HADÎKATÜ'L-HAKİKA...Hakim Senâi
| |
HADÎKATÜ’L-HAKÎKA
حديقة الحقيقة وشريعة الطريقة
Hakîm Senâî-yi
Gaznevî
Hazırlayan
İsmail Hakkı ALTUNTAŞ
2021
Kitap Hakkında
Tam
adı Ḥadîḳatü’l-ḥaḳīḳa ve şerîʿatü’ṭ-ṭarîḳa olup İran edebiyatında
yazılan ilk önemli tasavvufî mesnevidir. Gazneli Sultan Fahrüddevle Behram
Şah’a ithaf edilen eser, bu hükümdara övgüleri de (fahr) ihtiva ettiği için Faḫrînâme
veya Kitâbü’l-Faḫrî adlarıyla da anılır. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, çok
beğendiği ve Mes̱nevî’sinde bazı konularını iktibas ettiği esere İlâhînâme
adını vermiştir.
524’te
(1130) yazmaya başladığı eserini ölünceye kadar elinden bırakmayan Senâî, son
taraflarında ihtiyarlığından bahsederken imkân bulduğu takdirde eseri
genişleteceğini söyler. Ḥadîḳatü’l-ḥaḳīḳa tamamlanıp muhtevası duyulmaya
başlandığında Horasan âlimlerinin büyük tepkisiyle karşılaşan Senâî, eserin bir
nüshasını incelemeleri için Bağdat ulemâsına göndermiş ve onlardan gelen fetva
sayesinde ortalık yatışmıştır. Kısa bir müddet sonra da vefat ettiğinden eseri
genişletme imkânı bulamamıştır.
Aruzun
hafif bahrinde yazılmış 10.000 beyitlik bir mesnevi olan Ḥadîḳatü’l-ḥaḳīḳa
tevhid, na‘t, aklın sıfatı, ilmin fazileti, gaflet, felek ve burçların tasviri,
hikmet, ata sözleri, aşk, kendinden önceki şair ve yazarların eserleri gibi
konularla Behram Şah, vezirleri ve kadınlarının övgülerini ihtiva eden on
bölümden meydana gelir. Eser tasavvufî bir mesnevi olmakla birlikte ele alınan
konular bakımından yerine göre dinî, ahlâkî, felsefî, hikemî ve öğretici
nitelikler de taşır. Senâî öldüğü zaman dağınık halde bulunan Ḥadîḳatü’l-ḥaḳīḳa,
Behram Şah’ın görevlendirdiği Muhammed b. Ali er-Reffâ tarafından
düzenlenmiştir. Reffâ esere bir mukaddime yazmış ve bunun içine eserin bazı
nüshalarında bulunan Senâî’nin mukaddimesini de almıştır.
Senâî’nin
diğer eserlerinde olduğu gibi bu eserin de yazma nüshaları arasında büyük
farklılıklar bulunmaktadır. Bu durum, şairin ölümünden sonra eserlerinin ayrı
kimseler tarafından derlenmiş olması ile açıklanabilir. Nitekim Ḥadîḳatü’l-ḥaḳīḳa’nın
bilinen en eski nüshasında (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 1672
[istinsah tarihi 552/1157]) önsöz bulunmadığı gibi bu nüsha bölümlere de
ayrılmamıştır. Bölümlere ayrılan nüshalar arasında da farklılıklar olup
bazıları on, bazıları ise sekiz bölümdür.
Eser
Nizâmî-i Gencevî, Hâkānî-yi Şirvânî ve Evhadüddîn-i Merâgī gibi şairler
üzerinde etkili olmuş, bunlardan birincisinin Maḫzenü’l-esrâr, ikincisinin Tuḥfetü’l-ʿIrâḳeyn,
üçüncüsünün de Câm-ı Cem adlı eserlerinin ilham kaynağı olmuştur.
Ḥadîḳatü’l-ḥaḳīḳa
Bombay (1275) ve Leknev’de (1295/1818), ayrıca Müderris-i Razavî tarafından
Tahran’da yayımlanmıştır (1329 hş., 1368 h.). J. Stephenson eserin bir bölümünü
İngilizce’ye tercüme ederek metniyle birlikte neşretmiştir (Kalküta 1911).
Mes̱nevî
şârihlerinden Hindistanlı âlim Abdüllatîf el-Abbâsî el-Gucerâtî, çeşitli
nüshalarını karşılaştırarak tam bir metnini ortaya koyduğu eseri Leṭâʾifü’l-ḥadâʾiḳ
min nefâʾisi’d-deḳāʾiḳ adıyla şerhetmiştir (Leknev 1877, 1886).
Ḥadîḳatü’l-ḥaḳīḳa’dan
seçmeler yapılarak çeşitli eserler meydana getirilmiştir. Bunlardan genellikle
Attâr’ın eseri olarak bilinen Münteḫab-ı Ḥadîḳa (İntiḫâb-ı Ḥadîḳa), Dâî-i
Şîrâzî diye tanınan Nizâmeddin Mahmûd-ı Şîrâzî’ye aittir. Bu seçmenin bizzat
Senâî tarafından yapıldığı da söylenir.
HADÎKATÜ'L-HAKİKA'NIN BÖLÜMLERİ
1.
Zanlarla
ve Hislerle Nasıl Allah’ı Bilen Olunabilir? Kubbenin Üstünde Ceviz Kalır mı
Hiç? [1]
Hadîkatü'l-hakıka'nın birinci babı, Senâî'nin tevhidle ilgili görüşlerini ifade
ettiği 49 beyitle başlamaktadır. Ardından mârifet, vahdet ve azamet, kıdem,
safa ve ihlâs, istivâ, derecât, hıfz ve murakebe, hikmet, hidayet, mücâhede,
takdis, yaratma ve kudret, fakr, hakikat sırrı, tazarru ve acz, zikir, vücud ve
beka, şükür ve şikâyet, rezzâk, hub ve muhabbet, tecrid, sülük, tevekkül, rüya,
tenakuzü'd-dâreyn, isar, ittihad, ittisal, zühd ve zâhid, dünya sevgisi, namaz,
huşu, hamd ve sena, iftihar, münacat, kerem, inabe, ihlâs, kaza, şevk, rıza ve
teslimiyet, Allah'ın kudretinden korkma, keramet, ubudiyyet ve imtihan hakkında
ifadeler yer almaktadır.
Bu
bab, tasavvuf terimlerine en fazla yer verilen babdır. Allah'ın sıfatları,
hiçbir şeye muhtaç olmaması, O'nun rızasını kazanma yolunda kulun hangi
aşamalardan geçmesi gerektiği bu terimler vasıtasıyla açıklanmak- tadır.
Bu
babda yer alan ilk hikâye, ömürlerinde hiç fille karşılaşmamış tamamı kör olan
şehir halkından bazılarının padişaha ait olan file dokunup ne olduğunu anlamaya
çalışmalarını konu almaktadır. Bir diğer hikâyede bilgili bir kişi ile cahil
bir kişinin konuşması karşılaştırılmakta, insanın bilmediği konuda gülünç
duruma düşmemesi için susması tavsiye edilmektedir. Allah rızası için verilen
zekât ve tevekkül sayesinde daha çok nimet elde edilmesi ile ilgili bir
hikâyenin ardından devenin bedeninin şeklini eleştiren ve çirkin olarak
nitelendiren bir adam üzerinden akıllı kişi için güzellik ve çirkinliğin
olmadığı, her şeyin Allah'ın sanatı olduğu ve gözle değil akılla varlıklara
bakıp özü görmek gerektiği anlatılmaktadır. Başka bir hikâyede, az bir miktarla
bile olsa gönülden yapılan cömertliğin Allah katında değerli olduğu
belirtilmektedir. Hz. Ömer oyun oynayan bir grup çocuğun yanından geçerken
Abdullah b. Zübeyr hariç diğer çocukların ondan kaçmasını ve Hz. Ömer'in ona
neden kaçmadığını sorması üzerine kaçacak bir suç işlemediğinden korkmak için
bir nedenin olmadığını ifade etmesinin anlatıldığı hikâyeden sonra Süfyân
es-Servî'nin (ö.161/778) Bâyezîd-i Bistâmî'ye (ö. 234/848 [?]) ibadet hakkında
sorduğu soru ve Bâyezîd'in Allah'ı anmaktan bir an bile gafil olmamak
gerektiğini açıkladığı bir hikâye ve müşahede ile ilgili namazda Allah'ı görür
gibi ibadet edilmesi ile ilgili hadisin açıklandığı bir temsil gelmektedir.
Yine
bu bölümde Allah'ın sebepsiz bir şekilde tüm rızıkların kaynağı ve tek
yaratıcısının olduğunu anlatan bir temsilin ardından bir kuş ile Zerdüşt'ün
Allah'ın rızkın kaynağı olması hakkında karşılıklı konuşmasının olduğu bir
hikâye bulunmaktadır. Ayrıca uyanıklılık hakkında Hz. Ali'ye tembel ve uyuşuk
bir kişinin gecenin karanlığının mı yoksa gündüzün aydınlığının mı daha iyi
olduğunu sorması üzerine Hz. Ali'nin, gönlünde aşk ateşinin kıvılcımları olan
Allah âşıkları için her anın aydınlık olduğunu, âşıkların bu yolda yaya
kalmayacağını söylemesini ve bu aşkın sırrının fani olan her şeyi yok etmesini
konu alan bir temsil, Şeyh Gürgânî'nin oğluna tecrid hakkındaki nasihatlerini
"ancak Allah vardır" ile dünyaya ait her şeyden vazgeçmesini,
"mülkün sahibi kimdir?" sorusunun cevabını bularak tamamen yok
olmasını tembihleyen bir temsil ve sonra da Şiblî'nin "mülkün sahibi
kimdir?" sorusuna cevap veren müna- catını anlatan bir hikâye gelmektedir.
Rüya
bahsinde ise Senâî, maddi dünyada bir geminin içinde uyuyarak yolculuk yapanlar
şeklinde tanımladığı dünya halkının rüyalarında gördüğü su, ateş, rüzgâr ve
toprak gibi maddi unsurların rüya tabirliğini çeşitli temsiller kullanarak
yapmaktadır.
Kays
b. Âsım'ın (ö. 47/667) Hz. Muhammed (salla'llâhü aleyhi ve sellem) tarafından
zekât toplamak üzere görevlendirilmesini anlatan bir hikâyede "Sadakalar
konusunda müminlerden hem gönüllü olarak fazla fazla verenlere hem de daha
fazla verecek bir şey bulamayanlara dil uzatıp onlarla alay edenleri Allah
maskaraya çevirecektir. Onlar için elem verici bir azap da vardır (Tövbe:
9/79)." âyetinin telmihi (84) bulunmaktadır.
"Onları
doğru yoldan saptıracağım, olmaz isteklere sürükleyeceğim, putlara hayvanlar
adatacağım da onların kulaklarını yarmalarını, Allah'ın yarattığını bozmalarını
emredeceğim. Allah'ı bırakıp şeytanı dost edinen apaçık bir zarara düşmüş,
ziyana uğramıştır (Nisâ: 4/119)." âyetinin açıklanmasının ardından dünya
hayatına gönül bağlamayanın, uzak duranın mülkün asıl sahibine kavuşacağını
ifade eden beyitler yer almaktadır.
Ardından
Hz. Peygamber'in (salla'llâhü aleyhi ve sellem) "Âdemoğlu için dört şey
önceden belirlenmiştir: Fiziksel görünümü, karakteri, ölümü ve rızkı. "
hadis-i şerifi açıklanmaktadır. Namazla ilgili kaleme alınan beyitlerde Hz.
Ali ile ilgili bir kıssaya yer verilmekte ve namazın kusurlarını konu alan bir
temsille namaz bahsi sona ermektedir.
Allah'ın
yaratma sanatı ve kullarına takdir ettiği kaza ile ilgili olarak kör bir kişiye
bir mücevher verilip değer biçmesi istenmesi üzerine kaleme alınan bir hikâye
vardır. Burada mücevherin değerini onu bilenin anlayacağı, kazânın ezelde
tayin edildiği, yaratma sanatının Allah'ın elinde olduğu belirtilmekte ve
insanın suretin kaynağını anlamasında nefsin defter, aklın ise kalem olduğu
anlatılmaktadır.
"Beni
yedirip içiren O'dur (Şu'arâ: 26/79)." âyeti açıklanıp insanı yaratan,
doyuran ve onun susuzluğunu giderenin Allah olduğu, ardında da "Andolsun
biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmış olduk. Bunların
kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla
göremezler, kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir,
hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlar- dır (A'râf: 7/179)."
