilmektedir.
Bu noktada haro bulunmasa bile ismi yine de “harokala”dır. Yani sandık yeri.
Okizale=Kaşıkh
k:
İnce, zarif ağaç çubuklarından
yapılmış, ocağın sol yüzünde, duvara çakılmış bir dörtköşeli kutudur. Bu
kutunun üst tarafında tahta raf Bulunur. Buna da “otsude” denir. “Otsude”ye
temiz yemek kaplan yüzükoyun dizilmektedir.
Ohuşkaguri yani
mutfak odasının tavan tahtaları çakılmamaktadır. Tavan yerine, orta yerinden
uzatılan ongore kiriş ağacı üzerine muntazam biçimde dizilmiş yuvarlak
ağaçlardan tavan yapılmaktadır. Mazgal biçimindeki bu tavan üzerinde yaş mısır,
ceviz, kabak, darı gibi tanmsal ürünler konup kurutulmaktadır. Ongore üzerine
dizilmiş kol kalınlığındaki bu ağaçlara okromule denmektedir. Bunlardan
sarkıtılan tel, zincir, ip gibi şeylere de kremuli denmektedir. Kancalı olan
bu sarkıklara fındık çubuklarından örülmüş çeşitli kaplar, sepetler asılmaktadır.
Bunlara da ovle adı verilmektedir.
Gverdiş Oda=Yan
Oda:
Bu oda evin evli
çiftlerine aittir. Eğer eve yeni gelin gelmişse burası yeni gelinle damada
bırakılmıştır. Gverdiş Oda bazı evlerde iki tane yapılmaktadır. Birinin adı
“mardzgvani” sağ yan oda, diğerine “kvazali” sol yan oda denmektedir.
Skaş Oda= Orta
Oda:
Bu odaya giriş, yan
odalarda olduğu gibi mutfaktan olmaktadır.
Didi Oda= Büyük
Oda:
Papuliş Oda da
denen bu oda evin büyük babasının odasıdır.
Çita Oda= Küçük
Oda:
Konuklara ayrılan
odadır. Kapısı antre kısmından açılmaktadır,,
İaziş Oda=
Yazlık Oda:
Giriş kapısı salona
açılan bir odadır.
Tudeni Oda=Alt
Oda:
Bu oda, yamaçta
kurulu evlerin yüksek yüzeyli temeli tarafında, toprakta oyulmuş bodrum
odasıdır.
Haiati=Balkon:
Bu kısım, aynen
bodrum oda (Tudeni)nın kullanıldığı gibi kullanılan yerdir. Tarım ve deniz
ürünlerinin saklanmasında, kuru zahire, hububat, narenciye, diğer meyveler,
sebzeler, deniz avcılığı aygıtlarından “hope” (Çapa), Talazi (deniz teknelerinin
yan yükselti tahtaları, gedabozi halatlar, ağlar, mantarlar, “mola” kurşunlar
ve diğer ağırlıklar ve “karmaği” oltalar..
Stego ya da Ohor
Şgagurişi:
Avluya giriş
bölümü. “Oçatua” ana binadan uzanmış çatı altı, kuruluk dört köşe yontulmuş
keresteden yapılmıştır.
Goci=Köşe:
Binanın temel
köşelerine verilen.ad.
Jimoka:
Mutfak duvarına
bitişik bir bölüm. Burada odun saklanmaktadır.
Op Ute
Avlunun sahası. Bu
sahaya genellikle hiçbir ağaç dikilmez. Ancak çamaşır kurutmak için ipler
gerilebilir, çubuklar geçici olarak uzatılabilir.
Çereme:
Meyve ağaçları ve
sebze için ayrılmış bahçe bölümü. Avlunun hemen bitişiğinde yer almaktadır.
Bağu=Ambar:
Her türlü ürünlerin
saklandığı meyvelerin korunduğu yer.
Bageni:
Dört direk üzerine
dikilmiş, havada duran bir yapı. Tüm bölümleri, yan duvarlar, alt döşemesi vb.
yuvarlak ağaçlardan yapılmış, havadar bir bina. Buraya sadece mısır ürünü
konmaktadır.
Okotumale=Kümes:
Tavuk ya da diğer
kümes hayvanlarının konduğu yer. Kümes.
Msikibu=Değirmen:
Viçe ağzıyla buna
“karmate” denmektedir. Su değirmeni dir.
Oıiçamure:
Harman zamanı
harman yeri olarak kullanılan alan.
Mosa= Balıkçı
Ağı:
Mevsimlik ağ
araçlarından biridir. Bölümleri şunlardır: “Parapati” ortalama uzunluk 45-50
.metre, genişlik kenarlarda 1.5-2 metre, ortalarda 5-6 metre. Orta kesimlerinde
“kukuni” denilen balık hapsetme bölümleri bulunur. “Parapati” ile avlanabilen
balıklar: Kapşia, kefal, sargana (yılan balığı türündendir) vs. Ağ türleri:
Mezgitiş mosa, suakiş mosa vs.
“Didi Ocağı”
Büyük Ev:
Sarp köyü
civarında, bugünkü smıra yakın bir yerde eski bir köy kalıntısı vardır. Sarplı
Lazlar buraya “Didi Ocaği” Büyük Ocak ya da büyük ev diyorlar. Bu yöreye ait
epeyce bol halk deyişleri bulunmaktadır. 78 yaşında Sarplı Ali Lumanişvili
bize şu öyküyü anlattı:
“-Biz Lazlar
eskilerde Hıristiyanmışız. Dedelerimiz şu “Didi Ocaği” denen köyde
yaşarlarmış. Köyün üst başında büyükçe bir kilise bulunuyormuş. Kalıntıları
bugün mevcuttur. Bizim “Ohvame” ibadethanemiz bu imiş. Bu köyde yani şimdiki
Sarpta Laz beyinin köleleri yaşarlarmış. Bu kölelerin bir kısmı balıkçılık yapar,
bir kısmı da domuz yetiştirirmiş. Sonra birgün Türk askerleri çıkagelmiş. Laz
beyi Gonio'ya kaçmış önce. Oradaki “Gonioş Ciha” Gonio kalesine sığınmış. Türk
askerleri orayı da ele geçirmişler. Bu kez Bey kaleyi terkedip Samegrelo'ya
(Hıristiyan Lazistan’ı) kaçmak zorunda kalmış. Onun köleleri olan bizler
yerimizde kalmışız..Türk paşası Laz Beyi’nin tüm topraklarına el koymuş.
“Ohvame”yi (kilise) yıktırmış, Laz halkına İslamiyeti kabul ettirmiş. Tüm bu
topraklar önceleri Samegrelo sayılırmış. Onun için Lazlarla Megrellerin lisanı
birdir. Dedelerimiz domuz etini pek değerli tutarlarmış.
Didi Ocağı denen
yerde bugün köy kooperatifinin narenciye bahçeleri ve çay tarhlan
bulunmaktadır. (Gürcüstan kesimi) Bu alanda geniş biçimde bina temel
kalıntılarına, küp kırıklarına, çanak çömlek parçalarına Taşlanmaktadır. Birde
büyükçe bir Hıristiyan Laz mezarlığı bulunmaktadır. Bu mevkie bugün ayrıca
“Nambkibeni” değirmenlik de denmektedir.
LAZLAR DA SOSYAL İLİŞKİLER
Gürcüstan'daki Laz
topluluğu Sarp köyünün Gürcüstan kesiminde yaşamaktadır. Bunlara sağlam
kültürel gelişme ortamı hazırlanmıştır. Kendi dilleriyle eğitim yapan okulları
vardır. Köyde bir kulüp, bir kütüphane, bir hastahane bulunmaktadır.
Lazlarda okuma,
öğrenme merakı çok yüksektir. Bu küçücük Laz köyünde orta öğrenim görmüş 45
kişi, yüksek öğrenim görmüş 16 kişi bulunmaktadır. Bunlar arasında; öğretmenler,
agrö-teknikerler, doktorlar, mühendisler, hukukçular bulunmaktadır. Okuma
yazması bulunmayan tek kişi mevcut değildir.
Bu köyde yaşayan
Lazlar arasında ilkel geleneklerden sayılan bir çok davranış biçimi ortadan
kalkmıştır. Örneğin: Kan davası, kız ve kadın kaçırma, vb. gibi. Lazlarda,
düşmanlık, öcalma işi mutlaka olumlu sonuca bağlanmaktadır. İki tarafında
memnun olacağı şekilde barış yapılmakta, bunun sürekliliği, güvencesi için de
bazen taraflar arasında kız alışverişi yapılmaktadır.
Laz aileler çok
çocuklu aileler değildir. Evin kadınlararası reisi büyükannedir. Eğer büyükanne
sağ değilse yerini büyük gelin almıştır. Bu, erkekler arasında da böyledir.
Yaşlılara saygı moral yönünden çok önemlidir. Buna dair Laz atasözü (Su
küçüğün, söz büyüğündür) demektedir.
Kadınlarla ilgili
problemlerde evin yaşça küçük kadınları asla sözsahibi değillerdir. Örneğin;
komşulardan biri gelip emaneten bir eşya isterse evin gelini bunu başkadına
danışmadan vermeye yetkili değildir. Evin ekonomik problemleri erkeklerin
görevleri arasındadır. Kadınların kendilerine ait para bulundurmaları,
saklamaları, biriktirmeleri caiz değildir. Ancak kocalarının ölümü halinde ona
ait paraya el koyabilir, saklayabilirler. Yaşlı kadınların sadaka, kefen,
cenaze masrafları gibi giderleri karşılayacak bir miktar parayı sağlıklarında
saklamaları, bulun118 durmalarına göz
yumulmakta, anlayış gösterilmektedir. Buna da “Kara gün harcı” denmektedir.
Bir köy biriminde
bir kaç ayrı soyadı taşıyan (Geleneksel Lazca soyadı) aileler bir arada
yaşayabilirler. Her soyun kendi adıyla anılan mahalleleri vardır. Bir kaç
haneden bir “Soy grubu” oluşmaktadır. Her evde ortalama 10 nüfus yaşamaktadır.
Nüfus sayısı 12'yi aştığında artık yeni bir ev açıp ayrı hane oluşturma zamanı
gelmiştir. Ev içinde evli iki kardeş bulunduğu takdirde isteyen ayrı eve
çıkabilir. Ancak henüz evlenmemiş üçüncü bir kardeş daha varsa onun da hep
birlikte evlendirilip hane sahibi edilmesi gerekir. Ayrılma işi ondan sonra
görüşülüp düşünülebilir. Ayrı eve çıkma gereği duyulduğunda baba evini ilk
terkeden büyük kardeş olmalıdır. Ayrılma sırasında tüm varlıklar kardeşler
arasında eşit payda bölüşülür. Baba evinde kalan en küçük kardeştir. Evin
yaşlıları (Anne-Baba, Dede-Nine) en küçük kardeşin gözetimindedir. Bölüşülen
mallar arasında, büyüklerin hissesi de en küçük kardeşin yönetimine verilmiş
olur. Lazlarda anne-babalar en küçük evlatlarına daha çok bağlılık göstermektedirler.
Kadınların baba
malından haklan olmalarına rağmen bunlara bir şey verilmemektedir. Çeyiz
eşyalarına yapılan masraf bu haklarına karşı hesaplanmaktadır. Eğer
kızkardeşler ısrarla mal talep ederlerse bunlara da birer hisse verme zorunluğu
vardır. Bu durum özellikle kız ve erkek kardeşler arasında iyi ilişkilerin
sürdürülememesi ve kırgınlıklar olması halinde görülmektedir.
“Ahti
Ohvenu” Kız Nişanlama:
Laz çocukları 12-13
yaşlarına vardıklannda büyüklerin yanıbaşında işe güce sarılmak zorundalar.Sürme,
ekme, biçme işlerinde, balıkçılık vb. gibi işlerde akranlarıyla imecelere
katılmak artık onların görevleri arasındadır. Bu iş 17-18 yaşlanna değin
sürmektedir. Bu çağ nişanlanma çağıdır. Eğer erkek çocuk evinin tek oğluysa onu
daha 13 yaşlarındayken evlen dirmek
caizdir. Evlenmeler ekonomik pozisyonlarla yakından ilişkilidir. Evde erkek
çocuktan bir kaç yaş büyük kız bulunuyorsa evlenme sırası kîzdadın Önce kızı
kocaya vermek, sonra ' oğlanı evlendirmek gerekmektedir.
Erkek çocuklar, 16
yaşından sonra artık kızlarla yarenlik edemezler. Kızlar ise 13 yaşından sonra
erkeklerle iç içe bulunamazlar. Artık bu yaştan sonra onların çarşafa
bürünmeleri gerektir. Çarşafa girmiş bir genç kız asla erkeklerle yarenlik edemez.
Bu erkekler yakın komşu çocukları olsalar bile. Yetişkin kızların,
kardeşlerinden, amca çocuklarından, dayı, hala ve teyze çocuklarından kaçması
gerekmez. Lazlarda komşular arası kız alışverişi, uzaklardan almak, uzaklara
vermekten daha çok görülmektedir.
Son yıllara değin “Beşik
kertme” usulü Lazlar arasında sıkça görülen şeylerdendi. İki bebeğin
beşikleri yanyana konur, söz nişanı yapılırdı. Bu olguya Lazcada “Ontseliş
okadgimu” denirdi. Megrellerde de bilinen bu geleneğe “Ontseş ikodguma” adı
verilirdi. Bu geleneğe eskilerde Gürcüstan’ın başka bölgelerinde de
Taşlanmaktaydı. İslam dininin Lazistan’a girmesiyle bu konuda yeni değerler
ortaya çıkmıştır. Örneğin; İslam Türkler’de sıkça görülen ve dinen caiz olan,
amca, hala gibi yakın akraba evlilikleri Lazlar arasında da görülmeye başlanmıştır.
İslam din kitabı Kuran cevaz verdiği için zengin aileler arasında, mal,
kaçırmama endişesiyle yapılan akraba evliliklerine müftüler, hocalar fetva
veriyorlardı. Türk ölçülerine göre bir erkeğin yenge ve baldızıyla evlenmesi
doğaldır. Ancak evlenmeler bazı koşullara bağlıdır. Amcanın ya da büyük kardeşin
ölümünden sonra dul kalan eşi kendisine düşen mirası aileden koparıp
başkalarına aktaracaksa bu gelinle evin bir bekar delikanlısı
evlendirilmelidir. Kadınla erkek arasında büyük yaş farkı olsa bile. Çıkar
temelleri üzerine kurulmuş bu tür evliliğin çekilesi olmayacağı meydandadır.
Çıkar hesaplarına dayalı bu tür evlenmelerde bekar erkek bulunmadığı takdirde
aileden evli bir erkek de sokulmaktadır. Erkeğin çok karılı olması buna en120 gel değildir.
Kadın-Erkek
arasındaki ciddi diyalog önce aracılâr yoluyla başlamaktadır. Erkek, beğendiği
bir kıza amca, dayı, teyze hala kızlarından birini yaklaştırmakta, kendi
övgüsünü yaptınp kızın düşüncesini yoklamaktadır. Ilımlı ortam doğduğunda da
aracı kız, karşısındakine:
“-Bizim Mehmet seni
seviyonnuş. Duydun mu? Demektedir. Kız bu haberden memnun kalırsa güleç yüzle
sohbeti sürdürmekte, aksi halde aracı kızı ikaz etmektedir. îkaz sırasında:
“-Bu laf bir daha
ağzından çıkmasın. Söylediğin burada kalsın. Kimselerin bunu duymasını
istemiyorum” demektedir. Aracı kızın olumlu sonuç alması halinde kızla oğlanın
gizlice bir araya gelip görüşmeleri mümkün olmaktadır.
Nişan ve evlendirme
aşaması büyüklerin görevidir. Önce kız hakkında kısa bir araştırma yapılır.
Başka bir sevdiği varımdır. Ahlâki değerlere ne ölçüde bağlıdır, ailesinin
geçmişi nedir vb. Oğlan tarafı büyükleri kızı beğenmezlerse gençler arasında
aşk söz konusu olsa bile iş örtbas edilmektedir.
Taraflar
karşılıklı, soy, asalet konusuna çok büyük değer vermektedirler. Adı kötüye
çıkmış bir soyun ferdi ile evlatlarını başgöz etmek her iki tarafında işine
gelmemektedir.
Kız tarafı
beğenilen, saygınlığı olan bir aileyse resmen elçi gönderilir. Elçilik görevi
verilecek kişinin de yaşlı ve saygınlık kazanmış kişi olması gerektir. Buna
özen gösterilerek elçiler seçilir.
Elçilerin görevi
gecenin başlangıç saatlerinde başlar. Kız evine “Bismillahirrahmanirahim” sözü
ile ve önce sağ ayak atılarak girilir. Ev sahiplerini selamlarlar. Elçiler
içeriye davet edilirler. Havadan sudan hal hatır sorularak söze girilir. 2-3 saatlik
süre böyle dereden tepeden sözlerle geçirilir. Sonunda elçilerden biri: “-Biz sizi hayırlı bir iş için rahatsız
ettik. Allahın izniyle, peygamberin kavliyle kızınızı filan delikanlı için
istiyoruz.” der. Kız babası eğer oğlan tarafını tanıyor, beğeniyorsa yine de
kesin cevap vermekten kaçınmaya çalışır. Der ki: _
“-Hoşgelmişsiniz,
safa gelmişsiniz amabu konuda size tekbaşıma cevap veremem. Kardeşlerime,
yakınlarıma danışmam gerek.” der. Eğer oğlan tarafını gözü tutmuyorsa, vermek
taraftarı değilse bu kez:
“-Daha sıra kız
evermeye gelmedi. Bir sürü masraflı işler bekliyor. Yeni ev yaptırmanız gerek.
Kızımızın yaşı ufak” gibi açıkça kızı oraya veremeyeceğini belirtir.
Oğlan tarafın kız
tarafınca beğenilmesi halinde elçilere çok büyük saygı ve hizmet gösterilir.
Beğenilmemesi halinde ise saygı ve hizmet gereğince gösterilmez. Evde huzursuz
bir hava estirilir. Elçiler olumsuz cevaba rağmen ikinci kez çıkıp gelmişlerse
itibarları tümüyle yitmiştir.
Kız istetme
girişimi olumsuzlukla sonuçlanmışsa ve gençler arasında gerçekten aşk
sözkonusuysa, kaçırma işine başvurulabilir. Kızın gönlü yok da sadece oğlan
tek yanlı seviyorsa kaçırma olayı büyük rizikolara yol açabilir. Böyle de olsa
tek yanlı aşklarda kız kaçırma zorunlu olmuşsa kız uzak ormanlarda ya da uzak
kent ve köylerde yaşayan akrabaların evlerinde gizlenmektedir. Kız tarafının
barışmaya yanaşmaması süresince saklanma işi sürecektir.
Elçilerin olumlu
sonuç almaları halinde nişan koyma sırası gelmiştir. Perşembeyi cumaya bağlayan
gece nişan koyma için en ideal gecedir. Elçiler bu gece yanlarında getirdikleri
çıkını (Başörtüsü, birkaç yazma, pudra, altın ya da pırlanta yüzük) kız
tarafının önüne koyarlar. Buna Lazcada “pey” denmektedir. Bunun karşılığını da
aynı anda alırlar. Artık büyük nişanın yapılmasında bir sakınca kalmamıştır.
