Print Friendly and PDF

Translate

Rize/Pazar/Akbucak, Ortayol Ve Uğrak Köyleri Nin Etnik Yapıları

|

 

T.C
ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
HALKBİLİM ANABÎLİM DALI

RİZE/PAZAR/AKBUCAK, ORTAYOL VE UĞRAK
KÖYLERİ NİN ETNİK YAPILARI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

HAZIRLAYAN : GÜLSEN BALIKÇI

ANKARA

1997

ÖNSÖZ

" Rize / Pazar / Akbucak, Ortayol ve Uğrak Köyleri'nin Etnik Yapılan" adlı çalışmam Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkbilim Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi olarak hazırlanmıştır.

Bu çalışma; konuyla ilgili kaynakların yetersizliği, alanda yapılan ilk çalışma olması, araştırma alamm kapsayan bölgenin Ankara’ya uzak olması, köy- şehir ilişkisinin yoğun olduğu üç köyde bu ilişkiden dolayı sürekli bir hareketliliğin yaşanıyor olması nedenleriyle yaklaşık iki yıl gibi bir sürede tamamlanabildi.

Konuyla yakından veya uzaktan ilgili kaynakların azlığı, olanların da halk bilimden çok sosyolojik içerikli olması ve sürenin sınırlı olması gibi nedenler, çalışmamı güçleştiren en önemli etkenlerdi.

Türkiye'de bu türden bir çalışmanın bir an önce yapılması gereğine inanan, tez konusunu belirleyen Doç. Dr. Gürbüz Erginer'e, alan çalışması sırasında yardımlarını esirgemeyen sabırla sorularımı yanıtlayan Akbucak, Ortayol ve Uğrak köy halkına ve köy muhtarlarına teşekkür ederim.

Her çalışma bir emeğin ürünüdür. Konuyla ilgili ilk çalışma olması nedeniyle bazı eksiklerin olabileceği, bu çalışmamın bundan sonra bu alanda yapılacak çalışmalara kaynaklık edeceği inancındayım.

Tamamlanmış olarak görmediğim bu çalışmayı bundan sonra da sürdürerek, geliştirmek ve bir kitap bütünlüğünde yayınlamak umuduyla.

Gülsen BALIKÇI

Ankara - 1997

 

Ll.GİRİŞ

I.2.AMAÇ

L3.ARAŞTIRMA YÖNTEM VE TEKNİKLERİ, ARAÇLARI, AŞAMALARI

l.GİRİŞ

Anadolu, geçmişten günümüze uzayıp gelen çeşitli klanlara ve uygarlıklara yurtluk etmiştir. Binlerce kavim gelmiş geçmiş hepsi birşeyler katmış Anadolu’ya. Bundan dolayıdır ki; Anadolu kültürünü bu çeşitliliği göz önünde bulundurarak değerlendirmemiz gerekir. Bu çeşitlilik Türkiye kültürünü zenginleştirmiş, renklendirmiş, çeşitlendirmiş, dünya kültürleri içinde ayrı bir konumda değerlendirilmesini sağlamıştır.

Türkiye sınırlan içerisinde Azeri, Gürcü, Kürt, Çerkez, Laz, Hemşinli ve sayamadığımız birçok etnik grup yaşamaktadır. Bu etnik gruplar zaman zaman birbırleriyle kanşmış, kaynaşmış, kültürleşme, kültürlenme, kültürleme, kültürel göç ve diğer kültürel süreçlerle etkileşime girerek, kimi zaman bazı kalıplaşmış kütürel öğelerini konıyarak. kimi zaman da kendi kültürel yapılanın aşan çeşitlilikteki kültür sentezini sergilemişlerdir.

Her biri ayn bir özellik taşıyan sosyal bilimcilerin araştırma konularına yukanda belirttiğimiz nedenlerden dolayı yığınla malzeme olabilecek kültürel değerlerimiz Anadolu potası içinde kanşmış,kaynaşmış ve bugünkü Türkiye kültürünü oluşturmuştur.

Ancak, Türkiye kültürünü tanımak, anlamak, yorumlamak ve bilimsel boyutlarda değerlendirebilmek için ulusal ve uluslararası ilişkiler konjektöründe '"Bireysel Kimlik”, "Milli Kimlik", "Etnik Yapı", "Etnik Grup", gibi kavramlann önem taşıdığı, özellikle kırkı aşkın etnik grubu bünyesinde banndıran Anadolu'da bu kavramlann açıklık kazanmasına yönelik yapılacak olan bilimsel çalışmalann gereği birinci derecede önem taşımaktadır.

Dünyada meydana gelen yeni oluşumlar Rusya'nın yeniden yapılanma sürecine girmesi ve Türk Cumhuriyetleri'nin bağımsızlıklannı ilan etmesiyle yeniden milliyetçilik akımı gündeme gelmiş, bu akım beraberinde aslında her zaman var olan "kimlik" arayışım daha belirgin olarak ortaya çıkarmıştır.

Genel olarak, bugün toplumlar bir "kimlik" arayışı içine girmiş, kimiz, kimleriz, biz nereden gelmiş, nereye gideriz? (Gauyuin) sorularının yanıtlarım bulma çabası içindedirler.

Sofokles'in "Kral Oedipus" adlı trajedisinde kral olmadığını öğrenen Oedipus bir kimlik arayışına girer ve şöyle seslenir:

“İğrenç de olsa bırak her şey açığa çıksın

Değersiz de olsa

Yaşamın gizini çözmeliyim

Kadınlar arasında en haysiyetlisi olan o

Düşkün kökeninden utanıyor

Kısmeti dağıtan kaderin oğluyum ben

Utanmayacağım doğa benim annem

Mevsimler kızkardeşlerimdir

Kendimden başkası olmak istemiyorum

Nasıl doğmuşsam öyle

Kim olduğunu bulacağım” (Smith, 1994:15)

Sofokles'in "Kral Oedipus" adlı trajedisi, bir çok motifi içerir. Oyunun bütünü üzerinde bireysel olduğu kadar kollektif bir kimlik sorunu da asılı durur (Smith, 1994 : 15).

Her etnik grup, kendi kültürel kimliğini taşımakta, kültürel değerlerini yansıtmakta, etnik kimliğinin gerektirdiği gelenekleri, töreleri, inançları, duygu ve düşünceleri kendinden sonraki kuşaklara aktarırken diğer etnik gruplarla etkileşime girmekte, birbirlerini etkilemekte ve birbirlerinden etkilenmektedir. Bunun yanısıra, Anadolu'da bir çok etnik grup bir ulus olarak aynı kaderi paylaşmakta, ulusal kimliğinin gerektirdiği ortak davranış kalıplarını göstererek bir bütün halinde yaşamlarını sürdürmektedirler.

Aslında önemli olan bir etnik grubun ne olduğu, ne zaman varolduğu ya da hangi koşullar altında varolduğu değildir. Türkiye sınırlan içinde sayısız etnik grup vardır. Halkbilimci ve etnolog tarafindan öncelikle dikkate alınması gereken bu etnik gruplann birbirlerine verdikleri ve birbirlerinden aldıktan değerlerdir. Bundan da önemlisi bu gruplann ne olduğu değil, kendilerim ne kabul ettikleri, hangi kültürel kimliği benimsedikleridir. (Andrews, 1992:12)

Öncelikle "Rize / Pazar / Akbucak, Ortayol ve Uğrak Köyleri’nin Etnik Yapılan" adlı araştırmamda bir etnik grubun ne zaman ve nasıl meydana geldiğinden çok, araştırma yöresindeki Hemşin etnik grubunun Türkiye sınırlan içerisinde kendilerini ne olarak kabul ettikleri ve hangi kültürel kimliği benimsedikleri üzerinde durdum. İkinci olarak hemşin etnik grubunun kültürel yapışım genel hatlanyla vermeyi amaçladım. Son olarak da köy-şehir ilişkisinin yoğun olduğu yöre insanının kendi kültürel unsurlanm özde konıyup, yeni bireşimlere ulaştıklannı saptayarak, Hemşin etnik kültüründe daha çok ekonomik nedenlerden kaynaklanan değişimi vermeyi amaçladım.

Bu çalışma etnik bir grup olan Hemşinliler’in kültürel yapılarını içermektedir. Geçmişte etnik yapı dendiğinde öncelikle fizyolojik özellikler önem taşımaktaydı. Ancak günümüzde bu eğilim kültürel yapıya doğru kaymıştır. Ben halkbilimci olarak Hemşin etnik grubunun kültürel boyutunu vermeyi amaçladım. Fizyolojik özellikleri belirlemek bir takım ölçümler almayı gerektirdiği için fizik antropologların çalışma kapsamına girmektedir. Konunun bu yönü benim uzmanlık alamm dışında kalmakta ve ayrı bir çalışma gerektirmektedir.

Çalışma Türkiye'de çok küçük bir azınlık olan Hemşin etnik grubunun kültürel unsurlanm içermektedir.

Yığınla etnik grubun yaşadığı Anadolu’da bu ve bunun gibi çalışmaların, halkın birbirlerini daha iyi tanımalarına, anlaşıp, kaynaşmalarına öncülük edeceği, dolayısıyla da mutlu ve huzurlu toplumlar yaratmada yardımcı olacağı kanısındayım.

AMAÇ

Türkiye'de etnik bir grup olan ve bu özelliğinin toplumsal yaşamın tümü üzerinde belirleyici rolünün ağırlıkta olduğu dışa açık bir kültürel yapı olan Hemşin etnik kültürünün tarihsel ve toplumsal temellerini Rize iline bağlı Pazar ilçesi Akbucak, Ortayol ve Uğrak köylerinde yapılan çalışmayla vermeyi amaçladım.

Ulusal ve uluslararası düzeyde "Kimlik", "Grup Kimliği", "Etnik Yapı", "Etnik Grup", "Kollektif Kimlik", gibi kavramların gündemde olduğu ve tartışıldığı günümüzde, kırkı aşkın etnik grubu bünyesinde barındıran Anadolu'da bu konuda yapılacak olan bilimsel çalışmaların gereği ortadadır.

"Rize/Pazar/Akbucak, Ortayol ve Uğrak Köyleri'nin Etnik Yapılan" adlı bu çalışmada Hemşin etnik grubunun nereden, ne zaman, nasıl geldikleri ve ne olduklanndan çok, bu grubun Anadolu'da hangi grup kimliğini benimsediklerini kaynak kişilerden tespit ettiğim gibi vermeyi amaçladım.

Çalışmamda Hemşin etnik kültürünü kaynağından derlediğim gibi vererek konuyla ilgili bundan somaki çalışmalara kaynaklık etmeye özen gösterdim.

ARAŞTIRMA YÖNTEM VE TEKNİKLERİ, ARAÇLARI, AŞAMALARI

Halkbilimin konusu, insan ve insanın yarattığı kültürdür. Dolayısıyla halkbilimci doğru ve yararlı bilgiyi insamn kendisinden ve bulunduğu kültürel ortamdan alır. Kültürbilimci doğru ve kesin sonuçlara doğabilimci kadar kolay ulaşamaz, bu da kültürün dinamik ve değişken olma özelliğinden kaynaklanır. Bu özellik, kültürbilimcinin işini artırdığı gibi aynı zamanda güçleştirmektedir.

Halkbilimin araştırma alanı halk, konusu ise halkın oluşturduğu geleneksel kültürdür. Geleneksel kültürün en önemli özelliği sözlü geleneğe dayamyor olmasıdır. Bu nedenle halkbilimde doğru ve yararlı bilgi doğrudan geleneksel kültürü taşıyan toplumun içinde yaşayarak elde edilir.

"Rize/Pazar/Akbucak, Ortayol ve Uğrak Köyleri’nin Etnik Yapıları" adlı çalışmam 1993 Ekim'inde A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü'ne verdiğim araştırmanın amacı, önemi, yöntemi ve geçici planı kapsayan tez önerisiyle başladı.

Çalışmamın ilk aşamasını literatür taraması oluşturdu. Öncelikle Türk Folklor ve Etnografya Bibliyografyası I.n.IH. ciltlerini taradım. Yararlanacağım kaynakların künyelerini çıkardım. Daha sonra Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü İhtisas Kütüphanesi'nde yoğun bir kaynak taraması yaptım. Yaptığım çalışmada araştırma konumu doğrudan ilgilendiren kaynakların yok denecek kadar az olduğunu saptadım. Etnik alanda bugüne kadar yapılan araştırmaların yok denecek kadar azlığı çalışmamı güçleştirdi. Bu nedenle araştırmam boyunca sayılı kaynaklarla sınırlı kaldım.

İlk aşamada aşağıdaki yapıtları titizlikle inceledim;

(Andrevvs 1992, Arıcı 1993, Beşikçi 1992, Güvenç 1993, Kırzıoğlu 1953, Örnek 1977, Sencer 1989, Smith 1991, Soysu 1992, Sümer 1972, Turgut 1978, Türkdoğan 1971, Valisi - Tandilava 1992, Yasa 1960)

Çalışmamın bu aşamasından sonra etnik yapıyla doğrudan ilgili Orhan Türkdoğan'ın (Malakonlann Toplumsal Yapısı", İsmail Beşikçi'nin," Doğu'da Değişim ve Yapısal Sorunlar (Göçebe Alikan Aşireti), Antony D. Smith'in, "Milli Kimlik" İbrahim Yasa'mn "Sindel Köyünün Toplumsal ve Ekonomik Yapısı" ile daha önce taradığım literatürden de yararlanarak soru listelerini hazırladım.

KAYNAK KİŞİ SEÇİMİ

Konunun genişliği bakımından kaynak kişi olarak araştırma yöresinde yaşayan herkesten yararlandım. Kaynak kişi seçimini konunun özelliğine göre belirledim. Etnik yapı, dinsel yapı ile ilgili olarak 60 yaş grubunun üzerindeki kaynak kişileri seçtim. Doğum konusunda; eskiden köy ebeliği yapmış kaynak kişilerle görüştüm. Halk edebiyatı ve halk eğlenceleri konularındaki derlememi her yaş grubundan kaynak kişiyle yaptığım görüşme verileri oluşturdu.

Aynı konuyu birden çok kaynak kişiyle görüşerek olanaklar ölçüsünde güvenilir bilgi elde etmeyi amaçladım.

Araştırma bölgesini kapsayan Akbucak, Ortayol ve Uğrak köylerinde herkes kısa süreli de olsa en az bir kez köy dışına çıkmış. Bu nedenle çalışmam sırasında karşılaştığım en önemli güçlüklerden biri köy-şehir ilişkisinin yoğun olduğu yörede bu ilişkiden en az etkilenen kaynak kişi grubunu saptamam oldu. Asıl kaynak kişi grubunu kış nüfusunu dikkate alarak belirlememe rağmen, konuların özelliğine göre uzun süre büyük kentlerde yaşayan yöre halkıyla da genellikle; sosyal ve toplumsal örgütlenme, köy-şehir ilişkisi, köyden kente göç ve halk ekonomisi gibi konularda görüşmeler yaptım. Bu belirlemede kaynak kişilerin okur-yazarlık seviyesinin yüksek olmamasına özen gösterdim. Bununla birlikte kaynak kişi grubunda iki ortaokul, bir lise, iki yüksek öğrenim mezunu toplam beş kişi yer aldı.

ARAŞTIRMA TEKNİK VE ARAÇLARI

Araştırma alanında katılımlı gözlem ve görüşme tekniklerini kullandım. Gözlemlerimi not alarak kaydettim. Kaynak kişi görüşmelerimi yazarak yaptım. Bu nedenle yerel dili tam olarak aktaramadım.

Teknik cihaz olarak fotoğraf makinesi kullandım. Araştırma yöresindeki kültürel yapıyı negatif ve dialarla görüntüledim.

Rize ili, Pazar ilçesi Akbucak, Ortayol ve Uğrak Köyleri’nin Etnik yapılarını içeren çalışmamda araştırma alanının büyük bir kısmım Akbucak köyü oluşturdu. Merkeze en uzak köy olması, geleneksel kültürü halen koruması, kış nüfusunun Ortayol ve Uğrak köylerine göre daha fazla olması nedenleriyle yararlı ve geçerli bilgiyi alabileceğim kaynak kişi grubunu Akbucak köyünde daha kolay tesbit edebildim. Adı geçen köyde konuların özelliğine göre örnek alarak her yaş grubundan kaynak kişiyle görüşme yaptım.

Ortayol ve Uğrak Köyleri’nin, merkeze daha yakın olmaları nedeniyle geleneksel yaşamdan uzaklaşmış, gerek mimari doku, gerekse yaşam tarzlarıyla küçük bir tatil beldesi görünümüne dönüşmüş olduklarım saptadım.

Kışın 8 hane kalan Uğrak köyünde tam sayım yaparak bilgi topladım. Kışın 37 hane olan Ortayol köyünde konuların özelliğine göre örnek aldım.

Araştırma yöresinde yerleşimin dağınık olması, evler arasındaki uzaklıkların yürüyerek yarım hatta bir saat kadar sürmesi ve iklim şartlan çalışma koşullanın güçleştirdi.

Araştırma alamm kapsayan bölgenin Ankara'ya uzaklığı yöreye daha uzun süre gitmemi engelledi. 22-31 Temmuz 1994 tarihinde 10 gün, 10-27 Şubat 1994 tarihinde 17 gün ve 9-22 Mayıs 1995 tarihinde 13 gün olmak üzere, ön tarihinde 17 gün ve 9-22 Mayıs 1995 tarihinde 13 gün olmak üzere, ön araştırmayla birlikte alanda 40 gün kalabildim. Ön araştırmadan sonra, soru listelerini yeniden düzenledim.

"Rize/Pazar/Akbucak, Uğrak ve Ortayol Köyleri’nin Etnik Yapılan" konulu çalışmam, durum saptama niteliğinde olup etnik yapımn yanısıra kültürel yapıyı içeren bilgi ve belgelerden oluşmaktadır.

-ıı-

BÖLÜM

TEZ KONUSUYLA İLGİLİ TEMEL KAVRAM VE

TERİMLER

H.l. KİMLİK

H.2. MİLLİ KİMLİK

. ETNİK YAPI

IL4. HEMŞİNLİLER

H.5. LAZLAR

IL6. ERMENİLER

H.7. OĞUZLAR ARSAKLI (PART)LAR

IL1.KİMLİK

Kimlik kavramı: Yaşamı boyunca birey, üstlendiği değişik roller ve kültürel etkilerle kendisine özgü davranış şekilleri geliştirir ve ona göre davranır. Aile ve akrabalık bağlarıyla, arkadaşlık ilişkileriyle, toplumdaki konumuyla değer yargılan ve dünya görüşüyle bağlantılı bir kimlik duygusu kazamr. Kimlik duygusu kişinin kendisi ve çevresiyle uyum içinde olmasıdır. Kimlik kavramında en önemli öğe belli bir değere bağlanma, belli bir gruba ait olma eğilimidir. ( Güleç, 1992 : 15).

"Kimlik; toplumsal bir varlık olarak insana özgü belirti, kimlik ve özelliklerle, birinin belirli bir kimse olmasını sağlayan şartların bütünü." (Türkçe Sözlük 1986)

"Bir kimsenin bir grubun bireyselliğinin ayırt edici özelliğini oluşturan onun başkalarından ayni edilmesini ve kendini kendi olarak bilmesini sağlayan sürekli ve temel özelliği. Bir kimseyi belirleme özelliği sağlayan adı soyadı, doğum tarihi, doğum yeri gibi veriler bir kimsenin hüviyet kimliğidir." (Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi 1986)

En açık tanımıyla kimlik bireylerin grupların toplum veya toplulukların "kimsiniz, kimlersiniz?" sorusuna verdikleri yanıt ya da yanıtlardır. (Güvenç, 1993 : 3 ).

MİLLİ KİMLİK

Milli kimlikten söz etmek için öncelikle siyasi bir topluluğun varolması gerekir. Milli kimlikle anlatılmak istenen öncelikle siyasi bir topluluktur. Siyasi bir topluluk da topluluğun bütün bireyleri için belli ortak kavramlann hak ve görevlere ilişkin tek bir yasamn varlığım ifade eder siyasi bir topluluk üyelerinin kendilerini özdeşleyecekleri, ait olma hissi duyacaklan bir toplumsal mekan az çok sınırlan belirlenmiş bir toprak parçasını da gerekli kılmaktadır.

Milli kimliğin en önemli özelliği olarak milletlerin iyi tanımlanmış ülkelere ve sınırlan iyi belirlenmiş topraklara sahip olmalan gerekir. (Smith, 1991 : 24 - 27)

Literatürde zaman zaman milli kimlik yerine ulusal kimlik, ulusal kimlik yerine milli kimliğin kullanıldığı görülmektedir.

Ulusal kimlik belirli bir coğrafya sınırlan içinde, ulusal kütürün yaratılmış olması ve bu toprak parçası içinde yaşayan tüm bireylerin ortaklaşa yaşadıklan ve hissettikleri tarihsel, kültürel bir kimlik duygusudur. (Güleç, 1992 :20).

"Nüfus kütüğündeki soy sop ilişkileri ile kişiye özgü ad, cins,evlilik, askerlik, sabıka bilgilerini bir araya getiren kütüğe kayıtlı kimliklerimiz de vardır. Yurtdışma çıkarken almak ve kullanmak zorunda olduğumuz pasaport resmi ve ulusal bir kimliktir. Ahmet Demir veya Hatice Bakır olduğumuz için değil de Ay-Yıldız simgeli Türk pasaportu taşıdığımız için yabancı ülkelerin çoğuna giderken vize ahnz bu kimliği ötekilerden ayırmak için ulusal kimlik deriz." (Güvenç, 1993: 247)

ETNİK YAPI

Etniklikten, etnik gruplann yapışım belirleyen bir takım kavramlar, duygu, düşünce, değer yargılan ve davranışlar anlaşılmaktadır. Bunlar bir devletin içindeki diğer etnik gruplarla bağdaşmayan özellikleri tanımlarlar. Etnik gruplar kendi kültürel yapılanmn tanımlanmasında geçmişten seçilmiş ve günümüzde de var olan ortak gelenekleri ölçüt alan endogamik gruplardır. (Andrews, 1992 : 10)

"Etnik; ethnique (Yun- ethnos : Kavim, ulus, budun) kavimle ilgili, budunsal, kavini". (Türkçe Sözlük 1988).

"Etnik: (ethnique Yun ethnos, tan; ethnikos, ırk, halk) etniyle ilgili, bireylerle ilgili özelliklerin tersine bir topluluğun oluşturduğu kültürel gruba özgü her türlü özellik ya da belirtiye denir. Bir ülke, bir bölge ya da bir kent adından türeyen ve bu ülke bu bölge ya da kente ilişkinliği gösteren sıfat ya da ada denir." (Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi 1986)

Etniklik kavramı günümüzün en önemli konularından biri haline geldi. Kimileri için bu kavram insani varlığın verilerinden biri olup doğal olarak vardır. "İlkel/asli" olarak gösterilen bu kavram genetik seçme ve iç sağlığın bir uzantısı olarak kabul edilir.Bir etnik gruba ait olma bireyin asıl durumuna göre değişiklik gösteren zorunlu olarak oluşan, kararsız davranış algı ve duygularla ilgili bir meseledir. Bireyin konumu farklılaştığında gruptaki durumu da değişecek ya da bireyin ait olduğu pekçok kimlik birey açısından farklı dönem ve durumlara göre değişiklik gösterecektir. (Smith, 1991 : 39-41).

"Etnik bir grup soya ait mitlerin rolünü ve tarihi anlan vurgulayan din ya da kurumlar gibi bir veya birden fazla kültürel farklılığa göre tanınan ve ayırdedilen bir kültürel kollektif tiptir. Bu tür kollektifler sadece tarihi anıların devamlılıktan bakımından öznel bir önem taşımalan bakımından değil, her bir etnik grubun özel tarihsel güçlerin unsuru olması ve bu nedenle tarihsel değişim ve çözülmelere manız kalması anlamında hiç şüphesiz talihidir." (Smith,1991: 41)

“Peki ya etnik köken? Olağan kullanımda etnik köken hemen hemen daima açıkça belirtilmemiş bir biçimde, etnik bir grubun üyelerinin ortak karakteristik özelliklerinin kaynağı olduğu kabul edilen ortak köken ve soyla bağlantılıda'. Bir gnıp üyelerini birbirine bağlayıp yabancıları dışlamakta “akrabalık” ile “kan”ın açık üstünlükleri olduğundan, bunlar etnik milliyetçilik açısından temel öneme sahiptir” (Hobsbavvm, 1993: 83).

Antropolojik ve sosyolojik çalışmalarda etniklik ve etnik kimlik terimlerine karşılık kollektif kimlik kavramı kullanılmaktadır. Ancak sosyal bilimlerde ve siyasal düşünce tarihinde yer alan ve ideolojik bakış açılarına göre farklı tanımlarla açıklanan birçok terim gibi etniklik, etnik yapı, etnik grup terimleri de belirsizlikler içermektedir. (Bilgin, 1994 : 53)

"F.tnik" birtakım kültürel özellikler bakımından ortak bir insan topluluğunu özellikle bir dil ve kültür birliğini taşıyan gruplan ifade eder. Ancak etnik grup, etnik terimleri yaygın kullanıldığında ırksal özellikleri de içermektedir. (Bilgin, 1994 : 53).

"Kollektif kimliğin özellikleri şu şekilde sıralanabilir:

Kollektif kimlik, grup üyeleri tarafindan sübjektif olarak algılanır.

Kollektif kimlik, diğerine karşılık içine bir kontrast ve diğerlerinden farklı olarak tanımlanır.

Gruba aidiyet bilincinden kaynaklanır,

Çeşitli temellerin bir sistemi içinde kavranır bu temeller içinde bir takım negatif nitelikler çoğu kez etnosantrist tutumlar üreten defansif bir çekirdek oluştururlar.

Bu tutumlar ve yanlar oldukça tutarlı bir fikirler sistemi veya ideolojisi içeren bir söylemde ifade edilir" (Bilgin, 1994 : 54)

"Etniklik duygusu belirli bir etnik grubun kendi farklılığım inşa etmek üzere kendisi için bir referans kaynağı olarak kollektif bir geçmiş yaratma çabalarıyla ilgilidir, dolayısıyla bu geçmiş bir miras olarak çok çeşitli şeylerle (biyolojik, kültürel v.s) doldurulabilir ve geçmişin öğelerinin algılanması ve önemli kimlik talebinin yönüne doğru şekillendirilebilir. "(Bilgin, 1994:55- 56).

Parsons'ta etnik kimlik iddiası bireyin içinde yer aldığı sosyal koşullara tepkisinin bir biçimi; Bell'de geleneksel kollektif kimliklerin çözülmesinin bir sonucu; Barton. Bialock ve Hutnik'te çoğunluğun mutlak buyurucu tavrına karşı bir tepkidir.(Bilgin, 1994:56

“Etnik kimliğin bir strateji olarak kavramlaştınlması, sosyolojisi, sosyal antropoloji ve sosyal psikoloji perspektifine daha uygun görülmektedir. Bu perspektifte etnik kimliğin başlangıç noktası/doğum anı hakkında birbirinden farklı görüşler olması kaçınılmazdır. Çünkü etnik iddianın ortaya çıkışım hazırlayan etkenlerin deneysel incelenmesi, en azından pratikte mümkün görünmediğinden çoğu kez sezgiye ve yoruma dayalı açıklamalara gidilmektedir. Bu nedenle araştırmacıların ilgisi daha ziyade etnik kimlik iddiasımn belirlenmesi, boyutlarının ve mekanizmanın saptanması işlevlerinin ve sonuçlarının incelenmesi üzerinde odaklaşmaktadır. Etnik kimlik belli bir topluluğun bireylerinin kendilerini diğer topluluk bireylerinden ayırdeden bir "ait olma" duygusudur. Bu duygu topluluk üyelerinin kendilerini belirli bir "biz" in mensuplan olarak "onlar" dan farklılıklanm vurgulayarak kendi içlerinde birleştirmektedir. Etnik veya milli kimlik sosyal ve siyasi bütünlüğün güçlü bir aracıdır. (Bilgin, 1994: 56-57).

Etnik bir topluluğun altı ana özelliğini şöyle sıralayabiliriz:

1-Kollektif bir ad

2- Özel bir soy miti

3-Paylaşılan tarihi anılar

4-Ortak kültürü diğer kültürlerden farklı kılan bir ya da birden fazla unsur 5-Toprağına bağlılık

6-Nüfiısun önemli kesimleri arasında dayanışma duygusu. (Smith, 1993:2)

Bir topluluk bu özelliklere ne kadar çok sahipse ve ne kadar çok paylaşıyorsa ideal etnik topluluk ya da etni tipine o kadar çok yaklaşmış olur. Yukarıda sayılan özelliklerin belirtilerine rastlandığı yerde kollektif bir grup kimliğine veya kimlik duygusuna sahip tarihsel kültürü olan bir toplulukla karşı karşıyayız demektir. Bu özellikleri taşıyan bir grubun zihinsel özelliklerini belirleyen kalıtımla getirilen niteliklere sahip olduğu savunulan bir toplumsal grup anlamında "ırk"tan kesin olarak farklıdır. (Smith, 1993:42-43)

Etnik grupların özellikleriyle ilgili yukarıdaki sıralamaya bakıldığında sadece içeriklerinin tarihi ve kültürel oluşları değil, ortak kültürü farklı kılan bir ya da birden fazla unsur hariç aynı zamanda son derece öznel de oldukları görülecektir. Ancak hepsinden önemlisi araştırılması genellikle zor olan geçmişe dair herhangi bir olgusal veri değil, ortak geçmişe dair mitlerdir. Etnik özdeşlik, aynılık için önemli olan hayali bir soy sayıltı olarak yaratılmış bir geçmiştir. Soy miti olmadan etnilerin ayakta kalması mümkün değildir. (Smith, 1993: 42 - 43)

"Etnik grupla kasdedilen birbirleriyle ortak geçmişi olduğuna inanılan ortak kültür, dil ve / veya din gibi değerleri olduğu farzedilen ve ortak bir geleceğe sahip olmak isteyen gruplar. Bu tanımda altım çizmek istediğim husus etnik grubun bir oluşum sürecinin olması ve ortak olanların belirlenmesinin bir başlama ve tamamlama noktasını saptamanın mümkün olmadığıdır. Diğer taraftan bu tanım etnik gruplara dışarıdan yani etnik grubun dışından yapılan bir tanımlama, etnik grup kendini bir grup olarak algılarken ve tabii ki talihini yazıp politikasını yaparken kendi tarihini, kültürünü, dilini ve / veya dinini ısrarla ve önemle araştım- diğer dil, din ve kültürlerden ayrıştırır ve belirler. Gene de bu süreç grubun kendisi içinde inişli çıkışlı ve herzaman sonu kestirilmesi mümkün olmayan bir süreçtir." (Heckmann, 1995: 83-84)

Paylaşılan tarihi anılarla anlatılmak istenenler de mit biçiminde olabilir. Yazımn bulunmasından önceki pek çok halk için mit ile tarih arasındaki çizgi belirsizdir, hatta yoktur. Bugün de net değildir. Etnik özdeşlik açısından önemli olan aynı toprak parçası üzerinde yaşamak veya o toprak parçasımn salıibi olmaktan çok, gruba ve yaşadığı yere karşı duyulan sevgi ve bağlılıktır. Ait olunan yerler ataların, izleri günümüze kadar gelen yasaları oluşturanların, kralların, şairlerin, din adamlarının anayurt haline getirdikleri kutsal topraklardır. (Smith, 1993: 45)

"Bir etni nasıl biçimlenir, buna yanhzca çok geçici yanıtlar verilebilir, ancak yazılı tarihte bu oluşum süreçlerine dair bilgilerin mevcudiyetiyle orantılı olarak etnik oluşumun belli görüntüleri olduğunu düşünmek mümkün, ampirik olarak bunun iki biçimi vardır, birleşme ve bölünme Etnik oluşumu bir yandan ayn birimlerin birbirine karışması şeklinde gözleyebiliriz. Bu da şehir devletleri gibi aynı birimlerin aralarında kaynaşmaları ile bölgelerin ya da kabilelerin özümlenmelerinde olduğu gibi bir birimin bir başkası tarafindan yutulması türünden süreçlere ayrılabilir. Öte yandan etniler şii mezhepçiliğinde olduğu gibi bölünme suretiyle veya örneğin Bangladeş'de Horovvitz'in "proliferleşme" dediği şeklinde etnik cemaatin bir bölümünün yeni bir grup kurmak üzere ayrılması suretiyle alt bölümlere ayrılabilir." (Smith, 1993 :46).

II.4. HEMŞİNLİLER

Genel adlan :

Hemşinli, Anneni (Lazca)

Kendi adlandırmalan:

Doğuda Hamsetri, Batıda Hemşinli

Sayılan

G.N.S'na göre belirlenmiştir.

Ermenice konuşanlar: 24.000

Türkçe konuşanlar : 15-20 000 (Andrevvs, 1992:181)

DAĞILIMI

Hemşinliler Doğu Karadeniz Bölgesi’nde kıyıdan uzak dağ ve yaylalarda yaşarlar.

Hemşinliler iki ayn gruptan oluşurlar

1.Batıdaki grup Baş Hemşin: Rize ilinde Büyükdere, Ortaköy, Fırtına, Piskale ve Abivice ırmaklan boyunca uzanan köylerde yaşarlar. Vadi içinde sıkışık düzende oluşmuş olan Hemşin yerleşim bölgeleri Pontus dağlanna kadar uzanır.

2.Doğu grubu Artvin İlinde Hopa ve Kemal Paşa içinden geçen dere kenarına yerleşerek yaşamlarım sürdüren Hemşin grubudur. Burada Çoruh nehri doğal bir sınır oluşturur.

Bu bölgedeki diğer köy, ilçe ve şehirlerde de Hemşinliler yaşamaktadır. Ekonomik nedenlerden dolayı birçok Hemşinli büyük şehirlere özellikle İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa, Bolu ve Sakarya'ya yerleşmiş, yaşamlarım daha çok fırıncılık ve pastacılık yaparak sürdürmektedirler. (Andrews, 1992 : 181 - 182)

"Doğu Karadeniz Bölgesi'nde Çayeli ilçesinden başlayarak Hopa'ya doğru kıyı şeridinin iç kesimindeki köy halkları Hemşinliler olarak bilinir ve kendilerini de Hemşinli olarak tanıtırlar. Bunlar gerek coğrafi konumlan gerek kültürleri ve konuştuklan diyalektleri hatta mesleki uzmanhklanyla da oldukça özel bir halktır. Hemşin adı yörede Çamhhemşin Hemşin ilçeleriyle Hemşin Başköy, Hemşin Ortaköy, Hemşin Sıraköy, Abu Hemşin gibi köylerin yanısıra özellikle büyük kentlerde kahvehane, lokanta, demek ve dergi isimleriyle de karşımıza çıkmaktadır. Bu kadar çok ve çeşitli kullanım atam bulan bu isim kullanıldığı mevkilerin kendilerini Hemşinli olarak adlandıran bir toplumla ilişkili olması nedeniyle bir etnik grubun varlığını düşündürmektedir.

Hemşin kelimesinin alalade bir yer(yerleşim) adı olmadığı bellidir. Zira yalnız coğrafi atanda ele alındığında dahi örneğin Çamhhemşin ilçesi idari sınırlan içinde Hemşinliler ve Lazlar yerleşik iki halk olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki Hemşinli ve Laz köyleri ayrımı oldukça net bir şekilde yapılmaktadır." (Ersoy, 1995 : 140-141)

DİL

Doğuda Artvin Hopa'da yaşayan Hemşin grubu Ermenice, Batı lehçesi ve Türkçe konuşur.

Batıda Rize Çayeli, Pazar yöresinde yaşayan Hemşin grubu ise yanlızca Türkçe konuşur. Buna karşılık yöredeki bazı yer adlan Ermenice kalmış bu sözcükler günlük yaşama girmiştir (Andrevvs, 1992:182; Soysu, 1992:126-129)

DİN

Sünnî ve Hanefi'dirler. Bazı adetlerde farklılıklar göze çarpmaktadır. Geçmişte bölgede vaftiz ayinleri yapılmaktaydı. (Andrews, 1992:182)

“IV-V-VI ve VII yy ‘a ait Ermenice kaynaklar bugünkü Hemşinliler’in ataları Beğleri’nin Tevrat ve İncil adları dışında coğrafya adında VII. yüzyıldan beri kullanıla geldiğini de katmak gerekir.

Din konusu, yine Türklük lehinedir: Horasan’dan gelme Arşakh Prensi Anak Oğlu Aziz Grigor, kerametler gösterdikten sonra 301 yılında Arşaklılar’m hükümdar ve Elbeğlerine heyecanla Hz. İsa Dini’ni benimsemişti. Bu hadisetan bizler haklı olarak yeryüzünde ilk defa Hristiyanlığın resmi devlet dini oluşu sayılıyor. Amentü’müze göre Hz. İsa Dini idi. Ama dunili uruğu da, o yıllarda Grigorgen-Hristiyan olup-Hak Dini’ne girmişti. 625Terde Hamamaşen’e göçerlerken Hz. Muhammed hayatta olup, İslamlık daha Anadolu ve İran’a ulaşmamıştı. Hemşinliler’in Osmanlı fethinden önce, İspir Atabeklerine bağlanıp Müslüman olmaya başladılar. 1405’te İspir üzerinden Arakh’ya geçen İspanyol Elçisi CLAVIJO’nun seyahatnamesinde belirtiliyor” (Kırzıoğlu, 1994: 14).

Hemşin halkı günümüzde sunni İslamm Hanefi kolundandır. Pontus bölgesine XIV yüzyılda gelen Türmenler Alevi (Heterodokslar) dirler. Daha sonra bu bölgede varlıklarını zaman zaman sürdürmüşlerdir. Alevilik bu bölgede ileriki yıllarda gizli Hristiyanlığın ortaya çıkmasını sağlamıştır (Bryer, 1975, 1988: 142, 122).

“Cuinet’in Turquie d’Asie adlı eserine dayanarak Hemşin’deki Ermeni Halkın müslüman olduktan sonra yakın zamana kadar (1890 yılında bile) çocuklarını vaftiz etmeyi sürdürdüklerini söylemektedir” (Ersoy, 1994: 104).

GRUP KİMLİĞİ

Grup kimliği ile ilgili yeterli bilgi yoktur. Doğu'da Artvin yöresinde yaşayan grupta dil belirleyici özelliktir. Fakat bu, orada yaşayan halkın Ermeni kökenden geldiği anlamına gelmez. Burada yaşayan Hemşinliler'in büyük çoğunluğu Ermenice konuştuğunun farkında bile değildir. Günümüzde tamamen Türkleşmiş olan Rize ili Çayeli, Pazar ilçe ve köylerinde yaşayan batıdaki grup kendilerinin Ermeni kökenden geldiğini kabul etmez, fakat komşu Lazlar tarafindan Armeni ya da Kalın Kaburgah Annem olarak isimlendirilirler. Her iki bölgede yaşayan Hemşinliler'in Lazlarla fazla ilişkileri yoktur. Batıdaki Hemşinliler her zaman kendilerini Lazlardan üstün görürler. Bölgenin coğrafi yapısı Pontus dağlarının kuzey yamaçlarında yaşayan diğer etnik gruplar gibi Hemşinliler'in de izole bir yaşam sürdürmelerini sağlamıştır. Doğudaki Hemşinliler'in büyük kısmı taşımacılıkla uğraşmaktadırlar. Batıdaki Hemşinliler'in önemli kısmı, büyük kentlere göç etmişler buralarda, pastacılık ve finncılık yapmaktadırlar.

Hemşinliler XV y.y dan itibaren Müslümanlığın etkisine girmişler, 1700 yıllarında da Müslümanlığı kabul etmişlerdir. Hıristiyan kalanlar, bölgeyi terkedip Trabzon'a yerleşmişlerdir. Daha batıya Samsun'a ve Adapazan'na da gidenler olmuştur. Batıdaki Hemşin grubu doğudaki Hemşin grubuna göre daha güçlü bir kimlik bilincine sahiptir. Bu bilinci sosyal faaliyetler yoluyla (Ankara, İstanbul, İzmir) büyük şehirlere de taşırlar (Andrews, 1992 : 182-183)

"Hemşin halkının bir etnik grup kimliğinin bulunduğundan şüphe yoktur.

Bir toplumun kendini böyle bir isim ile tanımlaması gerçeği dahi bir etnik yapılanmayı ya da durum ahşı belgelemeye yeterlidir. Ancak Hemşinliler'in kendilerini nasıl bir grup olarak algıladıkları kökenlerinin ne olduğu sorusu daha derinlemesine bir incelemeyi gerektirmektedir. "(Ersoy, 1995:141)

Hemşin sözcüğünün etimolojisi, bu grubun kökeninin ne olduğu sorusunun en önemli noktasım oluşturur.

"Meeker 1971: 341 ismin Ermeni etimolojisine sahip olmasına karşılık Batı grubu Hemşin halkının günümüzde konuştukları tek dilin Türkçe olduğunu ve bir Hemşinli tarafindan kelimenin bu dildeki yakın karşılığıyla "hep-şen" (canlı) olmak gibi bir anlama geldiğinin sanıldığını belirtmektedir. Halk dilindeki bu türden açıklamaların gerçeği yansıtmadığı ve güvenilir olmadığı açıktır. Oysa "şen/şin" "hen" sözcüğünün Ermenicede "inşa etmek" ve "köy olmak" gibi iki anlamı bulunmaktadır. (Dashian, 1922:22) Hem/Ham sözcüğüne gelince Bennighaus (1989:479) ismin etimolojisini Hemşin halkının tarihi ve etnik kimlikleri ile özel olarak bağlantılı görürken bu hususta halk dilindeki anlamlandırmalar ve açıklamalardan çok tarihi kaynaklara müracaat ediyor. Buna göre -Hem-sözcüğü doğrudan doğruya tarihi bir şahsiyete göndermedir ve Hemşin halkının şimdiki coğrafyalarına yerleşmelerine liderlik etmiş Ermeni Prensi Hamam ile ilgilidir." (Ersoy, 1995:140-141)

Gerek doğuda gerek batıda yaşayan Hemşinliler kendi geçmişleri hakkındaki bir çok bilgiden haberdar değildirler, Batı Hemşinliler olsun, Doğu Hemşinliler olsun ve gerekse büyük kentlerde yaşayan Hemşinliler olsun kendi kökenlerinin Ermeni olabileceği ihtimalini şiddetle reddetmektedirler. (Ersoy, 1995:142)

'‘Hemşenlılerden müslüman olanlar Hristiyanhk adetlerini muhafaza etmiş olup, bilhassa Varta var Yortusu günü hepsi de kiliseye gider, mum yakarlar ve cedlerinin ruhu için kurban keserler. Halk cümleten Ermenice konuşur. Kurşunlu ve Sürmene’ye gitmiş olan Hemşenlilerden Kurşunhıdakiler Hristiyan kalmışlardır.

Banısı Hamam adlı Ermeni bir prensi olan ve Tambur denilen Hamsen toprağının altından eski zamanlara ait silahlar ve büyük miktarda mum çıkarıldı. Kayalığın üzerinde bulunan ve Zilkale denilen eski bir kalenin içinde insana şaşkınlık veren kemerli binalar ve büyük bir kale vardır. Kalenin alt ucu, tepelerin üzerinde başka Kalelere ve eski bir kilise kalıntdan bulunan Fırtına deresine kadar uzanır” (Bıjışkyan 1969: 63-64).

Hemşinliler, özellikle Rize Çayeli, Pazar ilçe ve köylerinde yaşayan Batı Hemşinliler ortak bir Hemşinlilik bilincine sahip bir toplum olarak karşımıza çıkmaktadırlar (Ersoy, 1995: 143)

II.5. LAZLAR

Lazlar'm Yerleşim Alanları

Lazlar'ın yerleşim alanlarım, Artvin, Bartın, Bolu, Bursa, İstanbul, Kocaeli, Rize Sakarya olarak sayabiliriz.

Lazlar'ın günümüzde en yoğun olarak yaşadıktan alanlar Pazar ile Hopa arasındaki kıyı şerididir. Bu kıyı şeridini Pazar, Ardeşen, Fındıklı, Arhavi ve Hopa ilçeleriyle onlara bağlı köyler kapsar. Adı geçen ilçelerin güneyindeki dağ yamaçlanna Hemşinliler, güneybatı ve batı yönündeki sahil boyunca da Türkleşmiş Lazlar yerleşmişlerdir. Bu bölgenin doğu ve güneydoğu yönünde yaşayan Müslüman Gürcüler arasında da Gürcüleşmiş Lazlar yaşamaktadır.

Geçmişte Lazistan (Lazika) Kralhğı'mn Başkenti olan Trabzon'da bugün aıtık birçok etnik grup yaşamaktadır. Bu etnik grupların önemli bir kısmını Lazlar ve Müslüman Rumlar oluşturuyor.

Anadolu'daki halk Sinop'un doğusunda yaşayan Karadenizlilerim tümüne "Laz" adım verir. Sinoplular Samsunlular'a, Samsunlular Trabzonlular'a, Trabzonlular Rizeliler'e Rizeliler Hopa'da yaşayanlara bu adı vermekte ve kendilerini "Laz Kimliği"nden sıyırmaya çalışmaktadırlar. Oysa Karadeniz'in her tarafında "Lazlar" yaşıyorlar, %70 oranında kendi bölgeleri dışına dağılmış durumdadırlar. (Soysu, 1992-15).

Lazlann anavatanlarının Abhasya’nın kuzeybatı sınırlan olması muhtemeldir. Malasas adlı bir krallan vardı. Lazlar herzaman Bizanslılar’a Persler’den daha yakın olmuşlardır. Lazlar Trabzon’un düşüşünden soma bir süre bağımsızlıklannı korudular. 1580’den soma hızla İslâmlaştılar (Bryer, 1988: 175- 210).

"Laz tiplemesi, ağzı kalabalık, karşısındakine konuşma firsatı vermeyen bir tiplemedir. Laz bu özelliğinden hiç vazgeçmez, vazgeçirilemez ve hep insanlan kendisine güldürür. Ona gülünmesinin gerçek nedeni "Ağzı kalabalık" oluşu mudur? Hayır ancak kukla, karagöz, meddah ve ortaoyununda rolü bellidir "kendini bilmez ve aynı zamanda zayıf durumdadır". Bunun sonucunda da alay konusu olup aşağılanması kaçınılmazdır. Bu görüşü, İslam Ansiklopedisi de paylaşmaktadır "Türk Atasözleri ve Karagöz Oyunları çok kere Lazlar'ı alay mevzusu olarak ele alırlar." (Aksamaz, 1995-132)

DİL

Tüm seyyahlar Lazca’nın Gürcü kökenli bir dil olduğunu savunuyor. (Bryer, 1988: 180).

Lazca dünyanın en eski dillerindendir. Lazca'mn tarihi, antik devre kadar uzanır. Lazlar'ın yoğun olarak yaşadığı bölgelerde "mohti" Batı'da günlük yaşamda anadili Lazca olana "mohti" deniyor. Kent yaşamı Lazlar'a anadillerini kullanmaya olanak tanımıyor. Laz alfabesi 35 harften oluşmaktadır. Türkçe'de olduğu gibi Laz alfabesinde de her sesin bir sembolü vardır. (Soysu, 1992 :18-20)

"Dilbilimciler Lazca ve Mergelce'yi Kolhidu (-Zan) dilinin zaman içinde ikiye ayrılmış ve kendi başlama gelişmiş iki ayn kolu olarak tanımlarlar.

Mergel-Lazca dili Güney Kafkas dil ailesi (-Karivel Dilleri) Mergelce, Lazca, Snavca ve Gürcüceden meydana gelir. Mergelce ve Lazca arasında % 70-80 arasında karşılıklı anlaşma söz konusudur. Kolhido dilinin kelime hâzinesini bir kısmı Lazca'da, bir kısmı da Mergelce'de yaşamaktadır...Gürcistan Mergelleri ve Lazlar Karteli Alfabeyi kullanmaktadırlar." (Aksamaz, 1995:134)

DİN

M.Ö. 3 y.y sonlarına kadar Doğu Karadeniz Bölgesi'nde yaşayan halk puta tapanlardan oluşmakta idi. Lazistan Krallığı M.Ö I y.y.'da kurulmuştur. Kültür ve coğrafi konumu bakımından da Romalılara daha yakındı. Bu nedenle Mandeizmi benimsemiş olan Lazika'da Hıristiyanlık daha etkili oldu. Osmanlılar Lazistam 1461 yılında egemenlikleri altına aldı ve Laz halkına İslamiyeti baskı ile kabul ettirdi (Soysu, 1992: 20-21)

"Hnstiyanhğın Lazlar arasında yayılması 4 y. y içinde olmuştur. Tarihçi Prokopius Bizans Kralı Justiniamn Kudüs yolunda bir Laz mabetini tamir ettirdiğini ve Lazlann komşularına bile papaz gönderdiklerini yazar. Lazlann Müslümanlıkla tanışmaları. Osmanh İmparatorluğu'nun yöreyi etki alanına almasından soma 1461 yılından başlamak üzere olmuştur." (Aksamaz, 1995:134).

IL6. ERMENİLER

Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde ve Ermenistan Cumhuriyeti'nde yaşamakta olan Ermeniler eski bir halktır. Türkiye'de; çoğu İstanbul'da olmak üzere 55 bin dolaylarında Ermeni yaşamaktadır.

Ermenilerin yaşadıktan yerleşim alanlan Ankara, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ, Hatay, İstanbul, Kastamonu, Kayseri, Kahramanmaraş, Mardin, Siirt, Şımak, Sinop, Sivas, Tokat, Yozgat olarak belirlenmiştir. (Soysu, 1992:102)

DİL

Ermenice Hint-Avrupa dil grubunun bir koludur. Ermenice Yunanca'dan, Latince'den özellikle Süryanice'den pekçok sözcük almıştır. Daha sonra Ermenice'ye Arapça, Türkçe ve Fransızca'dan da sözcükler girmiştir. (Sosya. 1992 : 110)

"Ermenice (Hai-Cezu) Hint Avrupa ailesinden Satem grubunun ayrı bir koludur. Dilin Batı lehçeleri konuşulur. Dile özgü Mesapian yazısı kullanıhr. (Andrews, 1992:179)

DİN

Ermeni Apostolik Kilisesi, Vatikan Katolik Kilisesi ve Protestan Kilisesi olmak üzere üç ayrı kiliseye ayrılmıştır. (Andrews, 1992:179)

“XVIII. yüzyıl belgelerini incelediğimiz zaman Ermeniler’in de diğer azınlıklar gibi ülkenin çeşitli yerlerinde daha çok ticaret yaparak yaşadıklarını görmekteyiz. Ermeniler kiliselerinde ayinlerini yerlerine getirirler ve yönetimden memnuniyetlerini dile getirirlerdi. Kiliseleri onarılacağı zaman durum İstanbul’a iletilir, keşif yapılır ve sonunda gerekli onarım yapılırdı. Ermeni cemaati sosyal yaşantısını, (ayin, nikah, boşanma) rahipler vasıtasıyla yerine getirirdi.” (Özkaya, 1984: 150)

GRUP KİMLİĞİ

"Gruba adım veren soy atası Haik'e dayandırılır. 2000 yılı aşkın bir süredir Transkafkasya'da 1000 yıldır da Anadolu'da yaşattıkları kültürleriyle özellikle de dil ve din unsurlarıyla belirlenir. Güçlü komşuları ve istilacılara karşı verdikleri mücadeleler ulusal kimlik bilincinin kuvvetlenmesine yol açtı. Millet sistemi Osmanh İdaresindeki Ermeniler’in oldukça iyi bütünleşmiş bir yapıya sahip olmalarına olanak verdi, onlara büyük bir özerklik kazandırdı. 19 y.y. milliyetçiliğin doğuşu aralarındaki dengeyi bozana kadar Ermeniler devlete verdikleri hizmetler nedeniyle Millet-i Sadika (sadık millet) statüsüne layık görüldüler. Bugünkü konumlarının temelinde resmen tanınmış bir azınlığa sağlanan imtiyazlar yatmaktadır. Bu imtiyazlar Piskoposluğun sürmesi, mal- mülk güvenliği,özel okul açılabilmesi ve Ermenice konuşabilme ve yayın yapma özgürlükleridir. Orta ve Doğu Anadolu'daki eski tarımsal yaşam tarzı hemen hemen tamamen yok olmuş, yerini ise İstanbul'daki varlıklı orta sınıfin büyük çapta batılılaşmış kent yaşamı almıştır. Ermeniler geleneksel kültür değerlerinin yaşatılmasında hiçbir engelle karşılaşmamışlar sıkı bir şekilde entegre olmuş bir ticaret yaşamı sürmüşlerdir. Öte yandan sahip oldukları özel konum nedeniyle Müslüman Türkler tarafindan toplumdaki yabancılar olarak görülmüşlerdir." (Andrevvs, 1992 : 179-180).

II.7. OĞUZLAR

Arsaklı (Part) Devleti

M.Ö. 120-M.S. 16-646.

"Büyük Arsak" İran ve Partlar hükümdarı olup Asur ülkesinde Miniva'da egemenliğini kurarak dünyaya hükmettiği sırada gelebilecek her türlü saldırılara karşı sınırlarını koruyabilmek için Armenya Krallığım kurdu. Kardeşi (Bir rivayette oğlu) Val Arsaki Armenya tahtına hükümdar tayin ederek,silahla saldıracak olan Selevkoslular’a karşı koyma görevini verdi. O da Medzpin (Nusaybin) şehrini merkez edinerek Armenya'da Arşakkuni (Arşakhanedanı) denilen Arsaklı sülalesini kurdu. (Kırzıoğlu, 1953:141-143)

Val-Arsak da hemen ülkesini düzene koyup Satraplıkların başına her bölgenin ileri gelen sülalelerinden birisini tayin etti. Val-Arsak Armenya ortasında Medz-Amor kaynaklarına, Araş kıyısında Armavis tepesine geldi. Burada bir çok gün kalarak düzeni bozuk olan yerlilerle anlaşıp işlerini yoluna koydu. Soma da Khaldi, Lazik, Pont, Frigya, Mayak (Kayseri-Kapadokya) ve başkaca yerlerdeki eşkiyayı uslandırdı. Buraların ahalisini ayaklandıran ve Ansak'in savaşlanndan haberi olmayan Monfilig'in ordusunu bozup dağıttı sonra

da Mayak, Font, Kolklu, Acaralı eyaletlerinin sınırlarını belirtti. Dayk (Taok) ta Barkhar (Çoruh'la Yusufeli Artvin arasında Barkal dağı) eteğine varıp oralan da düzene koydu. Sıcak iklimli Gol (veya "Golp" Çoruh boyunda üzüm bağlarıyla meşhur bir dere) bölgesindeki bir beye buraların idaresini verdi. Kuzey Ovalan'nda Büyük Kafkas sıradağlarında yabancı ve vahşi kabilileri de eğemenliği altına aldı. (Kırzıoğlu, 1953: 141-143

Kuzeyden dönüşünde yine Medz-Amor kıyısına gelip ordugah kurdu. Ülkenin ortalarına da düzen verdikten sonra Medzpin'e vardı.Sonradan Büyük Kür ırmağı boyundaki Ağuvank (Albanlar) ülkemizde Sısak soyundan Aranı hakim kıldı. İber, Mog (Bohtan suyu boyu) Garuvaçı (Küriler), Slak (Muş-Ahlat) bölgelerine de birer satıp tayin etti.