âyetinin temsil yoluyla açıklandığı beyitlerde "Ey inananlar, Allah'a,
Peygambere ve içinizden emredecek kudret ve liyakata sahip olanlara itaat edin.
Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız bir şeyde ihtilafa düştünüz mü o hususta
Allah'a ve Peygambere müracaat edin; bu hareket hem hayırlıdır hem de sonu pek
güzeldir. (Nisâ: 4/59)." âyetine telmih yapılmakta, her işte Allah ile
olmanın değerine ve her şeyin Allah'tan olduğuna işaret edilmektedir.
Hz.
İbrahim'in Nemrut tarafından ateşe atılmasını anlatan temsilde ise
"Rabbim! Kolaylaştır zorlaştırma, Rabbim hayırla sonuçlandır."
duasına işaret edilmekte, ateşin Hz. İbrahim için gül bahçesine dönüşmesinden
bahsedilmektedir.
Bu
bölümde Senâî görüşlerinin sağlam temellere dayandığını göstermek için
yaklaşık 48 âyet ve 36 hadis-i şerife ya doğrudan ya da dolaylı olarak işaret
ederek deliller getirmektedir. Bu bölüm, şeriatin ve tasavvufun temel
konularına daha fazla ağırlık verilen ve tasavvuf terimlerine en fazla yerilen
bölümdür.
2.
Gönlün
ve Ruhun İçin Hazine Ararsan Kur'an Denizine Dal
Bu
bab, Kur'an-ı Kerim'in yüceliği, sırrı, mucizesi, hidayet vesilesi olması,
izzeti, delili, Kur'an tilaveti, Kur'an dinlemenin fazileti, vecd hali, Hz.
Âdem'in yaratılışı ve Hz. İsa'nın, Hz. Meryem'den babasız olarak dünyaya
gelmesi, peygambersiz geçen dönemlerdeki cahillik hakkındaki ifadelerden ve
peygamberlerden bahsetmenin cahilce konuşmaktan hayırlı olması konularından
oluşmaktadır.
Kur'an'ın
yüceliği hakkındaki beyitlerde "Kur'an, yedi harf üzere in- miştir."
ve "Kur'an-ı Kerim, Cenâb-ı Hakk'ın insanlar için kurduğu bir ziyafet
sofrasıdır." hadis-i şeriflerine işaret edilmektedir. Sırr-ı Kur'an
hakkında kaleme alınan beyitlerde "Ayrıca yeryüzünde sabit yüce dağlar
yarattık. Sizlere tatlı sular içirdik (Mürselât: 77/27).", "Dağlar da
atılmış renkli yüne dönüşür (Kâria: 101/5)." ve "Şayet biz bu
Kur'an'ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, onu Allah korkusundan titremiş ve
paramparça olmuş görürdün. İşte bu misalleri insanlar düşünsünler diye veriyoruz
(Haşr: 59/21)." âyetlerine, Kur'an'ın hidayeti konusunda ise "Derken
bir kervan geldi, sucularını gönderdiler, adam kovasını kuyuya saldı;
"Müjde! İşte bir oğlan çocuğu!" diye bağırdı. Onu alıp bir ticaret
malı olarak sakladılar. Allah onların yaptıklarını çok iyi biliyordu (Yusuf:
12/19)." âyetine işaret edilmektedir.
Kur'an'ın
izzeti konusunda "Kitabı sana indiren O'dur. O'nun bazı âyetleri muhkem
yani manası apaçık âyetlerdir ki, bunlar kitabın esası ve anasıdır. Diğerleri
benzeşen yani müteşabihtirler. Kalpleri gerçeklerden sapmaya meyilli olanlar,
sırf kafaları karıştıracak şeyler bulmak için ve ona keyfî anlamlar yüklemek
amacıyla kitabın müteşabih denilen kısmına uyarlar. Oysa Allah'tan başka kimse
onun kesin yorumunu bilemez. Bu yüzden, bilgide derinleşenler şöyle derler:
"Biz ona inanırız, onun tamamı Rabbimizdendir. Derin kavrayış sahipleri
dışında kimse bundan ders almasa da (Âl-i imrân: 3/7)." âyetine ve
Kur'ân-ı Kerim'in te'vili hakkında Hz. Peygamber'in (salla'llâhü aleyhi ve
sellem) "Kur'an'ı kim kendi re'yi ile tefsir ederse cehennemdeki yerine
hazırlansın." hadisine işaret edilmektedir.
Kur'an'ın
delili hakkında Hz. Peygamber'in (salla'llâhü aleyhi ve sellem) "Kur'an'ı
güzel ses ve makamlarla okuyun." hadis-i şerifine işaret edilerek hoş
olmayan üsluplardaki Kur'an tilavetinin mekruh olduğu ifade edilmektedir.
Kur'an tilavetinde elif (I)
harfi ile vahdet mertebesi, ba harfi ile ilk yaratılan varlık olan akıl ve te
harfi ile de nefs-i külli
nitelendirilmiştir ve birlik, tüm varlıkta olduğu için elif harfinin tüm harflerde dolayısıyla da tüm
varlıklarda olduğu belirtilmektedir.
Hz.
Âdem'in ve Hz. İsa'nın yaratılması hakkında kaleme alınan beyitlerde insanın
kendisini bir saymaması, gerçek anlamda bir olanın Allah olduğu
vurgulanmaktadır. İnsanın önce dünyadan ardından kendinden uzaklaşıp son olarak
Allah'a vuslatı üç zafer olarak nitelendirilmektedir. İlk iki adımda yenilgi
yaşanılırsa üçüncü ve nihai zaferin elde edilemeyeceği ifade edilmektedir. İlk
iki zaferin ise insanın nefsinden ve dünyadan kaçınması olduğu, bu dünyanın
ikamet etmek için tehlikeli bir yer olduğu belirtilmektedir.
Bu
babın son beyitleri insanları doğru yola ulaştıran, Allah'ın dininin sadıkları
olan peygamberler hakkındadır. Bu beyitlerde Allah'a şirk koşmak ve cehalet
kınanmaktadır. Peygamberlerden bahsetmenin cahilce sohbet etmekten hayırlı
olduğu açıklanmaktadır. Allah'ı övdükten sonra peygamberlerin en şereflisi olan
Hz. Peygamber'e (salla'llâhü aleyhi ve sellem) naat etmek gerektiği ifade
edilmektedir.
3.
O
inci gibidir, diğer peygamberler ise sedef
Üçüncü bab, çerağ-ı dünya (dünyanın lambası) olarak nitelendirilen
Hz. Muhammed'e (salla'llâhü aleyhi ve sellem) naat, nübüvvetin kemale ermesi ve
kerametleri, Hz. Peygamber'in âlemlere rahmet olarak gönderilmesi, miraç, Hz.
Mu- hammed'in (salla'llâhü aleyhi ve sellem) diğer peygamberlere üstünlükleri,
Hz. Peygamber'e salavat getirilmesi, Hz. Peygamber'in gönlünün fethi, "Biz
seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik (Enbiya: 21/107)." âyetinin
tefsiri, Hz. Peygamber'e selam vermek, onu diğer peygamberlerden üstün tutmak,
Hz. Peygamber'in sıfatları, yedi yıldızın (Satürn, Jüpiter, Mars, Güneş, Ay, Venüs,
Merkür) sıfatları, Hz. Muhammed'in yaratılışı, mertebesi ve onun yaratılışının
güzelliği, Cebrail'in faziletleri, Hz. Ebû Bekir Sıddîk'ın halifeliğinin
övülmesi ve Allah'ın resulüne yakınlığı, mü'minlerin emiri Hz. Ömer'in
adaletinin, Hz. Osman'ın ve Hz. Ali'nin övülmesi, Cemel vakası, Sıffîn savaşı
ve Ammâr b. Yâsir'in şehit edilmesi, Hz. Ali'nin katledilmesi, onun
düşmanlarının ve onu kıskananların kınanması, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in
övülmesi, Hz Hasan'ın fazileti ve onu üzen durumlar, onun şehit edilme
sebepleri, Hz. Hüseyin'in faziletleri, onun katledilmesi ve bu konuda Yezid'e
dair işaretler, Kerbelâ olayı, Kerbelâ'da yaşanılan zulüm hakkında, bu zulmü
yapan Ömer b. Sa'd'ın ve Yezid'in kınanması ve bu duruma rıza gösterenlerin
üzerine lanet okunması, yaşlı ve zayıf bir kadının her gün sabah vakti
çocuklarını Kerbelâ olayının yaşandığı yere götürüp o günleri anımsatan
rüzgârı içine çekmelerini istediği bir temsil, Ebû Hanîfe'nin, İmam Şâfî'nin
övülmesi, bağnazlık ehlinin kınanması hakkında kaleme alınan beyitlerin
ardından zühd, hikmet, vaaz ve nasihat, müslümanın din kardeşi hakkında gıybet
yapmasının kötülüğü, mücâhede hakkında müridin pirinden mücâhede yolunda alabileceği
bir tedbiri önermesini istemesi ve pirin ona Allah yolunda mücadeleden vazgeçmemesini
söylemesi üzerine kalem alınan bir temsil, ictihad ve takvâ ehli olmayı isteme,
Hz. Musa'nın Allah'a en üstün ibadet nedir diye sorması ve takvâ cevabını
alması hakkında bir temsil, "Cehalet bir hastalıktır." sözünün
açıklanması, yolda bulduğu bir aynada yüzüne bakıp bir takım yanlış
çıkarımlarda bulunan bir kadının gaflet ve cehaletini anlatan bir temsil, bir
geminin içinde sahile ulaşmayı bekleyen insanların halini konu alan kötü zan ve
dünya halleri isimli bir temsil; âlimlerin kınanmasının ardından ilim, âlim ve
ilim arayanların övülmesi ile ilgili beyitlerle bu bab son bulmaktadır.
4.
Seni
Cehaletten Kurtarır Akıl, Seni Hakikate Ulaştırır Akıl
Dördüncü
babda aklın sıfatları, halleri ve fiilleri, akıl ve akıllı kişinin övülmesi,
aklın yaratılışı ve hakikatleri anlamadaki önemi, akla inanmayan kişinin
Mürselât suresini okumaya yönlendirilmesi, nefis ve aklın şerefi, nefis ve
akıl kelimelerinin dünyadaki anne ve baba kelimeleriyle tabir edilmesi, ticaret
sırasında akıllıca karar verip fayda elde eden kişinin anlatıldığı hikâyede
insanın bu dünyada gerçekleştirdiği iyi veya kötü fiillerin ticaret hayatına
benzetilmesi, nefs-i külli ve nefs-i küllinin akıl ve mâri- fet ile bağlantısı,
hayvani ruh, aklın mükemmelliği, yüceliği, güzelliği ve mertebeleri, dünyanın
yaratılışı, görme ve hafızanın gücü, akıl ve şeriatın birbirine bağlantısı bu
babda ele alınan konulardır.
5.
Cahilliğin
Başı, Bilgisizliğin yüzü olmuş Şeytan Hücresine Nasıl Gönül Dersin?
Bu
bölümde bilimin faziletlerinin ve değerinin işlendiği beyitler bulunmaktadır.
İlim elde etmek, bilginin derecesi, sorgulayabilme ve bilgi sahibi olmada
sorumluluk sahibi olma konuları ele alınmıştır. Bu bölümde ele alınan ilim,
nefsin arzularına ve dünyevi makamlara değil peygamberlerin yoluna
yönlendirmektedir. Ayrıca sevginin tarifi, sevginin aydınlatıcı yönü, kalbin
ve ruhun dereceleri ile kalbin Allah'a yöneltilmesi konuları bu babda
bulunmaktadır. "Ey iman edenler! Size, bulunduğunuz toplantılarda
"Yer açın" dendiğinde yer açın ki Allah da size genişlik versin.
"Davranıp kalkın" dendiğinde de kalkın ki Allah içinizden (gerçekten)
iman etmiş olanları ve ilme kavuşmuş olanları yüksek derecelere çıkarsın.
Yapıp ettiklerinizden Allah tamamen haberdardır (Mücâdele: 58/11).",
"Yoksa o, gece saatlerinde secde ederek ve ayakta durarak ibadet eden,
ahiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini uman gibi midir? De ki: "Hiç
bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alırlar
(Zümer: 39/9)." âyetlerine ve "Âlimler peygamberlerin varisleridir.",
"İlim Çin'de de olsa gidip alınız; çünkü ilim talep etmek her mü'minin
üzerine farzdır." ve "Âlimin uykusu cahilin ibadetinden hayırlıdır."
hadis-i şeriflerine bu babda işaret edilmiştir.