Bir süre sonra o da olur. Eğer sözlü kız başka bir yerden ısrarla istenmişse ve
verilmemişse işin onur meselesi haline getirilip istenmeyen sonuçlar 122
doğurmaması için bu
işte acele edilir. Karar verilir, yakınlar çağrılır ve bir cuma gecesi imam
nikahı yaptırılır. Bu nikah merasiminde bulunanlardan bir kişi oğlan için, bir
kişi de kız için vekil tayin edilir. Hoca önce kızın vekiline konuşma sırası
verir. Vekil ileride eşler arasında çıkabilecek geçimsizlik ihtimaline karşı
bir miktar para konmasını ileri sürer. Talep edilen miktar 1000 lira ise oğlan
vekili buna karşılık 100 liraya razı olur. Orada bulunanlarca bu miktar
inandırıcı bir sonuca bağlanır. Karar hoca tarafında bir tutanakla tespit
edilir. Oğlan tarafının kız tarafına getirdiği büyük nişan eşyaları (2
beşibiryerde, bir altın kaplamalı saat, bir altın işlemeli kemer, bir miktar
para vb.) de tutanağa geçirilir. Hoca son olarak tarafların vekillerine “razı
mısınız?” diye üç kez sorar. “Evet” sözcüğünü üç kez yineletir. Bu sözler de
tutanağa işlenir. Anlaşma tamam olduktan sonra sıra duaya gelmiştir. Hoca dua
okur. Orada bulunanlar amin derler. Dua bittikten sonra konuklara şerbet
dağıtılır. Bir iki kişi kapıya çıkar birkaç el silah atar. Bu silah sesleri iki
gencin nikahlandığının habercisidir
Nişanlılık
döneminde kız ve oğlan, kaynana, kayınbaba ve yakınlarına görünemezler, onlara
seslerini duyuramazlar. Nikah yapıldıktan 2-3 ay sonra kız tarafı damat tarafını
evlerine davet eder. Birkaç akran, yaren oğlanı alır kız tarafına götürürler.
Bu konuklar üç gün boyunca kız tarafında ağırlanırlar. Üçüncü günün öğlen
yemeğinden sonra konuklara tepsi ile şekerleme ikram edilir. Konuklar bu arada
nişanlı kızı görmek istdiklerini söylerler. Kızın yengesi ya da münasip bir
yakını onu konuklara takdim eder. Kız her konuğun önünde bir kez durarak
eğilir, kendi elinin avucunu öperek alnına götürür. Buna temenna denir.
Bunu yapmakla kız konuklara teker teker hoşgeldiniz demiş olur. Temenna işi
bittikten sonra kapı önünde durur, konuklar “Maşallah, maşallah” derler. Az
sonra kızın çıkmasına izin verilir. Konuklar şekerleme tepsisine para bahşişi
koyarlar.
Nikahlılar üçüncü
geceyi birarada geçirirler. Sabahleyin kız evinden ayrılıp giderler. Artık
bundan sonra oğlanın kız evine serbestçe girip çıkması caizdir. Her defasında
kaynana damadına tatlı ikramlarda bulunmak zorundadır.
“Çanda”
Düğün:
Nişan merasiminden
sonra taraflar düğün hazırlığına başlarlar. Oğlan tarafı kız tarafına
götüreceği eşyaları hazırlamakla meşgul olur. Bir adet ipekli, iki adet basma
entarilik, terlik, ayakkabı, ipek çarşaf takımları vb. bunlar arasındadır. Kız
tarafı da çehiz olarak: İki kat yatak, iki yorgan, birkaç yastık, komidin,
divan, ayna, 5-10 kadar bakır tepsi, 10xkadar kapaklı bakır tencere,
değişik boyda üç kadar kulplu kazan, tava, değişik boyda iki sini, leğen,
300-500 kadar şekerleme, 100-200 kadar ceviz ya da fındık ezmeli baklava, bir
miktar cevizli ya da fındıklı sucuk, meyve kurusu, 5-10 kilo kadar kavrulmuş
fındık vb.
Laz
inancına göre ayın tekli günlerinde düğün yapmak iyi değildir. Ayın son
çarşambası da uğursuz sayılır. Düğün günü iki tarafın yakınlan çağnlıdır. Kız
tarafı yakınlan düğün hediyesi olarak, gelin için dikilmiş elbise, elbiselik
kumaş, iç çamaşın, 100 kadar şekerleme. Akraba olmayan davetliler ise: İpekli
mendil, peşkir vb. Oğlan tarafı yakınları da: Çoğunlukla yiyecek şeyler
getirirler. Börek, baklava, paklanmış tavuk, yumurta vb. gibi. ’
Gelin ahcı alayı
oğlan tarafına gelen 40-50 kadar kişidir. Kız tarafı bunlan baklava ve benzer
tatlı yiyeceklerle karşılar. Gelin alınacağı sırada kızın kardeşi, yoksa
amcasının oğlu tepesine duvak örtüsünü geçirir, kapıdan çıkartılırken de yakın
akraba gençler kapı üst eşiğine kamalar saplayarak gelin başı üzerinde taç
gibi tutarlar, gelinin çıkarılmasını engellerler. Oğlanın amcası kapıyı
tutanlara isteklerini sorar. Kapı harcı olarak uygun bir para talep edilir.
Amca bu parayı gençlerin ceblerine sokar. Bu noktada kimi zaman saat, tabanca
gibi daha büyük isteklerde ileri sürülebilir. Oğlan tarafının bunlan
karşılaması gerek124 lidir.
Ana-kız birbirinden
gözyaşları arasında ayrılırlar, gelin dışarıya çıkarılır. Kızın ardından
ağlamak aslında Lazlarda iyi sayılmamaktadır. Gelinin sağında, solunda
ablaları, ya da kızkardeşleri yoksa yengeleri ya da amcasının kızları durmaktadır.
Bunlardan birkaçı geline erkân öğreten yenge (nedime) durumundadır. Düğün
alayına kıztarafından üç misli kadar kalabalık katılır. Düğün alayı deniz
araçlarına binmişse, motorlar kasten çalıştırılamaz. Oğlan tarfı bunun anlamını
çıkarmakta güçlük çekmez. Denizcilere bir miktar bahşiş verir, yola koyulurlar.
Güzel, temiz giyinmiş kadın kalabalığının orta yerinde gelin oturmaktadır.
Herkes tarafından gelinin hemen tanınması için eline özel bir şemsiye
verilmiştir.
Düğün alayı, yol
boyunca şarkılar (makruli) söyleyip, oyunlar oynarlar, kalabalık gelin alayı,
damat evine yaklaştığında durur. Burada çok önemli işler başlamaktadır.
“Girişi sağlamlaştırma” işi gözden geçirilir. Bunun anlamı ise kötü niyetli,
büyücü kimselerin kurduğu tuzağa düşmemek. Lazcada “Onkilu, okiu” denen bu
düşmanca olgu aslında çok günah bir şeydir. Ne yazık ki yine de sık sık
görülmektedir. Bu çirkin davranışı birkaç sözcükle anlatalım burada: Gelinle
damat güveyi evine yaklaştıklarında, kötü niyetli kişi, orta yerinden bölünmüş
bir misket kurşunun iki parçasını iki yolun kenarına gizlemektedir. Çift bu
iki kurşunun arasından geçip eve girdiğinde kurşunları oradan almakta, bir tavada
eritip birleştirmektedir. Bu olaydan sonra yeni çift “bağlanmakta”dır. Çözülüp
onların rahatlatılması son derece güçtür. Bu bağlama işi düğünden önce başka
biçimlerde de yapılabilir. Nikah sırasında, hoca dua okuduğu sırada mendil ya
da bir ipe düğüm atılması bu kötü sonuca yol açmaktadır. Bir diğer biçimi de:
Düğün alayının geçtiği yolun bir yakasına bir asma kilit, diğer yakasına da
onun açacağı konmakta, alay geçtikten sonra ikisi tekrar bir araya getirilip
kilitlenmektedir. Bu kötü ürpertici işler bugün de Lazları endişendirmeğe
devam etmektedir. Bu korku ve kuşku nedeniyle damat evine giriş sırasında
alışılmışın dışında bir yol aranır. Şaşırtmaca oynanır. Gelinin ve damadın eve
giriş sırasında kapı üst eşiğine yine kamalar saplanır çift bunun altından
geçirilir.
Kız tarafı gençleri
gelin kapıdan içeriye alınmadan damat evinden soğuk içme suyu isterler. Su
yerine şerbet, limonata ikram edilir. Şerbetler içildikten sonra bu bardaklar
kırılır, damat tarafı zarara sokulmaya çalışılır. Avluya girildiğinde, orada
ele geçen ne varsa, çardak, kümes vb. her şey kırılıp dökülür, Şımarık kız
tarafı konuklan içeriye buyur edilirler, ancak ikna edilemezler. Konuk gençler
kendilerine hizmetçi verilmesini isterler. Hemen birkaç adam emirlerine
verilir. Bunlardan birinin görevi "çubukculuk”dur. Bu kişi avlunun orta
yerinde ateş yakacaktır. Birisi de “suculuk” yapacaktır. Konuk gençler bir temsilciyi
damat evine gönderirler. Görüşme başlar. Temsilci arkadaşlannın inek ya da öküz
talep ettiklerini bildirir, bu iştek hemen yerine getirilir. Getirilen inek ya
da öküz gözden geçirilir, tetkik edilir, beğenilmez. Geri çevrilir. Bunun
ardından iki erkek insan rehin istenir. Bu iki erkek, küçük yaşta çocuklardır.
Bunlar gözden geçirilir, tetkik edilir dudak bükülür, beğenilmez veiade edilir.
Sonunda güveyinin kendisi istenir. Güveyi kendisinden mutlaka uzun bir kişi
tarafından alınıp getirilir. Öyleki güveyi bu uzun kişinin arkasında
dikildiğinde görünmemelidir. Güveyi konukları saygıyla selamlar, içeriye kaçar.
Buna itiraz sesleri yükselir:
“-Damadımız bizi
başıyla selamladı ama içeriye buyur etmedi.” denir. Sesini duymak istiyoruz,
acaba dilsiz mi? denir. Güveyi tekrar getirilir. Bu kez onları sözle selamlar,
hoşgeldiniz der. İçeriye buyur eder. Kimi zaman güveyi burada konuşmaktan
sıkılır, beceremez, tekrar tekrar çağrılır, konuşmaya zorlanır.
Konuklar damat
evinden halı, kilim, hasır gibi yaygı eşyaları isterler. Bunlar koşturulur,
avluya yazılır. Üzerine gelinkız, nedimeleri ve yanında bulunan kadınlar geçer,
dikilirler. Oğlan tarafı kalabalığı buraya sokulamaz, ayn bir köşede durabilir.
Kaynana, elinde bozuk para karıştırılmış darı tepsisiyle çıkagelir. Bunu
gelinin başı üzerine serper. Aynı şeyi kayınbaba da tekrarlar. Ardından güvey
de bunu taklit eder. Yere serpiştirilen paralar kalabalık tarafından
(çoğunlukla çocuklar) kapışılır. Bu paraların baş ağrılarına iyi geldiği
söylenir. Buna inanılır. Darı ve paraların gelin başı üzerine serpilmesinin
anlamı (gelinin bol kısmetli ve çok çocuklu olması) dileğidir. Kız tarafı
gençleri mani söylerler. Bu maniler arasında bazı istek sözleri serpiştirilmiştir.
Örneğin:
“Her
dileğimiz yerine geldi ama
Hani
nerede kaldı damadın liveri
Herkes
memnun, mutludur
Gelsin
buraya damadın liveri."
Kayınbaba gelinin
elinden tutar, içeriye alır. Bu sırada erkek tarafı gençleri silahlarına
davranırlar, havaya ateş ederler. Sevinç, mutluluk ateşidir bu. Kız tarafı
gençleri de buna karşılık verirler. Silahlarına davranır birkaç el ateş
ederler. Sonra hep bir ağızdan gelinle güveyi tatlı sözlerle kutlanın Örneğin:
“Çok
yaşayın, yaşlanana değin Karıncalar gibi çoğalınız Herkesin duasını kazanın
Yıldızlarla ay misali. ”
Yeni evliler
odalarına çekilirler. Damat, elindeki sivri uçlu kama ile gelinin tepesindeki
duvağı kaldırır, yüzünü açar. Duvak ve peçeyi evin duvarına saplar. Ardından
gelinin nedimeleri
odaya girerler. İpekli bir örtü ile gelinin başını örterler.
Üstünü başını düzeltip onu kadınlar arasına çıkarırlar. Davetli kadınlar kendi
aralarında fısıldaşırlar: "Maşallah kıza gelinlik çok yakışmış” gibi
sözler ederler. Gelin bu gece sabahlara değin ayakta durmak zorunda kalacaktır.
Çünkü eğlence sürmektedir.
Komşu davetliler önceden yemeklerini yemiş, sıraların
saymışlardır. Bu kez kız tarafı konukları için sofralar kurulur. 15 kadar çeşit
sulu yemekler yenir, börekler pilavlar bunu izler. Konuklardan biri pilav
tepsisinin orta yerine kaşığını saplar “Giemdginu” diye seslenir. Bu, sofra
hizmetçisi anlamındadır. Hizmetçi koşar gelir, buyur der. Konuklar hizmetçiden
baklava,. 10-15 tane haşlanmış tavuk, 1-2 tane kızartılmış kuzu, 1-5 kilo
kıyılmış havan tütünü, meyve, vb. getirmesini söyler. Bu istekler oğlan
tarafının ekonomik gücüne göre ayarlanmaktadır. Getirilen şeylerin yarısı geri
çevrilir, Yemek işi bittiğinde güveyi çağrılır, sofrayı kaldırması söylenir.
Güveyi sofranın iki kenarından tutar, kaldırır gibi yapar fakat kaldırmaz,
oradan uzaklaşır. Konuklar sofradan kalkarlar. Bu kez hizmet eden grup oturur.
Bunlar da pilav tepsisinin orta yerine kaşıklarını saplar isteklerini
bildirirler. Şekerleme, cevizli sucuk, fındık, meyve kurusu vb. istekleri
arasındadır. Gelen yiyeceklerin yarısını geri çevirirler. Bunları geline
bağışladıklarını söylerler.
Erkeklerin yemek faslı bittikten sonra kız tarafı konuk kadınlarının
yemek faslı başlamaktadır. Ardından da bunların hizmetini gören kadınlar
izler. Yemek işi tümüyle bittikten sonra artık eğlence saati gelıpiştir.
Şarkılar, türküler, oyunlar ve türlü şaklabanlıklar tüm gece boyunca sürüp
gider.
Kız tarafından gelen konuklar ertesi sabah yola çıkacaklardır.
Bugün kayınbaba ocağın başına, ateşin karşısına oturtulur, gelin yanına
götürülür, el öptürülür. Kayınbaba geline para bahşişi vermektedir burada.
Bugünün gecesini de genç kızlar, erkekler eğlenceyle sabah ederler. Ortayere bolca
yiyecekler konur; şekerlemeler, baklavalar, kuru meyveler, vb. Gelin konukların
önünde eğilir, avucunu öpüp alnına götürür. Temenna verir. Bunu yapmakla
verilen bahşişlere teşekkür etmiş olur. Bahşiş konusunda çoğunlukla para tercih
edilmesi, toplanacak kap-kacağın ihtiyacın çok üstünde olacağı endişesine
bağlıdır. Paranın verilmesi ile hem düğün masraflarının karşılanmasında katkıda
bulunulur hem de yeteri derecede birikmeyen eşyanın bu para ile satın alınması
sağlanmış olur. Verilen bahşişleri gelin karşılıksız bırakmaz. Oda konuklara;
şekerlemeler, ipekli mendiller, cevizli sucuklar, baklavalar ve diğer
yiyecekler ikram eder.
Konuklann dağılmasıyla sıra yeni evlilerin odalarına kapatılmasına
gelmiştir. Çeyiz eşyalarıyla donatılmış odalarına çift nedime tarafından
kapatılmaktadır. Önce damat içeriye alınmakta, ardından nedime kadın gelinin
kolundan tutup içeri sokmaktadır. Bu sırada damat kapı arkasında ya da nedime
kadının arkasına gizlenmek zorundadır. Çünkü gelin kızın ondan korkması
olasıdır. Nedime kadın gelinkızı zifaf yatağı üzerine oturtur. Kulağına bir
şeyler fısıldar, odadan çıkar. Gelin kız oturduğu yerden fırlar, ardından
dışarıya kaçmak ister. Buna fırsat verilmez. Eğer gelin kız cidden korkmuşsa,
kaçmakta ısrar ediyorsa damadın çok yumuşak tavırlarla, güleç yüzle ona yaklaşması
gerekir. Kapılar kilitlenir, gelin kızın kaçması için olanak bırakılmaz. Gelin
utancını kolay kolay üzerinden atamaz. Damat onu kollanndan kavrar, yumuşak
hareketlerle yatağın üzerine oturmasına çalışır. Yanyana oturan çiftlerden
damat sorular sormaktadır. Gelinden ses çıkmamaktadır. Damat onu konuşturmak
için çareler düşünür. Olmazsa bu kez onun parmaklarını avucu içine kıvırıp
sıkar. Gelin çoğu kez “Yapma, acıtıyorsun” gibi laf etmektedir. Damat biraz daha
üzerine varır gelinin:
“-Artık yeter, zamanı geldi. Yatmalıyız der. Buna da gelin
olumsuz yanıt vermektedir. Tüm bu olan bitenler önceden hazırlanmış özel bir
delikten, dışandan gözlenmektedir. Gelinle güvey aslında bunu bilmektedirler.
Gözleme işi zorunluluk halini almıştır. Buna karşı çare olarak çiftler
odalarının ışığını karartmakta ya da kısmaktadırlar. Damadın gelinin
parmaklarını sıkarak ondan ses alması kadınlarca (Gözetleyen kadınlar) hoş
karşılanmaz. Onların ölçüsüne göre her şeye rağmen gelin damatla konuşmamakta
direnmelidir. Böylesi gelin övgüye layık görülür.
Bazen çiftlerden ikisi de utangaçlıktan kurtulamıyorlar, birbirine
sokulamıyorlar. Bu hal ise dikizci kadınlar tarafından alay konusu
yapılmaktadır. 2-3 saat sonra gözetleme işine son verilmektedir.
tik gece, kaynana kadın çiftlerin kapı önüne sıcak su koymak
zorundadır. Sonraki geceler bu görevi gelin kendisi yapacaktır. Su ile çiftler
birleşmeden sonra banyo yapmalıdırlar. İlk gecenin sabahı eğer kapı önüne konan
su aynen duruyorsa bu durum ev için büyük üzüntü kaynağıdır. Hemen akla “Acaba
çocuklar bağlı mıdırlar yoksa anlaşmazlık mı var aralarında?” gibi sorular
gelmektedir.
Üçüncü günün sabahı, evin görümcesi, yeni gelini odasından
alıp mutfağa götürmektedir. İlk iş olarak mısır unu hamurununu pilekiye
koydurmaktır. Artık bundan sonra gelin evde herkesten erken uyanmalı ocağı
tutuşturmak, taze mısır ekmeği (mçkudi) pişirmek, etrafı silip süpürmelidir.
Akşamlan da gelin herkesten sonra yatmalıdır.
Laz gelinleri kaynalanna “damtire”, kayınbabalarına da
“mtire” demektedirler. Onlara karşı hizmette en ufak kusur etmezler. Bir yıl
geçmeyince de onların yanında ses çıkarmazlar. Bazen bu süre 5 yıl ve daha uzun
sürebilir. Bu süre içinde geline “Otur” denmedikçe kendiliğinden bir yere
ilişmesi caiz değildir. Koca evine gelişinin dördüncü günü gelin babaevine
ziyarete götürülür. Bu olaya Lazcada “kuçheş ktala” yani ayak dönüşü denir.
Gelin aynı köy halkındansa “kuçheş ktala”dan akşama koca evine dönmek
zorundadır. Başka köydense orada bir gece sabahlama hakkı tanınmaktadır. Bu
tarihten sonra kız anası oğlan tarafına ziyarete gelebilir. Düğün günü
kalabalığı ile birlikte kız anası ve babası oğlan evine gidemezler. Yeni gelin
koca evinde bir yıl geçmedikçe tarla, bahçe işine götürülmez. Onun görevi bu
süre içinde ev işlerini gömlekten ibarettir. Bir yıl süresince akşam erken
saatlerinde gelinin oda ışıkları yakılmalıdır. Bunu anlami “Hanesinin sürekli
aydınlık, mutlu olması” dileğidir.
