Ukrayna’daki Savaş İçin Tarihte İyi Bir Örnek Yok
| |
Bernhard Zand / Kissinger İle Söyleşi:
Su
anda 99 yaşında olan ABD eski dışişleri bakanı Henry Kissinger, siyasetteki
kariyeri sırasında birçok Sovyet lider tanıdı. Şimdilerde, Rusya devlet Başkanı
Vladimir Putin’in hem alıngan hem de herşeyin önceden hesabını kitabını yapan
biri olduğunu söylüyor. Ve Rusya’nın Avrupa ile gelecekteki ilişkisinin kilit
bir jeopolitik mesele olacağını belirtiyor.
DER
SPIEGEL: Bay Kissinger, siz doğduğunuzda Lenin halen yaşıyordu. Stalin
öldüğünde 29, Nikita Krusçev Küba’ya nükleer füzeler yerleştirdiğinde 39 ve
Leonid Brejnev Prag Baharı’nı durdurduğunda 45 yaşındaydınız. Vladimir Putin,
Kremlin yöneticilerinden size en çok hangisini anımsatıyor?
Henry
Kissinger: Krusçev.
DER
SPIEGEL: Niçin?
Kissinger:
Kruşçev tanınmak istedi. Ülkesinin önemini teyit etmek ve Amerika’ya davet
edilmek istedi. Eşitlik kavramı onun için büyük önem taşıyordu. Putin’in
durumunda, bu daha da keskin, çünkü Putin 1989’dan itibaren Rusya’nın
Avrupa’daki konumunun çöküşünü Rusya açısından stratejik bir felaket olarak
görüyor. Bu onun takıntısıydı. Kendisinin kaybettiği her bir bölgeyi yeniden
kazanmak istediğini düşünen pek çok insanın görüşünü gerçekten paylaşmıyorum.
Ama dayanamadığı şey, Berlin ile Rusya sınırı arasındaki tüm bölgenin NATO’nun
eline geçmesidir. Ukrayna’yı onun için bu kadar önemli bir nokta haline getiren
de tam olarak buydu.
DER
SPIEGEL: Krusçev, Küba Füze Krizi’ni tetikledi ancak son kertede pes etti. Aynı
şey Putin ve Ukrayna açısından da mümkün olur mu dersiniz?
Kissinger:
Putin, Krusçev kadar dürtüleriyle hareket eden biri değil. Daha hesaplı ve daha
alıngan. Birinin (Rusya’nın geçmişinden) tanıdığı başka liderlerle anlaşmak
daha kolay olabilir. Öte yandan, görevin Putin’den halefine geçişin çok
sorunsuz geçmesi pek olası değil. Ama hepsinden daha önemlisi, Rusya’nın evrimi
bir Rus meselesidir. Batılı ülkeler bu evrime ve Ukrayna’daki askeri sonuca
bağlı olarak neler yapabileceklerini analiz etmek zorunda kalacaklar.
DER
SPIEGEL: “Liderlik: Dünya Stratejisinde Altı Çalışma” adlı yeni kitabınızın ilk
bölümü, Almanya’nın savaş sonrası ilk başbakanı Konrad Adenauer’e odaklanıyor.
Adenauer’in politikasının, ülkesinin bölünmesinin geçici olduğu görüşüne
dayandığını yazıyorsunuz. Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda, Ukrayna’nın
ülkenin bir parçası olarak Batı yanlısı, demokratik ve ekonomik olarak güçlü
bir ulus haline gelmesini ve tarihin ülkeyi yeniden birleştirmesini beklerken
ülkenin geçici olarak bölünmesini kabul etmesini önerdiğinizde aklınızdan geçen
bu muydu?