Bu
babda yer alan dört temsil ve üç hikâyeden ikisi Şiblî (ö. 334/946)
hakkındadır. Bu hikâyelerden ilki ilme sarılarak ihlâslı olmak ve riyadan uzak
durarak sadık kul olmak hakkındadır. İkincisi ise insanın ilim sayesinde önce kendisini
sonra da Allah'ı tanıması ile ilgilidir. Hz. Âdem'in ve aşkın yer aldığı başka
bir hikâyede Hz. Âdem'in ilimle sultan olmasının ardından kalbini dinleyip
aşkın peşinden gitmesi ve sonunda çıplak kalması anlatılmaktadır. Bir diğer
hikâye aşk ve âşıklığın olgunluğu hakkındadır.
Senâî,
akıllı insanın çok fazla, ancak aşkta olgunluğa erenlerin çok az sayıda
olduğundan bahsetmektedir. Ayrıca aşk, gönül, ruh ve bunların mertebeleri
hakkında görüşlerini açıklamaktadır. Hakiki aşk ve muhabbeti yüceltirken
aşktan dolayı ızdırap içinde olan ruhu, mantıklı hareket ederek huzurlu olan
ruha tercih etmektedir.
Manevi
duyguları uyandırıp sevgiliyi mükemmel kılan mecâzi aşk ise hakiki aşka
ulaşmanın bir yoludur. Hakiki aşka ulaşma amacı taşımayan mecâzi aşk, tasavvufi
açıdan makbul değildir. Mecazi aşk, hakiki ve ilahi sevginin bir ışığıdır;
çünkü dünyadaki iyilik ve güzelliklerin tamamı ebedi sevgili olan Allah'ın bir
göstergesidir. İnsana bahşedilen sevme duygusunun sağladığı temel avantaj,
insanın kendisini geliştirmesine ve bencillikten kaçınmasına sebep olmasıdır.
Bu nedenle öncelik her zaman maşuktur ve O'nun yolunda her türlü fedakârlığa
katlanılır. Allah yolunda insanın başarı kazanmasının koşulu O'na doğru
yönelmesidir ve aşk olmadan bu eylem mümkün değildir.
Son
beyitlerde ise gecenin sıfatları dile getirilmiştir. Senâî bu beyitlerde geceyi
siyah bir denize benzetirken kendisini o denizin incisi olarak nitelendirmektedir.
Satürn, Jüpiter, Mars, Güneş, Venüs ve Merkür gezegenlerinin çeşitli
şekillerde tasvirlerini yaptığı beyitlerin ardından gökyüzünü göğsüne,
yıldızları da gözyaşlarına benzetmektedir. Güneşin doğması ile yeryüzünün
aydınlandığı sabah vaktini kendisi gibi sarı yüzlü olarak nitelendirmekte,
sabah olduğunda dünyanın aydınlanmasını bilgin gönüle benzetmekte, gecenin ve
yıldızların gökyüzünden adeta dökü- lürcesine yok olmasını gecenin ve
yıldızların sabahtan korkmalarına bağlamaktadır. Senâî'ye göre sabah vakti,
gönlü ve ruhu saçtığı misk kokusuyla alıp götüren bir dilber gibi gelmektedir.
6.
Beden
Din Sayesinde İnsandır, Allah’tan Gayrısı İnsana Haramdır
Bu
bab, nefs-i külliden bahseden beyitlerle başlamaktadır. Kötü duyguların
bastırılmasının gerektiğini söyleyen Senâî, nefsin çirkin özelliklerini
anlatarak nefs-i külli ile bir konuşma gerçekleştirmektedir. Allah'ı talep
eden kulun yani müridin sıfatları, kul için rahatlık ve neşe hali olan bast
terimi bu babda açıklanmaktadır. Ölüm hatırlatılmakta ve ölümü ihmal etmeyin
vurgusu yapılmaktadır. Görme ile akıl ve aşk arasındaki ilişki çok kısa bir
şekilde açıklanmaktadır. Ardından Hz. İsa ile bir gözü kör adamın hikâyesi yer
almaktadır. Adam, Allah'tan ihlâslı bir şekilde yağmur yağdırmasını istemekte
ve yağmur yağmaya başlamaktadır.
Güzel
yüzlülerin ve kötü huyluların sıfatları, iyi ve çirkinin açıklanması,
şevgililerin sıfatları, şehvetin kınanması, güzel yüzlülerin ve sevgililerin
sıfatları anlatılmaktadır.
Dünyanın kınanması hakkında bu dünyaya gönül
bağlanmaması gerektiği belirtilmekte, dünya anne, insan da dünyanın çocuğu
olarak tasvir edilmektedir. ^^^ ^»j> ifadesi ile "Analarınız, kızlarınız, kız
kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşin kızları, kız kardeşin
kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız, eşlerinizin anaları, kendileriyle
birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram
kılındı. Eğer onlarla birleşmiş değilseniz (evliliğiniz son bulduğunda)
kızlarını almanızda size bir sakınca yoktur. Kendi sulbünüzden olan
oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı;
ancak geçen geçmiştir, Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir (Nisâ:
4/23)." âyetinin iktibası () yapılarak dünya ile yakınlaşmanın haram olduğu
ifade edilmektedir.
Riba
ve faizi konu alan beyitlerde <dJI ^^^jifadesi ile "Allah faizi tüketir, sadakaları ise arttırır ve
Allah hiçbir inkârcı günahkârı sevmez (Bakara: 2/276)." âyetine işaret
edilmektedir. Ayrıca faiz alan kişilerin "O gün cehennem o altını, gümüşü
alevleyecek ve onlar cehennem ateşinde kızdırılıp alınlarına, yanlarına,
sırtlarına bastırılacak, onlarla dağlanacaklar ve işte bunlardır kendiniz için
biriktirdiğiniz şeyler denecek, tadın biriktirdiklerinizin azabını (Tövbe:
9/35)." âyetini okumaları istenmektedir.
Bu
babda dünyanın değersizliğinden, dünyaya yüz çevirmekten ve nefis
terbiyesinden bahsedilmektedir. Hz. Peygamberin "Kim nefsini bilirse
Rabbini bilir." hadisi birkaç beyitle açıklanmaktadır. Hırs, şehvet ve
öfke yerilmekte; aklını kullanan hiçbir insanın gamsız bir hayat süremeyeceği,
nefse ve hevaya uymanın zararları, nefis ve hevasına yenik düşen bedendeki
ruhun, din ve bilgi gıdasından mahrum kalması konularına yer verilmekte ve
"İnsanlar yaşadıkları gibi ölürler ve öldükleri gibi haşrolur- lar."
hadis-i şerifine işaret edilmektedir.
İnsanlık
ve hayvanlık konusu işlendikten sonra balıkla kuşun dostluğunu anlatan bir
hikâyeye yer verilmekte, ardından "Doğrusu biz emaneti göklere, yere ve
dağlara sunduk da onlar onu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korktular. Onu
insan yüklendi. Çünkü o çok zalim, çok bilgisizdir (Ahzab: 33/72)." âyeti
açıklanmakta, aklın ve edebin insanın zineti olması gerektiği ifade
edilmektedir.
Bu
bölümde kötü kalpli kimseler kınanırken cesaret ve gayret övül- mekte, çok
yemek yeme kınanmaktadır.
Dünyadan
el çekmek olarak ele alınan tecrid hakkında, Hz. İsa'nın göğe yükselmesi
sırasında elbisesine zaruretten dolayı iliştirdiği bir iğnenin, göğün dördüncü
katında kalmasına ve daha fazla ilerleyememesine sebep olması anlatılmaktadır.
Hz. İsa ile şeytan arasında geçen bir konuşma da hikâye şeklinde
aktarılmaktadır. Buna göre Hz. İsa bir taş parçasını başının altına koyup
uyur. Uyandığında şeytanı karşısında görür. Şeytan, dünyada bulunan herşeyin
kendi malı olduğunu söyler ve o taşı kullanmakla Hz. İsa'nın kendisinin ortağı
olduğunu iddia eder. Bu sözleri işitir işitmez Hz. İsa hemen o taşı başının
altından alıp fırlatır. Hikâyede insanın dünya malına değer vermemesinin
Allah'ın yoluna yönelmesine yardımcı olacağı anlatılmaktadır.
Dünya
sevgisinin kınandığı ve şarap içmenin men edilmesinin konu edildiği beyitlerin
ardından yer verilen başka bir hikâyede Kâbe'de tavaf yaptığı sırada bir kadına
kötü niyetle yaklaşan bir adam konu edilmektedir. Adam kadınla konuşmaya
başlar; fakat kadın adama yaptığının yanlış olduğunu, bu şekilde şehvetine yenik
düşerek ibadetinin kabul olmayacağını söyler. Senâî bu beyitlerde ibadet ve
edebin ırk ve milliyetinin olmadığını vurgulamaktadır. Ebû Leheb Arap olduğu
halde Allah'a ibadet etmeye ve kulluk yapmaya kulaklarını kapatırken Fars
kökenli Selmân-ı Fârisî ehl-i beytten sayılmıştır.
Nakıs
dünyanın sıfatlarının anlatılmasının ardından kaplıcaya giden bir körün temsili
yer almaktadır. Ardından sarhoş deve ve adamın hikâyesi anlatılmaktadır.
Peşinden gelen deveden kurtulmak için adam bir kuyuya girerek kuyunun başındaki
dikenli çalılara tutunur. Çalıların dibinde siyah ve beyaz iki tane fare görür.
Daha sonra kuyunun duvarında dört yılanın ve kuyunun dibinde de bir ejderhanın
olduğunu görür. Bunlara rağmen adam, etrafındaki tehlikeleri unutup çalıların
üstündeki balı fark eder ve yemeğe başlar. Bu hikâyede kuyu, felaketler ve
felaketlerle dolu olan dünya, dikenli çalı ise insanın hayatını
simgelemektedir. Siyah ve beyaz fareler, insanın ömrünü tüketen gece ve gündüz,
dört yılan ise insan bedenindeki tüm ölümcül hastalıkların kaynağı olan sevda
(kara safra), sarı safra, kan ve balgamı (101) nitelemektedir. Kuyunun
dibindeki ejderha ise insanı bekleyen
ölümdür. Bal ise insanı baştan çıkaran, etrafındaki tehlikeleri görmesine
engel olan dünya nimetleri, arzular ve zevklerdir.
Bir
diğer hikâye bülbül ile karga arasında gerçekleşen bir konuşmayı aktarmaktadır.
Bülbül, kargaya sesinden dolayı kızar ama her ikisi de bir çocuk tarafından
avlanır. Karga, bülbüle bu dünyanın fani olduğunu ve dünyadaki hiçbir şeyin
değerinin olmadığını söyler.
Bir bakkalı ve oraya şeker satın almak için giden adamı konu alana
bir diğer hikâyede bakkal, şeker kırmak için uzaklaştığında adam, terazide
ölçü için bulunan taşları şeker miktarının artacağı düşüncesiyle yer. Bakkal
durumu fark eder ve koyduğu taşları yemesinin şeker miktarını da azalttığını
söyler. Bu hikâyede dünya ve dünya nimetleri çamura, balçığa benzetilmektedir.
Bu dünyanın nimetlerine aldanıp ahiret hayatının yok edilmemesi gerektiği
vurgulanmaktadır. Senâî'ye göre dünyadan yararlanmada zekice hareket ettiğini
düşünenler aslında daha fazla zarar görmektedirler.
Bu
babın sonlarında yer alan hikâyelerde zamanın sultanı ve peygamberi olan,
dünyada büyük bir kudrete sahip Hz. Süleyman'ın bile saltanatının yok olduğu
ifade edilmekte, dünyaya hükmeden İskender'in de öldüğünden bahsedilmektedir.
Bu hikâyelerle dünyanın faniliği vurgulan- maktadır.
7.
Bu
Dünya Hayatını Gül Kokusu Gibi Bil
Bu bab gurur, gaflet ve isyan konuları üzerine yazılan beyitlerle
başlamaktadır. Ardından boşuna atılan kahkahalar kınanmakta, ömrün boşa
geçirilmemesi gerektiği vurgulanmaktadır. Hz. Nuh'a verilen uzun ömrün ahiret
hayatı için hasret sebebi olması, sürekli dünyadan kaçan Lokman Hekim'in ise
küçük ve dar bir eve sahip olması ve bu dünya hayatını öteki dünyaya giden bir
köprü olarak görmesi anlatılmaktadır.