DİN

Bütün bu düzen ve hazırlıklardan sonra Val Arsak Armavir'de bir tapınak yaptırarak içerisine Güneş'in Ay'ın ve Atalarının tasvirlerini koydu.(Kırzıoğlu, 1953:141-143)

Takatır ve Süvari başbuğu olan Müsevi Şampa Pakarad'a bu putlara tapmasını önerdi. O da kendi dinine bağlı kalarak bunu reddetti. Ülkenin böylece bütün kurumlanm kurup ihtişamlı düzenini yaptıktan ve 22 yıllık saltanattan sonra Val-Arsak'ın yerine oğlu Arsak tahta geçti. (Kırzıoğlu, 1953:141-143)

Bundan sonrasına ait Ermeni kaynaklarındaki rivayete göre M. S 127-114 arasında Arsaklı (Arşakuni) 1. Arsak'ın hükümetinden sonra I Ardaşes (114-89) ve bunun oğlu Büyük-Tıgran (89-55) hüküm sürmüş nihayet M.S 428 yılına kadar hep Val-Arsak'ın soyundan gelen krallar Armenya'da hüküm sürmüştür." (Kırzıoğlu, 1953: 141 -143)

BÖLÜM

ARAŞTIRMA BÖLGESİ İLE İLGİLİ

GENEL BİLGİLER

.L- BÖLGENİN COĞRAFİ YAPISI

.2. - GENEL OLARAK TARİHÇESİ

IH.3. - SOSYO EKONOMİK YAPISI

BÖLGENİN COĞRAFİ YAPISI .    o    o

Rize Hi Karadeniz sahil şeridinin doğusunda yer almaktadır. 40 22’ ve 41 0    0

20’ doğu boylamları ile 40 30' ve 41 20’ kuzey enlemleri arasında bir coğrafi konuma sahiptir. Rize'nin toplam yüzölçümü 3920 km • Doğusunda Artvin, batısında Trabzon, güneyinde Erzurum ve kuzey yönünde de Karadeniz bulunur.(Rize İl Yıllığı, 1973:7)

JEOLOJİK BİLGİLER

İlin birçok yerinde linyit yataklarına rastlanması genç dağların varlığı, toprak yapısının granit, porfir, bazalt ve antrasit kayalarının birleşmesinden meydana gelmesi arazinin üçüncü zamanda oluştuğunu göstermektedir.

Genel toprak haritasına göre Rize'de iki toprak sımfina rastlamr, sahil bölgesi topraklan dağlık arazi olup birkaç santim kalınlıktaki toprak örtüsüne haiz patzolik kırmızı renkli topraklan ihtiva eder. İç bölgelerde kahverengi orman ve patzolik toprak zonlanna rastlamr. M.T.A. tarafindan yapılan araştınnada Porselen Fayans Sanayi için en uygun Kaolenin Rize'de olduğu anlaşılmıştır. İlin belli yerlerinde manganez ocaklan mevcuttur.

Yine ilin birçok kesiminde çeşitli maden sulanna ve ılıcalara rastlamak mümkündür. Bunlardan Çamhhemşin Hıcası, Başhemşin Yaylası ve Ay der kaplıcalan sayılabilir. (Rize İl Yıllığı, 1973:7)

YERYÜZÜ ŞEKİLLERİ

DAĞLAR

Rize'nin güneyi batı-doğu doğrultusunda bir kavis çizen ve yükseklikleri

2000 metreyi aşan dağlarla çevrilidir. Bu dağlarla deniz arasındaki saha yüksek bir yayla gibidir. Bu dağ silsileleri içinde 3937 metre yüksekliğe sahip olan Kaçkar dağı ve yine yükseklikçe 2000 metreyi aşan birçok tepeler bulunur. (Rize İl Yıllığı, 1973:7)

OVALAR

Deniz seviyesinde olan bazı düzlükler dikkate alınmazsa ova diye vasıflandırabileceğimiz düzlükler yoktur. (Rize İl Yıllığı, 1973:7)

PLATOLAR

Plato adı altında belirli bir yeryüzü şeklini Rize ve çevresinde görmek zor gibidir. Dağların arasına sıkışmış küçük düzlüklerin dışında sözü edilecek önemli bir plato yoktur. (Rize İl Yıllığı, 1973:7)

TEPECİKLER

Deniz seviyesi den itibaren 1500 m. yükseklikte olan yaylalar ve tepeler oldukça fazladır. Rize'nin yaşayışı üzerinde önemli ölçüde rolü olan yaylalardan kısaca bahsetmek yerinde olacaktır. En önemli yaylalar; Varda, Gülyayla, Ambarlı, Kito, Camlıhemşin, Ayder, Başhemşin, Kavran yaylalarıdır. (Rize İl Yıllığı, 1973:7)

AKARSULAR

Arazinin meyilli olması sebebiyle boylan kısa, akışlan kıvnmlı, rejimleri düzensiz bir çok dereler- mevcuttur. Bunlar arasında en önemlileri şöyle sıralanabilir: İkizdere, Kalkandere, îyidere, Engindere, Hemşin, Zuğa, Ahu, Salarha ve Sanoz dereleridir. (Rize İl Yıllığı, 1973:9)

GÖLLER / BARAJLAR

Rize ili dahilinde genellikle dağlar arasında ve düzlükler üzerine serpişmiş bir çok irili ufaklı göl mevcuttur. Aslında turistik değeri büyük olan bu göllerden ulaşım yetersizliği sebebiyle yeterince faydalamlmamaktadir.il hudutları dahilinde baraj yoktur. (Rize İl Yıllığı, 1973:9)

İKLİM

Karadeniz kıyılarında doğuya doğru gidildikçe yaz kuraklığı hafifler. Rize'de her mevsim yağışlı iklim hakim sürer. Kafkas dağlarının kuzey kısnunı kapamasıyla Sibirya soğuklarından kurtulan Rize'de subtropik iklimin hüküm sürdüğü görülür. Rize'de senelik ısı ortalaması 14.5 derecedir. Günlük ısı en soğuk aylarda, bilhassa Aralık-Mart aylarında bile 6.5 derecenin altına düşmez. Toprak derinliklerine işleyecek derecede fazla don olayına rastlanmaz. Sıcaklık üzerinde denizin etkisi büyüktür. Yaz aylan çok sıcak geçmez. En sıcak ay Ağustos ayındaki ısı ortalaması 22.6 derece civanndadır. Rize Türkiye'nin en çok yağış alan bölgesidir. Yıllık yağış tutan 200-250 cm3, bulur. Son senelerde yağış miktannda bir azalma görülmektedir. Yağışlı günler sayısı (30 yıllık ortalama) 170.5, karla örtülü günler sayısı 16.7, sisli günler sayısı 9.6 dır. Hava nemi en düşük %10 dur. Bu oran kış aylannda %97 ye çıkabilir. Kışın bölgeye hakim rüzgarlar şunlardır: Yıldız, Poyraz ve Karayel (Rize il Yıllığı 1973:10).

GENEL OLARAK TARİHÇESİ

Rize ismi nereden gelir sorusuna yamt verdikten sonra, Rize tarihçesine değinmek yerinde olacaktır.

Rize ismi Rhisos'tan gelir. Yunanca bir kelime olup -pirinç- anlamına gelmektedir. Rize'nin doğusundaki bir dereye ad olarak verilmiştir.

Rize yine Rumca bir kelimedir ve Rumca da Rıza şeklinde yer alır, dağ eteği anlamına gelmektedir.

Osmanlıca bir sözlükte, dökülmüş, akmış, kırıntı anlamına da geldiği yazılıdır.

Bu üç açıklamanın en kuvvetlisi Rize'nin dağ eteğinden geldiği şeklidir ki coğrafi durumu da bunu destekler yöndedir.

Rize'nin tarih öncesi devri hakkında kesin bir bilgimiz yoktur. Aslında arkeologların büyük kısmı Doğu Karadeniz Bölgesi'nde Taş devrine ait kültürün bulunmadığı kamsındadırlar. Bu konuda resmi bir araştırma yapılmamıştır. Tarihi dönemlerde Rize ve çevresi hakkında kuvvetli ve sağlam bilgiler bulmak çok güçtür. Rize'yi ancak komşu illerin ve bölgelerin tarihleri ile birlikte anlatmaya çalışabiliriz.

M.Ö. 2000-3000 yıllan arasında Doğu Anadolu'da en belirli yeri işgal eden Hurriler'in Doğu Karadeniz Bölgesi'ne inmeleri dolayısıyla Rize'de yerleşmiş ohnalan, onlardan sonra bu kavmi oluşturan Hititler'in, özellikle Şuppiluliuma (M.Ö 1346-1400) devrinde aym bölgelere geldikleri ispat edilmiştir. (Rize İl Yıllığı, 1973:1-2)

M.Ö. 670 senesine doğru Müslümanlar Marmara ve Karadeniz kıyılannda Plintus'un tarihine göre 90 kadar şehir kurmuşlardır. Bu arada Rize'nin de kolonize edilmiş olma ihtimali kuvvetlidir. (Ancı, 1993:25)

Rize çevresi M.Ö 550 senesinde İran'da kurulmuş olan Pers Devi eti'nin egemenliğine girmiştir. Bu egemenlik Pers kralı Di. Bartus'un büyük İskender'e yenilmesine kadar devam etmiştir. Daha sonra Anadolu'da Büyük İskender İmparatorluğunun devamı niteliğini taşıyan ve Pontus Kappadokida, bithyuis, Ermenistan adlarım alan krallıklar dışında bunlara bağlı olmayan bir takım serbest şehirler vardı ki bunlar arasında Trabzon (Trapezos) sınırlarına Rize çevresinin de dahil olduğu Prof. Arif Müfit Mansel'in Ege ve Yunan Tarihi isimli eserindeki haritada görülür. (Rize İl Yıllığı, 1973: 2, Ancı, 1993:27)

Büyük Selçuklular'm Yükselme Devri'nde (1072-1092) tüm Anadolu ile birlikte Rize'de Melikşah'ın egemenliğine girmiştir. Melikşah'ın emirlerinden olanEbu Yakup ile Emir İsa Bari adındaki kumandanların yaptıkları savaşlar sonundal081 yılında Rize Oğuz Türkler'inin eline geçmiştir.Büyük Selçuklular'm 1137'de Sultan Samir'in ölümü ile parçalanması sonucunda Doğu Karadeniz'deki Türk hakimiyeti sönmeye başlamış, Anadolu Selçukluları devrinde bu bölgeler Bizans hakimiyetine girmiştir. Dördüncü Haçlı Seferinde (1024) Frenkler'in İstanbul'u işgalleri üzerine İstanbul'dan kaçan Komenler soyu biri İznik, diğeri Trabzon'da olmak üzere birer imparatorluk kurmuş, Rize ili de bu İkincisine bağlanmıştır. Fatih Sultan Mehmet 1461 senesinde Trabzon'u zaptetmiş ve 1470 yılında da Ali Paşa adında bir kumandam göndererek Rize ve çevresini Türk egemenliğine almıştır. Yavuz Sultan Selim'in Sancak Beyliği sırasında annesi Gülbahar Sultan Rize'ye gelmiş ve bir cami yaptırmıştır. Birinci Cihan Harbi'nde 21 Şubat 1916 tarihinde Rize Ruslar'ın işgaline uğramış 2 Mart 1918'de kurtarılarak bağımsızlığa kavuşturulmuştur. (Rizeli Yıllığı, 1973:1-3)

Rize ilinin onbir tane ilçesi vardır. Bunlar sırasıyla Ardeşen Çamlıhemşin, Çayeli, Derepazan, Fındıklı, Güneysu, Hemşin, İkizdere, İyidere, Kalkandere ve Pazar. (Rize İl Yıllığı, 1973:3)

PAZAR İLÇESİ

Pazar M.Ö. 64 yılında Ponpeius tarafindan Grekçe bir sözcük olan "Athena ’ adıyla kurulmuştur. “Athena” Latince’de akıl, güzellik ve hikmet anlamına gelmektedir.

Roma Konsülü Poupeius tarafindan kurulan Athena uzun bir süre Roma’ya bağlı kalmıştır. Pazar (Athena) dağlan geçit vermeyen bir özelliğe sahip olduğundan zamanın istilacı! anndan kaçan Grekler, Gürcüler, Mergeller ve Ermeniler’in de sığınak yeri olmuştur.

Pazar Osmanlı döneminde uzun bir süre tımar olarak yönetilmiştir. Batum Rusya’ya bırakılmadan önce ona bağlı bir ilçe olarak kalmış 1864 yılında da tamamen ilçe durumuna getirilmiştir. (Solak, b.t.y: 13)

Karadeniz kıyısında Çayeli, Ardaşen ve Çamlıhemşin ilçeleri ile bunlara bağlı köylerle sınırlıdır. Eski adı Atina'dır. 1928 yılında Pazar adı verilmiştir. Batum Rusya'ya bırakılmadan evvel Batum iline bağlı bir ilçe idi. 1964 yılında ilçe haline getirildiği Ahvali Umumiye raporlarının ve Trabzon Salnameleri'nin tetkikinden anlaşılmaktadır.

Hopa-İstanbul devlet yolu üzerinde olan Pazar, Rize'ye 40 km uzaklıktadır. (Rize İl Yıllığı, 1973:53)

Pazar’da nemli iklim hüküm sürer. Bu iklimin başlıca özellikleri, yazlan serin, kışlan ılık olmasıdır. Sıcaklık fazla olmayıp; en sıcak ay ortalama 22,4° en soğuk ay ortalaması 7° dir. Hemen hemen her mevsim yağışlıdır. Yazlann serin geçmesine rağmen, yağışlann fazla olmasından dolayı rutubet olayı fazladır. Kuzeyinde Kaçkar Dağlan bulunur. (Solak, b.t.y: 15)

“ATİNA, altı mil uzakta olup, ufak bir limam olan meskûn bir yerdir. Burada mevcut eski bir bakır kapı bakiyesi, vaktiyle yere ismini veren ilahe Alenas tapınağının burada olmasına göre, putperestlik devrine ait olmalıdır. Argonotlar buraya geldikleri vakit, kasabaya Atina Şehrinin adım vermek istememiş ve Atuna veya Adienos olarak adlandırmışlardır. Buradaki halk mahir satıcılar olup esir ticareti ile meşgul Lazlardır. Yer yer Hristiyanlık devrine ait kalıntılar da vardır.” (Bıjışkyan, 1969: 63)

SOSYO EKONOMİK YAPISI

Hızla artmakta olan ticari hayatı ve bu sektörde çalışan işçi sayısı itibariyle Rize ili yurdumuzun en hareketli illerinden biridir. Tanmsal ve hayvansal maddelerle yerli dokumalar iç ticarette çok ağırlıklı olarak yer almaktadır. Uzun süre ekonomik olanaksızlıklar içinde bulunan Rize ili ve halkı daha sonra kişi başına düşen gayri safi milli hasıla itibarıyla vasatın da üstünde bir düzeye ulaşmış, ilin ticari hayatında önemli aşamalar meydana gelmiştir.Bir çeşit sanayi bitkisi olan çayın, ilde yaygın bir ziraat kolu haline gelmesi Rize ilinde başlı başına bir çay sanayinin doğmasına neden olmuştur. Küçük el sanatları birleştirilememiş, bunlardan hiçbiri belirli bir sanayi kuruluşu haline gelememiştir.

Rize ilinde çok çeşitli meyve ve sebze yetiştirilmekte, fakat tarım tekniğinin gerektirdiği şekilde bağcılık yapılamamaktadır. Tanma elverişli arazinin çok kıt oluşu ayrıca iklim faktörünün zaman zaman meyvelerin olgunlaşmasına mani oluşu öbür yandan, meyvenin pazarlama ve değerlendirilme olanaklarının da az oluşu bağcılığa rağbetin fazla olmamasına neden olmuştur.

Rize ili coğrafi yapısı, arazinin engebeli oluşu tamamen ağaçlarla kaplı bulunması mera alanlarının yetersiz olması hayvancılığın gelişmesine engel olan başlıca faktörlerdir. Her aile 8-10 inek beslemekte, yaz aylarında yüksek y aylalara gidilerek meralarda hayvanlar otlatılmakta, kışın ise bunların bir kısmı kesime sevk edilmektedirler.

Bölgenin kara sularında bol balık mevcuttur. Balık avcılığı halen taka ve sandallarla ağ atmakla veya olta ile yapılmaktadır.

Bölgenin daha ziyade iç kısımlarında arıcılık yapılmaktadır. Sahil bölgesi iklimi çok nemli olduğu için ancılar kovanlanm iç kısımlara götürmektedirler.

Rize ormanlan bölgeye özgü ladin, köknar, kayın ağaç türlerinden meydana gelmiştir. Genel olarak kızılağaç, gürgen, findik, kestane türleri mevcuttur. Aynca halkın Komar dediği orman gülü orman içi ve dışı boş sahalarda alt tabakayı kaplamaktadır. (Rize Î1 Yıllığı 1973:129-135).

ÜM

RİZE İLİ PAZAR İLÇESİNE BAĞLI HEMŞİN KÖYLERİ

IV.LHEMŞİNLİLER’İN TARİHÇESİ

IV.2.HEMŞİNLİLERİN YAŞADIĞI YERLEŞİM BİRİMLERİ

IV.3.HEMŞİNLİLER’İN BÖLGEDEKİ DİĞER ETNİK

GRUPLARLA İLİŞKİLERİ

IV.4.HEMŞİN GÖÇLERİ VE NEDENLERİ

IV.5.KÖY ŞEHİR İLİŞKİLERİ

IV.l. HEMŞİNLİLER’İN TARİHÇESİ

“Karadeniz’in kuzey bölgesinin asırlarca Türk ülkesi olduğu hakkındaki bilgilerimizi kısaca hatırlayalım. M. Ö. 2000’den günümüze kadar diyebileceğimiz süre içinde bölgede değişik Türk boylarının kurmuş olduğu devletler hakim olmuşlardır.” (Çandarlıoğlu, 1968: 9)

Hemşinliler’in anlattıklarına göre uluatalan Erzurum Kars bölgesinden bütün hayvanlan ve oymağı ile Atina (Pazar) dağlık köylerine gelip yerleşen Ham/Hem ve Şem/Şin adlı iki kardeş imiş. Bunlar Hristiyan imişler. Çoruh ile Karadeniz arasındaki Kaçkar dağlanmn (en yüksek tepesi 3837 m) denize yakın bölgelerinde ve dere kenarlanna yerleşen bu iki kardeş Ham/Hem ile Şem/Şin'in zamanla soyu sopu çoğalıp artıyor, dört kola aynhyorlar. Ekinci ve bağcı olan 1- Pazar (Atina Hemşinliği) 2- Vice Hemşinliği 3- Abu Hemşinliği (Bunlar çok erkenden İslam olmuşlardır 4- Çoğu göçebe ve yaylacı olan Hopa Hemşinliği (Bunlar daha sonra İslamlığı kabul etmişlerdir).

Hemşinliler’in kökenini anlatan ikinci efsanede şöyle deniyor: Uzak Uluatalanmız Ham/Hem ile Şem/Şin adlı iki kardeş Kars'ın doğusundaki eski Anı vilayeti bölgesinden şimdiki Hemşinlik'e gidip yerleşmişlerdir. O zaman Hristiyan dininde imişler. Çoğalmışlar ve sonradan buralara İslamlık yayılınca, Hemşinliler de İslamiyet'i kabul etmişlerdir.

Hemşinliler’in ataları iri gövdeleri, dev yapılan ve güçleri ile ün salan, Horasan'dan Arsaklılarla birlikte 2200 yıl önce Amedan (Hemedan) bölgesine gelip yüzlerce yıl bu başkent bölgesinde kalan, sonra da Doğu Anadolu'ya göçen ulu-ilbeğleri soyundan "Amad - Uni" (Amad/Hamedan-Hanedanı) uruğundandır. Amaduni Uruğu'nun Kars doğusunda Arpaçay ile Gökçegöl arasında Arakaz (Elegez) dağı çevresindeki yaylalarda, şimdiki Revan/Erivan kuzeyindeki Abaran kesiminde yaşayan kolu, 604'de başlayan son Sasanlı-İran İşgali üzerine

Bizanslılar elindeki Çoruk boyuna ve oradan da 620 yıllarına doğru şimdiki Karadeniz dolaylarında Hemşenlik bölgesine gelmişlerdir. Amad-Unili İlbeği "Hamam Beğ" Çoruk bölgesinden kuzey batıya geçip yakılıp yıkılarak bozulan Dampur/Tambur kasabasını yeniden şenlendirdiğinden burası "Hamam-a-şen/ Hamam Şen" (-Hamam âbad/ Hamam'ın şenlendirdiği) diye anılıyor. Şimdiki "Hem-Şen/Hem-Şin" boy ve bölge adı da bundan bozma ve kısalma olarak kalıyor.

Bu bilgileri biz İslamlıktan önce yazılan iki kaynak ile 788 yılında biten bir kronolojiden öğreniyoruz. Bunları kısaca aktarıyoruz:

a-Beşinci yüzyıldan kalma "Kolten"(Orta Aras'taki Cuifa) bölgesi destanlarına ve milli Saka-Arsaklı ananelerine göre yazılan Muş bölgesinde yetişmiş Khorenli 'nin tarihinde Amad-Uniler için anlatılanları Kars tarihine de aktarılmıştır. Khorenli diyor ki: " Bunlar Arikler (Horasan) ülkesinde derece derece rütbelere yükselmiş olup, ilk Part Arsaklı Ham Arsak (MS. 256-254) tarafindan Ahmedan (Amed-an-Hemedan) bölgesine sevkedi finişlerdir. Memleketimize (Doğu Anadolu'ya) göçlerinin sebebini bilmiyorum. Bunların Hemedan çevresine "Doğu Arikleri (Horasan-Batı Türkistan) ülkesinden geldikleri söyleniyor.Bunlar Musa dininden olan "Manue" (Aman) adlı birisinden türemişlerdir. Bunun Samson adlı oğlu dev yapılı ve pehlivan boylu idi. Şimdi (V. yy.) Ama-Uni soyundan gelen adamlarda da aym şey dikkati çeker ki bunlar dahi kaba kalın sağlam san ve her hususta mert kişilerdir."

Küçük Arsaklılardan MS. 85-126 yıllan arasında Kars doğusunda ve Araş boyunda Ağndağ kuzeyindeki başkent Armavir Sürmeli şehrinde oturan Sanadruk Han oğlu n Ardaşes tarafindan bunlara köyler ve malikaneler verilerek şereflendirilmiş (iyi yerlere yerleştirilip tımar verilmiş) ve yabancı oldukları (Ahmet Hamedan Amad'dan geldikleri) için Amad Uni adıyla anılmışlardır.

Böyle iken bir takım İranlılar onlara yine de ( ünlü ataları Manue'ye göre CA) MANUYAN demektedirler.

Fransız Akedemisi üyelerinden Rene Grousset'nin 1947 de Paris'te basılan "Historie de PArmenie" adlı kitabında (s.293) belirtildiği gibi Arsaklı Hanlan'nın yakını olan Amed-Uniler'in malikaneleri Elegez-Eteği ve başşehirleri buradaki Osakan kasabası idi, yaylakları ile ünlü olan Anı doğusundaki bu Elegez(haritalardaki Alagöz 4094m) dağı çevresinden 804'de 14 yıllık Bizans hakimiyeti uzaklaşıp, son Sasani İran işgali yeniden başlarken Amadunilerde kendi ve boylan ile Çoruk boyundaki balkanlık yerlere göçtüler. Sasanh n. Khusrev Perviz'in Kayser Herakliyius'u bunalttığı ve Kadı-köyü'ne vanncaya kadar Anadolu ile Suriye ve Kudus'ü işgali ve yağması sırasında 620 yıllanna doğru Hamam Bağ idaresindeki

Anadolulular Çoruk soluna geçerek Kaçkar dağlannın Karadeniz bakanndaki eteklerine yerleştiler.

b)Bu haberleri bu çağda yaşayan Muş Ahlat bölgesinden yetişme Manikon'lu Ohan'ın "Daron (Muş-Ahlat-Bitlis bölgesi) Tarihi" nden öğreniyoruz. Manikon'lu (V Langlois tercümesi 1381 son bölümü) diyor ki; (Bizans Kayseri) Harekliyus (623' te gemi ile Trabzon'a çıkıp asker toplayarak) İran Şahı Khusrev üzerine gelmeden (820 yıllannda) Çoruk bölgesinde Başbuğ olan Taşıyan Beğ'in kardeşinin oğlu Hamam Beğ ordusuyla Çoruk ırmağım aştı ve Dampur/Tambur denilen şehri bozulmuş yıkılmış olarak geri aldı, burasım şenlendirerek canlandırdı. Bu yüzden buraya "Hamam-Kalak (Hamam Şehri) denildiği gibi yeniden yaptıranın adıyla "Hamam-a şen" (Hamam -Abad/Hamam Şenliği)de denildi.

c) 661-788 yıllan vakalannı yazan Ermeni Rahibi Gevond/Leonce (Şahnazaryanın Fransızca tercümesi s. 162) tarihinde yukardaki haberler tekrar ediliyor. Gevond diyor ki "Amat-Uni/amed-Uni soyundan Hamam Beğ kendi boy ve takımıyla yerleşip şenlendirdiği eski "Dampur/Tambur" bölgesine kendi adını verdiğinden burası "Haman Şen " diye anıldı.

1950'de Ankara'da Hemşenli gençlerin çıkardığı "Hemşin" dergimizdeki yazıda belirtildiği gibi İslamlığın yayılmasından az önce Karadeniz bölgesinde Eski - Oğuzlar'dan Amad-Uni uruğundan Hamam Bağ'ın adıyla anılan "Haman - Şen/Hem-Şen" bölge ve boy adı, Anadolu'daki en eski Oğuzca addır, Türkçe'dir. Dilimizdeki Şen sözünün 1340 yıl önceleri de Hemşinlilerin atalarınca kullanıldığını gösterir.

Kars Tarihinde (1.101) de belirtildiği gibi Hemşinliler’in uluatalan "Amad Uni/Manu Van/Aman uvan" il beğleri Dede Korkut Oğuznameleri gibi en büyük ve eski milli destanlarımızda "Kayan-Urun (Usun)" adlı Türk uruğundan gelme ve "Ademiler evranı" (İnsanoğlu Ejderhası) diye çok güçlü ve dev yapılı olarak anılmaktadırlar. (Kırzıoğlu 1974:76-79)

IV.2.HEMŞİNLİLERİN YAŞADIKLARI YERLEŞİM BİRİMLERİ

Hemşinliler’in Yerleşim Alanları;

Ermenice Konuşanlar

Artvin: Borçka (Merkez Muratlı) Hopa (Merkez Kemal Paşa)

Bolu: Akçakoca (Merkez), Düzce (Merkez Gümüşova)

Sakarya: Karasu (Kocaali, Ortaköy)

Türkçe Konuşanlar

Bolu: Düzce (Gümüşova)

Rize: Ardeşen (Merkez),

Ç amlıhemşin(Merkez), Çay eli (Merkez)

Fındıklı (Merkez),

Pazar ((Merkez) Hemşin Merkez ve bu ilçelere bağlı dağ köyleri Sakarya: Karasu (Merkez Kocaali, Ortaköy)


(Soysu, 1992:123)

Hemşinliler iki ayn gruptan oluşurlar:

Batıdaki grup (Türkçe konuşan) Baş Hemşin, Rize ilinde Büyükdere Ortaköy; Fırtına, Piskale ve Abivice ırmakları boyunca uzanan köylerde yaşar. Vadi içindeki sıkışık düzendeki bu yerleşim bölgeleri Pontus Dağlarına kadar uzanır.

Doğudaki Grup (Ermenice konuşur) Artvin ilinde Hopa ve Kemalpaşa içinden geçen Akarsu düzeni üzerinde yaşamaktadırlar. Doğuda Çoruh nehri doğal bir sımr teşkil eder. (Andrevvs, 1992:181-182)

PAZAR İLÇESİ GENEL NÜFUS DAĞILIMINA GÖRE

HEMŞİNLİLER’İN NÜFUSU

21 Ekim 1990 Genel Nüfus Sayımına göre;


Erkek Toplam

166.481

16.967

Kadın Toplam

182.295

20.274

Pazar’a bağlı toplam 45 köy bulunmaktadır.


Toplam

Erkek

Kadın

Akbucak

491

182

309

Akmescit

534

246

288

Aktaş

650

289

361

Aktepe

327

160

217

/M çili

755

361

394

Balıkçılar

541

227

314

Başkoy

641

252

389

Boğazlı

1013

650

563

Bucak

381

160

221

Dağdibi

233

111

122

Darılı

333

152

181

Derebaşı

1131

526

605

Derinsu

423

188

235

Demek

971

454

517

Elmalık

674

288

386

Gümüşköy

531

208

323

Gürgöze

276

131

145

Hamidiye

1054

511

553

Handağı

463

199

264

Hasköy

223

182

121

Hisarlı

305

128

177

Irmak

1484

654

830

Kaygantaş

47

13

34

Kaşıkköprü

983

460

523

Kocaköprü

882

400

482

Kuzeysu

547

242

305

Merdivenli

351

145

206




Toplam

Erkek

Kadın

Ocak

584

263

321

Ortayol

244

87

157

Örnek

479

210

269

Papatya

488

216

272

Sessizdere

794

354

440

Sivri kule

468

176

292

Sivritepe

322

134

188

Subaşı

1134

522

612

Suçatı

971

433

538

Şahitlik

640

285

355

Şendere

460

211

255

Şentepe

106

40

66

Tektas

439

201

238

Tütüncüler

1028

440

568

Uğrak

175

68

107

Yavuz

419

186

233

Yemişli

669

304

385

Yücehisar

458

205

253

Genel Toplam

ı 26.173

11.574

14.599



Pazar İlçesi genel nüfus sayımına göre Hemşinliler’in yeri:

Hemşin köyleri

Toplam

Erkek

Kadın

Akbucak

491

182

309

Balıkçı

541

227

314

Bucak

381

160

221

Başköy

641

252

389

Darılı

333

152

181

Derinsu

423

188

235

Güney

531

208

323

Hisarlı

305

128

177

Kaygantaş

47

13

34

Örnek

479

210

269

Subaşı

1134

522

612

Ortayol

244

87

157

Uğrak

175

68

107

Şahitlik

640

285

355

Şentepe

106

40

66

Yücehisar

458

205

253

Suçatı

971

433

538

Genel Toplam

7.900

3360

4540

Rize İli Pazar İlçesine bağlı Hemşin Köyleri’nin:

Toplam nüfusu: Erkek Nüfus

7900    3360 olarak saptanmıştır.


21 Ekim 1990 Genel Nüfus sayımına göre:

Akbucak

Köy Nüfusu

491

Erkek Nüfusu

182

Kadın Nüfusu

309

Ortayol

Köy Nüfusu

Erkek Nüfusu

Kadın Nüfusu


244

87

157

Uğrak

Köy Nüfusu

Erkek Nüfusu

Kadın Nüfusu


175

68

107



Köy Adı

Akbucak

Kış Nüfusu    Hane Sayısı

175 kişi    39 Hane

Uğrak

Ortayol

18 kişi    8 Hane

150 kişi    37 Hane


IV.3.HEMŞİNLİLER'İN BÖLGEDEKİ DİĞER ETNİK GRUPLARLA İLİŞKİLERİ

Araştırma alanını kapsayan Rize/Pazar/Akbucak, Ortay ol ve Uğrak Köyleri’ndeki Hemşinliler'e komşu olarak en yakın etnik grup Lazlar'dır. Lazlar daha çok denize yakın köylerde yaşarlar. Hemşin köyleri ise dağ yamaçlarında kurulmuştur. Pazar'da yaşayan Hemşinliler ile Lazlar nüfus olarak karşılaştırıldığında; Hemşinliler'in yörede azınlık durumunda oldukları görülür. Böyle olmasına karşın Hemşinliler kendilerini Lazlar'dan daha üstün ve güçlü görürler.

Yöredeki Lazlar'la Hemşinliler, aynı coğrafi bölgede, uzun yıllar birlikte yaşıyor olmalarına karşın birbirlerine kapah kalmışlardır. Kendi içlerinde kültürel yapılarını birbirlerinden etkilenmeden korumayı nisbeten başarmışlardır. Aynı yörede kültürel özellikleriyle kendilerine özgü etnik görüntülerini yaşatmışlardır.

Araştırma yöresinde kaynak kişi derlemeleri;

" Bizim en yakın komşumuz Lazlar. İstemeyiz ama nadir de olsa aramızda kız alış verişi oluyor. Onlar bizim gibi değil çok asabi dik insanlar onların ayn bir dili var, onlar Ermeniler'den kalma." (K.K: M.Ş.)

"Lazlar'la ilişki yok, kız alıp veririz ama Lazlan sevmeyiz, herşeyleri bizden farklı ters ve kavgacı insanlar, onlar yalan yere iş çıkanrlar." (K.K : R.B.)

"Lazlar kan davası güder. Hemşinliler kan gütmezler, Lazlar bir dikme üstüne kan çıkarırlar. Kız kaçırma olayı da Lazlıkta çok olur." (K.K : H. K.)

gidişatlan da bizim gibi değil. Lazlar eskiden çok adam vururlardı, yayla yollarında yüklerimizi alırlardı." (K.K: S.K.)

"Bizden başka burda Lazlar yaşıyor Lazlan iyi kabul edemem, Hemşin inşam güler yüzlü görünüşünden belli olur. Lazlarla mecliste oturup muhabbet edilmez hemen hadise çıkarmaya hazırdırlar." (K.K.N.D)

"Burda bize en yakın Lazlar var ama biz onlarla komşuluk etmeyiz. Onların giyim kuşamları değişik dilleri değişik, Lazlar bir kızın başörtüsünü başından alınca o kız onun olur." (K.K:M.P.).

Kaynak kişi derlemelerinde de görüldüğü gibi araştırma bölgesinde Hemşinliler'in dışında tek etnik grup Lazlar'dır. Aynı coğrafyada uzun yıllar birlikte yaşayan Hemşinliler ve Lazlar aym doğa şartlanmn gerektirdiği benzer yaşam tarzlarının dışında kültürel yapılarıyla tamamen farklı bir görünüm şergil emektedi rl er.

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de birbirlerinden kız alıp kız veren Hemşinliler ve Lazlar evlilik yoluyla kurulan sanal akrabalığın ve evlilik yoluyla oluşan kültür alışverişin dışında, günlük yaşamsal faaliyetlerde herhangi bir etkileşime girmemektedirler.

AKBUCAK Köy Sınırları

YÖN

KÖY ADI

ETNİK KİMLİK

KUZEY

Ortayol

Hemşin

DOĞU

Muratköy

Laz

GÜNEY



BATI

Yaltkaya

Laz

GÜNEYDOĞU

Boğaziçi

Hemşin

GÜNEYBATI

Akyamaç

Hemşin-Laz

KUZEYDOĞU

Dikkaya

Laz

KUZEYBATI

Uğrak

Hemşin


UĞRAK Köy Sınırları

YÖN

KÖY ADI

ETNİK KİMLİK

KUZEY

Bucak

Hemşin

DOĞU

Dikkaya

Laz

GÜNEY

Yaltkaya

Laz

BATI

Başköy

Hemşin

GÜNEYDOĞU

Akbucak

Hemşin

GÜNEYBATI

Levent-Mutlu

Hemşin

KUZEYDOĞU

Ortayol

Hemşin

KUZEYBATI

Şentepe

Hemşin


ORTAYOL Köy Sınırları

YÖN

KÖY ADI

ETNİK KİMLİK

KUZEY

Yenihisar

Hemşin

DOĞU

Dikkaya

Laz

GÜNEY



BATI

Uğrak

Hemşin

GÜNEYDOĞU

Akbucak

Hemşin

GÜNEYBATI

Yaltkaya

Laz

KUZEYDOĞU

Kayganlaş

Hemşin

KUZEYBATI

Şentepe

Hemşin

IV.4. HEMŞİN GÖÇLERİ VE NEDENLERİ

Araştırma alanını kapsayan Akbucak, Ortayol ve Uğrak köylerinde yaşam şartlan oldukça zordur. Yörede eskiden sadece mısır ekiliyor bu da ihtiyacı karşılamıyordu. Dört mevsim sürekli yağmur alan bölge sık sık firtına ve toprak kaymalanyla karşı karşıya kalmakta, bu da tanm üretimini olumsuz yönde etkilemektedir. Yöre inşam 12 ay çalışır yine de serenderini dol duramaz. Herkesin yörede bir gurbetçisi mutlaka vardır. Büyük kentlerde çalışan gurbetçiden para gelmedikçe yöre insanının köyde yaşaması olanaksız gibidir. Son yirmi yılda çay üretimi geçimi kolaylaştırmakla beraber yeterli olmamakta, yörede yaşayan Hemşinliler gurbete gidip çeşitli imkanlar aramak zorunda kalmaktadırlar.

Herkes evinde inek besler. Keçi, koyun besleyen aileler de vardır. Yörede ancılık da gelişmiştir. Çay üretiminin yaygın olmasına karşın halk çaydan kazamlan paramn köylerde geçinmek için yeterli olmadığım söylemektedir.

"Yağmur demeyiz, açeluk* demeyiz çaylıkta çalışırız, çay işi zor. Çayı edeceksin, fuşkisini vuracaksın, otlarım temizleyeceksin, devamlı gözün çayın üstünde olacak ki çok ürün alasın" (K.K: HpA.)

Yöre inşam köyde geçinmenin, çocuklanm istediği gibi yetiştirmenin olanaksız olduğunu söylemektedir. Araştırma bölgesinde her evden en az bir kişi gurbette çalışıyor. Bu kişi büyük kentte gelecekte karısı ve çocuklarının da yaşayacağı ortamı hazırlamaktadır. Yaşlılar, çocuklarının, gelinlerinin torunlarının köyde kalmasını istemektedir.

"Çocuğum burda kalsın da ne yapsın. Ben kaldım da ne oldu.

Buralarda kalırsa o da benim gibi keçi çobanı olur." (K.K: H.B.)

" Annem beni gurbete yolcu ederken onbeş yaşındaydım. Bir ağacın altında vedalaştık. Bir daha da annemi görmedim, öldüğünü duydum" (K.K: O.B.)

Yöre inşam gelişen teknoloji ve kitle iletişim araçları aracılığıyla dünyadaki değişimi ve gelişimi yakından izlemekte ve büyük kentlere akın etmektedir, Ancak Hemşinli, hiçbir zaman yerini yurdunu tam anlamıyla terketmediğini söylemektedir:

"Gurbette köylüler birbirimizi tutarız. Köyden gurbete gelen kimse işsiz kalmaz. İş yerimizde önce kendi köylümüzü çalıştırırız. İşçilikten iş sahibi olan çok köyümüzde." (K.K: M.P.)

Yöre inşam gurbete gidip büyük kentlerde de ev bark sahibi olmak zorundadır. Gurbet, o yörede yaşayan Hemşinli kadın ve erkeğin alın yazısıdır.

"Benimki gurbete gitti on sene birbirimizi görmedik" (K.K:A.H.)

Gurbetçiliğin eskiden beri yoğun olduğu araştırma alamm kapsayan köylerdeki Hemşin yaşamı artık şehirleşmeye dönmüş durumdadır. Hemşin erkekleri çok eskiden Rusya'ya gidiyorlarmış. Günümüzde, özellikle Ankara, İstanbul, İzmir ve Bursa gibi büyük kentlere gitmektedirler. Gurbetçilikle başlayan şehire göç bugün çok belirgin olarak görülen Hemşin göçüne dönüşmüştür.

Bütün Hemşinliler evlerini barklarını terkedip büyük kentlere gitmek ve kalmak arasında kararsız bir tutum içindedirler. Yöreyi terk edip büyük kentlere giden Hemşinli yörede kalan Hemşinli'den daha çok Hemşinli gibi davranır.

Durumu iyi olsun olmasın herkes gurbetçidir. Buluğ çağına erişen erkekler gurbete gitmek, para kazanmak zorundadır.

"Köyde oturan erkeğe kız vermeyiz. Gurbete gidip para kazanacak ev bark sahibi olacak ki evlenebilsin." (K.K: H.K.)

AKBUCAK KÖYÜ

YIL

TOPLAM NÜFUS

ERKEK NÜFUSU

KADIN NÜFUSU

1970

629

326

303

1975

696

339

357

1980

685

281

404

1985

603

249

354

1990

491

182

309


ORTAYOL KÖYÜ

YIL

TOPLAM NÜFUS

ERKEK NÜFUSU

KADIN NÜFUSU

1970

538

204

334

1975

427

205

222

1980

412

146

266

1985

311

105

206

1990

244

87

157


UĞRAK KÖYÜ

YIL

TOPLAM NÜFUS

ERKEK NÜFUSU

KADIN NÜFUSU

1970

409

164

245

1975

464

227

237

1980

385

164

225

1985

260

99

161

1990

175

68

107




UĞRAK

ORTAYOL

AKBUCAK

KÖYÜN ADI

+

+

+

İLKOKUL

MİLLİ EĞİTİM

1

1

1

ORTAOKUL

I

1

1

OKUMA ODASI

+

+

+

İÇME SUYU

YOL SU ELEKTRİK

+

+

+

YOL

+

+

+

ELEKTRİK

+

+

1

SAĞLIK OCAĞI

SAĞLIK

1

1

1

SAĞLIK EVİ

+

+

+

ÇAY ALIM EVİ

DİĞERLERİ

+

+

+

TELEFON

+

+

+

CAMİ


-53-

FAALİYETTE OLAN ANA HİZMET BİRİMLERİ

KÖYÜN ADI

MİLLİ EĞİTİM

YOL SU ELEKTRİK

SAĞLIK

DİĞERLERİ

İLKOKUL

ORTAOKUL

OKUMA ODASI

İÇME SUYU

YOL

ELEKTRİK

SAĞLIK OCAĞI

SAĞLIK EVİ

ÇAY ALIM EVİ

z o

LU _J LU 1-

CAMİ

AKBUCAK

+

-

-

+

+

+

-

-

+

+

+

ORTAYOL

-

-

-

+

+

+

-

-

+

+

+

UĞRAK

-

-

-

+

+

+

-

-

+

+

-


IV.5. KÖY - ŞEHİR İLİŞKİLERİ

Ülkemizde gurbetçiliğin ilk örneklerini Karadenizliler göstermiştir. Dışa işgücü göçü yüksek olduğu kadar içe iş-gücü göçü de oldukça yüksektir. Köklerinden kopup yeni yerleştikleri yerlerdeki ortama son derece iyi uyum yapan kendilerini bir çok özellikleri ile kabul ettiren bu çalışkan insanlar Anadolu’nun dört bir yamna dağılmışlardır. (Güleç, 1988: 201)

Araştırma alanını kapsayan Akbucak, Ortayol, Uğrak Köylerinde yaşayan Hemşinliler'in bir ayağı gurbette bir ayağı köydedir. Hemşinli, köyle olan bağını kolay kolay koparamaz. Gurbette ev açıp köydeki evini de açık tutan, bağım bahçesini kollayan erkek makbul sayılır. Yörede yaşayan Hemşinliler atalarından kalan baba malım korumakla yükümlüdür. Malım bırakıp köyünü terkedeııler kınam r.

"Malı ellere kaldı, ocağı battı, bahçesi moğolluk* oldu, evi kapandı, evi

şen değil, kapısını açacak kimse kalmadı." (K.K: S.K.)

Memlekette en uzun süre kalan yaşlılardır. Araştırma yöresi olan üç köyde herkes kısa süreli de olsa büyük kentte yaşamıştır. Köyde yaşayan yaşlıların geçinebilmeleri için gerekli parayı büyük kentlerde çalışan gurbetçiler göndermektedir.

Büyük kentlerde yaşayan Akbucak, Uğrak ve Ortayol köyleri halkın yöreye özgü peynir, yağ, minci, mısır unu, lobiya gibi gereksinimlerini köyde kalan yaşlılar karşılarlar. Akbucak, Uğrak ve Ortayol köylerinde yaşayan Hemşinliler' in mutfağında şehirlileşmenin etkisini, büyük kentlerde yaşayan Hemşinliler' in mutfağında şehir etkisinin yanısıra Hemşin mutfağının tüm özelliklerini de görmek mümkün. Şehirdeki Hemşinli'nin mutfağında mısır unu, iç yağı, peynir, (küflü çürük peynir) minci, tereyağı, bal, köy lobiyası, köy kavurması bulunur.

Şehirdeki Hemşinli'nin sofrası ile köydeki Hemşinli'nin sofrası hemen hemen ay m dır.

Kışın yalmzca yaşlıların bulunduğu araştırma alanını kapsayan üç köy, yazın büyük kentlerde çalışan gurbetçilerin akımına uğrar.

Büyük kentlerde kendi etnik gruplarının oluşturduğu topluluklar dışında, görüntüsüyle davranışlarıyla tam bir şehirli gibi yaşayan Hemşinli, yöreye gelir gelmez taşıdığı etnik kimliğinin gerektirdiği davranış özelliklerini göstermeye başlar. Kabul görmek için böyle davranmak zorundadır.

" Molla Hasan’m kızlan iyi kızlar. Hepsi Ankara'da okudu, köye gelince de aynı bizim gibiler. Kıl çorap giyip başlarını aşağı yukan bağlıyorlar. Oduna gidiyorlar yük taşıyorlar." (K.K: R.B.)

"Falanca çok iyi, doktor oldu ama çok alçak gönüllü bizimle oturup konuşuyor, kahveye geliyor, bizim yemeklerimizi yiyor." (K.K: H.K.)

"Falanca Almanya'ya gitti, oralarda okudu, Alman kızı ile evlendi. Ama şimdi köye de geliyor. Buralan çok seviyor. Öyle çürük peynir yiyor ki." (K.K : A. K.)

Araştırma yöresindeki üç köyde, yöre inşam şehirde uzun süre kalmış, toplumda yer edinmiş hemşehrisini yukanda kaynak kişi görüşmelerinde verilen ölçütlere göre değerlendiriyor.

Hem köylü, hem şehirli gibi yaşamak Hemşinli'nin yaşam felsefesi haline gelmiş, bu nedenle Hemşinli köyle şehir arasındaki bağlantıyı çok iyi kurmuştur.

V. BÖLÜM

AKBUCAK, ORTAYOL VE UĞRAK KÖYLERİNDE

HEMŞİN KÜLTÜRÜ

.l - ETNİK YAPI

.2- DİNSEL YAPI

.3- EKONOMİK YAPI

.4 -SOSYAL VE TOPLUMSAL ÖRGÜTLENME

.5 - MÜLKİYET VE MİRAS

.6 - AİLE VE AKRABALIK İLİŞKİLERİ

.7 - EKONOMİK VE SOSYAL İŞ BÖLÜMÜ

V.l. ETNİK YAPI

Araştırma bölgesi Rize ili, Pazar ilçe ve köylerinde "Hemşin" ve "Laz" etnik grubu yaşamaktadır. Pazar'ın köyleri "Laz köyü" ve "Hemşin köyü" diye adlandırılmaktadır. Pazar ilçe ve köylerinde yaşayanlar (sürekli yaşayanlar) ya Hemşinli ya da Laz olarak isimlendirilmekte, yolda, ilçede ilk kez karşılaşan insanların birbirlerine sordukları ilk soru

-Hangi köydensin

köyü

Hemşin köyü mü, Laz köyü mü?

veya

Laz mısın, Hemşinli misin? gibi sorulardır.

Bu sorulara verilecek yanıtlar o yörede yaşayan halkın kimliğini betimler.

Rize ili, Pazar ilçesi Akbucak, Ortayol ve Uğrak köyleri bölgede yaşayan halk ve idari kadrolarca "Hemşin köyü" olarak bilinmekte ve belirtilmektedir. Bu üç köyde yaşayanlar "Hemşinli" olarak isimlendirilmektedirler.

Yöre halkına “Nerelisin?” diye sorulduğunda "Mermonathyım (Akbucaklıyım)" (K.K:D.K.). Çingitliyim (Uğraklıyım) (K.K:H.S.) Meles- kurluyum (Ortayolluyum) veya "Mermonat köyündenim" "Çingit köyündenim" "Meleskur köyündenim" yanıtlarını veriyor.

Yörede köylerin eski adı kullanılıyor. Yeni köy adlan sadece nüfus kütüklerinde kullanılıyor. Araştırma yöresindeki üç köyde yaşayanlann yaşlısı da, genci de Köyleri’nin eski adlannı kullanıyorlar. Köylerin yeni adlan günlük yaşama girmemiş durumdadır.

Köylerin eski adlannın anlamım yöre halkı;

“Çingit, cin insanların, akıllı insanların yaşadığı yer.” (K.K: M.O.F)

“Meleskur, renkli taş, başka köylerden toplanan insanlarla kurulan köy.”(K.K: C.S)

“Mermonat, yılanlı köy, tek kolluların yaşadığı yer.” (K.K: M. A)

olarak yanıtlamaktadır.

Köylerin eski adlarıyla ilgili;

"Buralarda eskiden Ermeniler yaşamış, bu ad onlardan kalma." (K.K: R.B.) gibi açıklamalar yapmaktadırlar.

Pazar'ın (ilçenin) halk dilindeki karşılığı "Yali"* "Hafta günleri Yali'ya iner ihtiyaçlarımızı alırız" (K.K: H.K). Pazartesi ve Perşembe günleri Pazar'da (ilçede) pazar kurulur. Pazarın kurulduğu günler yöre halkı tarafindan "hafta günü" olarak adlandırmaktadır.

Kaynak kişilerin hiçbiri doğrudan "Rizeliyim" yanıtını vermiyor. Ancak üstelendiğinde "Rize'nin, Pazar ilçesinin.... köyündenim" yanıtı alınabiliyor. Bu yöre inşam kendini Rizeli kabul etmiyor, ilden kendini tamamiyle soyutlamış görünüyor. Ciddi sağlık problemi olmadıkça halk Rize'ye gitmiyor.

Yöre halkı nerelisin sorusuna Mermonatlıyım, Çingitliyim, Meleskurluyum" yanıtını verdikten sonra üstüne basa basa "Hemşinliyim" (K.K: R.B.) "Bize Hemşinli derler" (K.K: M.O.) "Biz Hemşinliyiz" (K.K: A.P.) şeklinde açıklama yapılmakta, "Hemşin" ne demek sorusuna kaynak kişilerin hiçbiri yamt verememektedir.

Hemşinli kimdir? diye sorulduğunda;

"Dini Müslüman dili Türkçe, Hemşinli gibi yeyip, içen, yaşayan, köyde de, gurbette de ocağını tüttüren Hemşinli'dir. Hemşinliler çalışkan atik, keskin olur." (K.K: N.D.)

"Hemşin insanı sarışın, beyaz tenli, renkli gözlü, kırmızı yanaklıdır.

Yüzlerinde his (çil) olur. Elleri ayaklan büyük iri yapılı insanlardır, ufak tefek esmer insan az olur buralarda. Hemşinliler Türkçe konuşur, bellerinde koknoç* kuşak bulunur, başlarını şifon şay ile aşağı yukan bağlarlar. Giydikleri çorapların deseninden bile Hemşinli olduğu anlaşılır." (K.K.S.K.)

"Hemşinliler sağlam kip insanlar, çalışkan olurlar, yedikleri içtikleri giydikleri farklı olur, başlarına puşi bağlarlar. Hemşinliler Müslüman olur. Türkçe'den başka dil bilmezler" (K.K:A.P.).

Kendilerinin dışındaki Hemşinliler hakkındaki düşüncelerini şöyle belirtiyorlar:

"Pazar Hemşinlileri bizim gibi Türkçe konuşuyorlar. Onlar da bizim gibi Müslüman,ama Hopa'da yaşayan Hemşinliler var, biz onları duyduk. Onların bizden ayn dilleri varmış, onlar Ermeniden dönme olabilir". (K.K: M.Ş.)

Hemşinli Türk müdür, nereden gelmiştir? sorusuna hep bir ağızdan: "Türküz" yanıtı verilmektedir. "Biz Türküz atalarımız Türkmenistan'dan gelmiş" (K.K: M.S.) "Atalarımız Türkistan'dan gelmiş" (K.K: N.D.) "Orta Asya'dan gelmeyiz, oradan Türk olarak gelmişiz" (K.K: D.A.F.), "Biz Türküz büyük annemden öyle duydum" (K.K: R.B.) "Biz Türküz, Türkçeden başka dil bilmeyiz, dinimiz de Müslümanlık." (K.K: A.P.) "Hopa Hemşinliler' inin başka dilleri var onlar Ermeni olabilir, ama biz Türküz " (K.K:İ.A.) " Burda herkesin sülale adı var, sülale adı Türkçe olan Hemşinliler Türk, Ermenice olan Hemşinliler Ermeni olabilir" (K.K: E.A.) "Atalarımız Orta Asya'dan gelmiş, biz Oğuz Türklerindeniz" (K.K : R.A.)

Araştırma konusu olan üç köye en yakın komşu köyler, yürüyerek bir-iki saatte gidilebilecek Laz köyleridir. Aym iklime, coğrafi şartlara ve ekolojik çevreye rağmen yöredeki Hemşinlilerle, Lazlar farklı iki kültürel yapı oluşturmuşlardır. Dilleri, dünya görüşleri, değer yargılan, gelenek ve görenekleri tamamiyle farklı olan Lazlar'la, Hemşinliler arasında evlilik yoluyla kurulan akrabalığın dışında, günlük yaşamda herhangi bir kültürel etkileşimin olmadığı gözlenmektedir.

Yörede yaşayan Hemşinliler ve Lazlar aym doğal çevreden kaynaklanan benzer yaşantı biçiminin dışında hiç bir şeyi payl aşmamaktadırlar.

"Lazlann gidişatlan, bizim gibi olmaz, eskiden yayla yollarında yüklerimizi paralarımızı ahıiardı. (K.K : S.K.)

"Lazlar bir kızın başörtüsünü çekip aldı mı kız onun olur" (K.K : M.P.)

"Lazlar'ı iyi kabul edemem. İş çıkarırlar. Yalancı insanlar.Mecliste oturup

da muhabbet edilmez, hemen hadise çıkarmaya hazırdırlar". (K.K : N.D.)

"Lazlar'ın herşeyi farklı olur: Giyinmeleri, yemeleri, içmeleri bizden değişik olur. Burada kimin Laz veya Hemşinli olduğunu giyiminden , konuşmasından hemen anlarız. Lazlar aksi olurlar, bir dikme* üstüne adam öldürürler." (K.K : R.B.)

"Lazlar asabi, ters insanlar. Onların herşeyi bizden değişik olur, eskidenberi Lazlar'la kız ahp veririz ama genede iyi anlaşamayız. Lazlar bir tavuk üstüne kan çıkarırlar". (K.K : İ.A.)

Yörede yer adlan ve sülale adlan, incelendiğinde bir çoğunun Türkçe olmadığı görülüyor. Günlük yaşama tamamiyle girmiş, halk arasında geniş kullanım alanı bulmuş bu sözcüklerin yöre insanına göre Ermenice olduğu kanısı yaygındır.

Bunlara örnek olarak yer adlan. Kuniyat, Kevaçk, Vakabın Başı, Kilisenin Sırtı, Çolola, Malivat, Kotmoca, Sülale adlan; Pisigler, Pitullar, Mollahasanlar, 

Zabitler, Kodollar, Pataaliler, Demirçiler, İsmailler, Köroğlular, Çolaklar, Karaaliler... verebiliriz.

“Hemşin bölgesinde geçmişte Hristiyan ve Ermeni nüfusların bulunduğunu tarihi belgelerden öğrenmekteyiz. Örneğin (Gökbilgin, 1962: 322)de XVI yüzyıl başlarında Hemşin kasabasında yaşayan nüfusun 214’ünün Müslüman, 457’sinin ise Hristiyan olduğu bildirilmektedir. Hristiyan nüfusun fazlalığı yörede İslâmlaştırmanın ve Türkleştirmenin çok daha geç tarihlerde tamamlandığım düşündürmektedir. Nitekim 1287 (1870) tarihli Trabzon Vilayeti Şalnamesinde aynı yörede (Atına kazasına bağlı Hemşin Nahiyesinde 1584 haneden 1561’ini Müslüman aileler oluştururken ancak 23 hanede Ermeniler’in oturdukları kayıtlıdır.” (Ersoy, 1994: 37)

"Köyümüzdeki yer adlan, bazı sülale adlan Ermenice. Bu adlar bize Ermeniler'den kalmış. Eskiden bizim yaşadığımız bu yerlerde Ermeniler yaşamış, Hemşinliler gelmiş, Ermeniler'i kaçırmış." (K.K : M.Ş.)