Kissinger:
Benim söylediğim şuydu: Bu savaşı bitirmek için en iyi ayrım çizgisi, ülkenin
yüzde 93’ü anlamına gelen statüko öncesi duruma geri dönüş olacaktır. Bu oldukça
farklı bir şey. Statüko öncesi dönemi hedef olarak tanımlarsanız, bu
saldırganlığın başarılı olmadığı anlamına gelir. O halde mesele, 24 Şubat temas
hattı boyunca bir ateşkestir. Donbas ve Kırım Yarımadası’ndaki Ukrayna
topraklarının yaklaşık yüzde 2,5’ini oluşturan ve halen Rusya’nın denetimi
altındaki bölge, bu durumda genel bir müzakerenin parçası olacak.
DER
SPIEGEL: Bununla birlikte, çatışmayı 24 Şubat temas hattının ötesinde
sürdürmenin “bunu Ukrayna’nın özgürlüğüyle ilgili bir savaşa değil, Rusya’nın
kendisine karşı yeni bir savaşa dönüştüreceğini” eklediniz.
Kissinger:
Ukrayna’nın herhangi bir bölgeden vazgeçmesi gerektiğini asla söylemedim.
Ateşkes için mantıksal ayrım çizgisinin statüko öncesi durum olduğunu söyledim.
DER
SPIEGEL: Birçok Ukraynalı bunu farklı anladı. Parlamenter Oleksiy Goncharenko,
“halen 20. yüzyılda yaşadığınızı” ve Ukrayna’nın bir karış topraktan bile
vazgeçmeyeceğini söyledi.
Kissinger:
Başkan Volodimir Zelenski bunu söylemiyor. Tam tersine, açıklamamdan sonraki
iki hafta içinde Financial Times’a verdiği bir röportajda, statükoyu yeniden
kazanmanın büyük bir zafer olacağını ve topraklarının geri kalanı için
diplomatik olarak savaşmaya devam edeceklerini söyledi. Bu benim tavrıma uygun.
DER
SPIEGEL: Yeni kitabınızın girişinde Wins-ton Churchill’den alıntı yapıyorsunuz:
“Tarihi inceleyin. Devlet yönetiminin tüm sırları tarihte yatar” Sizin
açınızdan Ukrayna’daki savaşı anlamak ve sona erdirmek için en öğretici
tarihsel öncül hangisidir?
Kissinger:
Bu çok güzel bir soru, ama hemen cevabını vermem mümkün değil. Çünkü
Ukrayna’daki savaş, bir düzeyde güç dengesiyle ilgili bir savaştır. Ancak başka
bir düzeyden bakıldığında, bir iç savaşın yönleri var ve klasik Avrupa tipi bir
uluslararası sorunu tamamen küresel bir sorunla birleştiriyor. Bu savaş sona
erdiğinde, Rusya’nın Avrupa ile her zaman peşinde olduğu uyumlu bir ilişki
kurup kurmayacağı, yoksa Asya’nın Avrupa sınırında bir ileri karakolu mu
olacağı sorusu gündeme gelecek. Ve buna dair iyi bir tarihsel örnek yok.
DER
SPIEGEL: Siz, yeni kitabınızda tanımladığınız altı kişilikle birlikte bugün
yaşadığımız dünyayı şekillendirdiniz. Ve bu istikrarlı bir dünya değil.
Avrupa’da, Ukrayna’da bir savaş sürüyor. Asya’da, Tayvan konusunda bir çatışma
baş gösteriyor. Ortadoğu’da, İran’ın nükleer programı karamsarlık doğurmaya
devam ediyor. Politikacılar sizin kitabınızdaki örnekleri niçin izlemeli?
Kissinger:
Benim anlattığım insanları örnek almaları gerektiğini söylemiyorum çünkü onlar
birbirinden çok farklı ve durumları da birbiriyle denk değil. Ancak bu
liderlerin karşılaştığı sorunlardan ders çıkarabileceklerini düşünüyorum.
Dünyada çatışma yeni bir durum değil. Yeni olan şu ki, dönemimizde ilk kez
farklı kültürel bölgelerin birbiri üzerinde kalıcı bir etkisi var. Bazı güncel
çatışmalar için kitaptan örnekler yardımcı olabilir. Diğerleri bizim dönemimize
özgü olabilir. Uluslararası ilişkiler için bir yemek kitabı yazmadım.