LAZCA
VE MEGRELCEDE AKRABALIK TERİMLERİ
Lazca |
Megrelce |
Türkçesi |
||
Cuma |
Cima |
Kardeş(Erkek) |
||
Da |
Da |
Kardeş
(Kız) |
||
Nana |
Nana(Şimdi Dida) |
Anne |
||
Baba |
Baba(Şimdi
Mama) Baba |
|||
Papuli |
Babu |
Dede |
||
Didi
Nana(Nandidi) Bebi |
Nine(Büyükanne) |
|||
Cumadi |
Cumadi |
Dayı
ya da Amca |
||
Çili |
(Şimdi
Bidza) Çili |
Kadın
(Eş) Karı |
||
Kimoci(Komoci) |
Komonci |
Koca
(Eş) |
||
Sica |
Sinca |
Damat,
Enişte |
||
Noğame |
Sasinco |
Nişanlı |
||
Noğamisi |
Şanili |
(Damat
adayı) Nişanlı
kız |
||
Çita
Nosa |
Moçkudi |
Yeni
gelin |
||
(Çutahusa) Nisa(Nusa) |
Nosa |
Gelin |
||
Mtiri |
Muantili |
Kayınbaba |
||
Bitçi |
Boşi |
Oğlan çocuğu |
||
Kulani(Bozo) |
Dzğabi |
Kız |
||
Ohrorca(Osuri) |
Osuri |
Kadın |
||
Osurskiri |
Osurskua |
Kız çocuğu |
||
Ohreskiri(Evin
oğlu) Kayınbirader |
Ohoreskiri |
|||
Ohrasure(Evin
kızı) Ohraskiri |
Baldız |
|||
Da
Mogaperi |
Mordai |
Süt kızkardeş |
||
Cuma
Mogaperi |
Dzidzeskua |
Erkek sütkardeş |
||
Animse |
Cumaşkua-DaskuaY
eğen |
|||
İngsalape |
Bidziskua- Manidaskua |
Hala ya da dayı
çocuğu(kuzen) |
||
Proğoni |
Skuamneri |
Üvey kardeş |
||
Nanaşantini |
Nanaşamneri |
Üvey ana |
||
Babaşantişi |
Babaşamneri |
Üvey baba |
||
Bere |
Bağana |
Çocuk |
||
Skiri |
Skua |
Evlat |
||
Şira |
Kvri |
Dul |
||
Mandzageri |
Mezobeli |
Komşu |
||
Dane
kadın(sağdıç) |
Dade |
Nedime |
||
Makari |
Makari |
Gelin
alayı(Seymen) |
||
U
mçane(U mçaşe) |
Umçaşi |
Büyük, Üst(Amir) |
||
Umkilaşi |
Uklaşi |
Küçük (Emir altında
olan) |
||
Kimoceri
(Komoceri) |
Gathili |
Evli
kadın(Kocalı) |
||
Çileri |
Çilami |
Evli erkek(Kanlı) |
||
'
Burada verilen örnekler Vitse-Arkabuli diyeleğinde azçok değişime uğramaktadır.
Değişime uğrayan sözcükler tırnak içinde gösterilmiştir.
Kültürel ve ekonomik
yönden geri kalmış bir eve gelin gelen kızlar çok zor günler yaşamak
mecburiyetindeler. Üç yıl boyunca büyüklerinin yanında oturması, beş yıl
boyunca kayınbabasıyla konuşamaması, büyüklerin yanında kocasıyla konuşamaması
çoğunlukla böyle ailelerde göıiilmektedir. 40 yıl boyunca Laz kadınlarının
kocalarına ismen seslenmesi caiz değildir. Bu süre içinde kadın kocasına “Ebçi”
demek zorundadır. “Adam buraya gel, adam öteye git” (Ebçi mohti aşo, ebçi
igzali) gibi. Erkek de karısına ismen selenemez. Sadece “Hey” diyebilir. “Hey
bana bak, hey su kat” (Hey gulitskedi, hey tsakari giemibi) gibi. Eskiden bu
tür isimlendirmelere Gürcüstan’ın başka bölgelerinde de raslanırdı.
Samegrelo'da, Tuşeti'de, Mohev'de, Hevi'de vb. 40 yıl sonra erkek kansına artık
“Hçini” diye seslenebilir. Bu da kocakarı anlamındadır. Kadın da kocasına artık
“Badi” diyebilir. Bu da ihtiyar anlamındadır. Gelin (Nisa) kayınbabasına artık
“Baba” diyebilir. Kaynanasına da “Nana” diyebilir. Buna karşılık tüm ev halkı
onu “Gelin” diye çağırabilirler. Eğer bu gelin başka köyden gelme ise tüm
komşular ona “Gelin” demek zorundadırlar. Aynı köyden olanlara kimisi ismen de
seslenebilir. İyi kaynanalara çatan gelinler için diyecek yok, ama kötü
kaynanalara çatan gelinlerin tek kuruluş çareleri ayrı eve çıkmak olacaktır. '
Ayrı eve çıkmayı zorunlu kılan nedenlerin buşmda: Evde iki
ya da daha fazla gelinin bir arada bulunmasıdır. Böyle hallerde gelinler
arasında anlaşma güç olmakta, ilişkiler çekilmez duruma gelmektedir.
Kaynanalar açısından en iyi gelin, en taze olanıdır. En küçük gelininin kocası
eğer .eşine yeterince bağlı görünmüyorsa ayrı eve çıkmada gelin olumsuz tavır
almaktadır. Eski evde, büyüklerle birlikte kalmakta direnmektedir. Laz
kadınlarının temel görevleri arasında erkeğinin yanıbaşında tarla, bahçe işine
de katılmaktır. Kışlık odun taşımada kocasına yardımcı
olmak da görevleri arasındadır. Laz erkekleri eşlerine hiçbir zaman hesap
vermek zorunda değillerdir. Kadının bu türlü sorular sorması, bazı öneriler
ileri sürmesi mümkün değildir.
Ayrı eve çıkma şırasında gelin, kayınbaba evindeki hiçbir
eşya ve mala ortaklık iddiasında bulunamaz. Onun hakkı Sadece baba evinden
getirdiği çeyiz eşyalarını alıp gitmekten ibarettir.
(Bereşokopumu-Dobadu)
Doğum
Yeni doğum yapmış bir Laz kadını (Nuhusa Oharça) bazı
davranışlarında dikkatli olmalıdır. Ağır yük kaldırmamalı, gece yolculuğuna
çıkmamalıdır. Evhalkı da onu kollayıp gözetmek zorundadır. Doğuma bir hafta
kalan artık o işe götürülmemeli, durumu anlayışla karşılanmalıdır. Hamile
kadınların ceviz ve fındık gibi yiyeceklerden kaçınması gerekir. Bu yasağa uymayanların
çilli bebek doğuracaklarına inanılır. Etli ve pirinçli yemekler de yemesi
doğru değildir. Özellikle böbrek, ciğer, dalak, yürek gibi etleri asla ağzına
değdirmesi caiz değildir. Hamile bir kadın hamileleğinin dokuzuncu ayında
avluda oturur, eteğine mısır ufalar bunu ata yedirirse uğur sayılır. Eteğini
sonunda silkelemen ve geçip ocağın başına oturmalıdır. Doğumun yaklaştığını
haber veren sancılar başladığında hamile, doğum odasına çekilir. Açılmadık
yatağın üzerine uzanır. “Oncire”
Olay geceye raslamışsa kocası durumu ev halkına haber verecektir.
En uygun olanı kızkardeştir. Yoksa gelinlerden birisi olabilir(Nisa). Olay
gündüze raslamışsa ev halkı bunu rahatlıkla anlayacaktır. Ebeye haber vermeye
koşacaktır. Köyde bu işten anlayan birçok kadın varsa, öteden beri bu evdeki
doğumları idare eden kadın seçilir. Bu kadının evi diğerlerinden uzaksa birkaç
gün öncesinden çağrılıp evde hazır bulundurulur. Ebe kadın gelir gelmez doğum
yatağını açıp hazırlamakla işe koyulur. Doğumun rahat geçmesi için (Oncire)
çarşaf içine alınır, 134
sallanır. Bunun doğumu kolaylaştıracağına inanılır. “Bere6
çocuk ters geliyorsa lohusa hemen dizüstü, yüzükoyun çöktürülür, karnı
oğuşturularak bebeliğin gelişine yön verilir.
Zor geçen doğum olaylarında lohusanın erkeği eşine avucuyla
su içirmekte, suyu üç kez üzerinde gezdirmektedir. Bu gelenek çok ilginçtir ki
bazı diğer Gürcü boylarında da görülürdü. “Mohevlilerde” ve “Raçveliler”de
aynen tatbik edilirdi. Sonra tavan arasından çürük bir ağaç indirilir (Txmele
ağacı) yarılıp içinden ağaç kurdu çıkarılır. Kurt ezilir, bir miktar suyla sulandırılıp
lohusaya içirilir. Buna Lazcada (Muuturişi tskariş uşumu) yani kurtlu su
içirmek denir. Bir yandan da doğumu kolaylaştırmak için Tanrıya dua edilir.
“Allahım sancılardan, iniltilerden sen kurtar”= (Gormoti çvini tskunuş
aşletini) denir.
Doğum yapmış bir kadının sütünün bol olması için başına boz
renkli bir taş asılır. Bu taşa Lazcada “Lorizmaşi kva” denir. Bebek (Mamuni)
dünyaya gelir gelmez ilk iş olarak göbek kordonu (Umpa) kesilir. Sonra bebek
iyi kaliteli tuvalet sabunu ile yıkanır. Bu yoksa normal banyo sabunu ile
yıkanabilir. Bezlere sarılır, annesinin (nana) yatağına yatırılır. Lohusaya da
banyo yaptırılır. Hastanın yatağının sıcak olmasına özen gösterilir. Doğum
sırasında ev halkı doğum odasınayaklaşamaz. Burada ebe kadından ve bir yardımcı kadından
başkası bulunamaz.
Bebek doğar doğmaz ev halkınca cinsiyeti sorulur. Oğlan
olmuşsa buna pek sevinilir. Evin balkonuna çıkılır ve birkaç el silah sıkılır.
Silah sıkma işini erkeklerin bulunmadığı sırada kadınlar da yap*abilirler.
Ardından bebeğin babasına müjdeci koşturulur. Baba bu müjdeyi asla ödülsüz
bırakmaz. Doğumdan sonra hemen pilav pişirilir. Oğlan doğmuşsa pilav biraz daha
bolca yapılır. Yaşlı Lazlar bunun anlamını şöye açıklıyorlar: “Oğlan eli açık
gönlü gani olur.” diyorlar. Lohusanın ziyaretçileri yavaş yavaş gelmeye
başlamıştır. Önce “mandzagerebi” yani komşular gelir. Bebeği ve anneyi kutlar
dua ederler. Buna Lazcada “gehvamupan” adı verilir. Bu sözler aşağı yukarı şu
sözlerdir:
“Allah mutluluk içinde torunlarını da göstersin.”=“Heladokarobate,
Ğormatik Motalepeşa mogiçişinas”. Lohusa bu duaya “amin” der. Ziyaretçi
kadınlar arasında hamile kadın varsa lohusa bu duanın aynısını ona iade eder,
hayırlı temennilerde bulunur.
Lohusa bir kadını ziyaret etmek ancak kadınların hakkıdır.
Erkeklerden, kardeşler ancak üç gün sonra görebilirler onu. Bebek, ziyarete
gelen akrabaların kucağına konur, bahşiş beklenir. Lohusaya pişmiş yumurta ve
pilav iyi gelir. Bu yiyeceklerin mide bulantılarını bastırdığı söylenir.
Doğumdan sonra sancılar dinmemişse, löhusanın kamı üzerinde tekerlek duruşu
pozisyonunda bir elek konur. Bastırılır. Buna Lazcada “ontsiru gejadigimu”
denir. Hasta bu eleğin telleri arasından bakar. Ebe ile aralarında şöyle bir
konuşma olur:
Ebe Ağnn hafif mi? (Mankareni çorçi?)
Hasta Hafiftir. (Çorçiren) Bu sözler üç kez tekrarlanır. Bebeğe
günde iki kez banyo yaptırılır. “Çumanişi do Limcişi”, yani sabah akşam. Bu
bir hafta (Ar dolon) boyunca.böyle sürer. Hasta bir hafta sonra ayağa
kalkabilir. Bazen daha da erken toparlanabilir. Erken toparlanıp yağa
kalkabilen gelinini kaynana (damtire) özenle tetkik eder, sevinir, gururlanır.
Gelen konuklara gelinin övgüsünü yapar:.
Doğum olayı gelinin ilk doğumuysa gelen konukları
karşılamadan önce gelin yüzüne pudra çalar, üstüne başına biraz daha fazla
çekidüzen verir. Aynen gelinliğinde yaptığı gibi (Noğamisi). Bu süslenmenin
anlamını yaşlı Lazlar şöyle açıklarlar:
“'-Yeni doğum yapmış taze gelinlerin arkasını kırk gün
süreyle azrail bırakmaz. Eğer ölüm (Ğura) onu yenerse hiç değilse ahirete güzel
yüzle gitmeli,” derler.
Bebeğin kesilen göbek kordonu (Umpa) bir cami avlusunda,
temelin dibine gömülür. Bunda bebeğin kız ya da erkek olması hiç bir rol
oynamaz. Bebeğin böylelikle akıllı (Noseri) olacağına inanılır.
Bebeğin sağlık durumunu izlemek ve onun uzun ömürlü olmasını
temin için kırk gün süreyle onu bir terazinin kefesine koyar, kefenin diğer
gözüne de taze balık koyarlar. Bebeğin ağırlığınca bu balıklar hergün toprağa
gömülür. Böyle yapmakla bebeğin kötü kaderinden savulduğuna inanılır. Bu
alışkı eskilerde Gürcüstan’ın Gurya bölgesinde de bilinir, yapılırdı.
Guryalılar bu harekete “Toprağın kandırılması” derlerdi. Ancak burada
terazinin kefesine balık değil, yavru domuzların kemikleri konurdu.
Guryalılar, doğumu yaklaşan hamile kadınların karnına balık
yapışkanını sürerlerdi. Bunun doğumu kolaylaştıracağına inanılırdı.
Gürcüstan’ın Trialeti bölgesinde yaşayan Rumlar eskiden
balığı verimlilik sembolü olarak kabul ederlerdi. Kısır kadınlara kurutulmuş
balık çirozlarını yedirir, onların böylece hamile kalabileceklerine
inanırlardı.
Yeni doğmuş bebeklere musallat olan hastalıklar çok olur.
Bunlardan karakteristik özellik taşıyanlar arasında kulak çevresi (Osahilo)
yaralandır. Bu görüldüğünde annenin acı, tatlı, ekşi yiyeceklerden kaçınması
gerekli. Karın sancısı (Tatahana). Bu hastalığa karşı Lazlarda epey bolca
çareler vardır. Örneğin: İçine bir miktar kül ya da barut kanştınlmış bir
bardak su ısıtılmış tuğlanın bebeğin kamı üzerine konması vb. Bunlardan yarar
görülmediği takdirde geciktirilmeden bebeği okutmak gerekir. Okuyucu (Hoca)
okuyup üflediği bir ip üzerine düğümler atar. Bu efsunlu ip bebeğin beline
bağlanır. Bir başka önlemde: Bir yumurta üzerine hocaya muska yazdırılır,
yumurtaya iple kulp yapılıp tavana asılır.
Bebek eğer çok ağlıyorsa bunun nedeni “Göz değmesi” ola bilir.
Yaşlı kimselere göz duası okutulur; Göz değmesinden korunmak için (Toli var
matsas) bebeğin başına ve elbiselerine renkli boncuklar takılır. Boncuk dizisi
(Moni),arasında dişler (Abuş kbiri), kaşık kırığı (Kiziş notehe) vb. de
bulunur.
Uğrama ya da çarpılma gibi kötü ruhlann neden olduğu hastalıklara
Lazcada “îhiçinka” adı verilir. Bebeğin uğramadan korunması için muska
yazdırılır, beşiğin üzerine iliiştirilir. Bebeğin yastık altına da “kuran”
konur. Kuran bulunmadığı takdirde Hamayli de koymak yararlı olacaktır.
“Mjoraş”, gün batımından sonra lohusa kadın (opetuşi) avluya
çıkmamalıdır. 40 gün süreyle bebeğin banyo artığı suyu dışarıya dökülmemelidir.
Bu su evin içinde, müsait bir yere besmele çekilerek dökülmelidir.
Bebeğe ait bezler ve çamaşırlar gün batımından sonra avludaki
ipte bırakılamaz. Eğer unutulmuş da kalmışsa yapılacak iş, onları (daçhiri)
ateş üzerinde gezdirmek, üzerine sinmiş kötü ruhları böylece çıkaımaktır. Akşam
ezanından sonra eve dönen evin erkekleri doğrudan doğruya bebeği kucağına
alamazlar. Önce yanan ocağın başına gitmeli, üstlerini başlarını ateş üzerine
siykeleyip kötü ruhlardan arınmalıdırlar. Ondan sonra ancak bebeğe
yaklaşabilirler. Bu kaideye babanın da uyması zorunludur.
Akşam ezanında lohusanın odası aydınlatılmalıdır. Işıklar
sabaha dek açık bırakılmalıdır. Işıkta “Cadılar”ın gelip kötülük etmesi mümkün
değildir. Laz inancına göre cadılar aslında aramızda dolaşan insanlar arasından
çıkarlar. Gece olunca bunlar kanatlanır, kötülük yapmak için göklerde
uçuşurlar. Bunlar körpe bebeklerin kalplerini yerinden söküp kanlı kanlı yemeye
bayılırlar. Bebeğin annesinin her gece yatmadan şu duayı okumasında yarar
vardir:
“Kul euzübirabbinnasi, meliki nnasi, ilahinnasi, min şerrin
vesvasil hennasi, ellezi yuvesvisu fii sudurinnasi, minel cinneti vennas.”
Laz innacına göre bu
dua bebeği cadılardan ve diğer kötü ruhlardan koruyacaktır. Bazı durumlarda da
beşiğin çevresine tülbentten bir ağ cibinlik sarılmaktadır. Bununda yararlı olduğuna
inanılmaktadır. '
Doğumdan bir hafta sonra sıra bebeğe isim koymaya gelmiştir.
Çocuğa isim koyma (seçme) hakkı herkesten önce dede (Papuli) ve nineye
(Nandidi) aittir. Bunlar sağ değilse bu hak anne-babaya geçmektedir. Çocuğa
isim seçilirken mutlaka ailenin büyüklerinden ya da yakın akrabaların taşıdığı
isimlerden birinin model tutulması gerekir. Bunun bazı istisnaları vardır.
Örneğin: Bâyram günleri dünyaya gelen erkek çocuklarına “Bayram” ya da
“Bayramali” ismi verilebilir. Bunda hayır vardır. Şaban ayında doğanlara
“Şaban” Ramazan ayında doğanlara “Ramazan”, Recep ayında doğanlara da “Recep”
adı vermek uğurlu sayılır. Lazlar çocuklarına isim seçerken çoğunluk Müslüman
kitabi isimlerin seçilmesine de özen gösterirler. Ancak bu isimler Laz
telaffuzuna göre bazı değişikliğe uğramaktadır. Örneğin: Muhammed'e “Memet” ya
da “Memedi” Ahmed'e “Amedi” Ali'ye “Alya”, Hatice’ye “Haccei”, Ayşe'ye “Aşei”,
Fatma'ya “Padi” vb. demektedirler. Lazlar Türkçe soyadlarını da kendilerine
özgü biçimde telaffuz ediyorlar. Örneğin: Tantioğlu “Tantuşi”, Çeboğlu
“Çebişi”, Kitmiroğlu “Kitmiriş”, Sofuoğlu “Sopişi” vb. “Şi” soneki Lazcada
bağlılık, aidiyet ifade eder. “Mişire” kiminsin? demektir. “Tantuşi” Tantuların
anlamındadır. .