Ölüm hakkında kaleme alınan beyitlerde "Nerede olursanız
olun, ölüm sizi bulur; hatta isterseniz sağlamlaştırılmış yüksek kalelerde
olun. Onlara bir iyilik geldi mi bu Allah'tan derler. Bir kötülük geldi mi bu
senden derler. De ki: Hepsi Allah'tan. Ne oldu bu kavme ki hiçbir sözü
anlamaya yanaşmıyor (Nisâ: 4/78)." âyetine işaret edilmekte ve fani dünyadaki
sıkıntılara katlananların baki dünyaya yolculuğunun daha kolay olacağı ifade
edilmektedir. Ayrıca temmuz ayında buz satan bir adamın hikâyesinde insan
ömrünün buzun erimesi gibi yok olup gitmesi ve dünyanın vefasızlığı
anlatılmaktadır. Bu babda imanını ve aklını kullanan insanların öldükten sonra
ruhu ile yeniden doğduğu ifade edilmektedir.
Peygamberlerin, Fars şahlarının ve onların büyüklerinin ve insanoğlunun
ölümünün sıfatları, beden ve ruhun bekası ve fenası, bu dünyanın kınanması,
riyakârlıkla cenneti isteme konularının ardından riyakâr zühd hakkında kaleme
alınan beyitlerde Senâî, ikiyüzlü sufilerin halkın arasında sahip oldukları
konumu kullanarak kötü işler yapmasını ve sağlam bir inanca sahip olmamalarını
eleştirmektedir. Senâî, ikiyüzlülükle cennete girmenin mümkün olmadığını
söyleyerek bu konuda insanları uyarmaktadır.
Fani dünya ve şehvet konularından sonra göklerin, yıldızların
sıfatları ve on iki burç hakkındaki beyitler gelmektedir ve burada dünya bir
kemere benzetilmekte insana o kemerden ister geç ister geçme denilmektedir.
Gaflete kapılıp dünyaya meyleden bir zümrenin bir hikâye ile dünya
hayatını kendine dost edinenlerin kınanması ise bir temsil ile ifade
edilmektedir.
Kız kardeşlerin kalbinin tesellisi hakkında "Kral, onu bana
getirin! dedi. Elçi Yûsuf'a geldiğinde Yûsuf "Efendine dön de sor ona,
"Ellerini kesen o kadınların zoru neydi?" Şüphesiz rabbim onların
hilesini çok iyi bilir" dedi (Yusuf: 12/50)." âyetine işaret
edilmektedir. Hz. İsa'nın ve Karun'un sahip oldukları dünya malı ve bu mallar
sebebiyle Allah katında daha yüce makamlarda olamamaları anlatılmaktadır.
Dostluk ve düşmanlığın hikmeti, halis muhabbet ve dostluk hakkında
bir hikâye, muhabbette riya, kötü arkadaşlar, kötü kimselerle ilişkileri
kesmek, vefasızlığı konu alan bir hikâyeden sonra dostluk ve düşmanlıkla
ilgili gerçek, iyi ve kötü dostluklardan bahsedilmektedir. Bu beyitlerde
dünyayı kendisine dost edinenlerin öteki dünyalarını yaktıkları, cahillerle
dost olanların akıllarını kaybedip ruhlarını bozdukları ve bu şekilde Allah'ın
yolundan uzaklaştıkları söylenmektedir. Ayrıca Senâî, cahille kurulan
dostluğun zararını fark ettikten sora güzel dostlar edinilmesini tavsiye
etmektedir. Senâî'ye göre arkadaş, neyin helal neyin haram olduğunu bilmeli,
dürüst, sevgi dolu ve sadık olmalıdır. Yine arkadaşlık hakkında kaleme alınan
bir hikâyede yaşlı bir kadın ve çok sevdiğini iddia ettiği kızı
anlatılmaktadır. Yaşlı kadın dualarında kızının yerine ölebileceğim ifade
ederken ahırdaki inek, başına yem kazanını geçirmiş bir halde kadının karşısına
gelince yaşlı kadın onun Azrail olduğunu sanıp can havli ile eliyle hasta olan
kızını göstermekte ve kendisinin değil kızının canını almasını söylemektedir.
Aptal insanların sıfatlarının anlatılmasından sonra aşk detaylı
olarak ele alınmaktadır. Hakiki aşka ulaşmanın anlatıldığı beyitlerde Mec-
nun'un kurduğu tuzağa bir geyiğin yakalanması ve bu geyiğin gözlerini Leyla'ya
benzeten Mecnun'un bu geyiği avlamasının kendisine yasak olduğunu ve onu
serbest bırakması gerektiğini söylemesi hatırlatıldıktan sonra aşk yoluna adım
atan kişinin sevgili uğruna her şeyi feda etmesi ve geçici arzulara kapılmaması
gerektiği vurgulanmaktadır.
Ardından sırasıyla insan ve onun işlerini anlatan bir temsil gelmekte,
insanın sıfatları açıklanmakta, İslam'ın hidayet sebebi olmasıyla ilgili Hz.
Ömer ve cahiliye dönemini yaşamış bir grup insanın o dönemleri hatırlayıp
cehaletle geçirdikleri vakitten pişmanlık duymaları ve o dönemleri bilmeyen
Abdullah b. Ömer'e, Hz. Ömer'in İslam döneminde doğduğu için küfrün acısını
tatmadığını ve bu nedenle imanın neşesinden ve değerinden habersiz olduğunu
söylemesi anlatılmaktadır.
Ayrıca insanın sertliği, kötü itikat ve havf, geçim sıkıntısı,
zalim ve mazlum hakkında bir hikâye, soyun kesilmesi, dünyada mağrur olanların
sıfatları, dünya sevgisi ve gururlanma ile ilgili bir temsil, nefsin sıfatları
ve halleri ve "İnsanın kan damarlarında dolaşan şeytan ve şeytanlar vardır."
hadis-i şerifi yedinci babda yer alan diğer başlıklardır.
Tembellik ve gevşeklik hakkında ise Hz. Peygamber'in (a.s)
"İki günü eşit olan zarardadır." hadis-i şerifine işaret edilmektedir.
Ahireti tercih etme uğruna yurtları terk etme ile ilgili
"İlim Çin'de de olsa alınız." hadisi hatırlatılmaktadır. Seyahat
edilse bile insanın vatanıyla gurur duyması gerektiği vurgulanmaktadır.
Buradaki beyitlerde bu terk edişteki hareket ve seyir sırasında sıkıntı
çekilmesi övülmektedir.
Nefsin edebi ve şerefi konulu şiirin ardından ayın devrini anlatan
beyitlerde Leyl ve Duhâ surelerinin okunması tavsiye edilmektedir. Yol
arkadaşlığını konu alan bir hikâyeden sonra sırla ilgili kaleme alınan beyitlere
yer verilmekte ve gerçek arkadaşlığın sürmesinin en önemli koşullarından
birinin sırdaşlık olduğu bir hikâye vasıtasıyla dile getirilmektedir.
Ayrıca meliklerin sırları saklaması hakkında bir temsil, sohbet
meclisinde sema etme ile ilgili bir hikâye, vaaz ve nasihat, çöller, tasavvuf
ve zühd, tasavvuf ehli olan gönülleri talep etme, açgözlülük ve hırs, sûfîlerin
halleri ve onların övülmesi konuları ile tasavvufun hakikatleri hakkında bir
hikâye, gafil bir babanın eğitimindeki cahil bir çocuğu konu alan bir temsil,
tasavvufi hallerde tefekkür ve murakabe, dünyada yok olmak, ondan sonra bir
kimse veya bir şey olmak ve dünyanın suretinin sıfatları konuları ile yedinci
bab sona ermektedir.
Yedinci babda Senâî adeta bir vaaz meclisinde gibi okuyucularına
nasihat ve tavsiyelerde bulunmaktadır. Allah'tan uzaklaştıran şeyler hakkında
insanları uyarmakta, insanlara dikkatli olmalarını öğütlemektedir.
8.
Adaletli
Ol; Çünkü Gönül Vilayetinde Peygamberin Kapısını Adil Olan Çalar
Sekizinci bab, Sultan Behram Şah'ın övülmesi, hasletlerinin ve
faziletlerinin anlatılması ile ilgili beyitlerle başlamaktadır. Padişah
korkusunun sıfatları konusunda "İşte siz o kişilersiniz ki onları
seversiniz, fakat onlar sizi sevmez. Siz, kitabın hepsine inanırsınız, onlarsa
sizinle buluştular mı inandık derler, yalnız kaldılar mı size karşı
besledikleri kin yüzünden parmaklarını ısırırlar. De ki: Geberin kininizle.
Şüphe yok Allah, gönüllerde ne varsa hepsini bilir (Âl-i İmrân: 3/119)."
âyetine işaret edilmektedir. Ardından gelen beyitlerde Senâî, padişahı gaflet
uykusundan uyandırmaya çalışmakta, ona aklı ile hareket etmesini ve mülkünü adaletle
korumasını tavsiye etmektedir.
Senâî'ye
göre kralı uyarırken yalakalık yapmadan hakkı ve adaleti tavsiye etmek
gerekmektedir. Bu konu ile ilgili olarak Hz. Ömer'in babası ile rüyasında
konuşması, babasının ona adaletli ve merhametli olmasını söylemesi konu
edilmektedir.
Sultan
Mahmud ile adalet isteyen bir kadının konu edildiği hikâyede yönetenlerle
yönetilenlerden, güç sahibi olanlarla onların hükmü altında bulunanlardan
bahsedilmektedir. Zayıf ve güçsüzleri düşünen, insanlara yardım ederek nazik ve
kibar davranan yöneticiler övülmektedir. Bir diğer hikâye padişahın
bağışlayıcı olması ve adaleti hakkında kaleme alınmıştır.
Sonrasında,
kötü kimselerin vasıfları ve sultanın adaletli olması hakkında kaleme alınan
beyitler yer almaktadır. Abbasi halifesi Me'mûn'un haksız yere kan dökmesi ile
ilgili olarak, Me'mûn'un Yahyâ b. Muâz'ı (ö. 218/833) öldürmesinin ardından
insanların, oğlunun kanını haksız yere döktüğü için Me'mûn'a sürekli lanet
okuyup hükümranlığının yıkılmasını isteyen annesinden bahsetmelerini anlatan
beyitlerde bir gece Me'mûn'un gizlice o kadının yanına gitmesi ve ona Yahyâ'nın
bir daha geri dönmeyeceğini ve kendisini oğlu olarak kabul etmesini söylemesi;
ancak Yahyâ'nın annesinin Me'mûn'un ihtişamlı makamında kendisine yer
olmadığını belirtmesinin üzerine Me'mûn'un utanıp bir daha haksız yere kan
dökmemeye karar vermesi anlatılmaktadır. Bir diğer hikâye ise Sultan Mesud
tarafından haksız yere öldürülen Vezir Meymendî (ö. 424/1032) ve onun annesi
hakkındadır. Sultan Mesud pişmanlık içinde Meymendî'nin annesine gider ve onun
düşündürücü ve akıllıca cevapları karşısında Sultan Mesud'un mahcubiyeti artar.
Enûşirvân'ın
(ö.579) sabrı ve hoşgörüsü ile ilgili kaleme alınan hikâyede Enûşirvân'ın
kadehinin çalınmasının ardından pek çok masum insanın işkence görmesi ve
Enûşirvân'ın kadehinden vazgeçerek sabır ve hoşgörü göstermesi, affetmeyi
seçmesi konu edilmektedir. Buna göre affedici hükümdar güneş gibi ışık
saçmakta, gece gibi de hataları örtmektedir. Sonra yetimlerin, mazlumların ve
yaşlıların hanedanlıkların yıkılma sebebi olduğunu belirten ve bu konuda
padişaha adaletli olması hakkında uyarılarda bulunulan beyitler gelmektedir. Bu
beyitlere göre mazlumların ahı, her türlü silahtan daha etkili ve daha yıkıcı
olabilmektedir.
Sultan
Mahmud'un adalet ve siyasetini konu alan bir hikâyede Sultan ava giderken
arazisi olmayan yaşlı bir adama rastlamakta ve adam yaşadığı sıkıntıları ona
anlatmaktadır. Bunun üzerine Sultan ona bir arazi bağışlamaktadır. Bu hikâyeye
göre insanın ebedi hayat elde etmesi bu dünyada yapılan iyiliklere ve adaletli
davranmaya bağlıdır.
Başka bir hikâye, padişah doğru olsa bile yanındakilerin adaletsiz
olabileceğini anlatmaktadır. Hikâyede padişah vezirlerinin ve yardımcılarının
yaptıklarını desteklememekte ve yapılan kötülükleri telafi etmeye
çalışmaktadır. Örneğin Enûrşirvân'ın yardımcıları bir din adamına baskı yaparak
tavuğunu alırlar. Enûrşirvân da yerine bir kuzu verir. Senâî'ye göre vezirlerin
ve yardımcıların iyi davranmaları yine krala bağlıdır.