DER
SPIEGEL: Tanımladığınız koşullar altında ve özellikle Richard Nixon ve sizin
uyguladığınız dış politikanın, uluslararası ilişkileri ele almanın halen en
etkili yolu olduğunu düşünüyor musunuz? Yani, devlet adamları, vizyonerlere
yeğlenir mi? İstikrarın korunması, normatif zorunluluklara yeğlenir mi?
Kissinger:
Devlet adamları ve vizyonerler sadece iki farklı lider türüdür.
DER
SPIEGEL: Tercihiniz belli. Kitabınızda The-odore ve Franklin D. Roosevelt,
Kemal Atatürk ve Jawaharlal Nehru’yu “devlet adamı” olarak adlandırırken,
Akhenaten, Jeanne d’Arc, Robespierre ve Lenin’i “vizyonerler” olarak
tanımlıyorsunuz. Uluslararası ilişkilerde güç dengesini korumanın halen en
uygun yol olduğunu düşünüyor musunuz?
Kissinger:
Bence güç dengesi başka şeyler için bir ön koşul ama kendi içinde bir amaç
değil. Güç dengesi tek başına istikrarı garanti etmez, ancak güç dengesi
olmadan istikrara sahip olamazsınız.
DER
SPIEGEL: Arkanızdaki kitaplıkta, doktora tezinize konu olan ve 19. yüzyılın
başlarındaki Avrupa barış düzeninin mimarı olarak kabul edilen Prens
Metternich’in biyografisi var. Birkaç on yıl süren göreli istikrar, o zamanki
veya İkinci Dünya Savaşı dönemleri gibi, gerçekçi olarak umut edebileceğimiz en
iyi şey mi?
Kissinger:
Hayır, günümüzdeki durumun bu açıdan benzersiz olduğunu düşünüyorum. Tarihe
baktığımda, Birinci Dünya Savaşı’nı, onu yönetme kapasitesini aşan bir teknoloji
örneği olarak tanımlardım. Ama bizim dönemimizde buna hiç şüphe yok. 80 yıldır
nükleer silahlarımız var ve onları geliştirmek için trilyonlar harcandı.
1945’ten beri hiç kimse nükleer olmayan ülkelere karşı bile onları kullanmaya
cesaret edemedi. Bugün, bu nükleer silahlar siber olanaklarla, yapay zekayla
telafi ediliyor.
DER
SPIEGEL: Bir kriz durumunda onları kontrol eden algoritmalar ve teknik
prosedürler öngörülemez olduğu için daha da tehlikeli hale geldiklerini mi
söylüyorsunuz?
Kissinger:
Her halükarda, özellikle savaş durumunda siyasi liderlerin kendi
teknolojilerini kontrol etmeleri oldukça zorlaştı. Bu kadar yüksek teknolojinin
kullanılabileceği bir savaşı önlemek artık her şeyden önce gelen bir
zorunluluktur. Ve özellikle, en büyük iki yüksek teknoloji ülkesi olan Çin ve
Amerika Birleşik Devletleri arasındaki bir savaştan söz ediyorum.
Kıyaslanabilir bir durum hiç olmadı, çünkü kazananın her zaman bir fayda elde
ettiğini hayal edebiliriz. Bu tür bir savaşta ise bu imkansız.
DER
SPIEGEL: ABD Başkanı Joe Biden, mevcut jeopolitik durumu, demokrasi ve otokrasi
arasındaki bir mücadele olarak nitelendirdi. Yeni Alman hükümeti de daha
“değerlere dayalı” bir dış politika izlemeye başladı. Sizin buna yanıtınız
nedir?