30-40 yıl kadar önce Lazlar arasında Laz orijinli soyadları
daha çokça görülürdü: Narakia, Jordania, Papaskiri, Tsuleskiri, Çikovani vb,
1931 yılından bu yana bu türlü, Türkçe olmayan soyadları taşımak yasaklanmıştır
Türkiye'de. 1935 yılından bu yana Lazlara yeni soyadlar uydurulmuştur.
Lazlarda bebeğe isim takılırken bir yandan ezan okumak
adettir. Bu iş çocuğu bir nevi “kutsama”dır. Bebek kendisine ezan okuyan kişiye
benzermiş diye bir inanış vardır. Bu nedenle ezan okuyacak kişinin, zeki,
düzgün fizikti, güçlü biri olmasına dikkat edilir. Böyle biri çevrede
bulunmazsa hoca çağrılır, bu iş gördürülür.
Çocuklar iki yaşını doldurladan bir köyden diğerine
götürülmezler. Bunun nedeni “nazar” ve “kötü ruhlardan” çekinmedir. Eğer böyle
bir seyahat zorunlu olmuşsa, çocuğun alnına kara çalmak ve onu çirkinleştirmek
gerekir.
“Ontselişi
Çanda” Beşik Eğlencesi
İlk doğumlarda
beşik düzme görevi doğum yapan gelinin ailesine düşmektedir. Onlar zaten
doğumdan önce bunun hazırlığı içindedirler. Beşik takımı düzüldüğünde damat tarafıyla
birlikte bir gün belirlenir. Beşik eğlencesi (Onseliş çanta) gününün perşembe
ya da pazara raslatılması iyi sayılır. Kız tarafı davetlileri bugün
toplaşırlar. Minder, yorgan, yastık, sargıbezleriyle donatılmış beşiği ve
anneannenin bebek için diktirdiği elbiseleri, akrabaların hazırladığı giyecek
eşyaları da alarak damat evine gelirler. Beşik takımı ve diğer eşyalar özel
tutulmuş bir adam tarafından taşınır, bu adam görevi sonunda para bahşişi alır.
Beşik eğlencelerine erkekler katılamaz, bu kadınların hakkıdır sadece. Kız
tarafından gelen 25 kadar kadın itibarlı davetli sayılır. Oğlan tarafı bunları
elinden geldiğince hoş karşılamahdır. Beşik bir kez de ebe kadın tarafından
elden, gözden geçirilir, düzenlenir. Sonra ebe kadın beşiğin üzerine bir miktar
para bahşişi koyar. Herkesin bahşiş vermesi işini başlatmış olur. Orada
bulunanlann güçleri oranında bahşiş koyarlar. Sonra annesi babası hayatta bir
kız çocuğu çağrılır. Bebeği beşiğine yatırması söylenir. Bu kız çocuğu bebeği
ilk kez beşiğe koyarken şöyle dua eder:
“-Nababate orda do
açkvanisti bitçi gioncirat”. Yani analı babalı büyüsün, İkincisi de erkek
olsun. Oradakiler hep bir ağızdan “amin” derler.
Artık bugünden
sonra ebe kadının görevi sona ermiştir. Be-
beği
yıkamak ve diğer bakım işleri anneye aittir. Anne ebe ktulı* na bir
takım hediyeler verir. Sabun, iki adet mum, bir düzine kibrit, para
gibi. Beşik eğlencesine katılan kız tarafı davetlileri başka köyden
gelmişlerse bir gece konuk edilir. Aynı köyde olanlar eğlence sonunda,
akşama evlerine dönerler. ’
Çocuk Bakımı ve
Yetiştirilmesi
Bir yaşma kadar
çocuğun her türlü bakımı, gözetimi anneye aittir. Çocuk ayağı üzerine dikilince
(Ogzalon) kolay yürüme öğrenmesi için bazı yardımcı araçlar yapılır. Bunlardan
biri şu: Müsait bir yere dört kazık çakılır. Bunlar arasında, uzunlamasına ve
birbirine paralel olarak düzgün iki çıta uzatılır. Çocuk bu çıtaların arasına
dikilip çıtalara tutunması sağlanır. Bundan cesaret alan çocuk ileriye doğru
adımlarını atacaktır. Bu ilgilere dedesinin ve babaannesinin de yardım payı
vardır.
3-4 yaşına varmış
bir çocuk, boş mısır somaklarıyla kendi kendine “Ohori” ev yapmaya çalışır.
Kartonla ya da tahta ile sandal, kayık (Peluki, nuşi) yapmaya gayret edebilir.
Sıcak havalarda su kenarlarına giden çocuklar arasına karışıp pelukaları,
nuşileri yüzdürmeye çalışabilirler.
Biraz daha yetişkin
Laz çocukları o kadar mükemmel sandallar yapıyorlarki bunlara oyuncak demek
zordur. Birkaç kilo yük bile taşıyabilirler bu sandallar. Çocuklar bunlara
yelken de uyduruyorlar. Dalgasız büyükçe su birikintilerine salıveriyorlar.
.Erkek çocuklar
5-6. yaşlarına varınca sünnet çağma girmiş olurlar. Bazı görüşlere göre sünnet
olayı çocuğun aslında kutsanma olayıdır.
Sünnet operasyonunu
yapan kişiler aslında doktor değillerdir. Sadece bu işte deneyim kazanmış usta
kişilerdir o kadar. Sünnetçiler çoğunlukla ilkbahar aylarında yanlarında bir ya
da iki yardımcı bulundurarak köy köy dolaşırlar. Bunların gelişini işiten
aileler sünnet çağında çocukları varsa sünnet ettirirler. Sünnet sırasında
çocuğa sünnetçinin tatlı dil, güler yüz göstermesi gerekir. Espriler de
yapması yararlıdır. Aksi halde çocuk ürkebilir. Operasyonda zorluk çıkarabilir.
Operasyon aletleri bu iş için özel hazırlanmış aletlerdir. Sünnet işi
gerçekleştikten sonra bir takım ağrı dindirici ve tedavi edici ilaçlar
kullanılır. Çocuk birkaç gün yatakta tedavi görür. Sünnet olan çocuğa para
bahşişi verilir, bu onun susmasına yardımcı olur. Bazen grup sünnetlerde
çocuklar arasında rekabet yaratılır. “Görelim bakalım hanginiz daha erkekmiş.
Şimdi belli olur gibi laflar söylenir. Buna rağmen ağlayan çocuklara da
“labeşa” denir. Zırlayıcı anlamındadır bu söz. Çocuk alaya alınır.
Sünnet merasiminde
ekonomik gücü iyi olan aileler düğün tertip etmekte, hısım, akraba, konu
komşuyu çağırıp yemekler vermektedir. Bu gelenek bugün de sürdürülmektedir.
7-8 yaşlarına
varmış bir çocuk büyükleri tarafından biraz daha katı kurallarla, terbiyeye
çalışılır. Dedeler ve nineler annebabalara nazaran daha yumuşak, koruyucu rolü
oynamaktadırlar. Yaramaz bir çocuğu azarlarken şöyle söylenir: Adın batsın
senin (Cohi gamagiçkudaş). Adın batmasın. (Cohi mo gamagikudaş) İki gözün
körolsun (Jur tolepe mo dagidgidas) İki gözün körolmasın (Jur tolepe
dagidgidas) vb. Buradaki “Mo” olumsuzluk eki çocuğa beddua yerine dua anlamı
kazandırmaktadır. Ama bu gizlenmiş anlam ona sezdirilmemektedir. Kör olmasın
(Mo Dogidgidsas) gibi. Bir çocuğun iyi davranışları da şu sözlerle
ödüllendirilir: Sana kurban olayım, başına dolanıp öleyim. (Gogitha do
gogağara), Allah uzun ömürler versin. (Ğoromtik didi dğa mogçap)
Gürcüstan Lazları
bir yana bırakılırsa bugüp Türkiye Lazları arasında okuma çağına gelmiş bir
çocuk için hiçbir ön hazırlık söz konusu olmamaktadır. Türkiye'de eğitim,
öğretim kuruluşları yeterli düzeyde yaygın değildir. Ancak 7-8 köye bir ilkokul
isabet etmektedir. Bunun yanısıra Laz çocuklarının anadilleriyle değil de
değişik bir dille (Türkçe) eğitilmeye çalışılmaları bazı güçlükler
çıkarmaktadır. Çocuklar çoğunlukla ders konularını anlayamamakta, birkaç yıl
aynı sınıfa devam zorunda kalmaktadırlar. Okuldan çocuğun uzaklaşması nedenleri
arasında Laz ailelerin ekonomik güçlerinin zayıf olmasıdır. Okuma masraflarının
ağır olması, birçok Laz ailenin cahil kalmasına yol açmıştır.
Laz çocukları 12-13
yaşlarında hayata atılmaktadırlar. Henüz 9-10 yaşlarındayken balıkçılık
tekniğini kavramaya başlarlar. Sandal kullanma, kürek çekme, ağ örme, kalafat
işleri, hava tahmininde bulunma, silah kullanma vb. bunlar arasında
sayılabilir. Daha büyük yaştaki çocuklar ise rahatça tarım işleri ve yapıcılık,
ustalık uğraşılarına girişebilirler.
Oyunlar,
Eğlenceler
Lazistan
çocuklarının çok çeşitli ve zengin oyunları vardır. Çocuklar yetişip oyun çağma
girdiğinde artık disiplinli, kurallara uygun oyun düzenine girmektedirler. Bu
kurallı oyunlardan birisi “Pantskumpaleşi” ya da “Getkobinuşi” (Saklambaçtır)
tır. Saklambaç oyunu şöyle oynanır: Oyuna katılan çocuklar yere çömeşirler, sol
el parmaklarından ikisini sıra halinde yere dizerler. Oyunculardan birisi sağ
el işaret parmağıyla bu sıra parmaklar üzerinde tek tek gezinir.
“Elelem belelem
Simsi katu timkozi
Açka, daçka,
tunagali, tusandali
Eline, koçine
Tsitsilaş bere.” der. Bu dörtlüğün son sözcüğü hangi parmak üzerinde biterse o
çocuk ebe seçilir. Herkes saklanmaya koşar. Saklananlardan birisi “Kuku” diye
bağırır. Ebe (Getkobineri) gözlerini açar, onları aramaya koyulur. Gizlenenler
ebeye yakalanmadan çıkıp noktaya yetişmeli, ellemelidirler. Noktaya yetişip el
vuran çocuk “Pantskum Pale” der. Yetiştim, elledim anlamındadır bu sözcük. Ebe
oyuncuya yetişirse vücuduna ellerse ellenen çocuk (gentskobine) yani ebe
olacaktır. Hiçbirini elleyemediği sürece ilk ebelnin ebeliği sürecektir.
“Kvapıpuloni”
Beştaş Oyunu:
Deniz sahillerinden
seçilecek beş taş bu oyunun başlıca aracıdır. Oyun sahilboyundan uzak köylerde
oynanıyorsa bu taşlar kiremit kırıklarından özel olarak yontulabilir.
Sol el başparmağı
ile işaret parmağından köprü yapılır. Yere basılır. Beş taş köprünün önüne
serpiştirilir. Tek taş havaya fırlatılarak bunun düşene kadar ki süre içinde yerdeki
taşlar tek tek köprü altından birbirine değdirilmeden geçirilmeye çalışılır. Bu
oyunun tüm periyodlarını hatasız gerçekleştiren çocuk başarmış sayılır.
“Milobia” Çelik
Çomak:
Bu oyun küçüklerin
olduğu kadar büyüklerinde ilgisini çekmektedir. Önce oyunu başlatacak kişi
seçilir. Bu da: Yassı bir deniz-taşının bir yüzüne tükürülerek ıslatılır.
Havaya atılır. Ardından sorulur: Yaş mı, kuru mu? Yaş diyenle kuru diyenin
sonucunu yere düşen taş gösterecektir. Oyuncular iki gruba ayrılırlar.
Ellerinde birer çomak ve birer çelik vardır. 30 santim boyundaki sivri uçlu
çelikler çapraz duruşla hafiften toprağa saplanır, buna var gücüyle çomak
çarpılır. Hangi oyuncunun çarptığı çelik daha uzağa gitmişse o oyuncu galip
sayılır.
İlk atış figürüne
“Etsamalu” değnek çarpma, ikinci figüre de “Gotsamalu” çelik devirme denir.
Atışta (Vuruşta) hata yapan oyuncu vuruşunu yinelemek zorundadır. Üç vuruş
sonundaki skor yenenle yenileni ortaya koymaktadır. Yenilene “konikvatu”
mağlup adı verilir. “Etsamalu” ve “Gotsamalu” figürleri tamam olduktan sonra
sıra oyunun “ÎU” bölümüne gelmektedir. Bu figür: Sol elde tutulan çelik
çubuğun havaya atılmasıyla buna çomak vurulmasıyla yapılır. Çeliğin mümkün olduğunca
uzaklara kadar götürülmesi makbuldür. Skor yedi ke? tekrarlandıktan sonra
tamamlanmaktadır. Hatasız vuruş yapanlar ve çeliği uzağa atabilenler kazanmış
sayılırlar.
“Kalka” Çelik Çomak
Oyunu:
Bu oyun da birinci
çelik çomak oyununa benzemektedir ancak yenilen oyunculara verilen ceza
değişmektedir. Sol elde tutulan çelik havaya fırlatılmakta, yere düşmeden sağ
eldeki çomakla vurulup uzaklara atılmaktadır. Bu figür üç kez yinelenmektedir.
Bu süre içinde en az hata yapan ve ençok uzağa götürebilin oyuncu kazanır. Bu
oyunda diğer oyunda bulunmayan bazı haklar vardır. Örneğin: Oyuncu çeliği
havaya fırlatıp çomakla vurmaya hazırlandığı sırada karşısındaki oyuncu çeliğini
havada avlayabilir. Çeliği havada avlayan rakip oyuncu onu hızla toprağa çakar.
Bu kez çelik sahibi çeliğini toprak içinden havalandırmak zorunda kaalmaktadır.
Bu da son derece güç olmaktadır. Üç kez yinelenen bu figürler sonucu başarı
sağlayamayan taraf karşı tarafın “Lakoti” enikleri sayılırlar. Enikler grubuna
oyunu sürdürme hakkı tanınır. Başarıya ulaştıklarında bu cezalı isimden
kurtulabilirler. Bu kurtuluşa da “Lakotebiş toli gantskİmu” adı verilir.
Anlamı ise “Enikler gözlerini açtf’dır.
ŞARKILAR,
ŞİİRLER
Laz gençleri dini
bayramlar haricindeki, düğün, imece, bayram günleri karşılıklı türküler
okumayı, şiirler söylemeyi pek severler. Kızlı erkekli gruplar (Çkonşca) meşe
ağaçlan diplerinde toplaşır salıncaklar kurarlar. Asırlık meşe ağaçları Lazistan'da
çokça bulunan ağaçlardır. Bu salıncaklara (Okontsure) önce kızlar bindirilir.
Sonra erkekler binerler. Erkekler grubu kızlar grubundan biraz uzakça, topluca
durmaktadırlar. İğneleyici şiirler, maniler söylemeye önce erkekler başlarlar.
Kızlar da zaten buna hazırhklıdır. Gecikmeden yanıtlarlar oğlanlan söylenen
sözler çoğunlukla irticali (O anda yaratılmış sözler) dir. Vaziyete göre
düşünülmüş şeylerdir. Gençler arasındaki ciddi diyalog ve duygusal ilişkiler bu
eğlencelerde başlamaktadır. Bu diyalog ve duygusal yaklaşımlar çoğunlukla
evlenme , gibi mutlu sonla noktalanmaktadır.
OYUNLAR, DANSLAR
Laz oyunları
arasında “Horumi”, “Otirtinoni”, “Mencelişi” oyunları pek ünlüdür. “Horomi”nin
ikinci figürü “mhucisi” omuz hareketi figürüdür. Oyuncular iki katlı halka
olurlar. İkinci kat halka birinci halkanın omuzlan üzerine çıkar. Oyunu orada
sürdürür. Omuzlardaki bu yük birinci kat halkanın işini güçleştirmektedir. Bu
yüzden bu figürdeki ayak hareketleri daha ölçülü, daha yüzeysel kalmaktadır.
Figürden figüre geçiş varyantları gövdeleri de oynatacağından dengeyi bozmama
açısından dikkat gerektiren iştir. Her iki tür horonda kemençe ve doli (küçük
çaplı Kafkas davulu) eşlik etmektedir. Bu oyunları enstrümansız da oynamak
mümkündür. Böyle hallerde halka ortasında ya da kenarında bir solist türkü
söylemektedir. “Uça bitço” (kara oğlan), “toli moni” (boncuk gözlüm” türküleri
oyunculara ritim vermektedir.
Laz
şarkıları çoğunlukla sevda üzerine söylenmiştir. Şunu unutmamak gerekir ki; 17.
yüzyıl boyunca Laz erkekleri ağır ekonomik koşullar yüzünden evlerini,
ailelerini terkedip uzak diyarlara (Gürcüstan bölümündekiler; Abhazya ve
Rusya'ya) iş aramaya gitmek zorunda kalıyorlardı. Bunlar arasında sayısız yeni
evli erkeklerle sevdalı, nişanlı gençler de bulunuyordu. Onların yüreğine
nakşolan aşk dillerindeki şarkılarda anlamını buluyordu.
Laz oyunlarının
figürlerini açıklamak zor bir iş değildir. Tüm hareketler yaşamın içinden
alınmıştır. Deniz işçiliğinde yinelenen el kol ayak hareketleri Laz oyunlarının
figürlerine yansımıştır.
Laz halk müziği
enstürmanlarından “Tçiboni” sipsiyi andırir bir alettir. “Doli” küçük çaplı
Kafkas tipi vurgulu (elle) bir davuldur. Buna çomak vurulmaz. “Kemençe”,
“salamuri”, kaval ve “ostvinale”, tulum başlıca önemli çalgı aletleridir.
“Oktomale” Ok
Atma:
18. yüzyıl
Lazistan'ı etnografyası, Gürcüstan etnografyası ile aynıdır. Binlerce öörnek
arasında sadece: Yay-ok yapma, kullanma, sapan çeşitleri ve atış usullerini
göstermek yeterli olacaktır.
Laz usulü yay
yapımı için, üç santim eninde, bir metre kadar boyunda bir ağaca tüfek biçimi
verilir. Namlu görevi yapacak bölüme düzgün bir kanal açılır. Namlunun uç
kısmına yakın bir yerde kare biçiminde bir delik açılır. Önceden hazırlanmış
yay bu delikten geçirilir. Yayvan defne ağacı yay için elverişli ağaç
türlerindendir. Yayın iki ucu iple bağlanıp gerdirilir. O kadar ki ağaç yarım
ay şeklini alana değin. Kundağın bitimi ile namlunun başlangıcı olan yerde ucu
kertikli bir mandal çakılır. Yayın ipi geriye doğru iyice çekilerek bu mandala
iliştirilir. Gergin ipin ön kısmına, namlu kanalına bir ok konur. Mandalın
ayağı tetik gibi çekilince ip kurtulacak, ok fırlayacaktır. Okun atış mesafesi
yayın gerginliğiyle orantılıdır. Bu aletle kuş ve küçük av hayvanları
avlanabilir.
“Kva Şurdili”
Sapan
Gürcüce bu aletin
adı “kva” ön eki çıkarıldıktan sonraki “şurdili” haliyle kullanılmaktadır.
Lazların kullandığı“kva şurduli” kendir ipinden örülmektedir. Örülen sapan
ipinin bir ucuna parmak geçirmek için delik bırakılmaktadır. Buna Lazcada
“kitiş madvalu” adı verilmektedir. Öbür ucuna da topuza benzer bir yuvarlaklık
verilir. Buna da “meşkvinuşi” denir. Atış sırasında bırakılacak uç budur. İpin
orta kesimlerinde kuş yuvasını andırır küçücük bir cep yapılır. Buna “okvale”
taşlık denir. Bu aletle fırlatılacak taşlar daha çok deniz kenarından toplanır,
biriktirilir. Bunlar ceviz iriliğinde, düzgün taşlardır. Atışı başarılı olur.