"Bizim buraların ilk sahibi Ermeniler LDünya savaşında Ermeniler'i kaçumışız.Burada Ermeni mezarlan var, bu mezarların yönü Kıbleye dönük değil." (K.K : R.B.)

Bölgede atalanmn bir süre Ermenilerle yaşadıklannı söyleyen yöre halkı;

"Ermeniler bizi köylerimizden çıkardılar. Evlerimizde bir tane erkek kaldı, biz mezralarda yaşadık. Büyüklerimiz bizi dışan çıkartmazdı, ahıra inemezdik Ermeniler sakar* diye." (K.K : S.K.)

"Buralarda eskiden Ermeniler yaşamış. Eski Ermeni mezarlan var, bu mezarların yönü kıbleye dönük değil, halbuki bildiğim en eski atalarımızın mezarlan kıbleye dönük." (K.K : H.Y.)

Yöre halkı Ermeni olabilecekleri ihtimalini kesinlikle kabul etmiyor:

"Ermeni hem dinsiz, hem kötü insan olur. Ermeni olup da dinden mi çıkayım, Ermeniler' in mezarları kıbleye dönük değil ama bizim en eski mezarlarımız kıbleye dönük, biz eskiden beri Müslümanız. " (K.K: N.D.)

Ermeni denince yöre halkının ilk aklına gelen Müslüman olmayan bir insan topluluğudur. "Ermeni", sözcüğü yöre halkının günlük yaşamında geniş bir kullanım alam bulmuş durumda; yöre inşam kızdığı birine duygularını: "O Ermeni" (K.K:SpA.)"O ne Etmenidir" (K.K : R.B.) "O Ermeni ondan herşey beklenir" (K.K: H.K.) şeklinde dile getirir.

Araştırma konusu olan üç köydeki halkın anlattığına göre yörede yaşayan Ermeniler kovulduktan sonra köylerde ağalık dönemi başlamış "Burada ilk Hemşin yerleşmesi Konaktır. (Akbucak köyünün mahallesi) " (K.K : H. Y.)

"Ağalığın başladığı yer Konaktır. Parası ve gücü olan ağa olur, ağalık babadan oğula geçer. Ağa buralarda o zamanlar hükümet gibiymiş. Ağaya sormadan kimse birşey yapamazmış. Cezalandırma Ağa'nın denetiminde, köy mahkemesinde olurmuş, Ağa köye köle getirip çalıştırır,fakir insanları hizmetkar tutar, karşılığında para vermezmiş ." (K.K: R.B.)

"Ağalar gelir, ahırlarımızdaki sığırlarımızı sayar, haraç alırlardı, biz de ineklerimizi ahr dağlara kaçardık.

Geldi de çakatura (ağanın adamı)

Sürdü bizi dağlara

Bilirim çakatura

Bağışlar ağalara." (K.K: S.K.)

Araştırma konusu olan üç köydeki halk, devlet ve hükümet kavramınının ne anlama geldiğini yeni yeni öğrendiklerini söylüyorlar.

"Eskiden hükümet devlet nedir bilmezdik ki. Hükümet devlet deyince aklımıza köye gelen jandarma gelirdi. Kaymakamın ne olduğunu görevinin ne olduğunu biz yeni yeni öğreniyoruz". (K.K: H.Y.)

Halk yörede yer adlarının Ermenice olduğunu söylemektedir. Bu sözcükler günlük yaşama tamamiyle girmiş ve kullanılmaktadır. Böyle olmasına karşın yöre halkı Ermeni kökeninden olabilecekleri ihtimalini kabul etmemekte ve ısrarla Türk olduklarını Oğuz Boylarından gelmiş olabileceklerini söylemektedirler.

Hemşinlilerin etnik kökenine ilişkin sınırlı sayıdaki araştırmada iki farklı etnik tarih tezinin varlığı söz konusudur. Bunlardan ilki günümüz Anadolu halklarını bir bütün olarak Türk boylarıyla köken birliği içinde gören milliyetçi tarih tezi oluşturmaktadır. İkinci tez ise Türk nüfusunun tarihi bir gerçek olmasına karşılık Anadolu’da farklı etnik kökenden halkların varolduğunu belgelere dayanarak kanıtlamaya çalışan araştırmacılardır. (1) (Ersoy, 1994: 35)

V.2. DİNSEL YAPI

"Din: 1. Doğaüstü güçlere, çeşitili kutsal varlıklara Tann’ya inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum 2. Bu nitelikteki inançlar kurallar, töreler ve semboller biçiminde toplayan düzen Müslüman Dini, Hıristiyan Dini. 3. Mec. İnanılıp çok bağlanılan düşünce inanç veya ülkü," (Tükçe Sözlük, 1988)

"Din: 1. İnsanın kutsal alanla ilişkisini belirleyen inanç ve doyumlar bütünü 2. Bu inançlardan herbirine özgü ibadet ve törelerin bütünü İslam DiniHıristiyan Dini 3. Dinsel bir öğretiyi benimseme kabul etme iman inanış." (Büyük Larousse, 1986)

Din: Belirli tapınma, ibadet yöntemlerinden meydana gelmiş bir sistemdir. Din Allah tarafindan kurulmuş olup ona inananları dünyada ve ahirette kurtuluşa götüreceği inamlan ve bu duyguyla oluşan inanç ve eylemlerin bütünüdür. (Turan, 1990: 84)

(l' Konuyla ilgili detay “Hemşinliler” ve “Hemşinlilerin tarihçesi” bölümlerinde yer almaktadır.

"Din; köy sosyal kuramlarından biri ve en önemlisini teşkil eder, din doğru ile yanlış arasında ayırım yapan veya hayatın nihai problemlerine cevap hazırlayan tabiat üstü bir kuvvete olan inançtır. Bir cami ortaklaşa bir iman ve bir inanç etrafında müminlerin toplandığı ve ibadet ettiği yerdir. Din kültürel bir evrenselliğe sahiptir. Yani yeryüzündeki bütün toplumların kültürü bazı şekiller altında dini özellikler taşır." (Türkdoğan, 1977: 269).

Kültürün ana öğelerinden birisi de din unsurudur. Kültür konusuna eğilen kimi bilim adamları düşünürler, araştırmacılar kültürü belirleyen, onu yönlendiren en önemli etkenin din olduğunu öne sürerler. Herşeyden önce din bir inanç sistemidir ve insanoğlunun temel gereksinimini karşılar. (Turan, 1990:89)

Dinsel yaşam, kültürün bütünü içine yayılır. Böylece halkın yaşam tarzım, dünya görüşlerini, değer yargılarım etkiler. Köylünün günlük yaşamında büyük rol oynar. Tarımsal faaliyetler, ekip, biçme faaliyetleri toprak ve doğa şartlarıyla yakından ilgilidir. Özellikle geleneksel ve tutucu köy toplumlarında zirai büyü denilen inançlar, bilimsel ziraat yöntemlerine etkide bulunabilirler. Ayrıca din, gerçek yaşayışı çiftçiyi günlük yaşamda manevi olarak rahatlatır, faaliyetlerim düzenler onu günlük işlerinde mutlu kılar.

Dünyamn birçok ülkesinde dinsel yaşam şehirlere göre köylerde daha kuvvetlidir. Köylerdeki camilere dinsel ibadetlerim yapmak için gidenlerin sayısı, şehirlere nazaran günden güne artmaktadır. Özellikle yaşlılar, gençlere nazaran daha düzenli camiye gitmektedirler. (Türkdoğan, 1977: 269-270.)

Araştırma alamm kapsayan Rize/Pazar Akbucak, Ortayol, Uğrak köylerinde yaşayan Hemşinliler İslam dininin Sünni (Hanefi) mezhebindendirler;

"Dinimiz Müslümanlık, kitabımız Kuran-ı Kerim, iki peygamber biliriz, biıi ilk peygamber Hz. Adem Aleyhisselam, öbürü son peygamber Hz. Muhammed." (K.K: HbA.)

Hemşin kültüründe dinin önemli bir rolü olmadığı, toplumu dikkat çekecek derecede baskı altına almadığı gözlenmektedir. Eskiden dini vecibeleri yerine getirecek imam ya da hocayı toplum yetiştirirdi. Günümüzde bu işi Dinyanet İşleri Başkanlığı'nın görevlendirdiği hocalar üstlenmiştir. Araştırma yapılan Akbucak köyünde bir cami vardır, bir din adamı görev yapmaktadır. Ortayol köyünde iki cami vardır, iki din adamı görev yapmaktadır, Uğrak köyünde bir cami vardır, fakat cami kapalı durumdadır.

İslamın beş şartım yöre halkı sırasıyla saymakta, “Bunları yerine getirebiliyor musunuz” sorusuna:

"Köyde biz İslam'ın beş şartını yerine getirenleyiz. Biz sade çahşmz, sabah kalkınca işe gitmemiz lazım, namaz kılmaya vaktimiz olmaz ki. Namaza kalkınca kaynanam derdi ki-senin namazın bir güne gider iş vardu.* iş yapılacak ki bitsin- Dağda çalışamayacak durumda olan yaşlılar namazlarını kılar, gençler arasında dini ibadetler öyle çok yerine getirilmiyor". (K.K: H.K.)

İslamın beş şartından biri olan “namaz”la ilgili yörede yaygın olan hikayeyi kaynak kişi söyle anlatmaktadır;

“Çobanın biri dağda hayvanlarım otlatırken namaz kılan bir yabancıya rastlar.

Çoban- Nasıl namaz kıldığım bana da anlatır mısın? der.

Yabancı- Şimdiye kadar nasıl kılıyorsan öyle kıl der.

Çoban- Ben dağda namaz kılmayı kimden öğreneyim, değeueğimle davarcığundan başka bir şeyim yok. Şimdiye kadar değeneğim davarcığım diyerek namaz kıldım der.

Bumııı üzerine yabancı çobana namaz kılmayı öğretir, denizleri aşarak uzağa gider. Çoban namaz kılmaya durur ki yabancının öğrettiklerini hatırlayamaz. Çuhasını* denizin üstüne serer denizi aşarak yabancıya ulaşır.

Çoban- Ben senin alıştırdıklarım* unuttum çuhamı denizin üstüne serdim deniz beni sana getirdi der.

Yabancı- Ben denizi geçmek için ne zorluklar, aştım, sen denizi bu kadar kolay aştığına göre senin namazın daha makbul git sen namazını değeneğim, davarcığım diye kılmaya devam et der.” (K.K: F.K.)

İslamın beş şartından biri olan orucu görüşme yapılan kaynak kişilerin hepsi tuttuğunu söyledi;

"Bütün gün dağlarda çalışıyoruz oruç tutmamız çalışmamıza engel değil ama nasıl namaz kılalım dağda içmeye su bulamıyoruz ki abdest alalım öğlen, ikindi namazlarım dağda kılamayız, hergün de kaza kılınmaz." (K.K: Hj.K.)

"Bizim buralarda eskiden beri, kendimi bildim bileli müslümamz. Eskiden dini kurallar çok katı olarak yerine getirilmezdi, şimdilerde din ön plana çıkmaya başladı. Ben seksenbeş yaşındayım, ilk dini eğitimimi camiden aldığımda yaşım onaltı idi, o zamana kadar din konusunda kimse bana bir şey demedi" (K.K: N.D.)

"Ben bildim bileli herkes fitresini veriyor canlı olan herkesin fitresi verilir. Bayram namazına kadar doğan çocuğun da fitresi verilir" (K.K: R.B.).

Araştırma yöresindeki üç köyde yirmi yıl öncesine kadar " hacca" gidenlerin sayısı bir ya da iki kişiyi geçmiyomuş;

"Nasıl gitseydik eskiden para yoktu ki. Vakitsiz olunca hacca gidilmez . Şimdi köylünün durumu eskiye göre daha iyi. Şimdi hacıya giden daha çok". (K.K: A.P.).

"Kocasız kadın hacca gitmez, kocası yoksa hacca giderken yanında mutlaka bir erkek olmalı; kardeşi, oğlu, yeğeniyle hacca gidebilir. Yalnız kadın hacca gidemez" (K.K: H.K.)

Kaynak kişilerin hepsi Kulhüvallâh, Sübhâneke ve Elham dualarım bildiklerini söylemektedir. Din, Hemşin etnik kültürü içinde günlük yaşamı belirgin olarak etkilememekte, bunun yanısıra yöre halkının ifadesine göre din etkisinin günümüzde daha yoğun olduğu belirtilmektedir.

"Eskilerde Cuma namazlarında tek tük adam olurdu. Bugün artık köydeki bütün erkekler Cumaya gidiyor, yaşlılar dini ibadetlerini yerine getiriyor, bayram ve cenaze namazlarına kendini bilen köyde bütün erkekler katıhyor.Biz din eğitimini çok geç aldık fakat çocuklarımıza ilkokula başladıkları zaman dinî bilgileri de alıştırmaya başladık”. (K.K:N.D.)

Geleneksel baş bağlama ile modem giyimin birarada saptandığı araştırma yöresinde, geleneksel örtünmenin dışında kapanma şekli yok.

Dinsel kuralların katı olarak uygulanmadığı yörede kaç-göç olayı olmayıp, kadın ve erkekler günlük yaşamda yanyanadırlar. Birlikte yer, birlikte çalışır, birlikte eğlenirler.

V.3. EKONOMİK YAPI

Ekonomi kültürel yaşamı biçimlendiren, yönlendiren en önemli öğelerden biridir ve çoğu sosyal bilimciye göre kültürel yapıyı ekonomi belirler.

Araştırma alanını kapsayan Rize ili Pazar ilçesi Akbucak, Ortayol ve Uğrak köylerinde geçim, geçmişten günümüze iki kaynağa dayamr:

Köyde tarım ve hayvancılık

Gurbete gidip para kazanma

Tanm ve hayavancıhğm temelini oluşturduğu halk ekonomisinde; sorumluluğun büyük bir kısmım yöre kadım üstlenmiş durumdadır.

"Sabah namazı inekleri sağmayla başlayan işimiz, akşam namazı inekleri sağmcaya kadar hiç oturmadan devam eder." (K.K:S.K.)

HAYVANCILIK

Yörede inek, tavuk, kedi, köpek, at, katır, keçi, koyun, öküz gibi hayvanlar beslenir. Herkesin ahırında inek olur, çok kalabalık aileler keçi ve koyun da beslerler.

İnek, keçi ve koyunun sütünden yararlanılır. Yöre insanı sadece köyde değil, şehirde de yiyeceği, yöreye özgü katığım köyden temin eder. Hemşinli'nin şehirdeki sofrasında da köy katığı her zaman vardır.

“Hayvani mahsullerin başında yer alan süt bölge ekonomisi, halknı beslenmesi ve sağlığı bakımından büyük önem taşımaktadır. Üretilen sütün büyük bir kısmı tereyağı peynir gibi süt mahsûllerine işlenmektedir. Süt üretimi, yıl içinde düzenli olarak dağılmamakta, ilkbahar ve yaz ayında çok fazla, güz ve kışın asgari seviyeye inmektedir.” (Kurt, 1988: 83)

At ve katır yük hayvanı olarak kullanılır.

"Eskiden yayla yollan yoktu, yaylaya götüreceğimiz yükleri atlara katırlara yükleyip dağ yollarından yaylaya giderdik. Taşlık, kayalık olan dağ yollarında anca katır yürüyebilir." (K.K:S.K.)

"Çoğumuzun köpeği var; bahçelerde yabani domuz, öküz, çakal olur onun için besleriz, köpek kapılara da yabancı adamı uğratmaz, dağda mala çobanlık eder. Onun için besleriz. Kedi, fare için beslenir, kedi beslemezsek fareden baş edemeyiz, öküz ile bahçe koşarız. İnek buzağa kalsın diye ineğe götürürüz." (K.K: H.B.)

Hemşin inşam ineğin doğumundan süt verinceye kadar ki bakımım şöyle anlatır.

"Buzak doğunca annesinin yanma bağlanır, annenin sütü sağılıp buzak içsin diye önüne konur. Yavaş yavaş annesini kendi emmeye başlar, kırk günlük olunca yem yemeğe başlar. Buzağa mısır unundan yem yapılır. Buzak senelik oldu mu sağılmaya başlanır. İneklere günde üç kere kurutulmuş çayır, bir kere su verilir, mısır unu ve kepek karıştırılarak hus yapılır, iyi süt versin diye ineğe verilir. İneklerin altı her sabah silinir, altlarından fuşki* silinir, mersuklan temizlenir, akşam ve sabah olmak üzere iki kere sağıhıiar. Ahırdaki ineğimi evdeki insandan daha çok tutarım, dilsiz hayvan acun diyemez, susuzum diyemez." (K.K:H j.A.)

Yöre inşam hayvanlarıyla bütünleşmiş gibidir:Hayvanına "e kızım nasılsın?, kızımın kölesi" diye hitabeden (K.K: S.K.)

Yazın inekler yaylaya çıkarılır, üç ay, on gün yaylada kalırlar. Sabah sağılır sağılmaz otlamaları için dağa salınır. Sığırların yanında bir kız ve erkek çocuk çoban olarak gönderilir, hayvanlara çoban tutulmaz. Evin çocukları hayvanlara çobanlık eder.

Araştırma yöresindeki üç köyde de doğan buzağının rengine görüntüsüne göre ad verilir:

"Buzaklanmıza görüntülerine göre kınalı, nazargül, maşallah hatunik aynalı, cepli, perişan yosmalı; yaylada doğmuşsa yayla gülü, yayla çiçeği gibi adlar veririz." (K.K: Sj. Y.)

Geleneksel toplumlann hemen hepsinde halk hekimliğinin yanı sıra halk veterinerliğiyle ilgili belli uygulamalar da vardır. Araştırma yöresinde bu türden pratikleri şöyle özetleyebiliriz;

"Hasta olan inek bacak vurur, yatar kalkar, biz onun hasta olduğunu anlarız. Hasta olan hayvana turşu suyu karbonat içiririz. Kamı şişince -kan tuttu deriz, hayvanın kulaklarım keseriz, burnuna odun sokarız, kan aksın da kan tutmasından kurtulsun diye." (K.K: S.K.)

Keçilerin bakımı ineklerden tamamiyle farklıdır:

"Köyde evlerin dışında "per"* 1er olur. Keçi büyük karda da otlamaya gider. Buralarda keçi, koyun gibi hayvanların tümüne "mal" denir. Mallar nisanda yaylaya gider, kar yağana kadar yaylada kalır. Malın yanında mutlaka köpek ve çoban olur. Mal günde iki kere sağılır. Çürük ayından soma da mallar kırpılır. Koç katımı eylül ayında yapılır. Maldan ayn tutulan koçlar eylül ayında mala katılır. Malın içinde koçlar beş on gün bırakılır, koçlar tekrar maldan ayrılır, altı ay, bir hafta soma keçiler doğurur." (K.K: H.B.)

Yörede keçilere de ad konur.

"Boynuzlu keçiye kolik, siyah olana siyah pelluk, kır renkli olana monus pelluk, gri küçük kulaklı keçiye karuktrik adlarım koyarız, erkek keçiye teke, tekenin küçüğüne koşat, dişi keçiye keçi, keçinin küçüğüne de kuzu deriz." (K.K: E.B.)

YAYLACILIK

“Yayla ve yaylacılık kavramı, dilimizdeki yayla kelimesi her şeyden önce yazın çıkılıp iskan edilen yüksek ve serin yer, bir köy altı, yerleşme şekli, yaz mevsimi boyunca ahır hayvanlarım beslemek ve nadir olarak da ziraat yapmak için faydalanılan bir ekonomi unsuru anlamına gelir.” (Sözer, 1972:35)

Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yaylacılık kıyı bandındaki otlukların azlığı, temiz hava alma, hayvansal ürünleri değerlendirme ve nihayet köklü gelenekler nedeniyle bugün de sürdürülmektedir. (Sümerkan, 1987: 542)

“Karadeniz bölgesinde bulunan ve yöre insanının kültürünü, ekonomisini, gelenek ve göreneklerini, kısaca hayatını biçimlendiren ve öteki bölgelerden çok farklı sosyo-ekonomik ve kültürel sisteme dayanan yayla ve yaylacılık konulan bir bütün olarak ele alınmamış ve özellikleri ortaya konmamıştır.” (Çakır, 1988: 311)

Yayla ekonomisinin de geliştiği yörede Akbucak Ortayol ve Uğrak köy halkı yayla zamanı gelince eskisi kadar yoğun olmamakla birlikte bugün de yaylalann yolunu tutar. Yayla göçü, yörede yaşayan yaşhlann özlemle beklediği günlerdir. Yayla zamanı gelince yaşlı bir ebe, çobanlık yapacak torunuyla birlikte ineklerini de önüne katarak yaylamn yolunu tutar. Bir yıl boyunca köydeki ve gurbetteki ev halkının yiyecek katığım hazırlamakla sorumlu olan ebe için yayla yaşamı bir kış boyu özlemle beklenen günlerdir.

TARIM BAĞ-BAHÇE İŞLERİ

Akbucak, Ortayol ve Uğrak köy halkının geçim kaynağının bir kısmı tarımsal ürünlere bağlı olup; yöre halkı yirmi yıl öncesine kadar çay tanım yapmıyordu. Bahçesine, mısır, arpa, buğday, kara lahana, patates, lobiya (fasulye) gibi beslenme ihtiyacım karşılayacak ürünler ekiyordu. Günümüzde bu ürünlerin yanısıra, çok geniş kapsamlı çay tanmı yapılmakta, yöre insanı arazinin büyük bir kısmım çay tarımına ayırmaktadır.

"Bahçeye taneyi abril* ayının on-onsekizlerinde atarız. Bahçeye tane atmadan* önce mardın yirmiüçünde o sene ürünümüz bol olsun diye tohumların hepsinden bahçeye bir tane koyarız. Taneyi mardın yirmi üçünde koymamızın başka nedenleri de var. Herkesten önce tane atınca ürün bereketli olur, bir de tane zamanı tohum isteyen olursa daha önce bahçeye attığımız için veririz. Eğer bahçeye atmadıysak vermeyiz: Gene ürünümüzün bereketinin kaçacağına inanırız. O yıl ağzımızın tadı kaçmasın diye bançeye önce tath birşey ekeriz acıyı sonra ekeriz. Aybaşıh kadma tane attırmayız." (K.K: E.A.)

"İki tane öküze bir hard, bir boyuncuk takılır, Bir kişi öküz koşar, bir kişi de öküzlerin ardından tane atar. Kadın da erkek de tane atar ama taneyi ekseriyetle kadın atar. Aybaşıh kadın tane atamaz, başka ürünleri de dikemez. Çünkü o zaman ürünün bereketi kaçar. Tane atıldıktan sonra tapuş* edilir. Tohumun üstü çapa ile kapatılır düzlenir, topuş bittikten sonra bahçeye kara lahana dikilir. Kara lahanının kenarlarına hoçka* fasulyesi konur, filizler büyüyünce çapa edilir. Ürün bol olsun diye fazla olan filizler çıkartılarak bahçe seyreklenir, yabancı otlar temizlenir, sonra gene kazma vurup ayıklanır, ikinci olarak filiz devrilir, köküne toprak verilir ve bahçeye gübre serilir." (K.K:H.A.)

ÜRÜN KALDIRMA

Eğer bahçede mısır çoksa "mec"' edilir. Köyde her evden çalışabilir bir kız veya kadın yardıma gelir. Kadınlar, kızlar atma türkü söyleyerek, gülerek, eğlenerek ürünü kaldırır.

"Dalında yetişen lozut* bahçeden toplanarak eve getirilir, poçağı* soyulur, serendere* asıhr. Burda lozut iyice kurutulur. Kuruyan lozut ovuşturularak

kovdonundan’ ayınhr. Lozutun kovdonlan pilitada* yakacak olarak kullandır. Ovuşturulan lozut değirmende un haline getirilir. Lozut, ekmek olarak tüketilir. Fare ve böceklerden korumak için serenderde depo edilir." (K.KıS.Y.)

ÇAY TARIMI

Gübrelenen çay bahçesi çapalanır. İçindeki otlar kazma ile temizlenir. Aym yere beş-altı tane tohum atılır, üstü bir miktar toprakla kapatılır. Çay filizi büyüyünce gübre konur. Bir sene çaya hiç dokunulmaz. Ancak üçüncü senede ürün alınır. Ürünün bol olması için çayın içi temiz tutulur. Avrupa gübre dökülür. Mayıs, Haziran, Temmuz olmak üzere yılda üç kez çay toplanır. Çay toplamr toplanmaz alım evine götürülür.

Yılın hemen her ayı yağmurlu olan yörede sulama problemi yoktur ve sulama işlemi yapılmaz.

Ekonomisi tarıma, özellikle çay tarımı ve hayvancılığa dayalı olan, Akbucak Ortayol ve Uğrak köy halkının köyde rahat yaşayabilmesi için bunların yanısıra gurbetle de bağının olması gerekir.

ARICILIK

Yörede en önemli ekonomik faaliyetlerden biri de analıktır. Tarihi çok eskiye dayanan ancıhk, eskiden yüksek ağaçlarda boş kovanlarda yapılırken bugün artık fenni kovanlarda yapılmaktadır.

"Dağlarda büyük gürgen ağaçlarına boş kovanlan çekeriz. Kovanları İhlamur ağacından yaparız. Kovanın içine parmak parmak çıta koyarız. Kovam çektiğimiz ağacın 25-30 m. yükseklikte olması gerekir. Bu ağaç genellikle gürgen ağacı olmakla beraber kızılağaç ve kestane de olabilir. Kovanın çekildiği ağacın fazla rüzgar almamasına ve kovanın yüzünün güneşe karşı olmamasına dikkat ederiz. Boş olan kovana kavran, dolu olan kovana petek deriz." (K.K: M.Ş.)

" Her yaz köyde anlar oğul verir, köyde yavrular beddualıdır. Yavru hangi petekten çıkarsa çıksın kimin kavranını isterse oraya gider, anlar arasında iş bölümü vardır. İş bölümünü anne an yapar, iyi kovan bulmak için anne an haberci an görevlendirir. Haberci arının tespit ettiği kovana yerleşilir. An önce peteğin içindeki boş kovanlan yapar, bal kısmım yapacağı zaman peteğin içini duman sarar. Boş kümeçler dumandan görünmez, duman anlar tarafindan meydana getirilir. Duman sadece peteğin içinde olur, o duman bir gün, bir gecede çekilir. Duman çekildiği zaman boş kümeçler dolmuş olur. Bal senede bii’ kez sağılır. Bal sağacak olan peteğin kapısına kiremitle duman veril’. Duman verirken deelindeki bıçağı peteğin kapısına hafif hafif vurur. - çık mübarek çık der, -ovit ovit der. Anne an peteğin dışına çıkınca yavru arılar annenin üzerinde top halinde toplamı'. Anlar bir futbol topu büyüklüğünde top oluştururlar, bal sağılır, annın hissesi bırakılır gerisi alınır." (K.KrM^.P.)

Günümüzde artık arıcılık fenni kovanlarda yapılıyor, ancılık yöre halkının geçim kaynaklanndan biri dunımundadır.

V.4. SOSYAL VE TOPLUMSAL ÖRGÜTLENME

Sorokin (Ditirim Alexsandroviç'e göre bireyin durumunu bilmek için aile statüsü, milliyeti, dini ve meslekî grubu, ırkı ve diğer özelliklerinin bilinmesi gerekmektedir. Toplumsal sınıflar; bireylerin toplumdaki statülerine göre gnıplaşmalannı gösteren soyut kategorilerdir. (Türkdoğan, 1977:90)

"Toplumsal statü: Bir toplum içinde ferdin veya grubun başkalanyla olan ilişki durumudur: veya kısaca ferdin toplumda işgal ettiği yerdir. Sorokin'den esinlenerek Birleşik Devletler' de fertlerin işgal ettikleri statü Rogers'e göre şöyle sıralanabilir; 1- Meslek, 2- Gelir ve zenginlik, 3- Eğitim, 4- Aile isim ve şöhret, 5- Irk ve Milliyet, bugün aynı kategori toplumumuz için de geçerlidir." (Türkdoğan, 1977:90)

Toplumsal tabakalaşma; bir toplum veya grup içinde bireylerin statüsünde meydana gelen farklılaşmalardan oluşan kategorilerdir. Gelir düzeyindeki eşitsizlikten ekonomik gruplaşmalar oluşacağı gibi, bireyin mevkiine göre sosyo- politik gruplaşmalar oluşması da mümkündür. Toplumda itibar gören mesleklere göre gruplaşmalar oluşacağı gibi yaşa ve cinse göre de gruplaşmalar oluşmaktadır. (Türkdoğan, 1977:91)

Sosyal gruplaşmayı saptamada meslekler, eğitim ve öğretim düzeyi, gelir ve gider durumları, yaş grubu, şan, şeref kabul görme gibi faktörler, çok büyük rol oynamaktadır. Diğer taraftan yaşam tarzı ve davranışlar sosyal tabakalaşmayı belirlemekte büyük rol oynar. (Beşikçi, 1992: 186-187)

Duruma bu açıdan bakıldığında Hemşin kültüründe mesleksel bir gruplaşma görülmekte, büyük şehirlerde finncılık, pastacılık ve kahvecilik yapan yöre halkı, büyük kentte başka gruplara karşı güç kazanmak için örgütlenirken, yörede (köy ortamında) mesleğe dayalı bir örgütlenme görülmemektedir.

Sosyal ilişkilerde erkekler kadınlara göre daha özgür ve daha rahat davranmaktadırlar. Haneler arasındaki statü farklarım ise toprağa bağlı güç ilişkilerinden çok, mesleki farklılıklarla, kentlerde ilişkilerin doğurduğu sınıfsal konum belirtmektedir. (Ersoy, 1994: 100)

Eğitime dayalı gruplaşmalar büyük kentlerde söz konusudur. Ancak yörede (köy ortamında) eğitime dayalı gruplaşmalara rastlanmamaktadır.

"Kent yoğunluğunda aile görüşmesi olanağımız yok, buna çok az zaman buluyoruz, bu az zamanımızda da anlaşılabileceğimiz eğitim düzeyi bize yakın kişilerle görüşüyoruz, fakat köyde öyle gruplaşmalar yok, köy kahvesinde herkes hep birlikte oturur sohbet eder." (K.K: M.O.F.)

Eğitim düzeyi ilkokul olan bir kaynak kişi:

" Okumuş olanm evine pek gitmem o tahsilli beni beğenmez, hem gitsem

bile ben onunla ne konuşacağım." (K.K: A.T)

Gelir durumuna göre gruplaşmalar büyük kentlerde yaşayan Hemşinliler arasında yaygındır. Ancak köy ortamında böyle bir gruplaşma yoktur.

"Köyde bir tane kahve var, zengin olan da bu kahveye fakir olan da bu kahveye gelir, hep birlikte oturur sohbet ederiz. Akşamlan köylü birbirinin evinde toplanır oturur; burda zengin fakir ayrımı olmaz." (K.K: O.T.)

Kent ortamında yaşayan Hemşinli;

"Durumumuz iyiyken falan kişilerle (kentte yaşayan belli zenginler) çok iyi görüşürdük, birbirimize gelir gider, birlikte yer, birlikte içerdik, Şimdi artık durumumuz eskisi gibi iyi değil, onlarla da görüşmüyoruz, ne olacak paran varsa adamsın." (K.K:N.K)

Araştırma yöresindeki üç köyde en belirgin gruplaşma yaşa ve cinsiyete göre oluşmaktadır. Köy kahvelerinde, köy meydanlarında, yayla yollarında, dağda, çobanlıkta, bayramlarda, düğünlerde, Vartevor Şenlikleri'nde herkes kendi yaş grubuyla birlikte olur, birlikte eğlenir, birlikte şakalaşırlar. Yaşa ve cinsiyete göre oluşan bu gruplaşmalar günlük yaşamın belli dönemlerinde çok belirgin olarak göze çarpmaktadır.

"Oğlumu sabah yolcu ederken ona tembihlerim: -Oğlum akıllı ol emsallerinle* otur kalk, akranın olmayanla şaka yapma, ayıp olur, millet üstüne güler, deıim; kızıma da aynı şeyleri tembihlerim." (K.K:R.B.)

Araştırmaya konu olan üç köyde dinsel bir örgütlenme söz konusu değil. Dinin, köy yaşamında belirgin bir rolü yok. Ancak gurbete gidenler içinde bu türden örgütlenmelere yakınlık duyanlar var.

Statü en yalın tanımıyla bireyin toplumsal konumunu ifade eder.

“Bir toplumun fonksiyonel bütünlüğü için üyelerinden belli davranışları beklemesi yetmez K. Davis’e göre, bireylerini sosyal yapısının konumlarına dağıtması ve bu konumlara ilişkin görevleri yerine getirmeye itelemesi gerekir. Bu yüzden toplum bu güdüleme sorununu iki aşamada çözümlemek zorundadır.

Elverişli bireylere belli konumlara yerleşme eğilimini aşılamak.

Ardından bu konumlara bağlı görevleri yerine getirme isteğini kazandırmak” (Sencer, 1974: 102)

Hemşin kültüründe birey öncelikle evlenme yoluyla "statü" kazanır. Birey çocuk sahibi olunca toplumdaki statüsü güçlenir.

"Evlenmeyen! burda biz adam yerine koymayız, evlenecek çoluk çocuk sahibi olacak ki dünyayı tamsın, evi şenlensin, meclise daha rahat girip çıksın." (K.K: S.K.)

Araştırma yöresinde, birey saygınlığım: Gelir düzeyi, mesleği ve eğitim düzeyiyle kazanır; bu şekilde kazınılan saygınlığın devamı bireyin davranışlarına bağlıdır.

" Falanca çok iyi. Küçük yaşta gurbete gitti, para kazandı geldi köyde ev yaptı, işi de var evini geçindirir. Ona köyde herkes kız verir." (K.K: H.K.)

Yöre halkına göre saygın insan: Hem köyde hem gurbette yaşamım sürdürmeyi başaran, her iki tarafta evini açık tutan, çocuklarını okutan, köyün ve köylünün sorunlarıyla ilgilenen kişidir.

"Rahmetli çok iyi adamdı. Zengindi ama zenginliği başkaları gibi kendine değildi, bütün köye yaradı, köy yollarını yaptırdı herkesin elinden tuttu, herkesi iş güç sahibi etti." (K.K: B.K.)

"Parası olacak, okuyacak, bunlar lazım, ama bize göre iyi adam ne olursa olsun bizimle birlikte oturup kalkacak, kendini bizden ayrı görmeyecek, bizim meclisimize katılacak, Hemşinli gibi davranacak." (K.K.N.D.)

Hemşin kütüründe bireyin kabul görmesi için kendini toplumun dışında tutmaması, sosyal ortama doğrudan girmesi, grup bilinciyle davranması gerekir. Aksi halde gelir düzeyi, mesleği ne olursa olsun sosyal ortam onu dışlar.

"Buralarda atadan kalan, baba malına sahip çıkmak gerekir. Baba malım satmak iyi karşılanmaz. Bu insanlar kınanır." (K.K: O.T.)

Araştırma alanını kapsayan Akbucak, Ortayol ve Uğrak köylerinde namussuzluk ve hırsızlık yapmak, toplumsal değerlere karşı gelmektir. Namussuzluk yöre halkı arasında “zina” olarak algılanmaktadır. Kaynak kişilere göre hangisinin daha önce geldiği değişmektedir.

"En kötüsü hırsızlık. Başkasının malını alıyorsun. Hırsızlık hemen ortaya çıkar. Namussuzluk öyle mi? Becerebiliyorsan gizli tutabilirsin. Hem adama desen ki: -namussuzluk ettin Demez mi: -sana ne ettiysem kendiminkiyle ettim. Hırsızlık öyle mi? Başkasının malım alıyorsun." (K.K: A.K.)

" Hırsızlık da kötü, namussuzluk da kötü, ama namussuzluk daha kötü. Çalman yerine konur ama namussuzluk öyle mi? Onun pisliği temizlenmez." (K.K: S.K.)

Namussuzluk ve hırsızlık yapan yöre insanı tarafindan dışlanır:

"Namussuzluk, hnsızhk yapanı kabul etmeyiz, ona güvenmeyiz, meclise girince onunla konuşmayız, selam verince selamım almayız. Bir başma kahı" (K.K: R.B.)

"Bundan yıllar önce benim gençliğimde oldu; genç bir gelinin kocası gurbete gider, Gelin köyde kaynatasıyla kalır, aradan uzun bir süre geçer

gelinin hamile olduğu anlaşılır. Kaynatasından hamile kalan gelin kaynatasının çocuğunu doğurur. Köyde hepimiz şaştık, kaynata olacak adam çok iyi adamdı nasıl öyle birşey yaptı inanamadık. Ne gelin ne kaynata uzun süre köylüye görünemediler. Bir gece yansı gelin çocuğuyla köyü terketti, kaynata olacak adamın da dağlarda uygunsuz bir şekilde cenazesi bulundu. O zaman demişlerdi ki: Adamı köylü cezalandırdı. Ne olduğu bugün hâlâ daha bilinmez." (K.K: R.B.)

"Eskiden köyde olan mahkemelik olaylar Jandarmaya intikal etmezdi. Köy içinde kurulan köy meclisi vardı. Bu bir tür mahkemeydi. Bu mahkeme köyün ve yakın köylerin ileri gelenlerinden oluşurdu. Mahkeme işlerini o köy meclisi yürütürdü köy meclisinin aldığı karara köylü uyardı." (K.K: N.D)

Kaybedilen saygınlığın zaman içindeki olumlu davranışlarla yeniden kazamlması mümkündür. Hemşin kültüründe toplum bu konuda zamanla yumuşayabiliyor.

"Namussuzluk, hnsızhk bunun gibi kötü şeyler yapınca kızıyoruz, konuşmuyoruz, selamım almıyoruz. Zamanla davranışlarına göre gene içimize alıyoruz-. Hepimiz insanız: Bir cahillik etti akıllanmıştır, diyoruz." (K.K: H.K.)

Demeğin ne anlama geldiğini yöredeki gençlerin hepsi, erkeklerin büyük bir çoğunluğu biliyor, yöredeki kadınların çok azımn demeğin ne olduğu konusunda bilgi sahibi olduğunu tespit ettik.

Yörede dernekleşme yok, fakat büyük kentlerde yaşayan Akbucak, Ortayol ve Uğrak köylüleri köy demeklerini kurmuşlar. Halen Uğrak Köy Demeği ile Ortayol Köy Demeği sosyal ve kültürel faaliyetlerini Ankara'da sürdürmektedir. Ancak, Akbucak köyü demek faaliyetlerini durdurmuş durumdadır.

Bunun yanısıra Hemşin etnik kütürünün tanıtımını üstlenerek, yıllardır bu görevi en iyi şekilde yürüten Çamlıhemşin Vakfi halen Ankara'da çalışmalarını başarıyla sürdürmektedir.

Geçim kaynağının bir kısmını çay ekonomisinden karşılayan yöre halkı (araştırma konusu olan üç köy) ilçedeki çay kooperatifiyle sıkı ilişki halindedir.

V.5. MÜLKİYET VE MİRAS

"Mülk: (İş Ar Mülk) 1. Ev dükkan arsa gibi taşınmaz mal. 2. Devletin egemenliği altında bulunan, toprakların bütünü. Ülke "Adalet mülkün temelidir" 3. Vakıf olmayıp doğrudan doğruya birinin malı olan yer veya yapı. (Türkçe Sözlük, 1988)

“Mülkiyet herhangi bir eşyayı bireyin istediği gibi kullanması ve bir servete sahip olma hakkıdır." (Beşikçi, 1992: 143)

" Mülkiyet: İnsanın üretim koşullarıyla ilişkisi Türkcemizde -iyelik- denir; insanın üretim koşullarıyla ilişkisini dile getirir, mülkiyet kavramı ekonomi biliminin baş kavramıdır. Evrensel gelişmede insanlaşma üretimle, bundan ötürü de mülkiyetle başlamıştır, üreten insanın kendi emeğinin nesnel koşullarıyla ilişkisi bir mülkiyet ihşkisidir." (Hançerlioğhı, 1986: 288)

"Miras: (İs Ar Miras) 1. Birine ölen yakınından kalan malk mülk. Para veya servet, kaht. 2.Kalıtım yoluyla geçen herhangi bir özellik. 3. Mec. Bir neslin kendinden sonra gelen nesle bıraktığı şey." (Türkçe Sözlük, 1988)

Araştırma alanını kapsayan Rize ili, Pazar ilçesi Akbucak, Ortayol ve Uğrak köylerinde mülk denildiği zaman yöre halkının ilk aklına gelen ev, arazi, dağdaki çayırlıklar, yayladaki ev ve ahırdaki hayvanlardır. Yörede "mülkiyet" le "miras" kavramları iç içe geçmiş durumdadır. Çünkü mülkiyette olduğu kabul edilen "mülk" atadan dededen, babadan kalma ev, arazi ve dağdaki çayırlıklardır. Adı geçen köylerdeki halkın geçimi arazisi ve ahırdaki hayvanına bağlıdır.

"Gurbetten para gönderenin olsa bile burda geçinebilmen için, ekip biçeceğin arazin, ahırda da hayvanın olacak." (K.K: Hp A.)

Yöre insanı köydeki arazisine ve evine şehirdeki mülkünden daha çok sahip çıkmaktadır.

"Köydeki malımız daha kıymetli. Hem dönüp dolaşıp geleceğimiz yer baba toprağımız. Hiç birşeyimiz olmasa bile evimizde oturur, arazimize çay kazar geçinmeye çalışırız. Şehirdeki malımızdan, mülkümüzden oluruz ama buralardan olamayız. Buralar bize dedelerimizden kaldı". (K.K: O.T.)

Yörede dedelerden miras yoluyla kalan mülk çok zor durumda kalınmadıkça satılmaz:

"Falanca köyde dedesinden kalan arazisini sattı ama onun dunımu farklıydı. Oğlu yoktu,gelip evini şenlendirecek kimsesi yoktu, parası da yoktu zor durumdaydı. Baba malını sattı, kendi de evde bir başına öldü gitti. Şimdi o ev boş, ocak battı." * (K.K: R.A.)

Kaynak kişiler köylerden kadostro geçmediği için şahıs üzerine tapu olmadığım, ancak tapuda kaydın var olduğunu söylemektedirler.

"Tapu kaydına bakıldığı zaman orada dedelerimizin ismi yazdı, isteyen tapuya müracaat edip tapularını aldı." (K.K:H.Y.)

Dağlar, köylerin ortak malıdır:

"Dağlar hepimizin, isteyen gider dağda odunu eder evini yapardı, yakacak odunu hazırladı. Şimdi ormaniye izin vermiyor, istediğimiz gibi odun kesemiyoruz." (K.K: S.K.)

Yörenin en önemli geçim kaynaklarından birisi de "yaylacılıktır". Köylü yazın köyde hayvancılık yapamamış, ineklerini ve keçilerini alarak yayla yollarını tutmuştur. Yaylalar, köylülerin ortak kullandıkları "mera" lardır.

Kavran yaylasının bulunuşunu kaynak kişi şöyle anlatmaktadır:

“Hala deresi taşar. Dere bi yonga* parçası getirir. Yonga parçasını bulan köylüler dere boyunca insan yaşadığım anlarlar, dere boyunca giderler. Gide gide Kavran yaylasını bulurlar. Bakarlar ki orda Ermeniler yaşıyor. Ermenileri kaçırnlar, köylüler buralara yerleşerek burayı kendilerine yayla kurarlar. Hala buralarda Ermeni mezarlan var” (K.K: F.K)

"Yaylanın ilk sahipleri dedelerimiz. Dedelerimiz anlaşmışlar, yaylayı sahiplemişler. Bu yaylayı hangi köyler sahiplemişse ancak onlar gidebilir, başka köyleri yaylaya koymayız." (K.K: M.Ş.)

"Yaylanın ilamı tapuda bellidir. Tapuda falan yayla, falan köyün merasıdır diye tapu ilamıyla belirlenmiştir, yaylaya köyler bu tapu ilamını dikkate alarak gider." (K.K: H.Y.)

"Buralarda köyün ortak mah olan yaylalar yüzünden başka köylerle çok tartışmalar olur, hatta bir seferinde mahkemelik bile olundu. Hakim mahkeme de seksen yaşmda bir dedenin ifadesine göre karar verdi, karşı köyden olan dedenin: -Ben çocukluğumda buralarda çobanlık ettim hayvanlarımı buralarda otardım demesi yaylamızı kaybetmemize neden oldu." (K.K: H.B.)

Akbucak, Ortayol ve Uğrak köyleri halkına göre, "miras" babadan oğula kalan maldır. Mülkiyetin devri olan miras paylaşımı baba ölmeden, sağken de olmaktadır.

Söz konusu köylerde kız çocuğunun mirastan yararlanma hakkı şöyledir:. Ekonomi, bölümünde de belirtildiği gibi yöre inşam hem köye, hem şehre, bağlıdır. Kız çocuğu babasının gurbette çalışıp kazandığı mülkünden hakkı olanı alır, fakat babasımn köydeki atalarından kalan malından hak talep etmez:

"Kız çocuğu evlenmemişse babasının evinde ölene kadar kalır. Boşanınca da babasının evine gelebilir ama yalnız kendi gelir, çocuklarım getiremez. Bahçede çalışır geçimini sağlar. Buralarda evlenen kız baba evine misafir gibi gelir gider, evli kıza -bu benim babamın evi demekten başka birşey kalmaz." (K.K: K.T)

Miras erkek kardeşler arasında bölünür.

"Miras kalan ocak, yani evin kurulu olduğu yer en küçük kardeşin hakkıdır. Ev yıkılır, evin odunları öbür kardeşler arasında pay edilir, küçük kardeş ev yerine yeniden ev yapar, eskiden böyleydi ama şimdi ev yıkılmıyor, arazi de iple ölçülerek pay ediliyor." (K.K: H.S.)

"Mal bölünürken muhtar ve köyün yaşlıları şahit olarak çağrılır. Bölüşüldükten sonra muhtarın imzasıyla köy senedi yapılır. Taksim edilen yerlere herkesin arazisi belli olsun diye taştan veya tahtadan hudut dikilir. "(K.K: D.A.F.)

"Kardeşler arasındaki mal taksiminden sonra ilişkiler eskisi gibi olmaz, eskiden ev adamı sayılan kardeşler mal bölündükten sonra sadece akrabadırlar." (K.K: O.T.)

"Miras yoluyla babadan kalan malın satılması köyde ayıp saydır, baba mahni satan aşağdamr: -O yaramaz adam, baba malına sahip çıkamadı, babasının mahm sattı derler." (K.K: H.Y.)

Akbucak, Ortayol ve Uğrak köylerinde "mülkiyet" ve "miras" anlayışı günümüzde de geçmişteki gibi devam etmektedir.

V.6. AİLE VE AKRABALIK İLİŞKİLERİ

Her toplumsal yapıda büyük çapta meydana gelen olayların daha küçük boyutlusu aile içinde yaşanmaktadır, bu nedenle aile ilk toplumsal kurum olarak düşünülebilir.

Ailenin gelişimi ile ilgili teoriler tek bir kaynağa dayandırılamaz. Yazının icadından önce de var olan aile kurumunun tipleri hakkında kesin bir bilgi yoktur. (Türkdoğan,1977:217)

"19 y.y. Avrupa'sında cinsiyete dayanan bir aile evrimi teorisi gelişmişti: Buna göre ilk aile serbest cinsi ilişkilere dayanan (promuscity) bir aile tipidir. Bundan evrim yoluyla sırasıyla bir kadının iki veya birden fazla kocayla evlenmesi, (polyaııdry), bunu izleyen bir erkeğin iki ya da daha fazla kadınla evlendiği (polygyny) tipi, ondan sonra da son aşamayı teşkil eden bir kadının bunu izleyen bir erkekle evlenmesi (nonogamy) sistemi doğmuştur. Bu gelişime paralel olarak aile kontrolü ve soy biçimlerinin evrimi olayı ortaya çıkmıştır, ilkin çocuklar serbest cinsiyete dayanan bir ailenin ortak malı olmuş bunu izleyen baba yetkisi ve ana soyundan gelme kurumlar gelişmiştir." (Türkdoğan, 1977:217-218)

"Akrabalık olgusu genelde üç ana kümede toplanır... 1. Ailenin üreme etkinliği sonucu kana dayalı ortaya çıkan akrabalık bağlan ki, bu bağ temel olmak üzere baba, ana ya da her ikisinin yanım (soyunu) izleyerek akrabahklan ortaya çıkarır. 2.Evlilik yoluyla kurulan akrabalık bağlan, aynı ya da ayn soydan iki ayn cinsi birbirine bağlar. Bu bağ, yaşama biçimlerine göre artan ya da azalan evlilik yoluyla kazanılan bir küme akrabalar sağlar. 3. Somadan kazanılan düzemece akrabalıklarla Batı toplumalannda "yasal evlat edinme" ve "vaftiz babalığı" şeklinde varlığını gösterirken bizim geleneksel toplumumuzda ve benzeri toplumlarda Sütkardeşliği, Kankardeşliği, Ahiretkardeşliği, Yolkardeşliği, Sağdıçlık, Yengelik, Kınaanahğı, Adbabahğı, Kirvelik adlanyla kimileri yöresine göre birer kurum şeklinde karşımıza çıkar." (Balaman, 1982:V)

Aile en küçük toplumsal kurum olup, kültürel yapının çekirdeğini oluşturur.

Araştırma alanını kapsayan Rize ili Pazar ilçesi Akbucak, Ortayol ve Uğrak köylerinde "aile" deyince yöre halkının aklına aym çatı altında yaşayan insanlar gelmektedir. Bunlar: Ebe, dede, evlenmiş ve evlenmemiş erkek çocuklar, evlenmemiş kız çocuklar, gelinler ve torunlardır.

"Biz köyde kaynana, kaynata, kardeşler, eltiler,evlenmemiş baldızlar, amca çocukları hep birarada kalırız, ama şehirde herkes kan koca çocuklanyla kalır.Kaynanamız, kaynatamız şehre giderse daha çok küçük çocuğuyla, kahr. (K.K:K.K)

Hemşin kültüründe köyde geniş aile, şehirde çekirdek aile tipi hakimdir.

Eskiden akraba ve köy içi evliliğin yaygın olduğu söz konusu köylerde herkes birbirinin akrabası olarak kabul ediliyormuş. "Dipten bakıldığında hepimizde bir akrabalık var." (K.K:K.T.) Yörede evlilik yoluyla kundan akrabalık, kan akrabalığı kadar etken değil.

Akbucak, Ortayol, Uğrak köyleri Hemşin etnik grubunda ailede baba soyu izlenir. Akrabalık "baba" tarafindan şekillenmektedir.

Kaynana, kaynata (erkeğin anası, babası) kayınbiraderler, eltiler (evin gelinleri), elti çocuklan, görümceler bunlann kocalan ve çocuklan, hanede kabul gören kişilerdir. Bunun yamsıra anne tarafındaki, teyzelerle, bunlann kocalan ve çocuklan, dayılan, bunlann kanlan ve çocuklan baba tarafındaki akrabalar kadar saygı görmezler.

"Çocuklarımız amcalarının çocuklanyla (erkek-kız) oturup kalkar, dağa çalışmaya gider,birbirleriyle gülüp, konuşup şaka yapabilirler. Bu serbestlik dayı,teyze ve hala çocuklanyla olmaz, hala babanın kızkardeşidir ama el evine gittiği için o da yabancı sayılır." (K.K: A.K.)

Kan akrabalığı çok kuvvetli ve sağlam olmasına karşın, evlenme yolu ile kundan hısımlık o derece zayıftır.

Yörede en önemli akrabalık kuramlarından biri de sanal akrabalık grubuna giren "süt kardeşliğidir". Kadın bütün gün dağda çalıştığı için bazen çocuğunu emzirme şansı olmamaktadır. Çocuğa süt vermek gerektiğinde annesi yanında yoksa, o sırada orada bulunan emzikli bir kadın çocuğu emzirebilir. Bu emzirme olayı seçilmiş bir kadına yaptırılmaz, raslantısal olarak gerçekleşir, bilinçli bir davranış değildir.

Bu gelenek günlük yaşamdan kaynaklanan gereksinim sonucu ortaya çıkar. Bu uygulamadan sonra süt veren annenin çocuğu ile emen çocuk arasında"sütkardeşliği "süt veren anne ile süt emen çocuk arasında" Sütanneliği" oluşur. Sütkardeşler birbirleriyle evlenemedikleri gibi yaşamlarının sonuna kadar birbirlerinden sorumlu olmaktadırlar. Sütkardeşlerden sonra doğan kardeşler de sütkardeş sayılır, onlar da birbirleriyle evlenemezler.

" Sütkardeşlerden büyük olan, sütün üstündekiler evlenebilir, ama süt kardeşlerden sonra doğan çocuklar da birbirleriyle evlenemezler onlar da süt kardeş sayılır. Süt aşağı çeker." (K.K: F.A.)

Yörede görülen sanal akrabalık türlerinden biri de “bacıhk”tır. Bacılık Anadolu’nun diğer yörelerinde görülen “ahretlik”le aym anlama gelmektedir.

“Ahretlik, iki kız arasındaki kız kardeşlik bağlılık (yaygın) bacılık, heci)” (Özden, 1981: 7)

“Yaylada, köyde çok sevdiğimiz arkadaşımızla bacılık oluruz. Bacılık olurken birbirimize hediye alırız. Sırlarımızı paylaşırız. Bacılık, kardeşten önce gelir. Ölene kadar birbirimizin her derdine ortak oluruz.” (K.K: S.P.)

Hemşin kültüründe aile bireylerinin hepsinin ayn görevleri vardır:

"Köyde yaşayan erkek dağdan odun taşır, büyük ağaçlardan mof budar, pouş* eder, öküz koşar*, yazın bahğa, kışın ava gider, buralarda arıcılığı da erkekler yapar." (K.K: İ.A.)

" Köyde erkek ne kadar çok çalışırsa çalışsın, esas olan gurbete gidip para kazanması, göçünü (ailesini) de yanına götürmesidir." (K.K: S.K.)

Hemşin kadınına aile içinde düşen sorumluluklar erkeğe göre daha çok ve oldukça ağırdır:

"Burada kadınların işi çok olur: Bağ bahçe işleri yapar, dağdan odun getirir, hayvanların yiyeceği otu dağlardan taşır, inekleri sağar katık yapar, evdeki bütün işleri kadm yapar." (K.K: D.K.)

Kız çocuklan okulu bitirince anneleri ile birlikte iş yapmaya başlarlar.

"Kızlarımız okuldan çıktı mı iş yapmaya bulaşırlar. Yavaş, yavaş kadınların yaptığı her işi yapmaya başlarlar, küçük kardeşlerine lalalık* ederler." (K.K:S.A.)

Yörede erkek çocuğa düşen görev daha azdır.

"Erkek çocuklar kardeşlerine, evine, bahçesine, ahırdaki ineğine sahip çıkmalı,askerden gelince de gurbete gidip para kazanmak, gurbete gitmeyen erkek buralarda makbul sayılmaz." (K.K:H.K.)

Araştırma yöresindeki üç köyde gelinlere düşen görev ve sorumluluklar da oldukça fazladır. Gelin sabah ezanından önce kimse kalkmadan kalkmak zorundadır, Ateşi yakmak, sulan ısıtmak ortalığı toplamak gelinin görevidir;

"Ben bu eve gelin gelince kaynanamın, kaynatamın yanında epey zaman tençkaph* gezdim. O zaman saygı vardı gelinlik vardı, kaynanamın kaynatamın sofrasında oturup yemek yiyemezdim. Ne zaman ki tenckabımı* indir dediler o zaman onlarla konuşmaya başladım." ( K.K:Z.P.)