Kissinger:
Kişisel geçmişime bakıldığında, demokrasi tercihi aşikardır. Gerçek demokrasi
benim için en arzu edilen sistemdir. Ancak çağdaş dünya ilişkilerinde, ana
hedef yapılırsa, Otuz Yıl Savaşları tipi bir askeri çatışmayla sonuçlanabilecek
misyoner bir dürtüye yol açar. Şimdi, Başkan Biden aynı anda Çin hükümetini
değiştirme arzusu olmadığını, iç duruma müdahale etmeye çalışmadığını söyledi.
Bu yüzden, şu anda herhangi bir büyük liderin karşılaştığı aynı sorunla karşı
karşıya olduğunu düşünüyorum. Tabii ki, kendinizi savunma zorunluluğunun olduğu
durumlar var ve Avrupa’nın Ukrayna konusundaki bu çatışmada algıladığı durum da
tam olarak bu. Bu dönemde devlet adamlığı, güçler dengesinin tarihsel rolünü,
yüksek teknolojinin yeni rolünü ve temel değerlerin korunmasını
kapsayabilmelidir. Bu, bu dönem için yeni bir meydan okumadır.
DER
SPIEGEL: Başkan Putin’in “görevde kalamayacağı” konusunda Biden’in açıklamasını
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kissinger:
Bu temkinli bir cümle değildi.
DER
SPIEGEL: Politik gerçekçiliğin temel varsayımlarından biri, uluslararası
sistemin son kertede anarşik olduğu ve tek tek devletlerin üzerinde hiçbir
otoritenin olmadığıdır. Peki sizin deneyiminiz bu varsayımı doğrular nitelikte
mi?
Kissinger:
Hayır. Avrupa’da ve dünyanın geri kalanında Avrupa üzerinden uluslararası
ilişkilerin dayandığı egemenlik ilkesi, bir yandan uluslararası hukukta
yasallık kavramının evrimine olanak tanıyor. Ama öte yandan, dünyayı da
parçalıyor çünkü egemen ilkelerin üstün olduğuna inanılıyor. Bu ikilemin
felsefi olarak üstesinden gelmek çok zordur, çünkü dünyanın çeşitli bölgeleri
arasındaki kültürel farklılıklar, farklı değer hiyerarşilerini içerir.
DER
SPIEGEL: Ukrayna’daki savaşın şu ana kadar nasıl ilerlediğine baktığınızda, bu
durum Çin’in lider kadrosunun Tayvan sorununu kökten çözme arzusunu artırıyor
mu yoksa azaltıyor mu?
Kissinger:
Bence ikisi de değil. Putin, karşılaşacağı direnci açıkça hafife aldı. Ancak
Çinliler, barışçıl bir evrimin asla mümkün olmayacağına karar verdikten sonra
Tayvan’a karşı topyekün güç kullanacaklardır. Ve henüz o noktaya ulaştıklarını
sanmıyorum.
DER
SPIEGEL: Ama eğer Çin bir gün böyle bir sonuca varacak olsaydı, bu çatışma
Ukrayna’daki mevcut çatışmadan hangi noktalarda farklı olurdu?
Kissinger:
Ukrayna meselesinde, askeri sorunun bir yönü, iki nükleer grubun, elbette
bizden birçok silahı olan üçüncü bir devletin topraklarında kon-vansiyonel bir
savaşta savaşıyor olmasıdır. Ancak yasal olarak bakıldığında, Tayvan’a yönelik
bir saldırı, en başından itibaren Çin ve Amerika’yı doğrudan bir çatışmaya
sokacaktır.
DER
SPIEGEL: ABD Başkanı Richard Nixon ile Çin’e yaptığınız tarihi gezinin
üzerinden 50 yıl geçti. Bugünün bakış açısından, o dönemde Tayvan ihtilafının
çözümünü ertelemek bir başarı mıydı yoksa bir hata mı?