Atış sırasında şu
hususlara dikkat edilmelidir: Sapanın delikli ucuna sağ el orta parmağı
geçirilir, diğer topuzlu uca da başparmakla işaret parmağı arasında sıkıca
tutulur. Taşlık kısma atılacak taş yerleştirilir. Alet gitgide hızlanan bir
tempo ile havada çevrilir. Hedefe çalımlandığında ipin topuzlu kısmı bırakılır,
taşa yol verilir. Taş 300-350 metre mesafede etkili olmaktadır.
Bu alet mısır
tarlalarındaki kulübelerden zararlı hayvanlara karşı oturduğu yerden
kullanılabilir. Bugün bile geçerliliği vardır.
“Gura Do Mgara”
Ağlama, Ağıt
“Gura do Mgara”
ölülerin ardından söylenen ağıt sözleridir. Lazlarda bu, epey uzun süren, kolay
kolay sona erdirilemeyenbir olgudur. Aslında bunun uzun ya da kısa sürmesi
ölülerin yaşı ile ilgilidir. 70-80 yaşına varmış bir kişinin ölümü genellikle
anlayışla karşılanır. Uzun gözyaşlarına neden olmaz. Ama ölenin -genç olması
işi değiştermektedir. Bekar, bakire halde ya da cinayet sonucu ölümler pek
büyük acılara, ızdıraplara yol açar.
. Ağıtların en
dayanılmazını burada işitmek mümkündür.
Cinayete kurban
gidenler iki grupta düşünülmüştür. Kaza cinayeti ve kasıtlı cinayet.
Lazlar, uğrama
sonucu yataklara düşmüş insanlar için (vücuduna periler girmiş) derler.
Perilerin gövdeden kovulması için Cinci hocaya baş vurulur. Hoca hastaya
“perilerin nerede durduklarını” sorar. Hasta parmağıyla bir tarafa işaret eder.
Hoca o tarafa bir el silah sıkar. Perileri öldürdüğünü söyler. Bu yöntemle
hasta sağlığına kavuşturlamamışsa ikinci bir yöntem uygulanır: Uğramış insan
kızdırılmış bir zincir çemberinin içinden geçirilir. Sonra zincir kızdırılmış
birkaç taşla birlikte su dolu kazana atılır. Hasta kazandan fışkıran buhar
üzerine tutulur.
Buhurdan
koklatılır. Bu tür ilkel tedavi yöntemleri hastanın ölümüne neden olmaktadır.
Eskilerde bu tür iyileştirme yöntemlerine Acara’da (Gürcüstan’ın bölgesi) da
raslanırdı.
Ölen bir kimsenin
baş ucunda dostlarından birkaçı kişi nöbet tutar. Bunun yararı ise: Ölünün
vücuduna kötü ruhların gizlice girip yerleşmemeleridir. Ölenin ruhu bedeninden
çıkar çıkmaz gövdenin, elleri, göçleri, ayakları düzeltilir. Vücuduna da
dosdoğru bir biçim verilir. Kadınlar odaya doluşur, feryada başlarlar.
Feryadları duyan köy halkı birinin evinde ölü olduğunu anlamakta gecikmezler.
Hemen ölü evine koşarlar. Sahiplerine başsağlığı derken, ölü için de dua
okurlar. Onun iyi insan olduğunu, iyilik gördüklerini söylerler.
Ölü, Lazlarda 24
saat misafir alıkonmaktadır. Eğer uzaktan gelecek yakınlar bekleniyorsa bu süre
daha da uzatılabilir. Ölü orta odada genişçe ve sertçe bir divana konur. Üstü
beyaz çarşafla örtülür. Varsa, annesi babası başı ucuna oturtulur. Kardeşleri
ve yakın akrabaları çevresine dizilirler. Uzaktan beklenen akrabalar acı
çığlıklarla ölü evine dalarlar. Önce evdekilerle sarmaş dolaş olurlar.
Gözyaşları akıtırlar. Ardından ölünün yüzünü açar bakarlar. Başı ucuna geçer
otururlar.-Bazende üzerine kapanır ağlamalarını sürdürürler.
Komşular bu türlü
acılı günlerde üzerlerine düşen insanlık görevini unutmazlar. Kimi mezar
tahtalarını hazırlamaya koyulur, kimi mezar kazmaya koşar, kimi de tabut
yapımına girişir. Bunların masraflı olan kısmı ölü sahibinden çıkacaktır. Bunların
masrafı ödenirken katiyyen pazarlık konusu edilmez. Eğer masrafların
karşılanması için önceden bir görevlendirilmişse, bir miktar para ona
verilmişse, bu kişi fırsatçılık edip parayı keyfince savuramaz. Eksileni,
artanını bir bir kaydeder. Ölü sahipleri yoksul kimselerse bunlardan hiçbir
masraf talep edilmez. Ölüler tabutla biirlikte mezara konmaktadır. Ancak
tabutun üzerine kapak örtülmemektedir. Mezar tahtaları üzerine yığılan
topraklar kesinlikle tepilmemelidir. Mezarın içindeki duvarın kıbleye doğru
kalan kısmı oyulmakta, sanduka bunun içine yerleştirilmektedir. Erkek ölüler
hocalar tartından yıkanmaktadır. Ölünün yüzü bu sırada kıbleye doğru dönük
olmalıdır. Patiskadan dikilmiş kefene sarih ölü sandukaya böylece konur.
Ölü,
kapıdamçıkarılırken evde dayanılmaz kadın çığlıkları işitilir. Gömülme işinden
sonra mezarın iki ucuna birer tahta kazık çakılır. Birinin üzerine ölünün
kimliği yazılır. Hoca ve yardımcıları dualarını okurlar. İslam inancına göre:
Ölüye talkin verildiğinde bir anlık uyanma ile yerinden doğrulmaktadır. Bu
sırada başını tavana çarparak öldüğünü anlamaktadır. Halk mezar başından
uzaklaşıp evlerine dönünce ölü yanına melekler gelmekte, hesap sormaya
başlamaktadır. Eğer ölen kişinin sevabı çok günahı azsa toprak aradan kalkar,
ölü doğruca cennete gider. Günahı sevabından çok çıkarsa bu kez o cehenneme kapatılır.
İslam inancına göre akıldan yoksun olan delilerin yeri ne cennet, ne de
cehennemdir. İkisinin ortasında bulunan arasattır. İnanca göre bir yıl boyunca
ölen kişinin ruhu her gece evi çevresine gelir ziyaret eder. Ölümünün 52.
gecesi toprakta eti ile kemiği birbirinden aynlır. Bu nedenle bu gece
çokönemlidir. Dua ile geçirilmelidir. Her yıl ölü için sadaka verilmeli, hayır
işlenmelidir.
Laz geleneğine
göre: Gurbette ölen Laz mutlaka baba ocağına getirilmeli ecdat ölüleriyle yan
yana gömülmelidir. Bir yandan da onun sık sık ziyaret edilip dualar okunması
kolaylaşmaktadır.
Ölü için hayır
olsun diye yol boylarına, mezarı başına temiz birer tahta kutular yapılıp
konur. îçine de tatlılar, türlü yiyecekler konur. Gelip geçen bunlardan yemeli
ve sevabı ölüye yazılmalıdır. Bir hafta süresince ölü evinde ocak tütmez, aş
pişirilmez. Bu gereksinimler komşularca karşılanır. Ölü evinde bir yıl boyunca
düğün, eğlence, vb. yapılmaz. Başka komşu evlerde yapılacak düğün eğlencelerine
ölü sahipleri katılmaz, oyuna kalkmaz. Köy içinde düğün hazırlığına
girişildiğinde aniden ölü çıkarsa bu düğün ertelenir. Yasa tüm köycek girilmesi
gerekir. Ölü elbiseleri yoksul kimselere dağıtılır. Buda bir nevi hayır olur
ölü için.
LAZLARDA
BATIL İNANÇLAR
Hıristiyanlık ve
Müslümanlık dinleri Lazlar arasında unutulması güç bazı batıl inançlar getirip
yerleştirmiştir. Bunların çoğu günümüzdede revaç görmekte, uğuruna ya da
uğursuzluğuna inanılmaktadır. Bunlardan bazılarını şöylece sıralayabiliriz:
“Tsanağani” Yeni
Yıl
Lazlarda yeni yıl
İslami hesaplara göre (Hicri Takvim) mart ayında başlamaktadır. Devletin Miladi
takvimine göre bu ocak ayına alınmıştır. Yeni yılın ilk sabahı (Hicri) istenir
ki herkesin evine ilk adım atan insan temiz giyindirilmiş bir kız çocuğu olsun.
Bunda uğur olduğuna inanılır.'Önceden bu konuda söz alınır, akraba ya da komşu
çocuklannın(kızlann) geleceği kapıda beklenir. Eve ilk gelecek kız çocuğu
çeşitli yiyeceklerle ve para ile ödüllendirilir. Eğer böyle bir kız çocuğu
çevrede bulunmuyorsa bu kez kendi evinin kız çocuğu pencereden dışarıya
sarkıtılır, kapıdan ilk adımı attirılır. Bu şekilde de olsa çocuk yine de
tatlılarla, para ile ödüllendirilir. Eve ilk gelecek kız çocuğunun beyazlar
gimıesi hayra yorumlanır. Bunun yıl boyunca bu eve pire barınamayacağına
yardımcı olacağına inanılır. Başka renk giysili ve habersiz bir kız çocuğu eve
ilk adımını atarsa sevinilmez, evde bu yıl pire üreyeceği zannedilir.
Yeni yılın ilk günü
evden dışarıya hiçbir şey verilmez. Bunun bereketi alıp götüreceğine inanılır.
Bugün sadece dışarıdan bir şeyler alıp eve getirmekte hayır vardır.
Yeni yılın ilk
saatlerinde evin orta yerine körpe buzağı ya da keçi konur. Bunun üzerine dan
serpilir. Âhırdakilere bunun bol doğum şansı getireceğine inanılır.
Yeni yılın ilk
gününde yılan öldüren kimse, o yıl düşmanlarına karşı daima üstün olacaktır.
Yeni yılın ilk günü
evden dışarıya çöp ve süpriintü atılmaz. Bunun da bereketi alıp gideceği
zannedilir.
“Mtskiriş
Okvaru” Pire Kısırlaştırmak
Evin kadını bahara
doğru bir gün evinin tavan arasına çıkmaktadır. Elindeki süpürgeyle sağa sola
çırpıştırmaktadır. Birisi aşağıdan sormaktadır:
Orada ne
yapıyorsun? (-Ek mu ikip?)
Pireleri
kısırlaştırıyorum. (-Mtskiri okvarup.) Bu soru cevap üç kez tekrarlanmakta,
artık pirelerin bundan sonra bu evde üremeyeceğine inanılmaktadır.
Bu gelenek
Gürcistan'ın başka bölgelerinde de eskiden yaygındı. Acara'da ve Samegrelo'da
bu merasim aynen yapılmaktaydı. Megrelcede bu olaya “tskirişi çopua” denmektedir.
“Zipozişi
Meçkuri” Dalga Sakinleştirmek
Denizde kıyıları
şiddetle döven dalga görüldüğünde “zipozi” bunu kesme, zararından korunma duası
okutmak gerek. Bu duayı bilen biri çağrılır. Adam elindeki keskin bıçakla
kıyıya yaklaşır. Okuyup bıçağa üflediklen sonra, üç kez:
“-Ya rabbi kesmek
benden, rasgetirmek senden.” der. Bıçağı denizin içine doğru fırmatır.
İnanıldığına göre dalgalar sakinleşmektedir.
Yağmur Duası
Azlağa köyü
çevresinde yaşayan halk, tepe üzerindeki eski Laz (Ohvame) ibadethanesi önünde
toplaşır. Hocalar ve iyi ahlakıyla tanınmış kimseler dualar okurlar. Halk amin
der. Yamurun yağması beklenir.
Kimi Laz köylerinde
mermer taşı kırıkları toplanıp denize dökülür. Bunun da yağmuru yağdıracağına
inanılır.
“Htsala”
Çürümeye Karşı Önlem .
30 Temmuzla 8
Ağustos arasında çamaşır yıkamayı Lazlar iyi saymazlar. Çamaşırın çabuk
çürüyeceğine inanırlar. Bu tarihler arasında deniz banyosu yapmak da iyi sayılmaz.
Vücutta çillerin oluşacağına inanılır. Bu günler arasında ekili tarlaya,
bahçeye girmek de iyi sayılmaz. Çürümelere neden olacağı zannedilir. Eğer bu
tarla ve bahçelerde önceden birer bakır kap konmuşsa bu uğursuzluğu bu bakır
kap giderecektir. 30 Temmuzla 8 Ağustos günleri arasında kavurucu, gizli bir
yel eseceği söylenir. Ancak bu yelin hangi güne Taslayacağı bilinmez. Bu
yüzden önlemli bulunmak gerek.
Canavar
Bağlama
Tüm Gürcü
kabileleri ile Lazlar, akşama eve dönmeyen evcil hayvanlarının canavarlara yem
olmaması için (Canavarın ağzını bağlatma) yoluna baş vururlardı. Kaybolan
hayvan önce aranıp bulunamazsa hocaya koşulur. Cinci hoca kara saplı bıçağı
kınından ağır ağır çıkarır, dua okur, üfler ve kınına ters yüz olarak
yerleştirir. Böylece canavarın ağzının bağlandığını söyler.
Taze mısır
tarlalarını domuzlara karşı korumanın da duası yardır. İsteyen bu duayı okutur,
bazı kurallarını da yerine getirir. İçi rahat olur. Örneğin: Deniz kenarından
birkaç taş alınır, bunlar hocaya okutulur. Okunmuş bu taşlar tarlanın ya da
bahçenin çevresine gömülür. Artık domuz buraya yanaşamayacaktır. Bazı hocalar
komşu tarlasının okunmuşluğunu bozup domuzlara serbest ettiği de söylenir. Bu
da düşmanca davranış sayılır.
Lazlarda
putperestlikten kalma bazı adetlere de raslanır. Örneğin: Pazar günleri tarla,
bahçe işlerine gitmek iyi değildir. Bugün tanrıların dinlenme günüdür. Herkes
bu dinlenme olayına katılıp tanrıları rahatsız etmemelidir. Bugün sadece fidan
dikmek ve bina temeli atmak uğurlu sayılır etmemelidir. Pazartesi günleri: Yola
çıkma, işe girişme günüdür.
Sah
günleri: Kavga, karışıklık, hasetlik günüdür.
Çarşamba günleri:
Hiçbir özelliği, önemi olmayan basit bir gün.
Perşembe günleri:
Emanet eşya vermek iyi değildir.
Cuma
günü: İbadet günüdür. Bugün elbise biçme, dikme yasaktır.
Cumartesi
günleri: Verimli bir iş günüdür.
Haftanın
Günleri
Lazca Megrelce Mjorahça,Mjaça(Güneşgünü) Jaşha Tutaç ha Tutaşha İki-maçha(Verimli gün) Tataşha Cumaçha(Kardeşlik günü) Cumaşha |
Türkçe
Pazar Pazartesi Sah Çarşamba |
Umkiseri(Kısa
gece) Tsaşha(Gök günü) Perşembe
Paraske Obişha Sapatoni Sapatoni “Tcicikveri”
Tuzlu Çörek |
Cuma Cumartesi |
Köyün genç kızlan
bir eve toplaşır. Bunların sayısı daima tek olmalıdır. İçlerinden birine görev
verilir. Yedi ayrı evden birer miktar tuz aşırıp getirir bu kız. Mısır hamuru
yoğrulur, bu tuzdan bolca katılır. Bununla pişirilen “kvari” yenilip uykuya
yatılır. Susayan kızın rüyada göreceği duruma bazı anlamlar verilir. kız eğer
kendi eliyle su içiyorsa bunun kısmeti bağlı demektir. Tanıdık bir oğlan ona
su veriyorsa, onun kısmeti bu oğlandır sayılır. Eğer su veren oğlan tanınmıyor,
yabancı ise, bu kızın kısmeti dışarıdan gelecek demektir.
Eskiden bu inanış
tüm Gürcüstan'da yaygındı. Gürcüler buna “bedis kveri” yani kısmet çöreği adı
verirlerdi.
Bunun başka bir
biçimi de şöye: Toplaşan Laz kızları bol tuzlu yumurta pişirirler, kırlara
giderler, bir dört yol ağzında oturur yumurtaları yerler. Eve döner, tanrıya
dua ederler. “Tanrım kısmetimi rüyamda göster” diye. Sonra da uykuya yatarlar.
Rüyada gördükleri oğlan gelecekteki kısmeti demektir. Buna da Lazlar “markvali
ç veriş” (pişmiş yumurta) derler.
Çinka Peri
Öldürme
Çoğu Lazlar
cinlerin, perilerin gerçekten var olduklarına inanırlar. Bunların mezarlık
yakınlarında, su kenarlarında yaşadıklarını sanırlar. Cini, periyi gören bir
insan korkudan hasta olmaktadır.
Cinden, periden
korkmuş bir insanın iyileştirilmesi şöyle olur: Yedi ayrı değirmen arkından
yedi bardak su getirilir. İyice kızdırılmış ocak içindeki tereğe dökülür. Hasta
çıkan buhar üze rine tutulur, tütsülenir. Buna “monkomu” adı verilir. Bir
yandan da baca zinciri yerinden indirilir. Hastanın çevresinde do laştınhr.
Sonra hasta yatağının ortasına daire biçiminde yer leştirilir. Hasta bu zincir
dairesinin ortasına dikilir. Artık cin korkusunun kendisinden gideceğine
inanılır.
Bundan yarar
görülmemişse korkan kişi nefesi güçlü bir hocaya götürülür.
Cin ve peri öldürme
usûlleri, silah sıkma, bıçak atma biçimleriyle yapılır. Zincirle peri bağlama
usülü Gürcüstan’ın Acara bölgesinde de bilinen şeydi.
Etek Düğümleme
Mart, nisan ayları
Lazistan'da güneyden gelen lodos rüzgârlarının estiği aylardır. Lazlar buna
“lodoziş obare” derler. Bu rüzgârlar Laz balıkçılarının korkulu rüyasıdır. Zira
çoğu kez zararlar açan bir rüzgâr türüdür bu. Denizde bulunan balıkçıların
aileleri bu rüzgârı duyar duymaz evin ilk kız çocuğunu alır, sahile götürürler.
Kız çocuğu (ya da yetişkin evin kızı) eteklerini toplar, beli üzerinde
birbirine kavuşturup düğümler. Bunu yaparken de üç kez şöyle söyler:
“Tanrım rüzgârı
kes” (Ğormoto berva gamekvati”
putperestlik çağı
insanı bazı olgulara anlam vererek kimini hayra, kimini de şerre yormuştur.
Bunlardan bazılarını burada sıralayalım:
Köpek Ağlaması
(Coğoriş Omguru)
Bir köpeğin uzun
uzun ağlar gibi uluması ev halkından birinin öleceğinin habercisi sayılır.
Önce köpek azarlanır. Susmazsa öldürülür.
Erkek Çakal
(Laparde)
Erkek çakalın
uluması da ölüm habercisidir, hemen ateşe bir tutam tuz atıhr.Musibetten
korunulur.
Ağaçkakan (Kidi)
Bir ağaçkakan eğer
“cik cik cik” diye kesik kesik ötüyorsa bu iyiye işaret değildir. Buna hemen şu
karşılık vermek gerekir “Tiskani şen mo gamahtos” (Şerrin kendi başına) Eğer
kuş uzun, sürekli ötüş yapıyorsa bu kez: “Piçi skanis şekeri” (Ağzına şeker),
denir.