Cahil
ve zalim bir kadının anlatıldığı beyitlerde bekçi tarafından suçsuz yere
vurulan adamın kadıya gidip onu cezalandırmasını istemesi üzerine kadının,
adama kendisini vuran görevliye bir sığır hediye etmesini aksi takdirde bir
dahaki sefer kendisini öldürebileceğini söylemesini konu etmektedir ve adaletle
hükmetmesi gereken kadının cahilce davranışı kınanmaktadır.
Padişahın
yeterliliği ve kifayetli olması hakkında Senâî, Sultan Mahmud'un güçlü ve
yetenekli sıfatlarını sıralayarak Sultan'ı Roma kralına tanıtmaktadır.
Padişahın
yumuşak siyaseti hakkında kaleme alınan hikâyede padişaha halka karşı sabır ve
tahammülle muamelede bulunması tavsiye edilmekte, siyaset ve politikada edepli
bir şekilde zulmü ortadan kaldırmak için Hişâm b. Urve'nin (ö. 146/763)
dilinden sözlere yer verilmektedir. Padişahın bağışlayıcılığını anlatan bir
hikâyenin ardından meliklerin ve sultanların uyanık, koruyucu ve bağışlayıcı
olması hakkında bir bahar günü ava giden Sultan Mahmud'un bir ceylanın peşinden
giderek askerlerinden ayrı kalması ve ceylanı bağışlaması anlatılmaktadır.
Meliklerin
sırlarının korunması gerektiğini belirten beyitlerin peşinden padişaha,
"İyilik yaparsanız hep iyilik bulursunuz, kötülük yaptığınızda ise
sürekli kötü şeyler bulursunuz." şeklinde tavsiyelerde bulunulmaktadır.
Buna göre alışkanlıklar insanları iyi ve kötü davranışlara yönlendirmektedir.
Ardından yer verilen beyitlerde İmam Ebû Hanîfe'nin (ö. 150/767) kendisine
hakaret eden adama tepki göstermeden kendi kendisine "Eğer bu adamın
dediği gibiysem o zaman kendimi kötü ahlaktan arındırmalıyım, yok eğer öyle
değilsem ona cevap vermeme gerek yok. Kötü bir şekilde ona cevap verirsem onunla
aramda ne fark kalır?" demesi anlatılmaktadır.
Adaletli
olmak ve sitemde bulunmamak hakkında "Yeryüzünde bulunan her şey fânidir
(Rahman: 55/26)." âyetine işaret edilmekte ve hükümdarlığın yok olmasının
sebepleri arasında halka uygulanan ekonomik baskılardan ve yüksek vergilerden
bahsedilmektedir.
İş
bilmez ve politikadan anlamaz bir sultanın anlatıldığı hikâyeden sonra
öğretmenlerin yoksulluğundan bahsedilmektedir. Ardından da Behram Şahın
yiğitliğine, cesaretine ve siretinin güzelliğine değinilmektedir.
Dindar
âlimlerinin taahhüdü hakkında Hz. Peygamber'in (salla'llâhü aleyhi ve sellem)
"(Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'i işaret ederek) benden sonra o ikiye
uyun." ha- dis-i şerifine işaret edilmektedir.
Ardından
gönlünü heva ve hevesine teslim etmiş padişaha bağlanıl- maması gerektiği
söylenmektedir. Ebedi mülk isteyen padişahın adaletle hükmetmesi zulmü kuyuya
hapsetmesi, kuru olan şeriatın gözyaşıyla ıslatılması, susuz olan küfrün de
kılıçla sulanması tavsiye edilmektedir. Tekrar Behram Şah övülmekte, onun hüküm
vermesi hakkında gücünden ve kudretinden söz edilmektedir. Padişah
methedilirken on iki burcun özellikleri kullanılmaktadır.
Daha
sonra Kahire devletinin bilim adamlarının, emirlerinin ve onların
hizmetkârlarının sıfatlarının ve Allah'ın onları çoğaltmasının anlatıldığı
beyitler gelmektedir. Behram Şah'ın oğlu Emir Celâlüddevle'nin, vezirlerin,
sadrazamların ve kadıların, Halife Mansur'un (ö. 158/775), Nizâmül- mülk'ün (ö.
485/1092) övülmesinin ardından kadılardan oluşan birtakım şahsiyetler hakkında
methiyeler söylenmekte ve ^^S- Lîl (Ben
daha hayırlıyım.) ifadesi ile "Allah, sana emrettiğim zaman neden secde
etmekten çekindin, seni meneden sebep neydi dedi. O, ben ondan daha hayırlıyım
dedi, beni ateşten halkettin, onu balçıktan yarattın (A'râf: 7/12)."
âyetine, <3^5” ^l(Şayet
açığa çıkmış olsaydı) ifadesi ile Hz. Ali'nin "Gaybın üstündeki maddi
perdeler çekilse, imanımda bir artma olmaz." sözüne, j^x^lJI5(Bilgide derinleşenler) ifadesi ile de "....Bu
yüzden, bilgide de- rinleşenler şöyle derler: "Biz ona inanırız, onun
tamamı Rabbimizdendir. Derin kavrayış sahipleri dışında kimse bundan ders
almasa da (Âl-i İmrân: 3/7)." âyetine işaret edilmektedir.
Sekizinci
bab, Senâî'nin adalet, siyaset ve yargı konularındaki görüşlerini açıkladığı
babdır. Senâî, sultanlara, vezirlere ve kadılara yazdığı beyitlerle
nasihatlerde bulunmaktadır. Senâî, sultanların karakterini peygamberlerin
karakterine yakın görmektedir. Sultanları affedici, adaletli ve alçakgönüllü
olmaya, iyilikle davranıp hoşgörülü davranmaya davet etmektedir. Senâî'ye göre
sultan, dinî ve memleket meselelerinde cesur olmalıdır. Ona göre sultanın
yanında cahil bir vezirin olması sultanın aklını kullanamamasından
kaynaklanmaktadır. Kıskanç ve kötü niyetli bir vezir talihsizlik sebebidir ve
Senâî'ye göre iyi bir vezir ve danışman bilgisiyle doğru yola götüren insandır.
9.
Yolun
Uzaklığı Gönlün Tembelliğinden, Küfür ve Din İkiyüzlülüktendir
Dokuzuncu bab, mutluluğa giden yolun ve sırât-i müstakîmin tarifi
ile başlamaktadır. Bu beyitlerde ^^>^j Y5 (Razı olmaz) ifadesi ile "Kafir olursanız bilin ki Allah,
sizden müstağnidir; fakat kullarının kafir oluşuna da razı olmaz ve
şükrederseniz sizden razı olur ve hiçbir kimse, bir başkasının yükünü
yüklenemez; sonra da dönüp varacağınız yer Rabbinizin kapısıdır da O, neler
yaptığınızı haber verir size; şüphe yok ki O, gönüllerde ne varsa hepsini
bilir (Zümer: 39/7)." âyetine işaret edilmektedir. Ardından zamanın ehli
hakkında kaleme alınan şikâyet beyitleri gelmektedir.
Mazeret
ve kusur hakkında Senâî, Allah'tan gafil olan insanların arasında olmadığı
için Allah'a şükrünü dile getirmekte ve Senâî olarak dünyadan ayrılmayı
bildiğini ifade etmektedir. Hakikat ve tarikat yolunu açıkladıktan sonra
ahiretin dünya hayatına göre üstünlüğü konusunda bir zâhid ile Me'mûn (ö.
218/833) arasında geçen bir konuşmaya yer vermektedir. Buna göre Me'mûn,
zahidin Bağdat'a gelişini "merhaba, merhaba!" diyerek kutlar, zâhid
ise onun bu davranışını kınar ve mutluluğun bu dünyada yeri olmadığını, eğer bu
dünyada mutlu olunursa cennetin unutulmuş olduğunu söyler. Bunun üzerine
Me'mûn davranışlarından ve sözlerinden dolayı utanç duyar.
Sonra yer verilen bir hikâyede bir köyde salgın hastalık sebebiyle
ineklerin ölmeye başlaması üzerine bir adam, kendi ineğini komşusuna satarak
onun eşeğini alır. Ancak komşusuna sattığı inek yaşarken kendi eşeği ölür ve
adam, eşek ile ineğin farkını anlamadığı için kendisini kınar.
Sahtekâr
şairlerin kusurları konusunda Senâî, kendisini şair sanarak şiir söyleyen
insanları kelimelerin anlamlarını bilmeden yazdıkları, padişahlara değer
vererek onları övdükleri ve dindar insanları yok saydıkları için kınamaktadır.
Sıradan
insanlar ve cahiller hakkında Senâî, iyi ve kaliteli olarak tabir ettiği
insanlarla oturup sohbet etmeyi, mümkün olduğu kadar cahil ve sıradan
insanlardan uzak olmayı tercih ettiğini ifade etmektedir.
Ardından
düşmanların kınandığı ve evliyaların nasihatleri hakkında bilgi veren beyitler
gelmektedir.
Senâî,
akrabalarla ilgili olarak insana en yakın olan akrabanın erkek kardeş olduğunu;
ancak babaları öldükten sonra kardeşliğin sona erdiğini ve erkek kardeşin en
yakın düşman haline geldiğini söylemektedir. Kız kardeşle alakalı olarak ise
doğduğunda babasının yüzünü kara etmesinden, babasının ölümünün ardından
mirasın dörtte birini aldığından bahsetmektedir. Ona göre kız çocuğu utanç ve
rezalet sebebidir, kız çocuğun dünyaya gelmesi talihsizliktir. [Kızların
defnedilmesi asil davranışlardandır. (?)] cümlesi ile mezarı kızlar için en iyi
yer olarak gördüğünü belirtmekte yine mezarı kızlar için en uygun damat
şeklinde tasvir etmektedir. Amca ve dayı ise Senâî'ye göre sırta hançer vuran
kişilerdir. Amca |^c ('amm)
kelimesini ^c (gam)
kelimesi ile hala JlA (hâl)
kelimesini de JL5 (vebal)
kelimesi ile eşleştirmektedir.
Şehvet
ve arzu çeşitleri hakkındaki beyitlerden sonra bunların sebepleri açıklanmakta
ve bazısının hastalık yüzünden ortaya çıktığı belirtilmektedir.
Evliliğin
manası üzerine kaleme alınan beyitlerde din ile paranın bir arada bulunmayacağı
gibi güzel yüz ile güzel huyun da bir arada olmayacağı ifade edilmektedir.
Mizah
yoluyla ele alınan bir temsilde yeryüzünde kuraklığın ve kıtlığın olmasının
sebebi göklerin cimri olmasıyla açıklanmaktadır. Ardından kıtlık arttıkça
insanlar arasında nezaket ve uysallığın azalması, insanların hayatta kalma
arzusuyla birbirlerini yemeye başlaması anlatılmaktadır. Bu hikâyede (zenci) ifadesi ile yamyam tanımlaması yapılmakta ve onun
vasıfları anlatılmaktadır.
Senâî,
kendi sûfîliğini kınanmasına dair kendisini gece gündüz evinde ibadetle meşgul
olan bir sûfî olarak kabul etmemektedir. Ona göre ibadetleri taklit yoluyla
yapmak sıradan insanların işidir, hakikat ehlinin işi değildir. Sûfîlikle
ilgili bir temsilde kalacak yeri olmayan bir sûfînin kuraklık çeken bir beldede
bir camiyi boş görüp mesken yapmasını, fasık bir kimsenin kötü muamelesine
rağmen sûfînin ettiği dua ile o beldeye yağmurun gelmesini anlatmaktadır.
Hikâyede, insanların kıtlıkla imtihan edilmelerinin sebebinin günah fiillere
devam etmeleri olduğu, sûfîlerin ise Allah'tan korkmaları sebebiyle kurtuluşa
erdikleri belirtilmektedir.
Fakihlerin
birbirine yakınlığı hakkında Senâî fakihleri bir kimsenin selamını getirmeden
iş yapmayan kimselere benzetmektedir. Bu beyitlerde basiretsiz karaktere sahip
olduklarından basiretsiz sözler sarf ettikleri, dış görünüşleri ile içlerindeki
çirkinliği gizledikleri, zahirde âlim görünseler de bâtında cahil oldukları ve
onların cahilliklerinin neticesi olan işlerin kıyamet günü ortaya çıkacağı
anlatılmaktadır.