Köy-şehir ilişkisinin yoğun olduğu, kitle iletişiminin (televizyon, radyo ve gazete gibi araçların) üç köye de girdiği araştırma bölgesinde aile ve akrabalık ilişkilerinde özde olmasa bile biçimde bazı değişmelerin olduğu gözlenmektedir.

V.7. EKONOMİK VE SOSYAL İŞ BÖLÜMÜ

Araştırma yöresindeki üç köyde kadının yeri ve konumu çok önemlidir. Bağ, bahçe, ahır, ev ve çocuk bakımı tamamiyle kadının işidir. Dağdan odun kesmek, büyük ağaçlardan mal budamak, erkeklerin yaptığı işlerdir. Ancak yaşamının büyük kısmım gurbette geçiren erkeğin bu türden işlerini de kadın üstlenmiş durumdadır.

"Çocuğumu doğurdum üç gün soma dağa odun getirmeye gittim" (K.K: HpK.)

"Evin kadım sabah namazıyla kalkar pilitayı yakar, eskiden ateşi yakardık şimdi pilita var. Kukmalarr doldurur ateşe koyar ahri eder, evleri temizler, yemeği hazırlar, soma da dağa çalışmaya gider." (K.K: H.K.)

Araştırma yöresinde erkeğe düşen görevler kadına göre daha azdır. Gurbetçiliğin yaygın olduğu bu üç köyde genellikle evin erkeği gurbettedir, dolayısıyla köyde erkeğin yapması gereken işler de kadına düşmektedir. Gurbetteki erkeğin görevi ailenin geçimini sağlayacak parayı kazanmak ve ilerde ailesine şehirde yaşayabileceği ortamı hazırlamaktır.

"Burada köydeki erkeklerin çok işi olmaz onlar kahvede oturur, biz dağda çalışırız, kışın yakacak odunlarımızı erkekler keser,odunları dağdan eve biz taşırız. Onlar kışın ava gider, arıcılığı da erkekler yapar, evin bütün yükü kadının üstünde. Başka bir şey yapmaz onlar." (K.K: S.P.)

Yılın belli dönemlerinde köyde olan erkeğin görevini derleme yaptığımız kaynak kişi şöyle anlatmaktadır:

"Köyde yaşayan erkek çobanlık eder, dağdan odun keser, büyük ağaçlardan mol (dal) budar pouş (çapa) eder, öküz (çift) koşar, yazın balığa, kışın ava gider, buralarda arıcılığı da erkekler yapar". (K.K: A.K.)

Araştırma yöresinde kız çocukları ilkokulu bitirene kadar pek fazla çalıştırılmazlar. Bu dönemde ufak tefek işlerle ilgilenir, küçük kardeşlerine bakarlar. İlkokulu bitirdiğinde annesinin yaptığı işleri öğrenmeye başlar. Annesiyle birlikte ahıra iner, dağa gider, ev işlerini yapar, peynir, yağ ,çökelek yapmasım öğrenir, çorap örer. Yöre kızlan köyde yanlız yaşayan yaşlı kadınlann işlerini yapar onlara arkadaş olur.

Erkek çocuğunun daha makbul olduğu Hemşin kültüründe, erkek çocuğuna düşen görev ve sorumluluklar kız çocuğuna oranla azdır. Erkek çocuğu bağına bahçesine bekçilik eder, annesi ve kız kardeşiyle birlikte dağa gider, yaylada hayvanlara çobanlık eder, balık tutar, yakılacak odunlan parçalar çağh (ince odun) getirir.

GELENEKSEL YAPI

.8.A EĞİTİM

.8.B. HEMŞİN KÜLTÜRÜNDE ÇOCUK

.8.C. DİN VE DÜNYA GÖRÜŞÜ

.8.Ç. DİL

.8.D. HALK MUTFAĞI VE BESLENME

.8.E.HALK TAKVİMİ VE METEOROLOJİSİ

.8.F. HALK EĞLENCELERİ

.8.G.GİYİM KUŞAM VE SÜSLENME

.8.H. HALK SANATLARI VE MİMARİ

.8.I. HALK MÜZİĞİ VE MÜZİK ALETLERİ

.8.İ. HALK EDEBİYATI

V.8.A. EĞİTİM

Resmi olmayan eğitim çocuğun doğumuyla başlar. Eskiden geniş aile tipinin hakim olduğu yörede çocuğun terbiyesinden ailede herkes sorumluydu. Evin erkeğinin gurbette olması nedeniyle uzun süre çocuğunu görmediği olurdu. Araştırma yapılan üç köyde çocuklarını yıllarca görmediklerini söyleyen babalar var:

"Evlendim gurbete gittim, sonra bi duydum çocuğum olmuş. Çocukların doğduğunu büyüdüğünü biz görmezdik ki. Gurbetten köye giderdik ki çocuk doğmuş, büyümüş bile. " (K.K: O.B.)

"Kocamız yanımızda olmazdı ki. Biz çocuğumuzla bile* köyde kaynanamızla kaynatamızla otururduk. Evin gelinleri hep bile otururduk, kaynanamızın, kaynatamızın yanında çocuklarımıza bağlamazdık, çok ayıp sayılırdı hatta çocuklarımızı kucağımıza ahp sevemezdik." (K.K: Z.P.)

Araştırma yöresindeki üç köyde kız çocuklan dokuz on yaşlanna kadar dışarda oğlan ve kız çocuklanyla oynayabilir. Bu yaştan sonra yavaş yavaş eve çekilmeye başlar. İlkokulu bitiren kız çocuğu başım bağlar. Annenin kız çocuğu üzerindeki eğitimi evlenene kadar sürer.

"Dokuz on yaşından sonra kızlar, oğlan çocuklanyla oynamaz. Buralarda on yaşlarından sonra kızlar kendilerini bilir*. Kendilerini bildi mi kızlar artık analanyla işe bulaşır." (K.K: A.Ç.)

Kız çocuklan, ilk resmi eğitimi yedi yaşında ilkokula giderek almaya başlarlar. Kız çocuklanna dinî eğitim ise okulda öğretmenler camide hocalar, evde anneler tarafindan verilir. Durumu uygun olan aile, eğer büyük şehirde kızının amcası varsa kızım onun yanma göndererek okutur. Kız çocuğu amca

evinden başka yerde kalamaz. Çünkü araştırma yapılan üç köyde de amca baba gibidir, - amca baba yansı- kabul edilir.

Kız çocuğu ile oğlan çocuğunun eğitimi tamamiyle farklıdır. Kız çocuğu üzerinde sürekli bir baskı varken, oğlan çocuğu davranışlannda serbest ve özgürdür. On beş yaşına gelen erkek çocuk eğer babası gurbette ise köyde evin erkeği durumundadır. Annesi ve kardeşleri ona sormadan hiçbirşey yapmazlar. Oğlan çocuğunun ilk resmi eğitimi ilkokulla başlar. İlkokuldan sonra oğlan çocuğunun okutulması için mevcut olanaklar zorlanır.

Araştırma yöresinde oğlan çocukları, on yaşma kadar köye gelen gezici sünnetçiler tarafindan sünnet ettirilir. Oğlan çocuklarına dinî eğitim kızlara göre daha ileriki yaşlarda verilir. Bu erkek çocuklarının geç buluğa ermeleriyle ilişkilidir.

Oğlan çocuğuna ilk dini eğitimi okulda öğretmen, camide hoca, evde babası verir.

"Oğlan da, kız da kendini bildi mi dinî görevlerini yerine getirmesi lazım. Onun için çocuklarımıza kendilerini bilene kadar dini bilgileri alıştırırız." (K.K: H.K.)

On yaşından sonra kız ve erkek kardeşlerin yatakları ayrılır.

Araştırma alanı üç köyden, Akbucak köyünde okul var. Okulda bir öğretmen görev yapıyor. Uğrak köyünde kış nüfusu 18 dir. Okula gidecek öğrenci yok. Bu nedenle köyde okul var fakat kapalı durumda. Ortayol köyünde Okul çağında 5 çocuk var. Çocuklar komşu köydeki Yücehisar ilkokuluna gitmektedirler. Öğrenci sayısı az olduğu için Ortayol ilkokulu kapalı durumdadır.

KÖY ADI

ÇOCUK SAYISI

GİTTİĞİ OKUL

AKBUCAK

22

Akbucak İlkokulu

ORTAYOL

5

Komşu Köydeki İlkokul Yücehirasr

UĞRAK

-

-


Köyde okul çağında olan çocuk sayısı (Kış nüfusuna göre)

V.8.B. HEMŞİN KÜLTÜRÜNDE ÇOCUK

Yeni doğan insan, tüm canlılar içinde bakıma ve beslenmeye en muhtaç olan varlıktır. Dünyaya gelen her çocuk sadece anne babasım değil aynı zamanda akrabaları, komşuları da sevindirmektedir. Çünkü her doğum, akrabaların sayısını arttırmakta soyun devamım sağlamaktadır. Özellikle küçük topluluklarda ve etnik gruplarda aileler nüfuslarının çokluğu oramnda kendilerini güçlü hissederler (Örnek, 1977:131)

"Çocuğun aile içindeki eğitimi ve bu eğitim için başvurulan yollar büyük çapta gelenekselliğin ağırlığım taşımaktadır. Gerçi eğitme konusuyla ilgili yanıtlarda ve açıklamalarda çağdaş çocuk eğitimi düzeyine yaklaşan bir tutum ve davranış da göze çarpmaktadır; ancak gelenekselin, halen uygulananın yanında yer alan bu tavır, belli ki ideal olana, doğru olana ulaşma isteğini yansıtmakta; anadan babadan kalma eğitim anlayışının aşılması zor barajına takılmaktadır." ( Örnek , 1779 : 16 )

Araştırma alanım kapsayan Rize ili, Pazar ilçesi Akbucak, Ortayol ve Uğrak köylerinde yeni bir çocuğun doğumu yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı önemlidir. Yöre inşam yeni bir çocuğun doğumunu;

" Ocağımız şenlenir." (K. K. : H. K.)

"Soyumuz, sopumuz yürür." (K. K. : A. P.)

"Ocağımız batmayacak." (K.K:D. A. F.)

"Evimiz şenlenecek." (K. K. : S. K.)

şeklinde açıklamaktadır.

Erkek çocuğun daha makbul sayıldığı yörede, erkek çocuğu olmayanlar ilk eşlerinin izniyle ikinci evlilik yapmaktadırlar.Bunun nedenini de;

“Kız çocuk evlenip ele gidiyor. Kocasının evini kendine ev ediyor, babasının evine misafir gibi geliyor, oğlumuz olmazsa malımız ellere kalır." (K. K: HpA)

"Erkek çocuk sülalenin adını taşıyor, soy adımızı sürdürüyor. Oğlumuz olmazsa evimiz kapanır. Bağımız, bahçemiz mağolluk* olur, ocağımız batar." (K.K:D.K.)

şeklinde açıklamaktadırlar.

Geçmişte ve günümüzde gurbetçiliğin yaygın olduğu yörede; eskiden karı-koca birbirlerini yılda bir kez ya da iki kez görebilirlerdi. Hatta yörede kocalarından on yıl ayn kaldıklanm söyleyen yaşlılar da var. Erkek gurbette para kazanıp ailesine gelecekte, şehirde yaşayabileceği ortamı hazırlamak zorundadır. Bu nedenle çocuğun terbiyesinden annesi ve köydeki aile büyükleri sorumludur.

Yöre inşam öncelikle çocuğunun temiz ahlaklı ve namuslu olmasım ister, anne erkek çocuğuna:

" Oğul yerde para görsen bile kaldırma, kimseye sakma*, küfür etme. Kimsenin bir şeyini elleme, emsallerinle otur kalk birinden bir laf duyarsam seni kirhan* ederim." (K.K: R.B.)

Kız çocuğuna:

"Dağ yollarında onunla bununla vara yoğa konuşma. Heybet etme*, dağlarda işine bak, avare obua, akşam karanlığa kalmadan eve gel. Yanlış birşey yaparsan baban beni eve koymaz." (K.K: HjK.)

Genel anlamda çocuğun eğitim ve terbiyesinden anne sorumlu olmakla birlikte geniş aile tipinin hakim olduğu yörede çocuğun eğitiminde evdeki aile fertlerinin hepsinin de etkisi olmaktadır.

Anne, kız çocuğundan evlenene kadar sorumlu olduğu halde; oğlan çocuğunun 16-17 yaşından sonraki tutum ve davranışlarından baba sorumludur.

"Kaynanamla, kaynatamın yanına gelin geldim. Onlardan başka evde eltilerim kayınlarım da vardı. Kocam gurbete gitti ben çocuklarımla köyde kaldım. Çocuklarımı kendi istediğim gibi terbiye etmem nerde Kaynanamın kaynatamın yanında çocuğumu kucağıma alıp sevemezdim, kendimden büyüklerin yanında çocuğuma bağıramazdım, çocuğuma el kaldıramazdım, çocuğuma istediğimi yediremezdim, herkes ne yerse o da onu yerdi." (K.K:H.K.)

Kızlar ilkokulu bitirince ev ve bahçe işlerine başlar

"Kızlarım okuldan çıktımı benimle, evin öbür kadınlarıyla birlikte iş yapmaya bulaştılar. Fuski taşıdı, dağdan odun getirdi, hayvanlara yem getirdi küçük kardeşlerine baktı, beşik salladı, babasına, amcalanna, 

ağbeylerine hizmet etti, çorap dokudular. Benim kızlarım işe bulaşınca bunları yaptı. " (K.K: S.P.)

Erkek çocuklarına yörede düşen görev ve sorumluluklar daha azdır. Onbeş onaltı yaşına gelen erkek gurbete gidip para kazanmak zorundadır.

"Gurbete gitmeyen erkek buralarda olsa olsa çoban olur, kimse onu adam yerine koymaz, köydeki adama kolay kolay kız da vermezler. "(K.K:H.B.)

Anadolu'nun diğer yörelerinde olduğu gibi araştırma yöresinde de kız ve erkek çocuklarının yapması gereken veya onlardan beklenen belli davranış kalıplan vardır:

"Kız çocuğu çalışkan, saygılı olmalı, iyi yük taşımalı, ahin iyi yapmah, yolda yürürken erkeklerin önüne geçmemeli, yolun kenarına geçerek erkeğe yol vermeli, başım erkeğin yanında hafif öne eğik tutmalı, erkeklerin yanında tuvalete gitmemeli,erkeklerin yanında baş açık ve çıplak ayak dolaşmamak, evin kızı evdeki erkekler yatmadan gidip yatmamalı." (K.K: D.K.)

Yörede erkeklerden beklenen davranışlar daha esnek ve yumuşaktır:

"Erkek çocuklan saygılı olmalı, kardeşlerine, evine, bahçesine, ahırdaki hayvanlarına sahip çıkmalı onları kollamak. Evde başka erkek yoksa ablaları bile ona karşı olamaz hatta anası bile ona sormadan iş yapmaz." (K.K: A.P.)

Dokuz- on yaşlanna kadar kız çocuklar günlük yaşamda erkek çocuklarla birlikte olabilirler. Ancak bu yaşlarından sonra, özellikle buluğ çağına gelen kız eve çekilmek ve kendi cinsleriyle birlikte olmak durumundadır.

Akrabalığın, baba soyundan devam ettiği Akbucak, Ortayol ve Uğrak köylerinde kız çocuklan amcalanmn çocuklanyla oturup kalkabilir, birlikte

dağa gidebilirler. Fakat aynı serbestlik dayı, hala, teyze çocuklanyla söz konusu olmamaktadır.

Yörede çocuklann eğitimi ve terbiyesinde dinsel kurallann çok belirgin olarak etken olmadığı gözlenmektedir.Çocuk ilk dini eğitimi okulda öğretmenden, camide hocadan,evde anne-babasından almaktadır.

Yörede kız çocuklan ilkokulu bitirdikten sonra başlarım şay ve şifonla aşağı-yukan bağlamaktadır.

Kaz ve erkek kardeşler on yaşına kadar aynı yatakta yatabilirler. Bu yaştan sonra yataklan aynı oda içinde aynlmaktadır.

"Uygun olan kız ve erkek çocuklarının ayn odalarda yatmasıydı ama ne yapalım yer yoktu, bir evde birkaç aile birlikte yaşıyorduk." (K.K: H.K.)

Çocuklar ilk dinî ibadetlerini buluğa eriştiklerinde yerine getirmeye başlarlar. İlk dinî eylem gusul abdesti almayı öğrenmek ve oruç tutmakla başlamaktadır.

Buluğ dönemlerinde annenin gözü kız ve erkek çocuklanmn üzerinde olur. Buluğa erişen kız çocuğa annesi, erkek çocuğa babası, yerine getirmesi gereken dinî pratikleri öğretmektedir.

Çocuklann eğitiminde ve terbiyesinde titizlikle üzerinde durulan konu ebeveyne karşı uyulması gereken tutum ve davranışlardır.

"Biz köyde kaynana kaynata hep birlikte otururuz, çocuklarımıza her zaman ebelerine dedelerine karşı saygılı olmalarım öğütleriz. Çocuklarımız ebelerine dedelerine karşı gelemezler, onların her dediğini yaparlar." (K.K:H.K.)

Köy-şehir ilişkisinin yoğun olduğu Akbucak, Ortayol ve Uğrak köylerinde çocuk eğitiminde farklılaşmalara rastlanmakla beraber geleneksel eğitimin halen etken olduğu gözlenmektedir. Yöre halkı geçmişten edindiği ve günümüze kadar getirdiği kendine özgü kültürel yapıyı çocukları aracılığıyla kuşaktan kuşağa aktarmaya özen göstermektedir.

V.8.C. DİN VE DÜNYA GÖRÜŞÜ

İslam dininin sünni mezhebinden olan, -araştırma alanını kapsayan - Akbucak Uğrak ve Ortayol köylerindeki Hemşinliler’in geleneksel yaşamlarım bir takım dinsel ve büyüsel işlemler yönetmektedir.

Bu büyüsel ve dinsel nitelikteki işlemler yöre halkının yaşam tarzına göre biçimlenerek zaman zaman Anadolu'nun diğer yörelerindeki uygulamalarla benzerlik gösterirken, zaman zaman da farklı bir görünüm sergilemektedirler.

Doğa şartlarının güç olduğu bölgede yöre halkı yaşamın hemen her döneminde bu güç şartlarla mücadele etmek zorundadır. Kışların uzun ve sert oluşu, ulaşımın zor ve araştırma yöresindeki erkeklerin gurbette olması yöre halkım ruhsal baskı altına almış, yanlızlığım çaresizliğini bir takım doğaüstü güçlere sığınarak veya onlardan korunmayı amaçlayarak dinsel ve büyüsel nitelikli uygulamalara yöneltmiştir.

Yörede tekke, türbe gibi ziyaret yerleri gelişmemiş olmakla beraber halk şehitlerin yattıklarına inandıkları bir tepeye Pazartesi ve Cuma günleri ziyarete gider. Yörede doğum yaparken ölen kadın şehit sayılır. Çocuğu olmayan kadınlar doğum yaparken ölen kadının mezarım ziyarete giderler.

Ulaşımın zor olduğu yörede eskiden doktora gitmek oldukça zordu. Hastalık durumunda halkın ilk başvurduğu yol dinsel-büyüsel nitelikli işlemlerdir. Bu işi yapan da "din hocası" dır.

"Eskiden hasta olunca doktora gidemezdik, hasta olanlara hoca okurdu, korkmuş nazar değmiş derdi" (K.K: R.B.)

"Korkan birinin başına çember bağlanır, köyde bilen bir kadnı o çemberi dirseğiyle ölçer, her ölçüşte dirsek sayısı azalır, böylece hasta korkuyu üzerinden atar." (K.K: H.K.)

"Hasta hocaya götürülür. Hoca hastaya Kuran' dan ayetler okur, okurken hocanın ağzı açıhr gözlerinden yaş gelirse hasta nazarlanmış der." (K.K: D.K.)

"Hasta olana, nazarlanana, korkana hocalar bir tas suyu okur, üfler bu su hasta olanın başında gezdirilir sonra kapıya (evin dışına) dökülür, su kabı, kapıya bırakılır. Cinler korkuyu veya hastalığı götürsün diye." (K.K: K.K.)

"Biı- kaba su koyulur. Yedi tane dul kadının adı sayılır, ateşten yedi tane köz alınır, suyun içine atılır, hasta o sudan yedi gün içer, o su hastanın başında dolaştırılır, hasta iyileşir." (K.K: A.P.)

"Bir haftadır kızım hastaydı, halsizdi. Geceleri de üzerine titreme geliyordu. Dedim ki: Bu kıza nazar değdi heralde buna bi -çuh* edeyim. Yedi tane demir topladım sacayak gibi birşeyin üstüne koyup altına ateşi verdim, demirleri iyice ısıttım. Demirler ısınınca onları ateşten ahp teneke leğenin içine koydum üstüne de soğuk su döktüm. Su dökünce duman duman oldu, kızımı da bu dumanın üzerine tuttum. Aynı anda başından yedi defa teneke dolandırdım. Teneke dolandırırken bildiğim dualardan da okudum. Sonra da tenekeyi firlatıp uzaklara attım ki nazar bir daha gelmesin. Böylece kızımın üzerinden nazar gitti. Bunu bana büyükannem anlatmıştı nazara iyi gelir diye." (K.K: R.B).

Araştırma yöresinde cin, peri, hortlak, karabasan koncoloz, hızır gibi doğaüstü güçlere eskiden olduğu gibi günümüzde de inanılmaktadır.

Araştırma yöresinde cadı5 "cazı" inancı yaygındır. Kadınlar çocuklarını özelikle oğlan çocuklannı"cazı" dan korumak için bir takım uygulamalara baş vurmaktadırlar.

"Cadı : is far cado 1. Geceleri dolaşarak insanlara kötülük ettiğine inanılan hortlak 2. Huysuz, çirkin, ihtiyar kadın 3. Çok güzel göz. Cadı gibi: Saçı başı dağınık, timaklan uzun ve pis kadınlar için kullanılır. Cadı kazanı: Dedikodunun hasetin çok olduğu yer." (Türkçe Sözlük, 1988.)

“Cadı. (Genel) Geceleri dirilip insanlara kötülük ettiğine inanılan ölü.

Hortlak’la anlamdaştır. Genellikle kadın olarak tasarımlanır” (Hançerlioğlu, 1975: 118)

"Cadı Masallarda geçen doğaüstü güçleri bulunan ve bu güçleri çoğu kez kötülük yapmada kullanan genellikle çirkin kadın 2. Hortlak, gulyabanı 3. Çok güzel göz." (Büyük Larousse, 1986)

Cadı" cazı" inancıyla ilgili kaynak kişi derlemeleri;

"Cazı gece yansı ocaklıktan iner, kül döküp anneyi uyutur, sonra eğişle* (cazı eğişi) erkek çocuğunun ciğerini çeker yer."( K.K.Mj.P.)

"Çocuğu fileye geçirirsen cazı dokunmaz, cazı elekten hiç birşey yemez. Birinin cazı olup olmadığını böyle anlarsın. Birine üç kere -e cazı, e cazı-dersen o cazdık gücünü kaybeder." (K.K: A.P.)

Araştırma yöresinde tespit edilen cadı”cazı” (ciğer yeme) motifine; Anadolu’nun bazı yörelerinde; albasması (Çorum), Alkansı (Gaziantep), Goncoloz (Adana), Tavara (Rize), Cin, peri, dev (Kastamonu) olarak rastlanmaktadır. (Kültür Bakanlığı Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü Arşivi) (Acıpayamlı, 1961: 75-85.) (Boratav, 1973: 95) (Örnek, 1977: 144) (Öztelli, 1966: 4263-4265) (San, 1972: 6381-6383) (Yılmaz, 1967: 4131-4132) (Şapolyo, 1937: 27)

T-C. YÜKSEKÖĞRETİM KURUL» DOKÜMANTASYON MERKEZİ

"Gelinin çocukları doğup doğup ölüyordu. Bir gün gelin kalifte6 yatarken kalif sallanır gelin bakar ki kaynanası ayak ucunda oturuyor

Gelin: - Sen nerden geldin, der.

Kaynana:- Ben yayladan geldim. Şimdiye kadar çocuklarını ben boğdum, daha boğmayacağım. Beni kimseye deme, der.

Gelin : Şimdi nereye gidiyorsun, eve gidelim der.

Kaynana: Yok ben yayan gelmedim geri yaylaya döneceğim der.

Meğer ayıyı kalifa bağlamış, ayıyı bozar ayıya binip yalla yaylaya, milet kalkana kadar yaylaya gider." (K.K: R.B.)

"Cazılann ciğer yemesiyle ilgili buralarda eskilerden beri bir hikâye anlatıhr: Evin gelini cazıymış. Çocuğun ciğerini çıkartır, yemek için ateşe gömer. Bu arada ateşin başında uykuya kahr.Kaynanası sabah ateşi kanştmrken ateşe gömülü birşey olduğunu görür iyice karıştırır bakar ki ciğer parçası. -Bok yiyenin kızı kendi doymuş ta bunu da bana bırakmış, der. Meğerse kaynana da cazıymış, Ateşten pişmiş ciğeri alır, çekilir bir köşede yer." (K.K: R.B.)

Yörede karabasan (hipilik) ile ilgili inanma ve hipilikten korunmaya yönelik uygulamalar da oldukça yaygındır.

"Karabasan: 1. Sıkıntılı ve korkulu düş, kabus    2. Bir kimsenin

içinde bulunduğu karmakarışık sıkıntılı ruh durumu." (Türkçe Sözlük, 1988)

Yörede karabasan (hipilik) ile ilgili kaynak kişi derlemeleri:

"Hipilik her kılığa girer. Gece yatarken gelir ağzımızı eliyle kapatır, aucunun ortası delik olur, delik olmasa inşam boğarak öldürür." (K.K: Z.P.)

"Hipilik gelmesin diye yatağımızın altına; bıçak, Kur'an, tabanca koyarız. Kapının arkasına süpürge koyarız. Kocamız yanımızdayken hipilik gelmez. Hipilik bastığı zaman ayak parmağımızı oynatırsak hipilik kaçar" (K.K: S.K.)

Araştırma yöresinde eskiden ve gümümüzde karabasan (hipilik) ile ilgili şu öykü anlatılmaktadır.

"Bizim buralarda eskiden beri hipilikle ilgili, bir hikaye anlatılır: Bu essaden* olmuş. Ahıra gittiklerinde bir sabah sığın terlemiş yorgun bulurlar. Sonunda sığın gece hipiliğin bastığım anlarlar. Hipiliği yakalamak için sığırın üzerine zift sürerler, sabah giderler ki hipilik zifte yapışmış, böylece hipiliği yakalarlar. Hipilikten tüy kopartıp Kur'an'ın araşma koyarlar. Kur'an'a yanaşamayan hipilik tüyünü almadan gidemez. Köylü bir zaman hipiliği çalıştırır. Köylü ne derse hipilik onun tersini yapar. Buralarda yanlış ters iş yapana : -Hipilik gibi ters iş yapıyor deriz. Bu söz ta o zamandan kalma. Birgün Kur’anın arasından hipiliğin tüyü düşer hipilik tüyünü alır ve kaçar." (K.K.B.K)

Araştırma yöresinde ayaklanmn ters olduğuna inanılan "peri "ler beyaz giysiler içinde birisinin görüntüsüyle olduğu gibi, hayvan kılığında da insanların karşısına çıkabilir.

"Peri : is far peri 1. Doğaüstü güçleri olduğuna inanılan hayali dişi varlık". (Tükçe Sözlük, 1988)

“Peri, (Genel) Doğaüstü güçlere sahip olduklarına inanılan düşsel dışı varlıktır. Çoktanncıhğm sevimli, güleryüzlü, şakacı ve neşeli perileri tektanncı dinlerde, çoktaıınh mitolojilerde dağların, denizlerin, ağaçların, ormanların, nehirlerin ve ırmakların perileri vardır ve bunlann hiç bir kötülükleri ileri sürülmemiştir.” (Hançerlioğhı, 1975: 302)

"Nuriye’yle çaha (ince odun)gittik ırmaklardan yukarı başladık çalı toplamaya. Akşam namazı da oluyordu. Bir de baktık ki yukardan aşağı beyaz giysili bir kadın geliyor. Peri olduğunu anladık. Biz onu görür görmez döndük geri geldik." (K.K: M.P.)

Yörede "peri" inancı halen yaygındır. Yaşlılar, hamile kadınlan, lohusa kadınlan ve genç gelinleri perilenir diye yalmz değirmene göndermezler.

Araştırma yöresinde "cin" inancı da oldukça yaygındır.

"Cin: is ar cin 1. Masallara ve bazı inançlara göre göze görünmeyen yaratık 2. Mec. akıllı zeki bakmak." (Türkçe Sözlük 1988)

“Cin. (Genel) Göze görünmeyen varlık. İnanç alanının başlıca ortak tasarımlarından biri olan göze görünmez varlıktır, cin genel adı altında toplanır Periler dişi cinler, şeytanlar kötü cinlerdir. İnsanların buyruğuna giren ve onlara yararlı olan cinler de vardır. İslam inançlarında bunlara haddam (hizmet edenler) denir.” (Hançerlioğlu, 1975: 124)

"Cin: (ar cin) 1. İslam inanışına göre bir dumandan ya da ateşten oluşan duygularla algdanamayan zekası olan cisimsel varlık. 2. Cin başka, şeytan başka: Bir davranış ya da durumun bir kimse için doğru ve yerinde, bir başkası içinde bunun tam tersi olabileceğini belirtmek için şaka yollu söylenilir "cin cin bakmak: Kurnazca bakmak, uyanık biçimde bakmak," cin çaıpmak: inanışa göre cinlerin kötülüğüne uğrayarak ağzın bunum eğilmesi, aklım yitirmek...." (Büyük Larousse : 1986)

Yörede cinle ilgili inançlar aşağıdaki anlatılarla dile getirilir:

"Bizim Hüseyin ile Mustafa güneş dağların üzerindeyken eve doğru gelirler. Evin orda bir değirmen var, oraya gelince bakarlar ki iki tane cıyak giysili kız duruyor. Kızlar onlara bakıp gülüyor. Hüseyin'le Mustafa bunların kim olduğunu anlayamazlar. O sırada Bismil etmek de akıllarına gelmez, Hüseyin evin yanına, serenderin yanına gelince düşüp bayılır.

Mustafa da eve gider hiç konuşmadan düşer bayılır. Meğer değirmende görünenler cinmiş. Cin onları orda çarpmış. Hocalara muska yaptırdık ama cin etkisi yine de üzerlerinden tam gitmedi." (K.K:F.A.)

"Benim kızım Gönül, değinmene gitti. Biz de sığırları dereye salmıştık. Gönül unlan silerken arkasmda bir gölge görür. Ayağa kalkar gölge uzaklaşır, aynı şey birkaç kere devam eder. Gönül yanımıza gelir: -Ye ana değirmende birini gördüm, Ayşe' ye benziyordu dilim tutuldu bir türlü konuşamadım der. Gece uykuda Gönül fenalaştı. O zaman cin çarptığını anladım. Muska yaptırdım da öyle iyileşti. "(K.K: R.B.)

Yörede Hızır İlyas da bilinmektedir:

"Hızır: 1. Halk inanışlarına göre ölümsüzlüğe kavuşmuş olduğuna inanılan ulu kimse. Hızn- gibi yetişmek: Birinin en sıkışık zamanında beklemediği bir anda yardımına yetişmek." (Türkçe Sözlük, 1988)

“Hızır. (İslam) Ölümsüz insan Kur’an ve Tevrat’ta adı anılır. Her iki kutsal kitapta da anlatıldığı gibi birdenbire meydana çıkıp, birden bire kaybolmasıyla ünlüdür. Halk inançlarında peygamber sayılır ve başı sıkılanlann yardımına koştuğuna inanılır.” (Hançerlioğlu, 1975: 241)

"Hızır İlyas nur yüzlü beyaz sakallı ihtiyar olur. Gökten iner, iyi insanlara görünür, insanlan namaza uyandırır. Hiç ummadığımız anda, darda kalınca biri gelip yardım edince : -bızır gibi yetişti deriz." (K.K: R.B.)

Yörede "hortlak" ile ilgili de anlatılar vardır:

"Hortlak: Mezardan çıkarak insanları korkuttuğuna inanılan yaratık." (Türkçe Sözlük 1988)

"Ölü birinin hayali alacağı olan kapılarda dolaşır, genellikle sabah namazı gelir." (K.K: D.K.)

"Karakoncoloz"la ilgili anlatılan araştırma alanını kapsayan üç köydeki kaynak kişilerin hepsi bilmekte ve anlatmaktadır;

“Karakoncoloz. (Türk) Kara renkli ve çok çirkin olarak tasarımlanan bii' çeşit umacı... Çocuklan korkutmak için uydurulmuştur. Böyle bir yaratığın varlığına inanan büyükler de vardır.” (Hançerlioğlu, 1975: 300)

"Karakoncoloz: (Kara Koncolos) 1. çocuklan korkutmaya yarayan gerçek dışı bir yaratık, umacı, hayalet. 2. Mec. çok çirkin kimse" (Türkçe Sözlük: 1988)

“Karakoncoloz: (Koro Koncoloz) 1. Kimi yörelerde Congolos'a verilen ad 2. Çok çirkin kimse” (Büyük Larousse 1986)

“Sondekleri* saklardık ki kapıyı açmca koncoloz kapımıza vurmasın." (K.K: E. A.)

"Koncoloz Aralığın son altı günü ile Ocağın ilk altı günü gelir. Koncoloz gelecek diye ahırların kapısı kömürle çizilir, ipler saklanır,baltalar saklanır, sondekler saklanır. Koncoloz gelecek diye kapılar kitlenir." (K.K: H.A.)

"Koncolozun sandığı vardı. Koncoloz adamı öldürür sandığnıa koyardı. Daha çok suyun başında olurdu, gece kapıya su almaya çıkınca koncoloz önümüze dururdu." (K.K: S.K.)

"Koncolozu kaçırmak için koncolozun geleceği günlerde evin dört bir yanına vurur bağırırız, birimiz sorar öbürümüz cevap veririz, koncoloz kara olduğu için verilen cevapta mutlaka “kara” sözcüğü kullanılır:

Nereden geldin?

Kara Muttan

Nereye gidiyorsun?

Kara dağa

Adın nedir?

Kara Molla

Yükün nedir?

Kara buğday

diye bağırırız." (K.K: M.P.)

Çok yağış alan bölgede yöre halkı doğa olaylarını etkisi altına almak için dinsel ve büyüsel bir takım işlemlere baş vurur:

"Köyde çok yağmur yağınca bezlerden yalancı bebek yaparız. Çocuklar bebeğin ellerinden tutar kapı kapı dolaşıp toplayıcılık eder. Her evden biraz peynir, tereyağı toplarlar. Bir düzde ateş yakarlar, bolca muhlema* yapıp yerler. Artan muhlamayı da yukarı doğru savururlar. Savururken de: -Allahım açeluk et, Alahum açeluk et, diye bağırırlar." (K.K: H.B.)

Yılbaşı gecesi ve ertesi günü yörede dinsel ve büyüsel nitelikli bir takım uygulamalar yapılmaktadır:

"Yılbaşı gecesi öküz eve çıkarılır. Öküz eve girerken sağ bacağını atarsa o sene bereketli geçer. Evin en büyük kadım ahıra iner, ineklerin gübrelerini birbirine katar böyle yapınca yaylada inekler kaybolmaz Evin kadını sabah hiç konuşmadan kalkar lobiya* alır evin dört bir yanma serper. Böyle yapınca o evde o sene bolluk olacağına inanılır. Evin erkeklerinin cebi para dolar. Yılbaşı sabahı oluktan en erken kim su getirirse o zengin ohır. Yılbaşı sabahı eve kız çocuk gelirse kötü sayılır, erkek çocuk gelirse iyi sayıhr. Yılbaşına dört beş gün kala değirmen kurar un kabını dümdüz doldururuz. Boş kalmasın yıl boyu un kabımız dolu olsun diye." (K.K: E.A.)

"Yılbaşı sabahı evin büyük kadını eline bir sopa alır hiç konuşmadan değeniye* çıkar, tahtalara vurmaya başlar. Aşağıdan evin milleti sorar:

E.M Ka* ne edersen ka?

E.B.K- Pire dogaarom* pire

E.M - Nereye göndersen?

E.B.K- Mollara göndeerom.*

diyerek pire döveriz, böyle yapmca o yıl evimizde pire olmaz." (K.K:H.K.)

"Yılbaşı günü ineklerimizin boynuzlarım kazıtırız. Birbirlerine katar suyla hayvanlara içiririz. Böyle yapmca hayvanlarımızı dışarı bıraktığımızda birbirleriyle döğüşmezler." (K.K: HpA.).

"13 ocak kadınların yılbaşısı olarak kutlanır. O gece kızlar tuzlu pelit (yöreye özgü hamur işi) yaparlar. Tuzlu pekti yeyip su içmeden üç külhüvallâh ve elham okuyup - Allahım kimi alacaksam onu bana göster, deyip yatarlar. O gece rüyasında kimi görürse, kimin kapısında su içerse, o kız o uşağı* alacak o eve gelin olacak deriz" (K.K: HpA.)

"Yılbaşında köy hesabı 13 Ocak'da seğerleri* etmeye ahıra inerdim. Bir avuç alacah lobiya ahrdım. Ahırın her tarafına savururdum. Böyle yapmca yeni doğan inekler alacah olurdu. Aynı gün ineklerin fuşkilerini ahırın duvarlarına vururdum, böyle yapmca o sene seğerler bile alma giderler öküzler birbirlerine vurmazlardı. Yılbaşı günü bolca lozut* pişirir eve gelen herkese verirdim, böyle yapmca o sene bereketli geçerdi." (K.K: S.K.)

"Yılbaşı günü yılan görmeyi iyi saymayız." (K.K: H.A.)

"Mayıs ayı içinde ineklerin kuyruklarına renkli renkli ip bağlardık, böyle yapınca o sene ineklerimimizin sütü kaçmazdı." (K.K: S.K)

"Mayısın birinde yağmur yağarsa dışarı çıkarız. Yağmurun altında ıslanırız. Mayıs yağmurunda ıslanmayı uğur sayarız." (K.K: İ.A.)

"Kapıya kargut* yağarken yaşlılar dışarı çıkarlar, gök gürültüsüyle beraber sallanarak: -yayığım tez olsun, yayığım tez olsun diye bağıntılar. Yağan karguttan bir miktar alıp yayığın içine atarlar. (K.K: H^A.)

"Kuku* kuşu yazın habercisidir. Kukunun öteceği günlerde yaşlılar sabahleyin çok erken kalkıp kuku ötmeden az da olsa bir şeyler yerler. Aç karınla kukunun sesini duyarlarsa uğursuzluk getireceğine inanırlar.

Kuku gelir de öter

Mayısın onbeşinde

Gelir de bela olur

Tarlacının başına." (K.K: HpA.)

"Dallar namaz kılıyor diye bayramdan önce üç gün ve bayram boyunca yaş dal kesmeyiz dallar namaz kılıyor diye." (K.K.M: H.A).

"Tane atmadan tohum atmadan evden dışarı hiç birşey vermeyiz evin bereketi kaçar."(K.K.A.A.)

"Bahçeye acı kazmadan (biber v.b.g) mısır kazarız, ağzımızın tadı kaçmasın diye."(K.K: E.A.)

"Çimdiğimiz su damlalıklara dökülmez çarpılırız." (K.K: H.K.)

"Arife günü ot biçilmez, arife günü otlar namaz kılar."(K.K: M.P.)

"Aybaşıh kadın bahçe kazmaz, kazarsa mahsul az olur." (K.K: R.B.)

"Hamile, lohusa kadın ile yeni gelin değirmene yalnız gitmez, çarpılır."(K.K: Hj.K.)

Kaynak kişilerden derlenen dinsel ve büyüsel nitelikler taşıyan bu türden uygulamalar araştırma alanım kapsayan Akbucak, Ortayol ve Uğrak köylerinde özellikle elli yaş grubunun üzerindekilerce halen varlığım sürdürmekte ve bu türden inançlara ve uygulamalara bu yaş grubundaki halk tarafindan titizlik gösterilmektedir.

V.8.Ç. DİL

"Dil: 1. insanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek içiıı kelimelerle veya işaretlerle yaptıkları anlaşma 2. Düşünce ve duygulan bildirmeye yarayan herhangi bir anlatım aracı." (Türkçe Sözlük 1988)

"Dil: Düşünce duygu ve isteklerin bir toplumda ses ve anlam yönünden ortak olan öğeler ve kurallardan yararlanılarak başkalarına aktarılmasını sağlayan çok yönlü çok gelişmiş bir dizgedir". (Turan, 1988 : 45)

"Dil: Bir insan topluluğuna özgü olan topluluktaki bireylerin duygu ve düşüncelerini anlatmak ve birbirleriyle iletişim kurmak için kullandıkları sesli ve kimi zamanda yazılı göstergeler dizgesi." (Büyük Larousse 1988)

Trabzon’un büyük bölümü ve kısmen Rize’de Türkçe’nin yanısıra Yunanca (Rumca) da konuşulur, (yüzyılın ilk 20’li yıllarında yaygın olarak, çağdaş standart Yunanca incelendiğinde, Türkçe’nin tersine tümceyi belirleyen bölüm cümlenin sonunda bulunur. Fiillerle bir olayı anlatmak olanaksızdır. Burada ilginç olan Homer Yunancasımn gelişmiş ve yerleşmiş şeklidir.

Karadeniz yöresinin diyalektik Türkçesi ile aynı yörede farklı yerlerde dilin uğradığı değişiklikler sözkonusudur. Ayrıca standart Türkçe ile benzerlikler ve yabancı etkileri (Yunanca ve Balkan dilleri) göze çarpmaktadır. (Brendemoen, 1993: 51-73.)

Gözlem ve incelemeler sonunda Rize ilinde beş ağız tespit edilmiş, bölge beş ağız yöresi olarak sınıflandırılmıştır. Rize ili ağız bölgesini toplu dil özellikleri bakımından bir bütün olarak ele alırsak yazı dilimizle diğer Anadolu ağızlarından birçok noktada ayrıldığım görüyoruz. Rize ili ağızlarını bütünleyen; fonetik özellikleri genel olarak açık, morfolojik kalıplarla söz dağarcığının açıklık içerisinde oluşu bölgenin dil sınırlarını kolayca belirlememize imkan vermektedir.

Rize ağız bölgesinin genel kimliğini ortaya koymak için, bu ağızlan öbür Anadolu ağızlanyla karşılaştırarak farklılıklann, benzerliklerden daha yoğun olduğunu saptayabiliriz. Bu farklı ağızlann oluşumunda bölgenin etnik yapısının, coğrafi özelliklerinin ve tarihi akış içerisinde sosyal ve kültürel yapıya yön veren belli farklılıklar gibi etkenlerin rol aldığım söyleyebiliriz. (Turgut, 1978: 25-26)

“Doğu sının: Rize ağız bölgesi, doğu komşusu olan ve umumi diyalektolojik yapısıyla ayn bir ağız niteliği taşıyan Artvin bölgesinden çeşitli fonotikli fonotik ve morfolojik farklılıklarla ayrılırsa da ilimiz dahilindeki Pazar ilçesi yakınlarından başlayan ve kıyı Doyunca Sarp’a kadar uzanan V. ağız yöresi bu iki il arasında dar da olsa ortak bir dil alanı meydana getirmiştir. Aynca Artvin’e bağlı Hopa ilçesinin kuzeyine düşen dört kadar köyde bölgemizdeki III. ağız yöresinin özellikleri görülmektedir: ancak tabii ve diyalektolojik sınırlar ötesinde ortaya çıkan bu durumu bölgemizden bu yöreye yapılan göçlere bağlı görmek gerekir.” (Turgut, 1978: 25-26)

Araştırma yöresi; beş ağız yöresi olan gruplamadan beşinciye girmektedir. Bu bölge Rize İline bağlı, Pazar, Ardeşen ve Fındıklı ilçeleriyle, Artvin iline bağlı Arhavi Hopa İlçelerini de içine alarak Kuzey-doğu sınırında Sarp'a kadar uzamr.

Lazca adı verilen ikinci bir dilin de konuşulduğu yörede ön seste tonlulaşma LÛ. ve IH. şahıs zamirlerinin yaklaşma hali çekimleri sırasında -n- ünsüzünün korunması ve şimdiki zaman eki bünyesinde yuvarlak ünlü kullanılması Çamlıhemşin ve Pazar ilçesine bağlı Ortaköy (Hemşin) bucağı ve köyleriyle büyük benzerlik gösterir. Araştırma yöresini kapsayan beşinci ağız bölgesi ile Çamlıhemşin ilçesi ve Hemşin bucağı ve köylerini kapsayan IH. ağız bölgesini öbür ağız yörelerinden ayıran ve kendisine has karakterini belirleyen iki önemli özellik vardır: Bunlardan birincisi çift boğumlanma noktasına sahip ünsüzlerin kalın ünlüler yanında da ön boğumlanmak olarak kullanılmasıdır. Daha çok -d- -t- -1- ve -n- ünsüzlerine göre oluşan durum bu yöre çevresinde yaygın bir eğilime bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. İkinci özellik ise Eski Türkçe'ye bağlı -n- ünsüzünün ses bütünlüğünü yitirerek -n- ve -g- ünsüzlerine ayrışmasıdır. Daha çok isim hal ekleri almış kelimeler bünyesinde ortaya çıkan dunun IH. ağız yöresi Çamlıhemşin ilçesi ve Hemşin bucağının da bir kısmım da tesir alam içerisine almaktadır. (Turgut, 1978 : 31-32)

Araştırma yöresinde tesbit edilen sözcüklerin bir kısmının almış olduklan eklerden dolayı Türçe olduklan bilinmekte, bunlann dışındaki sözcüklerin; Gürcüce, Ermenice ve Rumca’dan etkilenmiş olabileceği ihtimali üzerinde durulmaktadır.

Araştırma yöresi olan üç köyde diliniz nedir? sorusuna herkes:

-Biz Türkçe konuşuruz, Türkçe'den başka dil bilmeyiz" diye yamt vermektedir. Kendilerini kesinlikle Türk kabul eden yöre halkı bunu: "Biz Türküz, Çünkü Türkçe konuşuyoruz"

diye açıklamaktadır.

İster köy yaşamında, ister kent yaşamında olsun Hemşinli yukarıda belirttiğimiz ağız özelliğini kolay kolay terkedemez.

"İstesek şehirli gibi konuşuruz ama bizim taraflı birini görünce farkında olmadan dilimiz değişir". (K.K: H.A.)

Yaşamım iki bölüm olarak köyde ve şehirde sürdüren yöre halkı, köyde olduğu gibi şehirde evinde çocuklarıyla, yöre ağzıyla konuşur. Ailenin en yaşlısından küçüğüne kadar yöre ağzım bilmeyen ve konuşmayan yoktur.

Birinin Hemşinli olduğunu nasıl anlarsınız? sorusuna

"Konuşmasından anlarım Biz Türkçe konuşuruz ama bizim dilimiz daha kaba". (K.K: N.Ç.) "Hemşinli'yi hemen bilirim, benim gibi konuşur. Biz -r- harfini kullanmayız". (K.K: N.D.)

diye yamt verirler.

Yöre halkı eğitimi ne olursa olsun, devletin en üst kademelerine gelmiş bile olsa evinde ve kendi etnik grubuyla birlikteyken yöreye özgü ağız özellikleriyle Türkçe'yi konuşur.

"Ben günlük yaşamımda Türkçe'yi çok iyi kullanıyorum ama bizim oralardan birini gördüğümde hiç farkında olmadan dilim yöre ağzına kayıyor bunu epey zaman sonra anlıyorum, bi tür refleks gibi birşey." (K.K: M.O.F.)

Köyden şehire gidip de döndüğünde yöre ağzı ile konuşamayan kişi köy halkı tarafindan kınanır: "Falanca gurbete gidince konuşması değişmiş, kibarlaşmış." (K.K: F.P.) derler.

Doğayla mücadele halinde olan yöre halkı doğaya uymuş, doğayla bütünleşmiştir. Doğa şartlarının güçlüğünden kaynaklanan zor yaşamlarında kendilerine özgü Anadolu'nun başka hiç bir yerinde rastlanmayan farklı bir dil geliştirmiştir.

Yöre inşam karşı dağdaki komşularıyla ıslıkla haberleşir veya;

" Kaaaa a a    " (Kadın, kız anlamına gelmektedir.)

" Oro oooo    " (Uzaktaki erkeklere sesleniş şekli.)

" Yeee ee    " (Kendinden büyük bir kadına sesleniş şekli.) şeklinde bir dakika uzunlukta var gücüyle bağırarak haberleşir.

Hayvanlarıyla da dil aracılığıyla iletişim kuran yöre halkı dağda hayvanına;

"Eeee    henn    "

"Eleg, eleg, eleg    "

"Ho ho ho hoooooo..."

gibi ifadelerle seslenir:

Yöre halkı sevincini.

" İ hu hu hu uuuuuu    "

şeklindeki seslenişlerle ifade eder.

Geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olan yöre halkı dil özelliklerini eskisi gibi korumakta, kendinden sonraki kuşaklara eskiden olduğu gibi günümüzde de aktarmaktadır. Güçlü bir Hemşinli grup kimliğine sahip olan yöre halkı (araştırma alanını kapsayan üç köy) kendilerine özgü ağız özellikleriyle bağlılıklarını daha da güçlendirmektedirler.

V.8.D. HALK MUTFAĞI VE BESLENME

Bir toplumun beslenme kültürü yaşam şekliyle yakından ilişkilidir. Yaşam şeklinin değişmesi beslenme kültürünün de zamanla değişmesine neden olur. İlk çağlarda insan kendi yaşamım sürdürmek için doğada bulunan hayvanlan avlamak, bitkileri toplamak zorundaydı. Zamanla bunlan kendi yetiştirmeye, yetiştirdiklerini pişirerek daha lezzetli bir hale getirmeyi öğrendi. (Baysal, 1993: 1)

“Yemek kişileri, aileyi bir arada getirmek toplum hayatım canlı tutmak bakımından da büyük bir değer taşır. Babanın eşi çocuklan ve öteki yakınlanyla birlikte sofraya oturması, mutluluk görüntüsünün örneğini meydana getirir.” (Kazmaz, 1992: 66)

Araştırma yöresinde halk mutfağım diğer bölgelerde olduğu gibi yörenin bitki örtüsü ve iklim şartlan belirler.

Yörenin geleneksel yemeklerinin bütün olarak bir arada olduğu,sergilendiği anlar düğünler, iftar yemekleri ve mec (imece) sofralandır. Düğünlerde yemekleri, köyde yemek yapmayı iyi bilen bu konuda ünlü bir kadın veya erkek aşçı yapar. Köylerde bilinen bir veya iki aşçı vardır. Aşçılara düğün sahipleri maddi durumlanna göre para veya hediye vermektedirler.

Fazla yiyecek ve içecekler evden ayn bir bölüm olarak yapılan farelerden korunaklı bölmeleri olan serenderde* (serinder) korunur.

Yörede günde üç öğün yemek yenir. Sabah kahvaltısında süt ve çay içilir. Bunların yanında yörenin kendine özgü kahvaltıhklan, katıklan bulunur. Bunlar minci*, köy peyniri,bozuk peynir, bal, tereyağı, kaymak olup yörenin en yaygın yemeği olan muhlama hemen her öğün bulunur.

Öğle ve akşam öğününün vazgeçilmez yiyeceği muhlamadır.* Muhlamamn yanında kara lahana, çaç(kara lahana yemeğinin yöresel adı), fasülye yemeği v.b. gibi yiyecekler bulunur. Yoğurt ve süzme (torba yoğurdu) yörenin vazgeçilmez yiyeceklerindendir.

Yemek, masa (küçük masa) veya kuli(küçük sandalye) üzerine konmuş büyük tepside yenir. Küçük masanın etrafına kuliler* dizilir. Herkes yemeğini bir arada yer.

MUTFAK ARAÇ GEREÇLERİ

Baklaç: Yoğurt yapılan küçük helke .

Çugal: Kazanın büyüğü .

Halgın : Kavurma için kullanılan kap.

Hamurluk : Hamur yoğrulan tekne.

Ketoh : Süt sağılan helke.

Kolo: Çam kabuğundan yapılmış içine peynir konan kap.

Kukina : îçine üzüm toplanan meyve sepeti.

Kukma : Su kabı (güğüm).

Ohonk Kazam: İneklere yem hazırlamak için kullanılır.

Moşuba : Su içilen kap (maşraba).

Tepon : Peynir ezilen yer .

Tikina: Sepetin küçüğü.

Bu araç gereçler raflarda ve kiler gibi yerlerde saklanır. Tavalar ve kepçeler duvarda muh (çivi) lara asılır.

Eskiden yemek bir kapta yeniyordu. Şimdi artık herkes ayn tabaklarda yemek yemektedir.

İçecekler cugal denilen küçük kazanlarda muhafaza edilmektedir.

Evlerde mutfak denilen ayn bir bölüm yoktur. Mutfak olarak evin girişinde "ev" denilen 20-30 m2 lik kapalı alan kullanılır. Burada hem yemek pişirilir hem de oturulur. Evin uygun bir kısmında ocaklık bulunur. Ocaklığın hemen yanında pilita (Kuzina sobası) yer alır. Her türlü yemek ve pişirme işlemleri ocaklık ve pilitada yapılır. Pilita sürekli yanar ve üzerinde kukma ile su bulundurulur. Yöre halkı yiyeceği ekmeği (mısır veya buğday unundan) pilitada yapar. Eskiden ekmek pelekinin içine konur, üzerine sac kapatılır, peleki* köze gömülerek pişirilirmiş. Şimdi bunun yerini tamamiyle pilita almış durumdadır.

"Ocak" evin en önemli bölümünü oluşturur. Köylerde yeni bir ev yapılacağı zaman temel ocaklıktan atıhr. "Falancanın ocağı kazıldı" denir. Bu söz o kişinin evinin temelinin atıldığım anlatır. Ocaklık (evin yeri) eski geleneklere göre evin en küçük çocuğunundur.

YEMEKLER

Yağlı Peynir ;"Süt cugala (büyük kazana) biriktirilir. Süt ekşiyince peynir olur. Süt ekşiyince süt cugahnı ocağın üstüne alırız, ılıklaşınca bir çorba kaşığı peynir mayası atarız. Daha sonra mayalanmaya bırakırız. Süt cugalı tekrar ocağın üstüne konur, peynir ile şeratı* ayırırız, peyniıi ahr tepsiye koyarız. Tekrar şerata atar karıştırırız. Bu işlemi üç kez yaparız. Hava almamasına dikkat ederek peynir kabına sıkı sıkı yerleştiririz. Bir cugal sütten büyük bir tunıp* peynir elde edilir. Geriye kalan şeratı da torbadan geçirerek çökelek (minci) elde ederiz."(K.K:Ş.Ş.)

Yağsız Peynir ; "Süt, makinede çekilerek kaymağı alınır. Kaymağı alınan süt cugalda biriktirilir (Yaklaşık 10-15 kg. süt). Yağlı peynir elde edilirken yapılan işlemlerin aynısı yağsız peynir elde ederken de yapıhr". Bir büyük tump peynir elde edilir. (K.K: Ş.Ş.)

Yağ ; "Makineden geçirilen kaymak (Yaklaşık 10 kg) yayıkta bir iki saat sallanarak yağ ve ayran elde edilir. Yağ temiz bir kaba konarak iyice yıkamr, tuzlanır ve tahta kaba sıkıca basılır." (10 kg kaymaktan yaklaşık 5 kg. yağ elde edilir). (K.K: H.A.)