Horozun Zamansız
Ötmesi
Bir horoz ikindiden
sonra ya da geceyarısı öterse bu savaş işaretidir.
Tavuğun Ötmesi
Bir anaç tavuk
horoz gibi öterse eve uğursuzluk geleceğine işaret sayılır, bu tavuk kesilir.
Evin çatısı üzerine atılır, eğer eti yenmek isteniyorsa çatı üzerine üç kez
atılıp tutmalı. Bundan sonra yemek caizdir.
Ay tutulması
Ay tutulduğunda
Lazlar “Güneşte savaşa yenik düştü” derler. Kurtulması için havaya silah
sıkar, tanrıya dua ederler.
Kuduz köpek
ısırması
Bir kişiyi kuduz
köpek ısırmışsa o kişiyi ilk gece ve kırkıncı gece sabahlara dek uyutmamak
gerek. Bunu başarabilmek için eğlence tertip edilir, yaralı ayık tutulmaya
çalışılır. Uyuklarsa ölüm kaçınılmaz demektir.
Baykuş Ötmesi
Bir evin çatısında
ya da yakınında baykuş uzata uzata öterse bu evden ölü çıkacak demektir. Kısa
kısa öterse biri hastalanacak demektir.
Kartal ötmesi
Hamile bir kadının
çatısında kartal öterse çocuğu erkek olurmuş.
HALK DEYİŞLERİ
Laz halk deyişleri
konusunda ne yazıkki bugüne değin bilimsel bir çalışma yapılamamıştır. 1910
yılından bu yana dil bilimcileri “zan diyeleği” üzerine sürdürdükleri
çalışlamalar arasında “Lazca sözlük araştırma, tarama listeleri” meydana
getirdiler. 1929 yılında S. Jğenti tarafından Tbilisi'de yayınlanan
“Tçanuri.Tekstebi” ile 1938 yılında yayınlanan “Arkabuli Kilokavi” Arhavi ağzı,
adlı araştırmalar bu çalışmaların bir bölümünü oluşturmaktadır. Burada
fıkralar, atasözleri, bilmeceler, şiirler, vb. türlerinde halk deyişlerinden
örnekler sunuyoruz.
FIKRALAR
BABA ÖĞÜDÜ (BABAŞİ
NENE)
Yaşlı bir Laz ölüm
döşeğinde yatarken oğlunu yanma çağırmış şu üç öğüdü vermiş:
1.
Sonradan görme bir zenginden asla borç para
isteme.
2.
Hükümet adamıyla asla dost olma.
3.
Karına asla sır verme, demiş Oğlu tüm bunlara
“Peki babacığım” demiş. Ama bunları sınamaktan da kendini alamamış, bakalım
demiş babamın öğütleri gerçek mi?
Birgün bir keçi
satın almış, gizlice bunu kesip çuvala doldurmuş, sonrada üzüntülü üzüntülü
karısına:
“-Kan başıma bir
bela geldi. Cinayet işlemek zorunda kaldım. Bana yardım et, şu ölüyü ortadan
kaybedelim.” demiş.
“-Üzülme” demiş
kansı da “Getir onu bodrumda kuyu açıp gömelim.” Dedikleri gibi de yapmışlar.
Aradan bir süre
geçmiş, bir fırsatını bulup adam bir polisle dost olmuş. Neredeyse yedikleri
ayrı gitmiyormuş. Kardeş gibi. Ve sonra da bir sonradan görme görgüsüzden borç
para almış. Artık bu yaptıklarının etkisini görmek için beklemeye başlamış.
Günlerden bir gün
evde ufak bir mühakaşa çıkmış, kan koca arasında. Kadın adamın üstüne üstüne
gidermiş hep. Hiç boyun eğmezmiş. Adamın canı sıkılmış, buna bir tokat
patlatmış. Kadın avazı çıktığı kadar bağırmaya başlamış.
“-Yetişin komşular
kocam cinayet işledi. Adam öldürdü toprağa gömdü.” Ahbabı olan polis koşmuş
gelmiş. Adamı bir güzel kelepçelemiş. Yolda giderken adam polise:
“-Bunca zamandır
seninle kardeşçe ilişkimiz var. Ahbabımsın, şu kelepçeyi azıcık gevşetemez
misin? Canımı acıtıyor.” demiş. Polis bu teklife son derece öfkelenmiş:
“-Domuz herif,
kelepçe gevşetmek ne söz? Seni gebertmek gerek.” diye azarlamış. Eli kelepçeli
kadıya doğru giderken bunları gören sonradan görme zengin alacaklı adamın
yakasına yapışmış:
“-Benim paramı
vermeden hiçbir yere gidemezsin. Utanmaz adam.” demiş.
“-Bak görüyorsun,
başıma bir felaket geldi. Kadıya gidiyorum. Şimdi sana borcumu ödeyemem.
Kadının elinden kurtulunca öderim. Bana biraz müsaade et.” diye yalvarmış adam
bu görgüsüz sonradan olma zengine.
“-Olmaz, elimden
kurtulamazsın.” demiş bunların arkasında kadının huzuruna değin gitmiş, kadı
sormuş adama:
“-Niçin öldürdün
bakalım şu adamı?”
“-Ben kimseyi
öldürmedim kadı efendi. Bunda bir yanlışlık var.”
“-Öyle mi? İşte
gözleriyle gören şahit. Nikâhlı karın. Buna ne dersin.”
“-Efendim, babam
ölürken bana üç öğüt vermişti. Bu öğütleri sınamak için keçi kesip kanma adam
öldürdüğümü söyledim. Birlikte bodruma gömdük. Ardından hükümet adamı olan şu
polisle ahbaplık kurdum. Sonrada şu sonradan görme zenginden borç para aldım.
Karım beni en ufak bir münakaşada ihbarladı. Ahbabım polis ellerimi, kollarımı
kelepçeledi. Gevşetme teklifimi bile reddetti. Görgüsüz alacaklı yakama yapıştı
işte buraya kadar beni bırakmadı. Babamın bana verdiği öğüdün doğruluğunu
gördüm, yaşadım işte.” demiş. Kadı adamın evine gitmiş. Bodrumdan keçi eti dolu
torbayı çıkarıp görmüş. Gülümsemekten kendini alamamış. Adama dönüp:
“-Aferin senin
rahmetlik babana. Çok doğru öğüt vermiş. Hiiçbir zaman baba öğüdünden dışarı
çıkma.” demiş. Sırtını sıvazlayıp onu serbest bırakmış.
Kadın Şerri
Livana vadisinde
mısır ekmekte olan karı koca arasında şöyle bir diyalog geçer. Kadın:
“-Allah kocaları
kötü kanlarının şerrinden korusun.” der.
“-Hah hah, güleyim
bari.” der adamda. “O aciz kadın milletinin elinden ne gelir ki?”
“-Sen bütün
kadınları benim gibi zavallı, saf mı sanıyorsun? der kadında. Bu sözler burada
kalır. Unutulur. Ertesi günü kadın kocasına bir oyun hazırlar. Tohum sepetini bir
kenara bırakarak kocasına:
“-Herif azıcık
bekle, şuracıkta ihtiyaç görüp geleyim.” der. Irmağa koşar, aceleden birkaç
balık avlar sudan. Gelir. Sepetteki tohumların arasına karıştırıp başlarlar
ekmeyi sürdürmeyi. Kadın adamın ardından çizgiye tohum dökmektedir. Adam
öküzleri geri çevirip tohumlan kapatacağı sırada bakar ki karık içinde canlı
balıklar oynaşıyor. Hemen seslenir kansına.
“-Kadın, kadın koş topraktan canlı balık çıktı. Toplada şunları
akşama bir ziyafet çekelim kendimize.” der. Akşam olur, eve gelirler, adam ahır
işi görürken kadında balık pişirecekti güya. Sofraya oturulur.
“-Hadi getir şu balıkları da afiyetle yiyelim.” der adam.
“-Ne balığıymış o.” oer kadında.
“-Tarladan avladığım balıklar.”
“ Ben balık malık görmedim. Delirdin mi sen.” Canı sıkılır
adamın bu söze kadına bir tokat aşkeder. kadın avazı çıktığı kadar bağırır:
"-Yetişin
komşular. Benim adam aklını yitirdi. Tarladan balık avladığını söylüyor.”
demiş. Komşular yetişmişler. Adama acımışlar. Kadıya haber vermişler. Kadı
adamı huzura alıp sorar: '
“Nedir bu balık meselesi. Bir kez de bana anlat bakalım.”
der. Adamda:
“-Kadı efendi tarlada mısır ekerken topraktan balık
çıkmıştı, toplayıp eve getirdik. Pişirip yiyecektik. Şimdi karım “Ben balım
malık görmedim.” diyor, demiş.
‘-Tamam anlaşıldı.”
demiş kadı zaptiyelere. “Alın bunu tımarhaneye kapayın.” Kapatmışlar adamı
delilerin içine. Delilerden bir Laz merak etmiş yanaşmış.
“-Niçin topraktan
balık avladım diyorsun kadıya? demiş adama.” _
“-Öyle olmuştu, yalan mı söyleyeyim yani.”
“-Yahu her zaman doğru konuşmak adamın başına bela getirir.
Bazen yalan da işe yarar, şunları ırmaktan avladım deseydin daha iyi olmaz
mıydı?” demiş. Adam düşünmüş taşınmış. Kadıya haber salmış. Bu kez huzura alın
dosdoğru söyleyeceğim diye. Huzura almışlar tekrar. Kadı sormuş:
“-Söyle bakalım. Doğrusu neymiş?”
“-Efendim ben bu balıklan topraktan değil, ırmaktan
avlariuştım. Yanlış söylemişim. Beni affedin demiş.” demiş.
“-Hah şöyle işte. Aklın başına gelmişe benziyor. Hadi şimdi
doğru evine.” demiş, salıvermiş onu. Adam evine varınca karısı balıkları
pişirmiş önâne koymuş.
“-Buyrun kocacığım, tarladan avladığın balıklar.” demiş.
Adam bunlan görünce irkilmiş.
“-Kaybet şunları ortadan, yeniden tımarhane, girip kırk dayak
yemek istemiyorum.” demiş.
“-Göldün mü herif kötü kadının şerrini, bu sana küçücük bir
oyundu. Seni ne halere düşürdü gördün mü?” demiş karısı.
Bu tarihten sonra laz karı koca gereksiz yere birbirieriyle
ağız dalaşma tutuşmamışlar gül gibi geçinip gitmişler.
Şeytanla Laz
Bir zamanlar Şeytanla
baş edecek kimse bulunmazmış. Hangi insanoğlu bunu denese aldanır, altolurmuş..
Bunu işiten Laz Şeytana gidip onu dövüşe davet etmiş.
“-Gel seninle bir
dövüş yapalım. Kim kimi yenerse yenilen, çarıkları ters giysin, ömür boyu öyle
dolaşsın.” demiş.
“-Olur.”
demiş Şeytanda. Şeytan buğday ambarında yaşarmış. Laz iki sopa getirmiş. Biri
uzun biri kısa. Uzununu şeytana uzatmış, kısasını kendi almış, dövüş başlamış.
Ambar içinde, dar yerde şeytan uzun sopasını kullanamamış. Laz kısa sopasıyla
Şeytana habire vuruyormuş. Şeytan bunda bir kurnazlık olduğunu sezmiş. Laz'a: '
“-Olmadı bu. Gel
sopalan değiştirelim.” demiş.
“-Değişelim. Ama
dövüş yerlerini de değişelim. Geniş meydanlığa çıkalım.” demiş Laz. Şeytan buna
ne desinmiş. Razı olmuş.
Başlamış kıyasıya dövüş.
Laz uzun sopasıyla Şeytanı yanına yaklaştırmaz, boyuna sırtına sırtına
indirirmiş sopayı.
“-Yeter.” demiş
Şeytan dayanamayıp. “Yenilgiyi kabul ediyorum. Ben Şeytanım ama Laz benden de
şeytanmış doğrusu.” demiş. O günden bu yana çarıkları ters dolaşırmış Şeytan.
Sirke Vergisi
İstanbul'da,
Padişah sarayındaki mutfakta sirke küpleri devrilmiş, sirkeler dökülüp ziyan
olmuş. Padişah bu nedenle buyruk çıkarmış:
“-Halka sirke
vergisi yükleyin. Zararı böylece gideri lim.” demiş. Çhala köylü Laz’dan vergi istenince
çok gücüne gitmiş bu. Doğruca İstanbul'a gitmiş. Saray bahçesine girip cins
köpeklerden birini yakalamış. Basmış odunu köpeğe. Köpeğin cıyaklamışım
işiten padişah balkondan bakmış. Bakmışki ne görsün. Adamın biri habire köpeği
sopalıyor.
“-Bre herif ne
istersin o masum hayvancağızdan.” diye azarlamış onu. Laz'da lafını
geciktirmemiş.
“-Çhala'daki ayılar
bağımızı bostanımızı mahvettiler. Bu ' burada yangelmiş yatıyor.” demiş. Buna
sinirlenen padişah:
“-Bre zındık, senin
Çhala'nda ayılar zarar açtı diye İstanbul'daki köpeğin ne suçu var.” demiş.
Laz taşı gediğine koymuş hemen.
“-Peki senin
İstanbul'daki sarayında sirke küpü devrildi diye Çhalah Laz'dan sirke vergisi
alıyorsun. Onun ne suçu var?” demiş. Buna cevap bulmakta güçlük çeken padişah
nihayet:
“-Köpekleri rahat
bırak verginiz sizde kalsın.” demek zorunda kalmış.
BİLMECELER (Sarp
Köyünden Örnekler)
1.
İulun giulun Tsas ahvamen (Gider gelir Tanrıya
yalvarır) = Salıncak
2.
Heş guriş irden (Avuç içinde boy atar) = Yumak
3.
Neknakala ti udzis, duniaş ardis kudeli (Başı kapı
önünde kuyruğu dünyanın sonunda) = Yol
4.
Uça imhors, zoi dimğors (Siyah yem yer, öküz gibi
böğürür) = Tüfek
5.
Kudel haşari, ti mangana (Kuyruğu kazık başı
tokmak = At
6.
Otho koçik ar kuis Tskari dolububs (Dört adam bir
kuyuya su doldurur) = İnek memeleri
7.
Uça puciş mçita geni itsuhen (Kara inek altında
kırmızı buzağı) = Ateş
8.
Gale tasi, dolohe atlasi (Dışı tas, içi atlas) =
Yumurta
9.
Ar tha mikorun, irik icers muşi nena (Bir keçim
var benim, herkes onun sözüne inanır) = Terazi
10.
Germaşa ulun lalupş lalups, mulun oharişa do
kodincirs (Gider ormanlara köpek gibi havlar, döner eve sessizce yatar) = Nacak
11.
Altunişi araba, gumişişi daraba, teraziten var
itsinen, bazaris gamiçen (Altından bir araba, gümüşten bir duvarı var. Teraziyle
tartılmaz, çarşıda satılır) = Saat
12.
Topurişen loka şekerişen loka, terazi te var,
itsinen bararişi var gamiçen (Baldan tatlı, şekerden tatlı, teraziyle
tartılmaz, çarşıda satılmaz) = Uyku '
13.
Kvaşen ren, caşen ren, na imhors tsomi rens, dunia
alemi idzğen muk var idzğen. (Taştandır, ağaçtandır, yediği hamur, herkes doyar
o bir türlü doymaz) = Değirmen
14.
Toki guinzden, geni irden (İp uzar, dana boy atar)
= Kabak
15.
Ar ieşili sanduği ren, sanduğiş dolahe kuti ren,
kutiş dolohe mukti ren (Yeşil sandık içinde bir kutu, kutu içinde kendisi
oturur) = Kabuklu Ceviz
16.
Mişen ren, çkimden ren, yeşili gevidva, mçita
gamahtu, muten ren (Kimdedir, bendedir, yeşil koydum kırmızı çıktı acep
nedendir) = Kına
17.
Ulun, mulun nokuçhenite, şkvit şilia murutshite,
alosmanis muarebe uğun, kudelis nitsani iğun (Gider gelir iz bırakır, yedi bin
yıldız ile Osmanlı savaş eder, kuyruğunda nişanı ile) = İğne '
18.
Ulun, mulun nokuçheni var uğun, ukunitsken toli
var uğun muren (Gider gelir iz bırakmaz, bakınır gözü yoktur. Nedir bu?) = Gemi
19.
Ti otshocişteri, kudeli namgalisteri. Muren? (Başı
tarağa benzer kuyruğa orağa. Nedir Bu?) = Horoz
20.
Nokiraşi gulun nutskaşi incirs (Bağlarsın gider,
açarsın yatar) = Çarık
21.
Seri cans, dğaleri gotsobun (Gece uykuda, gündüz
askıda) = Kapı Kancası
Şiirler
atışmalar
Lazlar'da güzel söz
söyleme sanatı, şiir okuma olgusu ileri düzeyde gelişmiştir. İki ayrı köyün
şairleri ozanlar) bir araya geldiğinde bunların söz düellosuna girişmemeleri
mümkün değildir. Bunlardan birinin eğer hayatta işlediği bir kusur varsa,
yanlış bir işi olmuşsa vay haline. Çünkü ozan atışmalarında tüm özel sırlar
bile ortaya dökülebilmektedir.
Noğedi (Makriali)
köyü iyi ozan yetiştirmekle ünlüdür. Gürcü akademisyeni Niko Maar'ın ifadesine
göre: Şairlik tam
Lazlara ve'igi iştir. Onun için aralarından çok başarılı ozanlar çıkmıştır.
Kız-Erkek Diyaloglu Örnekler
Kulani |
Kız |
Rakanis mot geladgir |
Yüksekte ne durursun |
Limcişi hvala hvala |
Akşam vakit yalnız
başına |
Bitçi |
Oğlan |
Mohti inen da gikona |
Seni eşim olarak alayım |
Muluna çkimi kala |
Gelirsen eğer benimle |
Kulani |
Kız |
Var me gocan ebitçi |
Güvenemem sana oğlan |
Var male skani kala |
Gelemem senin ile |
Bitçi |
Oğlan |
Nunku dido hçe giğun |
Senin yüzün bembeyaz |
Varşa gisutas kala? |
Pudra mı sürdün yoksa? |
Kulani |
Kız |
Kala koçik isumes |
Pudrayı erkekler kullanır |
Pucepes çapan çala |
İneklere verilir mısır sapı |
Bitçi |
Oğlan |
Obas. mıımolagidzin |
Koynundakiler nedir? |
Mııço mzoğaş kvantçala |
Deniz çakılını andıran |
Kulani |
Kız |
Mtel dadape ak renan |
Teyzeler buradalar |
Çkava eşo var barbala |
Sen öyle sayıklama |
Bitçi |
Oğlan |
Ma şkıırina var miğun |
Ben korku falan bilmem |
Metkoçi vincubala At onları avucuma
Bu parça Niko Maar'ın “îz poetskii V Tureçskii Lazistan
(Türkiye Lazistan'ından şiirler) adlı kaynaktan alınmıştır.
Başka bir örnek: Kız-Oğlan
(Bitçi do kulaniş şairepe)
Bitçi
Amseri
ıneptaıninon
Ma
ohori skanişa
Kulani
Bolaki
komohtati
Nana-babaş
tkobaşa
Bitçi
Boşi
memaletui
Sevgili
damtireşa
Kulani
Lai
mutu niğetu
Ena
mulu tkobaşa
Bitçi
Pencere
kagomintski
Çkiıni
mehtimapaşi
Kulani
Zati
gontseiıneri ren
Si ene
ınegşventaşa
Bitçi
Mana
gelagimçina
diyaloglu şiir
Oğlan
Bu gece geliyorum
Ben sizin evinize
Kız
Keşke çıksan da gelsen
Annem babam duymadan
Oğlan
Öyle
eli boş nasıl geleyim
Sevgili kaynanamın evine
Kız
Bir şey getirilir mi?