Bir
başka hikâyede bir hırsız, dindar bir adamın kıyafetlerini çalarak sevinçle
bostana giderken dindar adam mezarlığın yolunu tutmaktadır. Bu olaya şahit olan
başka bir adamın hırsızın kıyafetleri çalıp bostana gitmesine rağmen
kendisinin neden mezarlığa gittiğini sorması üzerine adam, ölümün elbet onu bu
topraklara getireceğini ve mezarda onu çıplak bırakacağını, yaptıklarının
cezasını Allah'ın vereceğini söyler. Buna göre işlenen suçtan kaçmak
imkânsızdır ve zaman, mutlaka ölüm tuzağını hazırlar.
Rey
şehrine gelen kıtlığı anlatan hikâye, kıtlık sonucu halkın çok zor durumlarda
kalmasını, insanların adeta birbirlerini yiyen kurtlara dönüşmesini,
birbirlerinin kanını süt gibi helal saymalarını, bu yüzden
annelerin sürekli gözyaşı dökmesini konu almaktadır. Hikâyede
kendi menfaatine düşkün insanlara asla güvenilmeyeceği anlatılmaktadır.
İkiyüzlü
bir şekilde Kur'an okuyanların sıfatları anlatılırken görülecek çok şey olduğu
halde insanların gözlerinin kör olduğu, Kur'an okumayı bırakanlara evlerindeki
farelerin öğretmenlik yapacağı anlatılmaktadır. Burada fare insanın ömrünü
kemiren zamandır.
Allah'a
tapanlar hakkında Senâî, din yoluna yönelen kişilerin halka yüz çevirip
Haricilerin ve Mürcielerin yolundan değil Sünnilerin yolundan gidenler
olduğunu söylemektedir. Senâî'ye göre onların gönülleri hasret ateşinden yansa
da dünyadaki halleri kötü görünse de Cebrail'in kanatları onların sofrasıdır ve
onların yeryüzünden bedenleri gitse de isimleri kalmaktadır.
Makam
ve mal peşinde olup derviş kılığında görünenlerle ilgili olarak …ifadesi ile "Yoksa sen onların çoğunu, söz dinler
ve aklı erer mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta yol yordam
bakımından hayvandan da sapıktır onlar (Furkân: 25/44)." âyetine işaret
edilmektedir.
Gazne'nin
büyüklerinden bahsedilen beyitlerde Gazne'nin ikiyüzlü, sahte âlimlerine,
minberde oturup kendisini vaiz sanan kişilerine yer verilmektedir. Ardından
kötü şairlerin de eleştirisi yapılmakta ve kendisini onlar gibi olmadığı için
talihli saymaktadır.
Yaratılmışlara
kul, köle olmanın kınanmasında ise Senâî, Allah'tan başkasının hizmetinde
olmadığı için Allah'a şükretmektedir. Rızkı veren Allah'tır ve O'nun olduğu
yerde ne kimseden korkulmalı ne de bir şey beklenmelidir.
Kanaat
edip arzuları terk etmek hakkında Hipokrat'la İskender'in konuşmasına yer
verilmektedir. Buna göre İskender, Hipokrat'a kendisinden ne dilerse
dilemesini söyler. Hipokrat da üç şey ister: Günahlarının bağışlanması,
gençleşmesi ve rızkının artırılıp ölümsüz olması. İskender, bunların hepsinin
yaratıcının elinde olduğunu O'nun ol demesiyle gerçekleşeceğini kendisinin bir
şey yapamayacağını belirtir. Hipokrat da İskender'e doğru söylediğini, hakiki
güç ve yüceliğin Allah'a ait olduğunu ve her ne kadar hükümdarlığa ve mülke
sahip olsa da kendisi gibi aciz biri olduğunu söyler.
Sonrasındaki
hikâyede Lokman Hekim ile Azrail arasında geçen bir konuşma yer almaktadır.
Azrail, Lokman Hekim'e evine neden değer vermediğini ve süslemediğini sorar.
Lokman Hekim, ölümden sonra sadece kefen giyeceğini, evinin Ehrimen'in ateşi
gibi olduğunu söyler. Ona göre, yaratılış amacına uygun bir insan olmanın
gerekliliğinin iyi bilinmesi için insanın evinin görkemi az olmalıdır.
Cahil
hekimlerin kınandığı beyitlerde onların koyduğu yanlış teşhisler
eleştirilmektedir. Hz. Muhammed'in (salla'llâhü aleyhi ve sellem) "İlim
ikidir: Beden ilmi ve din ilmi." hadis-i şerifi beyitlerle
açıklanmaktadır. Ardından hastalıkların çıkış yerlerinden ve elli çeşit
hastalıktan bahsedilmektedir. Senâî'ye göre Azrail'in arkadaşı olan bilgisiz
doktorlar yüzünden her yıl yüz binlerce hasta ölmektedir. Senâî, Allah böyle
doktorlardan herkesi korusun demektedir.
Yıldızlara
bakarak müneccimlikte ve kehanette bulunmanın batıl olduğu söylenmekte ve
hadis-i şeriflerle bu görüş desteklenmektedir. Felek, dokuz mertebe olarak
açıklanmaktadır. Yedi yıldızdan gelen uğursuzluklar ve olumlu şeyler
anlatılmaktadır. On iki burç ve sembolleri hakkında bilgiler verilmektedir.
Yıldızların şerefi, vebali, yükselişi ve inişi hakkında söylenen beyitlerin
ardından cahil bir müneccim ve akıllı bir padişahı konu alan bir temsile yer
verilmektedir. Bu temsilde padişah müneccimi yanına çağırır ve ondan takvimden
bir gün seçmesini ister. Padişah, seçtiği günün onun için çok mutlu bir gün
olacağını söyler. Müneccim günü seçer; fakat padişahın bundaki amacını göremez.
Sabah erkenden padişahın huzuruna gelen müneccimdeki neşeli hali gören padişah
çok üzülür ve onun boynunun vurulmasını ister. Çünkü müneccim kralın söylediklerini
ciddiye alarak aklıyla hareket etmeyi terk etmiştir.
Müneccimlerin
gafil olarak nitelenmesinden, işlerini canı gönülden yapmadıklarının ifade
edilmesinden sonra burçların ve takımyıldızlarının sıfatları zikredilmekte ve
dokuzuncu bab Senâî'nin, insanın sadece yemek ve içmek için yaratılan bir
varlık olmadığını, insanın yaratılış amacının daha üstün olduğunu ifade ettiği
beyitlerle sona ermektedir.
10.
Benim
Şiirim Din ve Şeriatin Şerhidir, Doğru Sözlü Şair İşte Bu- dur
Onuncu bab, Senâî'nin Şah'a olan sevgisini dile getirmesi ve ona
karşı yazdıklarından dolayı özür dilemeye çalışmasıyla başlamaktadır. Yazı,
kalem, kâğıt ve bunların tehlikelerini dile getirdikten sonra Senâî,
insanlardan kendisini soyutlama ve eserini tasnif etme sebebi üzerine okuyucu ile
hasbihâl etmektedir. Hadîka'yı boşuna kaleme almamıştır, şiirlerini
can-ı gönülden söylediği için eseri diğer şairlerin eserlerinden farklıdır.
Senâî, zamanın insanlarına karşı kendisiyle gurur duyduğunu ifade ettiği
beyitlerde kurt ile Hz. Yusuf'a işaret etmektedir. Buna göre, bir kör için kurt
ve Yusuf aynıdır ve böyle birbirinden çok farklı olan şeyleri aynı
değerlendiren insanları dikkate almamak gerekir.
Ardından
gelen beyitlerde Hz. Davud'un sesinin güzelliğinden bahsedilmektedir. Öyleki o
namazda sesini yükselttiğinde kuşlar yanına gelmekte, vahşi hayvanlar
başlarını kaldırmaktadır. Ancak sağır bir kişiye bu ses tesir etmemektedir.
Bu babda Senâî'nin başkalarını övmekten vazgeçtiği, toplumdan
kendisini soyutlayarak kendi iç dünyasına yöneldiği anlaşılmaktadır. Ayrıca
Senâî, yaşlılığın kendisini zayıf ve aciz yaptığından, çehresi sarı ve kırmızı
olarak tasvir ettiği ölüme doğru gittiğinden ve kendi ruh halindeki
değişimlerden bahsetmektedir. Ancak tüm bu olumsuzluklara rağmen Senâî, kanaat
sahibi olmaktan dolayı hissettiği memnuniyeti de dile getirmektedir.
İçtihatla ilgili kaleme alınan beyitlerde iyi bir yaşam için
cihadın, Allah'a itaatin, ihlâsın ve samimiyetin olması gerektiği
vurgulanmakta, Hz. Ömer'in halifeliği zamanında cihadla İslam devletini
güçlendirmesi, devlet hazinesine yenilikler getirmesi anlatılmaktadır.
Sonra,
ruhun bedenden özgür kılınması hakkında Senâî'nin tavsiyeleri yer almaktadır ve
bu konuda ölümün hakikat, yaşamın batıl olduğu, mutlak olan ahireti anlamak
için batılı terk etmek gerektiği söylenmektedir.
Senâî, kendi sözünün üstünlüğü hakkında sıkıntı ve zorluk çekilmeden
şairliğin ve şiirin ortaya çıkamayacağını, rahat hayat koşullarında yaşayan
şairlerin şiirlerinin sadece şeytani düşüncelerin açığa vurulması olduğunu
ifade etmektedir.
Senâî, kendisine bir ev düzenleyen, maddi olarak yardımcı olan
Mes'ûd-i Tîşe hakkında övgülerini dile getirmektedir. Onu şehirdeki en yakın
dostu olarak tanımlamaktadır. Yine de o evin içinde kendisini mezardaki ölü
gibi görmekte ve kanaat sahibi olan kişinin şımarık olmayacağını
belirtmektedir.
Senâî, kendi kanaatkârlığı ve inzivaya çekilmesi hakkında hiç kimseden
bir şey istememeyi öğütlemekte, kimsenin bir diğerinin iç dünyasını
bilemeyeceğini ve sabır göstermeden insanın kendi yararına olacak gönül
vilayetine ulaşamayacağını söylemektedir. Ardından kanaatle ilgili olarak bu
dünyadan ve içindekilerden soyutlanmayı, ihtiyaçtan fazlasına gözleri
kapatmayı, dünyanın aldatmacalarına kanmadan ahiret yurduna yürümeyi
öğütlemektedir. Sonraki hikâyede Allah'a bağlılığı olmayan kişinin bir
gönlünün olamayacağını, insanın kendisine ait olmayan dünyadan uzak durup Hz.
Peygamber'in (salla'llâhü aleyhi ve sellem) sünnetine uyması gerektiğini ifade
etmektedir.
Kediden korktuğu için farelerin evlerini yerin altında yapmalarını
anlatan hikâyede ölüm, fareyi avlayan kedi gibi tasvir edilmektedir. Kedinin
fareyi avlamak için diş ve pençelerini güçlendirmesi gibi ölüm de insanı
avlamak için türlü sıkıntılarla ve zorlu imtihanlarla beklemektedir.
Başka
bir hikâyede diş ağrısı çekmemiş birinin diş ağrısını sadece kavramsal olarak
bilebileceği, tam olarak bilmenin ancak yaşayarak mümkün olacağı anlatılmakta,
halvetin ne olduğunun tecrübe edilerek manasının kavranılacağı ifade
edilmektedir. Ardından Senâî'nin kendi halveti, tok gözlülüğü ve iradesi,
zaafları ve kötü kalpliği hakkında kaleme aldığı beyitler bulunmaktadır.
Kuş
ile tuzak arasında geçen bir konuşmanın hikâye edildiği beyitlerde tuzak,
etrafındaki yemlerle kuşu aldatmaya çalışmaktadır. Kuş, yemlere ulaşmak için
hamle yapınca tuzağa tutulduktan sonra kötülerle dolu bu dünyada gafleti ve
cahilliği seçtiğini, hiç kimseden vefa görmediğini söylemektedir.
Senâî,
cahil insanları küçümsemekte ve onlara birtakım tavsiyelerde bulunmaktadır. Hz.
Nuh'a Allah tarafından dokuz yüz elli yıl ömür verildiğini; ancak bu süre
içinde ona sadece dokuz kişinin kulak vermesinden hareketle kendi davetini Hz.
Nuh'un daveti gibi görmekte, nasihatlerini dinlemeyenlere üzülmeyeceğini ifade
etmektedir.
Zamanın
insanlarının cahilliği ile ilgili bir diğer hikâyede zamanın insanlarında hiç
utanma kalmadığından, bekçinin zalim, kadının cahil olduğundan bahsedilmekte,
Allah'tan başkasına bağlılığı olmayan ve emeği parayla altınla değil imanla
ölçülen özgür adamın dünyadan usandığı anlatılmaktadır. Ne kadar çok para ve
altına sahip olunursa o kadar çok şeytanın yolundan gidileceği, bu yalan
dünyanın maddi unsurlarından vazgeçilmesi gerektiği ifade edilmektedir.