Mısır Ekmeği ; “Üç sağan* mısır unu hamur teknesinde ılık su ile hamur kıvamına getirilir, bir kaşık tuz konur. (Daha önce mısır unu tuzlanmamışsa) Tepsiye koyularak pilitaya sürülür. Mısır ekmeğiııin kaymakla sütle yapıldığı durumlar da vardır (Su yerine süt ve kaymak konur) fakat yaygın değildir." (K.K: R.B.)

Muhlanıa ; “Bi kuçuk* peynir sağana (sahan) doğranır, iki yemek kaşığı yağ (terayağı) tavaya konarak eritilir, peynir sağanına biraz su konarak sıcak külün üstüne bırakılır, peynir külün üstünde biraz bekletildikten sonra suyu dökülür, eritilen yağ peynirin üzerine dökülür." (K.K: Ş.Ş.)

Kara Lahana(Çaç) ; “Bir küçük sağan yan pişmiş barbunya fasulyesinin içine beş pur* kara lahana elle bükülerek ve parçalara ayrılarak ilave edilir. Barbunya fasulyesi ile kara lahana bir saat kaynadıktan soma suyu değiştirilir. İçine bir küçük parça iç yağı, bir yemek kaşığı tuz, et yağı koyulur. Et yağı yoksa sadece iç yağı ile iyice pişirilir, lahananın gotohı* pişince çaç pişmiş olur." (K.K. : S.P.)

Ezme Lahana ; “Beş pur lahana elde bükülerek ve parçalanarak lahana kazanında (küçük saph helke) lahana pişirilir, pişirildikten sonra bir küçük parça iç yağı, bir yemek kaşığı tuz konur, kazana bir küçük sağan mısu unu yavaş yavaş ilave edilerek lahana tapıç* ile ezilir. İyice ezilen lahana mısır unu çiğ kalmasın diye iyice pişirilir." (K.K: S.P.)

Lahana Çorbası ; "Bir küçük sağan barbunya fasulyesi pişirilir, ince ince iki üç pur doğranan lahana barbunya fasulyesiyle karıştırılarak birlikte iyice pişirilir. Daha sonra bir kepçe mısır unuyla hus vurulur (kanştınhr), bir yemek kaşığı tuz ilave edilir, bir küçük parça içyağı tavada eritilerek çorbaya dökülür, bir iki taşım içyağı ile kaynatılır." (K.K: Ş.Ş.)

Lahana Sarması ; “Bir küçük soğan, iki bardak pirinç, bir yemek kaşığı tuz, bir yemek kaşığı salça, etli isteniyorsa biraz kavurma veya etle (tereyağı veya zeytinyağı ile kavrularak) iç hazırlanır. Saplan ayıklanan beş pur lahana sanlabilecek kadar yumuşayıncaya kadar kaynatılır, sarma tenceresinin altına dibini tutmasın* diye lahana serilir, sarılan lahanalar tencereye dizilerek, varsa tencereye bir de kemik konarak (etli ise) pişirilir•. Sarma isteğe göre zeytinyağlı ve tereyağla yapılır.” (K.K: Ş.Ş.)

Açık Sarma ; "Üç pur lahana ince ince doğranarak suda pişirilir. Pişen lahana süzgeçten geçirilir, iki bardak bulgur veya pirinç kaynayınca süzülen lahana ilave edilir, iki yemek kaşığı tereyağı, bir yemek kaşığı salça kaşığın ucuyla karabiber, bir küçük soğan, bir yemek kaşığı tuz konarak iyice pişirilir." (K.K: Ş.Ş.)

Katnıyaz ; "Dört bardak süt tavaya konur, süt kaynamadan üç bardak mısır unu, bir yemek kaşığı tuz ilave edilerek, ateşe konur belli bir kıvamı alana kadar pişirilir." (K.K: Ş.Ş.)

Höşmerim ; "İki kilo taze kaymak pişirilir, tencerenin üstünde yağ görünmeye başlayınca üç bardak mısır unu ilave edilir, mısır unu ile birlikte piştikçe yanlardan yağ çıkar, karıştırdıkça tencereden ayııhr ve kaşıkla beraber tencerenin içinde dönünce pişmiş sayılır." (K.K:A.P.)

Lokma ; "Altı bardak buğday unu bira mayasıyla veya bir miktar yoğurt konarak, su ile hamur haline getirilerek ekşitilir. Hamur kabarınca zeytinyağı tavaya konur iyice ısıtılır. Hamur avucun içine alınarak sıkılmak 

suretiyle şekil verilir (Lokma şeklinde). Islatılan kaşıkla hamur avuçtan alınarak kızgın yağın içine atılır. Pişen lokmalar daha önce dört bardak şekere, altı bardak su katılarak kaynatılarak hazırlanan ve soğutulan şerbetin içine atılır. Lokmalar şerbeti iyice çektikten sonra çıkarılır. (K.K: K.T.)

Köy Makarnası ; "Bir hamurluk (bir leğen) buğday unu hamur teknesinde su ile üç yemek kaşığı tuz konarak kuru olarak hamur yapıhr. Oklava ile kalın yufka açılır, makama şeklinde bıçakla kesilir. Kesilen makarnanın bir kısmı pişirildikten sonra süzgeçten geçirilir, iki yemek kaşığı tereyağı tencerede rengi pembeleşene kadar eritilir, pişen makama ilave edilir. Biraz karıştırıldıktan sonra bir veya iki bardak şeker ilave edilir. Şeker eriyinceye kadar kanştınhr, sıcak sıcak yenir." (K.K: H.A.)

Süt Böreği ; "İki bardak süte üç tane yumurta ve iki bardak şeker katılarak iyice çırpıhr, altı bardak un ilave edilir. Çırpıldıktan soma yağlı tepsiye konarak pilitada pişirilir." (Eskiden peleki ile yapılıyordu) (K.K: Ş.Ş).

Kardabak ; "Yedi, sekiz sap pırasa yıkanır, biraz tuz katılarak top haline getirilip bir yerde bekletilir. Yarım saat bekledikten soma pırasayı elde sıkarak acı suyu çıkartılır. Küçük bir parça iç yağı ve varsa bir küçük soğan küçük küçük kıyılmış kavurma katarak tepsiye döşenir firma konur. İstenirse üzerine küçük küçük tereyağı da doğranır." (K.K: Ş.Ş)

Coroç ; "Üç sap pırasa, bir pur pazı, iki üç pur ıspanak (kış sebzelerinden ne bulunursa) güzelce yıkanır, doğranır. Biraz tuz ilave edilerek top halinde bir arada toplanır. Yarım saat sonra elde sıkılarak acı suyu çıkartılır. Bu karışım zeytinyağıyla birlikte kavundur. Üç sağan mısır unu, iki yemek kaşığı tereyağıyla birlikte hamur yapılır. Hamurun yansı tepsiye döşenil-, kavrulan kanşım hamurun üzerine yayılır. Hamunın kalan yarısı da tepsiye döşenerek bu karışım kapatılarak pilitada pişirilir.” (K.K: K.T)

Pelit; "Dört bardak suya iki bardak un ve bir tatlı kaşığı tuz konarak cıvık bir hamur hazırlamr. Tavanın altına zeytinyağı sürülür, tava iyice ısınınca bir kepçe cıvık hamur tavanın her yanına yayılır, arkah önlü kızguı ateşte pişirildikten sonra şekerlenir. Pelit ne kadar ince yapılırsa o kadar makbuldür." (K.K.:R.A.)

Kede: “İki kilo una, iki yemek kaşığı tereyağı, iki yemek kaşığı zeytinyağı, iki tane yumurta, bir yemek kaşığı yoğurt, bir tath kaşığı tuz. iki katlı kaşığı şeker konarak maya ile yoğrulur ve hamur mayalanmaya bırakıhr.

Ayn bir yerde tavaya iki yemek kaşığı tereyağı konur, tereyağı iyice eriyince içine dört bardak nusır unu konur, mısır unu pembeleşinceye kadar hafif ateşte yavaş yavaş kavrulur.

Dört bardak şekerle, iki bardak su pişirilmeden kaşıkla iyice kanştmhr. Kavrulan mısır unu şekerh suyun içine dökülerek iyice karıştırılır.

Mayalanmış hamurdan yumurta büyüklüğünde hamur alınarak küçük küçük açıhr. Hamurun içine kavrulmuş şekerh mısır unu konarak bohça halinde kapatılır. Açık kısmı tepsiye ters gelecek biçimde (kedelerin ağzı açılmasnı diye) dizilir. Kedelerin üzerine yumurta sarısı sürülerek pişirilir” (K.K: K.T.)

Lokum: “Üç yemek kaşığı tereyağı tavada pembeleşinceye kadar eritilir. Eritilen tereyağma beş bardak un ilave edilerek pembeleşinceye kadar kavurulur. Kavundan una iki bardak su ile üç bardak şeker konarak kuru olarak iyice ezdir (ezme işlemi yapılırken ateşten indirilecek). Daha sonra bu karışım tepsiye yayılır, baklava dilimi gibi kesüerek servis yapılır. (K.K: H.K.)”

Hemşin halk mutfağım, yörede yetişen tahıl, sebze ile inek ve keçi sütünden elde edilen çeşitli hayvansal ürünler oluşturmaktadır. Değişen kültürel yapı, köy-şehir ilişkisinin yoğunluğu Hemşin mutfağının farklılaşmasına yol açmıştır.

Ancak bu farklılaşma çeşitli yiyecek maddelerinin (beyaz peynir, zeytin, reçel, sanayağı, zeytinyağı v.b. gibi) ek gıda olarak tüketilmesi şeklinde olmaktadır. Yukarıda adı geçen yemekler gerek kent ortamında yaşayan Hemşinliler’in gerekse köy ortamında yaşayan Hemşinliler’in sofrasında temel yiyecekler olarak geçmişte olduğu gibi bugün de yerlerini korumaktadırlar.

V.8.E. HALK TAKVİMİ VE METEOROLOJİSİ

Bütün toplumlarda olduğu gibi, Hemşin etnik kültüründe de halk takviminin günlük yaşamda önemli bir yeri vardır. Ekonomileri tarıma dayalı olan yöre halkının toprağı ekip biçmelerini, çalışmalarını, hayvanlarım yaylaya götürme zamanlarını kendi oluşturdukları halk takvimi belirler.

Yöre halkı, günlük yaşamında hicri takvimi esas alır. Toprağı ekip biçme ve diğer yaşamsal bütün faaliyetlerini bu hicri takvime göre hesaplar. Geceden, ayın, yıldızların durumuna bakarak ertesi gün yapacakları işleri plânlar, gündüz dağda çalışırken bulutların görüntüsüne bakarak işlerini yanda bırakır veya bitirirler. Yöre halkı bir gün içinde dört mevsimi aym anda yaşar. Doğa olaylanndaki değişimi öylesine yoğun yaşar ki; bu yoğun yaşantı sonucunda gözlem yoluyla meteoroloji alanında bilimsel eğitim almış uzmanlar kadar doğru ve yerinde tahmin yürütme yeteneğine erişmiştir.

İnsan, karşısında bütün görkemiyle duran doğaya karşı galip gelmek için, halk takvimi ve meteorolojisini iyi bilmek zorundadır.

Yıldız

"Yörede en çok görülen yıldız sabah yıldızıdır. Şafak sökmesine yarım saat kala çıkar, çok fazla parlar." (K.K: M.P)

"Birinin evinin üstüne yıldız kayarsa o evde birisi ölecek derler." (K.K:Z.P.)

"Yedi yıldızlar vardır, yedi yıldızlar kıble gülgenini geçince sabah olur. Kıble gölgeni karşı dağda iki gölgen ağacı var ona deriz. Biz gönün bölümlerini kıble gülgenine bakarak anlarız. Güneş kıble gülgenlerinin üstündeyse öğlen, güneş kıble gülgenlerini geçmişse akşam olmuştur." (K.K: R.F.)

" Çok sık yıldızlı gecenin ertesi günü yağmur olur, eğer gece yıldız seyrekse ertesi gün hava açık olur." (K.K: N.D)

Ay

"Ay üç günlük olunca görünür. 13.'üncü günde yan olur (yarım ay), 17.inci günde tamamlanır (dolunay). Sonra küçülmeye başlar, kötü havalarda ay görünmez. Ayın görünmediği günün ertesi günü havanın kötü gideceğine inanılır.

Yeni ay görününce;

Ay gördüm Allah

Eşhedü Billah

Ne güzel aydır

Elhamdülillah denir? " (K.K: M.F).

Bulut

"Yeri duman sararsa hava bozar. Bulutlar rüzgar ile gelince yağmur yağar, bulutlar pul pul olursa kar yağar, bulutlar Çegalver dağından geldiği zaman firtına olur." (K.K: E.A)

Rüzgar

"Rüzgar aşağıdan eserse hava yağacak,rüzgar yukardan eserse hava açacak deriz. Yazın havada kar dumanlan görülür. Bunlar

9 Kazmaz, 1987:123

beyaz ve kademeli olur, o göründüğü zaman bu sene kış çok olacak deriz." (K.K: S.A)

HAYVANLARLA İLGİLİ TAKVİME BAĞLI İNANÇLAR

"Tavuklar kanatlanın kaldırırsa hava yağar." (K.K: S.K.)

"Gördüğün yılanı öldürüp de toprağa gömmezsen hava yağar." (K.K: S.A.)

"Çok yılan görünürse hava yağar." (K.K: H.A.)

"Yaz gelince kuku öter." (K.K: İ.A.)

"Anlar çok yavru verirse kış ağır geçer." (K.K: R.B.)

"Kuku kuşu yazın habercisidir. Sabah kuku ötmeden kalkıp mutlaka birşeyler yeriz. Eğer kuku kuşu ötene kadar uyamp birşeyler yersek o sene çok dinç olacağımıza inanırız. Eğer kuku kuşu ötene kadar yemek yemezsek o sene çok tembel geçer." (K.K: M:P)

BİTKİLERLE İLGİLİ TAKVİME BAĞLI İNANÇLAR

"Dikende havulilik* çok olursa kış ağır geçer." (K.K: A.P.)

"Eğrelti ve kumar çiçeğinin açması yazın gelişinin habercisidir." (K.K: SbA.)

Gün Adları

Araştırma yöresinde gün: Sabah, kuşluk, öğle, ikindi, akşam, yatsı olarak bölümlere aynlır.

Gün adlan, takvimde bilinen adlardır.

"Pazartesi ve cuma günü işe başlamak iyi sayılır. Sah günü işe başlamayız. Sah günü işe başlamayı kötü sayarız." (K.K: Z.P)

Aylar

Yöre halkı aylan şöyle isimlendiriyor:

Büyük ay (Ocak)

Küçük ay (Şubat)

Mart (Mart)

Abril (Nisan)

Mayıs (Mayıs)

Kiraz (Haziran)

Çürük ayı (Temmuz)

Ağustos (Ağustos)

Eylül (Eylül)

Biçim ayı (Ekim)

Kasım (Kasım)

Karakış (Aralık)

Mevsimler ilkbahar, yaz, güz ve kış olarak isimlendiriliyor.

Cemre

"Cemre şubat aymda önce havada sonra, suda ve en sonra toprakta oluştuğu sanılan sıcaklık yükselişi." (Türkçe Sözlük 1988)

"Cemre 20 şubatta birer hafta arayla önce havaya, sonra suya, daha sonra toprağa düşer. Cemre toprağa düşünce bahçe kazılır." (K.K: M.P.)

Mart dokuzunda kış ağırlaşır.

"Mart dokuzu vur topuzu"

"Mart gelini dert gelini"

"Korkma kışın kışından

Kork Abrilin beşinden

Öküzü ayırır eşinden."

yörede geçmişten günümüze gelen, aylarla ilgili atasözleri ve deyimlerdir.

"Çürük ayının içinde bir an vardır ki ıslak olan herşey çürür. Bu şuada ten ıslaksa leke kalır. Onun geçtiğini anlamak için su dolu bir tas içine bez bırakılır." (K.K: M.P.)

Islaklık nedeniyle oluşan lekeye yöre dilinde nakıs* denir.

Araştırma alam olan üç köyün de ekonomisi tarıma ve hayvancılığa dayalıdır. Yöre halkı tarlada, bağda, bahçedeki çalışma düzenini, hayvanların yaylaya gidişini ve yayladan dönüşünü kendi oluşturduğu takvim ve meteorolojiye göre belirler. Araştırma alanına giren üç köyün dağ köyü oluşu ve günlük hava olaylarının çok değişken olması nedeniyle gözlem ve deneyimleriyle kendilerine özgü bir takvim oluşturmuş olan yöre halkı, geçmişte olduğu gibi bugün de oluşturduğu takvime göre yaşamını sürdürmekte ve düzenlemektedir.

V.8.F. HALK EĞLENCELERİ

Yaşamlarının hemen hemen tamamım çalışarak geçiren Hemşinliler’in eğlencelerinin büyük kısmım Vartevor, düğün ve bayramlar oluşturur. Bunlara uzun kış gecelerinde ocak başında oynanan oyunları da ilave edebiliriz.

Vartevor (Vartivor)

Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yaz aylarına rastlayan çeşitli yayla şenlikleri geçmişten günümüze halen düzenlenmektedir. Bu şenlikler “çürük ortası”, “yayla ortası”, “okçular”, “Vartevor”, gibi adlarla yayla süresinin belli dönemlerini yansıtmaktadırlar. Genellikle de yaylanın en kalabalık olduğu dönemlerde ot biçme işleminin bitimine ya da köydeki son işlerin bitirilip yaylada toplanma tarihine rastlarlar (Sümerkan, 1987: 43).

“Vartivor, yayla ahalisinin yaptığı bir şenliktir. Temmuz ayının 15 inden 25 ine kadar devam eder. Şenlikte delikanlılarla kızlar karşı karşıya mani söylerler” (Caferoğlu, 1946: 352).

Vartevor gül bayramı, ot bayramı anlamına gelmektedir. Vartevor şenlikleri eskiden Temmuz sonlan, Ağustos başlannda Ergenekon dolaylannda dağlarda yapılıyordu. Şimdi aynı görkemiyle aym tarihlerde Hemşin yaylalanndayapılmaktadır . (Ancı, 1993:123)

“Vartivor: Gül bayramı demektir. Bu kelimenin Hıristiyanlıktan önce İranhlar, Oğuzlar, Ermeniler ve Kültler tarafindan kullanıldığı kesindir. Başka ırklarla kolay kanşmayan Hemşinli-Oğuz Türkleri bu kelimeyi hala bu zamana kadar getirdiler. Eskiden Ergenekon dolaylannda, dağlarda yapdan bu eğlenceler, şimdi aym ihtişamıyla Hemşin yaylalannda devanı eder. O zaman ki eğlencelerin yapıldığı tarih bile şimdi unutulmamıştır. Temmuz sonlarında aym tarihte yapılır. Vartevor kelimesinin İran, Oğuz, Ermeni ve Kürtlerce kullanılması kelimenin milattan önceye dayandığına işarettir. Eski Türklerde bu eğlencelerin doğuşuna biraz değinirsek; (Türk Tarihine Giriş’te) Türkler (Prof. Z.V. Togan’a göre) Ergenekon’dan göçtükten soma Ergenekon’a topluca gitmek mümkün olmadı. O zaman uzaklardan birer temsilci seçerek ata mezarlarım yine ziyaret ettiler. Bu gelenek zamanla unutulmadı. Ergenekon’a gidilmiyor ya da yavaş yavaş eğlenceye dönüşen bu olay unutulmuyor. “Koç, koyun kesilerek devam ediyordu. Eski Türklerde kurban kesmek, düşman öldürmek sevaptı. O zamanki İran dininde adam öldürmek, buda dininde hayvan öldürmek günah, yasak olduğundan Türkler’e göre cazip değildi. Büyük tarihçimiz Prof. Zeki Velidi Togan Türk Tarihine Giriş’te değindiği yayla buluşmaları şimdi Hemşin yaylalarında devam ediyor. Hocamızın yazdığına göre o zaman her köy, her kabile halkının buluşma yerleri Orta Tiyanşan Yaylaları idi. Birbirleriyle her sene bir defa olsun yaylalarda bir araya gelerek kaynaşırlardı görüşürlerdi diyor. Hemşin yaylalarında vartıvor olayı aynı buluşmaların tekrarıdır” (Arıcı, 1993: 124-125).

"Hayvanlarımız otlasın, katığımız bol olsun diye yaylaya çıkarız, yaylada her evde bir katık yapan, bir de sığnian otlatmak için çoban olur. Yazın köydeki işler Ağustos başlarında biter. İşler bitince köylü toplamı-. Vartevor yapmak için yaylaya gelir. Köyden yaylaya gelenlere Vartevorcu denil-, Onbeş gün Vartevorcularla yaylacılar yaylada eğlenirler. Çalışmanın yorgunluğunu üzerlerinden atarlar, gece sabahlara kadar, tulumla horon oynarlar, içki içip tabanca atarlar." (K.K: R.A.)

Vartevora giden köylüler en güzel giysilerini giyerek sabahın erken saatlerinde yola çıkarlar. Türkü söyleyip horon oynayarak yaylamn yolunu tutarlar. Yaylacılar köyden gelen Vartevorculan büyük bir heyecan ve sevinçle karşılarlar. Yaylaya Vartevorcu tulum eşliğinde türkü söyleyerek büyük bir coşkuyla girer. Bu coşku yaylada onbeş gün sürer.

“Eskiden işler bitince köylüler toplanır, sabah namazıyla yola çıkardık. Türkü söyleyerek tulum çalarak Vice dibine (Çamhhemşin ilçesi) gelirdik. Orda mola verir yemek yer tekrar yola koyulurduk. Ayder’de (Yayla) bir gece boş ambarlarda yatardık. Sabaha kadar tulum çalar horon oynardık. Ordaıı tekrar hep birlikte yola koyulur, öğleye doğru tüfek ata ata birlikte yaylaya girerdik. Yaylamn düzünde hemen horon kurardık. Gece sabahlara kadar lamba, lüküs ateşiyle horon oynardık. 10-15 gün böyle devam ederdi. Genç kızlar, delikanlılar en güzel elbiselerini giyerek vartevora gelirler, sevdahklar da vartevorda başlardı” (K.K: K.T.).

Vartevor (Vartivor) halk arasında “Yayla Ortası” olarak bilinen yörenin en önemli şenliklerinden biridir. Kutlamaların dinsel bir yönünün olduğunu gösteren bir belgeye rastlanmamıştır. Ancak (Bijiksyan, 1969:63)’de “Hemşinlilerin Hıristiyan adetlerini muhafaza edip Vartavor Yortusu Günü hepsi de kiliseye gider” ifadesi kullanılmaktadır.

Vartevor zaman olarak yayla döneminin tam ortasına rastgelmektedir. Bu dönem köylerde işlerin azaldığı, sıcaklık ve nem oranının arttığı Ağustos ayının ilk 15 gününü kapsamaktadır. Yörede yaşlıların kullandığı “köy hesabı” ya da “ay takvimi” hicri gün hesabıyla 20-22 temmuz günü başlamakta 15 gün devam etmektedir.

Şenlikler ciddi bir organizasyon çerçevesinde kutlanmaktadır. Kutlamaların düzenli yapılabilmesi için, başkan ve kutlama komitesi oluşturulur. Şenliğin başlamasından bitimine kadar kutlamaların her aşamasından başkan ve kutlama komitesi sorumludur. Şenliğin maddi giderlerini yayla halkı karşılamaktadır. Para toplamada zorlama yoktur. Herkes gücüne göre bir miktar para vermektedir.

Vartevorda tulum eşliğinde türkü söyleyerek horon oynanmaktadır. Yaylanın belli yerlerine (mezovit, ovidin düzü) gezintiler düzenlenmektedir. Bu gezintilerde yemek yenir, içki içilir. Genç kızlar ve genç erkekler yakan topu oynamaktadırlar. Delikanlılar balığa gitmektedirler.

Şenliklerin en önemli kısmım horon oynamak için toplanan gruplar oluşturmaktadır. Horonlar kızlı, erkekli oynandığı gibi, kızlar ve erkeklerin ayrı oynadığı da görülmektedir. Horonlar köylülerin yaptığı çardaklarda ya da 

horon esnasında atılan silahlar oluşturmaktadır. Vartevorda Hoşmeri ve Lokum gibi özel yiyecekler yapılmaktadır. Yayla nüfusu bu süre içerisinde normal nüfusun iki-üç katı artar (Ersoy, 1994: 110-112).

Vartevor şenliklerinin toplumsal işlevini ise şöyle özetleyebiliriz; Yıl boyunca durmadan dinlenmeden çalışan yöre halkı şenlik süresince hem eğlenip hem de dinlenmektedir.

Şenlik duygu ve düşüncelerin türkü yoluyla dışa vurulduğu yerlerdir. Bu nedenle şenlik bir tür iletişim işlevi görüp kişileri ruhsal doyuma ulaştırmaktadır.

Birbirleriyle karışıp kaynaşan halkın ilişkilerini düzenleyerek, toplumsal düzeni sağlamaktadır.

Çeynik Oyunu

Bayramlarda salıncak kurup kadınlar ve çocuklar sallanır buna çeynik oyunu denir "Bayramda çeynik oynarsak günahlarımız dökülür." (K.K: M.P.)

İsim Oyunu

"ince bil' çubuk veya çalı yakarız. Herkes baş harfi aym olan bir isim söyler, isim söylerken de çubuğu elden ele dolaştırırız, çubuk kimin elinde sönerse ona ceza veririz, sönen çubuğun muri* ile yüzünü boyarız. Bu oyunu daha çok yaylada oynarız." (K.K: Mj. P.)

Viz viz viz zop Oyunu

"iki taraf oluruz, bir taraf avucunun içinde yüzüğü saklar, karşı tarafta sırası gelen yüzüğü bulmaya çalışır. Yüzüğü bulamazsa yüzüğü saklayan onu zoplar, komçiler*." (K.K: H.B.)

Tekmeluği, Medluği

"Bu oyunu iki kişi ile oynarız. Bir kişi başlayın der, birbirimizi tekmelemeye başlarız. Kim düşerse o yenilmiş sayılır. Buna tekmeluği denir. Medluği da; 20 cm uzunluğunda kesilen odun parçasını yere dikerek fırlatırız odunu en uzağa fırlatan kazanır." (K.K: M.Ş.)

Bunların dışında araştırma yöresinde uzun kış gecelerinde-'mesellügi- (bilmece bulmaca) oyunu ve tahtaya şekil çizilerek 20 tane mısır ve 20 tane fasulye ile bilinen dama oyunu oynanır.

AVCILIK

Araştırma yöresinde hem spor, hem eğlence amacıyla kışın köyde, yazın da yaylada gruplar halinde ava gidilir.

"Kışın köyün delikanlıları, kar yağınca ava gidiş yolu üzerinde olan bir evde toplanır herkes yanına tüfeğini azığını, karda rahat yürümek için "hediklerini alır. Hedik ağaçtan ayağa takılacak şekilde yapılmış karda rahat yürümeyi sağlayan bir araçtır. Tüfeği olmayanlar yanlarına balta, nacak, kopri gibi kesici alet alır. Şafakta yaban domuzu, ayı, dağ keçisi, yaban geyiği vurmak üzere dağlann yolunu tutarlar. Bu hayvanlan avlamak için iz sürülür. Bunun için ava karh havalarda gidilir. Domuz ve ayı yaz aylarında bahçeye zarar vermesin, yaban geyiği ve dağ keçisi de etinden yararlanmak için avlanır. Domuz vuran, domuzun kuyruğunu keser. Kazanın Ziraat Müdürlüğüne verir, karşılığında mermi alır; ayı vuran ayının derisini ahi’ ve post olarak kullanır. Dağ geyiği ve yaban geyiği avlandığı zaman av, köyün girişinde bir mezrada kesilir et ava giden grup arasmda eşit olarak taksim edilir, yaban geyiğinin boynuzu, ciğerleri ve derisi geyiği vurana verilir. Geyiğin boynuzu güç sembolü olarak evin kapışma asıhr." (K.K: O.B.)

Yaylada dağ keçisi ve geyik avına gidilir. Ava karanlıkta gidilerek av ihtimalinin olabileceği yerlerde beklenir. Hayvan otlamak veya su içmek için dağdan indiğinde avlanır.

V.8.G. GİYİM KUŞAM VE SÜSLENME

Anadolu halkının yakın zamanlara kadar, hatta günümüzde düğünlerde törenlerde örtünmek amacıyla kullandığı giysiler ve başlıklar bölgeden bölgeye farlılık göstermektedir. Bu farklılıklar gelenek, görenek, bireylerin birbirinden değişik olan zevkleri, iklim , çevre, tarihsel ve kültürel nedenlerden kaynakl anmaktadır.

"Anadolu giysilerinin tarihsel geçmişi M.Ö 7000 yıllarına kadar uzanır. Bu kültür daha sonra gelen uygarlıklardan Hatti, Hitit, Frig, Lidya, Likya, Urartu, Yunan, Roma, Selçuk, Bizans ve Osmanh kültürlerinden etkilenmiş ve yeni bir sentez oluşmuştur. Asya'dan gelip Anadolu'ya yerleşmiş olan binlerce göçebe kavim, kendilerine en uygun gelen yörelere yerleşmiş, oradaki kültürlerle kaynaşmış ve birbirleriyle kültürel alışverişte bulunmuşlardır." (Erbek, 1987:118)

“Anadolu halkının yakın zamana kadar giydiği ve bazı yerlerde hâlâ giymekte olduğu elbiselerin genel olarak müşterek bazı vasıflan olmakla beraber giyim şekilleri bölgeden bölgeye değişmektedir. Bu değişiklik mahalli gelenekler ile fertlerin birbirinden ayn olan zevklerinden ve iklim şartlanyla tarihi sebeplerden ileri gelmektedir.” (Özbel, O.t.y.: 3).

Araştırma alanını kapsayan Rize îli, Pazar İlçesi Akbucak, Uğrak ve Ortayol köyleri halkının etnik kimliklerinin en belirleyici yönü kendilerine özgü giyim-kuşamlan, özellikle baş bağlama biçimleridir.

Araştırma yöresinde kadın giysisi, iletişim araçlanmn etkisi ve gelişen teknolojiyle birlikte değişiklik göstermesine karşın baş bağlama şekli ilk 

biçimiyle günümüze kadar gelmiş ve yörede yaygın bir şekilde kullanım alanı bulmuştur.

"Karşıdan gelen bilinin Hemşinli mi Laz mı olduğunu giysisinden anlarız. Hemşinli başım aşağı yukarı bağlar, ayağında da Hemşin çorabı olur." (K.K: R.B.)

Kadın Giyimi

Araştırma yöresinde baş bağlamaya "aşağı yukarı bağlama" "puşi bağlama" adlan verilmektedir. On yaşına gelen kızlar başlanm bağlamak zorundadırlar.

"Saçlar tepede toplanır, sonra üzerine pullu titribah çember şifon örtülür. Şifonun üzerine şay örtülür; şay toplanan saçm altından bağlanarak, bağlan arkaya doğru bırakılır. Evlilerin baş bağlama şekli daha sade olur; genç kızlarınki daha süslüdür." (K.K: Z.P.)

"Kızlar ilkokulu bitilince başlanm puşi ile bağlarlar, aşağı çember, üste puşi bağlanır; yaşlıların baş bağlaması süslü olmaz genç kızlarınki süslüdür." (K.K: F.P.)

"îçe don (şalvar) atlet, onun üstüne entare, entarenin üstüne işlik, işlik üzerine koknoç* kuşak bağlanır. Çok eskiden göğüslere de önlük takılırdı, göğüse takılan önlüğe kutnu denirdi. Bu giysilerin üzerine kadife ceket giyilir. Kilot topuğa kadar uzun olurdu." (K.K: F.P.)

"Eskiden içimize kendirden ördüğümüz don ve fanile giyerdik, bunlara içlik denirdi. İçliğin üstüne divitin veya pazenden işlik, işliğin üstüne çortikozdan* dikilmiş palto giyerdik. İşliğin altına belden kesme uzun köynek, onun üstüne kuşak, kuşağın üstüne koknoç bağlar, arkadan da peştemal sarardık. Koknoç ve peştemah öbür elbiselerimiz kirlenmesin diye kullanırdık." (K.K: Z.P.)

"Kilot topuğa kadar uzun olurdu onun üstüne dize kadar çekilen yün çorap giyerdik, çorapların üzerine desenli yarım patikler çekilir, ayağa çarık giyilirdi; daha sonra lastik giymeye başladık." (K.K: A.P.)

"Ayağa Hemşin çorabı olarak bilinen yün çoraplar giyilir; kışın keçi kılından ölülen, yazın da koyun yününden örülen çoraplar giyilir. Çok değişik renk ve desenlerde örülen çoraplar kullanım olarak kadınların yaşlarına göre farklılıklar gösterir. Yün çorap dize kadar çekilir, ayağa lastik veya çarık giyilir." (K.K: Z.P.)

"Yaşlı kadınlar pazen veya divitin elbiseler giyerler, Elbiseleri ve çorapları düz, baş bağlamaları süslü olmazdı; genç kızların ve gelinlerin elbiseleri firfirlı olur, altlarına, eteklerine sutaşı geçirilir (ipek ya da satenden olur).Çorapları desenli, baş bağlama şekilleri daha süslü olurdu." (K.K: F.P.)

Bayram Giysisi

"Bayram Giysisi ve düğünlerde yukarıda anlatılan giysilerin yenisi giyilir. Dıınımu iyi olanlar bu giysileri kadife veya başka kumaşlardan diktirerek kullanırlar." (K.K: Z.P.)

Çocuk Giysisi

"Kız çocuklan ilkokulu bitirince, 10-12 yaşlarında başlarına puşi bağlarlar. Giysileri kadın giysisinin aynısı olur, onlar da bellerine koknoç, peştemal bağlarlar. Erkek çocuklar, erkek giysisinin aynısını giyerlerdi." (K.K: F.P)

Gelin Giysisi

"Gelin olduğu gün yüzüne peçe, başına şal örtülür. Gelin beline gümüş kemer ve içine resim ve bunun gibi eşyalarım koymak için hamail takar. Gelinlerin üzerinde reşat ve beşli altınlar olur, yeni gelinlerin burunlarına tepçuk çekilir"* (K.K: F.P.)

Yörede yirmi yıl öncesine kadar eski tip gelinlik giyiliyordu, ancak günümüzde herkes beyaz gelinlikle gelin oluyor.

Erkek Giyimi

"Ayağa yün veya kıl çorap giyilir. Ayakkabı olarak hasıl çarık veya lastik kullanılırdı. İçe kendirden ya da torbadan dikilen içlik giyilir; içliğin üstüne köynek, köyneğin üstüne palto giyilirdi, erkekler düğünlerde bel kuşağı, bele silahlık takarlar. Pantolon olarak üstü bol, alt kısım dizden aşağı dar kilot giyer, kilota uçkur bağlarlardı." (K.K: KA.)

Rize ili, Pazar ilçesi Akbucak, Ortayol ve Uğrak köylerinde eski giyim adetleri tam anlamıyla uygulanmamaktadır. Yaşlılarda koknoç, kuşak, peştemal kullanımı halen yaygın, ancak gençler bu aksesuarları kullanmıyorlar. Ancak, geleneksel baş bağlama şekli hem yaşlı kuşak, hem de genç kuşaklar arasında eskiden olduğu gibi yaygın bir kullamm alanı bulmaktadır.

Günümüzde erkek giyimi tamamiyle modem tarzdadır.

Giyim kuşamda meydana gelen bu değişmeye neden olarak köy-şehir ilişkisinin yoğunluğu, ekonomik faaliyetlerde farklılaşma ve kitle iletişim araçlarının araştırma yapılan köylere girmiş olmaları gösterilebilir.

HALK SANATLARI VE MİMARİ

EL SANATLARI

HALK MİMARİSİ

V.8.H. HALK SANATLARI VE MİMARİ

EL SANATLARI

Halk sanatı bir toplumun duygusunu, düşüncesini, kederini, özlemini dile getiren en önemli kültür ögelerimizdendir. Halk sanatı bir toplumun gelenekleri, görenekleri, örf. adet, ananeleri, değer yargılan ile dünya görüşlerini anlamada ve toplundan tammada kaynaklık eden, dışa kapalı geleneksel toplumlarda birinci derecede iletişim görevi üstlenen bir araçtır.

"İnsanoğlunun varolduğu tarihten günümüze kadar, uygarlık el, sanatlanyla içiçe yaşamıştır ve yaşamaktadır, genel olarak insan beslenme, barınma, giyinme, süslenme gibi ihtiyaçlarını karşılarken hep el sanatlan ve onun ürünlerinden yararlanmıştır. Denebilir ki insan her gittiği yere veya egemenlik kurduğu yöreye el sanatlarım ve bu sanatlara ilişkin kültürü de birlikte taşımıştır." ( Arlı, 1982 : 23 )

"insan araçlar yolu ile insan olmuştur. Araçlar yapıp yaratarak kendini yapmış yaratmıştır insan. Hangisinin daha önce geldiği sorusu -insanın mı. aracın mı- doğrudan doğruya soyut bir sorudur. Bu yüzden ne insan olmadan araç olabilir, ne de araç olmadan insan" (Fischer, 1986:14)

Araştırma alanım kapsayan Akbucak Ortayol ve Uğrak köylerinde el sanatı ürünlerini, halkın giyim kuşamında gerekli olan eşyalar ile günlük yaşamda kullandıkları araç gereçler oluşturmaktadır. Yöre malzemesi kullanılarak üretilen bu türden eşyalar, artık yavaş yavaş yerini teknolojinin getirdiği yeniliklere bırakmaktadır.

"Eskiden atlet fanile alamazdık ki, bahçede kendir yetiştirildik. Kendiri biçer toğda* ağartırdık bahçede kurulurduk, kendiri iyice

kuruttuktan sonra iğle* işlerdik (ip haline getirirdik). Sonra onu yer tezgahında dokurduk. Kendirden kendimize içlik uzun don dikerdik. Erkeklere de kendirden içlik, don, gömlek dikerdik. Buralarda artık kendir yok, yeniler kendirin ne olduğunu bilmiyor." (K.K: S.K.)

Çorap

Yörede en yaygın el sanatı ürünü çoraptır. Geçmişten günümüze çeşitli değişikliklere uğrayarak gelen çorap dokumacılığı bugün hâlâ eskisi gibi yaygınlığım korumaktadır.

“Geleneğe bağlı köylerimizde çorapların sağladığı yarar dışında bazı işlevleri olduğu görülür. Motifleri renkleri sessiz konuşan veya alfabesi unutulmuş okunamayan yazılar gibidir. Sanat gözüyle bakanlan düşündürür. Gizemli yorumlara yol açar. Her birinin bir adı bir yurdu vardır. Köylüler arasında sosyal bir nitelik taşırlar. Evlisi bekan bunlardan anlaşılır. Bu köylerde küçüğünden büyüğüne kadar çorap örmesini bilmeyen yoktur. Gereçleri elleri altındadır. Kolaylıkla sağlanan yalın araçlan her yerde ve her zaman uygulanan teknik kolaylığı yüzünden en çok sevilen en yaygın işler arasındadır. Aym zamanda bu etkinlik köylü el sanatlan için bir temel eğitim olarak da sayılır. Küçük bir kız çocuğunun parmaklan arasında örgü ipliklerini dolayarak elindeki süslerle ilmekleri atma çabası ileride dokuyacağı halı, kilim ve benzeri sanatlar için kendi kendine bir hazırlıktır. Günün yirmidört saatinde değişen renkleri içinde yaşadığı çevredeki dağlan, değişik biçimlerdeki ağaçlan ve çiçekleri gördükçe sanat yapma arzusu uyamr. Bunları sevmesini öğrenir, kişiliğini bulmaya çalışır” (Özbel, 1976. 3).

Uzun kış gecelerinde, ev oturmalarında, dağ yollarında on yaşın üstünde •

kız ve kadınların ellerinde çorap pondeğlenm görmek mümkün. Yörede her türlü el işine "pondeğ" adı verilir.

"Yazm yün, kışın kıl çorap giyeriz, kıl çorap keçi kılından, yün çorap koyun yününden örülür. Eskiden yün ve kılı iyice yıkar, sondekten geçirir tarardık. Sondekte tapul* eder, liserde* işleyerek dokunacak hale getirirdik. İpi Yaliden gelen satıcılardan aldığımız boyalarla boyardık. Bazen soğan kabuğu ile kaynatıp boyadığımız da olurdu, şimdi artık Yaliden aldığımız yün ve orlon iplerle de çorap örüyoruz." (K.K: Z.P.)

Yörenin en önemli çeyiz malzemesi çoraptır. Kız on yaşına geldiğinde çeyizlik çoraplarım hazırlamaya başlar. Gelinin kaynana ve kaynatasına vereceği ilk hediye çoraptır. Buna "kaynana, kaynata çorabı" denir. Gelin koca evindeki herkese çeyizlik çoraplarından hediye vermek zorundadır. Gelin, düğününde ve nişanında hediye veren köylüye çeyizlerindeki çoraplardan verir. Gelinin kendisine hediye verenlere karşılık olarak verdiği çoraplara “odençkin” adı verilir. Çeyizinde çorap olmayan ve kendine bahşiş verenlere çorap hediye etmeyen gelin kınanır.

"Gelin ve eniştenin çorabı düz renkten olur. Eniştenin çorabı beyaz, gelinin çorabı san, pembe, kırmızı gibi canlı renklerden olur, dize kadar örülen gelin çoraplannının üzerini küçük desenlerle işleriz." (K.K: S.P.)

Yörede çorap motifleri köylere göre değişiklik gösterir. Genç kızların ayaklarındaki çorapların renklerine ve desenlerine göre hangi köyden oldukları bilinir.

Üzerinde bitki, hayvan motifleri olan bu çorapların Anadolu'daki diğer çorap örnekleriyle karşılaştırıldığında örülüş tekniği ve şekil bakımından farklı üzerindeki motifler bakımından benzerlik gösterdiği ortaya çıkar.

"Dağa giderken, komşuluktayken çorap pondeğimiz hep elimizde olur, çorabı beş şişle ucundan başlayarak öreriz. Çorapları iki telli, eğrili, düz diye biliriz. İki telli çoraplar desenli olur. Bu desenlerin hepsinin bir adı olur kalp, lale, yonca, maydanoz, gül, akrep, çam, kuş, süpürge keroç gibi. Çorapları bazen dize kadar bazen de kısa patik şeklinde öreriz" (K.K: H9.

K.)

"İşimiz az olursa bir çift çorabı dört günde bitiririz, bir çift çorabın maliyeti bugün yaklaşık 200 bin liraya gelir" (K.K: S.A.)

Zengin bir motif ve canlı bir renk armonisiyle sergilenen Hemşin çorabı, çalışkan ve girişken yöre halkının gayretleriyle yurtiçinde ve yurtdışında pazar bulmuştur.

Canlı bir renk ve zengin bir motif içeren Hemşin çorabı üzerine yöre halkı maniler söyler, çorap aracılığıyla sevgilisine seslenir. Bu çoraplar yörede bir tür iletişim işlevi görür.

Eğrili çorabıma

Niye baktın yüzüme

Bana mı sevda oldun

Yoksa ela gözüme

(K.K: R.B.)

Ayağına çorabın

Nakışım öreyim

Kalmışını karanlığa

Seni nasıl bulayım

(K.K: S.Y.)

Bir çorap edeceğim

Yeşil ile alayı

Pas tutmuş yüreğimi

Daha almaz kalayı

(K.K: D.K.)

İki telli çorabın

Arkası yamalıdır

Benim sevdiğim kızın

Anası Halalıdır

(K.K: SpA.)

Ayağında çoraplar

Keçilerin kılından

Allah sana vermemiş

Güzelliğin telinden

(K.K: HpK.)

Ayağında çoraplar

Kalemleri çok uzun

Seni güzel gösteren

Ha o kırmızı yüzün

(K.K: A.P.)

Bir ayağımda çorap

Birini sürütürüm

Yine beş delikanlı

Arkamda yürütürüm

(K.K: SpA.)

Hemşin çorabı günümüzde de Hemşin kızlarının çeyizini oluşturmaktadır. Araştırma yöresinde çocuğundan gencine herkesin kullandığı bu çoraplar kent ortamında da patik (küçük terlik şeklindeki çorap) şekline dönüşecek kullamm alanı bulmuştur.

Sepet Yapımı

Sepet yöre halkının yaşamında en önemli kullamm araçlanndandır. Boylarına ve şekillerine göre paçka, tikina ve küdel gibi yöresel adlan olan bu sepetlerin hepsinin yapım tekniği aynıdır.

"İçine üzüm biçtiğimiz üç bacaklı sepete "kudel" deriz. Kestane ağacından küdelin üç bacağım çıkartırız. Kestaneden dal kesip, kesilen dallan ateşte ıslatarak eritiriz. Erittikten sonra dallarım yaprak halinde dörde beşe böleriz, sepetin büyüklüğüne göre bacaklardan başlayarak eritilen kestane dallarım içiçe geçirerek alt kısmı kare haline getiririz. Kare şeklinde yukan doğru örülür. Uzunluğu tamamlanınca ağız kısmına bir parmak kalınlığında çıta koyarız etrafim sarar sepeti bitiririz." (K.K: H.A.)

Yöredeki sepetlerin hepsi bu teknikle örülür. Bazen yukandan başlayıp bacak kısıntından bitirildiği de olur. Sepetler; ot taşımak, çay taşımak, alından gübre taşımak, içine meyve koymak amacıyla kullanılmaktadır.

Kadin

Yağ, peynir, minci gibi süt ürünlerinin saklandığı tahta kaplara verilen ad.

"Eskiden katıklarımızı kadinlerde saklardık. Peyniri, minciyi, yağı yapar yapmaz kadine basardık, orda bekleyen katık daha iyi olur. Yaylada kadinlerimiz var, katıklarımızı gene kadine basıyoruz. Köyde artık çinko kaplar, naylon kaplar kullanıyoruz." (K.K: R.A.)

Heneçi

Heneçi yayığın yöresel adı olup yağ ve ayran yapmak için kullanılan tahta kaptır.

Kaynak kişi-kadin ve heneçi yapımını şöyle anlatıyor:

"Heneçi ve kadın yaparken testere kullanılmaz, çivi de kullanılmaz. Ağaçlar hızarla kesilir, heneçinin ve kadinin uç taraflarına "vey"* takılır. Heneçinin iki tarafi alt ve üstü kapalı olur. Bel kısmına kare şeklinde delik açılır kaymak heneçiye hurdan konur. Bu deliğin üzeri yine ağaçtan yapılmış bir kapakla kapatılır. Kadinin bir tarafi açık olur. Ağaçlar birbirine geçirilip "vey" takıldıktan sonra heneçi, ve yayık üç veya beş gün suda bekletilir, tahta şişer. Böylece delikler tıkanır, heneçi ile yayık kullanıhr hale gelir." (K.K: N.Ç.)

Kolo

İçine peynir koymak için çam kabuğundan yapılan kap.

"Çam ağacından kolo çıkartılır, çamın kabuğunun yarık kısmı çuvaldızla dikilir, altına da yuvarlak kabuk kesilip dikilir. Buna peynir kolosu denir, bu daha çok yaylada yapılır." (K.K: N.Ç.)

Tulum

Yaylada içine yağ koymak için koyunun veya keçinin tulumundan yapılan yağ kabıdır.

"Keçinin veya koyunun tulumu çıkartılır. Tulumun boğaz kısmıyla kollan bağlanır, tulumun arka kısmından içine yağ basılır, arka kısmı da bağlanarak yayladan köye getirilir." (K.K: R.A.)

Kadin, heneçi, peynir kolosu ve tulum halen yaylada kullanılmakta, ancak köyde bunlann yerini teknolojinin getirdiği yenilikler almaktadır.

HALK MİMARİSİ

Halk mimarisi; halkın kendisi için oluşturduğu nesnel yaşam çevresidir.

Halk mimarisi toplumun; gelenekleri, görenekleri, akrabalık ve komuşuluk ilişkileri, değer yargılan inanç sistemleri hakkında bilgi veren kültür öğelerinin başında gelir.

Halk mimarisinin en önemli özellikleri: Anonim olması, yöreye özgü malzemelerin kullanılması, yerel ustalar tarafindan yapılması, kültürel yapı değişmedikçe yıllarca aym şekilde sürüp gitmesidir.

"Köy evi dönüp dolaşıp neticede bir sosyal düzenin en iyi yansıtıcısı olarak kabul edilmiş, ancak mimari terimi geniş anlamında kullanılmıştır. İklim, arazi, topografya yapı malzemesi, yaşama ve çalışma gibi mimariye doğrudan doğruya etkisi olan faktörler, incelediğimiz mimarinin çerçevesi içindedir. Sadece bir ailenin yaşayışını gösteren evin yam sıra toplum yaşaşayışını yansıtan çevre ile bağlantı konumuza dahildir." (Özgüner, 1970: 1)

"Doğu Karedeniz’deki kırsal yerleşmelerin yanında çeşitli işlevleri karşılayan yardımcı yapılara gerek duyulmuştur. Dam, çoten*, merek*, ambar ve serender gibi irili ufaklı çeşitli yapılar konutla birlikte yerleşme birimini oluştururlar. Bu yardımcı yapılar içerisinde işlev yapı sistemi ve mimari estetik yönünde serenderler diğerlerine göre farklılık gösteril." (Eruzun, 1977:125)

HALK MİMARİSİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ

Araştırma yörelerinin coğrafî yapısı dağlık, arazinin engebeli olması nedeniyle ev yerleşimi oldukça dağınıktır. Bir evden, diğer bir eve gitmek bazen bir saat sürmektedir.

Araştırma yörelerinde tespit edilen en eski ev 150 yıllık olup, orman bölgesi olduğu için malzeme olarak tahta ve taş kullanılmıştır.

Ev malzemesi olarak kullanılan tahta, yörede bol olan kestane ağacından temin edilmektedir.

"Tahtaları 5 cm. kaluıhğında 20 cm genişliğinde keserek hazulanz, temeli taşla atarız, taşların arasına eskiden kireç konuyordu. Şimdi taşların birbirlerini tutmaları için çimento kullanıyoruz." (K.K: O. T.)

Ev yerinin seçiminde bölgede sık görülen toprak kayması ve firtına gibi doğal afetler dikkate alınır. Bunun yanısıra evin araziye yakın olması, güneş alması, ulaşıma yakın olması gibi hususlara da önem verilmektedir.

"Önce evin ocaklığının temeli atılır: -Falan kişinin evinin ocağı falan yere kazıldı denir. Evleri buranın ustaları yapar. Eskiden beri bildiğimiz bir plan var ona göre yaparız." (K.K: H.S.)

Üç katlı olarak oluşturulan yapıların alt katında hayvanların bakımı için gerekli olan ahır bulunur. Ahır kısmı taştan olur. İkinci kat insanların yaşadıkları kısımdır, ikinci katın girişi iki taraftan olur. İlk giriş kısmına ev adı verilir, günlük yaşamın büyük kısmının geçtiği yer evin bu kısmıdır.

"Her şeyimizi "ev" de yaparız. Yemeğimizi burda pişiririz, burda yeriz, katıklarımızı burda yapar, burda otururuz, ocak burda olduğundan

lıer işimiz burda olur. Eskiden banyoyu bile burda yapardık. Ocakta su ısıtır.

pilitanın yanında çimerdik (yıkanırdık)." (K.K: S.P.)

Misafirler için hazırlanan bölüme "heyet" adı verilir. Heyete evden açılan bir kapı ile girilir. Heyetin dışarı bakan kısmı tamamen cam olup, camın önünde boylu boyunca sedir bulunur. Heyetten bulmalara (odalara) geçilir. Bulmalar dört, altı, sekiz olabilir, eski evlerde tuvalet dışarda olur. Banyo olarak da "ev" de ocak başı kullanılmaktadır.

Üçüncü katta değeni bulunur. Değeni bir tür kiler olarak kullanılan kısımdır. Değenide de bulmalar bulunur. Değenide daha çok hayvanların kışlık yiyecekleri ot ve çayır, ev halkının kullandığı mısır ve un muhafaza edilmektedir.

EV YAPIMI

Yörede ev yapımında çivi kullanılmaz. Boğaz kesilerek üst üste konur, tahtalar geçmeli olarak yerleştirilir.

"İnşaatta kazma kürek kullanırız. Tahtaları, kol hızarlarıyla biçeriz. Evin üstünü kestane ağacından ince ince kesilen harduma dediğimiz tahtalarla kapatırız. Son yirmi yıldır evin üstünü harduma yerine "sac" la kapatıyoruz. Kışın buralara kar çok yağar, kar sacın üstünde durmadığı için daha kullanışlı oluyor." (K.K: H.S.)

"Eve her zaman sağ ayak ile gireriz, sağ ayak ile evden çıkarız, evin erkeğinin avladığı yaban geyiğinin boynuzlan ile kesilen kurbanlann boynuzlarım kapı başlarına çakarız." (K.K: H.K.)

"Eski evlerin kapı kilitlerine "pag" deriz. Pagı ev ustalan ağaçtan yapar. Evin ocaklığı kazılırken, ya da ev tamamlanıp da eve girerken kurban kesilir. Kurban ustalarla komşularla yenir." (K.K: O.T.)

Ev dışında yardımcı yapı olarak, ahır, serender, (serinder), kmaf, kalıf bulunur.

AHIR BÖLÜMÜ

Arazi meyilli olduğundan evin oturduğu temel alt bölümünün yansımn ön kısmım kapsamak suretiyle iki ahırdan oluşur, ahır tamamiyle taştır.

EV MESKEN BÖLÜMÜ

Eve genellikle iki taraftan iki kaldırımla çıkılır, iki yanlarında kapısı vardır. Her iki taraftan girilen bu bölüme “ev” adı verilir. Her iki kapıdan girişte bir boşluk bulunur, arka kapı boşluğundan ahıra inilir. Ön kapı boşluğunda da odunluk bulunmaktadır.

Yapımn ev denilen giriş kısmı oldukça büyüktür. Her türlü hayvan ve insan gıdalarının pişirildiği ocak, yapımn bu bölümünde bulunur. Ocağın ortasında yemekleri ateşe istenilen yükseklikte tutacak iki bacaklı zincir bulunmaktadır. (Ancı, 1993: 100)

HAYAT BÖLÜMÜ (HEYET)

Misafirler için hazırlanan bölüme hayat adı verilir. Hayat halk dilinde “heyet” e dönüşmüştür. Genellikle 20-25 m-ol ur, ama daha büyük de olabilir. Sağda ve solda 2,3,4'er tane halk dilinde "bulma" denen odalar bulunur. Hayatın ön cephesi bol ışık sağlamak için tamamen cam olduğu gibi 2,3,4 pencereli de olabilir. Pencerelerin önünde boydan boya uzanan geniş bir sedir bulunur. Odalar 6m“ olur ve yatak odası olarak kullanılır. Bazı evler hayattan merdivenli iki katlı olur. Son katı çatı katıdır, yolu arkadan ve dışardandır. Burası 15-20 kadar ineğin tüm kış boyunca yiyeceği otu alabilecek kapasitededir. Ayrıca kışlık ihtiyaçların bazıları da çatıda korunabilir. Buraya halk dilinde "değeni" adı verilmektedir. (Arıcı 1993:101)

SERENDER (SERİENDER)

Serender; serinyer, serin yeri olan, serin yere malik anlamlarına gelmektedir. Serinder halk dilinde serendere dönüşmüştür. Nesnelerin bozulmadan saklandığı yerlerdir. Tüm yiyeceklerin topluca saklandığı 4 veya 6 direkli her tarafindan rüzgarın kolayca diğer kısımlara da çıkacağı bir çok delikler vardır. Dört tarafindan köşklü 40-50 m2 genişliğinde kestane ağacından yapılan fare çıkamayan yapılardır. Köşk denilen kısmı genellikle kurutulan otla doldurulur. İç bölümüne de yörede yetiştirilen mısır asılmaktadır. Serenderin üst bölümü hane halkının tüm yıl boyunca yiyeceği katıkla veya meyvelerle doldurulmaktadır.