Kissinger:
Çin ile çalışmaya başlamanın tek olası yolu buydu. Soğuk Savaş’ı sonlandırmak
için bu zorunluydu ve Vietnam Savaşı’nı bitirmek için de gerekliydi. Kore
Savaşı’ndan sonra en az 25 yıllık barışçıl dönemin olmasını sağladı. Çin’in yükselişi,
kaçınılmaz olarak, tartıştığımız konuları da beraberinde getirecektir - Çin
tarihinin doğası bu olmuştur. Tayvan ile ilgili olarak, Mao’nun Çin’in Savaş
sonrası dönemde asla kabul etmediği bir şeyi kabul etmesini sağlamanın oldukça
büyük bir başarı olduğunu düşünüyorum: yani anlaşmayı ötelemek.
DER
SPIEGEL: Sadece Tayvan sorunu değil, aynı zamanda İran’ın nükleer programı
sorunu da çözülmemiş durumda. Başlangıçta Tahran’la nükleer anlaşmaya
karşıydınız, ama aynı zamanda ABD’nin anlaşmadan çekilmesine de karşıydınız.
Kissinger:
Anlaşmayla ilgili endişemin özü, anlaşmanın İran’ın askeri düzlemde nükleer
güve başvurmasının engellememesiydi. İran’ın bakış açısından, bunu biraz daha
yavaş gerçekleştirmenin bir yolunu sağladı. Dolayısıyla, Ortadoğu’da önleyici
savaş tehlikesi devam etti ve hatta arttı. Yani şu anda reddedilen aynı
anlaşmaya, herhangi bir gelişme olmaksızın geri dönmek, bir tür ahlaki
yenilgidir. Bu ıstırap verici bir konu olmaya devam edecek, çünkü yüksek
teknoloji hakkında söylediklerim orada da geçerli: Tehlikelerin kontrolden
çıkmasını başka türlü nasıl önlersiniz?
DER
SPIEGEL: Orta Doğu’da bir nükleer silah yarışı olmasından mı korkuyorsunuz?
Kissinger:
Hayır, nükleer silah kullanımından korkuyorum. İran kendini bir kez nükleer güç
haline getirdiğinde, Mısır ve Türkiye gibi ülkeler kendilerini bu trendi
izlemek zorunda hissedebilir. Ve sonra onların ilişkileri ve hepsinin İsrail’le
olan ilişkisi bölgeyi bugünkünden çok daha istikrarsız hale getirir.
DER
SPIEGEL: Konrad Adenauer’den Angela Mer-kel’e dek Amerikan başkanları ve Alman
şansölyeleri de dahil olmak üzere politikacılar on yıllardır sizden tavsiyeler
alıyorlar. Ama aynı zamanda Kamboçya ve Şili’de gerçekleştirilen eylemler için
de eleştirildiniz. Kendi siyasi sicilinize baktığınızda nerede hata yaptınız ve
ne tür yanlış hesaplarda bulundunuz?
Kissinger:
Hatıratımda uzun bölümler yazdığım Kamboçya ve Şili ile ilgili bir tartışmaya
şimdi girmeyeceğim. Ancak hakkaniyetli bir gazetecilik, bunun gerçekleştiği bir
çerçeve olduğu gerçeğini içermelidir. Kamboçya ilk kez Nixon’ın göreve
gelmesinden bir ay sonra bombalandı. Kuzey Vietnamlılar, Saygon’a çok yakın
olan Kamboçya’da konuşlandırdıkları dört tümenle derhal bir saldırı başlattılar
ve bin Amerikalıyı öldürdüler. Geceleri sınırı geçiyor, Amerikalıları öldürüp
geri dönüyorlardı. Dolayısıyla bu bombalamalar, bir savaşı genişletmeye değil,
bir savaşı bitirmeye hevesli bir liderin ifadesiydi. Nixon savaşı baştan sona
erdirmeyi hedeflemişti ve daha göreve başlamadan önce Kuzey Vietnam lideri Ho
Chi Minh’e mektup yazmıştı. Şili Devlet Başkanı Salvador Allende’nin
devrilmesi, Şili içindeki gelişmelerin bir sonucu olarak gerçekleşti. Biz
kendisinin göreve gelmesinden memnun değildik, ancak devrilme sırasında Şili
parlamentosundaki her demokratik parti Allende’den ayrılmıştı ve bu da onun
devrilmesinin koşullarını yarattı. Ancak daha genel anlamda, devlet adamları
her zaman belirsiz durumlarda ulusal çıkarları dengeleme ikilemine sahiptir. Ve
gazeteciler açısından, yapılan hatalara dikkat çekmek veya sonuçlarına
odaklanmak çok eğlenceli. Hiç kimse yargıda asla hata yapmadığını iddia edemez,
ancak 50 yıl öncesine, bağlamdan ayrı bir şekilde geri dönmek adil bir tartışma
yolu da değildir.