Gizli geliyorsun ya
Oğlan
Pencereyi açık bırak
Ben gelmeden önce
Kız
O her
zaman açıktır
seni beklediğimde
Oğlan
Sana haber göndersem
Si
kelahti ınskibuşa
Kulani
Skankala
ınenda vulu
Vit
saatişi gzaşa
Bitçi
Mskibu
kala visterat
Yari
çkiıni tkobaşa
Kulani
Gala
gzas mı visterat
Mikoni ohorişa
Bitçi
Si
ıntsika sabri dokvi
Marti mohtiıni paşa
Kulani
Piçi
var moşamağen
Mtiri do daıntireşe
Bitçi
Koropeli
gomaşiner
Na vistertit tkobaşa
Kulani
Ya var
gomoçkondun
Şuri yehtiınipaşa
Bitçi
Emaneti
mogemer
Meulu Batumişa
Kulani
Gelsen
değirmen yanma
Kız
Senin
için viz gelir
On saatlik yol bile
Oğlan
Oynarız
değirmenlikte
Gülüm benim gizlice
Kız
Dışarıda
oyun olur mu?
Beni
evine götür
Oğlan
Azıcık
sabırlı ol
Bekle
gelsin mart ayı
Kız
Yüzümü
gösteremem
Kaynana-kayınbabama
Oğlan
Sevgilim
hep hatırlarım
Gizli oynaştığımız günleri
Kız
Onu
hiç unutamam
Bedendeki can durdukça
Oğlan '
Emaneti
getiririm
Gidiyorum Batum'a
Kız
Biriantin
ve saat
Beş
bin liralık olmalı
Oğlan
Sen
beş bine razısın
Bende
on bin harcarım
Kız
Hep
böyle tatlı konuş
Sana
varana değin.
Oğlan
Sevgilim
bir kez gelsen
Bizim
olduğumuz yere
Kız
Her
zaman gelebilirim
Senin
durduğun yere
Oğlan
Sevgilim
sen beni insin
Başkasına
kıyamam
Kız
Ben
hep senin olurum
Varsam
başkalarına
Oğlan "
Başımdan
geçenleri bir bitsen
Sana
kendimi sevdirebilmek için
Kız
O
zaman çocuktum ben
Şimdi aklım başımda
“Obiru Bitçi Do Kullanişi” Kız-Oğlan
Diyalogla Türkü
Skanda
coho mis giadven Sana kim ad koyabilirisöz)
Dunias ma kovortaşi |
Bu dünyada ben varken |
Kulani |
Kız |
Çhami oçopuşeni |
Balık avlamaktadır |
Yari dililu Paşi (Poti) |
Sevdiğim gitti Paş'a (Poti’ye) |
Bitçi |
Oğlan |
la yari giğuras ' |
Canı çıksın sevdiğinin |
Ma gakva arkadaşi |
Ben dostun olacağım |
Kulani |
Kız |
Dolokunu momumers |
Bana giysi getirir |
Kodovandi kumaşı |
Ismarladım, ipekten |
Bitçi |
Oğlan |
Br il Hant epe mogimer |
Biryantin getiririm |
Çkimda razi dikvaşi |
Bana razı olursan |
Kulani |
Kız |
Kopça do boğa kisti |
İnciler, boncuklar |
Momimers ar jur dğaşi |
İki gün içinde getirir |
Bitçi |
Oğlan |
Ma dunias mu yebçkindi |
Dünyada ben yaratıldım |
Mteli
bıçepeş başi Si
eko moimtsvapur |
Tüm
oğlanların güzeli(yakışıklısı) Kız 0
kadar çok övünme Kısa
kollu ceketle Oğlan |
Çoha
mkules mo mokster Kısa ceketime bakma sen
Cinsi
miğun ağaşi Kulani Ginon
şahiş bitçipa Si
var megibutaşi Bitçi Ju
ğvasti kogacundep Kulani Ginon
holo mutu tkvi Nosi
var giğutaşi Bitçi Günahi
var gakveni Günahikodovobğap Çandas
bhoro nabtaşi Bitçi Coğabi
ınuço meçap |
Ben
bir bey çocuğuyum Kız İstersen
Şah oğlu ol Erkek
olarak yaramazsın Oğlan Yanaklarını
öperim Boynuna
dolanırım Kız Daha
çirkinini de söyle Akil
olmayınca başta Oğlan Günaha
girmiyor musun ? Beni
aldatıyorsun Kız Günahları
dökerim Düğünde
oynar iken Oğlan Nasıl
cevap verirsin Ahirete varınca -
a |
Kulani |
Kız |
Tkobaşi mekavilap |
Gizlice süzülürüm |
Karauli vartaşi |
Bekçiye görünmeden |
Bitçi |
Oğlan |
Petraşa iterenanlPetra |
köyüjPetraya giderlermiş |
Mskva bozope ğuranşi |
Güzel kızlar ölünce |
Kulani |
Kız |
Ma daha varyebtçopi |
Ben hiç tatmış değilim |
Havesoba dunyaşi |
Şu dünyanın zevkini |
Bitçi |
Oğlan |
Skaşa kagegihteren |
Saçların bele inmiş |
Thozerepe sirmaşi |
Örglü sırma gibi |
Kulani |
Kız |
Dünya ınianasinon |
Dünyalar aydınlanır |
Yari çkimi mohtaşi |
Sevgilim çıkıp gelince |
Bitçi |
Oğlan |
Ser i em oras |
Dünya o zaman aydınlanır |
Mamıdik dikiraşi |
Horozlar ötüşünce |
Kulani |
Kız |
Bitçi mu guinzdere |
Oğlan nasıl uzamışsın |
Mutço tsisi dobaşi |
: Yağmurda bir kurt gibi(solucan) |
Bitçi |
Oğlan |
Vikip nişani skani |
Nişanı ayarlarız. |
Tsanağani mohtaşi |
Yeni yıla girerken |
Kulani |
Kız |
Gindze nenaşi mukııle |
Uzun sözün kısası |
Yari vore ma çkvaşi |
Benim yarim başkası |
Bu iki parçanın kaynak kişileri, Sarp köyünden,
Kakice, Sa-
niye ve Fadime Tandilava'lardır.
Bu tarz atışmalı türkülerin iki grup arasında,
iş sırasında ge-
çen biçiminden örnek sunalım. Pirinç tarlasında çalışan kızlar
arasındaki limanilerle köprücüler arasında geçmektedir.
“Limanurepe Do
Kopriculepeşi Şairoba”
Limanurepe |
Limanlılar |
Nakadis kogilibğes(evlek) |
Evlek, evlek yayılmış |
Zamaşoğliş mthalape |
Zarnaşoğlu keçileri |
Kopriculepe |
Köprücüler |
Guri var komuçkvinat |
Onları kızdırmayın |
Megohvapan hamepe. |
Bıçakları yersiniz |
Limanurepe |
Limanlılar |
Çkimda muço nahvetes |
Nasıl bıçak saplarsınız |
Gamaça muş mal e pes |
Satılık sığırmışız. |
Kopriculepe |
Köprücüler |
Ulvando sohumişa |
Gidiyorlar sohuına |
Ocvinapan ğecepe |
Domuz otlatıyorlar |
Limanurepe |
Limanlılar |
Koğonik kaeşoğes |
Yarasalar gözünü oymuş |
Var iatskenan tolepe |
Açamıyorlar gözünü |
Kopriculepe |
Köprücüler |
Bitçepe kaietçopit ' |
Oğlanlar, satılıktır |
Gamiçenan bozope |
Bu kızlar satılıktır |
Limanurepe
Dido
pahalı voret
Var
giğunan parape
Kopriculepe
Nakadis
kelobgeret
Suakişi
kvilepe
Limanurepe
Kvilepe
tkvan megişkvit
Kotçkomit coğorepe
Kopriculepe
Limanuri bozope
Gverdi holo şirape
Limanurepe
Çkin
şirape var voret
Kurbetciş hanuınepe
Kopriculepe
Bitçepe
megiçkumet
Dogikalan angepe
Limanurepe
Çkinda
mu ahvenenan
Çolistaniş bitçepes
Kopriculepe
Sağlamis
ret mu ikven
Mteli mşkironerepe
Limanurepe
Limani
mzoğa piçi
Limanlılar
Bizler
çok pahalıyız
Sizde para bulunmaz
Köprücüler
Evlekte
yığılıdır
Mezarlık kemikleri
Limanlılar
Bu
kemikler sizedir
Yiyin yiyin köpekler
Köprücüler
Limanlı
genç kızların
Yarısı dul duruyor.
Limanlılar
Bizler
dul sayılmayız
Gurbetçi hanımlarıyız
Köprücüler
Size
oğlan yollarız
Kalaylasın kaplarınızı
Limanlılar
Bize
bir şey edemez
Bataklık yaratıkları
Köprücüler
Nasıl
sağlam olursunuz
Hepiniz açsınız aç.
Limanlılar
Liman
sahil köyüdür
Var malen |
Dağ adamları orada |
ger mal epe (Dağ adamı) |
yaşayamaz |
Kopriculepe |
Köprücüler |
Gverdi oka nçhvarişa |
Yarım kilo tahıla |
Tkvan momçaptit grastape Pileki
verirdiniz- |
|
Limanurepe |
Limanhlar |
Kolonik keşogoğen |
Yarasalar oymuş |
Toloşi kakalape |
Göz bebeklerinizi |
Kopriculepe |
Köprücüler |
Limani sirtepuna |
Liman dağlık tepelik |
Mtskoşi gegaperepe |
Gıdanız kar ay emiş |
Limanurepe |
Limanhlar |
Kopriçi germapuna |
Asıl dağlı köprücüler |
Mteli mtkuri koçepe |
Adamı, dağ adamı |
Kopriculepe |
Köprücüler |
Limanis dido renan |
Limanda çok bulunur |
Momçkomuri mthalape |
Kancık, dişi keçiler |
Limanurepe |
Limanhlar |
Momçomurina voret |
Biz dişi keçi isek |
Mikounan boçepe |
Vardır tekelerimiz. |
Kopriculepe |
Köprücüler |
Megtkoçes do igzales |
Bırakıp da kaçtılar |
Sum dğeri nisalepe |
Üç günlük gelin iken |
Sersi mot var gamulun
Tkvan nena çoderepe
Limanis miti varen
Megiçkumerti
Niçin sesiniz çıkmıyor
Dut yemiş bülbül gibi
Limanda kimseniz yok
Size oğlan gönderelim.
Bu parçanın kaynak kişisi: Hanife Tandilava’dır.
“Şairoba Sarpuli Do Şaircepeşi”
Sarplı ve Noğedili (Makriali) lerin Şiir
Atışması
Sarpta Poyrazişi diye ünlü bir şair yaşardı.
Bir gün bu Noğedi
köyünde, Lazistan’da pek ünlü ozan Kibaroğlu ile karşılaştı. Ki-
baroğlu birkaç kez evlenip boşanmıştı. Son eşi de Sarplı Kara-
lişilerin boşadığı kadındı. Kibaroğlu Poyrazişi’yi görür görmez
söz saldırısına geçti:
Kibaroğlu |
Kibaroğlu |
Poyrazoğli kornopti |
Poyrazoğlu işte geldim |
Şaircepeşi ınohti |
Şairlerin elçisi |
Poriazişi |
Poyrazişi |
Kibaroğlina ınohti |
Kibaroğlu, geldiğinde |
Selami mot var momçi |
Niçin selam vermedin? |
Kibaroğlu |
Kibaroğlu |
Sarpeli sica vore |
Sarplıların damadıyım |
Şekerlemepe komşi |
Tartıları severim |
Poriazişi |
Poyrazişi |
İdi do minci çkomi |
Gitde yalını yala |
Hemşilepeşi bekçi |
Hemşinlilerin çobanı |
Kibaroğlu |
Kibaroğlu |
Tkveni sicana vikavi |
Enişteniz olurum |
Bahçişi motvam momçi? |
Niçin bahşiş vermezsiniz? |
Poriazişi |
Poyrazişi |
Kibaroğli mu ınohti |
Kibaroğlu ne ararsın |
Noğedai
dilenci
Kibaroğlu
Mopti
ak do petelap
Harbaşoputeş boçi
(küçük bir köy)
Noğedeli
dilencisin
Kibaroğlu
İşte
geldim, ötüyorum
Harbeşeli erkek olarak
(Harbeşi köy)
Bu parça da Sarp köyünden
Osman tandilava’dan derlen-
miştir.
“Biciş Obiru” Oğlan
Ağzından Söylenmiş Türkü(Aşka dair)
Kulani
çiçku çiçku
Muço lukuşi morçi
Kapulas mogigidap
Monkata varna çorçi
Jur katişi gomalu
Skanişeni mebtkoçi
Dido helebas vore
Kudi tsaşa yebtkoçi
Skanda raziş var teaşa
Nana-baba mebtkoçi
E, nazoba skanite
Ma nosis mejamtkoçi
Çkvapes nusiminido
Ma mu şeni memtkoçi?
Sina coho gegodu
kimmiş o bana söyle?
Herhalde o bir yaratık
Keçi erkeği, teke misali
Kimsenin sözüne kanma
Onlar kötü insanlardır
Kimseden bir şeycikler alma
l)zatsalar bile fırlat, at
Pencereden sark aşağıya
Bohçanı yukarıdan at bana.
Bu parçanın da kaynak kişisi:
Fadime Tandilava’dır.
Obiru Bitçişi” Oğlan Ağzından bir Türkü: Fadime Tandilava
Mosa
kogolagidgı
Gindze gzape giğun
Puti putişi irde
Eko omtsku mot giğun
îseli do kogdzira
Muperi tani giğun
Ne girdze do ne mkule
Si orta tani giğun
Tolepe pilicani
Mupuer opidi giğun
Bozo ohoriskanis
Sicaş kismeti miğun
Nana-baba skani şen
Mutu
heiri var giğun
Bozo mendamokoni
Si çkiınden heiri giğun
Çkimina ikva ginon
Izmocepe komiğun
Sana
hiçbir hayır yok
Ey kız benimle gel
Anca hayır bende var
Sen benim olacaksın
Rüyalarım söyledi
“Bitciş
Obiru Oğlan Ağzından Söylenmiş Türkü
Bu türkü
tek yanlı aşka düşmüş bir oğlan tarafından söylen
miştir.
Kulak verin ağlamaya başlıyorum
Herkes öğrensin bunu benimle
ağlasın
Benim gülüm beni yakıp ağlattı
Tezgel yarim seni gözlüyorum
Dertlisin, sana şiirler yazıyorum
Sevdayıyürekten atamıyorum
Merak etme, sen benimsin ben senin
Tezgel gel yarim yolunu gözlüyorum
Senin evin şu yolun üst yanında
Adını kim koymuş sana acaba(söz)
O domuz ananın aklı başında değil
T ez gel yarim yolunu gözlüyorum
Seni kaçırmama annen engel oldu
Bana yar ol, kendini dağıtma
O ağaçtan uzaklaşmıyorsun, kırılsın
ellerin
T ez gel yarim yolunu gözlüyorum
Gavra 'darı senin bahçen
Bu yana bak, başım eğip durma
Ben anneni kandırırım
Sen istemezsen bu iş asla olmaz
Hem sevgiliyiz hem de akraba
Juriti ar ren cinsi çkimi do skani Birdir ikimizin de boyu
Çkvas momisin var unonan tişkani Kimse kulak verme, seni seven yok
Razi dikvi
sevgiuli yari çkimi |
Sevgili dostum
inan sözlerime |
Beşluği namskvanen e gindze kaliiskanis
Çkim dekele ren
uça tolepeskani |
Uzun boynuna beşibirlik yakışır : Kara gözlerin beni süzüyor • |
Pia mis şunahep gindze tomapaskeniKime saklıyorsun o uzun saçlarını
|
acaba |
Razi dikvi sevgiuli yari çkimi |
Sevgili dostum inan sözlerime ■ Başkasına gönül
verirsem sana ayıp j |
Bğuurtana
gomaşinen tiskana |
Ölürken bile
seni anarım |
Morku minon bela ren ren ninaskana Seni kaçırmama yengen engel oluyor
Razi dikvi
sevgiuli yari çkimi |
Sevgili dostum inan sözlerime „ |
Sevgilisi Tuna
Kentinde Çalışan Bir Kızın Türküsü
Zenis vorti
Tunaşa nitişkule |
Ben zende iken Tuna ’ya |
Yano yano
geliti ondğerşkule |
Vakit sabahtı,
kuşlukta gidiyordun |
Mamgarinu nena var momçişkule Ağladım ben cevap vermeyince sen
Mot memtkoner
na şuri-mişinare |
Beni niçin bırakıyorsun, |
İsparoğli divi doren Tunalı |
İsparoğlu artık Tunalı oldu |
Mthiri şen mebli saği he metaheri Fındık ağacından düştüm ben
Gzapen vitsker tolepe motaheri |
Sağ kolum kırıldı, sakatlandı |
M ot memtkomer na şurim işinare
Ben buradayım sen Tuna'da duruyorsun
■ B^ni niçin terk ediyorsun
Kurban
olduğum
At sırtında bir laz genci yayladan iniyor. Köy yakınında
imece ile karşılaşıyor. Bu kızlar arasında sevgilisini görüyor,
şunları söylüyor:
Atım yukarıya doğru
bakar
Kalbinden kimbilir ne geçer
Tam üç yıl oldu
Onun mendilini taşıyorum
Noğedi'de(Makriali) Limani'de
Tam dört evim var benim
A kız bir bilsen
Kalbimde neler var benim
Ayağa kalkda seni göreyim
Bakalım boyun poşun nasıl
Bu yana bak, gözgöze gelelim
Kaşların nasıl göreyim
Her şeyim hazır benim
Sadece mendil eksik
Kemer sana yakışır
Oh ne ince belin var
A kız benimle gelmezsen
Seni kaçırmayı düşünüyorum
Sakın beni kötü sanma
Soyum beyler soyudur
Bana oyun oynama
Ümidim tüm şendedir
Bana şunu söyle hele
Kalbinde senin ne var(kim var)
A kız nişan koymayı
Bu pazara düşünüyorum
Sana her şey feda olsun
Sevgin içimde duruyor
Hanım ederim seni
Malım mülküm çok benim
A kız senin annenin
İyi bir damat şansı var
Bu parçanın kaynak kişisi de Sarp köyünden Fadime Tandila-
va’dır. '
Kuş Avına Çıkan Bir
Gencin Sevgilisine Mesajı
Yazi mulun
bir ar e siptarişe
Holo mominoğoni giari tkobaşa
Gogağara ak komohti Hopaşa
Voy voy na şuri mişinare
Jin jin gohti kvinçişi msva niçani
Mişyeleğis
mişi kopça gioçani
Ma var momçi simis meçi koçani
Voi voi na şuri mişinare
Gelebili bağiş tişkarikala
Holo kortu pukiri skani kala
Giuli so re mikala re mikala
Vargzirop do mupa e giuliçkimi
Pia soren nana do babaskani
Muço ikvasinon adulia çkini
Nanaskanik coğori memitalu
Mutu btkvişi kva do ca gemitalu
Miğerğalu tis nosi omintalu
Aşo ohorca ren giuli çkimi
Artık yaz geldi bende giderim
Kuş avlamaya
Bana gönder emi
Gizlice yiyeceği
Kurbanın
olayım
Hopa ’ya yanıma gel
Vah vah kurbanın olam
Yükseklerde dolaş kanatlı gibi
Kimin gömleğini kimin
düğmesini diktin?
Bana vermedin, kime söz verdin ya
?
Vah vah kurbanın olayım
Geçtim bahçenizin kapı önünden
Senin gibi bir gül orada
Gülüm benim neredesin, nerede
Göremiyorum seni sevgilim
Acep nerede şimdi annen,baban?
Nasıl olur bizim işimiz acaba ?