"Serendere fare ve diğer böceklerin çıkmasını önlemek için alman tedbirler ilginçtir. Farelerin çıkmasını önlemek için direk taşlama User dediğimiz 8 cm çapında daire şeklinde ters tekneler koyarız. Böceklerin serendere çıkıp yiyeceklere zarar vermemesi için de serenderin direklerine kömürle kemer çizeriz." (K.K: M.A.)

KIN AF

Kın: Kab, alaf: Yöre dilinde ot demektir. Kinaf: Ot kabı anlamına gelmektedir. Sözcük halk dilinde “kenaf’ a dönüşmüştür. Evin avlusunda yontulmuş ağaçların uçlarına boğaz açılarak dört köşe yapılan kulübelerdir. Ağaç kalaslann arası epey geniş olup, hava akımlan rahatça geçebilir. İçine genellikle mısır bitkisinin saplan konulmaktadır.

"Kenaflan genellikle ahıra yakın yerlere yaparız, kışın çok kar yağsa bile yol açıp buralardan hayvanlara yem getirmek kolay olur." (K.K: O.T.)

Adı geçen kınaflar dağlarda çayırlık çimenlikte de yapılır. Buralarda yapılan kınaflar da aym amaçla kullanılır. Ayrıca bahçeyi yabandan korumak için gece nöbet tutmak amacıyla bahçede yapılan küçük kulübelere de "kalif'adı verilir. Kalif: Kalmaktan gelmektedir. Kalifler ancak bir kişinin yatabileceği büyüklükte yapılmaktadır. (Arıcı, 1993:104)

YAYLA EVLERİ

Hemşin inşam hem rutubetli sıcaktan korunmak, hem de hayvanlan geniş yayla meralannda otlatmak için, ormanlann seyrekleştiği 2000 metre yükseklikteki orman arasındaki yaylalara çıkarlar. Yayla evleri genellikle yaşlı, tecrübeli, katık yapmasım iyi bilen bir ebe ile hayvanlara çobanlık yapabilecek 10-15 yaşlannda kız ya da erkek çocuktan oluşan iki kişilik evlerdir. Köydeki yerleşim biçimi dağınık olmasına karşın yayla evleri birbirine daha yakın olarak oluşturulmuştur. (Ancı, 1993:104-105)

"Yayla evlerimiz tek katlı olduğu gibi iki katlı da olabilir. İki katlı evlerin alt katı, zemin tahta olup burası ahır olarak kullanırlar. Üst katta köşk dediğimiz evin balkonu bulunur, eve burdan açılan kapıyla girilir. Tek göz odadan oluşur burası, Hem mutfak hem de yaylacıların yattığı yerdir." (K.K: R.A.)

Araştırma yöresinde gelişen teknoloji ve kitle iletişim araçlarının etkisiyle halk mimarisinin farkedilir bir şekilde değişime uğradığı gözlenmektedir. Ahşap mimarinin yerini hızlı betonlaşma almakta, beton yapıların sayısı günden güne artmaktadır.

"Altık buralarda tahtadan ev yapılmıyor. Yeni evler hep beton, hem tahtayı bulmak zor, hem de işçiliği fazla. Ahşap ev daha parahya çıkıyor. Bu sebeple beton ev yapmak köylünün daha işine geliyor." (K.K: H.S.)

V.8.1. HALK MÜZİĞİ VE MÜZİK ALETLERİ

ATMA-KARŞILAMA-TÜRKÜLER

Anadolu'da o andaki olay ve duruma göre iki kişi tarafindan düzme şiirle söylenen ezgili şiirlere atma-karşılama, karşı -beri, çatma türküler denir. Anadolu'nun birçok yöresinde görülen bu türkülerin özellikle Rize Hemşin etnik grubu arasında çok yaygın olduğu saptanmıştır. Hemşinliler bu konuda çok iddialı olup türküleri gruplar halinde ayakta veya oturarak, uzun hava şeklinde söylemektedirler. Kafiye uyumu veya verdiği cevaplar kusurlu olan taraf yenik sayılır. Rize'de zengin bir türkü ve mani söyleme geleneği vardır. Bu türkü ve manilerde karamsarlık ve hüzün yoktur. Zengin tabiat tasvirlerini sergileyen sesleniş açık ve yalın bir biçimde aktarılmıştır. (Arıcı, 1992.143)

“Atma veya atışma türkü düğünde bayramda ırgatlıklarda ve topluluklarda otururken veya ayakta bir tarafin sözüne diğer tarafin vezinli ve kafiyeli olarak verdiği cevaplardır. Bunlar beste ile söylenir. Atışma türküler, saz şairlerinin birbirlerini imtihan etmelerine benzer zamanında verilmeyen cevaplar somadan verilse bile cevap sayılmaz” (Balaşoğlu, 1946:19).

"Atma türkü Rize ve çevresinde düğün ve benzeri eğlencelerde şenliklerde en az iki kişi karşılıklı olarak irticalen söylenen bir türkü tarzıdır." (Kaya, 1992:92)

"Bölgede "atma türkü", "kesme türkü", "karşı beri" gibi adlar alan bu türkülerin kızışmasıyla muhteşem hitaplara yönelmiş biçimlerine kovalama adı verilir." (Turgut, 1978:24)

Yörede “atma türkü”, “çatma türkü”, “kesme türkü”, “karşı beri” olarak bilinen türkülerin; hem toplumsal hem de psikolojik işlevi vardır. Geleneğin ağır bastığı toplumlarda duygu ve düşünceler sözlü olarak müzik, ezgi yoluyla dile getirilir. Birey sevgisini, özlemini, açışım, beklentilerini türkü yoluyla anlatır. Dolayısıyla yukarıda adı geçen türler, sözkonusu toplum içinde iletişim işlevi görür. Bunun yamsıra duygu ve düşüncelerin türkü yoluyla dışa türkü yoluyla dışa vurulması bireyleri rahatlatarak ruhsal doyuma ulaştırır. Böylece sözlü edebiyatımız yeni ürünler kazanırken, toplumsal düzende bir ölçüde sağlanmış olur.

Karşı beri türkülere örnekler :

"Genç bir kızı yaşlı bir adama verirler.

Kız kocasım gerdek gecesi görür.

Kız : E dede ne dedesin?

Evin yok mu gidesin?

Hep dedeler gittiler

Sen bur da ne edersin?

Dede : Dede senin gülündür

Sen dedenin gülüsün

Çıkar keten gömleği

Ak gerdamn görünsün

Kız :Yedi dağı aştığım

Beş kardeşten geçtiğim

Sen misin benim kocam?

Sevemeden bezdiğim"

(K.K: H.K.)

Nişanlı bir kız ile genç bir delikanlının atışması:

Kız: Kardaş seğerim açtır

Biraz çimen vereyim

Delikanlı : Hemşerim tanımadım

Söyle kimsen bileyim

Kız: Üç aylık nişanlıyım

Doğrusunu söyleyim

Delikanlı: Nişan mişan tammam

Gel ağzım yiyeyim"

(K.K: F.A.)

Molla Ali zengin imiş. Aziz de Molla Ali'nin sırtından geçiniyormuş. Köylü ona laf atar.

K: Aziz ne yapacaksın

Molla Ali ölünce

A: Oğul oğula yeter

Sandık dolu olunca

K: Hazır tez tükenir

Yerine koymayınca

(K.K: N.I.)

Yaşı geçmiş evi enememiş bir erkekle arkadaşının atışması:

-Ben daha odun etmem

Taş değdi nacağıma

-Ben sana kız bulayım

Para dök kucağıma

-Kimse bana kız vermez

Ne olmuş ocağıma

(K.K: D.K.)

Bacakları eğri olan kadına yoldan geçen erkeğin laf atması:

-Üstü çaça sepeti

Ayaklan silici

-Bakma böyleliğime

Biliciyim bilici.

(K.K : V.B.)

Vartevor şenliğinde gözü kör adamla arkadaşının atışması:

-Bugün hava çizeli

Horon olmaz kumduza

-Tek göz ile görünmez

Yıldıza bak yıldıza

(K.K: U.B.)

Eşkiyalan köydeki düğüne davet ederler. Eşkiyalar düğüne koç alıp giderler. Eşkiyanın fesini düğüncü başından alır. Eşkiya ile düğüncü çatma türküye girer:

E: Uşaklar fesum (Fesim) itti

Kanştı erahğa

Zati neden* gelurdun

Böyle kalabalığa

*

Koç bağladım da geldum

Geçmedi mi eyluğa*

da arasun bulsun

Al koçunu geriya

(K.K: Ş.Ş.)

Bir kadınla bir erkeğin dağdaki atışması

Beraktum mollalığı

Omuzladım hızarı

K: Yaptığım doğru yap

Alırsın intizarı

Acap desem eder mi?

Bir ricam var Fatiya

K:Bazi mollalık edip

Bazi dönme batıya

(K.K: C.K.)

Kardeşiyle anlaşamayıp dağa ev yapan Halit'e atılan türkü:

Halit senin ateşin

Yamyor dağ başına

Orada mekan olmaz

Ne durayım boşuna

En babamn evine

Otur ocak başına (K.K: Ş.Ş.)

Düğünde yenge ile eniştenin atışması

E. Yenge kedelerine sesimi zil edeyim.

Y. Kedenin kulağım

Ağzıma dile edeyim (K.K.: K.T.)

Mermonat köyünden Çingit köyüne kız verirler. Düğün günü Mermonat’a gelen Çingitli enişteye köy halkı türkü ile söz atar.

Köylü : Nerden buraya düştü

Çingitlerin puşttu

*

Enişte : Cuculum burda değil

Sizin evde mi düştü (K.K: K.T.)

Araştırma yöresinde türkü adıyla anılan ve yapı bakımından yedili hece ölçüsüyle (xaxa, aaxa) mani kafiye düzenine dayanan dörtlüklerden oluşan mani görünümlü nazım biçiminin yaygın olduğu görülür. Ezgileri tulum adı verilen çalgıların ses düzenine göre oluşur. Bu türküler konu olarak tabiat,

gurbet, sevgi ve özlem duygularım içerir. Ancak bu türkülerde en önemli özellik nükte unsuruna geniş yer verilmesidir. (Turgut, 1978: 24)

Diğer yöre manileri gibi Rize manilerinin de bir yazan yoktur. Yani belli bir kişi tarafindan söylenmez. Her Rizeli bir mani yazan bir mani söyleyenidir. Köylerde kasabalarda yaylalarda, vartıvor şenliklerinde, düğünler de bayramlarda, ot biçilirken, çay toplanırken sığır otlatırken “mani” söylenir.

“Türkü bildiğimiz ve edebiyatta ismine mani dediğimiz dörtlük şeklindedir” (Balaşoğlu, 1946:19).

Tulum eşliğinde horon oynarken söylenen mani biçimli dörtlüklerden oluşan atma türküler:

Kapı ilen duran kız

Kapıya soya mısın?

Adım bilmem ama

Sen bana uyar mısın? (K.K: G.Ş.)

Duvardan atlasana

Maydonos toplasana

Seni cazı* kaynana

Ağzım toplasana (K.K: G.Ş.)

Gidiyorum buradan

Vartevordur durağım

Sizlerden ayn kaldım

Odur benim merağım* (K.K: G.Ş.)

Horon oynamağilen

Horon evi düz olmaz

Kadife giymek ile

Kocakarı kız olmaz (K.K: S.A)

Ali emicemizin*

Doldu kollan doldu

Yaşı ufaktı ama

Başı bembeyaz oldu. (K.K: C?.K.)

Ha buradan aşağı

İki incir aşladım*

Ben de emicem* gibi

Sevdahğa başladım (K.K: SpA.)

Yayladan mı gelirsin

Ey gidi yeşil taksi

Vermezler sevdiğime

Kardeşlerim çok aksi (K.K: H.Ş.)

Emi cemi kondurdum A

Oğlunu alacağum

Eğer vermedilerse

Kaçurup* gideceğim (K.K: G.Ş.)

Gökteki yıldızlan,

Pay edelim kızlan, Hep gitti güzelleri Kaldı yaramazlan (K.K.:R.B)

Mektubunu yaz yolla

Sitemini az yolla Meraktan ölüyorum

Bir ferahlık söz yolla (K.K: SpA.)

Başına titribalar*

Parlıyor ateş gibi

Sevdiğimi görünce

Sıtma vurur kış gibi (K.K: SpA.)

Horon oynarım horon

Bakun ayaklanma*

E kız seni almazsam

îşe bıyıklaruma    (K.K: SpA.)

Yaylalar çiçeğinin

Honceciliktir* başı Ben bir güzel severim

Daha ufaktır yaşı    (K.K: S. A.)

Koyunlar etli olur

Yemesi tatlı olur

Dul igite* varan kız

Ölmezse dertli olur. (K.K: S. A.)

Kede* tatludur* kede

Adına bak adına

Yengeyi basacağuz

Bulmadaki kadina (K.K: S. A.)

Dere başı zeytinlik

Çok çekmişim yetimlik

E yar Allah ilen sen

Etme* bana kötülük (K.K: C.K.)

Gülgen yaprak açmadan

Dibi derin olur mu?

İnce belli kızlardan

Güzel gelin olur mu? (K.K: SpA.)

Yaylaların dumam

Hergün gelir dağ ilen

Gençliğime yananm

Geçti ağlamağilen* (K.K: C>K.)

Buldurin* yaylalardan

Alamadım bir çiçek

Bu yılı da sorarsan

Ağzımı açmaz bıçak (K.K: SpA.)

Başına titribayı

Ver güneşe parlasın

Sevdiğini almayan

Ömür boyu ağlasın (K.K: C>K.)

Karşıya kayalara

Vermişim sarmaşığı

ballı dudakların

Ben olayım kaşığı (K.K: H.Ş.)

Yolun üstüne armut

Ne dururda durursun

Ne mutlu dallarına

Her geçeni görürsün (K.K: G.Ş.)

*

Kareli gömleğünün

Yakalan dar midur*

Bana bakmayın kızlar

Benim sevduğum* vardır (K.K: M.A.)

Yayladan ki yürüdüm

Bir saat ağlamışım

Aykurluğun çamına

Hatıra bağlamışım (K.K: C7.K.)

Aykuri* yollar ilen

Yayılır koyun keçi

Kesme şekere benzer

Yarim ağzımn içi    (K.K: H.Ş.)

Bir ağacın üstünde

Kızlar düzdedür düzde

Kendi kovanda ama

Aklı bizdedir bizde (K.K: SpA.)

Bizim yayla düz gibi

Bir su içtim buz gibi Oldun elli yaşma

Duruyorsun kız gibi (K.K: S. A.)

Yaylanın yollarına

Ben kurulayım oluk

Gelen geçen güzeller

İçsinler soluk soluk (K.K: SpA.)

Kırmızılı parlarsın

Dalbastı kızarmışsın

Uzaktan esmer gördüm

Yakından beyaz mısın (K.K: SjA.)

Ey bağ bağlar mısın Sarmaşığın telinden Sevdahk ki edersin Anlar mısın halimden (K.K: N.İ.)

Bu dağın ardı humut

Ey gidi kuru umut

Ben seni unutmadım

S en unutursan unut (K. K: N. İ.)

Bir çikolata aldım

Adı olgadır olga

Kız seni sevmerom*

Dalga geçerim dalga (K.K: G.S.)

Peştemalı sandan

Bağlar onu yandan

Sevdahk çeken kızlar

İbret alır ayndan (K.K: G.Ş.)

Gel geç evin ardından

Evin ardı yol olsun

Çağır beni odana

Gelmeyen gavur olsun (K.K: H.Ş.)

Fındıklıktan yol geçer

Ordan işlemez misin

İki öptüğün yeri

Bir de dişlemez misin? (K.K: H.S.)

Dereyi geçemedim

Seyrek idi taşlan

Ekseri güzellerin

San olur saçlan (K.K: S pA.)

Aşağıdan gelir duman

Girer taşın altına

Kız yastiğin yok ise

Kolun başim altina (K.K: S.A.)

Şemsiyemin dibine

Gel damlama damlama

Ela gözlü yarimi

Aldı gitti jandarma (K.K: Cq.K.)

Aykuri yol uzunu

Gel göreyim yüzünü

Versek omuz omuza

Öpsem ela gözünü (K.K: N.I.)

*

Mezovit dere başı

Kırmızı çiçek açar Ben isterim göreyim

Sevdiğim benden kaçar (K.K: SpA.)

Beş taşın düzlerine

Kara bak ele kara

Mermonatın kızlan

Etmezler iki para (K.K: SpA.)

Mermonat dibi kaya

Kızlan benzer aya

Dereden ıslık çalanm

Kızlar dökülür çaya (K.K.SpA.)

Çuha diktim genişten

Düğmeleri gümüşten Ye hala bir bak ele

Güzel midir enişten (K.K: SpA.)

Kaya dibine otur

Kaya seni söyletir

Vermezler sevdiğimi

Allah bu köyü batır. (K.K: SpA.)

Çıkaramam çuhamı

Görünür omuzlanm

Bana bir şey almıyor

Evdeki domuzlanm (K.K: C7.K.)

Evimin darabası

Kızılağaç tahtası

Aldı gitti yarimi

Şefik'in arabası (K.K: C2.K.)

Ey emicemin oğlu

Tabancam yan eğle

Eller alıyor beni

Benim için kan eyle (K.K: Co.K.)

Aykuri yollar ile

Gel uzana uzana

Öyle kırdun kalbimi

Daha girmez düzene (K.K: SpA.)

Atma beni vurursun

Kız kolların kurusun

Sensiz duramam derdin

Şimdi nasıl durursun (K.K: S. A.)

Gene hava karardı

Yaylalara dolu var

Verem edecek beni

Halil'in bir oğlu var. (K.K: SpA.)

Geydum* iskarpinleri

Gel bağla bağlarını

Terkettim gidiyorum

Mermonat dağlarım (K.K: H.Ş.)

Bu sene vartevorun

Zan keruktur zan

Gelmedi vartevora

Neyleyim böyle yari (K.K: G.K.)

Ayderin düzlerine

Helikopter inecek

Yarimden mektup aldım

Vartevora gelecek (K.K: C?.K.)

Endum dereden aldum

taş ilen bu taşı

Koyalım bir yastığa

baş ile bu başı (K.K: SpA.)

Geminin seyranından

Düşürdüm bıçağımı Aranın da bulamam

Evvelki çiçeğimi (K.K: SpA.)

Gemi üç direk ile

Kayıkçı kürek ile

Allah nere gideyim

Bu yanmış yürek ile (K.K: H.Ş.)

İbrahim ağabeyim

Sılalığm kırmızı

Sana iyi yakışır

İskepannın kızı (K.K: C2.K.)

E kuku ne ötersun

E dillerin kurusun

Daha sabah olmamış

Koyver* yanım uyusun (K.K: SpA.)

Kuku bizim dağlarda

Gidip te ötmiyesin

Ağlayan anneleri

Bir de ağlatmiyesin (K. K: SpA.)

Uşak senin pontulun*

Kot mudur kumaş mıdır

Her gün onu giyersin

Evde başka yok mudur (K.K: Sp A.)

Bilettim orağımu

Ettum kestane molu

Açelukta* da yağar

Benim başıma dolu (K.K: SpA.)

Tabancamın kaytanı

Tanımam kaynatamı

Ben yanlızca tanırım

Karyolamda yatanı (K.K: SpA.)

Konağın kapısına

Oturuyor mülazım

Bir derim evleneyim

Bir de derim ne lazım (K.K: SpA.)

Karamış* çiçeğinden

Acı oldu halımız

Asli* eskiden beri

Yoğ* idi ikbalimiz (K.K: C^.K.)

Boşuna indim çıktım

Kümilo yokuşunu

Benim aklım ermedi

Mermonatın işine (K.K: SpA.)

Mermonat dere başı

Yayılır koyun keçi

Kesme şekere benzer

Yarım ağzımniçi (K.K: SpA.)

Ahır kapıya vişne

Çıkta dalında kişne

Ye hala ver kızını

Ede* beni enişte (K.K: SpA)

Şeftali çiçek açar

Girdik abril* ayına

Şeker olsam karışsam

Sevdiğimin çayına (K.K: G.Ş.)

E çiçekli kendirler

Yar evlendi dediler

Evlendi demeseler

Yarin öldü deseler (K.K: SpA.)

Bu sene yaylaların

Çiçeğisin çiçeği

Saplandı yüreğime

Sevdalığm bıçağı (K.K: M.A.)

Atsalar bir kuyuya

Seninle ikimizi

Seve seve doy ar dik

Belki birbirimizi (K.K: M.A.)

Hey gidi güzel günler

Geldi geçti yel gibi

Aktı gözümün yaşı

Dere gibi sel gibi (K.K: V.B.)

Kaşlanmn karası

Gözlerime uyacak

Seni alan efendi

Kafese mi koyacak (K.K. V.B.)

Çözünce sığırları

Ver karşıya yamaca

Ondan tanırım seni

Bir sığırın alaca (K.K: V.B.)

Kaçkar'ın tepesinde

Bir taş durur duraklı

Akşamdan bir ay doğdu

da benden meraklı (K.K: S.A.)

Kadife yeleğine

Sanlı pul olayım

Düğmelerin yerine

Kokulu gül olayım (K.K: V.B.)

Kızılağaç fidanı

Dibi derin olur mu

Hemşin'in kızlarından

Güzel gelin olur mu (K.K: G.Ş)

Havalar açıldı da

Kaldı bir kara duman

Karadeniz böyleymiş

Sevdiğim haline yan (K.K: H.Ş.)

Başındaki puşiyi

Bağla aşağı bağla

Geldi ayrılık günü

Ağla sevdiğim ağla (K.K: A.P.)

Çıktım çamı budadım

İndim yanlarına

Allah sabırlar versin

Asker kanianna (K.K: M. A.)

Kızılağaç enlisin

Yapraklann delinsin

Ben seni kız bilirdim

Ne cilveli gelinsin (K.K: M.A.)

Yayladan ki yürüdüm

Yayla dumanlı idi

Bakamadum yüzüne

Gözlerim yaşlı idi (K.K: V.B.)

Araştırma bölgesinde söylenen atma türkülerin yaygınlığı yöre insanının hazır cevap oluşunu, doğaçlama, söz söyleme yeteneğini göstermektedir. Bu türkülerde yer alan aşağıda örnekleri verilen maniler incelendiğinde gelişen ve değişen dünyadaki kavranılan içermesi, yeni oluşan öğelerin sözlü kültür ürünlerinin en yaygın türü olan manilere yansıması bölgede atma türkü geleneğinin dinamiğini göstermektedir.

Ayderin düzlerine

Helikopter inecek (K.K: SpA.)

Kesme şekere benzer

Yarim ağzımn için (K.K: H.Ş.)

Şeker olsam kanşsam

Sevdiğimin çayına (K.K: G.Ş.)

Uşak senin pontulun

Kot mudur kumaş mıdır (K.K: SpA.)

Emicemi kandırdım

Oğlunu alacağım (K.K: G.Ş.)

Ayrıca bu türkülerden yöredeki sosyal yapı anlaşılmaktadır. "Emicemi kandırdım, oğlunu alacağım" örneğinden yörede kadınların çalışma yaşantısında asli unsur olmaları ve ekonomide hakim olmalarının getirdiği hakla, erkeği alma kavramının gelişmesi anlaşılmaktadır. Bu türkü örnekleri ayrıca kadın erkek ilişkilerinin biçimini de yansıtmaktadır.

TULUM

Araştırma yöresinde müzik aleti olarak yalnızca tulum kullanılmaktadır. Hemşin halkı düğünlerde ve vartevor şenliklerinde tulum ezgileriyle horon teper ve eğlenirler. Yörede tulum çalanların sayısı sınırlı olup gün geçtikçe azalmaktadır. Yöre inşam her türlü duygu ve düşüncesini tulum ezgileriyle dile getirir.

Hemşinliler’in çalgısı olan tulum daha çok oğlak derisinden yapılır. Hayvanın gövde kısmı kesilir, derisi ütülenerek temizlenir. Ters çevrilerek delik yerleri iyice bağlanır. Ön ayaklarından birine boru "lülük" takılır. Arka ayaklardan birine de "nav" bağlamr. Böylece tulum denilen alet meydana gelir. Tulum lülükten üflenerek şişirilir. Tuluma üflenen hava geri çıkmasın diye tulumcu lülüğün ağzım diliyle kapatır. Sıkışan hava nav içinde bulunan çimon/cibu denilen borulardan dışarı çıkar.

Yörede tulumun yapısı aşağıdaki dörtlükle anlatılır.

Kuzu derisinden has bir evim var.

Şimşir ağacından bir de navım var

Toprak kamışından gür bir dilim var.

Onun için çalıyorum ben seni (Bozkurt, 1974: 40.ARICI, 1993: 124)

Günümüzde de ister köy ortamında olsun, ister şehir ortamında olsun Hemşin düğünlerinde tulum çalınır, horon oynanır. Tulum, beş altı saat hiç durmadan horon oynayan Hemşinliler’in geçmişten günümüze taşıdıkları en önemli maddi kültür ögelerindendir.

HALK EDEBİYATI

BİLMECELER

DUA ve BEDDUA

AĞITLAR

Ç. NİNNİLER

ATASÖZLERİ ve DEYİMLER

HALK HİKAYELERİ

BİLMECELER

Bilmeceler doğa unsurları ile bunlara bağlı olan olayları insan hayvan ve bitki gibi canlıları dinsel konular ve motifleri ve başka kültürel unsurları kapalı bir şekilde ya da uzak ilişkiler ve çağrışımlarla düşünce yoklayarak bulmayı amaçlayan kalıplaşmış sözlerdir. (Elçin, 1986:607)

Araştırma yöresindeki halkın; bölgenin karla kapanıp dünya ile ilişkinin kesildiği zamanlarda uzun kış gecelerinde, yağmurdan dolayı gündüz eve kapandıklarında, toplu halde tarlada, bağda, bahçede çalışırken oynadıkları bilmece oyununa "mesellugi" adı verilir.

Aşağıdaki bilmecelerin tümü doğrudan araştırma konusu olan üç köyde kaynak kişi ağzından derlenmiştir.

Ebekatı bekatı

Yılda verir zekatı

Açar küpün ağzım

Boyatır memleketi

(kar) (K.K: H.Ş.)

Uzun Ali uzamr

Günde uşak kazanır

(salatalık) (K.K: H.Ş.)

Elemez melemez

Ateş kenarına gelemez

17

Gelse de dayanamaz

(yağ) (K.K: H.Ş.)

17 Kazmaz, 1987. 139

Gece viçi viçi

Gündüz kungul içi

(ateş) (K.K: H.Ş.)

Ted unda, ted bunda

Ted kapının ardında

(süpürge) (K.K: H.Ş.)

Akşamdan bir sepet yumurtayı

Çıkardım serendere

Sabahtan baktum

Hiç biri yokidi

(yıldız) (K.K: G.Ş.)

Gökten asılı bir tas,

İçinde yüzelli baş

(petek) (K.K: G.Ş.)

Dedemin eski fesi

Yandan çıkar nefesi

(çaydanlık) (K.K: H.Ş.) Dalun üstünde kilitli senduk*

(ceviz) (K.K: G.Ş.)

Önüne çektuğum*, deliğine soktuğum

(anahtar) (K.K: G.Ş.)

Gider, gider ip gibi

Geri bakar küp gibi

(kabak) (K.K: H.Ş.)

Gider gider izi yok

Geri bakar tozu yok

(gölge) (K.K: H.Ş.) Haydeyn* uşaklar* yatalım Kıllıyı kıllıya çatalım

(kirpik) (K.K: G.Ş.)

Belinden yer

Belinden sıçar

(yayık) (K.K: H.Ş.) Burda vurdum kılıcı Halepte oynar ucu

(kabak) (K.K: G.Ş.) Dağdan gelir dağ gibi Kollan budak gibi Eğilir bir su içer Bağınr oğlak gibi

(dibek) (K.K: G.Ş.) Ak nereden gelirsin Kan dereden gelirim Neden kanlanmamışsın Kenar kenar gelirim

(süt) (K.K: H.Ş.) Bir küçücük mil taşı İçinde beyler aşı

(findik) (K.K: G.Ş.)

Mantosu yeşil

Entaresi kırmızı

Düğmesi siyah

(karpuz) (K.K: H.Ş.)

Gündüz asılı

Gece basılı

(kapının zinciri ) (K.K: C.K.)

Yukarı kaldırır boşalır

Aşağı indirir dolar

(foter) (K.K: C.K.)

Bir kabandan aşağı

9 I

Bir bağ otluk asılmış"

(sığırın kuyruğu) (K.K: M.K)

Hacılar haca gider

Bin hacı birden gider

(nar) (K.K: C.K.)

Bir küçücük minare

Dünya alem dönare

(göz) (K.K: A.P.)

Bir hambarda dolu yonga

(diş) (K.K: A.P.)

Bağlaşan durur, çözsen durur

(çarık) (K.K:N.I.)

Dere kabam, zincir zebanı, Gezer köyü, demez yalam

(kantar) (K.K: C.K.)

Araştırma yöresinde tespit edilen bilmecenin yanıtı aşağıda verilen kaynakta farklr olarak tespit edilmiştir. (Kazmaz, 1986: 134)

Dağ kütüğü köy imamı

Gezer komşuluğu demez yalanı

(ölçek) (K.K: A.P.)

Siyah sığırın altında

Kırmızı buzak

(ateş) (K.K: A.P.)

Bir küflü kocakarı

Etekleri yukarı

(zincir) (K.K: C.K.)

Alaca bulaca

Attım ağaca, çıktı yamaca

(fasulye) (K.K: A.P.)

Çarşıdan alınmaz

Mendile koyulmaz

kadar tatlı ki

Tadına doyulmaz ~

(uyku) (K.K: C.K.)

Avuca sığar

Ambara sığmaz

(hoçka) (K.K: N.İ.)

Tıktıklı hamm

Kubbesi tamam

Bir gelin getirdim

Babası imam

(saat) (K.K: G.Ş.) Bir vurur, bin döker"

(elek) (K.K-.N.İ)

Dağdan gelir hop hop Ayağında sulu top (kar) (K.K: H.A.)

Dağdan gelir dura dura Domuzlan sile sile

(tarak) (K.K: A.K.)

Kendi bir kanş

Sakah iki kanş

(pırasa) (K.K: A.A.)

Dört kardeş duvar kurar Bir tane de el verir

(çorap şişi beş şiş) (K.K: H.D.) Dört tane rak rak İki tane vız vız Bir tane sallandırak

(at) (K.K: C.2.K.)

Hey pileli pileli Kocası engineli Çekuç ile pateli Kukuleli mameli

(ceviz) (K.K:ArK.)

Gece aykuri

Gündüz başaşağı

(kapının kolu) (K.K: N.İ.)

Uzun deve, girmez eve

Çek başım girsin eve

(şemsiye) (K.K:Cj.K.)

Fındık kabuğuna sığar

Kale kapısına sığmaz

(findik) (K.K: CpK.)

Sekiz çakal yavrusu

Dokuz anası

On babası kaç kişi eder

(on kişi) (K.K: CpK.)

Yol üstünde iki çini

(kaş) (K.K: V.B.)

Altı taş

Üstü kül

içinde bir san gül"

(peleki ekmeği) (K.K: V.B.)

Suya düşer ıslanmaz

(gölge) (K.K: V.B.)

Ateşe düşer yanmaz

(altın) (K.K: V.B.)

Yeraltında paslanmaz

(ceset) (K.K: V.B.)

Oturur kalkmaz

(ocaklık) (K.K: V.B.)

Yer doymaz

(ateş) (K.K: V.B.)

Kazmaz, 87:131

Gider gelmez

(duman) (K.K: V.B.) Dedem odada oturur

Elini duvara götürür

(soba) (K.K: V.B.)

Başlı tas, yüzü kupas (kiremit) (K.K: V.B.)

Pişirirsen aş olur.

Pişirmezsen kuş olur

(yumurta) (K.K: V.B.)

Gider gezer gezer

Gelir bir paralık yer tutar (baston) (K.K: V.B.)

Üstü çimen biçilir Altı puar* içilir (inek) (K.K: H.D.)

Etten kantar

Altın tartar

(kulak) (K.K: H.D.)

Dört basılı (ayaklan) Dört asılı (memeleri) İki dikili (boynuzlan)

Bir asılı (kuyruğu)

(inek) (K.K: H.D.)

Bir yongada iki delik (düğme) (K.K: H.D.)

İki direkli

Binbir kiremitli

(tavuk) (K.K. H.D.)

Kat kat döşek

Bunu bilmeyen eşek

(lahana) (K.K: H.D.)

Bir ırmakta bir kütük

Ne kurur ne çürür

(dil) (K.K: H.D.)

İki ırmak sel gider

Beş kardeş karşı gider (burun el) (K.K: H.D.)

Zenginler cebine kor

Fakirler sokağa atar

(sümük) (K.K: V.B.)

Kum kardım kum çıktı

Kumdan minare çıktı

(mısır) (K.K:H.Ş.)

b-DUALAR VE BEDDUALAR

DUALAR:

Bireyin kendisi, yakınlan ve içinde yaşadığı topluluğun maddi ve manevi rahatı için Tann'ya yakanşı ve seslenişidir.

Daha çok az gelişmiş ve gelişmemiş toplumlarda dini konular, sihir, büyü ve fallardan bir takım motifler alarak beslenen dualar sağlık ve hastalık durumlannda, ürünün bol olmasında, tehlike ve mala mülke zarar gelmemesinde doğumdan ölüme kadar ki özellikle geçiş dönemlerinde iyi, doğru ve güzel olduğuna inanılan olumlu dileklerin kültürel yapıya göre dilde ifade kazanmasıdır. Türk toplumunda halen varlığım sürdüren bu dualar en eski din olan Şamanizm’den etkilenerek aradaki kültür devrelerini aşıp İslamiyet’e kadar ulaşmış, gelişmiş, yaşamış ve halen yaşamaya devam etmektedir. (Elçin, 1986:662)

Dua: İbadetin kaçınılmaz öğelerinden biri olan dua basit haliyle yüce kudretlerin yardım ve merhametini kazanmak için kişinin içinde bulunduğu duruma göre o an ki seslenişidir. (Örnek 1971:70)

BEDDUALAR

Duamn aksi olarak bireyin kötülük, mutsuzluk ifade eden menfi seslenişidir. Beddualar da büyü, sihir, fal ve dinsel motiflerle beslenir.

Beddua bireyin kendisine, ailesine ve içinde yaşadığı topluluğa ve kuramlara zararı dokunabileceğini düşündüğü şahıslara karşı dil ile ifade edilen bir tür tepkidir.

İşte dualar ve beddualar yukarda sözü edilen ruh halini taşıyan insanların en büyük varlık olan Tann'mn kötülüğün cezalandırılması ya da iyiliğin ödüllendirilmesi dileklerinden doğan sözlü gelenek ürünleridir. (Elçin 1986: 662)

“İnsan bir olay dolayısıyla içerlediği, sevmediği ya da kötülüğünü gördüğü kişilere karşı beslediği olumsuz duygulan küfür, kötüleme, beddua olarak adlandırdığımız kelime ve deyimlerle açığa vurur” (Kazmaz, 1987: 154).

Araştırma yöresinde temelinde psikolojik nedenlerin yattığı din, büyü, sihir ve falla beslenerek günümüze kadar ulaşmış dua ve beddua örnekleri saptanmıştır.

DUA ÖRNEKLERİ

"Elin yok yere gitmesin" (K.K: R.B.)

"Tuttuğun altın olsun" (K.K: R.B.)

"Allah gönlüne göre versin" (K.K: F.B.)

"Allah yol, güç versin" (K.K: R.B.)

"Allah sevdiğine kavuştursun" (K.K: C.K.)

"Su gibi aziz ol" (K.K: R.A.)

"Allahım herşeyin hayırlısını ver" (K.K: A.K.)

"Allah kalbindekini versin" (K.K: S.K.)

"Allah kalbine göre versin" (K.K: S.A.)

"Allah çoluğunun, çocuğunun riskim versin" (K.K: F.A.)

"Allah günahlarını affetsin" (K.K: H.P.)

"Allah geçmişlerinin kabir azaplarını affetsin" (K.K: M.P.)

"Allah kazalardan belalardan korusun" (K.K: H.P.)

"Allah uzun ömür versin"(K.K: R.B.)

"Allah bir taneyi bin tane etsin" (K.K: M.A.)

"Allah evini şen etsin" (K.K: G.S.)

"Allah ocağım şen etsin" (K.K: A.P.)

BEDDUA ÖRNEKLERİ

"Allah kökünü kurutsun" (K.K: A.K.) "Kabanlardan uçasın" (K.K: R.B.) "Cehennemin dibine git" (K.K: M.P.) "Allahından bul" (K.K: Z.P.)

"Tepene dikilesin" (K.K: R.A.)

"Hayır günü görmiyesin" (K.K: O.B.)

"Gittiğin yerden geri dönmeyesin" (K.K: R.B.) "Allah benden beter etsin" (K.K: R.B.) "Teneşürlere gidesin" (K.K: M.A.) "Dünyan zindan olsun" (K.K: N.İ.)

"Gün güneş görmiyesin" (K.K: M.A.) "Allah dört büküm etsin" (K.K: D.K.) "Leş olasın" (K.K: K.T.)

"Bağın boş olsun" (K.K: F.A.)

"Kaybonakalasın"27 (K.K: S.pA.)

"Allah ettiğin gibi versin" (K.K: M.A.) "Dünya sana haram olsun" (K.K: A.P.) "Allah çeneni kapatsın" (K.K: R.B.) "Dilin lal olsun" (K.K: M.A.)

"Bolaki evinin zinciri başkasına kalsın" (K.K: H.P.) "Gömleği duvarda boş aselsun" (K.K: A.K.) "Yatağında başkaları yatsun" (K.K: A.P.) "Ocağı eğinçlik olsun" (K.K: C.K.)

"Karısını başkaları alsun" (K.K: H.P.)

"Sen de evlatlarından böyle bulasın" (K.K: R.B.) "Hayır görmiyesin" (K.K: R.B.)

"Allahın ateşine uğrayasın" (K.K: H.P.)

"Bana ettiğin kötülüğü fazlasıyla bulasın" (K.K: M. A.)

"Evinde erkek, ahırında dişi kalmasın" (K.K: H.P.)

"Allah belam versin" (K.K: R.B.)

"Boyun toprağa karışsın" (K.K: H.P.)

"Gözüne tufan duşsun" (K.K: S].A.)

"Boyun devrilsin" (K.K: AK.)

"Afacan yiyesin" (K.K: O.B.)

"Ağu yiyesen" (K.K: S.A.)

"Gülmeyesin, büyümiyesin, yaşıma gelmiyesin" (K.K: R.B.)

"Sabaha çıkmayasın" (K.K: D.K.)

"Künfeyekûn olasen" (K.K: R.B.)

"Hander* kalasen" (K.K: C.K.)

"Niyomet yemiyesin" (K.K: R.B.)

"Yediğin zehir olsun" (K.K: H.P.)

"Bolaki gittiğün yerden geri gelmeyesin" (K.K: R.B.)

“Nebedi ol” (K.K.: R.B.)

c-AĞITLAR

İnsanoğlu ölüm karşısında veya sevdiği bir varlığım kaybetme korkusu anındaki üzüntülerini, isyanlarını, talihsizliklerini, düzenli-düzensiz söz ve ezgilerle dile getirir. Bu türden halk edebiyatı ürünlerine ağıt, söyleyiçişine ağıtçı denir. Halk arasında ağıt söylemek, "ağıt yakmak" deyimi olarak türemiştir.

Ağıtlar bölgelere göre belli adet anane ve şekille söylenmektedir. Genellikle "mani" ve "koşma" biçimiyle uzun ve kırık hava adı verilen ezgilerle söylenir.

Ağıtlar hece vezniyle söylenir, konularım ise ölenin toplumda bıraktığı boşluk, geçmişteki anılar, dostluk, iyilik, erdem, cesaret düşmanlık, merhamet vb. gibi kavramlar oluşturur (Elçin, 1986:290)

Araştırma yöresinde söylenen ağıtlar ölüm karşısında duyulan acıyı dile getirir. Yöredeki ağıtlar daha çok doğa olaylarında, sevda uğruna, doğum yaparken ve gurbette yaşamını yitiren genç gelin ve delikanlılar için söylenir. Yöre halkım derin üzüntüye boğan olaylar üzerine ağıt söyleyen belli kişiler vardır. Bunlara "destancı" denir. Yörede "ağıt" sözcüğüne karşılık "destan" sözcüğü kullanılır. Aradan yıllar geçse bile destanlar dilden dile kulaktan kulağa, bir kuşaktan diğer kuşağa taşınır.

AĞITLARA ÖRNEKLER

Evlendiği gece ölen erkek için söylenen ağıt:

Söyleyim bir destan edeyim beyan

Ağlasınlar beni okuyup duyan

Dünyada var mıdır dertsiz kul adam

Tecellimiz böyle imiş ne çare

Ülke deresinde Çinçiva köyüm

Bin evvelden beri efendi soyum

Karıştı toprağa minare boyum

Tecellimiz böyle idi ne çare

Adım Mahmut nenim (soyum) Burunzadeler Onsekizde doldu bizim vadeler

Şimdi bizim için viran odalar

Tecellimiz böyle idi ne çare (K.K: A.P.)

Gurbete çalışmaya giden erkek üç hafta sonra hastalanır. Katırın üstünde köyüne getirilirken yolda katırın üstünde ölür ve düşer ;

Yeni çıktım gurbete kâr etmeye Orada başladım ekmek satmaya Üç hafta zarfinda düştüm yatağa

Çetin halde hasta oldum valide

*

Koydular kayığa demze üzdüm

Denizin üstünde havalar bozdu

Kayığın içinde rast gelen ezdi Çetin halde hasta oldum valide

Damadımız gitti doktor getirdi

Hastalığı nedir diye baktırdı

Doktor daha çok derdimi arttırdı

Çetin halde hasta oldum valide

Dayı beni katırdan indir yatır

Yolculuk ahirete döndü gel otur

Hander şeylerimi evime götür

Daha Çebinaya çıkmam valide

Kaş olunca buz asılır saçaktan

Yaz gelince dağlar parlar çiçekten

Yaylalarda çimen biter alçaktan

Daha yaylalara çıkmam valide (K.K: A.P.)

Ondört yaşındaki bir genç kıza aşık olduğu için öldürülen delikanlının destanı:

Söyleyim bir destan ağlamağilen*

Tükenmez merağım okumağilen*

Can teslim ettim boğulmağilen

Yalandu* bu dünya sana da kalmaz

Reşit Muskaları taktun* koluna

Meğer adam koymuş idin yoluma

Ne tez iken keydun* benum* conuma*

Yalandu bu dünya sana da kalmaz

Reşit senin evin dere başına

Refiğe de henüz ondört yaşına

Neler geldi Refiğe'nin başına

Yalandu bu dünya sana da kalmaz (K.K: A.P.)

d-NİNNİLER

Ninniler annelerin ve büyüklerin çocuklan uyuturken söyledikleri manzum veya mensur şiirlerdir. (Elçin, 1986:271)

“Ninni annelerin çocuklarını uyutmalan için söyledikleri nağmeli birer kıtalık halk şiirleridir. Ninni yanhz küçük çocuklar için düşünülmüştür. Ne şairleri bellidir ne de yazılışı vardır. Bunlann şairleri Türk anneleridir. Aıuıeden kızına kulaktan geçer, bu suretle dilden dile şifahi bir surette nesilden nesile devam eder    Nağmeli bir surette söylenen (ninni)lere Anadolu’nun bazı

yörelerinde (nenni) adı verilir” (Şapolyo, 1937: 14).

Genellikle çocukları uyuturken anne, anneanne, babaanne, teyze hala ve ablaların o anki duygu ve düşüncelerini ninni olarak dile getirdikleri görülür. Araştırma yöresinde de tespit edilen ninnilerde, günlük yaşamda doğrudan söylenemeyen düşüncelerin ninni yoluyla ifade edildiği görülmektedir.

NİNNİ ÖRNEKLERİ

Ay ederim vay ederim

Bir vurmada zay ederim

Eeeeee (K.K: Ş.Ş.)

Nani nani pic nani

Bizim eve hic* nani

Eeeeee    (K.K: Ş.Ş.)

Yavrimun yavrisi

Yansı da yılan yavrisi (Yansı gelin)

Eeeeee

(Babaannenin torununa söylediği ninni) (K.K: Ş.Ş.)

Kaynana kuru kazık

Yazık geline yazık

Eeeeee

(Anne bebeğine söylüyor) (K.K: Ş.Ş.)

Nani nani nani

Beşiğim çamdan

Senin köpek baban

Doymadı benden (K.K: N.İ.)

Nani oğul nam

Annen gitti sudan yani*

Hiç bakmadi

Bizden yani (K.K: N.İ.)

Nani oğul nani

Beşiğin ipten

Senin domuz baban

Doymadı benden (K.K: F.î.)

e-ATASÖZLERİ VE DEYİMLER

Türk halk kültüründe önemli bir yeri olan atasözleri millî, ırkî ve İnsanî özellikleriyle her türlü konuyu ele alan halk edebiyatı türlerindendir. (Elçin, 1986:627)

"Deyimler: Asıl anlamlan dışında yeni anlamlar yüklenen kalıplaşmış sözlerdir. İki veya daha fazla sözcükten kurulu olan deyimler duygu ve düşünceyi dikkati çekecek bir şekilde ifade eden, halk edebiyatı türlerindendir. (Elçin 1986:642)

ATASÖZLERİ VE DEYİMLERDEN ÖRNEKLER:

"Heybet etmek" (K.K: H.D.)

(Dedikodu etmek)

"Hegin soyunun kesilmesi" (K.K: E.P.)

(Hazır paranın bitmesi)

“Göt ıslanmayınca balık tutulmaz” (K.K: F.K.)

(Çalışmadan hiç birşey elde edilmez.)

"Zebani gibi olmak" (K.K: H.A.)

(Zehir gibi hareketli çalışkan olmak)

"Su durur, sen durmazsın" (K.K: H.D.)

(Çalışkan olmak)

"Conimoğol olmak" (K.K: H.D.)

(Yapışkan insan olmak)

“Allah ile sen” (K.K.: F.K.)

(Allah’a bırakmak)

“Yessiri olmak” (K.K.: F.K.)

(Çok sevmek.)

“Yessi kölesi” (K.K.F.K.)

(Çok sevmek, köle olmak)

"Yetimin peliti külde de yanar" (K.K: R.B.)

(Yetimin yüzü hiç bir zaman gülmez)

“Amam bilirmisin” (K.K.: O.B.)

(Önemli değil, boşver aldırma)

"Kül ufak olmak"

(Yok olmak) (K.K:R.B.)

“Kapıdan baş girince göt ayağa kalkar” (K.K: R.B.) (Büyük eve gelince, oturanlar ayağa kalkar)

"Ocağı şen olmak" (K.K: A.P.)

(Evin şen olması)

"Hipilik işi etmek" (K.K: S.K.)

(Yanlış ters iş yapmak)

"Evde dikili kazık kalmaması" (K.K: H. A.)

(Evin yıkılması, evde erkek olmaması)

"Evde basılı inek kalmaması" (K.K: N.î.)

(Evde canlı kalmaması)

"Tavluş olmak" (K.K: M.P.)

(Yere yatıp yuvarlanmak)

"Ocağın eğinçlik olması" (K.K: SpA.)

(Bağın bahçenin dikenlik olması)

“Bacak germek” (K.K.: R.B.)

(Yarışmak)

"Mart dokuzu, vur topuzu" (K.K: K.T.)

(Martın soğuk geçmesi)

“Kuma gemisi yürümüş, elli gemisi yürümemiş” (K.K: K.T.)

"Mart gelini dert gelini" (K.K: F.P.)

"Korkma kışın kışından, kork Abrilin beşinden öküzü ayınr eşinden" (Nisan ayımn soğuk geçmesi) (K.K: O.B.)

“Koca var gül eder adamı”30

(Koca var kül der adamı” (K.K.: R.B.)

“Kumdan halat büktürmek” (K.K: O.B.)

(Güçlük çıkartmak, zorluk çıkartmak)

"İyiyle iyi her adamın işi, kötüyle iyi er adamın işi" (K.K: H.D.)

"Evlenmek padişahlık bekarlıktır sultanlık" (K.K: H.D.)

"Vakitsiz olmak" (K.K: H.K.)

(Maddi durumun kötü olması)

"Keskin olmak " (K.K: S.K.)

(Çalışkan olmak)

"Tane atmak"

(Bahçeye tohum ekmek) (K.K: A. A.)

"Vara yoğa konuşmak" (K.K: R.B.)

(Gereksiz lüzumsuz konuşmak)

" Yalan yere iş çıkartmak" (K.K: N.D.)

(Küçük şeylerden olay çıkartmak)

“Erken kalkan yol ahr” (K.K.: R.B.)

(Zamanında işe başlayan işini çabuk bitirir).

"Toprağı başına vermek" (K.K: M.P.)

(Cenazenin mezara yerleştirilip üstünün toprakla kapatılması)

Kazmaz, 1987: 144.

f-HALK HİKAYELERİ

Arapça'da başlangıçta "kıssa" ve "rivayet" olarak bilinen daha sonra eğlendirmek amacıyla "taklit" anlamında kullanılan hikaye gerçek veya hayali birtakım olaylann özel bir üslupla sözlü aktanım ve tekrandır. Bu tanım bugün "halk"ve"modem" hikaye türü içinde kabul edilebilir.Türk halk hikayeleri zaman ve coğrafi mekan içinde "efsane","masal ve "destanlarla da beslenmişlerdir. (Elçin, 1986:444)

Araştırma yöresinde tespit edilen halk hikayesi örnekleri konu bakımından halkın yaşamından örnekleri içermektedir.

Yörede tespit edilen halk hikayeleri örnekleri;

"Bir grup arkadaş dağ keçisi avlamak için biraraya gelip ava çıkmaya karar verirler. Bir iki saat dolaştıktan sonra içlerinden bir tanesi büyük bii’ dağ keçisi görür ve peşine takıhp onu izler. Müsait bulduğu bir yakınlığa geldiğinde tüfeğini ateşler ama sade keçinin ayağını sıyırır geçer. Vurulmanın sarsıntısı ile keçi yere düşer.

Avcı yanma geldiğinde keçinin sadece ayağından yaralı olduğunu görür. Tekrar tüfeğini keçiye doğrultur. Tam ateş etmek üzereyken göz göze gelirler. Hayvanın bakışları avcıyı çok etkiler, öldürmekten vaz geçer, cebinden beyaz mendilini çıkarıp keçinin yaralı ayağım bağlar ve ordan uzaklaşır. Avcılar birşey vuramadan evlerine geri dönerler. Aradan bir sene gibi bir süre geçer. Aym arkadaşlar aynı yere ava giderler. Hikâyenin kahramanı dağda dolaşırken öyle bir yere iner ki ne indiği yerden geriye, ne sağa, ne sola, sadece ön tarafa gidebilir. Ama gidebileceği yerle arasında bir uçurum vardır. Atlamaya cesaret edemez. Kara kara düşünürken arkadan güçlü bir şey avcıya çarpıp onu karşı tarafa fiıiatn. Avcı neye uğradığını şaşırır. Ayağa kalkar sağma soluna bakar birşey göremez. Bir de uçuruma bakar gördüklerine inanamaz.

Uçurumun dibinde bir yıl önce yaralayıp öldürmeye kıyamadığı dağ keçisi yatmaktadır, onu ayağına bağladığı mendilinden tanır. Keçi ölmüştür. Avcı buna çok üzülür." (K.K: C2.K.)

"Adamın biri, evlenil' 15-20 gün karısıyla kaldıktan sonra gurbete gider. 20 yıl grubette kalır, bu sırada üç tane kırmızı lira kazamı-, 20 yıl sonra köyüne dönmeye karar verir.

Köyüne gideceği gün ustası der ki

Sana bir nasihatim var bir altın lira ver söyleyim.

Gurbetçi bir altın verir, ustası

Doğru yoldan sapma der.

Daha sonra usta

Bir nasihatim daha var bir altın ver söyleyim der

Gurbetçi ikinci altınım da verir.

Usta, -Vazifen olmayan işe karışma der

Gurbetçi dinler usta gene

Son bir nasihatim var bir altın daha ver söyleyim der.

Gurbetçi elindeki son altmını da verir.

Usta -Çabuk karar verme der.

Bütün altınlarını üç nasihat karşılığı ustasına veren gurbetçi yola koyulur. Bir süre gittikten sonra karşısına iki yol çıkar, gurbetçi doğru yoldan gider. Gider gider yolu bir eve düşer bakar ki ev sahibi köpeğin artığım karısına yediriyor. Gurbetçi hiçbir şey sormaz. Ev sahibi der ki;

Herkes niye böyle yaptığımı sordu canından oldu. Sen vazifen olmadığı işe karışmadığın için canını kurtardın.

Gurbetçi eve gider bakar ki karısı genç bir çocukla şakalaşıyor. Önce bozulur sonra birdenbire ustasının nasihati aklına gelir. Kendi kendine çabuk karar vermeyim bunu bir öğreneyim der ve karısına türkü ile sorar:

Sabah ile kalk gelin Kalk ateşi yak gelin Koynundaki delikanlı Bilmem senin nen gelin

Karısı cevap verir.

Sabah ile kalkmışım

Çok ateşler yakmışım Koynumdaki delikanlıya Öz sütümden vermişim

Gurbetçi karısının cevabından sonra delikanlının kendi öz çocuğu olduğunu anlar.

Gurbetçi doğru yoldan giderek, vazifesi olmayan işlere karışmayarak ve çabuk karar vermeyerek başına gelebilecek tehlikelerden kurtulur ve ustasının verdiği bu üç nasihatin değerini anlar" (K.K: C2 K.)

"14-15 yaşında yeni yetişen bir delikanlıyı 9 yaşında bir kızla evlendirirler. Çocuk gerdeğe girer bakar ki çirkin çelimsiz bir kız çocuğu. Dışarı çıkar. Ertesi günü de alır başını gurbete gider. Aradan 10 yıl geçer, köye gelir. Yolda çok güzel bir kız görür. Evine gider biraz sonra yolda gördüğü kız da o eve gelir. Meğer yıllar önce beğenmeyip köyde bırakıp ta gittiği karısı değil mi? Karısı gurbetçiye hiç bakmaz ona küstür. Günler böyle geçer. Bir gün evin milleti köye düğüne gider. Gurbetçi de odanın bir köşesine saklanır. Karısı içeri girince kapıyı kitler böylece barışırlar" (K.K:

S.K.)

Değerlendirme:

Araştırma yöresinde tespit edilen ve sözlü kültürün en önemli örneklerinden olan bilmeceler içerik olarak yöre ekonomisinde geniş yer tutan; inek, süt, çay, arıcılıkla ilgili olarak; petek, beslenmeyle ilgili, peleki ekmeği, geçim kaynaklan günlük yaşam ve doğa ile ilgili konulan kapsamaktadır.

Sözlü kültür ürünlerinin diğer bir örneği olan ninniler araştırma bölgesinde yaygın değildir. Kadınlann çalışmada asli unsur olmalan ekonomiye katkılannın önem kazanmasından dolayı çocuğu uyutacak zamanın olmaması bu türün örneklerinin azlığının bir nedeni olsa gerektir.

Atasözü ve deyim örnekleri alan araştırması sırasında doğal ortamda kendiliğinden konu gereği söylenilen örneklerin tespitinden oluşmuştur. Bu konuda aynca bir derleme çalışması yapılmamıştır.

Yörede tespit edilen halk hikayesi örnekleri halkın yaşamında geniş yer tutan avcılık, gurbetçilik vb. gibi konulan içermektedir.