DER
SPIEGEL: Yeterince adil. Madem Ortadoğu’dan bahsediyorduk, haydi ABD’nin Irak
işgaline geri dönelim. Bu bir yanlış hesap mıydı?
Kissinger:
İstila gerçekleştiğinde yaklaşık 20 yıldır hükümetin dışındaydım. Buna sempati
duydum. Başkan George W. Bush’un niyetinin, terör saldırılarını destekleyen
rejimlerin kalıcı bir güvensizlik yarattığını göstermek olduğunu hissettim.
Saddam Hüseyin’in devrilmesinin birçok rasyonel ve ahlaki gerekçesi vardı.
Ancak Irak’ı (İkinci Dünya Sava-şı’ndan sonra) Almanya’nın işgaline benzer
şekilde yönetmeye çalışmak analitik bir hataydı, çünkü durumlar kıyaslanabilir
nitelikte değildi. Ülkeyi işgal etmeye çalışmak kapasitemizi aştı.
DER
SPIEGEL: Ukrayna’daki savaştan önce, ABD’nin rakibi Çin’e baskı yapmak için
Rusya ile yakınlık kurması gerekip gerekmediği konusunda bir tartışma vardı. Şimdi
soru, Washington’un Rus tehdidi karşısında Pekin ile olan gerilimi azaltıp
azaltmaması gerektiğidir - tıpkı Nixon ve sizin 50 yıl önce yaptığınız gibi.
Amerika’nın en büyük iki rakibini aynı anda alt edebilecek kadar güçlü olduğunu
düşünüyor musunuz?
Kissinger:
İki düşmanla savaşmak, Ukrayna’daki savaşı Rusya’ya karşı genişletmek ve aynı
zamanda Çin’e karşı son derece düşmanca tavır almak anlamına geliyorsa, bence
bu çok akıllıca bir yol olmaz. NATO’nun ve Amerika’nın Ukrayna’ya yönelik
saldırganlığı yenme ve özellikle Ukrayna’yı savaş başladığında sahip olduğu
boyutlara geri getirme çabalarını destekliyorum. Ve şayet Ukrayna ilave
ayarlamalar istemeye devam ederse bu durumu anlayabilirim. Buna daha sonra
uluslararası ilişkilere daha geniş bir bakış çerçevesinde yaklaşılabilir. Ancak
başarılı olunsa bile, Rusya’nın Avrupa ile ilişkisinin, yani Avrupa tarihinin
bir parçası mı yoksa diğer topraklara dayalı kalıcı bir rakip mi olduğu sorusu
ele alınmalıdır. Bu ana konu haline gelecek. Ve bu, Ukrayna’daki savaşın sona
ermesinden bağımsız bir konudur. Buna sayısız kez dikkat çektim ve ağzımdan bir
kez bile herhangi bir Ukrayna toprağının terk edilmesi gerektiği konusunda bir
ifade çıkmadı.
DER
SPIEGEL: Sayın Kissinger, bu söyleşi için çok teşekkürler. (Alman Der Spiegel -
15 Temmuz 2022)
Kaynak:
Turque Diplomatique Ağustos 2022, Yıl:
13, Sayı: 160
« Prev Post
Next Post »