Şeriat
ve şiir hakkında Senâî, şeriatı şiire tercih ettiğini belirtmektedir. Ona göre
şairin sözü sadece bir göz kırpışken peygamberlerin sözleri tamamen işarettir.
Şeriat sabah ışığı gibi aydınlığı artıran bir unsurdur. Senâî'ye göre hekimler
sadece bedenin görünen unsurlarını bilebilirken peygamberler insan ruhunu
anlamaktadırlar.
Onuncu babın son bölümü Senâî'nin eserin şeriata aykırı olduğu
düşüncesini bertaraf etme maksadıyla Gazneli âlim Burhâneddîn Ebü'l- Hasan Ali
b. Nâsır-ı Gaznevî'ye (ö.551/1156) yazdığı mektuptan oluşmaktadır. Senâî,
burada kendisine atılan iftiralardan ve hapis hayatından kurtulmak için yardım
istemektedir. Senâî, eseri öğüt vermek amacıyla yazdığını, Burhaneddîn'in
belki çok eser gördüğünü ama bunun gibisini göremeyeceğini, bu eserle birlikte
bildiği tüm ilimlere ait mevzuları halka iletmeye çalıştığını, eserde yer alan
sözlerin âlemin bilgisi olduğunu, eseri Farsça Kur'an olarak okumasını, onda
Hz. Muhammed'i (salla'llâhü aleyhi ve sellem) ve ehl-i beyti övdüğünü,
misalleri, öğütleri, methiyeleri ve sıfatları içeren eserin on bin beyitten
oluştuğunu, kendisine iyi veya kötü mutlaka bir cevap vermesini, esere 525
(1131) yılının Âzer (Aralık) ayında başlayıp 534 (11391140) yılının Dey (Ocak)
ayında tamamladığını ve bu iftiraların kendisine Mordâd (Ağustos) ayının
yarısından sonra atıldığını söylemektedir.
HADÎKATÜ’L-HAKİKA
Önemli Not:
Bu kitapta Hadîkatü’l-Hakika'nın iki bölümü hazırlanmıştır. Hakim
Senâî'nin kendi yazdığı mukaddime de Hadika'ya bir giriş olarak değil, onun toplu eserlerine yazılmış
olduğu için burada zikredilmedi.
بسم الله الرحن الرحيم
حديقة
الحقيقة وشريعة الطريقة
İlk Bölüm
Yüce Allah'ın Birliği Hakkında
Ya
Rabbi!
Beni
terbiye eden sensin!
Bedenimi
süsleyen akıl, bilgelik veren, akılsızlara merhamet eden, yerin ve zamanın
Yaratıcısı ve Koruyucusu,
Sen
mekânın ve zamanın yaratıcısı ve rızık veren ve yerin koruyucusu, o yerin
sakini ve koruyucusu sensin;
Zaman
ve mekân her şey Senin emrindedir; ateş ve rüzgâr, su ve yerlerde…
Hepsi
Senin her şeye kadirliğinin kontrolü altında;
Sen
zerreden arşa kadar yoktan var eden, diri
akıl senin hızlı habercindir.
Ağızda
dönen bir dilin olduğu her yerde, sizin övgünüzden ona ruh üflenir;
Senin
büyük ve mukaddes isimlerin, Senin lütfunun, ihsanının ve rahmetinin bir
delilidir.
Her
biri sayıları bin bir ve doksan dokuza ulaşan arştan, yerden ve melekten daha büyük olan
isimlerin;
Her
biri insanın bir ihtiyacı ile ilgilidir, fakat senin sırrında olmayan kişi
onlardan perdelenmiştir.
Ey
Rahmetinin ve lütfunun Rabb'i, kalbi ve ruhu senin ismine lâyık/yakın eyle.
Senin
yolunda yolculuk eden küfür de, iman da, “O yalnızdır, ortağı yoktur وحده لاشريك له“ diye haykırır.
O
Yaratıcıdır, Azizdir, Kadirdir ve O, kendinde yeterli olandır, bizim gibi değildir.
O,
diridir, ebedîdir, her şeyi bilendir, her şeyi bilendir, yaratmayı
rızıklandıran ve bağışlayandır.
O,
hareket ve sükûnete failidir ve bu, ortağı olmadığının delilidir;
Bizim
acizliğimiz O'nun kemâlinin delilidir ve O'nun kudreti, O'nun isimlerinin
yerine geçer.
Çünkü
şer ve takdis, hesap gününde o yurdundan cebi boş, çuvalla dönecektir.
(Amelsiz)
Allah'ı
bilenin aklından başka vesveseden, akıldan, duyudan ve kıyastan daha üstün ne
var?
Arif/
Allah'ı bilen için,
dünyanın neresinde bulunursa arş onun ayağının altında toprak olur.
Arif
ruh, Yaradan'dan başkasına övgünün aptallık olduğunu bilir;
O,
bedeni topraktan yaratmaya muktedir olan ve rüzgarı sözlerin kaydı yapan O'dur.
Akıl
veren, kalplere ilham veren, nefsi meydana getiren ve sebepleri yaratandır;
Bunların
hepsi kâinat ve fesat tarafından yaratılmıştır ve bütün yaratılışın esası ve
tekerrürü odur.
Kevn
ve fesat/ oluş ve bozulma, hepsi onun eseridir; O, tüm yaratılışın mebde ve
me'ad/kaynağı ve geri döndüğü yerdir;
Her
şey O'ndan gelir ve O'na döner; sonunda iyilik ve kötülükte hep O'na gider;
İyinin
de kötünün de özgür iradesini yaratır; O, ruhun motive edicisi ve aklın
yaratıcısıdır.
O,
seni yoktan bir şey yarattı; Sen önemsizken ve seni yüceltendir.
Kalbin
en içteki O'nun varlık biçimini kavrayamaz; akıl ve ruh O'nun mükemmelliğini
bilmez.
Kalbin
künhüne/varlığına giden yolu yoktur/ varlık biçimini kavrayamaz; ve akıl ve
ruhun O'nun kemali hakkında hiçbir bilgisi yoktur.
Böylece
aklın kalbi heybetinden dolayı şaşkınlık içindedir ve ruhun aklı kemâlinden
dolayı şaşkınlık içindedir.
Akl-ı
evvel [İlk akıl], onun sıfatının bir neticesidir ve ona onu tanıma yolunu verilmiştir.
Vehim/hayal
gücü, özünün görkeminden zayıftır ve fehm/ anlama alanı onu vafetmekten sıkıntıdadır.
Ateşi
aklın kanadını yaktı ve ruh kıskançlığından onun hizmetçisi kaldı
Ve
alayındaki nefs hala sürünüyor ve akıl da onun okulunda acemi bir öğrencidir.
Ve
bu dünyadaki akıl, ilahlığı taklit eden
bir sahtekârdan başka nedir?
Allah
Teâlâ'yı arif/tanıyan bir kimse ancak akıl, yanılsama ve duyular dışında tanıyamaz.
Zekâ
yaratılanların ilki olduğu için, Zekâ her şeyden üstündür, bunun yanında;
Sıfatlarının
ihtişamı güzelliğini ortaya çıkarsaydı, akıl akıllığından ve ruhun kaçardı.
Yine
de insan aklını temkin makamına çıkarmaya gücü yeterse Cebrail aleyhisselâmın
makamındaymış gibi emindir.
-
(Bilakis) Cebrail bütün heybetiyle ve sahip
olduğu güçle onun yanında bir serçeden daha az prestij sahibidir
Ve
akıl o sınıra ulaştığında başını aşağı indirir ve ruh ona uçarsa orada
kanatlarını katlar.
Hakkında
ağır veya hafif konuşanlar, Onun bir ortağı olduğunu söylemeden kaçınsınlar.
Ve sadece
zayıf bir duyu ve kötü bir nefisle yaratılmış (insan), kıdem ve hadis/ezel ve
yaratılış hakkında olur olmaz konuşur.
O'nun
kahrı karşısında boyun eğiş ve sıfatlarının muhteşemliğini, ancak onu tanımakla
gücünüz olacaktır.
O
halde saçmalıklara yol açan bu aklı azaltın ve bu çarkı ve telvin/karışıklığı
durdurun.
Ve
akla kendi yolunu gösterdiğinde, o zaman onun bu yeteneğini övdü.
-
(Böylece) aklı mahlûkların ilki olarak tabir etti ve onu bütün seçilmişlerin
başına koydu.
Aklı-
kül/bütün akıl defterinden bir kelimedir ve nefs-i külde tek ayak üstünde onun kapısındadır.
Aşkı,
aşkla kemale erdiren, akılla akılcı aklı yaratan O'dur..
Bizim
gibi akıl da O'nun doğasına giden yolda şaşkına dönmüş, bizim gibi şaşkın.
O,
aklın aklı ve ruhun ruhudur ve bundan daha yüksek olan her şeyde O'ndandır.
Zihni,
ruhu ve duyuları tartışarak Yaradan'ı kim bilebilir?
İnsan, aklın, ruhun ve duyuların telkinleriyle
yaratıcıyı nasıl tanıyabilir?
-
Ve eğer Allah ona yolu gösteremese, ilahi vasfı ilâhlığı nasıl tanıyabilirdi?
Ma'rifet/Allah'ı Bilmek Üzerine
Bir
kişi onu kendi başına tanıyamaz, çünkü kendi zâtını kendisi bilebilir.
-
iyi gitmedi; acizlik O'nun yolunda hızlandı ve O'nu tanıdı.
Akıl
O'nun gerçeğini aradı ama tam olarak geçmedi, acizliği marifet/bilme yolunda
olduğunu öğrendi.
Duyuların
rehberliğinde kim tanıyabilir? Ve kim bir kubbenin tepesine ceviz yerleştirir?
Akıl
bir rehberdir, ancak kapısına ve seni ona götüren faziletindir.
Aklın rehberliğiyle oraya gidemezsin; o yüzden
diğerleri gibi bir perde gibi sendelenme/bocalama.
Yolda
bize rehber O'nun lütfudur ve O'na hidayet/ kılavuz ve delildir. İşleride O'na
ve şahittir.
Ey
kendi nefsini/tabiatını bilmekten aciz olan sen, Allah'ı ıtlak yolu ile nasıl bileceksin?
[Itlak:
bağdan kurtulmak, mutlak olma:. Itlak Yolu:Yaratılmışlığın külfetinden
kurtulup, Hakk Olma Yolu… "Bulan ıtlâkı hergiz kayda bakmaz"
(Şemseddin Sivâsî) ]
-
Madem biliyorsun – gücün/bilgin olmadan, Yaradan'dan nasıl haberdar
olabilirsin?
Ve
eğer onun yaptıklarının sırrını bilmiyorsan, onu nasıl bilebilirsin?
Vehimler/İllüzyonlar
onun açıklamalarının gerisinde kalıyor ve onun hakkında konuşurken Ve
anlayışlar bunun hakkında konuşurken başıboş konuşur.
Onu
tarif ederken sunulan deliller, telaffuzlar bir benzetme ve sessizlik bir
bozulma/manasızdır.
Aklın
kendi yolundaki en yüksek başarısı hayrettir; gayret/kıskançlık aklın ona
yönelik özüdür.
Akıl
ve ruh için amaçlanan murad ve malik olandır ve mürid ve salik/yolcu için nihai
amaçtır.
Aklımız
O'nun varlığına delildir ve var olan her şey O'nun varlığının kademi/ayakları
altındadır.
İdrak/farkındalığın
kendi kendine zâta ulaşmaya malik olamaz. Bu yolda akıl, ruh ve kalp
parçalanır.
Ve
onun fiilleri iç = ve dış = hariçtir ve zât-ı özü, keyfiyet ve sebebiyetten/nitelik
ve nedensellikten daha yücedir.
Çünkü
onu bilmenin çözümü olmadan akıl, uluhiyyetinden bihaberdir.
Onu aramak için nasıl bir vehme neden oluyorsa?
Ne
zaman hadis/yaratılmış kıdem ile konuşabilir ki?
[Hayal
etmek/imgelem O'nun niteliklerine yetersiz kalır; onun güçleriyle övünüşü anlamak
boşunadır.]
Aslında,
peygamberler bu sözlerden hayrete düştüler, evliyalar bu niteliklere şaşırırdılar.
Tevhid ve Büyüklüğün Açıklaması Üzerine
O
birdir, O'nda sayının yeri yoktur ve hayatta kalmasında ihtiyaç ondan
reddedilmiştir.