.9. GEÇİŞ DÖNI>UER'

a-DOĞUM b- EVLENME c- ÖLÜM

LC. YÜKSEKÖĞRETİM KURULU

DOKÜMANTASYON MERKEZ

V.9. GEÇİŞ DÖNEMLERİ

“Doğum, evlenme ve ölüm insan yaşamının başlıca üç geçiş dönemini oluşturur. Bunların herbiri kendi yapılan içerisinde bir takım alt bölümlere aynhr. Doğum, evlenme ve ölümün çevresinde birçok inanç, adet, töre, tören, ayin, dinsel ve büyüsel özlü işlemler kümelenmiş olup bu geçiş dönemlerini bağh bulundukları, kültürel yapının özelliklerine göre yönlendirir ve yönetirler. Bu uygulamaların hepsinin amacı bireyin bu geçiş dönemindeki yeni durumunu belirlemek, kutsamak, kutlamak, aynı zamanda da bireyi bu dönemlerde daha yoğun olarak etkisi altına aldığı düşünülen tehlike ve etkilerden korumaktır. Çünkü hemen her toplumda yaygın olan inanç: Birey bu dönemlerde güçsüz ve zararh etkilere karşı açık ve savunmasızdır.

“Bu nedenle doğum evlenme ve ölüm içerisinde yer alan adetler, gelenekler, görenekler, inançlar, dinsel büyüsel içerildi işlemler ve uygulamalar bir ülkenin ya da bir bölgenin geleneksel kültürünün en önemli bölümünü oluşturur.”

"İnsanların bu dönemlerle ilgili düşünce tasarımı tutum davranış işlem ve uygulamaları belirli bir ülkenin, bir halkın, bir etnik grubun coğrafyasından ve kültüründen gelen kimi genel ayrımların, özelliklerin dışında ana çizgileriyle evrensel bir nitelik taşımaktadır." (Örnek: 1977:131)

a-DOĞUM

“Doğum her zaman mutlu bir olay olarak kabul edilmiştir. Dünyaya gelen her çocuk sadece anne babasını değil, aynı zamanda akrabaları, komşuları, soyu ve sopu da sevindirir. Çünkü her doğum ailenin, akrabaların, soyun ve sopun sayısını artırmaktadır. Sayının atfenası gücün dayanışmanın artması demektir. Aynı zamanda doğum, kadına duyulan saygınlığı artırdığı gibi onun akraba ve grup içindeki yerini de sağlamlaştırır. Anneye benlik ve bütünlük, babaya güven, akrabaya, soya sopa güç

kazandııan ve yaşamın başlangıcı olan doğum olayı gerek yakınlarınca gerek çift açısından büyük önem kazanır.” (Örnek, 1977:131-132)

Araştırma yöresinde inançlar gelenek ve görenekler gebe kadım daha doğum öncesinden bir takım adetlere uymaya, bu adetleri yerine getirmeye zorlamıştır.

DOĞUM ÖNCESİ

“Kadının gittiği yerde saygınlık kazanması, erkeğin gözüne girmesi, analık zevkini tatması ve soyun devamı için doğurması gerekir. (Örnek, 1977:132)

Rize ili, Pazar ilçesi Akbucak, Uğrak ve Ortayol köylerinde düğünden bir sene sonra kadımn hamile kalması beklenir. Yörede kısır kadın horlanır, bu nedenle yeni gelin çocuk doğurabilmek için majik ve ampirik bir takım çarelere baş vurur.”

Çocuğu olmayan kadınlar eskiden köy ebelerine giderlerdi. Köy ebeleri çocuğu olmayanlara yardımcı olur, bazı otlardan ilaçlar yapıp rahime yerleştirirlerdi.

"Ebeler, filiztağı* diye bir bitki var onun kökünü ezerler, ince bezin içine sarıp rallimin içine koyarlar. Böyle yapmca kadımn kapalı olan kanalları açılır kadın uşağa kalır" (K.K: R.B.)

"Çocuğu olmayanlar yerde biten pembe çiçeği açan filiztağı koyarlar.

Filiztağı iltahaplan söker. Filiztağı sabun gibi birşeydir." (K.K: K.K.)

"Kabak pişirilir, poçu (sapı) açılır, poç kısmı bıçakla açılır. İçine zeytinyağı konur pişirilir üstüne oturulur. Buna kabak tuşisi denir." (K.K: K.K.)

"Barbunya fasülyesi pişirilir. Onun buharına kadın oturtulur. Kadının belini üç defa çekerler belini kevi (sıkı) bağlarlar, zeytinyağını pamuğa sürerler, bir odun ile bu pamuk rallime sokulur kan görünürse çocuk olacak derler." (K.K: Ş.Ş.)

"Maydonozu pişirip sıcak sıcak kadına bağlarlar. Suyunu içirirler., sarmaşığın, karayemişin yapraklarım pişirirler, çocuğu olmayan kadım bunlann buharına oturturlar." (K.K: A.P.)

"Kadın snt üstü yatırılır, kadının göbeğine elini koyar, göbek nabız vurduğu gibi vuruyorsa çocuk olur, vurmazsa göbek düşmüş olur. Göbeği kaldırmak için ebe eline bah sürer, ballı eh göbeğe bastınp çeker, bastmp çeker, göbek yerine gelir. Göbek düşmesin diye iki üç gün eğilip kalkmaz, ağır biışey kaldırmaz." (K.K: Ş.Ş.)

Dinsel büyüsel nitelikte uygulama olarak bu yörede halkın, dağlarda türbesi olan şehitlere gittiği gürülür. Köyde doğum esnasında ölen kadınların mezarı ziyaret edilir. Hocalara gidilir. Hocaların yazdığı muskayı, hamile olmayan kadın üzerinde taşır.

"Müzeyyen doğum yaparken ölmüştü. Şimdi Müzeyyen köyde uşağı olmayan gelinlerin rüyasına giriyormuş, gelinler de uşağımız olsun diye onun mezarım ziyarete gidiyorlar." (K.K: R.B.)

Araştırma yöresinde çocuğu olmayan kadınlar yöredeki kaplıcalara da gidiyorlar.

Günümüzde bu yörelerde dinsel-büyüsel nitelikli ve halk hekimliği türünden yukarıdaki uygulamaların yamsıra modem tıp uygulamalarına da başvurulmaktadır.

Köy-kent ilişkisinin yoğun olduğu anılan köylerde, modem tıp uygulamalarının daha çok olmasına karşın, sözü edilen halk hekimliği türünden ve dinsel büyüsel içerikli işlemler de geçerliliğini korumaktadır.

Çocuğu olmayan kadına bu yörelerde "erkek kadın", "kısır", "katır gibi kadın" derler, çocuğu olmayan erkeğe "hadım" derler. Çocuğu olmayan erkeğin maddi durumu kötü ise toplumda hiçbir değeri olmaz.

Kamında çocuk durmayan kadınlara da dinsel büyüsel içerikli uygulamalar yapılır.

"Hamile kadına Kuran'dan ayetler okunur, eski yazıyla yazılan ayetleri hamile kadın üzerinde taşır." (K.K: F.P.)

"Yedi tane evli kadından çivi toplanır, çiviler demircide ayet okunarak birbirine kaynatılır. Hamile kadın doğurana kadar o çivileri belinde taşır, çocuğunu doğurduktan sonra o çivileri belinden çıkartn." (K.K: R.B.)

"Kamında uşak durmayan kırkbir nikahlıdan demir ahr, bunları demircide zincir yaptırır. Kuplu ile beline takar, çocuk olana kadar belde kalır. Soma çocuğa takarlar, çocuk yaşasın diye kırklığa kadar demir çocukta kalır." (K.K.K.K.)

Kadın hamile olduğunu günü geçince anlar:

"Günüm geçince hamile olduğumu anladım. Ah seçmeye başladım herşeyi yiyemedim. Midem bulanmaya başladı, çocuğa kaldığnnı bunlardan anladım." (K.K: H.K.)

Araştırma yöresinde hamile kadına "hamile","ağır ayak","yüklü", "iki canlı", "uşağa kalmış","çocuğa kalmış" denir.

Çocuk güzel olsun diye:

"Çocuğum güzel olsun diye çocuk kannımda ilk oynadığı zaman güzel insanlara baktım. Temiz suya, çocuğumun babasına baktım. Çocuğum gece oynadığı zaman kalkıp ışığı yaktım ışığa baktım, çocuğum kamımda ilk oynadığı zaman ayıpsız kusursuz olsun diye Kuran'dan ayetler okudum." (K.K:R.B.)

"Çocuğum kamımda oynadığında dışardaysam, orada o sırada köpek ya da başka hayvanlar varsa hemen gözümü yumdum, etrafıma bakmamaya çalıştım. Kuran'dan ayetler okudum." (K.K: N.İ.)

"îki canlı kadın hamileliği boyunca günah işlemez cinsel ilişkiye girmez, çocuğun bir yerinde iz çıkmasın diye ciğer ellemez, çocuk arsız olmasın diye canının isteğini yer, çocuk hırsız olmasın diye hırsızlık etmez, çocuk muzur olmasın diye muzurluk etmez, İki canlı kadın çocuğumun ömrü kısa olmasın diye saçını kestirmez, çocuğun gözleri sakat olmasın diye hayvan kesilirken bakmaz, kadın çocuğunu kendi yiyeceği ve giyeceğiyle dünyaya getirilse onun hayrını görür." (K.K: Ş.Ş.)

Yeni doğum yapan kadımn bir takım doğaüstü güçlerin etkisinde kalacağına inanılır:

"İki canlı kadını cinlerden korumak için yatağının altına kılıç ve tabanca koyarız. B öylece cinler iki canlı kadını etkilemez yılan sokmasından korur." (K.K: R.B.)

İlk çocuğun kız veya erkek olması fazla önemli değildir. Kadın çocuğunun cinsiyetini diğer hamilelikleriyle kıyaslayarak anlamaya çalışır.

"İlk çocuk kız olmuş ise, ikinci çocuk oğlan olsun diye kadm kendi ismini koyar. Eğer oğlan olmuş ise kız olsun diye babanın ismini koyar, ilk çocuk kız olmuş ise ikinci çocuk oğlan olsun diye kızın eşi çevrilir, aynı şeyi kız isteyenler de yapar." (K.K: K.T.)

Araştırma yöresinde kız çocuk tarımsal faaliyete doğrudan katıldığı için erkek çocuk ise soy sürdürdüğü (ocak tüttürdüğü) için makbul sayılır. Dolayısıyla erkek çocuk daha makbul sayılıp, kadın, erkek çocuk sahibi olana kadar doğurur. Oğlan çocuğu olmayan baba ikinci kez evlenir.

Yörede aşermeye "ahseçme" denir.

"Kadın çocuğa kalınca herşeyi yemez. Yemek kokulan midesini bulandırır, yemek seçer, cam olmadık şeyler ister. Burada buna ahseçme deriz, kan yüklü, ah seçiyor deriz." (K.K: R_B.)

İstenmeyen hamileliklerde yapılan bazı uygulamalar bugün hala geçerliliğini korumakta.

"Kadın çocuğa kalmışsa yüksek yerden atlar. Kamım kevice* bağlar, yükünü ağır alır, ilaç içer, rahime tavuk tüyü sokar ve kibrit çöpü sokar, gene de düşmezse çocuğunu doğurur." (K.K: R:B.)

"Çocuk düşsün diye tavuk tebuğunu* (tüyünü) rahime sokar, sabunu yontup rahime koyar çocuğu düşürmeye çalışır." (K.K: K.K.)

"Çocuk düşürmek isteyen kadın tavuğun tebuğu ile rahiıni kanştınr.Kınayı bala batmp yer. Kadınlar kendilerini sıkıca bir ağaca bağlatırlar, ayaklarına ip bağlayıp kendilerini astırırlar, karınlarım ezdirirler, ılıcaya giderler, orda sıcak suda yatarlar, bir de karınlarım ezer, karınlarım taşa dayarlar böylece düşürmeye çalışırlar." (K.K: Ş.Ş.)

"Çocuğunu düşürmek isteyen kadın soğan kabuğunu kaynatır içer, yüksek bir yerden atlar. Tuğla ısıtır bir tane göbeğinin üstüne, bir tane beline koyar bir saat kalmaz kan boşanır çocuk düşer." (K.K: H.D.)

DOĞUM SIRASI

Yirmi yıl öncesine kadar doğumu köy ebeleri yaptırırdı. Doğumu yaptıran ebe çocuğun ebesi olurdu. Artık doğumu ilçede diplomalı ebeler veya doktorlar yaptırıyor.

Doğum sırasında köy ebesi ve ebeye yardım eden iki kadın bulunur. Doğum yaptıran ebeye hasta sahibi durumuna göre hediye veya para verir.

"Doğum heyette31 ya da evde ocak kenarında yaptırılır. Ocak kenarına eğrelti otundan yatak hazırlanır, üzerine bez örtülür, kadın burada doğum yapar. Doğum için hazırlanan yerde bir küçük, bir büyük leğen olur. Pilitanın üstüne ısınsın diye su konur." (K.K: H.K)

Doğum eskiden diz üstü oturularak yaptırılıyordu şimdi yatarak yaptırılıyor. Kadına sürekli şerbet içirilir.

Doğum güçleştiğinde yörede yapılan bir takım uygulamalar ve pratikler vardır.

"Doğum güçleşirse kadın beze konur sallanır, gene doğum yapamazsa bırakılır. Şerbet içirilir, tereyağı eritilerek içirilir ve kadının doğum yapmasını bekleriz." (K.K: S.K.)

"Kurbağayı yılan yutmasından kurtaran kadın doğum yapanın yanma giderse doğum kolay olur. Bir de kadın kolay doğum yapsın diye kocası üstünden geçer." (K.K: K.K.)

"Zar içinde doğan çocukların bezle zan temizlenir. Zarh doğan çocuklar için bu çocuğun daha vakti değil derler." (K.K: R. B.)

“Cumartesi ve Pazar günü doğan çocuklar iyi sayılmazlar.” (K.K: S.K.)

“Çocuğun arkasından gelen sona çocuğun arkadaşı denir.” (K.K.: R.B.)

"Çocuğun arkadaşmıu gelmesi gecikir veya güçleşirse ısınmış küle sıcak su dökülür, kadınnı altından yukarı tutulur ya da kadın sırta alınarak ayaklan yere vurulur böylece çocuğun arkadaşı gelir, arkadaş hemen gömülür." (K.K:R.B.)

"Göbek kordonu önce iki karış ölçülür ateşe tutulan makas ya da bıçakla göbek kesilir. Temiz bir ip ile bağlanır. Göbeğin kısa kesilmemesine dikkat edilir, böyle yaparsak çocuğun sesi bol olur. Göbek temiz bir bez ile kapatılır, göbek düşünce annesi sütünü beze sağar göbek kapanana kadar sütle pansuman yapar, göbek düşünce bir beze sarılır. Kur'an ayetiyle birlikte bir sene evin içinde saklanır daha sonra toprağa gömülür." (K.K: Ş.Ş.)

Göbek kesildikten sonra çocuk yıkanır, tuzlanır. Doğumdan sonra anneye yemek yedirilir, temizlenir, giydirilir yatırılır.

Yeni doğum yapmış kadına "lohusa"denir, doğum sonrası ağrısı olan kadına süt, şerbet ve karbonat içirilir. Çocuk doğunca analı babalı büyüsün diye analı babalı birinin kucağına verilir.

"Çocuğa ilk defa süt sabah ezanında doğmuşsa öğlen ezanından sonra süt verilir. İki ezan arası beklenir. Böyle yaparsak çocuk sabırlı ve olgun olur." (K.K: R.B.)

Çocuk doğar doğmaz, ebesi göbek adını verir. Çocuğun asıl adını evin büyükleri koyar. Ad verilirken aile büyüklerinin adlan ve Kur’an'da geçen adlar dikkate alınır.

"Oğlan çocuk buralarda makbul sayılır. Çocuk altı aylık olunca kurban kesilip, duası okunur, kurbanın canı çıkana kadar oğlan üstüne

bastınhr. Kurbanın kanından çocuğun alnına, evin kapısının üstüne sürülür, kurban yedi eve dağıtılır, dağıtılan evdekiler etini yer kemiğini geri kurban evine getirirler. Kemikler biriktirilerek Elham okunur, cenaze gömer gibi gömülür." (K.K: R.B.)

DOĞUM SONRASI

Eskiden doğum yapan kadın üç gün sonra kalkardı.

"Yedinci günde yedilik yapılırdı: yedi elham, yedi kulhuvallah okunur, yedi kaşık su alnın-. Bu su üç kilo kadar su ile haşlanır abdestli kadın yüksek bir yere çıkar, leğenin üstünde durarak suyu üstüne döker, temizlenir ve ev işleri yapmaya başlar, yedilik sudan çocuğa da dökülür." (K.K: A.P.)

Çocuk ve lohusa kadın, kırkı çıkana kadar bir takım tabularla çevrilidir.

"Knkı çıkmamış çocuğun bezleri dışarı asılmaz ve çamaşır suyu evin damlalıklarına dökülmez, evin dört bir köşesine dökülür. Çocuk kırkgün dışarı çıkarılamaz, kırkı çıkmamış iki çocuk yanyana getirilmez gelmek zorunda kalmışlarsa bir kız çocuğu araya girerek onları barıştırır."(K.K: S.K)

"Çocuk basılmasın diye üstünden birşey alınmaz, eğer çocuk basılırsa evin çat direğine* bastınhr. Böylece çocuk kırk basmasından kurtulur." (K.^SpA.)

"Çiğ eti kırkı çıkmamış bir çocuğun üzerinden geçirirsen çocuk basılır, et bağlayamaz ve yürüyemez. Ölüden de çocuk basılır, Ölüyü çocuğun üstünden geçirmeyiz." (K.K: H.D.)

"Uşak herşeyden basılır, etten basılır, leşten basılır, yeni kumaştan basılır. Çocuk, esas ölüden basılır, evde çocuk varsa çocuğun önünden ölü geçirilmez, arada ağaç olması gerekir." (K.K: D.K.)

Çocuk gibi lohusa kadın da kırkgün boyunca belirli yasaklarla çevrilidir. Lohusa kadın kırk gün boyunca dağlara değirmene gitmez. Buralarda cin ve perilerin eğlendiğine inanılır. Bunların da lohusa kadına zarar vereceği düşünülmektedir.

"İki kırklı kadm biribime sanlamaz, normal bir kişi araya girer eller aşağı biçimde.İki lohusa araya giren kadının üstünden birbirlerini öperler. Böylece barışırlar." (K.K: H.D.)

"Lohusa kadının kak gün pişirdiği yemek yenmez. Ağır kaldırırsa lohusa kadının debesi düşer*." (K.K: H. D.)

Yörede "kırklama", kırkından beş gün sonra yapılır. Çocuğun ebesi ya da aileden biri çağrılır. Kırklayan kadın abdest alır, kırk Kulhuvallah, kırk Elham okuyarak kırk kaşık su güğüme sayılır, su kaynatılır, anne ile çocuk bu su ile yıkanır. Kırk gün dışarı çıkarılmayan anne ve çocuk için normal yaşam başlar.

Lohusa kadının sütü olmazsa çocuk inek, sütü ile beslenir. Yaygın olarak süt anneliği geleneği vardır.

Ölü doğan çocuğun cenaze namazı kılınmaz. Çocuk, yıkanır, sarılır, gömülür. Kur-an'dan ayetler okunmaz.

Doğumda ölen kadın şehit sayılır, cenazesi özenle yerleştirilir.

Araştırma alamm kapsayan köylerden Ortayol ve Uğrak köylerinde sağlık ocağı var, fakat faaliyet halinde değil. Akbucak köyünde sağlık ocağı yok. Bu üç köyde de doğumlar köylerde köy ebeleri tarafindan yaptırılmıyor. Kadınlar ilçedeki Devlet Hastanesi'nde doğum yapıyorlar.

Araştırma yöresinde doğumla ilgili adet ve inanmaların etrafında gerek doğum öncesinde kadım, gerekse doğum sırasında ve sonrasında anne ile çocuğu bir takım doğaüstü güçlerin etkisinden korumak için bir dizi dinsel ve büyüsel nitelikli pratik ve uygulamaların kümelendiği gözlenmektedir. Bunlarla ilgili pratikler hem köy ortamında yaşayan Hemşinliler, hem de şehir ortamında yaşayan Hemşinliler tarafindan halen uygulanmaktadır.

b-EVLENME

Yaşamın ikinci geçiş dönemi olan evlenme toplumsallaşma sürecinin önemli bir aşamasım oluşturur. Kıza ve erkeğe yeni bir sosyal statü kazandıran evlenme, aileler arasında kurulan dayamşmayı, toplumsal ve ekonomik ilişkiyi belirlemesi ve düzenlemesi bakımından her zaman ve her yerde önemli bir olay olarak görülmüştür. En küçük toplumsal kurum olan aile, dolayısıyla kültürel yapımn da temelini oluşturur. Evrensel bir karekter taşıyan evlenme, dünyanın her yerinde bağlı bulunduğu kültür tipinin gerektirdiği kurallara ve kalıplara uydurularak gerçekleştirilir. Dinsel ve büyüsel nitelikteki uygulamaların da etkisi altında kalan evlenme olayı özellikle tören, töre, adet, gelenek ve görenek bakımından zengin bir tablo içermektedir .(Örnek, 1977:185)

Toplumlann tarihsel boyutları, ekonomik yapılan, yerleşim düzenleri, üretim ve tüketim ilişkileri, sosyal normlan... kısaca kültürel yapılan evlenme biçimlerini belirlemektedir. Her toplum ya da grup kendi yapısına uygun evlenme biçimini seçerken, aykın olam önlemeye çalışmaktadır. (Örnek, 1977:185)

EVLENME BİÇİMLERİ

Araştırma bölgesi olan Rize Üi, Pazar ilçesi Akbucak, Uğrak ve Ortayol köylerinde Anadolu'daki evlenme biçimlerinin bir çoğunun olduğu saptandı.

Yöredeki evlenme biçimlerinin başında "görücülük" gelir. Yörede herkes birbirinin akrabasıdır ve herkes birbirini tanır. Aile fertleri çocuklarına uygun gördükleri kızı oğullarına önerirler, ya da oğlan beğendiği kızı aile fertlerine söyler. Aile içinde anlaşma sağlanırsa evlenme hazırlıkları başlar. Yörede en yaygın evlenme biçimi "görücü" usulü evlenmedir.

Yörede görülen diğer bir evlenme biçimi "kız kaçırma" dır. Bu tür evlilikler gençlerin birbirini istemesi, ailelerin istememesi durumunda gerçekleşmektedir.

"Müşerref 'i dayısının oğluna vermişlerdi. Oğlan İzmir'deydi. İkisi de birbirini tanımıyordu. Oğlan okumuştu. Müşerref o beni beğenmez diyordu. Dayısının oğluna nişanlanacağı gün birlikte kaçtık." (K.K: O.B.)

Kızı zorla kaçırma olayı yörede nadir olarak gerçekleşir.

Erkeğin kızı zorla ya da gönülü kaçırmasının dışında daha seyrek olmakla beraber kızın gözüne kestirdiği erkeği başkasına kaptırmamak için bohçasını alarak oğlan evine oturması şeklinde gerçekleşen evlenme biçimi de vardır.

"Gönül Mustafa'yı seviyordu. Mustafa parlak delikanlıydı, başka sevenleride vardı. Gönül gitmeseydi başkası gidip oturacaktı Mustafa'nın evine." (K.K: B.K.)

"Beşik kertme" yörede görülen başka bir evlenme biçimidir. Çocuklar çok küçükken henüz beşikteyken sözleri kesilir. Bu tür evlenme genellikle amca çocuklan ve yakın akrabalar arasında gerçekleşir.

Yörede sıkça görülen başka bir evlenme biçimi de "berder" evliliğidir. Bu evliğinin yöredeki adı "değiş-tokuş" evliliği olarak bilinir. Bir kızı, bir oğlu olan aileler kızlan oğlanlara vererek değiş ederler. Genellikle yakın akrabalar arasında görülen bu tür evliliğin nedenleri önem sırasına göre:

Başlık sorununu çözme (geçmişte),

Malın dışan gitmesini önleme,

Akrabalık ilişkilerini daha da pekiştirme,

Kızın ele gitmesini önleme,

şeklinde açıklanmaktadır.

"Oğluma kaynımın kızını aldım, kendi kızımı da kaynımın oğluna söz verdim. Kızım büyüyünce kaynımın oğlunu istemedi ama biz onun kızım alınıştık kızı istemese de verdik." (K.K: C.K.)

Yörede dul kadının evliliğine nadir, dul erkeğin evliliğine ise çok sık rastlamr. Dul kadın önceki evliliğinden olan çocuklarını ikinci kocasının evine götüremez.

"Çocuklar bu evin çocuklan, gelirken babasının evinden getirmedi ki çocuklan götürsün. Babasının evine kendi gider çocuklan götüremez." (K.K: S.P.)

Bu evlenme biçimlerinin yamsıra kayınbiraderle evlenme biçimi de vardır. Kocası ölen kadın (gelin) koca evinde yalnız kalmasın, yerini kontsun diye evlenme sırası gelen bekar kayınbiraderiyle evlendirilir. Bunun gibi kadının ölümü durumunda enişte ele gitmesin, çocuklar üvey anne tarafindan ezilmesin diye evlenme sırası gelen baldızla evlendirilir. Bu tür evliliklere nadir de olsa araştırma bölgesinde rastlanmaktadır.

Yörede çok eşli evliliklere de Taşlanmaktadır. Oğlu olmayan erkek "ocağım batmasın" , "soyum sürsün" diye ilk karısını, üstüne kuma getirmeye ikna eder. Oğlan çocuğu olduğu halde karısının üstüne kuma getirenler de vardır. Ancak ilk eşin ev içindeki konumu ikinci kadına göre daha iyidir.

"Üç tane kızım oldu, dördüncü çocuğum ölü doğdu, onu doğururken ben de ölüyordum rallimi alddar. Doktor bir daha senin çocuğun olmaz dedi, herif evlenmeye çıktı, ben razı olsam da olmasam da o evlenecekti. Razı olmasam ne olur, üstüme 18 yaşında kızı getirdi. Onun doğurduğu oğlana da ben baktım." (K.K:B.K.)

Evin oğlan çocuğu yoksa "ocak batmasın" , "soy sürsün" diye evin evlenen kızı kocasımn evine gitmez. Erkek, kızın evine gelir.

Geçmişte çok yaygın olmakla beraber günümüzde de görülen bu tür evlilik biçimlerinin yamsıra araştırma bölgesinde kız ve erkeğin anlaşması sonucu gerçekleşen evlilik biçimine artık daha sık rastlanmaktadır.

Tek eş evliliğin hakim olduğu yörede yakın akraba evliliği yaygındır. Yörede süt kardeşler arasında evlilik olmaz.

"Sütler evlenemez, süt olan kardeşlerin altındaki kardeşler de evlenemez, süt aşağı çeker." (K.K: S.K.)

EVLENME ÇAĞI

Kızın ve erkeğin evlenme çağma geldiklerini belirleyen ölçütler vardır. Bunların başında kızın ve erkeğin ergenlik çağına ulaşmış olmaları gerekir. Anne ve baba olabilecek biyolojik gelişmeleri , tamamlanan, belli sorumlulukları üstlenmek konumuna gelen kız ve erkeğin evlenme çağına ulaşmış olduğu düşünülür. Evlenme çağma ulaşmış olan kız ve erkeğin konumlarının gerektirdiği toplumsal role girmiş olmaları gerekir. (Örnek, 1995.189)

Evlenme yaşı kızlarda 18-25 yaş, erkeklerde 18-30 yaş olarak belirlenmiş olup, 30 yaşım geçen kız ve 35 yaşım geçen erkek evde kalmış sayılır.

Kızlar 18 yaşından 30 yaşına kadar evlenir 30 yaşım geçen kız-yerine kalmış sayılır-. Erkekler 18 yaşından 35 yaşma kadar evlenir. Evde tek oğlansa baba sağken oğulumun evlendiğini göreyim, torunlarımı göreyim diye 16-17 yaşında da oğlunu evlendirir.

Yörede evlenme olayında sıra gözetimi vardır. Erkek kendinden büyük kızkardeşinden önce evlenebilir (Baba oğlunun mürverini ölmeden görüp torun sahibi olmak ister). Fakat ablası olan kızın büyük kızdan önce evlenmesi (Büyük kızın üstünden geçmesi) çok nadir görülen bir durumdur.

"Küçük kız büyükten önce evlenemez büyüğe karşı ayıp olur. Eğer küçük kızın evlenmesi münasipse, iyi bir kısmeti çıkmışsa büyük kızın izni alınarak evlilik hazırlıklarına başlanır." (K.K: S.A.)

EVLENME AŞAMALARI

Yörede evlenme işine eğer kız ve erkek anlaşmamışsa "kız isteme" ile aksi durumda kız bakma, kız arama girişimiyle başlanır. Çocuklarını evlendirmek isteyen anne-babalar kız aramaya önce en yakın akrabalardan başlarlar. (Amca kızı, hala kızı, dayı kızı, teyze kızı)

"Kız aramaya önce evden başlanır. Evde birbirinin emsali kız ve oğlan varsa büyükler onları evlendirmek ister. Böylece hem evin kızı dışarı gitmez hem mal bölünmez, hem de akrabalık daha güçlenir." (K.K: K.T.)

Evlenmek isteyen erkek evlenme isteğini kız kardeşine, yengesine söyler, onlar da aile büyüklerine söylerler.

Akarabalar içerisinde uygun kız bulamayan anne babalar yakın çevrede (komşularda) kız bakmaya başlarlar.

"Kız ararken önce güzelliğine bakarız, sonra huyu konuşması gelir.

Burası köy yeri, çalışacak, çalışmadan ekmek yenmez. Bu sebepten kızın çalışkan, becerildi olması lazım o da önemli." (K.K: K.T)

Aile büyüklerinin beğendiği kız, oğlana söylenir, oğlan da isterse oğlamn yakınlarından bir kişi kızın annesinin ağzım arar. Kız annesi kocasına "Adam bizim kızı falanca kişiler (sülale adıyla) istiyor" (K.K: S.A.) der. Kız ailesinden olumlu davranışlar sezilirse oğlamn annesi babası ve yakın akrabaları kızı istemeye giderler. Bir istemeyle kız kesinlikle verilmez bir kaç kez kız istemeye gidilmesi gerekir.

"Eskiden kız istemeye gidildiğinde kız görünmez ya da evde kimse yok gibi davranır, ocak başında otururdu. Şimdi artık kız ortaklıkta dolaşıyor, gelenlere hizmet ediyor. Eğer kız verilirse kızın babası şu kadar başlık isterim derdi. Oğlan tarafı kabul ederse düğün hazırlıkları başlardı, artık şimdi başlık yok, kardeş hakkı, süt hakkı almıyor." (K.K: K.T.)

Evlenecek olan kız ve oğlan nişandan bir gün önce yakınlarıyla birlikte nişan alışverişine çıkar. Kızın takılarıyla birlikte üst-baş bütün giyeceği alınarak nişan valizi hazırlanır. Nişan valizine kızın evinde bulunan küçükten büyüğe herkese hediye konur. Nişanlanacak kızı analı babalı biri donatır.

"Kız evlenip koca evine gidene kadar nişanda getirilen eşyaları kullanmaz, nişan bozulursa o eşyaları geri vermemiz lazım." (K.K: K.T.)

"Evin uygun bir odası gelin için donatılır. Buralarda gelinin odası çok süslü olmaz. Bizim kızların çeyizinde eskiden sade çorap olurdu. Onları da kendilerine hediye verenlere dağıtırlardı." (K.K: F.P.)

Düğün genellikle sonbaharda (güzün) olur, konuşmasım bilen bir iki kişi çıkar düğün çağrısı yapar. Resmi nikah ilçede yapılırken, dinî nikah gerdek gecesi gizli olarak yapılır. (Gelinle damat bağlanmasın diye)

"Gelinle damat bağlanmasın diye, dini nikah başlamadan önce bir düğüm atılır. Nikah bitince düğümü çözerler." (K.K: K.T.)

Düğünden üç gün önce hazırlıklar başlar: Önce tatlılar, sonra yemekler yapılır, oğlan evinden kız evine gönderilen hayvanlar kesilir, kavurma yapılır. Düğün yemeği hazırlıkları başlarken köyün gelinleri, kızlan, eli iş tutan becerikli kadınlan toplamr hem yemek yapar hem de türkü söyler horon oynarlar, bu esnada genellikle yöreye özgü atma türkü söylenir.

Düğünde mısır ekmeğinin üstüne bir tump* peynir konur kız evine götürülür. Bu gelenek geçmişten günümüze halen sürmektedir. Düğün yemeği olarak yörenin bilinen yemekleri hazırlanır. Bunlar: muhlama, fasülye, pilav, et kavurması, salata, yoğurt, baklava, lokma, şekerli makamadır.

"Kına gecesini düğünden bir gün önce yaparız. Köylü, kızın evinde toplanır, kız erkek birlikte horon oynar eğleniriz yemek yeriz, erkekler içki içer köyün kızlan o gece gelinin evinde kalır sabaha kadar eğlenirler" (K.K: K.T.)

Araştırma yöresinde yenge ve sağdıç olayı geçmişte olduğu gibi bugün de aynı şekilde önemini korumaktadır. "Yenge" adeta düğünün bir parçası gibi görülmekte köyün yaşlı kadınlan bu işi severek yapmaktadırlar.

"Sağdıç ve yengenin görevi düğün başlayınca başlar düğün bitene kadar devam eder. Yenge kızın, sağdıç ise oğlanın yardımcısıdır. Gelinle, enişte düğün boyunca konuşmaz onun yerine sağdıç ve yenge konuşur. Gelin eniştenin (oğlanın) evine gidince onu sağdıç karşılar. Yenge düğün boyunca, kız gerdeğe girene kadar enişteyi gelinin yanına yanaştmnaz. Yenge düğünden önce kede* yapar, buna "yenge kedesi" denir. Yenge geline hediye verenlere kede ile çorap dağıtır.”

" Yenge kedeleriniıı

Kırıktır bir boynuzu

Lazım ise gel götür

Koşayım büyük düzü" (K.K: SpA.)

Düğün günü, gelin arkadaşları tarafindan giydirilir. Buna "gelin donatma" adı verilir. Giydirme işlemini yapan kızlar donatma parası alır. Gelini kapıdan erkek kardeşi veya başka yakın akrabası (amcası, dayısı, vb. gibi) çıkartır.

"Gelin kapıdan çıkarken süt hakkı alınır. Kızın babası veya başka bir yakım: Bu evden dirin çıkıyor ölün girsin şimdiye kadar ki günahların benim boynuma bundan somaki günahların kocanın evindekilerin boynuna" der. (K.K:F.P.)

GELİN GİYSİSİ

Gelinin iç çamaşırları giydirilir. Üstüne kadifeden dikilen "Foga" adı verilen entari giydirilir. Foga firfirlı olur, eteklerine dantel dikilir. Fogamn belli bir rengi yoktur, her renk olabilir. Fogamn üstüne erham giyilir. Erham, çarşaf gibi olup yeşil, pembe, mavi renkte olabilir.

Başa bundan 50 sene evvel duvak konurdu.

"Böyle üç çatah var onu başımıza dikiyorlar, duvağın üstüne şal atıyorlar. Şal her renk olur. Üzerimize kadife foga, kadife palto giydiriyorlar, ayağımıza da düz iskarpin ayakkabı giydiriyorlardı, enişte kaytanlı şalvar giyerdi.

Enişte olan adam

Biraz ağır olacak

Ya bir kaç kardeş lazım

Ya bir baba olacak." (K.K: D.K)

Yaklaşık yirmi senedir duvak konmuyor. Başa odundan yapılan duvak konur, duvağın üstüne şifon örtülerek yüz kapanır, şifonun üzerine renkli ipek şal örtülür bu şal genellikle kırmızı ve yeşil olur. Kırmızı bekareti, yeşil cenneti simgeler. Ayağa dize kadar örülmüş (kırmızı, san, pembe vb) üzeri nakışlı çorap, düz iskarpin ayakkabı giyilir, bele gümüş kemer bağlanır.

Gelin oğlan evine yengeyle gider, yenge ve gelin üç gün oğlan evinde kalır.

"Köroğlulara gittiğimde üç gün kaldım, yengeyle yattım yenge ile kalktım, tuvalete bile yenge ile gittim. Evin milleti varken odadan eve hiç çıkmazdım, evin milleti işe gidince eve çıkıp bucaklara* bakardım, eve ahşmaya çalışdım, gene yenge yanımdan hiç ayrılmadı." (K.K: H.K.)

Bu üç gün içinde enişte geline yaklaşamaz. Gelin ancak evde kimse yokken odadan çıkar, gezinir, ömür boyu yaşayacağı evi tammaya çalışır.

Üç gün damat evinde kalan gelini, bir kaç kişi toplanarak tekrar baba evine götürür. Baba evinde de üç gün kalır.

"Babamın evine bu gidişimde misafir gibi oldum, işe bulaşmadım, evdeki öteberimi toparlardım. Üç gün babamın evinde kaldıktan soma köylü toplanıp beni oğlanın evine götürdüler." (K.K: K.T.)

Üç gün baba evinde kalan gelin bütün eşyalarını toplayarak ömür boyu kalacağı eve gider.

îkinci kez oğlan evine gidişte gelini ev halkı karşılar, yengenin görevi burada bitmiştir. Yenge, oğlan tarafının verdiği hediyeleri alır ve evine gider. Gelin ve enişte o gece gerdeğe girer. Gelinin bakire olmaması halinde evlilik biter.

"Yeni gelinken sabah namazıyla yataktan kalkmışım, ocağı yakmış, sulan doldurmuş ateşe koymuşum, evdeki herkesle tençkaph gezmişim ne zaman ki tençkabını kaldır demişler burnumu o zaman açmışım." (K.K: Z.P.)

MAGARCILIK

Yörede düğün esnasında oğlan tarafını zora koşmak için eğlenceye dayalı yapılan her türlü işleme "magarlık" denir. Magarhk yapan kişilere de "mağara” adı verilir.

"Gelin götürülürken kız tarafi ocağın zincirinden asılır, Thulesa yelesa- hulesa yelesa'33 diye bağnır bahşiş alınca zinciri bırakır." (K.K : D.K.)

"Oğlan evinde magar softası kurulur. Oğlan evi magar softasına hazuhkh olmak zorundadu . Kız tarafi olur olmaz herşeyi ister. Oğlan tarafı da sofraya onu getirmek zorundadır. Magar sofrasına ceviz, fiştik, üzüm isterler, getirilen şeyi beğenmezler, baklavayı kesmek için nacak, balta isterler. En sonunda da sofraya enişte istenir."(K.K : SpA.)

"Düğünde yemekler yendikten sonra gelin odasında yenge sofrası hazırlanır. Sofraya erkeğin sağdıcıyla birlikte beş altı kişi oturur. Sofrada herşey bulunur. Şaka, sohbet, eğlenceyle yemek yenir. Sofraya yiyecek istenir, istenen yiyecekleri oğlan evi sofraya getirmek zorundadu-. Buna magarcıhk denil-. Sonra enişte çağrılır. Enişte sağdıcıyla, bir ayağı sininin yanında bir ayağı sofrada oturur. Enişte bir lokma alır, tabağın içine

lokmasmı firlatır, kaçar. O sırada orda bulunan erkekler damadın üzerinden bir eşyasını alıp kaçmaya çahşular. Eğer üzerinden hiçbirşey alamazlarsa makbul sayılır." (K.K : F.P.)

"Eskiden gelin at ilen gelirdi: - kapılan genişletin at girmez derlerdi, gelinin adamlan atı yallah* heyete sokarlardı.

At dışan çıkma derlerdi,

Oğlan tarafi atın kulağına bir çorap asardı, Gene:

At dışan çıkma, derlerdi.

Atın öbür kulağına da bir çorap asarlardı,

At dışan çıkar, gelin içerde kalırdı. "(K.K : H.A.)

"Büyük bir sininin etrafina kız tarafi oturur. İlk önce bir tepsi baklava, sonra bütün yemeklerden isterler, sonra ahırdan öküz, yağ, petek, bal ya da tabanca isterler . Mutlaka bunlardan birinin gelmesi şart. En son olarak da enişte istenil’. Enişte sofraya gelir, eniştenin yanında yengesi olur. Enişte sofradan üç lokma yer kaçar, kaçamazsa sopayla dayak yer "(K.K.: S.Y.)

"Gelin baba evinden koca evine gelirken çahşkan keskin olsun diye kapıya bıçak tutulur, oğlan evinden biri gelinin ipiyle orağını çalar, yiyen (iştahlı) olsun diye de baba evindeki kaşığını çalarlar. Gelin koca evine girince oğlu olsun diye ayaklan yıkanır.Kucağma oğlan çocuğu oturtulur." (temas büyüsü) (K.K : K.T.)

Yörede evlenmeyle ilgili geleneklerin inançlarla ilgili kısmı halen sürmekte ancak, maddi alandaki kültür öğeleri yavaş yavaş yok olmaktadır. Buna örnek, yörede artık hiç rastlanmayan eski tip gelinliği verebiliriz.

C-ÖLÜM

Ölüm, geçiş dönemlerinin en sonuncusu olup, doğum ve evlenme gibi töre, tören, adet, inanma ve birtakım kalıp davranışlar, içermektedir. Dinsel ve büyüsel nitelikli işlemleri de kapsayan bu davranışları üç grupta toplayabiliriz. Bunlar sırasıyla: Ölenin öbür dünyaya gidişini kolaylaştırmak, ölünün geri dönüşünü önlemek, ölünün yakınlarının bozulan ruhsal dengesini düzeltmek, onların toplumsal yaşamlarının normale dönmesini sağlamak için yapılan davranışlardır. (Örnek, 1979: 103-109)

"Ölümün herkes için kaçınılmaz bir son oluşu dünyanın her yanında ölüm çevresinde toplanan adetlere ve işlemlere evrensel bir karakter kazandırmıştır. Bu bakımdan aralarında gerek coğrafi gerekse kültürel yönden ayrımlar bulunan değişik yapıdaki toplumlann konuyla ilgili inanmaları, adetleri ve işlemleri arasında çoğu zaman şaşırtıcı benzerlikler görülmektedir. (Örnek : 1977:207)

ÖLÜM ÖNCESİ

Ölümü Düşündüren Ön Belirtiler:

İnsanların bilinç altında sürekli bir ölüm korkusu vardır. İnsan, geleceği bilme isteğinin de etkisi ile çevresinde gelişen birtakım olayları ölümün işareti ön belirtisi olarak yorumlar. (Örnek, 1979:15)

Hayvanlarla İlgili Olanlar:

"Köyde ölü olacağı zaman köpekler gece ulur, gece kuku bağırır, atlar tepinil-, ahırdaki inekler huysuz davranır, horozlar vaktinden önce öter, baykuş öter." (K.K: R.B.).

Ev Eşyası Araç Gereç ve Yiyecekle İlgili Olanlar:

"Gecenin bir saatinde kapı ve pencere hızla çalınırsa, eşyalar durduk yerde kırılırsa, ayna kınhrsa, kuli (yörede kullanılan sandalye) ters dönerse, lastikler (ayakkabılar) ters dönerse köyde birisi ölür" (K.K: N.D.)

Meteorolojik Olaylarla İlgili Olanlar:

"Birdenbire firtına koparsa, hava kararırsa, hava darlatacak* kadar sıcak olursa, gökten yıldız kayarsa mutlak bir ölü olur." (K.K: M.P.)

Düşle İlgili Olanlar:

Rüyalar; Anadolu folklorunda önemli bir yer tutar. Bilinç altında oluşan ve rüya olarak beliren ve ölümün ön belirtisi olarak yorumlanan rüya tabirleri oldukça yaygındır.

"Rüyamda bağun-bahçem mağolluk olursa, ağaçlarım kökünden sökülürse, evimin bir tarafi ya da hepsi yıkılırsa, dişlerim kırılırsa, dökülürse, çıkarsa, ölmüş birisi yaşayan birinin eşyasını götürürse mutlaka evde ölen olur." (K.K: H.K.)

"Ölü yaşayan bilini alıp götürürse, genç biri rüyada yaşh görünürse, saçlarını kestirirse o ölecek deriz. Rüyada horon oynanan evden de ölü çıkar." (K.K: A.P.)

"Rüyada ip sararsa, sarma işini bitirmişse onun ömrü de bitmiştir, belli, ya ölecek deriz. Ölü yaşayan birini çağırırsa o giderse ölür, pişmemiş etle kız çocuğu görmek de iyiye sayılmaz." (K.K: H.A.)

Hastadaki Fiziksel ve Psikolojik Değişiklikler:

Hastada görülen bir takım psikolojik ve fiziksel değişiklikler hastanın ölüme yaklaştığının ön belirtisi sayılır ve hazırlıklar başlar. Hasta yakınlan hocayı çağınr, hastaya su verir.

Psikolojik Belirtiler:

"Ölecek olan sevdiği birini görmek ister. Vasiyetini yapar, gömülmek istediği yeri söyler, yakınlarından helallik alır: -Hakkınızı helal edin, der. Gözleri döner, kimseyi tanımaz söyledikleri anlaşılmaz, çalımsız* konuşur bi ölenin onu çağırdığını söyler" (K.K: R.B.)

Biyolojik Belirtiler:

"Soluk nefes alır, nefesi azalır, damadan çok vurur, ayak tırnaklan karalaşır, verdiği nefesi geri alamaz, vücudu soğumaya başlar." (K.K: M.P.)

Cesetle İlgili İnanmalar:

Ölüm olayından sonra ölü etrafında gelişen cesetle ilgili bir takım inanmalar vardır:

"Gözü açık ölmüşse: Gözü arkada kaldı; öldükten sonra ağırlaşırsa: - Günahı çok, öldükten soma hafifleşirse: -Günahı yok, çekmeden ölmüşse iyi insandı Allah çektirmedi deriz." (K.K: R.B.)

"Eyi* günde ölmüşse: -Eyi insan sual sorulmayacak, cenaze işlerinde terslik olmassa: -Eyi insandı işleri düz gitti, cenazesinin mezara konduğu gün firtına olursa: Günahkardı deriz.” (K.K: M.P.)

ÖLÜMÜ UZAKLAŞTIRMAK İÇİN YAPILANLAR

Ölümün yaklaştığım gösteren ön belirtilerin yamsıra bazı tutum davramş ve kaçınmalarla ölüm olayının uzaklaştırılacağına inanılan durumlar da vardır.

"Ahırdaki hayvanlanma dikkatli davranırım onlara eziyet etmem. Yiyeceklerime, içeceklerime dikkat ederim, ekmek ufontilerini* dışanya atmam, pucekleri* öldürmem, taze ağaçlan kesmem, güçsüz insanlara kötülük etmem." (K.K: R.B.)

"Ölü kaldırıldıktan sonra başka ölen olmasın diye öldüğü yere çivi çakarım." (K.K: M.P.)

ÖLÜM SIRASI

Hastamn öleceği anlaşılınca hastanın yanında iki kişi bekler. Hastanın yanında din görevlisi Kur’an okur, hastaya su verilir. Can çekiştiren hasta bu şekilde rahatlatılarak ölümünün kolay olması sağlanır.

"Hasta söyleyebiliyorsa vasiyetini söyler uygun bir şekilde hastaya son dileğini sorarız, hasta son nefesini yüksek sesle bol ahr, bir daha geri vermez." (K.K: M.P.)

Ölüm köy halkına ölü sahipleri tarafindan^omşular tarafindan, camilerde sel a verilerek haber verilir. Telefon ve telgrafla uzaktaki ölü sahiplerine haber verilir. Köyde ölüm olayı herkese duyurulur cenazeye herkes katılır.

Ölüm Sırasında Yapılan İşlemler:

Araştırma yöresinde ölüyü öte dünyaya gönderme hazırlıklarının temelinde ölüye mezara girene kadar canlı gözüyle bakmak ve ona karşı son görevlerini yerine getirmek, ruhsal olarak rahatlatmak yatarken, diğer yandan 

hijyenik düşünceler ve dinsel gelenekler de rol oynamaktadır. (Örnek, 1977:214)

"Ölünün gözlerini hemen kapatırız: -Geride hasreti kalmasın diye. Bazı gözler kapatılsa da gene açılır, böyle olunca ölüye: -Geriye hasret gitti, gözü açık gitti, deriz." (K.K: R.B.)

"Ağzından dışan kan gelmesin, ölünün ağzı açık kalmasın, çirkin görünmesin diye hemen ölünün çenesini bağlarız." (K.K: Ş.Ş.)

"Mezarda yatacağı biçimi alsın diye elleri veya ayaklan yan yana getirilir. Ölünün başı kıble yönüne çevrilir." (K.K:A.P.)

"Ölünün üstündeki elbiseler çıkartılır, üstüne yeşil başörtü örtülür. Ölünün bulunduğu bulmanın penceresi açılır, ölü tahtanın üstüne yatınln. Şişmesin diye ölünün kamına makas veya bıçak konur, nerde ölmüşse orda ne varsa yıkanır. Geride kalanlara ağırlık yapmasın diye ölünün eşyaları hep tartılır, Ölünün odasında kırk gün ışık yanar. Ölünün ruhu gelip abdest alsın diye ölü odasında kırk gün bir tabak su bırakılır" (K.K: M.P.)

ÖLÜM SONRASI

Ölünün Gömülmeye Hazırlanışı:

Araştırma yöresinde erkek ölüyü erkekler, kadın ölüyü kadınlar yıkar ve kefenler. Yıkama esnasında hocaya yardım etmek için iki kişi bulunur. Ölünün özel olarak yıkandığı bir yer yoktur, ölü evinde yıkanır.

Yıkama:

"Önce abdest verilir tahret aldırılır, sağ tarafindan ayet okuna okuna su dökülür sonra gene ayet okunarak sol tarafindan su dökülür, soma normal sıcaklıkta bir suyla ölüye gusul abdesti aldırılır, önü ve arkası

pamukla kapatılır. Bir daha ölü olmasın diye içinde su haşlanan kazan ters çevirilir." (K.K: Ş.Ş.)

Kefenleme:

"Kefenden, üzerinde hiç dikiş olmayan bir boy elbisesi giydirilir, bunun üstüne dize kadar içlik, içliğin üstüne de bele kadar gene kefenden içlik giydirilir. Baş bezle bağlanır, ağzına burnuna pamuk konarak çene baş yukarı bez ile bağlanır. Tekrar dipten başa kadar (ayaktan başa kadar) ayaklar bezden, ve başın tepesi bezden ip ile bağlanır. Kadın tabut ile toprağa konur, erkek tabutsuz toprağa konur. Cenaze mezarın içine baş sağ tarafa olmak üzere yan yatırılır, cenazenin üstüne yan yan tahtalar dizilir tahtaların üstüne bol çayır basılır sonra toprak başına verilir, falancanm

başma toprak verildi denir, başucunda kırk Yasin duası okunarak hudut dikilir. Ayak ucuna da okumadan dikilir." (K.K: M.P.)

Araştırma yöresinde köylerde köy mezarlıkları var, fakat ölü sahipleri ölülerini evlerinin yakınında gömmek isterler. Genellikle, mezarlar bahçe içerisinde olur. Yedisinde ve kırkında mevlüt okutulur. Ellibirinde Yasin okutulur, (et kemikten ayrılırken sıkıntı çekmesin diye.)

Cenazeyi kaldıran, yıkayan, mezarını kazan, hastayken başında bekleyen hocaya para verilir.

Yörede yapılan araştırma sonunda Rize ili Pazar Üçesi Akbucak, Ortayol, Uğrak köylerindeki ölüm folklora çevresinde toplanan adet ve inançların etrafında bir dizi dinsel ve büyiisel türden pratik ve uygulamaların kümelendiği gözlenmektedir.

VI. BÖLÜM

KÜLTÜREL DEĞİŞME

MADDİ KÜLTÜR ALANINDA MEYDANA GELEN DEĞİŞMELER

GELENEKLER VE İNANÇ SİSTEMİNDE MEYDANA GELEN DEĞİŞMELER

VI. KÜLTÜREL DEĞİŞME

îster ilkel, ister gelişmiş olsun hiçbir toplum hareketsiz, durağan değildir. Her toplumda sürekli bir hareket, bir değişme söz konusudur. İlkel toplumlar bile yavaş da olsa değişme süreci içindedirler. 19. ve 20. yüzyıllar değişme yüzyıllarıdır. Toplumsal kuramlar, toplumsal davranış örnekleri, toplumsal sistemler ve kurallar sürekli olarak değişme halindedirler. Kitle iletişim araçlarıyla küçülen dünyamız hızlı bir kültürel değişme süreci içindedir. Dünya kültürleri sürekli olarak değişmektedir. (Tezcan, 1984:1)

"Kültür bir süreç içinde insanoğlunun doğayı denetimine almak için yarattığı herşey ve bütün bu çaba sonunda beliren anlamlar değerler kurallarda-. Toplumsal değişme ise temelinde teknolojik değişmenin yattığı insanlararası ilişkilerin değişmesidir. Kurumsal olarak bu noktada maddi ve maddi olmayan kültür aynım ortaya çıkmaktadır. Maddi kültür bütün araç ve gereçleri kapsar, maddi olmayan kültür ise gelenekler inançlar ve manevi değerle belirlenir. Hiç kuşkusuz maddi olmayan kültürün ardında belirleyici öge maddi kültürdür, maddi kültürün ardında ise teknoloji yatar. Böylece teknoloji insanlararası ilişkiyi düzenleyen anlamlan değerleri ve kurallan biçimlendiren güç olmaktadır" (Kongar, 1985:23-24)

1950 yılında meydana gelen siyasi değişme Türkiye'nin toplumsal yapısı üzerinde önemli etkiler yarattı. Özellikle bu dönemde köy-şehir üzerinde meydana gelen hareketlilik önemlidir. Ülkemizde İstanbul, İzmir, Ankara, Adana, Bursa v.b. şehirlerle, geniş üretim yapan bölgelerde köy-şehir arasındaki farklılaşma bu dönemde azalmaya başlamıştır. Bu bölgelerde köy ve şehir halklanmn birbirleriyle kaynaşması yönünde bir süreklilik başlamıştır. (Türkdoğan, 1977:44)

Köy-şehir ilişkisinin yoğun olduğu Rize ili, Pazar İlçesi Akbucak Ortayol ve Uğrak köylerinde yaşayan Hemşin halkı gelişen teknoloji ve değişen ekonomik yapımn yanısıra kültürel göç, kültürlenme gibi süreçlere hızlı bir şekilde girmiş, bu etkileşme kültürel alanda, özellikle de maddi alanda meydana gelen değişmelerin nedeni olmuştur.

1-MADDİ KÜLTÜR ALANINDA MEYDANA GELEN

DEĞİŞMELER

Geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olan yöre inşam, yukarıda belirtilen etkenlerden dolayı maddi alandaki kültürel unsurlarını yavaş yavaş değiştirmektedir. Bu değişim öncelikle mimaride göze çarpmaktadır. Doğaya uygun asırlık tahta evler ve eve yardımcı yapı serenderler hızlı bir şekilde yok olmakta, bunlann yerini beton yapılar almaktır.

"Aıtık eskisi gibi değil kalabalıklaştık, babadan kalma evlere sığmıyoruz. Araziyi böldük, ben ayrılınca kendi arazime ev yapmak zorunda kaldım. Serender bana düştü, ben de serenderi yıkıp odunlarını kendi arazime taşıdım, evimi de betondan yaptım. Ormaniye dağdan odun getirmemize izin vermiyor, hem de tahta evin maliyeti daha çok oluyor. Onun için hurdaki yeni evler hep beton." (K.K: O.T.)

Eskiden yörede yaygın olarak kendir dokunurmuş, araştırma yöresinde derleme yaptığım 50 yaş üstündekiler kendiri biliyorlar.