Annen beni köpek ile kovdurdu
Laf söyledim bana taşla saldırdı
Bir söz dedi aklımı başımdan aldı
Arhavi Ağzı Karışık Şarkılarından Örnek (Horomişi=Horom
Havası) , ■
"Uça
Bitçi” Kara Oğlan
Daçhurite heneri hoi yar hoi
yar
Uça tolepe skani
Uça bitçi uça tolepe skani
Ağne çoha-dzikvate ho yar ho
yar
Horanam mani mani
Kara Oğlan
(Horom Havası)
Ateşten yaratılmış ho yar ho yar
Senin kara gözlerin
Kara oğlan, kara gözlü oğlan
Yeni ceket, pantolon ho yar ho
yar
Oynuyorsun çok hızlı
Uça bitçi horanam mani mani
Pirali re nignaper ho yar ho yar
Otanap yağdanluği
Uça bitçi otanap yağdanluği
Metkoçi monka gavu ho yar ho yar
Meşiniş tavarcuği
Uça bitçi meşiniş tavarcuği
Kara oğlan,
dönüyorsun çok hızlı
Kaçaksın sen bellidir ho yar ho yar
Meşinden davarcığın .
Kara oğlan, meşinden davarcığın
At onu yük olmasın ho yar ho yar
Deriden o torbanı, kara oğlan
Deriden o torbanı
Si eko mo
megomskun ho yar ho yar
Nasılda
yakışıyor ho yar ho yar
He sirmoni başluği
Sırmalı o
başlığın
Uça bitçi he
sirmoni başluği
Kara oğlan, sırmalı o başlığın
Ko tkvi do dovigura ho yar ho yar
Bana söyle
bileyim ho yar ho yar
Ebitçi coho skani
Oğlan senin
adını
Uça bitçi ko
mitsvi coho skani
Kara oğlan, söyle senin adını
Namuk Lazi gicohoma ho yar ho yar
Kimi sana Laz
diyor ho yar ho yar
Namukti holo tçani
Kimileri de
Tçani
Uça bitçi
namukti holo
Tçani Kara oğlan kimileri de Tçani.
Bu Kara Oğlan şarkısının kaynak kişisi: Batumda oturan
Lazlardan H. Helimişi’dir.
Makruli Obiru (Düğüncü Şarkısı) “Hele Manişa”
Düğüncü Şarkısı (Hadi Çabuk)
Kilimi domirçit gebgitat şaras
Dade komehti noğa misaşa
Umtçvit makarepe mtçima var mohtasÇabuk olalım, yağmur
Hele hele hele manişa
Noğamisas motvit metakşiş kolga
Nankustikelotskit artiş tkobaşi '
Deda kodikaçi çimçiriş biga
Hele, hele, hele manişa
Sica-noğamisaş hela-kaoba
Natvra çkiniren dihaşen-tsaşa
Etepteki dziran iri kaoba
Hele, hele, hele manişa
Hadi, çabuk olalım, çabuk olalım
İpekli Şemsiyeyi verin geline
Kimse görmesin gelinin yüzünü
Sağdıç kadın elinden sopayı bırakma
Hadi çabuk olalım, çabuk olalım
Gelinle güveyin mutluluğudur
Bizim dileğimiz yerden göğe dek
Onların olsun parlak gelecek
Hadi çabuk olalım, çabuk olalım
Damadın evi
dağ ardındadır
Acele edelim, horozlar ötmeden
Gelinle giivayi birleştirelim
Hadi çabuk olalım, çabuk olalım
Açılmış sofralar konmuş tepsiler
Soğumadan onlara yetişelim
Ak ineğin tereyağı sofraya süs veriyor
Hadi çabuk olalım, çabuk olalım
Bu şarkının yazan da: M. Vanilişi’dir.
Lazlarda dayanışmalı (İmece) usulü çalışma sırasında hep birlikte
söylenen şarkılardan bir örnek:
Helessa
(Arhavi Ağzıyla)
Çkuni duzupes noderi
Tutaş testi ivan seyri
Bozo-gogos tuu kemeri
Helessa, yalessa
Heyamola yassa, İsa hoi
Helassa do yalessa
Ağne ohoriş nusa
Jur tüteri noğamisa
Helessa, yalessa
Heyamola yassa, İsa hoi
Helassa do yalessa
Ar domitsvati misa
İvarei çkuni nusa
Helessa, yalessa
Heyamola yassa, İsa hoi
Si ma guri domitahi
So iğare çkim gunahi
Goginçkvasen çkimi ahi
Helessa, yalessa
Heyamola yassa, İsa hoi
Ena gegatas kvada ca
Soti nena çkvas var meça
Heyamola (Şarkı)
Düzlüklerde imece var
Hoştur mehtabın seyri
kız kemerin düşecek dikkat et
Helessa, yalessa
Heyamola yassa, İsa hoy
Helessa, yalessa
Daha körpesin küçük gelin
iki aylık taze gelin
Helessa, yalessa
Heyamola yassa, İsa hoy
Helessa, yalessa
Bana hakikati söyle
Gelinimiz olur musun?
Helessa,
yalessa
Heyamola yassa, İsa hoy
Kalbimi kırdın benim
Günahımı ne edersin
Sonunda pişman olursun
Helessa, yalessa
Heyamola
yassa, İsa hoy
Başına taşlar yağar
Başkasına söz verirsen
Ma bivare ağne sica Damatlık benim hakkımdır
Helessa, yalessa Helessa,
yalessa
Heyamola yassa, İsa hoi
Heyamola yassa, İsa hoy
Helessa, Heyamola şarkısı batum’da oturan Lazlar’dan N.
Doğania’dan derlenmiştir.
“Tçuta Nusa” Halk Türküsü
Limciner
mjöras teri
Çuta nusa soulu, çuta, çuta?
Kodvalu giçaapare
Çuta nusa kuçhe giğon
Çuta, çuta
Dido tsana var giğun
Çuta nusa cuta, çutare
Çuta, çuta
Si ma
domçvi domhali
Çuta
nusa haşote ma so bidâ
Peçeşen
moşatanur
Çuta nusa muço ağani tuta
Obas ko me şamihti
Çuta nusa mutço-kvinçişi mota
Me gokup
var megtkomer
Çuta nusa şothani şa si ida
Küçük Gelin
Akşam
güneşiyle boy ölçüşen
Nereye böyle küçük gelin?
Kundura diktiriyorum sana
Ayakların küçük küçük
Zaten senin yaşında küçük
Küçüksün küçük gelin
Beni yaktın da kavurdun
Nere gidem küçük gelin ?
lEin altınını ak boynuna
Sakın asma küçük gelin
Tülbent altından ay parçası
Tenin görünür küçük gelin
Seni koynumda saklarım
Yavru bir kuş gibi küçük gelin
Asla peşini bırakmam
Ayrılamam küçük gelin
Küçük Gelin
türküsü H. Helimişi’den derlenmiştir.
Arhavi Ağzıyla Bir Şarkı Örneği Daha:
Ey Kız
A kız
sen nerelisin
Pek de sevimlisin
Gözlerinden belli
Herkesten akıllısın
Yüreğim yerinde
Durmuyor kurban olam
Ne olur sık sık görüşsek
Gel heyyar yanıma bazı
Elabaru kalaşi
Yar,
heyyar, yari dililu paşi
Nosis
vulu moulu
Yari
heyyar yari gomaşinaşi
Si mele
do mole
Sole
heyyar masole bida sole
Tsakariş
kukuma ezdi
Mohti heyyar komohti galikele
Hafiften
bir yel esti
Sevgilim gitti Poti'den
Aklımı ben yitiririm
Heyyar yanaklarıma geldikçe
Sen karşıda ben beride
Ben nasıl duracağım
Eline al güğümü
Dere boyuna in emi
Ey Kız
türküsünün kaynak kişisi: H. Helimişi’dir.
He Yana (Laz Grup Şarkısı)
Holo
komohtu yazi heyana
Heyana bozopeşi marazi
Si eko megomskun heyyana
Heyyana tis ha gogotun kazi
Musapiri emzdipi, heyyana
Heyyana meptana bazi bazi
Mu mskva Gurcipi giğun heyyana
Heyyana odidepeti nazi
Kalis na dolo gobun heyyana
Beşluği reni Lazi
Mohti mendagikona heyyana
Heyyana eko mot ikip nazi
Yine yaz
geldi, heyana
Genç
kızların marazı
Sana öye yakışır heyyana
Başında örme bezi
Beni konuk alırsan heyyana
Heyyana gelirsem bazı bazı
Göğüslerin pek güzel heyyana
Heyyana kaşların da pek zarif
Boynunda parıldayan heyyana
Heyyana altın beşibirlikmi?
Gel seni götüreyim heyyana
Heyyana bu kadar naz etme
Heyyana Laz şarkısı: Ş.
Kelercişi’denderlenmiştir.
Ölen Bir Kıza Yakılan türkü
“Obiru Kulani Gurutuşi”
Bu türkünün
konusu şu: Ayşe adında bir Laz kızı bir gençle sevişiyormuş. Fakat bundan
haberi olmayan büyükler onun se- viştiği gencin ağabeyisi İsmail'e nişan
etmişler. Ayşe buna itiraz etmişse de iş oldu bittiye getirilmiş. Evin gelini
kızın gönlünü alıp razı etmiş. Düğün günü gelip çatmış. Ayşe’nin sevgilisi bu- na
dayanamamış. Düğün alayının yoluna pusu kurup Ayşe’yi gelinlik elbiseleri
içinde kurşun yağmuruna tutmuş. Ayşe’nin ölüsünü amcasının evine taşımışlar.
Hekime can vermeden önce yalvarmış Ayşe. Aman beni kurtar diye. Fakat nafile,
taze kız gelinlik elbiseleri içinde can vermiş. Bu türkü Gürcüstan ke- simi
Lazları arasında büyük popülarite kazanmış. Herkesin ağzından düşmüyor: Görelim
bakalım nasıl söylenmiş.
İsmailis
var vokupti
Ma kamımığerdines
Mohtes makarape do
Ma gzas kogemodgines
Ohraskirik topeği
Gverdi gzas memoğgires
Cumadiş ohoriş neknas
Cenaze memodgines
Ditshiriten diğapu
Nisalobaş anteri
Çkar guris var memiçves
Aşo çkimi gençluği
Ditshironi anteri
Komaçit nanaçkimis
iri dğas gemamgaras
Aya gençluği çkimis
Gverdi şuri gemdgitu
Mohti çkimda dohtori
Pia sinti gitsvesi
A-yaraçkimis zori
Koçina muşletinap
Dohtori şuri momçare
Mitsvi momişletini
Yaraçkimişi çare
Gverdi saatiş kule
Jur candarma komohtu
Nöbeti muşen çumart
Ohraskiris gemoktu
Jur saâtişi ekule
Ismaili komohtu
Emukti ma mkithuptu
İsmail'e
varmazdım
Beni ikna ettiler
Seymenler geldilerde
Beni yola koydular
Kaynım yol ortasında
Tüfekle hedef aldı
Amcamın evine
Benim cenazem geldi
baştan başa kan oldu
Gelinlik giysilerim
Hiç de acımadılar
Şu benim gençliğime
Benim kanlı entarimi
Gönderin anneciğime
Her gün hergün ağlasın
Şu benim gençliğime
Daha canım çıkmadan
Doktora yetiştirdiler
Acaba anlattılar mı?
Bu yaraların nedenini?
Doktor, hastalara çare
İnsanlara can veren
Beni kurtar, yol göster
şu yarama bir çare
Yarım saat geçince
Geldi iki jandarma
Niçin beni beklerler
Beni kaynım öldürdü
İki saat geçince
İsmail çıktı geldi
O da bana soruyor
Kurşumi sole muhtu ?
Topeği mastolu do
Oharskirik dompilu
Aya mcveş adetepek
Ma muço kamempiğu
Istnaili
Nosis gamaptaminon
Şuri mohtu kalişa
Si tnuço letas megçap
Ma cuma var pilaşa
Ayşe
Aman
soti var kvila
Emuş hakki me miğun
Erzaeli komohtu
Çkvati
şuri var miğun
Nereden geldi kurşun
diye?
Kaynım tüfek boşalttı
Beni yıktı, öldürdü
Bu eski gelenekler
Ocağımı söndürdü
İsmail
Aklımı yitireceğim
Can boğaza dayandı
Seni toprağa vermem
Kardeşimi öldürmeden
Ayşe
Aman onu
öldürme
Vebali
bende yüklü
İşte azrail geldi
Artık can çıktı benden
Bu destanın kaynak kişisi: Sarp köyünden Ali Horava'dır.
Ağani Helessa(Obiru)
Ar
kokovitnat bitçepe
Dzikva-Çoha udzirote
Lazuri birapa doptkvat
Helessa, yalesse
Heyamola yassa, issahey
Sabtçoetiş dihas vorat
Dido şeni do heleri
Geminoğounna partia
Helessa, yalesse
Heyamola yassa, issahey
Elevokonat kuçhepe
Mskva kulanepe biçepe
Sica do ağne nisapa
Yeni Helassa (Türkü)
El ele
tutuşalım
Çağdaş ceket-pantolonla
Lazca türküler söyleyelim
Helassa, yalessa
Heyamola, yassa, issahey
Biz Sovyet yurttaşlarıyız
Ülkemiz mutlu ülkedir
Rehberimiz partimizdir
Helassa, yalessa
Heyamola, yassa, issahey
Türküleri yükseltelim
Kızlar, oğlanlar, güzeller
Damatlar ve gelinlikler
Helessa,
yalesse
Heyamola yassa, issahey
Çkin heleir dğa miğunan
Mutum dardi var miğunan
Jile-Tsale horonapan
Helessa, yalesse
Heyamola yassa, issahey
Arçkva goviktat bitçepe
Kuçhepe elovokunan
Otirtinit gur picepe
Helessa, yalesse
Heyamola yassa, issahey
Ar ar îzmoçi
Ma izmoce var tsalonas
Mutço vortiti var miçkin
Ondğeri ren do votsker tsas
Mjoraşi ta mendraşe çkin
Ek korenan çkimi nenaş
Mağarğale koçepe
Poliitsiak varşa ognas
Krdzaleli ren entepe
Gomikvirdu ikvasen
Mu ak mutçoşi vorta
Mçhuris, thas gi gioçanapan
Ordo dulias gevakna
Ar oputeşi locepe
Çirdilonaşi shivepek
Mot varyopşu mcveşiyara
Helassa, yalessa
Heyamola, yassa, issahey
Mutlu günler yaşıyoruz
Sıkıntımız yoktur bizim
Heryerde oyun, şarkılar
Helassa, yalessa
Heyamola, yassa, issahey
Birkez daha dönelim
Ayakları oynatalım
Omuzları titretelim
Helassa, yalessa
Heyamola, yassa, issahey
Bir Rüya
Rüyamda,
başka bir
ülkedeymişim
Bilmiyorum nasıl gitmişim
Öğlen vaktidir, göğü
seyrediyorum
Güneş beni aydınlatmıyor
Orada da dilimizi
konuşan vardı
Hem de bir hayli kişi
Bu dili yasaklamışlar
Devletin polisleri
Hayret ettim, acep niçin
Ben burada artık duramam
Koyuna keçi kafası takmışlar
Bunu iyi düşünmek gerek
Köyden köye hudut niye
Kuzeyden parladı güneş
Yaralara niçin mermer
olmuyor bu?
Çağdaş Laz Şiirleri (Kız-Oğlan Atışmalı)
Bitçi
Mandratişi plantassias
Antso
dido pukiri ren
Kulani
Guur-Picis
ınçita na çhatun
Çkini gıniri naziko ren
Bitçi
Nişi
mzoğaşa ınendahtu
Murunaşa
ankesita
Kulani
Otçaru
ikithuş gale
Ar kuçhe
kule uğutu
Bitçi
Guria do
kahetişen
Ğoman
mohtes st umar epe
Kulani
Manti
tolik mumidziru
Eko kai
mskva bitçe pe
Bitçi
Zugdidişa
videeti
Vusi
mini megrelepen
Kulani
“Aşo
morti çkimi skua ”
Do
lazurot ğağalapten
Bitçi
Kortolona
çkini diha
İr dihaşen icgişiren
Kulani
Lenini
do sabtçoetiş
Mjoraş
te te taneri ren
Bitçi
Lazuri
şairepe btkvit
Kulanepe
tkvani kala
Kulani
Onoğore
muço var gaku
Na mucundi gali kala
Oğlan
Mandarati
bahçeleri
(Sarp'ta
bir köy)
Bu yıl
çok çok çiçek açtı
Kız
Göğsünde
madalya olan
Bizim
liderimiz Naziko'dur
Oğlan
Gemi
balığa (denize) açıldı
Balık
tutan oltalarla
Kız
Anneciğim
neler gördüm
Güzel
güzel gençler gördüm
Oğlan
Ben bir
güzel sevmiştim
Kirpiikleri
ok gibi
Kız
Biri
okuma yazma bilmezdi
Birininde
ayağı kısaydı
Oğlan
Guriadan
Kahetiden
konuğumuz gençler geldi
Kız
Oğlan
bana doğru gelme
Balıkçı
ağlarıyla
Oğlan
Ben
Zugdidi'ye gidince
Megrellerle
ahbap oldum
Kız
"Böyle
buyur kardeşim ”
Diyorlardı
Lazca
Oğlan
Gürcüstan’dır
vatanımız
Onu dünyaya
değişmem
kız
Lenin
ile doğan güneş
Aydınlattı yöremizi
Bitçi
Ar
kulani vakurepi
Mskva opidepi uğutu
Oğlan
Lazca
şiirler okuduk
Kızlar sizinle birlikte
Çağdaş Laz şiirinden alman bu örnek M. Vanilişi'ye aittir.
Aşağıda M. Vanilişi'ye ait bir şiirle konumuzu tamamlayacağız
Kva Omhaze
Olutncora
ren mzoğapicis kelavinciri
Do paği
havas movoşvacini çkimi pikiri
Kva
omhaze ren ena golacans mutço camuşi
Didi veberta toli var
gitken uço do mceveşi
Mis
uçkin muko tsanape doçu do holo çumers
Muşi
nodzire do tsignaperi roti var tkumers
Mzoğaşi talğas var
dvaşkurinen iris nuhondun
Stumarepeti iça kotumeş suri ukoren
Ma si
gohvetsap domiambavi ey kva omhaze
Elatkoçui ğalis şkivideri mitiş cenaze ?
Varna
tkobesi skani ohaçhe bitçiki-kulani
Muşen var tkumer ma ho
var skani duşmani
Şilia tsanapek var gobadapan var
gegokordun
Tçita
vortişi skanden bdtshonturti var gomotçkondun
Sarganaşani vitohutberek tçine istemers
Stveli mohtaşi mzoğaş baraka ohoris numers
Tuti gehtaşi skani akraşa peluka nulun
Tokis gekneri jur maçhomale gale gamulun
Oş holi gindze parapatiti ulun mzoğaşa
Kulunis ipşen Antsoşişa cohona kapşa.
Omha Kayalığı
Gün akşam üstü uzanırım sahile
Sakin
dalgalarda can bulur düşüncelerim
Önümde koca taş, tıpkı bir camiz gibi
Kapkara, tarihi şey, gözleri yıldırıyor
Kimbilir kaç asırdır duruyor burda
Gördükleri, bildikleri içinde sır olmuş
Ona dalgalar ne yapabilir ki
Geceleri kara deniz kuşlarına kucak açar o
Söyle bana yalvarırım Omha kayalığı
Kaç cesede rastladın denizin getirdiği
kaç insana bağrını açıp içine gizledin
Söyle söyle ben düşmanın değilimki
Sana yüzyıllar ne yapabilir ki?
Çocukluğum seninle geçti benim
On beş kadar
çocuk olurduk balık avında
Evimize taşırdık denizin bereketini
Gün batımı çevrende sandallar yüzer
Ellerinde halat, iki balıkçı
Yüz kulaçlık ağı suya atarlar
Türlü balıklar dolar içine.
-SON-
« Prev Post
Next Post »