Ve
O, aklın ve aklın bilebileceği O değildir ve O, duyu ve hayal gücünün/ yanılsama
ile tanıyabileceği Samed değildir.
Ne
bollukta ne de eksikliktedir. Birin bir ile çarpımı birdir.
Onun kapısından
başkası olursa hatadır,
Ve
burada Onun mutlak birliğinden başkası hatadır.
Saymak
ve şüphe etmekle meşgul olduğun sürece, birini ya da ikisini bilsen/saysan de
ikisi de aynıdır.
Şeytan'ın
otlaklarının "ne", "ne kadar", "neden" veya
"nasıl" içerdiğini kesin olarak bil, bu yüzden dikkatli ol.
Onun
büyüklüğü çoğalmaktan değildir, özü nicelik ve nedensellikten üstündür.
Aciz
talebenin araştırması için “Bu mu? Şu mu” ve “kimin” olduğunu söylemek caizdir.
Hiç
kimse yaratıcı niteliklerinin “ne kadar”, “nasıl”, “ne”, “neden” veya “ne
zaman” veya “nerede” olduğunu söylemedi.
Eli
kudret/güçtür, yüzü bekâsı/sonsuzluktur, gelmesi hikmeti, O'nun nüzulü/inişi hediyesidir.
İki
ayağı intikam ve haysiyet heybeti, iki parmağı da O'nun emir ve iradesinin
etkin gücüdür.
Bütün
varlıklar O'nun kudretine tabidir; hepsi O'na hazırdır, hepsi O'nu arar;
Nurun hareketi nura doğrudur…nur güneşten nasıl
ayrılabilir?
Ve
ezeliyetin varlığı ile ondan önce geldi, çünkü (ebed) de ondan önce vardı ama
ondan sonra geldi.
O'nun
varlığı nasıl sonsuzlukla sınırlandırılabilir?
Başlangıcı
olmayan sonsuzluk, onun evde doğmuş bir çocuktur/kölesidir;
ve
ezeli/sonu olmayan sonsuzluğu (daha fazla ) düşünmeyin ve hayal etmeyin, ebed/sonu
olmayan sonsuzluğu da, alametini ezelden almıştır.
Daha
büyük veya daha küçük bir mekanı nasıl osun? Onun için yer kendisinin yeri
yoktur.
Bu
sıfatına malukat için bir dünya yaratmıştır ki, Kendi zatını onlardan üstün
kılmıştır.
Mekanın
yaratıcısı için mekanın bulunması nedir? Ve gökyüzünün fevkinde/üzerindeyse
gökyüzünün herhangi bir etkisi olabilir mi?
Dünün
seması bugün yoktur, bugün olanda yarın mevcut olmayacak.
Ve
onu duman perdesinin önüne koydular, o yüzden git ve oku = يوم نطوى السماء = (Düşün
o) günü ki, yazılı kâğıtların tomarını dürer gibi göğü toplayıp düreriz.
(Enbiyâ - 104)
Ve
arifler kıdem hakkında daha fazla konuştuğundan, istiğrak hallerini parçalayıp
ve onları aştılar/ karıştırdılar.
[Bildiğimiz]
zamanının rukunları, onun için sabit değil ve mekân da varlığı için yeri
değildir.
Onun
sureti hiçbir yaratılmışta yoktur. Bu benzeme onun ebedi izzetine layık
değildir.
Çünkü o
bir nakkaş idi ve bir nakış yazıt değildi. Bir ayet vardır = İstiva/tesviye
edildi = o zaman ne arş vardı ne de yer.
İçinizdeki
ruhtan “Oturdu” demeye devam edin, ama O'nun özünün boyutlara bağlı olduğunu
düşünmeyin;
Çünkü
"Oturdu" bir Kuran ayetidir/ ve "Onun yeri yoktur" demek
imanın bir gereğidir.
Arş,
bir kapının dışındaki halka gibidir; İlâhî sıfatlar hakkında bilgisi yoktur/
bilmezde.
Levh-i
Mahfuzda yazılı kelimeler vardır, fakat onların ses, şekil ve görüntüleri
yoktur.
"
وينزل الله " Haberlerde “Allah Teâlâ iner“
yazılıdır, ama O'nun öyle bildiğiniz gibi gelip gittiğine inanmayın;
Arş
onu yüceltmek için anılır, Kâbe'ye yapılan atıf onu bilmek babındandır.
'Onun
yeri yok' demek dinin özüdür; başını eğ,
çünkü bu övgü için uygun bir fırsattır.
Hüseyin'i
[Hallac] düşmanlıkla kovalarlar çünkü hepsi O'nun mekanı yoktur sözünü söylerler.
Tenzih Hakkında
- -
Kıdem/Sonsuzluk sınırı/kalıbı değil. Yaratmasıda cömertliğinden başka bir huy
değil.
O'nun
sözü olmadan ne zaman, ne de tabiat vardır ve cidden ruh O'nun emri olmadan
yaşamaz.
Bunlar
hem eksik hem de kısırdır, ve ikisi de değer vermek ebleh/aptallıktır.
Onların
maddesi kıdemden yaratılışa kadar yoktu.
O olmadan var olmayacaktır.
Mülkünün
bir sonu olduğunu bilinmiyor, zatına da bir başlangıçta tanımlanamıyor.
-Göz
boyama, dolandırıcılığa ve sihire meyletmez.
Tevhid ve sıdk üzere iyi görünen şeylere bakar.
Aklı
gören göz Hakk'ı görür. Renkleri/karışıklığı gören göz ise Hakk'ı görmez.
Ve
gözünün süslüce gördüğü her şey batıl/yok olacaktır. Çünkü Hakk su ve çamur
birleştiği insanın vehimleriyle/yanılsamalarıyla bilinemez.
Akıl,
vehim karışıklık ve yanılsama ile çevrilidir, evet her ikisi de, özellikleri
basitlik üzerinedir.
Yarattıklarında
nasıl belirir yahut hangi aynada tecelli eder?
Mekân
ve ruh senin hizmetkâr kullarındır, ikisi de senin koruman altında ve iki iyi
arkadaşındır.
Tevhidin
ağırlığını her insan taşıyamaz ve her aşağılık insan tevhidin tadına varamaz.
Allah'a
her yerde ibadet edilir ve mahdut bir mekânla sınırlı değildir.
O
halde nefsi dürüstlük yolunda bırak ve kalk ve ellerini bu kötü nefisten
kaldır.
Allah
Teâlâ'nın yarattığı varlığınız, sarı, beyaz veya sıcak ve soğuktan ibaret
değil.
Onun
emriyle dört mizaç, hava, su, ateş ve toprak, göklerin altındaki bir yerde
hazırlandı; [bir araya gelmeleri O'nun gücünün bir delilidir.]
-
Eylemi ve benliği alet ve cihet /yönün dışındadır, bu yüzden asli hüviyeti ile
"ol " der, "O" dur.
"Ol
كن" İki aciz harften oluşur," هو " ise hevâdan hali/ boş bir denizdir.
Arifin
gözünde O'nun özü, = nerede = ve = nasıl = kim ve = kimdir = ve = neden = den
temizlenmiştir.
Ve
verdiği her şeyi, felekleri de geri alabilir ve “Tanrı ebedidir”" االله خالد " yazısı kalacaktır.
Senin
planını kalemsiz ortaya koyan, onu renksiz de tamamlayabilir;
Evreni
senin için ebediliğe terk etmez, Onun içinde renkler sadece, sarı, beyaz,
kırmızı ve siyah değil,
İhtiyacınızdan
fazlasını sizin için hazırlamış ve önünüze sebepler koymuştur.
Yaratma
gücüyle seni bir yükümlülük altına soktu, size kendini tanıttı.
Dedi
ki: Ben gizli bir hazineydim ve beni bilsinler diye mahlûkatı yarattım.
Kâf ve
Nûn arasından değerli bir inci yaptı.
Gördüğümüz boşluğu "Ya-sin" ile dolu bir ağız yaptı.
-
Allah, dört zıt rakibi bir mekâna sığdıran bir emirle feleklerin altına
yerleştirildi.
- Ve
onların toplanması, onun kudretine delildir ve kudreti de, hikmetinin bir suretidir.
Bu
dört şey zıttır ama Allah'ın emriyle yokluk sarayında yedi kevkebin renksizliği
ebedi emriyle sonsuza dek hep birlikte aynı yolda yürürler;
Seni
kalemsiz tasarlayan, renksiz de tasvir etmeye gücü yeter.
Dünyanın
hayırdan ve şerden ibaret olduğunu, bunun ancak O'ndan ve O'na ait olduğunu,
bilakis O'nun kendisi olduğunu neden kabul etmiyorsun.
Bütün
cisimler dış hatlarını ve şekillerini O'ndan alırlar, maddî temellerini ve
heyulasını O'ndan aldıklarını. (buldum)
"Heyûlâ,
kelâm ilminde âlemin yaratılışına ilişkin tartışmalara konu olan bir terimdir.
“heyûlâ”,eşyanın (âlemin) mahiyet veya hakikatini teşkil eden asıl cevher
manasını ifade eder"
Element
ve maddî cevher, dört elementi biçim ve renkler giydirilmiştir.
Bilin
ki, her şey sınırlı ve sonlu olarak bilinir. Hepsi meşhed-i ilahi/ilahi kata
yükselişiniz için [bir merdivenden başka bir şey değildir.]
Huzur ve İhlas Hakkında
O
halde, arzu nesnesi hiçbir yerde bulunmadığına göre, O'na yürüyerek nasıl
ulaşmayı umabilirsin?
Ruhunun
ve dualarının Allah'a varacağı yol, gönül aynasının cilasındadır.
Kalb
aynası, küfür ve nifakla paslanır. Muhalefet ağır ve yorucu emekle
parlatılamaz.
Aynanın
parlatıcısı sizin sarsılmaz inancınızdır; (bu kesinlik) nedir? Bu, dininizin
lekesiz saflığıdır.
Kalbinde
bir şüphe olmayana ayna ve suret aynı şey olarak görünmeyecektir;
Suret olarak aynada olsan da, aynadaki sen
değilsin, ayna olarak sen birsin.[Yani, aynada görünüyorsanız, aynadaki odur,
siz değilsiniz.]
-Çünkü
ayna farklıysa sen de farklısın, o zaman ayna senin görüntünden habersizdir.
Suretin
aynası öznitelikten uzaktır, çünkü (aynanın) görüntü yeteneği nur iledir.
Aynanın
kendisinde olan nur güneşten başkası olmaz. [ayna, görüntüyü ışık
aracılığıyla aldığından ve ışık güneşten ayrılmamalıdır] Burada bir kusur varsa
aynada ve görüştedir.
Bie
kimse perdenin arkasında ebedî kalırsa, onun sureti baykuş ve güneş gibi ölümsüzdür.
Baykuş
güneşten acizse, bu güneşten değil, kendi zayıflığındandır;
Güneşin
ışığı dünya üzerinde parlıyor, musibet yarasanın gözünün zayıflığından gelir.
Hayal
ve duyu dışında görmezsin, çünkü çizgiyi, yüzeyi ve noktayı dahi bilmiyorsun;
Ve
sen ilim yolunda yanılıyorsun ve boş bir mahluk sözüyle aylarca ve yıllarca
tartışmada oyalandın;
Ve
fuzuli/merakla bu şekilde konuşan kişi, çözümlerin tecellisini bilmez.
Eğer
sana içgörü verilmesini/yüzü yansıtmasını istiyorsan, aynaya hatalı bakma/ eğri
tutma ve temiz tut.
Güneşin
nuru için günah yoktur ve sen şişeni bulutların altına (koy)ma.
Melekten
daha güzel bir Yusuf, bir hançerin içinde bir şeytanın yüzüne sahip gibi
görünür.
O,
hakikati (ki kimdir) kendi içinde görmezse, hançeri hakkı batından ayıramaz ayna gibi iş yapmaz.
Çünkü
çamurunuzda (bedeninizde) görebildiğiniz en iyi şey, kalbinizin aynasında kendi
görüntünüzü görebilmenizdir;
Bağlandığın
zincirden kurtul, çünkü çamurundan kurtulduğun zaman özgür olacaksın;
Mademki
çamur karanlık, gönül nurdur, senin çamurun çöplük, kalbin gül bahçesidir.
Kalbinizin
yüzeyi ne kadar safsa, Allah'ın tecellisini sana yaklaştırır;
Hz.
Ebû Bekir'in ihlası/ kalb temizliği ümmetten daha fazla olduğu için, tecelliside
özel oldu.
[1] Dr. Nurdan Kaban, Senâî-Yi
Gaznevî’nin Hadîkatü’l Hakîkası’nın Bölümleri Makalesinden alınmıştır.
« Prev Post