"Biz eskiden kendir yetiştirirdik. Kendiri işler, ondan kendimize gömlek içlik dikerdik, hem para yoktu hem yol yoktu. Yali’ya da gidemezdik ki gömlek alalım, içlik alalım. Şimdi artık herşey var" (K.K: S.K.)

Yörede eskiden olduğu gibi günümüzde de yaygın olarak çorap örülmektedir.

"Eskiden koyunun yününü yıkar sondekte tarank sonra tapul edip liserle işlerdik ipten çorap örerdik, kış için de keçi kılından çorap örerdik, şimdi artık Yalı'dan aldığımız iplerle çorap örüyoruz." (K.K: Z.P.)

Maddi kültür öğelerinden olan mutfakla ilgili adet ve inançlarda da birtakım değişmeler gözleniyor. Yılın bir kısmım köyde, bir kısmım şehirde geçiren yöre inşam:

"Benim köydeki mutfağımda şehirdeki gibi herşey var. Hem köy katığımız var hem de Yali'dan aldığımız Yali peyniri, zeytin var. Eskiden zeytin, reçel, peynir olmazdı. Şimdi alıyoruz. Şehirdeki mutfağımızda da köy katığı, lahana, köy kavurması bal, içyağı lobiya mutlaka olur." (K.K: R.B.)

Araştırma yöresinde ocak kutsaldır. Evin temeli "Ocaktan" atılır. Ancak bugün yörede (zincirli ocak) kullanılmıyor. Herkes soba ve tüplü ocak kullanıyor.

Akbucak, Ortayol ve Uğrak köylerinde yaşayan halkın giyim kuşamında da eskiye göre farklılaşma söz konusudur. Eskiden kullanılan koknoç. içlik, peştemal, ayağa çarık ve kıl çorap giyilmiyor. Etek, çorap ve kazak giyiliyor, ayağa da günlük lastik ayakkabı, düğün bayramlarda da normal ayakkabı giyiliyor.

Ancak yöresel baş bağlama şekli bugün hâlâ yaygın olarak görülmektedir. Eskiden gelinlerin giydiği "erham" ın yerini bugün artık beyaz gelinlik almış durumdadır.

Yörede yapılan ve mutfak eşyası olarak kullanılan kadin, kolo, tulum artık hemen hemen hiç kullanılmamaktadır. Bunların yerini "Yali"den alınan plastik ve çinko kaplar almış durumdadır.

2-GELENEKLER VE İNANÇ SİSTEMİNDE MEYDANA GELEN DEĞİŞMELER

Hiçbir kültür öğesi statik değildir. Kültürel yapı zaman içinde değişir. Ancak bu değişme hızlı veya yavaş olabilir. Gelenekselliğin ağır bastığı toplumlarda kültürel değişim gözlendiğinde; manevi kültür alanındaki değişmenin maddi kültür alanındaki değişmeye göre daha yavaş ve uzun sürede gerçekleştiği dikkati çekmektedir.

Araştırma yöresinde de halkın manevi kültür alanındaki değerlerini koruduğu, köy-şehir ilişkisinin yoğun olduğu Hemşin etnik grubunda gerek köy gerek kent ortamında, yaşamın her devresinde halkı halen geleneklerin, göreneklerin, adetlerin, törelerin ve inançların yönlendirdiği gözlenmektedir.

Yörede cin, peri, cadı, hortlak, hipilik, kara kancaloz, Hızır -İlyas gibi doğaüstü güçlere inanma halen yaygındır. Ancak kara kancalozu kovalamaya yönelik pratik ve uygulamaları 60 yaş grubunun üzerindeki kaynak kişiler bilmekte ve ani atmaktalar. 40 yaş grubundaki kaynak kişiler:

"Koncolozu büyüklerimiz anlatırdı. Onlardan duydum ama ben kovalamayı bilmiyorum, ben ona yetişemedim, şimdi koncoloz kovalamıyoruz." (K.K: S.C.)

Cin peri, hortlak, hipilik inancı halen yaygın;

"Cinler periler değirmende olur. Eskiden değirmene yanlız gitmezdik. Şimdi de gene değirmenin yanından gece geçerken korkarız, lohusa kadım yeni evli genç gelini yanlız başına değirmene göndermeyiz çarpılır." (K.K: R.B.)

"Hipilik var tabii beni hâlâ basar, uykuya girerken üzerinde bir ağırlık olur, ne salınabilirim ne de bağırabilirim. Ayak parmağım sahtırsan gider derler ama hiçbir tarafim sahtamazsın ki." (K.K: S.K.)

Yörede nazar inancı eskiden olduğu gibi günümüzde de yaygın. Nazardan korunmak ve nazar etkisini yok etmek için dinsel - büyüsel işlemlere günümüzde de başvurulmaktadır.

Doğum, evlenme ve ölüm olmak üzere yaşamın üç önemli geçiş dönemi vardır. Doğumda, anne ve çocuk; evlenmede evlenen çift; ölümde ölü ve yakınlarının birtakım doğaüstü güçlerin etkisinde olduklarına inanılır. Bu dönemlerde toplundan gelenekler, adetler, örfler, töreler ve bir takım inançlar yönetir. Bunlar da uygulamada dinsel-büyüsel nitelikli zengin bir tabloyu içerir.

Söz konusu köylerde hayatın üç geçiş döneminde de bireyleri etkisi altına alabileceğine inandıklan doğaüstü güçlerden korumak için bir dizi dinsel ve büyüsel nitelikli uygulamalara başvurulmaktadır. Bu türden uygulamalara eskiden olduğu gibi günümüzde de uyulmakta, hatta kent ortamında yaşayan Hemşin etnik grubu içerisinde bile hayatın belli dönemlerinde, bireyi etkisi altına atabileceğine inanılan doğaüstü güçlerden korumak için de dinsel ve büyüsel nitelikli işlem, uygulama ve pratiklere başvurulmaktadır.

SONUÇ

"Rize/Pazar/Akbucak, Ortayol ve Uğrak Köylerinin Etnik Yapılan" adlı araştırmam, bilimsel karşılaştırma ve çözümlemeleri içermeyen, dunım saptama niteliğinde bir çalışmadır.

Sovyetler Birliği'ndeki yapılaşma dünyada da yeni oluşumlann ve değişmelerin ortaya çıkmasına neden oldu. Bu oluşumlann en önemlisi 19. yüzyılın siyasi düşüncesi olan milliyetçilik akımının 20. yüzyılın sonunda da yeniden gündeme gelmiş olmasıdır.

Toplumlar artık biz kimiz, kimleriz, nereden geldik, nereye gidiyoruz sorulannı soruyor. Bunlann yanıtlanın arayarak kendi kültürel kimliklerini bulmaya çalışıyorlar.

"Bireysel Kimlik", "Milli Kimlik", "Kollektif Kimlik", "Grup Kimliği", "Etni", "Etnik", "Etnik Grup", "Etnik Yapı", "Etnik Kimlik" gibi kavramlar dünyadaki yeni oluşumla meydana gelen milliyetçilik akımıyla, kültür bilimcilerin araştırma alanına girmiş en çok üzerinde durduklan konu haline gelmiştir.

Kültürbilimcilerin yakın bir zamanda araştırma alanına giren bu kavramlar yeterince net olarak betimlenememiş, mevcut literatürde de kavramlann sınırlan belirlenememiş hepsi birbirinin içine girmiş durumdadır. Aslında birbiriyle yakından ilişkili olan bu kavranılan birbirlerinden bağımsız olarak ortaya koymak da mümkün değildir.

İnsanlar bundan yirmi yıl öncesine kadar hangi kültürel kimliğe ait olduğunu söylemeye çekinirken bugün artık kendi kültürel kimliğine sahip çıkma savaşı veriyor, Grup kimliği bilinci oluşan bu insanlar bulunduklan her yerde kültürel tabakalar oluşturuyor.

Binlerce yıl Anadolu'da kültürler karışarak, kaynaşarak birbirlerini etkilemişler bugünkü zengin Türkiye kültürünün oluşmasına kaynak olmuşlardır.

Kültürün dinamizmi ve değişkenliği temel ilkesiyle, kültürler birbirlerini etkilemişler, birbirlerinden etkilenmişler, buna karşın bir takım kültürel unsurlar bu etkileşimden daha az ya da daha çok etkilenerek yüzyılları aşıp çağımıza ulaşmışlardır. İşte bu, daha az etkilenen kültür unsurlarından yararlanarak etnik gruplar üzerinde çalışmak mümkün olmaktadır.

Konu, etnik yapı ve etnik yapılar üzerine çalışma olunca, elliye yakın etnik grubu bünyesinde taşıyor olması nedeniyle sadece Türkiye'deki bilim adamlarının değil dünyadaki bilim adamlarının da gözleri Anadolu'ya dönmüştür.

Anadolu'da yaşayan etnik gruplar; Abazalar "Biz Abazayız çünkü bizim kendimize ait bir dilimiz var", Yahudiler "Bizim dinimiz farklı" Ermeniler "Bizim aynı atadan geldiğimize inandığımız bir soy mitimiz var" Hemşinliler "Bizim kendimize ait bir adımız var bize Hemşinli derler" yanıtını veriyorlar. Kendi kültürel kimliklerinin belirleyici özelliğini, üstüne basa basa söylüyorlar. Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi etnik kimliklerinin belirleyici özelliği olarak, daha önce belirttiğimiz yüzyılları aşıp, en az etkilenerek günümüze ulaşan kültürel unsurlar karşımıza çıkıyor.

Gruplar ister Abaza, ister Gürcü ister Ermeni isterse Hemşinli olsun önce kendi etnik kimliklerini açıkladıktan sonra, "ama biz yıllardır bu topraklarda yaşıyoruz biz de Türküz" diyorlar.

Rize/Pazar/Akbucak, Ortayol ve Uğrak Köyleri’nin Etnik Yapılarını kapsayan çalışmam genel anlamda konuyu yakından ilgilendiren kavramları, Hemşin etnik grubunun Türkiye sınırlan içindeki dağılımım ve araştırma bölgesi olan Rize ili Pazar ilçesi içindeki dağılımı ve Hemşinlilerin tarihçesini, Hemşin etnik kültürünü, dinsel yapışım, dil özelliklerini, ekonomik yapışım, sosyal ve toplumsal örgütlenmesini, aile ve akrabalık ilişkilerini, mülkiyet ve mirasın yamsıra maddî ve manevî alandaki geleneksel kültürel unsurları da içermektedir.

Etnikliğin en önemli özelliği kavramlar bölümünde de belirttiğim gibi, kollektif bir ad, ortak bir soy miti, dili ve dini, paylaşılan tarihi amlar, ortak kültürü farklı kılan bir ya da birden fazla özellik, bir toprak parçasına bağlılık ve nüfusun önemli kesimleri arasında dayanışma duygusudur.

Bu özellikler etnikliğin belirleyici özelliği olup, bir topluluğa etnik grup demek için bu maddelerin hepsinin bir arada olması gerekmez. Bir etnik grup bu özelliklerin ne kadar çoğuna sahipse o oranda etnik kimliğini daha belirgin olarak ortaya koyması söz konusudur.

Üç Hemşin köyünün etnik yapılarını içeren çalışmam, tarihi kaynaklara dayalı bir köken araştırması ve bu etnik grubun ne zaman, nasıl ve nerede oluştukları değildir.

Bu çalışma etnik bir grup olan Hemşinliler’in kültürel yapılarını içermektedir. Geçmişte etnik yapı denince ilk akla gelen söz konusu toplumun fizyolojik özellikleriydi. Ancak günümüzde bu eğilim kültürel boyuta doğru kaymış, sosyal ve kültürel yapı ön plana çıkmıştır. Ayrıca fizyolojik özellikler birtakım ölçümleri gerektirdiği için fizik antropologların uzmanlık alanına girmektedir. Dolayısıyla tez Hemşin etnik grubunun sosyal ve kültürel yapısını içermektedir.

Akbucak, Ortayol ve Uğrak köylerinde yaşayan halk: Kollektif bir adının olması, aym tarihi anılan paylaşması, ortak kültürü farklı kılan bir ya da birden fazla kültürel unsurunun bulunması, nüfusun önemli kesiminde dayamşma özelliğinin varlığı ve bir toprak parçasına bağlılık gibi nedenlerden dolayı bir etnik gruptur ve burada yaşayan halk kendini Hemşinli olarak tanımlamaktadır. Bu çalışmada, Hemşin etnik yapışım ana hatlanyla vermeyi amaçladım. Kültürel yapıyı alanda olduğu gibi derledim ve derlediğim gibi aktardım.

Halkbilimsel bir araştırma olan bu çalışmada; etnik yapıyla ilgili derlemede önce Hemşinli olduğunu söyleyen yöre halkı bunu "biz Türküz diye pekiştirmektedir. Farklı bir ağızla Türkçe konuşan ve din etkisinin fazla olmamakla beraber İslam dininin Sünni mezhebinden olduğunu söyleyen yöre halkı" dilimiz Türkçe, dinimiz Müslümanlık öyleyse biz de Türk'üz diyorlar.

Üstüne basa basa Türk olduklarım, Oğuz boylarından olduklarını söyleyen yöre halkı; eskiden kendi yaşadıkları bölgede Ermeniler’in yaşadığını kabul ediyor fakat Ermeni kökeninden geldiklerini kesinlikle reddediyorlar.

Kendilerini Türk kabul eden yöre halkı etnik kimlikleri gereği kendilerine özgü kültürel yapıyı sergileyerek köyde ve kentte kendi etnik gruplarından oluşan tabakalaşmalar meydana getirmeye özen gösteriyorlar. Özellikle kent yaşamında ekonomik anlamda tabakalaşmalar oluşturarak diğer gruplara karşı güçlü olmayı amaçlıyorlar.

Yöre halkının geçmişten günümüze hiç değişmeden gelen geçim kaynağı köye dayalı ekonomi ve gurbetçiliktir. Çarlık döneminde Rusya'ya çalışmaya giden Hemşin erkekleri, Rusya'da rejimin değişmesiyle birlikte Anadolu'nun büyük kentlerine gitmeye başladı. Bu gurbetçilik zamanla, köyden kente hızlı bir Hemşin göçünü beraberinde getirdi.

Ancak Anadolu'nun büyük kentlerinde görülen köyden kente göçle eş tutulmayacak bir göçtü Hemşin göçü. Anadolu'nun diğer yörelerinde tarlasını satan köylü şehrin yolunu tutuyor, bundan somaki tüm yaşamım şehir üstüne kuruyor. Oysa Hemşinli bağını bahçesini evini geri dönmek üzere terkedip şehre göçüyor. Çünkü yöre halkı ata malım, baba malım satamıyor. Bu türden davranış ayıp sayılıyor, kınanıyor.

Yöre inşam Hemşinli, bir tek noktada birleşir, düşüncesi bir noktada odaklaşır: Şehirde çok zengin olsalar da, ev, yer sahibi olsalar da dönüp dolaşıp gelecekleri yer baba toprağıdır. Kendileri için bir tür güvence gördükleri ata toprağım kutsal sayıyor, öldükten soma da yine bu topraklara gömülmek istiyor. Bu nedenle yöre halkı yaşamının yansım şehirde geçirirse, yansım köyde geçiriyor. Bağına, bahçesine sahip çıkıp evinin bakımım yapıyor, böylece köyden bağım koparmayarak kendinden somaki kuşaklara kültürel değerlerini aktanyor.

Şehirde kendi etnik grubu dışında şehirli gibi yaşayan kent insanından kolay kolay ayırdedilemeyen Hemşinli, köy ortamında konuşmasıyla, yaşam tarzıyla, etnik kimliğinin gerektirdiği davranış kalıplanın gösteriyor.

Köy ve şehir yaşamının iç içe olduğu Hemşin kültüründe değişimi gözlemek mümkün. Ancak, yöredeki Hemşin grubu maddi alandaki kültürel unsurlan değiştirmekte daha esnek görünürken, inançlanna, gelenek ve göreneklerine, dış etkilerin yoğun olmasına karşın bağlı bir görünüm sergiliyor. Çocuklanm Hemşin kültürüyle yetiştiriyor.

Ekonomik anlamda; yurt ekonomisine katkı sağlayan ve resmî eğitimden yararlanarak devletin üst kademelerine gelmiş olan yöre inşam kendini aşmış, etnik bir azınlık olmalanna karşın toplumla bütünleşmiş görünüyor.

Etnik bir azınlık olmanın rahatsızlığı Hemşinliler üzerinde gözlenmiyor. Kendilerini Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak kabul ediyor, buna karşın kendi etnik kimliklerine sahip çıkıyorlar. Bu türden faaliyetlerini demekler yoluyla örgütlenerek gerçekleştirdikleri kültürel etkinliklerle sürdürüyorlar.

Elliye yakın etnik grubun yaşadığı Anadolu, diğer ülkelere göre farklı olan bu özelliğinden dolayı zaman zaman kaygılar, problemler yaşamaktadır. Ancak unutulmaması gereken bir gerçek var ki Anadolu kültürü bu özelliğinden dolayı, çeşitlenmiş, zenginleşmiş, renklenmiş, bir anlamda evrensel boyut kazanmıştır. Bu nedenle yanlızca Anadolu kültürünü, özümseyerek anlamak, çözümleyerek yorumlamak bile evrensel kültüre ulaşmada temel oluşturacaktır.

ÖZET

Anadolu geçmişten günümüze uzayıp gelen çeşitli uygarlığa, klana yurtluk etmiştir. Binlerce kavim gelmiş geçmiş hepsi bir şeyler katmış Anadolu’ya. Bundan dolayıdır ki; Anadolu kültürünü bu çeşitliliği gözönünde bulundurarak değerlendirmemiz gerekir.

Türkiye sınırlan içerisinde; Azerisiyle, Gürcüsüyle, Kürdüyle, Çerkeziyle, Lazıyla, Hemşinlisiyle ve sayamadığımız birçok etnik grup yaşamaktadır.

Türkiye kültürünü tanımak, anlamak, yorumlamak ve bilimsel boyutlarda değerlendirebilmek için günümüzde ulusal ve uluslararası ilişkiler konjonktüründe “kimlik”, "Milli kimlik", "Etnik yapı", "Etnik Grup" gibi kavramlann bilinmesi gerekir. Özellikle kırkı aşkın etnik grubu bünyesinde banndıran Anadolu'da bu kavramlann açıklık kazanmasına yönelik yapılacak olan bilimsel çalışmalann gereği birinci derecede önemlidir.

Dünyada meydana gelen yeni oluşumlar Sovyet Rusya'nın yeniden yapılanma sürecine girmesi ve Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklannı ilan etmesiyle yeniden milliyetçilik akımı gündeme gelmiş, bu akım beraberinde aslında her zaman var olan "kimlik" arayışım daha belirgin olarak ortaya çıkartmıştır.

Rize/Pazar Akbucak, Ortayol ve Uğrak Köyleri’nin Etnik Yapılan adlı araştırmada bir etnik grubun ne zaman ve nasıl meydana geldiğinden çok, araştırma yöresindeki Hemşin etnik grubunun Türkiye sınırlan içerisinde kendilerini ne olarak kabul ettikleri ve hangi kültürel kimliği benimsedikleri üzerinde durdum, ikinci olarak Hemşin etnik grubunun kültürel yapılannı genel hatlanyla vermeyi amaçladım. Son olarak da köy-şehir ilişkisinin yoğun olduğu yöre insamnın kendi kültürel unsurlannı özde konıyarak yeni bireşimlere ulaştıklanm saptayarak Hemşin etnik kültüründe daha çok ekonomik nedenlerden kaynaklanan değişimi vermeye çalıştım.

Türkiye'de çok küçük bir azınlık olan Hemşin Etnik Grubunun kültürel unsurlarını içermekte, Rize/Pazar Akbucak Ortayol ve Uğrak Köyleri'nin Etnik Yapılan adlı bu çalışma bilimsel tartışma ve çözümlemeleri içermeyen durum saptama niteliğinde bir araştırmadır.

Anadolu'da yaşayan etnik gruplar: Abazalar,"Biz Abazayız çünkü bizim kendimize ait bir dilimiz var", Yahudiler,"Bizim dinimiz farklı" Ermeniler , “Bizim aynı atadan geldiğimize inandığımız bir soy mitimiz var”, Hemşinliler, Bizim kendimize ait bir adımız var bize Hemşinli derler" yanıtını veriyorlar.

Rize/Pazar/Akbucak, Ortayol ve Uğrak Köyleri’nin Etnik Yapılanın kapsayan çalışma genel anlamda konuyu yakından ilgilendiren kavramlar. Hemşin Etnik Grubunun Türkiye sınırlan içindeki dağılımım ve araştırma bölgesi olan Rize ili Pazar ilçesi içindeki dağılımım, genel olarak bölgenin ve Hemşinlilerin tarihçesini, Hemşin etnik kültürünü, dinsel yapışım, dil özelliklerini, ekonomik yapışım, sosyal ve toplumsal örgütlenmesini, aile ve akrabalık ilişkilerini, mülkiyet ve mirasın yamsıra maddi ve manevi alandaki kültürel unsurlan da içermekte.

Etnikliğin en önemli özelliği; kollektif bir ad, ortak bir soy miti, paylaşılan tarihi anılar ortak kültürü farklı kılan bir ya da birden fazla özellik, özel bir yurtla bağ ve nüfusun önemli kesimleri arasında dayamşma duygusudur. Bu özellikler etnikliğin belirleyici özelliği olup, bir topluluğa etnik bir grup demek için bu maddelerin hepsinin bir arada olması gerekmez. Bir etnik grup bu özelliklerin ne kadar çoğuna sahipse o oranda etnik kimliğini daha belirgin olarak ortaya koyar.

Üç Hemşin köyünün etnik yapılarım içeren çalışma tarihi kaynaklara dayalı bir köken araştırması olmayıp bu etnik grubun ne zaman, nasıl ve nerede oluştukları değildir.

Akbucak, Ortayol ve Uğrak köylerinde yaşayan halkın kollektif bir adının olması, aynı tarihi anılan paylaşması, ortak kültürü farklı kılan bir ya da birden fazla kültürel unsurunun bulunması, nüfusun önemli kesiminde dayanışma özelliğinin varlığı gibi nedenlerden dolayı bir etnik gruptur ve burada yaşayan halk kendini Hemşinli olarak tanımlamaktadır.

Bu çalışmada Hemşin etnik yapısı ana hatlarıyla verilmiştir. Kültürel yapı, alanda olduğu gibi derlenmiş, derlendiği gibi aktarılmıştır.

Araştırma yöresinde Hemşin etnik kimliğine sahip çıkan halk, hemen ardından "Biz Türkiye'de yaşıyoruz, dilimiz Türkçe, dinimiz Müslümanlık bu nedenle biz kendimizi Türk kabul ediyoruz" diye pekiştiriyorlar.

Elliye yakın etnik grubun yaşadığı Anadolu, diğer ülkelere göre farklı olan bu özelliğinden dolayı zaman zaman kaygılar, problemler yaşamaktadır.Ancak unutulmaması gereken bir gerçek var ki Anadolu kültürü bu özelliğinden dolayı zenginleşmiş, renklenmiş, çeşitlenmiş bir anlamda evrensel boyut kazanmıştır. Bu nedenle yalnızca Anadolu kültürünü özümseyerek anlamak, çözümleyerek yoıumlamak evrensel kültürüne ulaşmada temel oluşturacaktır.

EK-1
FOTOĞRAFLAR




Heyelan Sonunda Yıkılan Köy Yolu

Dereden Geçit Sağlamak İçin Köylüler Tarafından
Yapılan İlkel Köprü


252




Hemşin Kültüründe Çocuk

Balık Tutmaya

G i derken






Kapı Girişine Asılan Yaban Geyiği Boynuzu

Ev İçi Tavan Süslemesi


Serenden

Kenaf (Hayvan Yeminin Depolandığı Yapılar)

Yay la Evleri

Kapı Girişi


Odunluk (Evin Ön Girişindeki Boşluk)

Köy Değ i rmen i





Betonlaşmaya Dönüşen

Mimari Örnekleri


Betonlaşmaya Dönüşen Mimari

268


Halk Ekonomisinde

Kad ı n

Hayvanlara MdI (Yapraklı dal)

Get i r i rken

Bahçeden Topladığı Çay i Çaya I ı m ev i ne Göt ürürken




Bahçenin Pouş Edilmesi


Hemşin Kültüründe Kadın

Eskiden Kullanılan Zincir ve Ev İçindeki "Ocak I ık" Görüntüsü


Komşusundan Yayık (Heneçi ) Ödünç Alan Hemşin Ebesi .

Yayık (Heneçi) Kuran Hems i n Kad mı.





Mısır Ekmeği Hamurunun Hazır lan ışı

Pelekide Ekmek Yapımı


Yayıktan Çıkan Yağın Yıkanıp Tuzlanması

Peyn i r Yapı mı

Yörede Bütün Evlerin Mjtfağında Bulunan PiI i ta (Soba)

Eski İle Yen i Bi rarada

Halk Çalgısı "Tulum" ve Tulum Eşi iğinde Horon Oynayan Hemşinliler



Yörede İçine Peynir ve Yağ Koymak İçin halk tarafından Yapılan "Kadın"

Günlük Yaşamda Hemşin Ebesi


Kahvaİtişini Yapıp Dağa

Çayır Biçmeye Giden Hemşin Ebesi







EK-2
HARİTALAR

287






Rize ili (Arıcı, 1992: 251.

MUZAFFER ARICI


Hemşinliler’in dağılımı (Soysu, 1992:124. s.)


292


Hemşinliler’in yerleşim alanları.


294

a Pazar ilçesinde Laz Köyleri


A.Ü.Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Coğrafya Bolünü'nde çizilmiştir.

EK-7

HEMŞİN ÇORAP ÖRNEKLERİNİN ÇİZİMLERİ




Kalp

















































Kısaltmalar

K.K.

: Kaynak kişi

D.T.

: Doğum Tarihi

D.Y.

: Doğum Yeri

Ö.D.

: Öğrenim Durumu

M.

: Mesleği

M.H.

: Medeni Hali

ÎO

: İlkokul

ÖY

: Öğrenimi yok

00

: Ortaokul

L

: Lise

OYV

: Okuma yazma var

OYY

: Okuma yazma yok

İs.

: Adı Soyadı

vb.

: Ve bunun gibi

G.N.S.

: Genel Nüfus Sayımı

YO

: Yüksek Okul


KAVNAKÇA

ACIPAYAMLI, Orhan: Türkiye'de Doğumla İlgili Adet ve İnanmaların Etnolojik Etüdü. Erzurum 1961 141 s. A.Ü Eğitim Fakültesi Yayınlan

AKALIN, C. Sami: Alkışlar Kargışlar. Ankara 1990 Gazi Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Matbaası 272 s. Kültür Bakanlığı Halk Kültürlerini Araştırma Dairesi Yayınlan: 130 Halk Edebiyatı Dizisi: 36

AKALIN, Mehmet: Tarihi Türk Şiveleri, Ankara 1988, 2. bsm Ankara Üniversitesi Basımevi, 276 s.

AKÇAM, Taner: Kollektif Kimlik Üzerine Bazı Genel Tespitler. Birikim Özel Sayı 2. bsk. 71-72 sayı 1995 31. - 33. s.

AKÇAM, Taner: Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu. 2. bsm. İstanbul 1993 Sema Ofset 224 s. Araştırma İnceleme Dizisi: 23

AKGÜL, Necmi: Rize Manileri, İzmir 1985, Fatih Matbaası 304 s.

AKKAN, Erdoğan: Karadeniz Oluşumu Hidrografik Özellikleri - I -, Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri, Samsun 1968, Eser Matbaası 1-7 s.

AKSAMAZ, Ali İhsan: Kafkasya Kültür Kökenli Bir Topluluk LAZLAR. Birikim Özel Sayı 2. bsk. 71-72 sayı 1995 128.-137. s.

AKŞİT, Bahattin: Köy Kasaba ve Kentlerde Toplumsal Değişme. Ankara 1985 Çağ Matbaası 250 s.

ALAGÖZ, Cemal Arif: Anadolu'da Yaylacılık. Ankara 1939 (b.e.y) 40 s.

ALEMDAR, Hamdi: Rize İli 100. yıl Örnek Köyü Çimil Rehberi, (b.y.y) (b.t.y) (b.e.y) 193+H.s.

ANDREWS, Peter Alford: Türkiye'de Etnik Gruplar. Çev.: Mustafa Küpüşoğlu İstanbul 1992 Gül Ofset 320 s. Bilim ve Araştırma Dizisi: 10

APPELBAUM, Richard P.: Toplumsal Değişim Kurandan. Çev.: Türker Alkan Ankara (t.y) Saydam Matbacılık 120 s. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlan: 20

ARICI, Muzaffer: Her Yönüyle Rize. Ankara 1993 Odak Ofset Matbaacılık 232 s.

ARLI, Mustafa: Türk El Sanatlan Atlası Üzerine Yöntem ve Öneriler. IV Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri V. Cilt. Ankara 1992 23. -28. s.

AVCIOĞLU, Doğan:Türklerin Tarihi. İstanbul 1992 Yaylacık Matbaası 1062s.

AYDIN, Mehmet: Bayat Boyu ve Oğuzlann Tarihi. Ankara 1984 Çağ Matbaası 156 s.

AYDIN, Suavi: Etnik Bir Ad Olarak Türk Kavramının Genişletilmesi Üzerine. Birikim Özel Sayı 2.bsk. 71-72 sayı 1995 50.-64. s.

BAHRİ, Muallim Haşan: Anadolu Köy Düğünleri. Günümüz Türkçesiyle Yayına Hazırlayan: Güner Semikli. Ankara 1979 Şafak Matbaası 24 s.

BALAŞOĞLU, N.: Karadeniz Destan ve Deyişleri, İstanbul 1946, Sebat Basımevi 111 s.

BAYRI, Mehmet Halit: Rize Manileri. Halk Bilgisi Haberleri, 2.y. 18.S. 1931 121.-124. s.

B AL AMAN, Ali Rıza: Sosyal Antropolojik Yaklaşımla Evlilik Akrabalık Türleri. İzmir 1982 Karınca Matbaacılık 119 s.

BEŞİKÇİ, İsmail: Doğu'da Değişim ve Yapısal Sorunlar (Göçebe Alikan Aşireti). Ankara 1989 Doğan Yayınevi 350 s.

BEŞİKÇİ, İsmail : Doğu Anadolu'da Göçebe Kürt Aşiretleri. Ankara 1992 Yurt Kitap Yayın Aydınlar Matbaacılık 140 s.

BİLAN, N. Şimşir: Osmanlı Ermenileri. Ankara 1982 Olgaç Basımevi 507 s.

BİLGİN,Nuri: Kimlik Sorunu. İzmir 1994 Etki Matbaası 275 s.

BIJIŞKYAN, F. Minas: Karadeniz Kıyılan Tarih ve Coğrafyası. Çev.: Hrand D. Andreasyan, İstanbul 1968, Edebiyat Fakültesi Basımevi, 132 s.

BORA, Taml : Türkiye'de Milliyetçilik ve Azınlıklar. Birikim Özel Sayı 2. bsk. 71-72 sayı 1995 34.-40. s.

BORAT AV, Pertev Naili: 100 Soruda Türk Folkloru. İstanbul 1984 Gül Matbaası 265 s.

BOZKURT, Yakup: Bizden. Hemşin 8. sayı 13. yıl 1974 40. s.

BRENDEMOEN, Bemt: Trabzon Ağızlanndan Zaman Kipleri Üzerine Bir Not, İstanbul 1987. Beşinci Milletlerarası Türkoloji Kongresi Edebiyat Fakültesi Basımevi 33-40. s.

BRENDEMOEN, Bemt:    Pronominalsyntax in den Türkischen

Schwarzmeerdialekten: Syntaktische Inno vation öder Archaismus. Sprach-und Kulturkontakte der Türkischen Volker Materialien der zweiten Deutschen Turkologen Konferans Raischholzhausen 13-16 Julı 1990, Harrossovvitz Verlag - Wiesbaden 1993 51-73. s.

BRIFFAULD, Robert: Analar. Çev. : Şemsa Yeğin İstanbul 1990 Tuba Matbaası 349 s. Çağdaş Kadının Kitapları: 14

BRYER, Anthony: Greeks and Türkmens The Pontic Exception Dumburton Vaks Pupers 1975 XXIX: 115-151. s.

BRYER, Anthony: Peoples and Settlement in Anatolia and the Caucasus 800- 1900 London 1988 VARIORUM REPRİNTS London 1988 365. s.

BRYER, Anthony: The Empire of Trebizond and the Pontus. London 1980 VARIORUM REPRİNTS 190 s.

BRYER, Anthony: Ecupes and Epithalamy in Pourteenth Century Trebizon. Athens 1980 347-352 s.

CAFEROĞLU, Ahmet: Anadolu İlleri Ağızlarından Derlemeler, İstanbul 1951, Orman Yalçın Matbaası, 288 s.

CAFEROĞLU, Ahmet: Kuzey-Doğu İlleri Ağızlarından Toplamalar. İstanbul 1946 Burhanettin Erenler Matbaası 355 s.

CAFEROĞLU, Ahmet: Doğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar. İstanbul 1942 Burhanettin Basımevi 296 s.

CHALLAYE Feliden : Dinler Tarihi. Çev.: Semih Tiryakioğlu. İstanbul 1972 Dilek Matbaası 303 s.

CÖHÇE, Salim: Doğu Karadeniz Bölgesinin Türkleşmesinde Kapçakların Rolü. 1. Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri Samsun 1988, Eser Matbaası, 477-484. s.

ÇAKIR, Sabri: Doğu Karadeniz Bölgesinde Yaylacılık ve Bektaş Yaylası. 1. Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri, Samsun 1988 Eser Matbaası 311-323. s.

ÇANDARLIOĞLU, Gülçin: Karadeniz’in Kuzey Bölgesinin Türkleşmesi. I. Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri, Samsun 1988 Eser Matbaası 9-16. s.

ÇEÇEN, Anıl: Kültür Politikası. Ankara 1984 Doğuş Matbası 261 s.

ÇİLOĞLU, Fahrettin: Yüksek Dağların Sahibi Hemşinliler. GLOBE l.sayı Eylül 1993 48. s.

DEMİRHAN, Selahattin: Köy Nasıl Tetkik Edilmelidir. İstanbul 1942 Kültür Basımevi 32 s.

DUMEZIL, Georges: Documents Anatoliens Surles Langues Et les TRADITIONS DU CAUCASE IV - REGITS LAZES (DIALECTE D’ARHAVİ) Paris 1967 PRESSES UNIVERSS TASRES DE FRANCE 176 s.

DUMEZIL, Georges: Documents Anatoliens Sur Les Langues Et LES TRADITIONS DU CAUCASE Paris 1960 115 s.

DUMEZIL, Georges: Notes Sur le Parter d’un Armenien Müslüman de Hemşin Momeries LVII, 4; 5-52 s.

DUMEZIL, Georges: Documents Anatoliens Surles Langues Et Les Tradıtıons Du Caucase V. Paris 1969, 200 s.

ELÇİN, Şükrü: Halk Edebiyatına Giriş. Ankara 1980 Sevinç Matbaası 758 s. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınlan Kültür Eserleri Dizisi: 52

EMİROĞLU, Mecdi: Bolu’da Yaylalar ve Yaylacılık, Ankara 1977, Ankara Üniversitesi Basımevi 238. s.

ERBEK, (GÖKBUKET) Mine: Geleneksel Anadolu Giysileri ile Sahne Düzenine Uyarlanmış Halk Dansları Kostümleri. IH. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri IV. cilt Ankara 1987 117.- 120.S.

ERCÜMENT, Sibel: XIX. Yüzyıllarda Batılı Seyyahlara Göre Orta ve Doğu Karadeniz H.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi 171. s.

ERDENTUĞ, Nermin: Sün Köyünün Etnolojik Tetkiki. Ankara 1959 Aydınlık Matbaası 56 s.

ERTENTUĞ, Nermin: Hal Köyünün Etnolojik Tertiki. 2.bsm. Ankara 1963 DTCF Basımevi 106 s. A.Ü. DTCF Yayınlan No: 108

ERGINER, Gürbüz: Uşak Halk Takvimi Halk Meteorolojisi. Ankara 1984 TTK Basımevi 149 s. Kültür ve Turizm Bakanlığı Mifad Yayınlan: 58 Gelenek Görenek İnançlar Dizisi: 1

ERÖZ, Mehmet: Türk Ailesi. İstanbul 1977 Milli Eğitim Basımevi 45s.

ERSOY, G. Erhan: Sosyal Kültürel Değişim Sürecinde Hemşin’de Yaylacılık. H.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi 168 s.

ERSOY, G. Erhan: Hemşinli Etnik Kimliğine Antropolojik Bir Bakış. Birikim Özel Sayı 2. bsk. 71-72. sayı 1995 139.-143. s.

ERUZUN, Cengiz: Doğu Karadeniz'de Serenderler. I. Uluslararası Türk Folklor Kongresi Bildirileri V. cilt Ankara 1977 125.-140. s.

EYÜPOĞLU, İsmet Zeki: Karadeniz Aşk Türküleri.. İstanbul 1976 Hilal Matbaacılık 135 s.,

FİSCHER, Emst: Sanatın Gerekliliği. Çev.: Cevat Çapan Ankara 1985 Sevinç Matbaası 246 s.

GOLDSTEIN, Kenneth S. : Sahada Folklor Derleme Metodlan. Çev. : Prof. Dr. A.E. Uysal 2. bsm Ankara 1983 Başbakanlık Basımevi 128 s. Kültür ve Turizm Bakanlığı MİFAD Yayınlan: 49 Klavuzlar Tarihçeler El kitaptan Dizisi: 4

GÖKBİLGİN, M. Tayyib: XVI Yüzyıl Başlannda Trabzon Livası ve Doğu Karadeniz Bölgesi Belleten 1962, XXVI. 101-104: 293-337 s.

GÜLAS, Cemal: Bulutlar Ülkesi Hemşin. Atlas 1. sayı Nisan 1993 10.-24. s.

GÜLENSOY, Tuncer: Karadeniz Ağızlanna Toplu Bir Bakış, I. Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri, Samsun 1988, Eser Matbaası, 205-209. s.

GÜLEÇ, Cengiz : Kültürel Kimlik Krizi. Ankara 1992 Feryat Matbaası 159 s.

GÜLEÇ, Cengiz: Karadeniz Kültürü ve Kişiliği Üzerine Bazı Düşünceler. 1. Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri. Samsun 1988. Eser Matbaası 199-204 s.

GÜNAY, Turgut: Rize İli Ağızlan. Ankara 1978 Ankara Üniversitesi Basımevi 340 s. Kültür Bakanlığı MİFAD Yayınlan: 27 Halk Eedebiyatı dizisi: 4

GÜRÜN, Kâmuran: Ermeni Dosyası. Ankara 1988 Olguç Basımevi 411 s.

GÜVENÇ, Bozkurt: Kültür Konusu ve Sorunlanmız. 2. bsm. İstanbul 1983 Evrim Matbaacılık 164 s.

GÜVENÇ, Bozkurt: İnsan ve Kültür. 4. bsm. İstanbul 1984 Evrim Matbaacılık

452 s.

GÜVENÇ, Bozkurt: Türk Kimliği, Kültür Tarihinin Kaynaklan. Ankara 1993 438 s. Kültür Bakanlığı Yayınlan Yayınlar Dairesi Başkanlığı İnsanlık Tarihi Dizisi: 2

HABİÇOĞLU Bedri: Kafkasyadan Anadoluya Göçler. İstanbul 1993 Acar Matbaacılık 187 s.

HANÇERLİOGLU, Orhan: İnanç Sözlüğü. İstanbul 1975. Yükselen Matbaacılık. 861. s.

HANÇERLİOGLU, ORHAN: Ekonomi Sözlüğü. İstanbul 1986 Evrim Matbaacılık 606 s.

HECLKMANN, Yalçın Lale: Ulus Millet Azınlık Etnik Grup ve Kültür Kavranılan Üzerine. Birikim Özel Sayı 2. bsk. 71-72 sayı 1995 81.- 85. s.

HOBSBAWM, E.J. : Milletler ve Milliyetçilik. Çev.: Osman Akmbay. İstanbul 1993 Renk Basımevi: 224 s. Aynntı Yayınlan: 74 Tarih Dizisi: 4

İNAN, Abdulkadir: Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar, Ankara 1995 Türk Tarih Kurumu Basımevi 229. s.

KARPUZ, Haşim : Rize. Ankara 1992 Türk Tarih Kurumu Basımevi 182 s. Kültür Bakanlığı Yayınlan Tanıtım Eserleri Dizisi / 48

KARPUZ, Haşim: Halk Mimarisinde Ahşap Yığma "Çantı" Yapılar. IH. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri. V. cilt Ankara 1987 165.-181. s.

KAYA, Azat: Rize'de Yaylacılık. Türk Halk Kültüründen Derlemeler Kültür Bakanlığı MİFAD Yayınlan Ankara 1992 71. -77. s.

KAYA, Azat: Rize Taşköprü Köyünde Atma Türkü Geleneği ve Atma Türkülerden Bazı Örnekler. Türk Halk Kültüründen Derlemeler. Ankara 1993. Kültür Bakanlığı HAGEM Yayınlan 91. - 111. s.

KAZMAZ, Süleyman: Rize Yemekleri ve Yemek Kültürü. Ankara 1992 Odak Ofset Matbaacılık 266 s.

KAZMAZ, Süleyman: Rize Halk Şairleri ve Halk Kültürü. Ankara 1987 (b.e.y) 205 s. Rize Halk Oyunlar Tanıtma Turizm Kalkındırma ve Dayanışma Demeği. Kültür Yayınlan: 1

KEATING Michael: Azınlık Milliyetçiliği ve Devlet: Avrupa Örneği. Çev.: Osman Akınhay. Birikim Özel 2. baskı Sayı 71-72 sayı 1995 233.256.S.

KIRZIOĞLU, Fahrettin: Karadeniz Bölgesi Türk Boylanndan Lazlar ve Hemşinlilerin Tarihçesi. Ankara 1994. Rizeliler Kültür ve Dayanışma Demeği Yayım 16 s.

KIRZOĞLU, M. Fahrettin: Rize ve Dolaylannda Bilinmeyen Tarih Gerçekleri. Ankara 1992 Emel Matbaacılık 5.s.

KIRZIOĞLU, M. Fahrettin: Eski - Oğuz (Arsaklı - Part) Kalıntısı Hemşinliler. Hemşin 13. yıl 8. sayı 1974 75. - 80. s.

KIRZIOĞLU, M. Fahrettin: Kars Tarihi. İstanbul 1953 1. cilt Işık Matbaası 608 s. H.

KIRZIOĞLU Görgünay Neriman: Anadolu Geleneksel Kadın Başlıklan. IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri. V. cilt Ankara 1982 133.-140.s.

KOCH, Kari: Rize (1943-1944 Yıllarındaki Seyahatnamesinin Rize Bölümü).

Çev.: Tahir Deveci Ankara 1991 Odak Ofset 81 s.

KONGAR, Emre: Kültür Üzerine. İstanbul 1984 Can Matbası 237 s.

KONGAR, Emre: Demokrasi ve Kültür. İstanbul 1992 Evrim Matbaacılık 22 İs.

KONGAR, Emre: Türkiye'nin Toplumsal Yapısı. İstanbul 1993 Evrim Matbaacılık 54 s.

KONGAR, Emre: Toplumsal Değişim Kurandan ve Türkiye Gerçeği. 4. bsm. İstanbul 1985 Evrim Matbaacılık 460 s.

KÖPRÜLÜ, M. Fuat: Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu. İstanbul 1981 Polat Ofset Basımevi 390 s.

KÖKTÜRK, Mustafa: Av Hayvanlan ve Avcılık, (b. y.y) 1946 S.Süreyya Bükey Basımevi 137 + 32 s.

KOŞ AY, H. Zübeyr: Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme. Ankara 1944 Maarif Matbaası 384 s.

KURAL ALANKUŞ, Sevda: Yeni Hayali Kimlikler ve Yurttaşlar Demokrasisi. Birikim Özel Sayı 2 bsk. 71-72 sayı. 1995 86.-101. s.

KURT, Ahmet: Karadeniz Bölgesi Sütçülüğü, 1. Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri Samsun 1988, Eser Matbaası, 83-95. s.

KUTLU, M. Muhtar: Şavaklı Türkmenlerde Konar Göçer Hayvancılık. Ankara 1987 Sevinç Matbaası 224 s. Kültür ve Turizm Bakanlığı MİFAD

Yayınlan : 84 Gelenek Görenek İnançlar Dizisi: 4

MERÇİL Erdoğan: Müslüman. Türk Devletleri Tarihi. Ankara 1993 Türk Tarih Kurumu Basımevi 411 s.

NİŞANCI, Ahmet: Karadeniz Bölgesinin İklim Özellikleri ve Farklı Yöreleri. 1. Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri Samsun 1988, Eser Matbaası, 223-231. s.

OĞUZ, Burhan: Türkiye Halkının Kültür Kökenleri. İstanbul 1976 İstanbul Matbaası 928+13 s.

OLCAY, Selahattin: Erzurum Ağzı İnceleme Derleme Sözlük, Ankara 1966, Ankara Üniversitesi Basımevi 130. s.

ORHONLU, Cengiz: Osmanlı İmparatorluğunda Aşiretlerin İskân Teşebbüsü. İstanbul 1963 Edebiyat Fakültesi Basımevi XVI +121 s.

ÖRNEK, Sedat Veyis: Türk Halkbilimi. Ankara 1977 Ajans - Türk Matbaacılık Sanayi 282 s. İş Bankası Kültür Yayınlan: 180 Folklor Dizisi: 4

ÖRNEK, Sedat Veyis: Geleneksel Kültürümüzde Çocuk. Ankara 1979 Saim Toraman Matbaası 413 s. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlan

ÖRNEK, Sedat Veyis: Sivas ve Çevresinde Hayatın Çeşitli Safhalanyla İlgili Batıl İnançlann ve Büyüsel İşlemlerin Etnolojik Tetkiki. 2.bsm. Ankara 1981 DTCF Basımevi 139 s. "A.Ü DTCF Yayınlan: 174"

ÖRNEK, Sedat Veyis: Anadolu Folklorunda Ölüm. 2. bsm. Ankara 1979 DTCF Basımevi 149 s. "AÜ. DTCF Yayınlan: 218"

ÖRNEK, Sedat Veyis: Etnoloji Sözlüğü. Ankara 1971 Ankara Üniversitesi Basımevi 268. s.

ÖRNEK, Sedat Veyis: 100 Soruda İlkelerde Din Büyü Sanat Efsane, l.bsm. Ankara 1971 Özaydın Matbaası 231 s.

ÖZBEL, Kenan: Anadolu Kadın Giysileri, (16. y.y.) (6.t.y.) C.H.P. Halkevleri Bürosu, 18 s + Çizim.

ÖZBEL, Kenan: Türk Köylü Çorapları. İstanbul 1976 Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlan 128. s.

ÖZDER, M. Adil: Türk Halkbilimde Düğün Evlilik Akrabalık Terimleri Sözlüğü. Ankara 1981 Aslımlar Matbaası 112. s.

ÖZGÜVEN, Orhan: Köyde Mimari Doğu Karadeniz. Ankara 1970 Afa Ofset Basımevi 108 s.

ÖZKAYA, Yücel: Arşiv Belgelerine Göre XVIII Yüzyıl ve XIX Yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermeniler’in Durumu. İstanbul 1984, Tarih Boyunca Türklerin Enneni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu Atatürk Üniversitesi Rektörlüğü Yayınlan, 149-158. s.

ÖZTELLİ, Cahit: Albastı, Alkansı, Korunma ve Tedavisi, TFAD 209. sayı, Aralık 1966 Yıl 13 Cilt 10 s. 4263-4265

REİNHARD, Kurt-Ursula: Auf der Fiedel Men. Volk Slieder von der Osttürkischen Schwazmeerbuste. Bedin 1968 Museum für Völkerkunde 383 s.

REİNHARD, Kurt: Türkische Musik Berlin 1962, Museum Für Völkerkunde 94. s.

SARI, Ergün: Anadolu Yaşamında Şamanizm Kalmtılan. TFAD 277. sayı Ağustos 1972, Yıl 24 Cilt 14 s. 6381-6383.

SAYGUN, A. Adnan : Rize ve Kars Havlisi Türkü ve Oyunları Hakkında Bazı Malumat. İstanbul 1973 Numune Matbaası 7İs.

SEFERCİOĞLU, Nejat: Türk Yemekleri (XVIII y.y. ait Yazma bir yemek risalesi ). Ankara 1985 Feryal Basımevi 101 s. Kültür ve Turizm Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi Yayınlan: 63 Gelenek Görenek ve inançlar Dizisi

SENCER, Muzaffer: Toplumbilimlerinde Yöntem. 3. bsm. İstanbul 1989 Sermet Matbaası 452 s.

SENCER, Muzaffer: Sosyal Sınıflar (Kriter ve Göstergeler) İstanbul 1974 1. bsm. Murat Matbaacılık 424 s.

SEVİM, Nurettin: Onüç Asırlık Türk Kıyafet Tarihine Bir Bakış. Ankara 1990 Sevinç Matbaası 151 s. +160 şekil

SMİTH, D. Anthony : Milli Kimlik. Çev.: Bahadır Sina Şener. İstanbul 1991. Şefik Matbaası 290 s.

SOLAK, Adnan: Gelenek Görenekleriyle Pazar (6 y.y.) (b.t.y) Gökhan Ofset 103 s.

SÖNERİ, Haşan: Karadenizden Sesler. Ankara 1947 Ankara Basımevi 395 s.

SÖZER, Ahmet Necdet: Kuzeydoğu Anadolu’da Yaylacılık, Ankara 1972, İş Matbaacılık 68. s.

SÜMER, Faruk: Oğuzlar ve Türkmenler Tarihleri: Boy Teşkilatı- Destanları. Ankara 1972 Ankara Üniversitesi Basımevi XXVI + 531 s.

SÜMER, Faruk: Anadolu'ya Yanlız Göçebe Türkler mi Geldi. Türk Tarih Kurumu Basımevi Ekim 1962 96. sayı 367. - 394. s.

SÜMERKAN, M. Reşat: Yayla Şenlikleri, Trabzon Kültür Sanat Yılhğı 87. s. İstanbul 1987 542-544.

SÜSLÜ, Azmi: Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı Ankara 1992 Sistem Ofset Matbaacılık 243 s. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü Yayın No. 5

ŞAPOLYO, Enver Behnan: Halk Ninnileri, Ankara 1937 (b.e.y.) 104. s.

ŞEN, Necati: Rize'den Beş Ev. İstanbul 1967. İstanbul Fono Matbası 45 s.

TAN, Nail: Folklor (Halkbilim) -Genel Bilgiler. İstanbul 1985 Halk Kültürü Yayınlan 135 s.

TARKAN, M. Tefik: Rize Hopa Coğrafi Etüdü. Erzurum 1993 Atatürk Üniversitesi Basımevi 80 s.

TAYLAN, Ertuğrul: Çokaklı Köyü Sosyo-Ekonomik Yapı ve Halk Kültürü Araştırması. Ankara 1995 Gözde Matbaası 158 s.

TEZCAN, Mahmut: Sosyal ve Kültürel Değişme. Ankara 1984 Ankara Üniversitesi Basımevi 160 s.

TİMUR, Serim: Türkiye'de Aile Yapısı. Ankara 1972 Doğuş Matbaası 234+1 s.

TURAN, Şerafettin: Türk Kültür Tarihi. İstanbul 1990 Olgaç Matbaası 357 s.

TURAN, Şerafettin: Karadeniz Ticaretinde Anadolu Şehirlerinin Yeri. 1. Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri Samsun 1988 Eser Matbaası 147-158. s.

TÜRKDOĞAN, Orhan: Malakanlann Toplumsal Yapısı. Kars İlinin Üç Köyünde Bir Rus Etnik Grubunun Sosyo Ekonomik Araştırması. Erzurum 1971 Atatürk Üniversitesi Basımevi 174 s.

TÜRKDOĞAN, Orhan: Köy Sosyolojisinin Temel Sorunları. 2. bsk. İstanbul 1977 Ebil Matbaacılık 528 s.

TÜRKDOĞAN, Orhan: Değişme Kültür ve Sosyal Çözülme. İstanbul 1988 Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı 201 s.

TÜRKOĞLU, Sebahattin:Tarih Boyunca Karadeniz Erkek Kıyafetleri. IV Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri V. cilt Ankara 1992 225. 233. s.

UÇAR, Ömer: Etnik Gruplar ve Tarihsel Eserler. Birikim Özel Sayı 2. bsk. 71- 72 sayı 1995 220. - 224. s.

UĞUROL, Barlas: Anadolu Düğünlerinde Büyüsel İnanmalar. Karabük 1974 Özer Matbaası 191 s.

VALİSİ, Muhammed -TANDİLAVA, Ali: Lazlann Tarihi. Çev.: Hayri Hayrioğlu İstanbul 1992 Anadolu Matbaası 192 s.

YANIKOĞLU, Aziz: Trabzon ve Havalisinde Toplanmış Folklor Malzemesi. İstanbul 1942 Kenan Matbaası 226 s.

YASA, İbrahim: Hasanoğlan Köyü. Ankara 1955 Doğuş Lid. O. Matbaası 290s.

YASA, İbrahim: Sindel Köyünün Toplumsal ve Ekonomik Yapısı. Ankara 1960 Balkanoğlu Matbaası 144 s.

YAVUZ Edip: Tarih Boyunca Türk Kavimleri. Ankara 1968 Kurtuluş Matbaası 427 s.

YEDİYILDIZ, Bahaeddin: ÜSTÜN, Ünal: Ordu Yöresi Tarihinin Kaynaklan.

Ankara 1992 Türk Tarih Kurumu Yayınlan 688 s.

YEDİYILDIZ, Bahaeddin: Ordu Yöresine Ait Bazı Folklor Unsurlarının Tarihi Kökenleri Ankara 1987 IH. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri Gelenek Görenek İnançlar Dizisi, Başbakanlık Basımevi 439- 446. s.

YEDİYILDIZ, Bahaeddin: Ordu Kazası Sosyal Tarihi Ankara 1985 Sanem Matbaası 278 s.

YILMAZ, Mithat: Elazığ’da El Kansı İnanması TFAD 215. Sayı Haziran 1967 Yıl: 18 Cilt 10 s. 4131-4132.

Türk Folklor ve Etnografya Bibliyografyası. I. cilt Ankara 1978 Başbakanlık Basımevi 521 s.

Türk Folklor ve Etnografya Bibliyografyası. II. cilt Ankara 1978 Başbakanlık Basımevi 124 s.

Türk Folklor ve Etnografya Bibliyografyası. III. cilt. Ankara Üniversitesi Basımevi 466 s.

Türk Yer Adlan Sempozyumu Bildirileri. Ankara 1984 Başbakanlık Basımevi 288 s.

Türk Mutfağı Sempozyumu Bildirileri. Ankara 1982 Ankara Üniversitesi Basımevi 257 s.

Türkçe Sözlük. Ankara 1988 Türk Tarih Kurumu Basımevi I. n. Cilt

Büyük Larousse (Sözlük ve Ansiklopedisi) İstanbul 1986 Milliyet Gazetecilik A.Ş.

İslam Ansiklopedisi. Maarif Basımevi İstanbul 1957 7. cilt.

Rize H Yıllığı. 1973

Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü, Ankara 1963, Türk Dil Kurumu Basımevi.

Köy Envanter Etüdlerine Göre Rize 1972, Köy İşleri Bakanlığı Yayınlan.

İslam Ansiklopedisi Laz Maddesi. İstanbul 1957 7. Cilt Maarif Basımevi

Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü

1970 Genel Nüfus Sayımı

1975 Genel Nüfus Sayımı

1980 Genel Nüfus Sayımı

1985 Genel Nüfus Sayımı

1990 Genel Nüfus Sayımı

 

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar